Loading AI tools
7. Osmanlı padişahı (1444–1446; 1451–1481) Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
II. Mehmed (Osmanlıca: محمد ثانى, romanize: Meḥemmed-i Sânî) veya bilinen adıyla Fatih Sultan Mehmed ya da kısaca Fatih (30 Mart 1432, Edirne - 3 Mayıs 1481, Gebze), Osmanlı İmparatorluğu'nun 7. padişahıdır. İlk olarak 1444-1446 yılları arasında kısa bir dönem, daha sonra 1451'den 1481 yılındaki ölümüne kadar 30 yıl boyunca hüküm sürdü. 29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul'u fethetti ve yaklaşık bin yıllık Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu'na son verdi. Fetihten sonra "Fâtih" ünvanıyla anılmaya başladı.[1] Bu olay, birçok uzman kişi tarafından Orta Çağ'ın sonu ve Yeni Çağ'ın başlangıcına neden olan tarihî olaylardan biri olarak görülmektedir.[2]
II. Mehmed Fâtih Sultan Mehmed محمد ثانى | |||||
---|---|---|---|---|---|
Kayser-i Rûm · Ebû'l-Feth Fâtih · Han · Sultan | |||||
7. Osmanlı Padişahı Birinci saltanatı | |||||
Hüküm süresi | Ağustos 1444-Eylül 1446 | ||||
Önce gelen | II. Murad | ||||
Sonra gelen | II. Murad | ||||
İkinci saltanatı | |||||
Hüküm süresi | 3 Şubat 1451-3 Mayıs 1481 | ||||
Önce gelen | II. Murad | ||||
Sonra gelen | II. Bayezid | ||||
Doğum | 30 Mart 1432 Edirne, Rumeli Eyaleti, Osmanlı Devleti | ||||
Ölüm | 3 Mayıs 1481 (49 yaşında) Gebze yakınları,[a] Anadolu Eyaleti, Osmanlı İmparatorluğu | ||||
Defin | 22 Mayıs 1481 Fatih Camii, İstanbul, Türkiye | ||||
Eş(ler)i | Emine Gülbahar Hatun Gülşah Hatun Helena Hatun Alexias Hatun Sitti Mükrîme Hatun Hatice Hatun Çiçek Hatun Anna Hatun | ||||
Çocuk(lar)ı | II. Bayezid Cem Sultan Şehzade Mustafa Gevherhan Hatun | ||||
| |||||
Hanedan | Osmanlı Hanedanı | ||||
Babası | II. Murad | ||||
Annesi | Hüma Hatun | ||||
Dini | Sünni İslam | ||||
İmza |
II. Mehmed, 30 Mart 1432 tarihinde Edirne'de doğdu. Babası altıncı Osmanlı padişahı II. Murad, annesi ise Hüma Hatun'dur. Küçük yaşta tahsiline ve yetişmesine çok önem verilen Şehzade Mehmed, devrin en üstün âlimlerinden eğitim gördü. 11 yaşına geldiğinde idari yönden tecrübe kazanması için Manisa sancakbeyliğine tayin edildi.[3] Felsefe, hadis, tefsir, fıkıh, kelâm, tarih, geometri ve matematik alanlarında fevkalâde yetişti.[3] 1444 yılında II. Murad, tahtı 12 yaşındaki oğlu Mehmed'e devrederek Manisa'ya çekildi.[3] Ancak Osmanlı tahtına küçük yaşta birisinin geçtiğini duyan Avrupa ülkeleri, bir kez daha Osmanlı topraklarına yöneldi. Bunun üzerine II. Murad, 1446 senesinde tekrar tahta geçti.[3]
II. Mehmed, 1451 yılında babasının ölmesi üzerine 19 yaşında tekrar Osmanlı tahtına oturdu. Osmanlı donanmasını güçlendirip Konstantinopolis'e saldırmak için hazırlıklara başladı ve şehri 1453'te 21 yaşındayken fethedip Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu'na son verdi. Ardından 1460'ta Mora Despotluğu'nu, 1461'de ise Trabzon İmparatorluğu'nu ele geçirip Bizans'ın son iki kalıntısını da egemenliği altına aldı. 1473'te, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ı Otlukbeli Muharebesi ile mağlup etti. Bunların yanı sıra, Anadolu'da ve Güneydoğu Avrupa'da fetihlerini sürdürüp Karaman ve çevresi, Sırbistan, Eflak, Bosna, Arnavutluk, Kırım gibi önemli bölgeleri Osmanlı İmparatorluğu'na kazandırdı. 1481 yılında Anadolu'ya doğru yeni bir sefere çıkan Sultan Mehmed, yolun başında hastalandı ve 3 Mayıs 1481 tarihinde, Gebze yakınlarında yer alan Hünkârçayırı'ndaki ordugâhında 49 yaşındayken öldü. Mezarı İstanbul'un Fatih ilçesindeki Fatih Camii'nde yer almaktadır.
Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'u fethettikten sonra kendini "Roma hükümdarı" (Kayser-i Rûm) ilan etti ve hayatının geri kalanında Osmanlı Devleti'ni Roma İmparatorluğu'nun devamı olarak, kendini de imparatorluğun "yerine geçen" değil onu "devam ettiren" kişi olarak gördü. Saltanatı süresince birçok siyasi ve sosyal reform yapan II. Mehmed, döneminde çıkardığı kanunları ''Fâtih Kanunnâmesi'' adıyla kitaplaştırıp yürürlüğe koydu.[4] Sanatı ve bilimi teşvik etti ve saltanatının sonlarına gelindiğinde, "yeniden inşa" programı sayesinde Konstantinopolis'i gelişen bir imparatorluk başkentine dönüştürdü.
Fâtih Sultan Mehmed'in doğum adı olan Mehmed, İslam peygamberi Muhammed'in adından türemiş Arapça kökenli bir sözcüktür ve "övülen, methedilen, her türlü övgüye layık olan" anlamlarına gelmektedir.[5][6] Türkler Muhammed ismini "Mehemmed" diye telaffuz ettikleri için kaynakların bazılarında Mehemmed şeklinde geçmiş; sonra bu isim Mehmed, ondan sonra ise Mehmet olarak okunmaya başlanmıştır.[7] Mehmed ismi ayrıca, Muhammed isminin kısaltılmış ve Türkçeleştirilmiş hâlidir.
II. Mehmed 1453 yılında, 21 yaşındayken İstanbul'u fethederek Roma İmparatorluğu'nun varisi olan 10 asırlık Bizans İmparatorluğu'na son verdi ve bu olay bazı tarihçiler tarafından Orta Çağ'ın sonu ve Yeni Çağ'ın başlangıcı olarak kabul edildi.[8] Bu fetihten sonra; "Zafer Kazanan, Fetheden" anlamlarına gelen Fâtih,[9] ''Fethin Babası'' anlamına gelen Ebû'l-Feth (ابو الفتح), "Roma İmparatoru" anlamına gelen Kayser-i Rûm (قیصر روم) ve daha sonraki dönemlerde "Çağ Açan Hükümdar" ünvanları ile anıldı. Kayser-i Rûm ünvanı II. Mehmed'in Rum olduğunu göstermez, bu ünvan siyasi emeller için kullanılmıştır.[10][11] Zira II. Mehmed, İstanbul'un Fethi'nden sonra Doğu Roma İmparatorluğu'nun bütün eski topraklarının yasal hükümdarı olduğunu ileri sürüyordu.[12]
Batı'da Grand Turco ("Büyük Türk")[13][14][15] takma adıyla bilinen II. Mehmed'in adı, birçok tarihî kaynakta, Mehmed isimli diğer padişahlarınki gibi Muhammed şeklinde[16][17][18][19][20][21][22] veya divan edebiyatındaki mahlasıyla Avni şeklinde de geçmiştir.[23] Üstelik Sultanü'l-Berreyn ve Hakanü'l-Bahreyn ("İki Karanın Sultanı ve İki Denizin Hakanı") ünvanını da kullanmıştır.[24] Burada "iki kara" ile kastedilen Anadolu ve Rumeli iken, "iki deniz" ile kastedilen de Akdeniz ve Karadeniz'dir.[25]
II. Mehmed, hicrî takvime göre 27 Receb 835 (30 Mart 1432) Pazar günü şafak vaktinde, devletin başkenti Edirne'de, II. Murad'ın dördüncü oğlu olarak dünyaya geldi.[26] Annesi Hüma Hatun; tarihçi Franz Babinger ve yazar Lord Kinross başta olmak üzere birçok kaynağa göre gayrimüslim bir cariyedir.[27][28][29] Türk tarihçi Halil İnalcık da bu görüştedir.[30] Yine Babinger'e göre annesi, ölümünden sonra Türk-Fars efsanelerindeki cennetkuşu hümadan esinlenilerek "Hüma Hatun" olarak adlandırılmıştır.[28]
