Loading AI tools
Anadolu'da yaşamını sürdüren çoğunlukla Oğuz kökenli Türk halkları Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Türkiye Türkmenleri ya da Anadolu Türkmenleri,[1] Anadolu Oğuzları[1][2][3][4] veya kısa söylenişiyle Türkmenler (Osmanlıca تركمنلر), Selçuklular döneminde Anadolu ve çevresinde Türkmeneli denen bölgelerde yerleşmeye başlayan, dilleri Türkiye Türkçesine bağlı Anadolu ağızları içinde ele alınan ve Türkiye Türklerini oluşturan Oğuz oymakları Müslüman olup, Hanefi Sünni ve Anadolu Aleviliği (Türkmen Aleviliği ya da Kızılbaş) olarak görülür. Anadolu’nun Türkleşmesi sürecinde etkili olmuşlardır.[5] Türkmen (تركمنلر) ve Yörük (يوروك) kelimeleri tarihî belgelerde eş anlamlı olarak da kullanılmıştır. Osmanlı arşiv belgelerinde, yerleşim durumuna ve şekline bağlı olarak köylü «Türk» olarak adlandırılırken, göçer veya yarı-göçer topluluklar «Türkmen» ya da «Yörük» tabiriyle anılmışlardır.[6] Aşiretler, yerleşik veya konar-göçer olma durumlarına ve bulundukları bölgelere göre «Türkmen» ya da «Yörük» adını almışlardır.[6] Kimilerine göre Kızılırmak'ın doğusundakilere Türkmen batısındakilere ise Yörük denir. Maraş ve çevresinde yaşayan Dulkadirli Türkmenleri için Osmanlı kaynaklarında hem Türkmen hem de Yörük tabiri birlikte kullanılmıştır.[7] Etnik olarak akraba oldukları Türkmenistan Türkmenleri (Horasan Türkmenleri) ile aynı adı taşıdıkları gibi kimi uruğ/oymak adları da ortaktır.
Türkmen aşiretleri, boy beyi (İnallu boyunun adı İnal-oğlu Hamza Bey'den, Gündüzlü boyunun adı Gündüz-oğlu İbrahim Bey'den gelir), kethüda adı, soylarının adı, yaşadıkları yerlerin adı, iktisadî faaliyet ve bunun sonucu olarak besledikleri hayvanlar veya tarıma ait faaliyetleri gibi pek çok sebebe dayalı olarak ad almaktadırlar.[8]
Anadolu'nun Türkleştirilmesinde aktif rol oynamışlardır. Bizanslılar ile mücadelelerinde Selçuklular uç bölgelerine Türkmenleri yerleştirmek suretiyle fetih hareketlerini kolaylaştırma yoluna gitmişler ve Türkistan'dan Teke Türkmenleri ile diğer Türkmen oymaklarını Anadolu'ya yerleştirmeye başlamışlardır.[9] Anadolu Selçuklu Devletinin tarihindeki en büyük Türkmen ayaklanması olan 1240 yılındaki Babai ayaklanması ve peşinden 1243 yılında Moğollarla yapılan Kösedağ Muharebesinde yenilmeleri üzerine Ahiler ve Türkmenler katledilmişlerdir.[10]
Anadolu Türkmen aşiretlerinin önemli bölümü, özellikle de Alevi olanlar, Horasan'dan gelmişlerdir.[11][12] Horasan, Selçukluların Anadolu'ya uzanmadan önce kaldıkları Hazar ötesi Oğuz toprağıdır. Oğuzların bölgedeki yoğunluğunu vermesi bakımından “Horasan’ın her tarafı Türk cephesidir” diyen Yakûbî’nin (öl. 897) Harezm ile Hazar denizi arasındaki bölgeye “Oğuz çölü” demesi önemlidir.[13]
Oğuzlar | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Bozoklar | Üçoklar | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Gün Han Kayı Bayat Alkaevli Karaevli | Ay Han Yazır Döğer Dodurga Yaparlı | Yıldız Han Avşar Kızık Beğdili Karkın | Gök Han Bayındır Beçenek Çavuldur Çepni | Dağ Han Salur Eymür Alayuntlu Yüreğir | Deniz Han İğdir Büğdüz Yıva Kınık | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Müslüman Oğuzlar (Türkmenler) | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Batı | Doğu | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Türkiye Rumeli Kıbrıs Suriye Filistin Lübnan Mısır | Irak Azerbaycan | İran | İran | Horasan | Türkmenistan Kafkasya Atal Afganistan Özbekistan Çin | Salar (Çin) | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Boz-Ok ve Üç-Ok diye iki ana kola ayrılan Oğuz, etimolojik olarak oġuz < oḳ-u-z «oklar» demektir[14] ve ok (“boy, kabile”[15]) kelimesi ile ikili organ adlarında (ağız, diz, göz, boynuz) rastlanan -z ikil-çoğul ekine (formans[16]) dayanır.
Diğer Oğuzlardan ayırt edebilmek için, Müslüman olan Oğuzlar, Türkmen adıyla anılmaya başlanmıştır. Türkmen kelimesi ilk olarak Orta Türkçe dönemine ait Divânu Lügati't-Türk'te «Türkmen» (تُركْمانْ) olarak geçer ve "Bunlar Oğuzlardır. Bunlara Türkmen denilmesinde bir hikâye vardır, şöyledir: ..." biçiminde tanımlanır.[17] Etimolojik olarak Türkmen kelimesi -men/man kuvvetlendirme (mübalağa) eki ile kuruludur[18] ve benzer örnekler arasında kocaman, küçümen, karaman, sarman (< sarıman), kösemen, kölemen, şişman türevleri de vardır.
Başkurt kökenli Türkolog Zeki Velidi Togan, “Umumi Türk Tarihine Giriş”[19] adlı eserinde, «Oğuz’un arsızı Türkmen’in delisine benzer» biçiminde bir darb-ı mesel kullanır. Bu tabir, Türkmenlerin Oğuzlara göre daha terbiyeli ve medeni olduğunu ifade eder.[11]
Fuat Köprülü ve Martijn Theodoor Houtsma'ya göre, Türkmen adı Oğuzlara sonradan verilmiştir ve Müslüman olan Oğuzlar için kullanılmıştır.; Wilhelm Barthold’a göre, Türkmen adının eski olduğu, aslı hakkında yeterli bilginin olmadığı ve Oğuzların Türkmen adı ile de anıldığı şeklindedir.; İbrahim Kafesoğlu ve Omeljan Pritsak'a göre, Türkmen adı eski bir siyasi topluluk adıdır ve Oğuzlar ile Karluklar bu siyasi topluluğa giren kavimlerdendir.[20][21]
Günümüzde Türkmen adı uluslararası arenada Türkmenistan Türkmenleri (Orta Asya Türkmenleri, Türkmensahra Türkmenleri) için kullanılırken, Türkiye'de, özellikle de halk arasında (Türkmen ya da Türkman olarak), yaygın biçimde Türkiye Türkmenleri (Balkanlar, Anadolu, Suriye) için kullanılmaktadır. Oğuzların Müslüman olanları Türkmen adıyla anılmaya başladıktan ve bir kısmının Batıya yönelmesinden sonra Hazar Denizi'nin doğusunda (İran'daki Horasan ile bugünkü Türkmenistan'ı oluşturan Maveraünnehir ile Harezm) kalanlar Doğu Türkmenleri olarak, Hazar Denizi'nin batısında (Türkiye, Balkanlar, Suriye, Irak, Azerbaycan) kalanlar ise Batı Türkmenleri olarak da adlandırılmaktadır. Hazar ötesi Türkmenleri adı Türkiye'den bakış açısına göre Hazar'ın doğu yakasındaki Türkmenistan (ya da Yaka) Türkmenlerini, Türkmenistan'dan bakış açısına göreyse etnik olarak Türkmenistan Türkmenlerinden ayrımlaşan Hazar'ın batısındaki Kafkas Türkmenlerini belirtir. Doğu Türkmenleri adı ayrıca Doğu Anadolu-Azerbaycan-İran eksenindeki Akkoyunlular ile Karakoyunlular için de kullanılır. Oğuz-Türkmen coğrafyasının en uzak doğusunda izole olarak Çin'de (Çinghay, Gansu ve Sincan yörelerinde) yerleşik yaşayan ve Oğuzların Salur boyundan gelen Salarlar (Salırlar) Sünni (Nakşibendi) Müslüman olup dilleri Kıpçak-Türkmen özellikleri gösterse de, Türkmen olarak adlandırılmaları oldukça nadirdir[22][23] ve daha çok Türkmenistan kaynaklarında Sincan Uygur Özerk Bölgesinde yaşayan 5 bin nüfuslu Çin Türkmenleri (Hıtayli Türkmenler) ile birlikte Salarlar da Türkmen (= Türkmenistan Türkmeni) olarak nitelendirilir ve her ikisi de Çin Türkmeni olarak kabul edilir.[24]
Oğuz kökeninden gelen Anadolu Türkleri için Selçuklulardan günümüze tarihi kaynaklarda Türkmen adı kullanılır ve bu Türkmen tanımına Oğuz dışı Türkler (Türkiye Kıpçakları, Gürcistan Kıpçakları) dahil edilmez. Anadolu'da Türklerin/Türkmenlerin yoğun olup devletleştiği bölgeler Türkmeneli olarak adlandırılır ve bu Türkmenya bölgeleri Batılıların yaptığı haritalarda da yansır: Doğu Anadolu Bölgesinde Turcomanie (1696), Turcomania (1730), Orta ve Kuzeydoğu Anadolu'da Turkomanien (1829). Yaklaşık 1700 yılında Johann Baptist Homann (1644-1724) tarafından yapılan haritada Anadolu'da (Natolia) Türklerin İmparatorluğu (Imperii Turcici) ve bunun içinde ayrı bölge olarak Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yer alan Türkmeneli (Turcomanoe) bulunmaktadır. Tarihçi İlber Ortaylı bir makalesinde Cenevizli ve Venedikli tüccar ve diplomatların, 12. yüzyılda, Türkiye'yi Turchia ve Turkmenia olarak tanımladıklarını belirtir.[25]
Bütün dünyanın Osmanlıyı «Türk» olarak gördüğü bir çağda Osmanlıyı «Devlet-i Aliyye» olarak adlandıran Osmanlı ulemasının, Türk ve Türkmenleri küçümsedikleri, kendilerini Türk saymadıkları görülmektedir.[26] Tarihçi Bernard Lewis'e göre, Osmanlı düşüncesinde Osmanlı=Türk özdeşliği yoktur; zira, Osmanlı sıfatı yalnız hanedan için kullanılır ve Osmanlılar Türk adını önceleri göçebe Türkmenlerle, Yörükler için; daha sonraları, kaba saba Türkçe konuşan Anadolu köylüleri ile taşralılar için kullanmışlardır.[27]
Anadolu, Suriye ve Irak’ta yaşayan Türk teşekkülleri, 16. ve 17. yüzyıllarda genel olarak Türkmen ve Yörük şeklinde ikiye ayrılırdı. Faruk Sümer'e göre, Türkmen adı, Anadolu’nun Kızılırmak’tan itibaren doğu ve güneyde kalan bölgeler ile Suriye ve Irak’ta yaşayan aşiretler tarafından kullanılırken Yörük tabiri, Kızılırmak’tan Adalar ve Marmara denizi kıyılarına kadar uzanan yerlerdeki teşekküller ile Rumeli’nde bulunan cemaatleri ifade etmekteydi.[5][21][28] Faruk Kadri Timurtaş (önceki soyadı: Demirtaş, 1925 - 1983) Osmanlı Devrinde Anadolu'da Oğuz Boyları adlı makalesinde Avşarları tanıtırken, Yörük-Türkmen ayrımı yaparak 1. Yörükler arasında Avşarlar (Kütahya, Aydın) ve 2. Türkmen illeri arasında Avşarlar: Doğu ve Güney Anadolu'da: A) Halep Türkmeni Avşarları: a) Köpekli Avşarı, b) Gündüzlü Avşarı c) Avşar oymağı; B) Dulkadırlı Avşarları: 1. İmanlu Avşarı, 2. Kozan mıntıkası Avşarları, 3. Kars (Zülkadiriye) deki Avşar oymakları, 4. Bozok Avşarları, 5. Yeni il; C) Bozulus Avşarları biçiminde sınıflandırmıştır.[29]
Kimilerine göre uzun mesafeli yatay/ova/bozkır göçebeliği yapanlar Türkmen, daha kısa mesafeli dikey/dağ göçebeliği yapanlar ise Yörük olarak tanımlanır.[30]
Yörükler, büyük bir olasılıkla Türkmenler’in bir kolu ise de, giysileri, yerleşme biçimleri, gelenek görenek ve ağız değişiklikleri, bu iki topluluğu birbirinden ayırmaktadır. Bunun, Anadolu'ya değişik tarihlerde gelmiş olmalarından kaynaklandığı söylenebilir. Güneybatı ve Güney Anadolu'daki Yörük ve Türkmen oymaklarına bağlı boylardan Abdal, Akçakocalı, Takami, Karakeçili, Çepni, Avşar, Sancaklılar Türkmen; Yağcılar, Tahtacılar, Kınıklar ve Alpaslanlar gibi boylar, ağız özellikleri bakımından daha çok Yörük öbeğine girmektedirler.[31] Yusuf Halaçoğlu Anadolu'da Aşiretler, Cemaatler, Oymaklar (1453-1650) adlı kitabında kimi aşiret ve oymakları Türkmen adıyla verirken kimilerini de Yörük olarak ayırır.[32]
Türkmen ve Yörük kelimeleri tarihi belgelerde eş anlamlı olarak da kullanılmıştır.[28]
Türkmen kimliği ve kültürü kimi yörelerde yalnızca Alevi inançlı Türklerce temsil edildiğinden, bu yörelerde halk arasında Türkmen kelimesi yalnızca Alevi anlamındadır. Örnek olarak, Kars - Ardahan illerinde yaşayan Aleviler Türkmen adıyla anılırlar.[11] Fakat, Balıkesir'de ise hepsi de etnik olarak Türkmen olsa da, Sünni olan Yörükler ve Manavlar ile Alevi olan Çepniler hariç yalnızca Alevi Tahtacılar Türkmen olarak adlandırılır. Günümüzde Edremit ve çevresindeki Tahtacılara, Yörükler tarafından Türkmen denilmektedir. Bu yörede Türkmenlikten kasıt Alevilik veya Kızılbaşlıktır. Kısacası Balıkesir Edremit'te Türkmenlik, Tahtacılık ve Alevilik/Kızılbaşlık bir şekilde eklemlenmiştir denilebilir. Aynı kökenden gelmelerine rağmen farklı adlarla anılmalarının inanç boyutundan kaynaklandığı, her iki grup tarafından vurgulamaktadır. Türkmenler ve Yörükler her ne kadar birbirleri için aramızda soğan zarı gibi ince fark var deseler de bu farklı dinsel inanç içindeki boylar arasında hemen hemen hiçbir sosyal ilişkinin bulunmadığı gözlemlenmektedir.[12]
Orta Türkçe dönemine ait Divânu Lügati't-Türk'te Kâşgarlı Mahmud Oğuz (اُغُزْ) kelimesi için «Oguz: Bir Türk Boyudur. Oğuzlar Türkmendirler. bunlar yirmi iki bölüktür; her bölüğün ayrı bir belgesi (= damga) ve hayvanlarına vurulan bir alâmeti vardır, Birbirlerini bu belgelerle tanırlar» deyip boyları sıralamış; Yaparlı, Kızık ve Karkın boylarını listeye almamış, fazladan Çarukluğ (جَرُقْلُغْ) boyunu eklemiş, fakat damgasının belli olmadığını da vurgulamıştır.[33]
Boy adı | Orta Türkçe![34] width="10%" bgcolor="#40e0d0" |Türkçe (Türkiye) |
Azerice (Azerbaycan) |
Türkmence (Türkmenistan) |
Anlamı | Ongun | Damga | |
---|---|---|---|---|---|---|---|
Kayığ | Kayığ (قَيِغْ) | Kayı | Qayı | Gaýa | muhkem, güçlü | sungur | |
Bayat | Bayat (بَياتْ) | Bayat | Bayad | Baýat | devletli, bol nimetli | puhu (ükü) | |
Alka-Bölük | Alkabölük (اَلْقابُلُكْ) | Alkaevli | Alkaevli | Agöýli | ak yurtlu/çadırlı | büyük kerkenez (küyenek) | |
Kara-Bölük | Karabölük (قَرَبُلُكْ) | Karaevli | Qaraevli | Garaöýli | kara yurtlu/çadırlı | küçük kerkenez (küyenek sarı) | |
Yazğır | Yazgır (ىَزْغِرْ) | Yazır | Yazır | Ýazyr | geniş/yaygın yurtlu | bozdoğan (turumtay) | |
Töker | Tüger (تُوكَرْ) / (ثُكَرْ) | Döğer | Döğər | Düker | toplayan | küçügen | |
Totırka | Tutırka (تُوتِرْقا) | Dodurga | Dodurqa | Dodurga | ülke kazanan | kızıl karcığay | |
Yaparlı | Yaparlı | Yaparlı | Ýaparly | güzel kokulu | ? | ||
Afşar | Afşar (اَفْشارْ) | Avşar, Afşar | Afşar | Owşar | çevik av düşkünü | erkek gök doğan (cura laçın) | |
Kızık | Kızık | Qızıq | Gyryk | yasak ... | çakır | ||
Begtili | Begtili (بَكْتِلى) | Beğdili | Bəydili | Begdili | saygın tanıklı | bahri | |
Karkın | Karkın, Kargın | Karqın | Garkyn | karaya boyanmış deri | çakır | ||
Bayundur | Bayundur (بايُنْدُرْ) | Bayındır | Bayandur | Baýyndyr | verimli yer | dişi gök doğan (laçın) | |
Beçenek | Beçenek (بَجَنَكْ) | Peçenek | Peçeneq | Beçene | çalışıp uygulayan | ala toğunak | |
Çuvaldar | Çuvaldar (جُوَلْدَرْ) | Çavuldur | Çavuldur | Çowdur | ünlü, takdir edilen | buğdayınık | |
Çepni | Çepni (جَبْني) | Çepni | Çəpni | Çepni | düşmana hızla saldıran | humay | |
Salğur | Salgur (سَلْغُرْ) | Salur | Salur | Salyr | kılıç salan | kaya kartalı (bürgüt) | |
Eymür | Eymür (اَيْمُرْ) | Eymür | Eymur | Eýmir | iyi durumda olan | isperi | |
Ulayuntluğ | Ulayundluğ (اُوﻻيُنْدْلُغْ) | Ulayundluğ | Alayuntluq | Alaýuntly | alaca atlı | delice (yağalbay) | |
Yüregir | Üregir (اُرَكِرْ) Yüregir (يُرَكِرْ) |
Yüreğir, Üreğir | Yürəgir | Üregir | düzen kurucu | biku | |
İgdir | İgdir (اِكْدِرْ) | İğdir | Iğdır | Igdir | iyilik, büyüklük, yiğitlik | çakır (karcığay) | |
Bügdüz | Bügdüz (بُكْدُزْ) | Büğdüz | Bügdüz | Bükder | mütevazı yardımcı | ulu doğan (itelgi) | |
Yıva | Iwa (اِڤـا) Yıwa (يِڤـا) |
Yıva | Yıva | Ýiwe | yüksek rütbeli | ak çakır (tuygun) | |
Kınık | Kınık (قِنِقْ) | Kınık | Qınıq | Kynyk | aziz | erkek çakır (cura karcığay) |
10. yüzyılın ikinci yarısından sonra Oğuzlardan iki ana kopma olmuş; bunlardan birinci kısım (Yunan kaynaklarında Guz, Rus kaynaklarında Torki; → Peçenekler ve Gagauzlar) Karadeniz'in kuzeyinden Balkanlar'a inerken, Selçuk Bey önderliğindeki ikinci kısım ise Oğuz Yabguluğunun bir uç şehri olan Cend'de kalmıştır.[35] Selçuk Bey, Cend'de bir toplantı meclisi kurarak İslamiyete geçme kararı almıştır.[36] Müslüman olan Oğuzları, diğer soydaşlarından ayırt edebilmek için Türkmen denmeye başlanmıştır. Bundan sonra gittikçe yerleşip yaygınlaşan Türkmen adı, 13. yüzyıldan itibaren tamamen Oğuz adının yerini almıştır.[37] İslamiyeti seçen Selçuk Bey önderliğindeki Oğuzlar (ayrıştırıcı yeni adlarıyla: Türkmenler) Hazar Denizi'nin batısına, çoğu bugünkü Türkmenistan topraklarında olan Maveraünnehir ile Harezm ve İran'daki Horasan bölgesine yönelmiştir. Selçuk Bey önderliğindeki Türkmenler bölgedeki Gazneli-Karahanlı-Samani mücadelesinde hassas bir denge siyaseti takip etmişler, fakat Karahanlı ve Gaznelilerin eş zamanlı olarak yaptıkları askerî harekâtta Karahanlıların Maveraünnehir'i Gaznelilerin de Horasan'ı ele geçirmeleri üzerine Türkmenler siyasi açıdan bir kıskaca girmişlerdir.[35] Türkmenlerin Samanilerle başlayan ittifakları sonucu Maveraünnehir'e geçişleri, Karahanlılar ile arka arkaya yaptıkları savaşlar neticesinde elde ettikleri başarılarla hızlanmış Selçuk'un 1009'da 100 yaşında ölümüyle de bu göç hareketi tamamlanmış, Türkmenler bütünüyle Maveraünnehir'e inmiş bulunuyorlardı.[35] Maveraünnehir'deki Karahanlı hakimiyeti Türkmenlere yeni bir açılım yapmaya müsaade etmeyince, Selçuk Bey'in torunlarından Tuğrul Bey Türkmen boylarını alarak çölün gerisine çekilmiş, Çağrı Bey de Anadolu üzerine keşif gezisine çıkmıştır.[35] Horasan'dan İran'ı geçerek Azerbayca'a ulaşan Çağrı Bey buraya daha önce gaza ve akın için gelen Oğuz gruplarını güçlerine katmış, Van Gölü civarında Anadolu'ya Bizans'ın kaleleri olan Vaspurakan (Ermeni Vaspurakan Krallığından kalan) ve Ani kalelerine karşı sefer düzenleyerek büyük kazanç sağlamıştır.[38] 1040 yılındaki Dandanakan Muharebesini kazanan Türkmenler, Gaznelilerin sonunu getirdikleri gibi, Büyük Selçuklu Devletinin de temellerini atmış oldular.[35][35] Alp Arslan zamanına gelinceye kadar Anadolu Kafkaslardan Kuzey Irak'a uzanan bir yay ile Türkmen kitleleri tarafından kuşatılmıştı. 11. yüzyılın ikinci yansından itibaren Sultan Alp Arslan'ın Ani kapısından girerek başlattığı süreç art arda gelen akınlarla 1071 Malazgirt zaferiyle geri dönülmez bir biçimde perçinlenmiş ve Büyük Selçuklu Devletinin kurulmasından 35 yıl sonra da 1077 yılında Anadolu Selçuklu Devleti kurulmuş oldu.[35] I. Alâeddin Keykubad'ın 45 yaşında zehirlenerek öldürülmesinden sonra yerine liderlikte ve yönetimde yeteneksiz olan II. Gıyaseddin Keyhüsrev geçmiş ve buna bir de veziri Sadeddin Köpek'in yanlış yönlendirmeleri eklenince devletin ana unsuru olan Türkmenlerle yönetimin arası açılmıştır.[35] Devlet Türkmenler üzerine baskı uygulamaya başlamış, Ahilik önderleri Ahi Evren ve Ahi Ahmet hapsedilmiştir.[35] Bozulmuş olan bu dirlik ve düzenliği Türkmenler lehine yeniden tesis etmek isteyen Baba İlyas ve önde gelen halefi Baba İshak müridleri vasıtasıyla geniş ve etkili bir propagandaya başlar ve sonunda Ağustos 1239'da başarısızlıkla neticelecek olan Baba İshak ayaklanmasında Türkmen isyanı bastırılmış ve 1240 yılıne her iki baba idam edilmiştir. Türkmen isyanından kaçan bu yandaş ve müridleri diğer heterodoks zümrelerle dayanışma içine girerek Babailik hareketini başlatmışlardır. Bu isyanın sonucunda Anadolu Selçuklu Türkmen birliği parçalanmış ve büyük yıkım ve ıstıraplara sebep olan Moğol istilasına maruz kalmıştır.[35] Yaygınlaşan Moğol istilalarından sonra Hazar ötesi Türkmenleriyle Azerbaycan ve Anadolu Türkmenleri ayrı topraklarda yaşamış, kültürlerinde ve dillerinde farklılıklar ortaya çıkmıştır.[39] Türkmen Türkçesi ve Türkiye Türkçesi 12. ve 13. yüzyıllarda birbirinden ayrılarak farklı gelişim göstermiştir.[40] Türkistan'daki Mangışlak ve Balhan Türkmenleri Moğol istilasından fazlaca etkilenmeyip Hazar Ötesi Türkmenleri ya da Yaka Türkmenleri olarak bugünkü Türkmenistan'ın temelini oluşturmuşlardır.[41][42]
Fatih Sultan Mehmet’ten başlayarak Osmanlı padişahları, Türk kökenli olmayan devşirmelere devlet yönetiminde yer vermişlerdir. Bu devşirme yöneticilerin Türkmenlere karşı vergi ve benzeri konularda adaletsiz davranmaları, buna karşılık İran şahlarının, özellikle de Şah Tahmasb’ın devlet idaresinde Türkmenlere görev vermesi, Türkmenlerin Osmanlı Devletinden yüz çevirerek Safevî Devletine yönelmelerine sebep olmuştur.[43] Bundan sonra Anadolu’dan İran’a doğru 17. yüzyılın ortalarına kadar devam eden bir Kızılbaş Türkmen göçü başlamış ve göç eden Türkmenler arasında sayıları çok olmamakla birlikte Çepniler de vardı.[44] Zazaca ya da Kürtçe konuşan Tunceli Alevilerinin (Kırmançlar) asimilasyona uğramış Anadolu Türkmenleri olduğu ileri sürülür.[45]
13. yüzyılda Cengiz Han tarafından başlatılan Moğol istilaları hareketi, Türk dili için, Göktürk, Uygur ve Karahanlı Türkçelerinden sonra Türk dilinin Orta Türkçe denen yeni bir döneminin ve “Doğu Türk Yazı Dili” ve “Batı Türk Yazı Dili” diye ifade edilen Türk dünyasının doğu ve batı kolunun yazı dili için başlangıç noktasıdır.[13]
Uç (اوج ) denen Türkmen-Bizans sınırlarındaki Türkmen beyleri Moğol istilası öncesinde Türkiye Selçuklularına bağlı meliklik tarzında idarelerini sürdürürken, istila sonrasında uçlar, iç kesimlerden kaçan Türkmenlerin sığınağı hâline gelmiştir. 13. yüzyılda yaşanan bu göçler ile birlikte uçlardaki Türkmen nüfusunun artması Türkmenlerin kendi hâkimiyetlerini kurmalarını sağlamıştır. Anadolu’nun uçlarında yerleşen Türkmenler, millî kimlik ve kültürlerini buraya taşıyarak, hayat tarzlarını devam ettirmişlerdir. Meydana getirilen beylikler buralarda müesseseler inşa ederek uçların Türkmen tarzında yeniden şekillenmesini sağlamıştır.[46]
Osmanlı Devleti 18. yüzyılda Türkmen aşiretlerini on ayrı bölgede iskân etmiştir. Bu bölgeler sırasıyla Kütahya-Aydın, Konya-Karaman, İç-İl ve Teke, Sivas-Erzurum, Çukurova, Diyarbekir-Malatya, Rakka ve Haleb eyaletleri dâhilinde Hama ve Humus, Belih Nehri havalisi, Harran-Ovası, Menbic Nahiyesi, Kıbrıs adası ve Rumilidir.[47]
18. yüzyılda iskân edildikleri yerde huzursuzluk sebebi olan veya iskâna karsı çıkan aşiretler öncelikli olarak Rakka Eyaletine (ایالت رقه) sürülmüstür.[47][48] Rakka Bölgesine 18. yüzyıl başlarından itibaren başlamak üzere, sırasıyla 1706, 1709, 1712, 1717, 1718, 1719, 1723, 1726, 1729, 1731 yılları arasında on farklı zamanda aşiret sürgünü yapılmıştır.[47] Sürgün burada aşiretleri yerleşik düzene geçirebilmek amacıyla bir iskân metodu olarak kullanılmıştır.[47] Rakka bölgesinde yapılan iskân çalısmalarıyla devlet, bölgede Arap unsuruna karşı bir muvazene oluşturmak gayesi gütmüştür.[47]
Osmanlı Devleti zamanında Suriye’de bulunan bazı Arap aşiretlerinin baskısı sonucunda Türkmenler Anadolu’nun içlerine göç etmeye zorlanmıştır. Ortaya çıkan olumsuz nüfus değişimi Osmanlı Devleti’ni tedbir almaya itmiştir. Aneze Araplarının saldırısını önlemek için Rakka Eyaletine Türkmen aşiretleri yerleştirilmeye başlanarak güneydeki Arap saldırılarının önü alınmaya çalışılmıştır.[49] Bazı Türkmen boylarının bu bölgelere yerleştirilme nedenlerinden biri de isyan etmelerinden dolayı cezalandırma amaçlıdır.[49]
Hakanları Kınık boyundan olan Büyük Selçuklu Devleti döneminde Horasan'dan gelen Oğuz-Türkmenlere Anadolu'nun kapısını ardına kadar açan 1071 Malazgirt Zaferi'nden sonra Bağdat'ta 1072 - 1074 yılları arasında yazılan Divânu Lügati't-Türk'te yirmi iki bölükten (boydan) oluştuğunu söylediği Oğuzların (Türkmenlerin) ilk boyunu «birincisi ve başları Kınık'lardır ve zamanımızın hakanları bunlardandır»[33] diyerek veren Kâşgarlı Mahmud yatuk (يَتُقْ) kelimesini iki örnekle şöyle tanımlar: « يَتُقْ نانكْ yatuk nenğ atılan, unutulan her şey. Tenbele يَتُقْ كِشي yatuk kişi denir. Oğuzlardan bir takımları vardır ki şehirlerinden dışarıya çıkmazlar, savaş yapmazlar. Onun için bunlara يَتُقْ yatuk denir, "tenbeller ve atılmışlar" demektir.»[50] Oğuzlarca/Türkmenlerce yerleşikliğin henüz "tembellik edip yan gelip yatma" olarak görüldüğü o çağdan yıllarca sonra bile Fatih Sultan Mehmet döneminden beri tutulmaya başlanan Osmanlı tahrir defterlerinde konar-göçer Türkmenlerin göçerliği bırakıp konarlıkta karar kılan/kıldırılan kısmı yatık yerine oturak olarak adlandırılmış (Oturak Bahadırlı, Oturak Barza, Oturak Çebi, Oturak Çepni, Oturak Kızıklı ...), göçerlikte ısrar edenler ya da göz yumulanlar ise göçer (ya da yürük/yörük) olarak (Göçer Barza ...[51]) kaydedilmiştir.
Türkmenler köken olarak hayvancılık (sığır, koyun, keçi) yapan, binit (binek hayvanı) olarak atı yüklet (yük hayvanı) olarak da deve'yi (çift hörgüçlü deve) kullanan yarı göçebe (konar-göçer) halktır. Göçebe olarak 11. yüzyılın ikinci yarısında 1071 Malazgirt zaferinden sonra Anadolu'ya yoğun olarak göç edilmiş ve 21. yüzyılın başlarına kadar bu göçebelik azalarak da olsa sürdürülmüştür. Anadolu Türkmenleri içinde göçebeliği en son yakın zamanlarda bırakan grup Yörüklerdir. Osmanlı Devleti’nin, özellikle 16. yüzyılın sonlarından itibaren, bozulmaya baslayan askerî, siyasi ve malî sisteminden en çok konar-göçer gruplar etkilenmiş; sistemi düzeltmek isteyen Osmanlılar, Yörük (dikey göç edenler) ve Türkmenleri (yatay göç edenler) toprağa bağlamak, onları kayıt altına alıp vergilendirmek maksadıyla iskân etmeye zorlamıştır. Özellikle yatay göç yapan Türkmen oymakları arasında iskâna çok direniş gösterilmesine rağmen sonuçta onlardan büyük bir kısmı yerleşmek zorunda kalmış; direnenler ise Anadolu’yu bir ağ gibi ören uzun göç yolları kesintiye uğradığı için yayla/yaylak (yaz geçirilen, yazlanan/yaylanan) veya kışla/kışlak (kış geçirilen, kışlanan) mahallerine yakın yerlerde göçlerine devam edebilmişlerdir. Yörükler ise, kısa menzilli dağ göçerliğinin getirdiği avantaj ile kısmen de olsa göçerliklerine devam edebilmiş ve bu anlamda Yörük kimliği yaşatılabilmiştir.[30]
Başta saray ve ordu olmak üzere İstanbul ile diğer büyük şehirlerin hayvanî gıda tüketiminin karşılanabilmesi ve o devrin en hızlı ulaşım ve savaş vasıtası olan atın geniş ölçüde yetiştirilmesi için göçebe aşiretlerin yaylacılık faaliyetlerinin devam ettirilmesi gerektiğinden, onları tamamen iskân edip de bu alandaki ihtiyacın karşılanamaması riskinin gerçekleşmemesi için Osmanlı devleti konar-göçerlere kısmen göz yummuş, fakat bu faaliyetlerin yapılmasında dahi göçebelerin denetim altında tutulabilir düzeyde olmasına özen göstermiştir.[52]
Çukurova Türkmenleri (ya da Çukurova Yörükleri) konar-göçer yaşama biçiminden toprağa bağlı yerleşik düzene en son geçenlerdir ve bunlar hayvancılığın yanı sıra kilimcilik, demircilik, el sanatları ve tarımla uğraşırlar; bir bölümü de hayvancılığa bağlı olarak yazları yaylalara göçerek bu kültürü sürdürüyorlar.[53]
2010'lu yıllarda Türkiye'de konargöçer Yörük kültürünün son temsilcileri Sarıkeçililer adı verilen gruptur.[54]
Anadolu Türkmenlerinin çoğu asırlar içinde yerleşik hayata geçmiş ve oymak/aşiret bağları yok olmuştur. Yine de oymak ya da aşiret adlarıyla ayırt edici topluluk olarak günümüzde de varlığını sürdüren Türkmen alt grupları bulunmaktadır.
Yörükler ya da Yürükler (Yörük Türkmenleri ya da Yörük Türkleri, Osm. يوروك),
büyük ölçüde, 17. yüzyıla kadar yerleşik hayata geçmeyerek, yaşamına göçebe olarak devam eden Türkmen topluluklarına verilen isimdir.[9] Geçimini hayvancılıkla sağlayan göçebe Türkmenlere Yürük denir.[55] Yörükler gibi açıkça konar-göçer hayatı temsil eden Türkmenler Osmanlı kayıtlarında bazen “Yörük” bazen de “Yörük Türkmenleri” olarak geçmektedir. Bir kavram olarak Yörük kelimesi, Türklerin Anadolu’ya akmaya başlamaları ve aynı zamanda yerleşik hayata hızla yönelmeleri ile ortaya çıkmış; eski geleneksel tarzını devam ettirmek isteyen Türkmen grupları bu adla adlandırılmaya başlanılmıştır.[56] Osmanlı kanunnamelerinde genelde konargöçer olarak nitelendirilseler de bütün Yörük gruplarının konargöçer olmadıkları da görülmekte ve yerleşik (belgelerde: mütemekkin ya da oturak ve sakin) durumda olan Yörükler de bunmaktadır.[56] Yörüklerin başında bulunan kişiye “mir-i Yörükan” ya da “Yörük Beyi” denir.[57] Yörük ~ Yürük kelimesi yörümek ~ yürümek fiilinden gelir.[58] Müslüman olup hem Sünni hem de Alevilik görülür. 12.-13. Y.y.'dan sonra canlanan, Büyük Selçuklularla bilinçli şekilde organize edilip sürdürülen, Moğol zulmü sonucu hızlanan büyük göçe çeşitli boylardan Türkler ve Oğuz Türkleri (Yörüklerde) katılarak Anadolu’ya geldiler.
10-11-12-13. Yüzyıllarda Balkanlara gelen: Peçenek, Kuman, Uz Türklerinin Yörüklerle ilgisi olabilir bu Türkler Anadolu'daki Türk yayılışına karşı Bizans ordusun da paralı askerlik yapmış ve Çeşitli yörelere Yerleştirilmişlerdir.
Bu Türk boyları, Bizans ve Slavlarla savaşmış, ancak kendi aralarında da anlaşıp birleşemedikleri için kalıcı bir devlet kuramamışlardır. Peçenek ve Uz Türkleri, Bizans Ordusunda paralı askerlik yapmış, ancak 1071 Malazgirt Savaşında Selçuklu Ordusunun Türk olduğunu anlayınca: Alparslan’ın tarafına geçerek, savaşın kaderini değiştirmişlerdir.
Bizanslılar; bu Türk Boylarının bir bölümünü: Anadolu'nun bazı yerlerine (Örneğin: Toroslar, İç Anadolu ve Çukurova’ya) yerleştirmişlerdir. Anadolu’nun İslamlaştırılıp Türkleştirilmesi sırasında Yörük boyları, Anadolu’nun her tarafına yayıldı. Bir kısmı yerleşik hayata geçerek "Türkmen" ve "Yatuk" adları almış.[59][60][61][62][63][64][65][66][67][68][69][70][71][72][73][74][75] Bir kısmı da göçebe hayatını sürdürüp "Yörük" ismiyle anıldı. Osmanlıların Rumeli’ye geçişinden sonra Yörüklerin önemli bir bölümü de Rumeli’ye göç ettirildi.
Yörüklerin arasında bir Kıpçak cemaati olan Horzum aşireti ise 1230’da Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı Alaeddin Keykubat’ın Celâleddin Harzemşah’ı mağlup etmesinden sonra Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yayılmış ve Batı Anadolu’da horzumlu ismiyle yaşamaya devam etmiş olan göçebe bir Oğuz-Kıpçak cemaatidir . Bu aşiret, bölgede Peçin, Muğla, Köyceğiz ve Bozöyük’te meskûndur H. 923’te (1517) bölgede yaşayan horzum oymağı, 1318 haneye ve 7590 nüfusa sahiptir Harzemşahlar’ın göçebe Kıpçak boylarıyla ilişkileri, Selçukluların Kıpçaklarla olan ilişkisinden daha fazla idi Bölge ağzındaki Kıpçakça unsurları bu oymak temsil etmektedir.
Macaristan'a yerleşmiş 7 Kuman kabilesinden biri olan Olaş boyu (Uladjogli-Ulaşoğlu), Oğuz-Kıpçak savaşı sonrası Oğuzlara katılmışlardır. Bunlardan Anadolu'ya göçen Ulaş kabilesinden olanlar, geleneklerinin ve halk sanatlarının bir kısmını korumayı başarmışlardır. Olaş adının mânâsı ise “Birleşmiş”, “İttifak yap” olan Olaştır.
Ulaşlar-Ulaşlı-Ulaş isimli yerleşim yerlerinin Bulunduğu iller ise : İçel, Ankara, Tekirdağ, Tokat, Muğla, Artvin, Sivas, Kocaeli, Nevşehir, Mardin, Gaziantep, Siirt, Bolu, Kütahya olmak üzeredir. Macar müzik adamı Béla Bartók 1936 yılında derleme yapmak amacı ile Toroslar'da Ulaş soyundan gelen Yörük köylerine gitmiş Ulaş Yörük köylerinde dinlediği türkülerin Macar Halk Müzikleri ile benzediğini fark etmiştir, dinlediği Türkülerin benzeri Slavlar'da,Yunanlar'da, Rumenler'de yoktur. Araştırmalara göre Macar Halk Müziğinin 1000 Yıldan daha genç bir Türk etkisi vardır, bu miras ise Macaristan'a göçen Kumanların mirasıdır.[76]
Ankara Yörükleri (Yörükân-ı Ankara), 16. yüzyılda Ankara Vilayetinin Ankara Sancağını yurt olarak kullandıkları gibi, Ankara’nın batısında Sivrihisar, Sultanönü (Eskişehir), Kütahya ve Karahisar-ı Sâhib (Afyon), Aksaray sancakları ve güneyde Karaman eyâletine tabi topraklara kadar uzanan geniş topraklardaki yerleşim yerlerini (köy, mezraa) yurt olarak kullanmışlardır. Ankara Yörükleri, 1523/30 ve 1571 yılına ait tahrir defterlerine göre, Ulu Yörük, Kasaba Yörükleri, Haymana (Büyük ve Küçük), Karalar, Taceddinlü ve Aydın Beylü taifelerinden oluşmakta idi. 1571 yılına ait tahrir defterinde Ankara Yörüklerinin Kasaba Yörükleri denen bölümüne kaydedilmiş olan Karakeçilü cemaatinin şehirde yerleşik olduğu belirtilmiştir. Konar-göçerlerin şehre yerleşmelerinin olağan bir durum olduğu ve şehir hayatının canlılığının konar-göçer halkı şehre çektiği bilinmektedir. Sancak bölgesinde Yörüklerin davalarına “Yörük kadısı” bakmıştır.[5]
Makedonya Yörükleri Makedonya'da yaşarlar.[80]
Honamlı Yörükleri ya da Honamlılar: Önce Batı Toroslar’a (Antalya, Isparta ve Teke Yarımadasına) yerleşen, sonra da Orta Toroslar’a (Aladağlar, Binboğalar ve Adana civarına) yayılmış Yörüklerdir.[81] Toroslara Aydın yöresinden dağılmış olması ile hala Anadolu’nun güneyinde Adana, Mersin, Maraş havalisinde Yörüklere “Aydınlı” olarak hitap ederler.[81]
Honamlı aşiretinin mahalle olarak da adlandırılan 9 obası vardır: Çoşlu, Ötgünlü (Hacı İbrahimli ve Hacı Mehmetli), Telliler, Elekli (Hacı Celilli), Karaevli, Recepli, Karsavurdanlı, Eskiler obası, Hacı Abdilli.[82]
Honamlı Yörükleri tarafından yetiştirilen ve bu yörük aşireti tarafından günümüze kadar korunmuş olan, adını da Yörüklerden alan ve son yıllara kadar genel olarak kıl keçisi tabiri içinde yer alan Honamlı keçisi, ancak son birkaç yıldır kıl keçisinden çok farklı morfolojik ve verim özelliklerinin olduğu fark edilerek, Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü tarafından yeni bir keçi ırkı olarak tescil edilmiştir. Honamlı keçisinin yayılma alanı Akdeniz Bölgesi Toros Dağları etekleri, Antalya, Konya, Isparta üçgeninde Yörüklerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerdir.[83]
Konar-göçerlikten yerleşik hayata geçen Honamlıların köyleri:[81][82][84]
Sarıkeçililer (Sarıkeçili Yörükleri, Sarıkeçili Türkmenleri, Sarıkeçi, Sarıkeçilü, Sarıkeçilili, Sarıkeçülülü), Mersin ilinin (eski: İçel) Silifke ilçesinde yaşayan Sünni sarışın[86] konar-göçer Türkmenlerdir ve Yörük kültürünün son temsilcisidirler.[87][88] Oğuz boylarından hangisine mensup olduğu belli değildir.[89] Eskiden İçel, Aydın, Konya, Karahisâr-ı Sahib, Akşehir ve Saruhan sancakları, Doğanhisarı Kazası (Konya sancağı), Antalya Kazası (Feke Sancağı), Eğridir, İsparta, Burdur, Dazkırı ve Uluborlu kazaları (Hamid sancağı), Tavşanlı, Honoz Kazası (Kütahya Sancağı) (6) onların yaşadığı çevreler idi.[90] Sözü edilen bu yerleşim birimlerindeki Sarıkeçililerin tamamı yerleşmiştir.[89]
Bugün sadece 200 hanelik bir Sarıkeçili ailesi konar-göçer hayat sürdürmektedir.[89] Kışları Içel-Silifke-Gülnar-Anamur sahillerinde yazları da Konya'nın Seydişehir-Beyşehir yaylalarında kira ile yazlamaktadırlar.[89] Yaz kış ev dedikleri kıl çadırlarda kalırlar.[91] Sarıkeçililerin dili başlıbaşına incelenecek bir konudur; çok güzel Türkçe konuşurlar.[89] Kadınları erkekten kaçınmaz; yabancı erkeklerle beraber otururlar ancak konuşmaktan imtina ederler.[89] Besledikleri kıl keçisinin ormana zarar vermesinden dolayı orman müdürlüğünce hareketleri kısıtlanmaktadır.[92] 2010'lu yıllarda Türkiye'de konargöçer Yörük kültürünün son temsilcisidirler.[54]
Çepniler (Çepni Türkmenleri, Çetmiler), Üçoklardan köken olarak Danişmendlilere dayanan Sünni ya da Alevi Türkmenlerdir. Karadeniz Çepnilerinin Önemli bir bölümü Sünnîdir. Çepniler Trabzon, Ordu, Gümüşhane ve Giresun'dan başlayarak bu bölge ve çevresinde yerleşiktirler. Alevî Çepniler ise daha çok Ordu, Giresun, Balıkesir, Manisa, İzmir, Çanakkale, Burdur, Gaziantep gibi illerde yerleşiktirler. Giresun’un doğusu ile Trabzon’a bağlı Şalpazarı ve Beşikdüzü ilçelerinde yaşayanlara hâlâ Çepniler denilmektedir.[93] Özellikle Doğu Karadeniz yöresinde sahilden on kilometre iç kısımların tamamını kontrol eden Sinop’a kadar yayılan çevreye egemen olan Çepni boyunun kültürel yapısı ve birbiri ile bağlantıları sebebiyle onları Doğu Karadeniz Çepnileri (Karadeniz Türkmenleri) olarak değerlendirmek, tanımlamak ve yorumlamak daha doğru bir yaklaşımdır; zira Balıkesir yöresinde bulunan ve kökenleri Musul ve Halep yöresine kadar inen Kantemürlü Çepnileri ile aralarında kültürel bakımdan bazı tanımlayıcı farklılıklar bulunmaktadır.[94] Alevi Çepnilerin Dilce ya da Çepni dilcesi adı verilen ve kendi aralarında anlaşmak için kullandıkları gizli dilleri vardır.[95][96]
Karadeniz Çepnileri: Çepni nüfusun önemli bölümü Karadeniz’de bulunmaktadır. Tarihî bilgiler de Karadeniz’in bir Çepni yurdu olduğunu doğrulamaktadır. Fakat buradaki Çepnilerin Sünni İslamiyeti benimsemiş olmaları kapalı bir toplum olmamalarına ve kimliklerini batıdaki Çepnilere oranla daha az muhafaza etmelerine neden olmuştur. Trabzon Şalpazarı ve Beşikdüzü Çepni kimliğinin en canlı biçimde yaşadığı yerlerdir. Bunun dışında Ordu ve Giresun’da da azımsanmayacak oranda Çepni nüfus bulunmaktadır. Ayrıca Faruk Sümer'e göre Rize'de birtakım yerlerde Çepni nüfus görülmektedir.[97][98]
Balıkesir Çepnileri: Çepni nüfusun tamamını oluşturduğu köylerin ağırlıklı bir bölümü başta Balıkesir olmak üzere Ege Bölgesi’nde bulunmaktadır. Ege Bölgesi’nde bulunan Çepni nüfusun tamamı Alevi kültürünü benimsemişlerdir. Bu durum Sünni Türklerin yoğun olarak yaşadığı bu bölgede kendi içlerine kapanıp kimliklerini muhafaza etmeleri sonucunu doğurmuştur.[97][99]
Gaziantep Çepnileri: Anadolu’da Ege Bölgesi ve Karadeniz Bölgesi’nden sonra Çepni nüfus yoğunluğunun en yüksek olduğu yer Gaziantep'tir ve burada altı Çepni mahallesi bulunmaktadır. Gaziantep Çepnilerinin atası olduğunu düşünülen Çepni topluluğu, Halep Türkmenleri arasında bulunan üç kola ayrılmış bir Çepni oymağıdır. 1596 tarihli kayıtlarda bu üç Çepni oymağının Halep Türkmenleri arasında “Köpeklü Avşarı” taifesi içerisinde yer aldığı bilgisi yer almaktadır. Bunlardan birinci kol Antep’in kuzeydoğusunda yaşıyor ve Korkmazlu, Sarılu, Karalar, Köseler ve Şuayyıblu obalarına ayrılıyordu. Bu oba isimlerinden bazılarının Gaziantep’te bulunan bazı Çepni köyleriyle aynı ismi taşıması dikkat çekicidir. İkinci ve üçüncü kol ise “Başı Kızdılu Çepni” olarak adlandırılmaktaydı. Bu iki grup Batı Anadolu’ya göç etmiş Saru Han (Manisa) ve Aydın’a yerleşmişlerdir.[97]
Tahtacılar (Tahtacı Türkmenleri, Tahtacı Yörükleri), Güney ve Batı Anadolu'da yaşayan konar-göçer Kızılbaş Türkmenlerdir. Etnik köken olarak Beş Uygur içerisinde bulunan Ağaçerilere dayanmaktadır ve Ağaçerilerin günümüzdeki devamı sayılan Tahtacı Türkmenlerinin sonradan diğer boylarla karıştıkları düşünülmektedir.[100] Yazılı kaynaklarda Tahtacı adına ise ilk olarak 16. yüzyılda Osmanlı vergi nüfusu tahrir defterlerinde “Cemāat-ı Tahtacıyān” şeklinde rastlanmaktadır.[101] Osmanlı Dahiliye Nazırlığı tarafından Niyazi Bey'e hazırlatılan 1918 tarihli “Tahtacı Yörükleri” adlı raporda, kendilerine Kızılbaş diyen Tahtacıların ülke genelinde yoğunlukla Kala-i Sultaniye, Aydın, Isparta, Antalya, İzmir, Narlıdere, Kavacık, Naldöken, Menemen, Bayındır, Tire, Milas, Muğla, Ödemiş, Söke, Biga, Burdur, Alaiye, Adana vilayeti ile Binboğa yaylalarında ve Kazdağı eteklerinde yaşadıkları ifade edilmektedir.
Stratejik ve askerî bir bakışla Adana vilayetine bağlı Tahtacı köylerinin coğrafi konumları, enlem ve boylamları, irtifaları, su kaynaklarına uzaklıkları, yaylalarının yerleri ve ormanlık alanları ayrıntılı bir biçimde belirlenmiştir. Karahıdırlı, Kuzucubelen, Düğdüören Adana vilayetinin Mersin merkez kazasına bağlı Tahtacı köyleridir. Adana vilayeti Tarsus ilçesindeki Tahtacı köyleri ise Dalak Deresi, Belen Keşlik, Kaburgediği’dir. Yine Tarsus ilçesinin kazalarından Kadelli, Çamalan, Hacıkırı, Karaçalı, Pamukalan, Cingöz köyleri ile Ayas’ın Durhasandede mahallesi ve Islahiye’nin Kabaklar ve İdilli köyleri Tahtacı köyleridir. Ayrıca, Sırkantı/Sırkıntı nahiyesi dâhilindeki Tepecikören karyesinde 10 hane; Feke’nin Mansurlu nahiyesinde 15 hanelik Tahtacı topluluğu bulunmaktadır.[102]
Balıkesir'in yerli nüfusu Sünni olan Yörük ve Manav ile Alevi olan Türkmen (Balıkesir'de Tahtacılara Türkmen adı verilir ve en yoğun oldukları yer Kaz dağlarıdır) ve Çepni unsurlarından oluşmaktadır ve kültürel hayatlarına bakıldığında Yörükler ile Manavların; Tahtacı Türkmenleriyle de Çepnilerin birbirlerine daha yakın oldukları görülür.[100] Günümüzde Balıkesir Edremit ve çevresindeki Tahtacılara, Yörükler tarafından Türkmen denilmektedir ve bu yörede Türkmenlikten kasıt Alevilik veya Kızılbaşlıktır; Türkmenler ve Yörükler her ne kadar birbirleri için aramızda soğan zarı gibi ince fark var deseler de bu farklı dinsel inanç içindeki boylar arasında hemen hemen hiçbir sosyal ilişkinin bulunmadığı gözlemlenmektedir.[12]
Sıraçlar (Sıraçlı, Sıraç Türkmenleri, Beydili Sıraç Türkmenleri, Saraçlar, Osm. سراج), Sivas, Tokat, Amasya, Çorum ve Yozgat yörelerinde yaşayan Beğdili (Beydili) boyundan Kızılbaş (Anşabacılı ve Hubyarlar) Türkmenlerdir. Osmanlı tapu tahrir defterlerinde Sarac (Sırac) Cemaati’nın Tokat bölgesinde olduğu belirtilmektedir. Çoğu (% 95) Hubyar'a bağlıdır. Hubyar toplulukları kendi içlerinde bir birlerine Sıraçlar demekte ise de bölgede bulunan diğer Alevi grupları bütün Hubyar mensuplarını Sıraçlar olarak nitelendirmektedirler.[103][104]
Abdallar (Türkmen Abdalları,[105] Türkiye Abdalları,[106] Abdal Çingeneleri,[107] Teberler, Carcar, Osm. آبدال), Babai Türkmenlerinin bakiyeleri olan Alevi-Bektaşi Türkmenlerdir. Abdallara Abdali, Abdallu, Teberci, Guyende (Guvende, Gevende), Çingene, Kısımâl, Karacı, Karaduman, Gurbet, Ozan, Çalgıcı, Köçek, Deveci, Usta, Elekçi, Sepetçi, Bohçacı, Davulcu, Carcar, Kıpti, Bodık, Kazancı, Fakçı, Çingan (ses çıkaran), Edeler, Gegel (Geygel) gibi isimler verilmektedir.[105] Adana, Adıyaman, Afyon, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Aydın, Bolu, Burdur, Çorum, Denizli, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Isparta, İçel, Karaman, Kayseri, Kırıkkale, Kırşehir, Konya, Malatya, Manisa, Muş, Nevşehir, Sivas, Tokat, Uşak ve Yozgat yörelerinde dağınık konar-göçer olarak yaşayan Abdallar daha çok demirci, semerci, sünnetçi, çalgıcı gibi meslekleri yaparlar.[108][109][110][111][112] Osmanlı arşivlerinde Abdalların Türkman taifesinden olup, Maraş, Tarsus Sancağı (Adana Eyâleti), Hayrabolu Kazâsı (Vize Sancağı), İstanbul ve havâlisi, Tatar Pazarı kazâsı (Paşa Sancağı), Rumeli, Kütahya Sancağı, Erzurum Eyâleti, adana, Bozok, Biga, Aydın Sancağı, Çukurova, Zülkadriye Kazâsı (Maraş Sancağı), Karaman Eyâleti, Sivas Eyâleti, Rakka’da yaşadıkları kayıt altına alınmıştır.[113] Yaşantıları Çingeneleri andırdığından çoğu kez Çingenelerle karıştırılırlar.[114][115][116][117][118] Yerleşik Kıptılar[119] («Çingeneler») olarak da nitelendirilen Abdallar, Osmanlı hükûmet defterlerinde de eskiden Kıbtî («Çingene») diye de yazılmışlardır.[120] Keskinli Hacı Taşan ve Kırşehirli «Bozkırın Tezenesi » Neşet Ertaş Abdallardandır.[108] Kendilerine özgü gizli dilleri vardır.[121][122][123] Müze müdürlüğü yapmış olan halk bilimci Ali Rıza Yazgın 1931 ve 1933 yıllarında 3 cilt olarak yayımlanan Cenup’ta Türkmen Oymakları adlı çalışmasında Güney Anadolu'daki Abdal gruplarını şöyle tasnif eder: Fakçılar (av avlıyan Abdallar < faka basmak deyiminde geçen fak < Arapça faḫḫ [فخ] «tuzak, kapan» sözüne dayanır.[124]), Tencili (cambazlık ve kuyumculuk yapan Abdallar), Beğdili (Türkmenlere yamak ve yarıcı duran Abdallar), Gurbet veya Cesis (sepet, küfe yapan Abdallar; bunlar tam göçebedirler), Karaduman Abdalları (İbrahim Paşa’nın İskan Beyi’ne Mısır’dan gönderdiği kalabalık bir musiki ve raks heyetlerinin bakıyyesi olan Abdallar).[125] İstanbul Kuştepe'deki Teber-Abdalların (Aleviler) çoğu, mahalledeki Roman toplulukla ortak kültürel biçimlenme ve adaptasyona rağmen, "Çingene" olmadıkları konusunda çok nettir.[126]
Geygel adını taşıyan aşiret Türkmen grubundan olup ülkemizin farklı yerlerinde iskân edilmişlerdir. Arşiv belgelerinde Geygel Hacılı olarak da bilinmektedirler. Geygel olarak bilinen bu Türkmen grubuna ait 1907-1908 -1909 numaralı üç adet nüfus defterinde yaşadıkları yerler, kişilerin-ailelerin lakapları, defterlerde kaydedilen bireylerin yaşı, meslekleri, hane miktarları, sabi olup olmadıkları, bedensel engelli olup olmadıkları (askerlik açısından) da dahil olmak üzere kaydedilen kişisel bilgiler tespit edilmeye çalışılmıştır. 1907 ve 1908 numaralı defterlerde tespit edilen bilgiler belli bir şablon üzere yazılmış 1909 numaralı defterin ise tamamı günümüz Türkçesine çevirisi yapılmıştır.Geygel adını taşıyan aşiret Türkmen grubundandır. Osmanlı belgelerinde Geygel Hacılı adıyla da kayıtlı olan cemaat, Türkmen olarak vasıflandırılmış ancak hangi boya mensup olduğu belirtilmemiştir. Adına sadece Yeni-İl kazasında ve 1583 yılında rastlanan cemaat, Kangal yöresinde varlığını sürdürmekteydi. 1720 yılında Suriye’ye iskâna çalışılan Geygellerin bir bölümü Batı Anadolu’ya göç etmiştir. Geygeller, 19. yüzyılın ikinci yarısında Aydın yöresindeki Yörükler arasında bulunmaktadırlar. Geygellerin diğer adı Demirci’dir. Demirciler, Salmanlı Avşar’ının en önemli obasıdır. Tokat, Amasya ve Samsun yörelerinden derlenen halk ağzında Geygel, “demirci” demektir. Ankara’nın Kalecik ilçesindeki Avşar köyü halkı, kendilerini Geygel Avşarı olarak tanıtırlar. Ahmet Caferoğlu araştırmasında, Burdur-Çivril arasında Buhurcu olarak tanınan Geygel Yörüklerinden bahsetmiştir. Buhurcular, Batı Anadolu’da yakın zamanlara kadar göçebe olarak yaşayan 40-50 çadırlık bir Avşar topluluğudur. Verilen bu bilgiler, günümüzde küçük topluluklar halinde Anadolu’nun birçok yöresinde yaşamakta olan Geygellerin Avşar boyuna mensup olduğunu göstermektedir. Denizli’nin Acıpayam ilçesinin Kuyucak köyü Geygel cemaatindendir. Çivril’in Gökgöl köyünde de bir grup Geygel yaşamaktadır (Menderes, 2014:47)1 . Yapılan araştırmalarda eskiden Kırşehir’e günümüzde ise Nevşehir’e bağlı Hacı Bektaş nahiyesinin Geygel ve Engel köylerine de yerleşmişlerdir (Caferoğlu, 2012:83)2 . Ahmet Caferoğlu’nun verdiği bilgilere göre Geygeller aslında yörük olup göçebe hayatı geçirmişlerdir. Zamanla eski urug adları unutulmuş diğer yerli ahali arasında “buhurcu” adıyla bilinmektedirler. Bunların kendilerine mahsus gizli dillerinin de olduğundan bahsetmektedir. Aynı şekilde Burdur, Tokat illerinde ve diğer yerlerde de yerleşik hayata geçmişlerdir. Tokat taraflarında yaşayanların esas sanatları demirciliktir. Geygeller de parça parça farklı yerlere yerleştirilmişlerdir. Mesela Aydın ili Bozdoğan/Kakılık köyüne iskân ettirilmişlerdir. Geygeller yaşadıkları coğrafyanın şartlarına uyum sağlamışlardır. Tokat’ta yaşayanlar mangal, maşa ve demirden imal ettikleri eşyaları satarak geçim yaptıkları haldeKırşehir’dekiler tamamen çiftçi ve davarcıdırlar (Caferoğlu, 2021: 84-86)3 . Bu çalışmada Kırşehir, Çankırı ve Kırıkkale/ Keskin’de yaşayan Geygel aşiretine ait M.1844-1850 arasını kapsayan ve 1907-1908-1909 numaralı üç adet nüfus defterlerinde bulunan bilgiler değerlendirilecektir.[127]
İlbeyliler ya da Elbeyliler (İlbeyli Türkmenleri, Elbeyli Türkmenleri, İlbegiler), Alkaevli (Alkarevli, Alkırevli) boyundan Sivas, Kilis, Maraş ve Suriye (Halep) yörelerinde yaşayan yerleşik Türkmenlerdir.[128][129][130] Alevi ya da Hanefi Sünnidirler.
Sivas İlbeylileri: Günümüzde kendisini İlbeyli (Elbeyli) olarak kabul eden ve ağırlıklı olarak Sivas şehir merkeziyle şehrin güneybatısında 42 mahallede yaşayan Türkmenlerdir. Yaklaşık beş asırlık konar göçer hayatından sonra 18. asırda yerleşik düzene geçen İlbeylilerin meskun oldukları bölgede aynı isimle kaza teşkilatı oluşturulmuş; İlbeyli kazası bu statüsünü iki asra yakın korumuştur. Osmanlı'nın son döneminde nahiye haline getirilen İlbeyli, daha sonra bu konumunu da kaybetmiştir.[128] Halk nezdinde Sivas’ta üç yöre (Emlek Yöresi, Çamşıhı Yöresi ve İlbeyi / Elbeyi Yöresi) vardır ve halk bilhassa Sivas dışında bulunduğu yerden söz ederken “Elbeyi’nin Esköy’ündenim” veya “Emlek Beyyurdu’ndan” yahut da “Çamşıhı’n Kaygısız mahallesinden” gibi ifadeler kullanarak, önce yöresini, sonra mahalleninü söyler.[131] İlbeyli / Elbeyi Yöresi halkın “Üst başı Kavlak, alt başı Yanalak” diyerek sınırını çizdiği ve Sivas’ın güney batısında iskân edilmiş 42 pare mahalleden oluşur. Bu köyler Şarkışla ve Sivas toprakları arasında yer alır ve halk şairleri ile de öne çıkarlar.[131]
Maraş İlbeylileri: Geçmişteki Halep Vilayetinde, günümüzde ise Gaziantep, Kilis illeriyle Suriye'de yaşarlar. 1691-1696 yılları arasındaki iskan/sürgün hareketinde Sivas'taki bir kısım İlbeyliler Halep'in kuzeyinde Rakka Eyaletinin (ایالت رقه) Menbiç yakınlarındaki Rakka bölgesine iskan olmak üzere sürgün edilmişlerdir. İlerleyen yıllarda bunlardan 150 aile iskan mahallerinden ayrılarak Maraş civarına gelmişler ve buraya yerleşmişlerdir.[128]
Anadolu Avşarları ya da Afşarlar (Avşar Türkmenleri, Afşar Türkmenleri), Oğuzların Bozok kolundan tarihte geniş coğrafyada adları geçen Türkmenlerdir. Anadolu'da Konya-Karaman merkezli Karamanoğulları Beyliği Avşarlar (ya da Salurlar[132]) tarafından kurulmuştur. Türkiye dışında İran ve Afganistan'da da yaşarlar. İran'da Afşarca denen dilleri Güney Azericesi içinde (Linguist List: azb-afs) sınıflandırılırken, Türkiye'deki Avşarların dilleri Anadolu ağızları içinde ele alınır. Faruk Sümer Avşarları “11. yüzyıldan itibaren önemli roller oynamış ve adlarını zamanımıza kadar yaşatmış biricik Oğuz boyudur. Gerek sayıca gerekse oynadığı tarihi rol bakımından en önemli boyun adıdır” biçiminde tanımlar.[133]
Adana, Kahramanmaraş, Karaman, Yozgat, Gaziantep, Sivas, Ankara, Amasya, Çankırı, Tokat, Kırşehir, Niğde, Konya, Kütahya, Burdur, Isparta, Denizli, Muğla, Manisa, Aydın, Balıkesir, Uşak, Afyon, Bolu, Bursa, Antalya, Mersin, Kars, Kastamonu... gibi şehirlerde de Avşarları bulmak mümkünse de,[134] en yoğun olarak yaşadıkları yerler daha ziyade Kayseri’nin Pınarbaşı, Kayseri, Sarız ve Tomarza ilçeleridir. Kayseri ve yöresinde yaşayan Avşarlar yerleşik hayata bir asırdan daha önce geçmiş olmalarına rağmen oba teşkilatını unutmamışlar, kendi kültürlerini günümüze kadar taşıyabilmişlerdir.[135] Günümüzde ise Kocahallı, Haliloğlu (Halloğlu), Kara Recep, Cingözoğlu, Halil Paşaoğlu, Torun, Deler (Deliler) ve Türkmen Aliler (Türkmenliler) olarak 9 ayrı boya ayrılmışlardır. Ayrıca Tufanbeyli (Adana) ilçesine bağlı üç mahallede de yaşamaktadırlar.[135] Türkiye Avşarları esas olarak Sünni olsalar da özellikle Sivas ilinde Alevi Avşarlar da bulunmaktadır.[136][137]
Avşar obaları: Afşar Karamanlı, Afşarlı /Avşarlı Türkmen), Ağanlı, Akçaali, Akdamlı, Alabaş, Alembeyli, Alp-Ağıl Oğlu, Alplı, Arap Hasanlı, Araşlı, Avşar Delek, Avşarcık, Aydoğmuşlu Beyli, Bab-ı Altun, Bahrili, Bahşayışlı, Balabanlı, Bay (Baş), Bay Temürlü (Hacılı), Bederli, Bedil (Bedin), Begeşli, Beğdenizli, Beylikli, Bostancılıyan, Boynu Kısalı, Bozkoyunlu, Bucak, Burhanlı, Burkalemli, Büyük ve Küçük Avşar, Canbaz, Candık, Ceceli (Çeçeli), Celayirli, Cihanşahlı, Cingöz, Civanşir, Çiğdemli,, Çoban Beğli, Çobanoğlu, Çöplü, Çorapoğlu, Cunkerli, Çuylu, Dadalı (Tatalı), Deliler, Dodurlu (Doduryan), Döneklili, Doymuş Oğlu, Doyranlı (Toyranlı), Durali Hacılı, Eberlü, Ekber, Elsüz Oğlanları (Elsüzler), Faydalı, Garibşah, Genceli, Germiyanlı, Gökçeli (Gökçe Oba), Gölegir, Gündüzlü, Habilli, Hacı, Hacı İvazlı, Hacı Mustafalı, Halil Paşalı (Oğlu), Haliloğlu (Halloğlu), Haraçlı, Harikli, Harzem (Horzum), Hedilli, Hemenli, Hobalı (Hoballı, Obalı), Hoca Fakihli, Hovadlı, Hüseyin Hacılı, Hüveydi Aşireti, İbrahim Beyli, İmam Kulu, İmanca, İmanlı, Isalu, İslamlı, Kara Afşar, Kara Budaklı, Kara Gündüzlü, Kara Şeyhli, Karabaş Kethüda, Karamanlılar, Kasımlılar, Kazıklı, Keçilü, Kemallı (Kelelili), Kıralı (Karalı), Koca Nallı, Köçekli (Küçüklü), Köpekli, Köroğlu, Köse Ahmetli, Köse Davut, Köseli, Kozanlı, Kucur (Koçur), Kürt İsmail, Kürtül (Körtül), Kutbeyli, Kütüklü (Kütünlü), Kuyumculu, Mahmudoğlu (Sofular), Maksut Kethüda, Mihmadlu, Musacalı, Musacalı (Muscalı), Mutuklu, Nacak, Nadirli, Nazar Kethüda, Oğuzhanlı, Öksüz(lü)ler, Oruçlu, Papucu Yeni Yer, Paşaoğlu (Paşalı), Pekmezli, Perakende-i Maraş, Puhurcu, Pusucalı, Recep Safi Uşakları, Recepli, Şahsevenler, Sait, Salmanlı, Şamlı, Sancak, Sarı Fakihli, Sarı Hacılı, Sarıveli, Sekiz, Senir, Şerefli, Silsüpür, Sindel, Sindili (Sendil), Sırkıntılı, Sis Afşarları, Sübhan, Süleyman Kethüda, Süleymanlı, Sülü (Sulu) Beğli, Taif, Tapkı (Taygı), Taşoğlu, Tecirli, Terkeşlioğlu, Tohtemür, Topracılı, Torun, Toyurca, Türkmenliler, Uçlu, Ulamışlı, Usalı, Uzun İsaoğlu, Vezirli, Yahşihanlu, Yaka, Yamanlı, Yemliha(n)lu, Yeni Tekeli, Yıvacıklar, Zekeriyyalı.[138]
Varsaklar (Farsaklar, Varsak Türkmenleri, Varsak Yörükleri, Varsaklılar, Tarsus Türkmenleri), adını Varsak adlı bir Türkmen beyinden alan,[139] geçmişte Tarsus Sancağı'nde, güney Anadolu'da Mersin iline (eskiden: İçel iline) bağlı Tarsus ilçesinde ve Adana (Feke, Kozan, Saimbeyli) ile Osmaniye (Düziçi, Osmaniye Merkez) illerinde, Aydın ve Kayseri'de yaşayan Türkmenlerdir.[140][141] 14. yüzyıla ait bir Memlûk (Devletü't-Turkiyye) kaynağında Tarsus Türkmenleri (el-Varsak; Türkmân-ı Tarsus[139]) tabiri kullanılan Varsaklar Oğuz (Türkmen) boylarından biri olarak zikredilmiştir. 14-15. yüzyıllarda büyük bir kısmı Tarsus'un kuzeybatı ve Silifke'nin kuzeydoğusundaki dağlık bölgede (Bolkar Dağları) olmak üzere, bir kısmı da Taş-ilinde yaşamaktaydı. 16. yüzyılda büyük kısmı Çukurova ve Konya Ovalarına iskan edilmiştir.[139]
Tarsus Sancağında yaşayan Varsak Türkmenlerini oluşturan boylar (Kusun, Ulaş, Kuştemür, Gökçelü, Esenlü, Elvanlu, Orhan Beğlü) adlarını boy beylerinden almıştır.[139] Varsak Türkmenleri esasen bir federasyondur ve önemli bölümünü oluşturan Ulaş Üçokların Bayındır ve Salur aşiretlerinden; Kusun, Kuştemür, Elvanlı ve Gökçeli de Üçoklardan; Esenli ise Bozaklardan Dodurgalara dayanır.[139][142]
Türk halk edebiyatı ve müziği içinde varsağı denen ve özel bir ezgiyle söylenen koşmanın en güzel örnekleri Varsak Türkmen şairi Karacaoğlan'ın dizelerinde can bulmuştur. Etimoloji konusunda uzman olan Türkolog Hasan Eren'e göre varsağı kelimesi Varsakların adına -î nispet eki getirilerek oluşturulmuştur ve yapı olarak türkü (< Türk + -î) kelimesinin etimolojisine benzer.[143]
Aydın Varsakları[144]
Çukurova Varsakları[144] ya da Tarsus Varsakları:[139] Varsaklar, Osmanlı-Memlük ve Osmanlı-Karamanoğulları ilişkilerinde önemli roller üstlenmişlerdir. 1250'lerde Ramazanoğulları Beyliği'ni oluşturan 7 Türkmen boyundan biri olan Varsaklar, 1517 yılında Ramazanoğulları ile birlikte Osmanlı himayesine girmişlerdir. Kuzey Çukurova'ya doğru göç eden Varsaklar, 17. yüzyılın sonlarından (1690) itibaren Kozanoğulları'nın piyade askerleri olmuşlardır. Çukurova bölgesinde kalıp, Kozanoğulları içerisinde bulunan Varsaklar, Kozan'ın dağlık bölgeleri ile Feke ve bugünkü Saimbeyli toprakları üzerinde yoğunluk kazanmışlardır. Saimbeyli ve Feke arazileri Kozanoğulları'na mensup ağaların yaylak yerleri olmuştur. Günümüzde de Feke nüfusunun tamamı, Saimbeyli'nin tamamına yakını ve Kozan'ın ise aşağı yukarı yarıya yakını bu aşirete mensup insanlar tarafından yurt tutulmuştur. Ayrıca halk arasında Gavur Dağları denen Nur Dağları bölgesine yerleşen Varsakların çoğunluğu bu dağlardan inerek bir kısmı Düziçi ovasına, bir kısmı da (Ulaşlılar) Osmaniye'ye yerleşmişlerdir.[140]
Kayseri Varsakları ya da Yahyalı Varsakları:[144] Kayseri iline bağlı Yahyalı ilçesinin yüksek kesimlerinde Kapuzbaşı Şelalesi'nin bulunduğu bölgede yaşayan Varsak Türkmenleri, Avlağa, Balcıçakırı, Büyükçakır, Çubukharmanı, Delialiuşağı, Kapuzbaşı, Ulupınar, Yeşilköy köylerinde yaşamlarını devam ettirmektedirler. Kayseri Varsakları konar-göçer hayatını, kültür ve geleneklerini en son terk eden Türkmenler olarak kabul edilebilir; zira, köylerine elektrik, telefon ve yol 1980'li yıllarda gelmiştir.[145]
Baraklar (Barak Türkmenleri[146]), Bayat boyunun Dulkadirli koluna bağlı bir Cerid Obası olan,[37] Beğdili boyu ile iç içe yaşamış[147] ve günümüzde güneydoğu Anadolu'da Gaziantep ilinin güneydoğusunda Nizip, Oğuzeli ve Karkamış ilçe sınırları içerisinde geniş bölgeyi kapsayan Barak Ovası denen yörede yaşayan Sünni Türkmenlerdir.[148] Barak Ovası dışında ayrıca, Kilis ve Kuzey Suriye toprakları ile Reyhanlı ve Amik ovalarında da az sayıda Barak Türkmeni bulunmaktadır.[148] Barak yerleşimlerinin yüz yirmi köy ve mezrayı bulduğu belirtilmektedir.[148] Barak Türkmenleri uzun zamandan beri ziraatla uğraşmalarına rağmen örf ve adetleri ile konar-göçer hayatın çoğu özelliklerini hâlen korumaktadırlar.[148] Horasan'dan Anadolu'ya Türkmen göçü sırasında ilk önce Yozgat'a yerleşen Baraklar daha sonraları 1690'lı yılların sonunda Osmanlı Devleti tarafından Rakka'ya sürgün edilmişlerdir.[148] Kültürlerinde kendi adlarıyla anılan Barak uzun havaları önemli yer tutar ve Dedemoğlu ozan olarak öne çıkar. Adı meşhur bir çobaya verilen Ezo Gelin Oğuzeli ilçesine bağlı Uruş (yeni adıyla Dokuzyol) mahallesinden Baraktır.
Resmi rakamlara göre Karkamış ilçesinde 35 mahallede, 3 bini merkez 10 bini köylerde; 13 bin Nizip merkezde olmak üzere 31 mahallede 4 bin, Oğuzeli'ne bağlı 17 mahallede 7 bin, Gaziantep merkezde 15 bin Barak Türkmeni bulunuyor.[149]
Ali Rıza Yazgın (Yalman) 1931 ve 1933 yıllarında 3 cilt olarak yayımlanan Cenup’ta Türkmen Oymakları adlı çalışmasında Barak Türkmenlerinin on iki obadan meydana geldiğini belirtir: Torunlu, Kürdülü, Eseli, Tiryakili, Göğebakan, Ali İdrisli, Hacı Kasımlı, Mercanlı, Çoksuruklu, Marzıbalı, Çayrazlı, Karakozaklı.[125] Araştırmacı Ömer Özbaş, “Gaziantep Dolaylarında Türkmenler ve Baraklar” adlı eserinde, Barak Türkmenleri’nin esas olarak yedi obaya bölündüğünü ve bu obaların da birçok kola ayrıldığını yazar: Eseli, Karakozaklı, Adıklı, Kürdülü, Abdürrezzaklı, Torun, Bayındır.[150]
Suriye Barakları, Tabur, Kasımlı, Torun, İsallı, Tiryaki, Gökbakan, Mahmutlu oymaklarından oluşur. Halep ilinin Azaz (A'zâz) İlçesi'ne bağlı Barak Atlı (Arapça: Baragite) yerleşimi bunların adını taşır.[49]
Kars-Ardahan Türkmenleri (Kars-Ardahan Türkmanları[151] yörede: kendilerince Türkmenler, yerlilerce Türkmanlar), kuzeydoğu Anadolu'da Kars - Ardahan illerinde yaşayan Alevi-Bektaşi Türkmenlerdir. Kars yöresinde 28, Ardahan yöresinde 21 pare köy halkı Türkmen adı ile anılırlar. Yörede Türkmen denilince akla Alevi gelir. Bu yöre Alevileri, Türkçeden başka dil kullanmadıkları gibi büyük çoğunluğu Garip Musa Ocağı’nın talibidirler.[11] Kars Türkmenleri Kars yerli köylüleri gibi «gelirim, gidirim» ağız özellikleriyle konuşurken, Ardahan Türkmenleri İstanbul Türkçesine yakın «geliyorum–gidiyorum» şeklinde konuşurlar.[11]
Kars Türkmenleri, büyük çoğunluğu tahminen 100-150 yıl önce Sivas Divriği yöresinden Osmanlı Devletinin güvenlik amacı ile şahlık yöresine gönderdikleri Türkmenlerdir. Kars’ın Selim, Sarıkamış ve Kağızman ilçeleri ile Ardahan'ın Göle ilçesinde çeşitli köylere yerleşmişlerdir. Divriği yöresindeki Yağbasan, Karaçayır, Dölbentli, Akpınar, Tiğnis, Ağyar gibi birçok köy adlarını Kars yöresinde yerleştikleri köylere vermiş olduklarını bildirirler. Bunların hemen hepsi Sivas ve Malatya’daki Alevi-Bektaşi ocaklarına bağlıdırlar.[11] Bir kısmı da Kağızman ilçesinin Sağbaş mahallesinden 1920 yılından sonra Selim Ovasına Fahrettin Erdoğan’ın önerisi ve telkini ile gelen Türkmenlerdir.[11]
Ardahan Türkmenleri (Meşe-Ardahan Türkmenleri, Damal-Hanak Türkmenleri, Damal Türkmenleri, Hanak Türkmenleri, Dadali Türkmenleri, Dadaliler, Dadalılar, Dedeliler), Kura Nehrinin solunda ve Ardahan'ın kuzeyindeki “Meşe-Ardahan” denilen yörede Ilgar Dağı eteklerinde, eskiden Cumhuriyetin ilanından sonra Kars ilinin Posof ilçesine nahiye olarak bağlanan ve 1992 yılında Ardahan iline ilçe olarak katılan Damal ilçesinin bütün köyleri ile yine Ardahan'a bağlanan Hanak ilçesindeki 8 mahallede yaşayan Alevi-Bektaşi Türkmenlerdir.[11][152][153] Etimolojik açıdan Dadali ile Dadalı eş anlamlı olup, «dedesi olan, dedesi bulunan, bir dede’ye bağlı olan» anlamındaki Dedeli kelimesinden gelir ve Dadaliler aralarında hitap şekli olarak «kardeşim, canım» anlamında dadam ifadesini kullanırlar.[153] Halk Damal ve Hanak Alevilerine Türkmen derken, Ardahan'ın Göle ilçesine bağlı iki Bayat boyundan Türk Alevi mahallesi (Yeniköy ve Kalecik) sakinlerine muhtemelen ağız farkından dolayı Dadali saymamıştır.[153] Dadalılar her nedense bazı çevrelerce Kars Aleviliğinde farklı bir yere oturtulmuş; bunlara Gürcü Türkmeni, Türkmen, Yerli Türkmeni veya Cinçavut da denilmiştir.[153] Karsın yerli halkı anlamında Bezbaşlar, Dadalılardan tamamen farklı ve Sünni inançlıdırlar.[153] Dadali yerleşim yerleri daha ziyade, Yörenin Kıpçak Türk coğrafyası kapsamındadırlar.[153]
93 Harbi'nden sonra Rus idaresinde kalmış olan bu Türkmenlere Ruslar, kendilerinin esasen Afganistan’dan gelmiş olan Türkler olduğunu ve Türkiye Türkleriyle aralarında bir milliyet münasebeti bulunmadığını aşılamışlardır.[154] Meşe-Ardahan Türkmenleri atalarının “Maraş-altından’’ buralara Akkoyunlu hükûmdarı Uzun Hasan zamanında kendilerinin “Gurculuk” «Gürcülük» dediği (Kıpçak Atabekleri Hükûmeti çağı yani Atabek Yurdu Gürcüce Sa-Atabago denen bölgedeki Çaldır/Çıldır Atabekleri ya da Hristiyan Atabekler Hükûmeti-I (1268-1578)[155]) zamanında geldiklerini söylerler.[11][151] Gerçekten de bunlar, Akkoyunluların güç kaynağı “Boz-Ulus” adlı ulu Türkmen uruğunun “Maraş-Türkmanı” da denilen “Dulkadırlı” boyundan gelmedirler.[11][151] Dadali Türkmenleri biri Bektaşi Kolu ve diğeri Hüseyinli Kolu olmak üzere iki koldan oluşurlar. Aşağıda ismi sayılan köylerin halkı her iki kolun karışımından meydana gelmiş olup, bir arada yaşarlar. Bektaşi ve Hüseyinli Dadali Türkmenlerinin dedeleri ayrı ayrıdır ve dedelerin akait içerikli tutumlarında bazı farklılıklar görülür. Bektaşi Dadali Türkmenlerinin dedeleri Çorum, Sivas ve yöresinden gelirlerken, Hüseyinli kolunun dedeleri, Gaziantep ve Maraş’tan gelirler.[153] Bektaşi inançlı Dadaliler, camiye gider, vakit namazlarını kılar, oruç tutarlar. Hüseyni inançlı Dadali kesimde namaz kılınma ve oruç tutulması pek görülmez. Bunlarda Muharrem Orucu 3-12 gün olarak tutulur.[153] Dadali Türkmenlerinde Nevruz/Yenigün kutlamaları geleneği yoktur.[153] Tandır kullanmaya alışık değillerdir; ekmeklerini sacda pişirirler. Göçerliklerini öne çıkarıp yaz gelince çoluk çocuk yaylalara çıkarlar. Köyler ıssız bir biçimde, bekçi ile kalır. Ekicilikleri iyi değildir. Ektikleri arpa ve buğday kışa dahi kalır.[11] Ardahan Türkmenleri Kılık kıyafetleriyle eskiyi yaşatırlar ve bu kıyafetleri Damallı bir hanım “Damal Bebekleri” adı ile üreterek tanıtmıştır.[11] Damalın ünlü bebekleri, bölgenin folklorik özellikleri ile donatılmışlardır.[153] 1960 nüfus sayımına göre Ardahan Türkmenlerinin sayısı 13.000 civarında idi.[151]
Alevi Türkmenler, sık aralıklarla Maraş, Orta Anadolu ve Kars yöreleri arasında göçlere maruz kalmışlardır.[154] CHP Bölge Müfettişi Ahmet Esat Uras tarafından hazırlanan 1930 tarihli raporda bu Türkmenlerin Çorum, Yozgat ve Sivas yörelerinden geldikleri yazılmıştır:[154]Çorum, Alaca (Hüseyinabad)'dan gelenler: Yukarı Damal, Aşağı Damal, Aşağıgündeş, Yukarıgündeş, Burmadere ('Sors), Dereköy, Eskikılıç (Kirpeşin), Kalenderdere, Obrucak (Çikora), Otağlı (Erzede), Seyitören, Tepeköy, Külekçi, Samathev
Ardahan Türkmen şivesi: Bu Türkmenler İstanbul Türkçesine uygun bir ağızla konuşmaktadırlar.[11] Dadali Türkmenlerinin ana dilleri tamamen öz Türkçedir: ban « ben», bene «bana», naluk edeyirsin «ne yapıyorsun».[153] Dilleri Fırat doğusunda hiç görülmeyen “-yor” ekini kullanarak “geliyorum-gidiyorum” şeklindedir.[11] Art damak n’si (ñ), Batı Grubu ağızlarının temel seslerindendir ve bu gruba giren ağızları, diğer ağız gruplarından ayıran özelliklerden biridir. Dil bilimci Türkolog Ahmet Bican Ercilasun, bu ñ ünsüzünün Kuzeydoğu Grubu Anadolu ağızlarında olduğu gibi Kars ve Ardahan-Posof yerli ağzında da kendisini muhafaza edemeyip n’ye, Hanak Türkmenleri ağzında kendisini muhafaza edemeyip ğ’ye dönüştüğünü, Kars Azerileri ve Terekemeleri (Karapapaklar) ağzında ise muhafaza edildiğini belirtir.[156]
Manavlar (Manav Türkmenleri), Manav kelimesinin kullanım alanı ve anlamı : Batı Anadolu'da, özellikle Eskişehir yöresinde yerleşik hayata erken dönemde geçmiş Türk topluluğu, Yerli Halk.[157]
Çeşitli tarihçilere göre Manavlar İznik İmparatoru III. İoannis (John) Doukas Vatatzes tarafından İznik İmparatorluğu Topraklarına Oğuz-Türkmen akınlarına karşı yerleştirilen Yarı Köylü-Yarı Savaşçı Kumanların torunlarıdır. Bazı teorilere göre ise Manavlar Yerleşik Hayata 11.-12.-13. Yüzyıllarda geçmiş Yörüklerdir Manavlar için Yörükler Türkün yörüyenine Yörük yörümeyenine Manav deris («Türkün yürüyenine Yörük yürümeyenine Manav deriz») demektedir.[158] Yerleşik hayata geçen Yörükler Latin İmparatorluğu topraklarına ve İznik İmparatoru III. İoannis (John) Vatatzes döneminde İznik İmparatorluğu topraklarına 1221-1254 yıllarında yerleştirilen Kuman-Kıpçak unsuruyla kaynaşmışlardır.[60][61][62][63][64][65][66][67][68][69][70][71][72][74][159][160][161][162][163][164] 1- Türkologlara göre Manavların ilk ve en eski tabakası Bizanslılar tarafından Balkanlar'dan Batı Anadolu'ya tampon maksatlı yerleştirilmiş Peçenek, Uz, Kuman, Ön Bulgarlara dayanır.
Adapazarı, Bilecik, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Kastamonu, Kocaeli, Eskişehir, Düzce, Afyon ve Zonguldak'ta yoğun olarak yaşayan Türk Topluluğuna Yerli veya Manav denilmektedir. Yerleşik Manavlar, Sakarya ve İzmit illerimizdeki nüfusun %60’ını, Balkan- Rumeli bölgelerinden ve Kafkaslardan hicret eden Türkler, nüfusun %20’sini, iç göçle başka kentlerimizden bölgeye gelenler ise nüfusun %20’sini oluşturmaktadır. Bölgenin sanayi bakımından gelişmişliğine koşut olarak iç göçle bölgeye yerleşimin fazla olması bu oranları son yıllarda kısmen değiştirse de bu değişiklik %5-10 aralığındadır.[165] Fakat Manavlarla ilgili yapılan araştırmalar yetersiz olduğundan güvenilirliği bilinmemektedir.
Manavların şivesi:
Manavların Çoğu tarafından Türkiye Türkçesine Kıpçak Etkisi Olarak kabul edilen ŋ (ñ = ng) sesinin Y sesine dönüşmesi Kullanılmaktadırlar Örnek : Unuy (Onun, İzmit Taşköprü Kayalar,) Atıy (Atın) Bu değişimler Kuzey Batı Kıpçak Grubundan olan Karaylar'da da görülmektedir.[166][167]
P/>F değişimleri Kirfik (Kirpik) ve Ç/>Ş değişimleri'de Manav Ağızlarında görülmektedir.
Manavlarda arka ve orta damak ünsüzü “ñ” korunmuştur Örnek : Sāvoluŋ (Sağolun, Sakarya Adapazarı Salmanlı),
Aŋnadalım (Anlatalım, Kocaeli Kandıra Sakallar);
Kövüń (Köyün, İzmit Taşköprü Nezirler).
Manav Türkmen ağızlarının bir bölümünde bugün Moldova’da yaşayan Oğuz kökenli Gagavuz Türkçesinde ve bizim Rumeli ağızlarımızda gördüğümüz yuvarlak ünlü daralmalarına rastlanır. İlk hecedeki o’lar u, ö’ler ü olur:
Undan (ondan, Balıkesir Gönen Bostancı) ;
düğēle (döverler, Sakarya Kaynarca Büyükyanık), ǖdürüz (öğütürüz, Düzce Çilimli Kuşoğlu) kǖde (köyde, Kocaeli Kandıra Nefsikaymaz).
Bu kelimelerdeki daralmalar, Türkiye Türkçesi ağızları üzerindeki Kıpçak Türkçesi etkisi olarak açıklanır. Gerçekten de bugünkü Kazan Tatar ve Başkurt Türk şivelerinde bu olay karakteristiktir: yol > yul, köz (göz) > küz vb. Bazı Manav ağızlarında Sonuncu yerine Sonku-Songu denilmektedir Günümüz Kazan Tatarcasında ise'de Songı (Sonuncu) anlamına gelir. (Kocaeli Kandıra)
Manav ağızlarındaki bir diğer Kıpçak etkisi Ğ/>V değişimleridir. Örneğin Avız-Avuz (Ağız), Bavırma-Bavurma (Bağırma), Suvan-Sovan (Soğan). Bir başka Kuman etkisi ise hece sonu ünsüz çiftlerinin arasında ünlü türemesi şeklindedir. Kocaeli Kandıra’nın Hacılar ve Katçalı köylerinde “ilk” kelimesinin telâffuzu “ilik” şeklindedir (ilk >ilik). Aynı ses olayını Sakarya’da çift > çifit örneğinde de görüyoruz: bi çifit öküz (bir çift öküz, Sakarya Geyve Sarıgazi). Bu ses olayı; Tatar, Kazak, Kırgız, Başkurt Kıpçak Türk şivelerinde de yoğun olarak görülür: ḫalk > ḫalık ilk > ĕlĕk vb. Ali Karamanlıoğlu’nun Kıpçak Türkçesiyle ilgili eserinde Oğuzname’den naklen verdiği bilgiye göre milâdın ilk yıllarında Kafkasya’da yaşayan Kuman-Kıpçak Türkleri 11. asrın başlarında Karadeniz’in Kuzeyini işgal etmiş, 1061’de Rusları mağlûp etmişler, 1078’de Edirne’yi kuşatarak Bizansla savaşmışlardır. 11.-13. asırlar arasında Rusya’nın güneyi ile Doğu Avrupa’daki birçok ülke (Deşt-i Kıpçak Coğrafyası Başta olmak üzere. Ukrayna, Romanya, Macaristan ve Polonya) Moğol işgaline uğramıştır. Moğollardan kaçan Kumanlar ise Makedonya ve Bulgaristan olmak üzere dağılmışlar ayrıca Bizans-İznik-Latin imparatorluklarında Yarı köylü-Yarı Asker olarak İstanbul Boğazı-Sinop-Menderes vadisi arası bir hatta yerleşmişlerdir. İşte Rumeli ağızlarımızda ve bu arada (Yerli Türk) Manav ağızlarının bir kısmındaki o/>u/ ö/>ü daralmalarını bu dönemdeki Kıpçak etkisine bağlamak mümkündür Osmanlı Oğuz Türklerinin Rumeli’ye geçişi 14. yüzyılda (1352 yılında Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa ile) olmuşsa da bu bilgi durumu değiştirmez. Çünkü buralarda kalan Kıpçak unsurlarının ya da onlardan etkilenmiş olan diğer yerli unsurların bir etkisinden söz etmek mümkündür.[164][168]
Bölge'de diyalektolojik yapıda etkili olan bir unsur olarak Kıpçaklara işaret etmesi, yöreden derlediğimiz metinlerde ve yöre ile ilgili diğer çalışmalarda rastlanan; ñ/>y, ğ-g/>v, y/>c ses değişmelerine ilişkin örneklerle de desteklenmektedir. Manav şivelerinde karakteristik bir ünsüz değişmesi olan “r” ünsüzünün düşmesi oldukça yaygındır.[169][170]
Kaçarlar
Türkiye'de Kaçar Türkmenlerinin yerleştiği yerler ve nüfusları.
Van'ın cenubunda, 12 bin nüfus
Afyon Emirdağ'da daha sonradan Kacerli'ye dönüşen mahalle[171]
Diyarbekir'in Şarkında, 38 bin nüfus
Musul Vilayeti'nin merkezinde, 23 bin nüfus
Bağdat Vilayeti'nin şimal-i şarkisinde, 13 nin nüfus
Bağdat'ın merkezinde, 4 bin nüfus [243][172]
Tunceli Türkmenleri
Tunceli'nin Çemişgezek Ve Pertek İlçesinde Türkmenler Çoğunluktur. Pülümür ve Hozat İlçelerinde İse Önemli Türkmen Nüfusu Vardır Tuncelinin Her İlçesinde Türkmen Köyleri Bulunmaktadır[173]
Çemişgezek'te 32 köy[174]
Nazimiye'de 2 köy[176][177]
Ana Dili Türkçe Olan Aşiretler :
Todorlular
Şeyh Osmanlı Cemaati
Sarı Saltuklular
Pirsultanlı
Çemişgezekli
Çapanlı
Çarekan
Bozanlı
Bozukanlı
Bozlu
Aslan
Selçuklu dönemi (Dobruca Türkmenleri): Anadolu Türkmenlerinin Balkanlar'daki ilk iskânı Selçuklu döneminde Dobruca'ya yapılmıştır.[178] 1243 yılında yapılan Kösedağ Muharebesi'nde Moğol komutanı Baycu Noyan'a yenilerek Antalya'ya kaçan ve 1246 yılında orada ölen Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in büyük oğlu olan ve Anadolu'nun Kızılırmak nehrinin batısında kalan Selçuklu topraklarını yöneten II. İzzeddin Keykavus ailesi ile birlikte 1261'de Bizans imparatoru VIII. Mihail'a sığınmış ve ardından imparatordan Türkmenlerin yaşam tarzına uygun biçimde yaşayacakları bir yerin kendilerine tahsis edilmesini istemiş ve bunun üzerine de Dobruca gösterilerek yerleşilmiştir.[178] VIII. Mihail tarafından İzzeddin ve adamlarına Dobruca'nın tahsis edilme sebebi Deşt-i Kıpçak Tatarlarının saldırılarına karşı bir savunma hattı oluşturmaktır.[178] Hicrî 662 (Miladî 1263-64) tarihinde Kuzey Dobruca'ya gerçekleşen bu Türkmen göçü Sarı Saltuk'un oğlu İsmail Saltuk önderliğindeki[179] 10-12 bin kişilik bir Çepni grubu tarafından yapılmıştır.[178] İzzeddin'in imparator tarafından kendisine ve Türkmenlerine tahsis edilen yer olan Dobruca'ya gitmeyerek Konstantinopolis'te (İstanbul'da) kalması, imparatoru kuşkulandırmış ve kendisini Enez Kalesine hapsetmiştir. Alaeddin Keykubad'ın kızı Melike Hatun'la evlenerek Anadolu Selçuklu sarayına damat olan Altın Ordu hanı Berke Han ve 20 bin kişilik ordusu tarafından Enez'de tutulduğu kaleden kurtarılan İzzeddin iki yıl yaşadığı Konstantinopolis'ten alınıp ailesi ve Dobruca'daki Türkmenlerle birlikte Deşt-i Kıpçak'a götürülmüştür.[178] 15 yıl burada ikamet eden Deşt-i Kıpçak'taki Türkmenler İzzeddin'in 1279 yılında ölümünden sonra Dobruca'ya dönmüş ve Sarı Saltık'ın ölümüne kadar burada kalmışlardır.[178] Altınordu hanı Nogay Han ile birlikte 1281 yılında Kırım'dan Dobruca'ya geçip, Tuna boylarını alan İsmail Saltuk, Dobruca bölgesine yerleşerek 1281-1299 yılları arasında Dobruca'da varlık gösteren kısa ömürlü bir Türkmen beyliği olan Dobruca Beyliğini kurmuştur. Başlangıçta, Müslüman Altın Ordu emiri güçlü Nogay Han'ın himayesi altına giren bu Anadolu Türkmen grubu, burada Baba-Saltuk kasabası ile başka kasabalar kurmuşlardır. 1332'de buradan geçen İbn Battuta, Baba kasabasını "Türklerin oturduğu bir şehir" olarak anar.[180] Nogay 1300 yılında ölünce yerine geçen putperest Moğol hanları zamanında Türkmenlerden bir bölüğü 1301 yılında Anadolu'ya geri dönmek için göç etmiş; kalanlar ise yerli Kumanlar arasında Hristiyanlığı kabul etmişler ve tarihçi Halil İnalcık'a (ve Paul Wittek'e[181]) göre Keykavus'un (كيكاوس Keykaus) halkı anlamına Gagavuz (Gagauz) adıyla günümüze kadar gelmişlerdir.[180][182] Gagavuzların kökenlerinden birinin de bu Türkmenler olabileceği varsayılmaktadır.[178]:Gagavuzlar, Türk dünyasının batı ucunda Moldova'da yaşayan Ortodoks Hristiyanlığı benimsemiş Oğuz kolundan bir Türk topluluğu olsa da Türkmen olarak nitelendirilmezler ve adlarına ilk olarak 1817 tarihli Rus nüfus sayımındaki belgelerde rastlanmaktadır.[183] Türkiye'de ilk olarak İstoyan Cansızov'un "Balkan Şib-i Ceziresinde Türkler" (Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası, c.17, İstanbul 1328) adlı makalesinde Gagavuzlardan bahsedilmiştir.[183] Gagavuzlar hakkında ilk önemli bilgileri veren Yaşar Nabi Nayır, Türk Gagauzlar olarak kaydettiği Gagauz adının, Gök kelimesinden gelen Gaga sözüyle Oğuz adının birleşmesinden meydana geldiğini, bunun için de bu Türklere Gök-Oğuz denilebileceğini söyler.[183][184] Gagavuzların Hristiyanlığı diğer Hristiyanlara göre oldukça farklı özelliklere sahiptir ve Hristiyanlık ve İslamlık inancı pek çok bakımdan iç içe girmiş durumdadır; zira, Hristiyanlıkta olmadığı hâlde kurban kesilmesi, fakirlere yardım edilmesi, hayır için yol, köprü, çeşme yaptırılması, ölülerin yıkanması, domuzun pis kabul edilmesi gibi hususlar, Gagavuzların dinî gelenekleri arasında yer alan İslamî unsurlardır.[183]::Gacallar, Bulgaristan'da Deliorman yöresinde ve Türkiye'de Trakya bölgesinde yaşayan, Gagauzlara benzeyen fakat Müslüman olan Türklerdir ve Oğuz/Kıpçak özellikler de gösterdikleri için Türkmen olarak nitelendirilmezler. Gagauzların “Merkez Diyalekti” diye adlandırdıkları Komrat ve Çadır yöresinde konuşulan Deliorman ağzına da “Gacal diyalekti” ve bu ağzı konuşan Gagauzlara da “Gacal” denir.[182]
Beylikler dönemi: Beylikler döneminde Rumeli’de Saruhanoğulları, Karesioğulları ve Aydınoğulları faaliyet göstermişlerdir. Özellikle Karesioğullarından Ece Halil ve Aydınoğlu Gazi Umur Bey bu faaliyetlerde öne çıkmışlardır.[185]
Osmanlılar dönemi: Rumeli’nin kalıcı olarak İslâm dünyasına kazandırılması Osmanlılar döneminde Gazi Süleyman Paşa’nın gayretleriyle gerçekleştirilmiştir.[185] Rumeli Fatihi olarak da adlandırılan Süleyman Paşa, bu coğrafyada kalıcı olabilmek için babası Orhan Gazi’den buralarda iskân edilmek üzere Anadolu’dan Müslüman Türk halkının nakledilmesini ve bunun yanında, fetihlerin devamı için de sürekli takviye kuvvet gönderilmesini istemiş ve Osmanoğulları'na ilk katılan beylik olan Karesioğulları Beyliği topraklarında kurulan Karesi bölgesinden konar-göçer Türkmen halkı hızlı bir şekilde göçe tabi tutularak Rumeli’ye yerleştirilmeye başlanmıştır.[186] Yeni fethedilen Rumeli topraklarını Türkleştirmek için Anadolu'dan getirilen Türk nüfusu arasında Karasi ilinden gelenler, Gelibolu yarımadasına yerleştirildiler.[185][187] Rumeli’deki yerleşme Anadolu’dakinden farklı olup, Osmanlı Devleti’nin iskân politikasına uygun olarak gelişmiştir.[186] Osmanlıların uyguladığı politikalar, Rumeli’deki fetihlerin geçici bir macera ve çapulcu hareketi değil, aksine kesin bir yerleşme ve yurt tutma amacını taşıdığının en önemli göstergesidir.[186]
1340'larda Bizans’taki taht kavgaları sırasında varislerden Matheos Kantakuzinos lehine taraf olarak birkaç kez bölgeye gelen Aydınoğullarından Umur Bey Rodoplar ve Makedonya bölgelerine en az yüz bin Türkmen getirerek burada kalmalarını sağlamış, ardından Aydın’daki Çaka Bey, Semadirek ve Dedeağaç çevrelerinde fiili egemenlik kurduktan sonra yaklaşık 54 bin Türkmeni Dedeağaç ve Kavala üzerinden Orta Rodoplar’a göndererek orada yerleşmelerine yolaçmıştır. 1065-1340'lı yıllar arasında sadece Anadolu’dan getirilerek Batı Trakya, Rodoplar ve Makedonya bölgelerine yerleşen Türkmen sayısı 200 bin civarına ulaşmıştır. Son olarak Osmanlı döneminde Anadolu’dan nakledilen Türkmen aşiretleri sayesinde Balkanlar’ın bütün bölgeleri gibi Yugoslavya-Makedonya toprakları da Müslüman ve Türk karakteri almıştır.[188]
Kıbrıs Türkmenleri: Kıbrıs adasında yaşayan Türklerden, Osmanlı İmparatorluğu'nun 1571 yılındaki Kıbrıs adasını ele geçirmesinden sonra Anadolu'dan Kıbrıs adasına göç etmiş[189] ve 1974 yılından sonra da çoğunluğu KKTC'de yaşamını sürdüren Türkmenlerdir. Kıbrıs’ın fethi üzerine buraya İçel Türkmenleri ile Karamanlılar (Rauf Denktaş, Karamanlı soyundandır) iskân edilmiştir.[190] 18. yüzyılda Osmanlı Devleti tarafından aşiretlerin sürgün metodu ile iskân edilmeye çalışıldıkları yerlerden birisi de Kıbrıs’tır ve adaya 1706, 1713 ve 1732 yıllarında olmak üzere toplam üç sürgün teşebbüsü vardır.[47] Bunlara ilaveten, 1703 yılında İçil, Alâiye ve Teke sancaklarından bir kısım Türkmen asiretleri “nakl ü irsâl” edilmiştir.[47]
Kıbrıs Türkçesi ya da Kıbrıs Türk Ağızları:[191] Türkçenin Anadolu ağızlarından köken alan ve onlardan farklı gelişen ağızlarıdır.[192][193][194][195][196][197][198] Kıbrıs ağızlarıyla ilgili ilk bilimsel çalışma Hasan Eren’in 1963 yılındaki bildirisidir.[199] Eren 1959 yılında adada yapmış olduğu üç aylık bir araştırma gezisi sırasında bazı köylerden derlediği malzeme yardımıyla Kıbrıs ağzının kökeni meselesini ele almıştır. Eren’in görüşüne göre Kıbrıs ağzının oluşumunda önce Konya ve yöresi, sonra da Antalya, İçel, Alanya gibi yerlerden yapılan göçler rol oynamıştır. Bu durum, adanın fethinden sonra Kıbrıs’a gönderilen Türk nüfus hakkındaki tarihi belgelerle de örtüşür.[200]
Kıbrıs Avşarları, adanın 1571 yılında fethiyle buraya yerleştirilen obalar ile 18. yüzyıldan sonra Osmanlıların sürgün ettiği obalardan oluşmaktadır. Kıbrıs’ın fethi üzerine buraya İçel Türkmenlerinin önemli bir kısmı iskan edilmiştir. Daha sonra sürgün vasıtasıyla birçok Türkmen toplulukları adaya gönderilmiştir ki bunlar genelde İçel Yörükleri idi. Bu Yörükler arasında Avşarlar önemli bir nüfusa sahipti. Avşar obaları arasında ise Zekeriyalıların önemli bir kolu olan Kara Hacılılar, Şamlı, Sindel, Horzum, Deliler, Köseli ve Sülü Beğli sayılabilir. 17. yüzyıl sonlarından itibaren girişilen sürgünümsü iskânlarda soyu Kayseri'den getirilen Avşarlara dayanan Alparslan Türkeş, Fazıl Küçük, Osman Örek ve Derviş Eroğlu sayılabilir.[190]
Suriye Türkmenleri (ya da Suriye Türkleri, Arapça التركمان, تركمان سوريا, تركمان سورية), Suriye'de yaşayan çoğu Sünni Hanefi, ufak bir kısmı da Alevi Türkmen oymaklarıdır. Arapça ve Türkiye Türkçesine çok yakın bir Türkçe konuşan bu Türkler, ülkenin diğer toplulukları tarafından da “Türkmenler” olarak adlandırılırlar. 7. yüzyıldan itibaren Oğuz akıncılarının Irak ve Suriye’de görünmeye başladığı ve yoğun Türk göçlerinin 10. ve 11. yüzyıllarda gerçekleştiği bilinmektedir. Suriye’ye yerleşen Oğuz boyları iki koldan ilerlemiştir. Birinci kol; Halep, Hama, Humus ve Şam yöresine yerleşmiştir. Bunlar daha çok Bayat, Avşar, Beğdili, Döğer boyuna mensup oymaklardır. Diğer kol Lazkiye (Bayır-Bucak) ve Trablusşam istikametinde Ensariye dağlarının batısına yerleşen Türk boylarıdır. Sekizinci Abbasi halifesi Mutasım döneminde Şam ve Mısır’a vali olarak tayin edilen Eşnas el Türki ile beraber bölge daha yoğun olarak Türklerle tanışmaya başlamıştır. Tolunoğulları ile başlayan Türklerin yerleşimi 11. yüzyılda Selçukluların bölgeye gelmesi ile devam etmiştir. Yavuz Sultan Selim, 1516 yılında Mercidabık’ta Memlukluları yenerek bugünkü Suriye topraklarını Osmanlılara bağlamıştır. Osmanlı Devleti’ne geçen bölge 1918 yılına kadar kesintisiz olarak 402 yıl boyunca Türklerin hakimiyeti altında kalmıştır.[49]
1906’da yayınlanan Halep Vilayeti Salnamesinde, Halep’te yer alan Türk mahallelerinin adları sayılmakta ve Halep dışında 350 Türk mahallesinin varlığı yer almaktadır. Salnamede Halep şehri ve çevresinde 200 bin, Lazkiye bölgesinde 150 bin, Telkere civarında 50 bin, Kuneytra (Golan) bölgesinde 100 bin ve diğer bölgelerde 300 bine yakın, toplamda 20. yüzyılın başlarında Suriye’de 1 milyona yakın Türk’ün yaşadığı anlaşılmaktadır. Günümüzde Suriye Türkmenlerinin nüfusuna ilişkin resmi veya bilimsel araştırmalara dayalı rakamlar bulunmamaktadır. Son resmi sayıma göre Suriye’nin nüfusu yaklaşık 23 milyondur. Bu nüfus içinde Türkmen nüfusuna ilişkin farklı rakamlar verilmektedir. Suriye Türkmenlerinin ifadelerine göre Türkçe konuşan Türkmen sayısının yaklaşık bir buçuk milyon, Türkçeyi unutmuş Türkmenlerle beraber sayının 3,5 milyon civarında olduğu belirtilmektedir. Suriye’de büyük gruplar hâlinde yaşayan Türkmenler, millî benliklerini koruyabildikleri halde küçük gruplar hâlinde yaşayanlar önemli ölçüde Araplaşmıştır. Suriye Arap Cumhuriyeti’nde azınlık olarak sadece Ermeniler kabul edilmekte, diğer topluluklar Suriye Arap vatandaşı olarak görüldüğü için, yönetim Türkmen ya da diğer toplumlara örgütlenme izni vermemiştir.[49]
Anadolu’da millî mücadele sürerken Suriye’de de Kuvâ-yi Milliye birlikleri kuran Türkmenler, sonrasında Fransızlara karşı verilen bağımsızlık mücadelesinde de öne çıkmışlar ve Fransız mandasından sonra göreve gelen cumhurbaşkanları arasında Türkmenler de bulunmuş, Fransız işgali sona erdikten sonra Suriye’deki Türkmen etkisi 25 yıl sürmüş, 1971’de Hafız Esad’ın iktidara gelmesiyle Türkmenler yönetim mekanizmalarından büyük ölçüde tasfiye edilmişlerdir.[201]
Suriye’de Beydilli (Kadirli, Arapli, Begmişli, Ulaşlı, Karaşıhlı, Güneçbayraktar, Gazlı), Elbeyli (Gavurılli, Şahveli, Tırıklı, Tavli, Ferizli, Kara Taşlı, Doğanlı), Barak (Tabur, Kasımlı, Torun, İsallı, Tiryaki, Gökbakan, Mahmutlu), Bayat, Bayındırlı, Budak, Karkin, Karamanlı, Sallur, İsabeğli, Karakeçili, Musabeğli, Avşar, Bayındır, Berilli, Torun, Yörük İse Beyli, Karamanlı, Şark Evli, Gızıklı, Bozgeyikli Dede, Karakoyunlu, Sincar gibi Türkmen boyları yaşamaktadır.[49]
Bugün Rakka sınırları içinde il merkezinden Türkiye sınırına kadar olan bölgede Türkmen yerleşimi yoktur ve Rakka'nın diğer bölgelerinde Türkmenlerin 21 köy ve kasabası bulunmaktadır. Tel Abyad kent merkezinde yaşayan çok sayıda Türkmen aileler mevcuttur.[202] Bu Türkmenler, Dulkadiroğulları Beyliği'ni kuran Türkmen beylerinin torunlarıdır. Osmanlı döneminde; Rakka veya Budak adı ile bilinen bölgeye ve Halep ile Rakka arasında yer alan Gulap isimli yerleşim yerine çok sayıda Türkmen boyu yerleştirilmiştir. Özellikle 1679 yılında İskan Beyi Feriz Bey komutasında Sivas, Yozgat ve Maraş bölgelerinden çok sayıda Türkmen boyu getirilmiştir.[49]
Halep ve Rakka bölgesindeki Türkmenlere Halep veya Culap Türkmeni denir.[49]
Anadolu’dan daha önce Türkleşen bir şehir olan Halep'te günümüzde çok sayıda Türkmen yaşamakta ve sokaklarında Türkçe de konuşulmaktadır. Bölge nüfus, kültür yapısı itibarıyla Güneydoğu Anadolu bölgesinin devamı niteliğindedir. Halep Şehir Merkez'inde Hüllük, Kadı Asker, Beayidin, Hayderiyye ve Eşrefiyye önemli Türkmen mahalleleridir. Şehir merkezinde bulunan mahallelere ilaveten; Kurdağı, Azez, El-Bab ve Cerablus İlçesi olmak üzere Halep İli'nde toplam 145 Türkmen mahallesi mevcuttur.[49] Önemli yerleşim birimleri arasında Muarrata, Muarin, Sucu, Cârız, İğde, Barak Atlı, Suran, Hâtımillet, Yeniyapan, Ra'ıl, Dabık, Toybuk, Türkmenbarı, Çobanbey, Mazıcı, Başköy, Bizâh, Sipahiler, Kubbetü'l-Türkmen, Gavûr Elli, Yusufbey, Münbiç, Balaban ve Cerablus gelmektedir.[202] Diğer önemli Türkmen yerleşim birimleri arasında Afrin İlçesi'nde Çeleme, İki Dam, Muarrata; Münbiç'te, Batı Avşar Ocağı, Beş Çurin, Ağ Taş, Bir Hıllo, Cute, Hayye Sagir, Hırfen, Gazeviyye, Mugiret, Şefir, Camusveren, Bozgeyikli, Cubbul Kader, Hammem Sagir, Hayye Kabir, Tauval, Kabir İmo, Mızale; Azez'de Kefer Neye, Kefer Şuş, Telelin, Kara Mezer, Elbil, Kara Köprü, Tel Ar, Çekkeh, Hercele, Şemmerin, Dudiyen, Muarrast El-Hatib, Uveylin, Delha, Havar, Gidriş, Migidin, Bahvarta, Meryemin, Mearıt El-Ertig, Cine, Kefer Nan, Tel Şaeir, Şiferin, Saman Dere; Cerablus'ta Balabay, Balban, Çamıl, Zügara, Kantara, Um Rosetahtani, Armarine, Taş Atan, Tel Şeir, Dügünük, Taşlı Hüyük, Beliz, Yıldız, Belva, Yağmacı, Arap Aziz, Gındıra, Boz Hüyük, Zügara, Gubba, Haydar Başa, Eyn Dedet, Debis, Kanlı Kuyu, Kadılar, Mirze, Kurucu Hüyük, Kerpiçli, Taflı, Doğu Avşar Ocağı, Kara Göz, Dendel Oğlu, Nabgah, Kullu, Zirbe, Gındırıya; El-Bab'da Kalkım, Ufuk, Doyuran, Edebet, Kocaeli, Memilli, Zılıf, Kersenli, Ayyaşa, Alıcı, Sekizler, Paltacık, Hava Hüyük, Hacı Köse, Öküz Öldüren, Aşnenin Harabası, Askerin Harabesi, Sınsıle, Mulla Yakup, Arapçordik, Halsa, Taş Kapı, Çörten Hüyük, Hacı Veli, Halil Oğlu, Buzluca, Tililih, Bab Leylim, Juppın, Ziyaret, Kaberen, Sandı, Boğaz; Ayne'l-Arap İlçesi'nde Göbek Heyyele ve Görük köyleri gelir.[202]
İdlib’in Cisr eş-Şuğur ilçesinde, şehir merkezinde yer alan Türkmen semtinde ve vilayetin kırsalında Türkmenler yaşamaktadır. Idlib Türkmenleri Reyhanlı Türkmenlerinin uzantısıdır.[49]
Bayır-Bucak, Hatay sınırlarından başlayıp Lazkiye sınırlarına kadar uzanan 60 km kadar derinlikte coğrafi yapısı itibarıyla Amanos Dağları’nın devamı olan bölgenin adıdır. Hatay’ın Yayladağı ilçesi dahil olmak üzere Lazkiye’ye kadar uzanan bölgede tamamıyla Bayır-Bucak Türkmenleri yaşamaktadır ve bunlar Karamanoğlu Türkmenlerinden olup Osmanlı döneminde İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerinden getirilip yerleştirilmiştir. Günümüzde Suriye’nin Akdeniz kıyılarında, başta Lazkiye şehir merkezindeki Ali Cemmel Haresi (Türkmen Mahallesi) olmak üzere Basit, Bayır, Kesap nahiye ve köylerinde yaşamakta ve çoğunlukla çiftçilik, rençperlik ve tarımla uğraşmaktadırlar.[49] Önemli yerleşim birimleri arasında Türkmen Dağı, Sılayip Türkmen ile Rabia gelir.[202]
Tartus'ta daha çok vilayetin kırsalında 3 mahallede yaşamaktadırlar.[49] Önemli yerleşim birimleri arasında Hamidiye gelir.[202]
Günümüzde Humus’ta yaşayan birçok Türkmen Araplaşmıştır.[49] Önemli yerleşim birimleri arasında Kefer Nen, Telbise ile Telkele gelir.[202]
Osmanlı döneminde Humus ve Hama’ya yerleştirilen oymaklar: Kara Avşar, İnallu, Döğer Oğlanı, Hama Değeri Mustafa Kethüda, Hama Düğeri Tabi-i Derviş Kethüda, Şam Beğmişlüsü, Hüccetlü, Kapuuşak, Eymir-i Dündvarlu, Çozlu Çerkezoğulları, İdris Kethüdaya tabi Abalu, Tokuz han Harbendelüsü, Kara Tohtemürlü, Köse Kethüdaya bağlı Şerefli, Uşak obası, Beşiroğulları obası, Eymir-i Sincarlu, Bozlu, Ebu Derda’ya bağlı olan Bozlu, Tohtemürlüsü, Salur (Sellüriyye) Türkmenleri, Dindaşoğlu İsmail Bozulus’a bağlı olan Genceli Avşarı, Kızıl Ali, Danişmendlü’ye tabi Kara Halil.[49]
Hama şehri ve köylerinde önemli sayıda Türkmen yaşamaktadır ve bunlar Humus Türkmenlerinin uzantısıdır. Şehir merkezinde yaşayan Türkmenler Araplaşsa da köylerinde Türkmence konuşulmaya devam edilmektedir.[49] Önemli yerleşim birimleri arasında Circisi gelir.[202]
Şam’da farklı geçmişe sahip üç ayrı Türkmen topluluğu bulunmaktadır. Birincisi Osmanlı döneminden kalmış zengin Türkmen ailelerdir ve bunlar Türklüklerini unutmamış olmalarına rağmen Türkçeyi unutmuş ve devletle yakın ilişkiler geliştirmiştir. İkincisi Golan Tepeleri’nin İsrail tarafından işgal edilmesinin ardından bölgeden göç etmek zorunda kalarak Şam’a yerleşen Türkmenlerdir. Üçüncü grup ise Türkiye’deki Cumhuriyet'in ilk yıllarında devrimleri kabul etmeyip Suriye’ye göç eden Türkmenlerdir ve bunların sayıları net olmamakla birlikte on bin civarında olup Muhyiddin Arabi’nin türbesinin etrafında yoğunlaşan yerleşim birimi Suriye’de “Türk Mahallesi” olarak bilinir ve bunun yanı sıra Şam’ın Mesekin Berze, Muhayyem, Hacer Esved, Kadem, Işşıl Verver ve Cobar Hırmallı mahallelerinde yaşamaktadırlar. Şam’ın kırsalında da az sayıda Türkmen yaşamaktadır.[49]
Golan Türkmenleri ya da Kuneytra Türkmenleri: (Arapça تركمان الجوﻻن[203]) Suriye'nin güneybatı, İsrail'in kuzeydoğu ucundaki tepelik bölge olan Kuneytire ilindeki Golan Tepeleri (Culan Tepeleri) İsrail işgali altındadır. Türkmenlerin yanı sıra Arap ve Çerkeslerin oluşturduğu Golan'da Türkmenlerin sayısı 100 bin civarındaydı ve Golan nüfusunun %25’ini oluşturmaktaydı. Golan’da toplam 20 Türkmen mahallesi bulunmaktaydı. 1967 Altı Gün Savaşı sonrasında İsrail işgaline giren bölgedeki tüm topluluklar göçe zorlanmıştır. Hâlen Suriye’de Golan’dan çıkarılmış 40 bin civarında Türkmen yaşamaktadır. Bu topluluğun bir kısmı Şam merkez geri kalan kısmı da Şam vilayetinin kırsal bölgelerine ve bir kısmı da Humus, Halep illerine yerleşmiştir.[49] Önemli yerleşim birimleri arasında El-Ahmediye gelir.[202]
Filistin Türkmenleri: (Arapça تركمان فلسطين[203] Kunteyra bölgesinde yaşayan Türkmenlerle akrabadırlar.[204][205] 1069-1070 yıllarında ise Kurlu ve Atsız Beyler, Güney Suriye’yi tamamen ele geçirmiştir. Selçuklu zamanında Alp Arslan Halep şehrini Türkmen komutanlardan Ok Oğlu Atsız’a bırakmıştır. Ok Oğlu Atsız Halep şehrini teslim alır almaz Suriye, Lübnan ve Filistin’i Fatımi hakimiyetinden almaya çalışmıştır. Şam’ı kuşatıp fethedemeyince Golan bölgesinde Türkmen boylarını toparlayarak Filistin’e doğru yürümüştür. Filistin’deki Fatımileri bozguna uğratarak Ramle, Tabariye ve Kudüs’ü ele geçirmiştir. Ok Oğlu Atsız idare ettiği Türkmen beyliğinin merkezini Kudüs şehri ilan ederek sonrasında Şam’ı kuşatmıştır.[49]
Dera Türkmenleri: Dera'ya Türkmen yerleştirilmesi Hac yolunun güvenliğini sağlamak için Osmanlılarca yapılmıştır. Dera şehir merkezinde Türkmenler bulunmaktadır. Dera Türkmenlerinin büyük çoğunluğu Araplaşmıştır.[49] Önemli yerleşim birimleri arasında Barak, Busra el-Şam, El-Cize, Hirak, Inhil ile Neva gelir.[202]
Ürdün Türkmenleri: Dera Türkmenlerinin uzantıları Ürdün’ün içlerine kadar gitmekte ve orada da yerleşik Türkmen köyleri bulunmaktadır.[49]
Lübnan Türkmenleri, Lübnan'nın birkaç mahallesinde yerleşik yaşayan ve nüfusu 9 bin olan Sünni Türkmenlerdir. Lübnan’ın her yerinde olduğu gibi Türkmenler arasında da mezhepçilik son derece güçlü olup mezhep kimliği etnik kimliklerinin önüne geçmektedir; kimliklerinin belirleyici öğesi Sünniliktir.[206][207] Günümüz Lübnan’ındaki Türkmenlerin varlığının, iddia edildiği gibi Yavuz Sultan Selim tarafından 1516 yılında Mısır Seferi sırasında şu anda bulundukları bölgelere yerleştirilmesi olasılığı düşüktür. Osmanlı bölgeyi ele geçirmeden çok önce bölgede zaten Türkmen boylarının olduğu ve bunların Memlûk Sultanlığı tarafından yerleştirildiği tarih kitaplarında[208][209] açık şekilde yer almaktadır. Lübnan Türkmenlerinin 12. yüzyılda bölgeye yerleşen Türkmen boylarının devamı olmaları olasılığı daha güçlü gözükmektedir.[206]
Türkiye, Lübnan Türkmenlerinden ilk kez 1989 yılında haberdar olmuştur. Lübnan ordusunda askerlik görevi yürüten Kavaşra mahallesinden Halit Esad, 1989 yılında görevi sırasında Türkçe konuşurken subayı tarafından fark edilir. Subayın Halit Esad’ı Türkiye Büyükelçiliği’ne götürmesi ile ilk ilişki kurulmuştur. Bu ilk tanışmadan sonra Beyrut’a atanan yeni büyükelçinin Akkar bölgesindeki iki Türkmen mahalleninü ziyaret etmesi gelenek hâline gelmiştir. Uzun yıllar Lübnan Türkmenlerinin sadece Akkar bölgesinde yaşayanlardan ibaret olduğu sanılmıştır. Kavaşra mahallesinin yönlendirmesi ile Baalbek şehri yakınındaki Türkmenlerle de 2007 yılında ilişki kurulmuştur.[206]
Kuzey Vilayeti Akkar bölgesinde Kobayat yakınındaki Kavaşra ve Aydamun adlı iki mahallede yaşayan Sünni Türkmenlerdir ve toplam nüfusları 5.050 kişidir.[206]
Doğu Lübnan’da Bekaa vilayeti içinde yer alan Baalbek şehri çevresindeki Sünni Türkmenlerdir ve toplam nüfusları 3.800 kişidir. Bu bölgedeki Türkmenler Baalbek şehri yakınlarına dağılmış ve birbirlerine yaklaşık 15’er dakikalık mesafede bulunan 5 Türkmen mahallesi (Şeymiye, Duris, Nananiye, Addus, Hadidiye) ile onlardan uzak izole coğrafyada Hermel şehri yakınındaki bir mahalleden (Al Kaa) oluşmaktadır. Baalbek Türkmenleri yaşam tarzı, kültür, sosyo-ekonomik düzey ve Türkçeyi kullanma gibi unsurlar açısından Akkar Türkmenlerinden farklılık taşımaktadır. Baalbek Türkmenleri daha dışa kapalı bir toplumdur ve aşiret olarak örgütlenmiştir. Türkiye’nin Baalbek Türkmenleri ile tanışması Akkar Türkmenlerinin yönlendirmesi ile 2007 yılında gerçekleşmiştir.[206]
Girit Türkleri[206] ya da Girit Türkmenleri:[210] Girit Adası’nın Osmanlı’dan Yunan hâkimiyetine geçmesi ve Giritli Türklere yönelik saldırıların artması ile adadaki Türklerin o dönemde Osmanlı hâkimiyetindeki bölgelere yerleştirilmesi çerçevesinde Suriye ve Lübnan’a getirilen ve Trablus’ta yaşayan Türklerdir. İlk nesil Rumca ve Türkçe bilmekle beraber yeni nesiller her iki dili de unutmuştur. Aradan geçen 110 yıllık sürede büyük oranda asimile olmuşlardır. Sadece adetler ve bazı gelenekler açısından Türk kültürünün izleri devam etmektedir. Trablusluların bir kısmı kendini Giritli Türk olarak adlandırırken, Hamidiye’dekiler kendini Giritli Türk olarak değil Giritli Müslüman veya Osmanlı olarak tanımlamaktadır. On bin civarında Giritli Türkün Lübnan’da yaşadığı tahmin edilmektedir.[206]
Türkmenlerde din esas olarak İslamdır ve Hanefi Sünnilik ile Alevilik olmak üzere iki ana mezhep görülür. Mezhepler tarihçisi Ethem Ruhi Fığlalı, Alevilik için Türkmen Sünniliği tabirini kullanır.[211] Fakat, Aleviler hem Sünnilik içinde değerlendirildiği hem de Zazalar ve Kürtler gibi Türkmen dışı Aleviler de bulunduğu için bu tabirin kullanılmasına karşı çıkarlar.[212]
Kızılbaşlık, Türk tarihinin en önemli göç dalgalarından birisinin sonucu olarak ortaya çıkmış olan, temelinde Türk kültürü, vahdet-i vücud görüşünü benimseyen, fazla mezhep kaygısı taşımayan sufilikle yoğrulmuş yüzeysel bir Müslümanlık ve yoğun Ehl-i Beyt sevgisi olan, sosyal ve siyasi bir örgütlenme hareketidir.[213] Bir zümreyi ifade için ilk defa, bir Türk devleti olan Safevi Devletinin kuruluşuna giden süreçte, Şah İsmail’in babası olan Şeyh Haydar (1488) zamanında kullanılmaya başlanmıştır.[213] Safevî Devleti'nin oluşumu için en önemli koşullardan birini oluşturan askeri potansiyel, Kızılbaş olarak adlandırılan unsurlardan meydana gelmiştir ve bu unsurların büyük çoğunluğu ise Türkmen askerlerinden oluşuyordu.[214] Safevî Devleti'nin kuruluşunda önemli rol oynayan ve Anadolu’dan gelen Alevi-Kızılbaş Türkmen oymakları arasında Rumlu (Sivas-Tokat-Amasya), Ustaclu (Sivas-Tokat-Amasya bölgesinde yaşayan Uluyörük topluluğu), Tekelü (Antalya-İsparta-Burdur), Şamlu (Halep Türkmenlerinden), Dulkadirli (Maraş-Yozgat), Varsak (Tarsus), Çepni, Arapgirlü (Malatya-Arapgir), Turgudlu (Karaman), Bozcalu (Halep Türkmenlerinden), Acirlü (Halep Türkmenlerinden), Hınıslu (Erzurum-Hınıs) ve Çemişezeklü (Tunceli-Çemişkezek) oymakları sayılır ve bu oymaklar arasında en kalabalık olanları Şamlu ve Ustaclulardır.[215] Kızılbaşlığı kabul etmelerine rağmen ilk dönemlerde önemli mevkiler elde edemeyen ve Anadolu kökenli olmayan oymaklar arasında ise Karakoyunlu ve Akkoyunlu mensubu olan Kaçar, Karamanlu, Türkmen ve Afşar oymakları sayılır.[215] Şah İsmail’le birlikte Kızılbaş kavramı, bir anlamda Şah İsmail'i ve Safevileri destekleyen Türklerin ortak adı hâline gelmiştir. Osmanlılar da, Safevi taraftarı olan, onları açıkça destekleyen bütün toplulukları öncelikle “Kızılbaş” olarak adlandırmışlardır. Osmanlılar Safevi Devletini “Devlet-i Kızılbaş”, askerlerini de “Leşker-i Kızılbaş” olarak adlandırmışlardır. Safevi döneminde halk tarafından konuşulan Türkçeye ise Kızılbaşça adı verilmişti.[216] Safevi Devletinde hanedan, komutanlar ve vezirler ağırlıklı olarak Türkmen kökenli olsa da, yaklaşık iki asırlık yönetim sürecinin son yıllarında bürokratikleşme hareketi ve başkentin Tebriz’den İsfahan[217]’a taşınması sebebiyle hâkim Türkmen özellikleri yerini İranlılaşmaya bırakmıştır.[218] 19. asrın sonlarından itibaren Kızılbaş adı yerini, “Alevi” adına bırakmıştır.[213] Faruk Sümer'e göre Şiiliği İran’a getiren unsur Safevi devletini kuran ve Kızılbaş adı ile anılan Anadolu Türkmenleridir Oysaki bu tamamen hatadır çünkü Alevilik ve Şiilik ayrı şeylerdir.[219] Safevî Devleti'ni kuran Şah İsmail Alevidir ve Şah İsmail'den sonra özellikle de devletin son yıllarında devlet Kızılbaşlıktan/Alevilikten Şia mezhebine geçiş yapmıştır.
Oğuz dilleri (ya da Oğuzca) tarihî evrelerine göre şöyle sıralanır:
“ | Türk diline kimsene bakmaz-ıdı Türklere hergiz gönül akmaz-ıdı Türk dahı bilmez-idi ol dilleri İnce yolı ol ulu menzilleri |
” |
Anadolu (Türkiye) Türkmenlerinin diline ait veriler esas olarak üç dönemde yapılan derleme seferberliğiyle ortaya konmuştur: Birinci dönem, Türk Kurtuluş Savaşı yıllarında Rıza Nur’un Maarif Vekilliği döneminde, Besim Atalay gözetiminde Ahmet Saffet, Veled Çelebi ve Hasan Fehmi beylerin çalışmalarıyla yapılmış; 1929-30 yıllarında Ragıp Hulusi tarafından devam ettirilmiş ve malzemeler Hamit Zübeyr (Koşay) ile İshak Refet tarafından değerlendirilerek 1932 yılında Anadilden Derlemeler adıyla bir sözlük olarak yayımlanmıştır ve bu sözlüğün ikinci bölümü Anadilden Derlemeler II (Ankara 1952) adıyla Hamit Zübeyr Koşay ve Orhan Acıpayamlı tarafından hazırlanmıştır; İkinci dönem, Yine köy köy gezilerek hazırlanan ve 1939 - 1957 yılları arasında Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanan 7 ciltlik Söz Derleme Dergisi'dir; Üçüncü dönem, 1960'lı yıllarda köy köy gezilerek yapılan ikinci derleme ile Söz Derleme Dergisi verileri birleştirilerek oluşturulan ve 1963-1982 yılları arasında Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanan 12 ciltlik Derleme Sözlüğü'dür. Bu üç dönem dışında kişisel derlemeler ve monografik çalışmalar da bir hayli fazladır.[233][234] Derlenen bu çalışmalar dilcilerce zaman zaman kullanılarak değişik Oğuz boylarının lehçe ve ağızlarına dair izler yaşayan Anadolu ağızlarında tespit edilmeye çalışılmaktadır.[235][236]
Selçuklu dönemi ve devamında Konya ve o yüzyıllarda ona bağlı olan Kırşehir Anadolu'nun en önemli eğitim ve kültür merkezleri olup asırlar boyunca özellikle Konya'da yüzlerce eser kaleme alınmıştır. Konya ve Kırşehir, Eski Anadolu Türkçesi yazı diline ait ilk eserlerin verildiği yerlerdir ve bu açıdan bakıldığında ve dönemin şartları dikkate alındığında bu yörelerin ağızlarının yazı diline kaynaklık etmemesi neredeyse imkânsız gibi görünmektedir.[237]
Türkmenlerde görülen evlilik esas olarak iç evliliktir. Antalya Yörüklerinde evlenen erkek çocuklar iki üç çocuk babası olana kadar babadan ayrılmaz, aynı çadırda yaşardı.[238] Alevi Türkmenlerle Sünni Türkmenler arasında evlilik hoş karşılanmaz ve Alevilerde kız alışverişi yapanlar düşkün ilân edilebilmektedir.[239]
Velâyet hakkının kız babasından damada geçişini sembolize eden koltuğa alma ile kırmızı kuşak bağlama geleneği, diğer Türklerde olduğu gibi, Türkiye Türkmenlerinde de görülür. Kırmızı kuşak (gayret kuşağı), gelinin beline kendisinden küçük erkek kardeşi ya da ağabeyi tarafından bağlanır.[240] Düğünün son günü baba evinden getirilip attan indirilen gelin damadın koluna girmez, damat gelinin koluna girer; zira, damat gelini “koltuklayarak” onun bütün sorumluluğunu babasından devralarak yüklenmiş olur. Bugün Anadolu’da koltuğa alma adeti, genellikle Batı Anadolu’da, Güney Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde görülmektedir.[241]
Yörük çadırı ya da kara çadır: Konar-göçer Türkmenlerin (Yörüklerin) yaz kış ev olarak kullandıkları tek barınak tipi olup genelde ev olarak adlandırılır. Kıl keçisi ve Honamlı keçisi adı verilen keçi ırklarından kırkılan yünler burularak (burma) eğirmenlerde eğirilir ve iki ip birleştirilir (bükme). Bükülmüş bu ipler ısdar adı verilen dokuma tezgâhında 5-6 metre uzunlukta yolluklar (kanat) hâlinde kadınlarca dokunur. Bir çadır en az beş, çadır büyüklüğüne göre altı yedi kanattan olur. Bu kanatlar yan yana getirilip dikilir ve birkaç (1-7) direk üstüne gerilir. Oymak başının, aşiret başkanının çadırı en çok direği bulunan çadırdır. Çadırın içi yatılacak, oturulacak, yemek yenilecek bölümler olarak düzenlenmiştir.[31][83]
Tarzlarına göre giyim dört ana kategoride ele alınır: 1) sarma giyim; 2) bağcıklı giyim; 3) yarı kuplu giyim; 4) tam kuplu giyim (ilikli, düğmeli, pantalonlu, jaketli, mintanlı, çizmeli). Giyim tarihçilerinin (kostüm bilginlerinin) "atlı göçebe giyimi" dedikleri sonuncu tarz giyim yani yarı kuplu giyim, Türkmen ve Yörüklerde rastlanan giyim tarzıdır.[242] Türkmen şairi Karacaoğlan'ın şiirlerinde geçen Türkmen giyim kuşam terimleri araştırmalara konu olmaktadır.[242][243][244][245] Yörük ve Türkmenlerde el dokumacılığı gelişmiştir. En tipik kadın giyimi üç etek denilen ve eteği üç parçalı entaridir. Yörük kadınları da üç etek adı verilen elbise giyip altına da göz alıcı renklerden yapılmış şalvar çeker; bulûz yerine ceket kullanıp başlarına da kalın dokuma renkli poşu bağlarlar.[31] Yörük veya Türkmen poşusu kırmızı, beyaz, yeşil, mavi ve sarı çubuksu desenlidir. Kimileri poşunun altına, alnı kapatacak biçimde, kimileri de üstüne yağlık bağlarlar. Ak, mavi ya da sarı, uzunlamasına çizgili göynek (gömlek) giyilir. Yaz mevsiminde erkekler pantolon veya şalvar üzerine gömlek giyerler. Dağ köylerinde bu gömlekler üzerine yün kazaklar giyilir.[31]
Yazlık giysiler ince ve boyanmamış ipliklerden dokunurken, kışlıklar dokunduktan sonra sıklaşması için suda çiğnenir (depme) sonra karaya boyanır. Giysiler parçalar katlanarak değil de, üst üste getirilerek dikilir.[31]
Türkmen (Avşar, Barak ...) kızları eskiden bellerine gümüş kakmalı kalın kemerler takarlar ve kemerin “kaş”larına [tokalarına] güneş vurduğunda da parıl parıl parlardı.[246]
Ayakkabı olarak eskiden çarık, edik çizme, çetik (çedik, iç edik), yemeni kullanlırdı.
Toroslarda yaşayan Türkmen ve Yörükler başlık olarak keçeden yapılan 15 cm yüksekliğinde fes ve tepelik de denen som gümüşten taç, ince ve seyrek pamuklu dokumadan kenarları oyalı yazma ve oyalı tülbent kullanırlar. Genç kız başlığı örtüsüz yalın olup dalfes adını alır ve kızlar saçlarını uzun tutarlar ve kırk örgü yapar ve her örgüye belik denir. Gelinlerde ise beliklerin şakak kısmına gelen örgülerden bir kısmı kısaltılarak zülüf (ya da kâkül, kekil) yapılır. Evli kadınlar ise efe adı verilen bir başlık kullanırlar. Dul kadınlar göz alıcı parlak renklerde değil siyah ve mor gibi koyu renkte başlık kullanırlar. Kadın giysileri, fistan, üçetek, dolama, cepken, yelek, şalvar, don, kolçak, bağış, yemeni, edik ve çoraptan oluşur. Erkekler, başlık olarak beyaz keçeden yapılan ve etrafına kefiye sarılan börk, kefiyeli fes ve poşu sarılı terlik kullanılır. Erkek giysileri gömlek, şalvar, yelek, aba, kuşak, yemeni ve körüklü çizmeden oluşur.[247]
Aydın yöresindeki Alevi Türkmenlerin kadın baş bağlama şekli ve kullanılan malzemeler diğer Yörük köylerine göre farklı olup bağlanış şekli de özel bir ustalık gerektirir. Başa tennik (< terlik) denen ter emici kumaş takke giyilir ve kalıbın önüne de penez denen altın dikilir. Tennik üzerine giyilen keten kulak saçları ve kulakları örten keten kumaştan yapılan baş örtüsüdür ve çene altından dolanarak tepede birleştirilir ve işlemeli kulakları arkaya salınır ve kaymaması için de yırtma tabir olunan tülbent bezle bağlanır. Yırtmanın üzerine uzun al ya da uzun çeki denen kırkyama rengarenk bağ sarılarak arkada fiyonk yapılır ve kaymaması için de uzun alın üstüne kısa al denen bağcık kullanılır. Bunların üzerine tomaka ya da ilmeçel denen gümüş, zincir ve paralardan oluşan alınlık takılır ve yanlardan kulak üstüne kadar iner. Bu baş bağlarının üstüne mevsimine göre saplarından canlı çiçek iliştirilir. Kadınların üst giyimi olarak ten gömleği (ya da bürümcük gömlek) denen kolları bürümcük ve kol uçları oyalı göynek giyilir. Ten gömleği üzerine boyun altından genişleyerek bele kadar inen göğüslük giyilir. Kadınları esas giysisi üç etek zıbındır. Üçetek üzerine ya da doğrudan gömlek ve göğüslük üzerine fermile ya da cepken denen kısa yelek giyilir. Bele şal kuşak takılır. Etek olarak iş yaparken önlük kullanılır. Şalvar bağı olarak uçkur (uşgur) kullanılır. Kadınların bacak giyimi olarak kocadon ya da şalvar kullanılır. Ayaklara yün çorap giyilir. Ayakkabı olarak kullanılan pabuçlar dayanıklı ve sade olup siyah deriden topuksuz yapılır.[248]
Adana-Osmaniye bölgesi giyim kültüründe kadın başlıkları oldukça çok çeşit ve biçim arz etmekte ve kullandığı başlık kadının medeni ve ekonomik durumunu yansıtmaktadır.[249]
Muğla ilinin Milas ilçesine bağlı Çomaklıdağ-Kızılağaç birleşik mahallesinde kadınlar günümüzde bile hâlâ gündelik yaşamda geleneksel kıyafetleri (üçetek, göynek, uzun çatal don, öncek ve süslü baş) giymekte ve başlarına doğal çiçekleri takmaktadırlar.[250]
Anadolu’da Türkmen ve Yörük halılarında her rengin bir dili ve bildirisi bulunur: kırmızı renk dostluğu, sevgiyi; mavi umudu; yeşil ayrılığı; sarı nazarı dile getirir. Türkmen halılarında kırmızı renk egemendir ve güneşi temsil eder. Balıkesir'de Yağcıbedir halılarının çözgü ve atkısı yün iplik olup, halılarda, lacivert, kırmızı, bordo (koyu kırmızı), beyaz ve az da olsa siyah renkler kullanılmaktadır; Türkmenler bu halıların ipliklerini boyamada parlak kırmızı rengi kullanırlar, Yörükler, koyu fes rengini seçerler, Avşar’lar ise gül kırmızısını tercih ederler. Türkmen sarısı ile Yörük sarısı, Avşar yeşili farklı tonlardadır.[251]
Türkmenlerde geleneksel olarak yemekler, yer sofrasında sini üzerinde aynı tabaktan yenir. Ana ekmek türü yufka olsa da, bazlama ve kömbe de görülür. Yufka aynı zamanda kaşık çatal olarak da (banak) kullanılır. Konya'nın Çumra ve Karapınar ilçelerinde yaşayan Türkmenlerdeki çorbalar arasında un çorbası, yumurta yemekleri arasında akıtma ve çılbır, et yemekleri arasında kavurma, mülükü (mıkla), sulu köfte ve soğanlama öncelikli yemeklerdir.[252]
Konya Ovası Türkmenlerinde, hayvani gıdalar (yağ, yoğurt, peynir, çökelek) ve sebzelerin mayıs-ekim ayları arası yaz mevsiminin yakıcı sıcağından uzun süre ekşimeden, kokmadan saklandığı ve üzerleri alta sıcak geçirmeyecek nitelikteki dokuma eşyalarla bastırılarak örtüldüğü yöntem olarak kullanılan bastırık (basdırık, basdırak), evlerin güneşi en geç ve en az gören kuzey ve batı taraflarında yerden 30–40 cm yükseklikte ve 2x3 m boyutunda yapılmış, toprak ve saman karışımı çamurla sıvalı bir tür buzhane olup genellikle geçimini hayvancılıkla sağlayan Türkmenlerin koruma ve saklama geleneğinin ortaya çıkardığı bir mekândır.[253]
Orta Asya’daki halk müziğinin, Anadolu Türk halk müziğinin temellerini oluşturması incelenirken, Oğuz ve Kıpçak müziklerinin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir; çünkü bu boylara ait ses sistemleri yalnızca Anadolu’da büyük ölçüde birleşmiştir. Kıpçak müziği pentatonik iken, Oğuz müziği pentatonik değildir. Fakat, İdil-Ural bölgesinden daha batıdaki Kıpçakların müzikleri pentatonik olmamakla beraber makamlar ve ritmik yapı bakımından Oğuz müziğinden ayrılır. Anadolu’da Kıpçak halk müziği dizilerinin en yoğun olarak görüldüğü bölge Orta ve Batı Karadeniz bölgesidir.[254]
Anadolu halk müziğinin sözlü ezgilerinin seslendirilmesinde, yerel dil, şive, ağız gibi özellikler ve bunların bütünü içindeki ‘yöresel söyleme üslûbu’ önem taşır. Sözlü seslendirmeye ilişkin bu özellikler bir ezginin hangi yöreye âit olduğunu belirleyen önemli kodlardır.[255] Güney Türkmenlerinin saz şairleri (ki en güçlüsü Karacaoğlan'dır), Ankara-Elmadağ’dan Suriye’nin Rakka vilâyetine kadar olan coğrafyada asırlardır yaşanmış olan hayatı, eserleriyle ebedîleştirmiştir.[256]
Türküler yapı bakımından uzun hava ve kırık hava diye iki grupta incelenir. Uzun hava türküler içinde bozlak, maya, garip, kerem, hoyrat, divan, kesik, yanık, müstezat, aydost, türkmeni ve ağıtlar gibi doğaçlamalar bulunur. Kırık hava türküleri doğaçlama değil, belli kalıplar çerçevesinde icra edilir.[257] Günümüzde türkülerin icrasında kullanılan başlıca tavırlar şunlardır: Zeybek Tavrı, Sürmeli Tavrı (Yozgat Tavrı), Kayseri Tavrı, Konya Tavrı, Silifke Tavrı, Azeri Tavrı, Ankara Tavrı, Âşıklama Tavrı, Karadeniz Tavrı, Rumeli Tavrı, Karşılama, Teke Tavrı.[258]
Abdal müziği: Ezgilerinde Anadolu'ya ait tarihî ve kültürel doku ile Türkmen dilinin duru inceliklerinin bulunduğu Abdal müziği, Çingenelerle karıştırılan Abdallar tarafından icra edilir.[118] Abdallar, aşiret ve iskân olaylarını anlatan türkülerin yaşatılmasında önemli katkıları bulunan bir Türkmen topluluğudur.[259] Ege müziğinin zeybekler başta olmak üzere en seçkin örneklerini, davul zurnalarıyla Aydın ve çevresi Abdalları; Anadolu’nun caz'ı olarak görülen bozlakları, ilginç form ve ses özellikleriyle halayları, türküleri, oyun havaları, deyişleri, Orta Anadolu Abdalları; âşıklık geleneğinin incelikli söylemlerini, yanık Barak havalarını, yiğitlemeleri, Çukurova ve Barak Abdalları emek ve özveri ile yaşatmaktadırlar.[118] Orta Anadolu Abdal Müziğinin ve Kırşehir ile Keskin bozlaklarının (Abdal Düzeni ya da Teber Ağzı) temsilcileri arasında Yağmurlulu Yusuf Usta, Muharrem Ertaş, Çekiç Ali, Neşet Ertaş, Hacı Taşan sayılabilir.[259] Abdal müziği kısa sürede kent insanını da etkilemiş, farklı birçok müzik tarzına esin kaynağı olmuştur. Anadolu pop, Anadolu rock hatta arabesk müziğin temel kaynaklarından biri Neşet Ertaş ile rafine olmuş Abdal müziğidir.[118] Kırşehir yöresi halk müziği kültürünün ağırlıklı yaratıcı etnisitesini Türkmen-Abdalların oluşturduğu görülür ve daha çok erkeklerce icra edilir.[255]
Bozlak: develerin yüksek sesle acı acı bağırmaları için kullanılan bozlamak/bozulamak fiilinden türetilen bozlak, serbest ritimli (uzun hava) ezgiler olup, daha çok Orta Anadolu Bölgesi ve Güney Anadolu Toroslar'ında yaşayan Yörük, Türkmen ve Avşar oymaklarınca kullanılır.[260] Musa Eroğlu'na göre bozlakların Doğu Anadolu'daki karşılığı hoyratlardır.[260] Bozlaklar diğer halk türküleri gibi aşk, yiğitlik, mertlik, ayrılık, gurbet, sıla özlemi gibi konularla birlikte, özellikle Çukurova'ya has bir konu olan aşiret kavgaları üzerine söylenmekte olup, sözlerinin birçoğu Karacaoğlan, Dadaloğlu, Deli Boran, Elbeylioğlu gibi bölgede tanınmış saz şairlerine aittir.[261] Her Türkmen oymağının davul-zurna çalan Abdalları vardır ve bu yüzden Avşar ve Türkmen oymaklarına ait Abdallar, bozlak geleneğinin günümüze kadar ulaşmasında önemli bir rol üstlenmişlerdir. Avşarlar ve Türkmenlerle başlayan bozlak kültürü, sonraki dönemlerde bu boylarla etkileşimde bulunan Abdallar tarafından da benimsenmiş ve günümüze kadar ulaşmıştır. Abdallar, âşıklık ve ozanlık geleneğini de çabuk benimsemiş ve aralarından önemli halk ozanları ve âşıklar yetişmiştir.[260]
Çukurova dolaylarına (Adana ve İçel/Mersin illerinin tamamı, Kahramanmaraş'ın batı ve güney sınırları, Sivas, Kayseri illerinin güney kıyıları, Niğde'nin doğu-güney sınırları) özgü ezgiler, bütün Anadolu ezgileri üzerinde elde edilen bilgilere göre pek bir ayrılığı olmamasına karşın, bölgenin arazi ve iklimi yaşam koşullarına ağır ve zor gelmesi sebebiyle, ister istemez değişik farklar doğurmuştur. Özellikle ezgilerin yaylak (dağlık) yörelerde tizden, yazlak yörelerde de pestten başlaması buna en canlı örnekleri olup, iklim farkına göre soğuk yörelerde söz ve seste "sert" bir yapı, sıcak yörelerde de "yumuşak" bir yapı göze çarpmaktadır. Bu durum, ezgi sözlerine de etkide bulunmuştur; sert sessiz harfler yumuşak sessizlere, sesli harfler de daha koyu bir renge bürünmüştür.[262] Çukurova türkülerini bozlaklar (uzun havalar) ve topuk havalan (kırık havalar) olmak üzere iki grupta toplamak mümkündür.[263] Osmaniye'de ezgiler, Maraş ağzı, Senir ağzı, Varsağı, Gâvur Dağı ağzı, Elbeyli ağzı, Avşar ağzı, Türkmeni ve İskan havası olarak adlandırılmaktadır.[264]
İç Anadolu Bölgesinde eskiden düzenlenen içkili, yemekli, kadın oyunculu (çengili), müzikli, oyunlu eğlenceye (âleme) Kırşehir’de “muhabbet”, Ankara’da “cümbüş”, Konya’da “oturak” denir.[259]
Kaşık oyunları: Orta-Güney Anadolu bölgesine (Konya, Antalya, Mersin illeri) has her elde çifte kaşık ile ritm verilen oyunlar olup türleri arasında sallanma, meşeli, keklik, sekme sektirme, keklik mengisi sayılabilir. Aynı zamanda ateş etrafında oynanan sinsin oyunu da verilebilecek en güzel örneklerdendir.[257]
Sipsi, Türk halk müziği nefesli çalgıları içinde en küçük tiz sese sahip olan çalgılardan biridir. Batı Akdeniz'de Burdur başta olmak üzere Teke yöresinde çalınan sipsi çeşitleri olarak Burdur sipsisi, kemik sipsi, çifte sipsi, demli çifte sipsi sayılabilir.[265] Burdur ve başka yörelerde sazlıklarda yetişen kamışlardan yapılan sipsi, Manavgat yöresinde dut ve gül dalından yapılmaktadır. Sipsi ve zurnanın birleşiminden yapılan ve sipzur adı verilen müzik aleti yeni icatlardan biridir.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.