Bir anlatıya göre Mehmed iki yaşına kadar Edirne'de kaldıktan sonra, 1434 yılında sütninesi ve küçük ağabeyi Alâeddin Ali ile birlikte, on dört yaşındaki büyük ağabeyi Ahmed'in Rum sancakbeyi olduğu Amasya'ya gönderildi. Burada ağabeyi Şehzade Ahmed'in erken yaşta ölmesi üzerine Mehmed altı yaşında Rum sancakbeyi oldu. Diğer ağabeyi Alâeddin Ali ise Manisa'da Saruhan sancakbeyi oldu.[31] İki yıl sonra, babaları II. Murad'ın talimatıyla iki kardeş yer değiştirdi ve Mehmed Saruhan sancakbeyi oldu.[31] Halil İnalcık; Mehmed'in altı yaşında Amasya'ya Rum sancakbeyi olarak tayin edilmesinin şüpheli olduğunu, 1443 baharında 12 yaşındayken, eski Türk devlet geleneğine göre idare ve hükûmet işlerine alışması için, iki lalası ile birlikte Edirne'den Manisa'ya vali gönderildiğinin bilindiğini belirtmiştir.[26][32]
Mehmed'in eğitimi için babası çeşitli hocalar görevlendirdi. Ancak zeki olduğu kadar hırçın bir çocuk da olan Mehmed'in eğitilmesi kolay olmadı. Bu nedenle babası, heybetli ve otoriter bir din âlimi olan Molla Gürânî'yi görevlendirdi.[33] Gürânî, muhtemelen II. Mehmed'in ilk saltanatı (1444-1446) ve daha sonra tekrar Manisa'ya yollanması sırasında onun yanında bulundu.[33] Rivayete göre Sultan Murad, Gürânî'ye bir değnek vermiş ve Mehmed itaatsizlik ederse kullanmasını söylemiştir.[34] Molla Gürânî, Şehzade Mehmed'e dersini dikkate almayan bir öğrencinin hocası tarafından dövülmesi ile ilgili olan edebi bir cümleyi inceletmiş, Mehmed de durumun ciddiyetini kavrayarak eğitimine önem vermeye başlamıştır.[34]
Şehzade Mehmed'in medrese kökenli hocalarının yanı sıra, bilgi edindiği bazı Batılı şahsiyetler de vardı. Saruhan (Manisa) sarayında İtalyan hümanisti Anconalı Ciriaco ve saraydaki başka İtalyanlar onun Avrupa tarihi ile Antik Yunan filozoflarının hayatlarıyla ilgili kitaplar okumasına önayak olmuştu.[36] Bu durum Şehzade Mehmed'e çok kültürlülük kazandırmıştır. Topkapı Sarayı arşivinde bulunan, II. Mehmed'in şehzadelik yıllarına ait olan karalama defterinde Latin harfleri, Arap harfleri, Roma büstlerini andıran insan çizimleri ve Osmanlı figürleri bulunmaktadır.[35][37] Fâtih Sultan Mehmed'in Arapça ve Farsçanın yanı sıra Latince, Yunanca ve İtalyancayı çok iyi bilmesi, bu dönemdeki münasebetlerine dayandırılmaktadır.[37] Öte yandan, Mehmed'in çeşitli İslamî yazıları okumasının bir padişah olarak ihtirasları üzerinde önemli bir tesiri olacaktı. Konstantinopolis'i fethetme arzusu, Kindî ve İbn Haldun gibi Arap düşünürlerin yazılarından ilham aldı ve bir Müslüman ordusunun şehri fethedeceğini bildiren, İslam peygamberi Muhammed'e atfedilen bir söz tarafından daha da gelişti.[38]
II. Murad, 1443 yazında Karaman beyi İbrahim'i Anadolu'da yenilgiye uğrattıktan sonra Ekim ayında Edirne'ye döndüğünde János Hunyadi, Macar kralı Ladislas ve Sırp despotu Yorgo Brankoviç önderliğindeki bir Hristiyan ordusunun Tuna'nın güneyindeki Osmanlı topraklarını istila etmeye başladığı haberini aldı. Ordu; Tuna'yı hızla geçip ilerlemiş, Niş Muharebesi'ni kazanıp Niş ve Sofya'yı ele geçirmiş ve Balkan geçitlerine dayanmıştı. Aynı dönemde Amasya'dan Şehzade Ali'nin öldüğü haberi geldi.[39][40] İki ağabeyinin erken yaştaki ölümü sonucu Mehmed tahtın vârisi oldu.
II. Murad, Hristiyan ordusunun İzladi'de durdurulmasının ardından başlayan müzakereler sırasında Mehmed'i Manisa'dan Edirne'ye getirtti. 12 Haziran 1444 tarihinde, Edirne'de Macarlarla antlaşma yaptıktan bir ay sonra oğlu Mehmed'i Edirne'de Sadrazam Çandarlı Halil Paşa denetiminde "kaymakam" olarak bırakarak Hamitoğlu Beyliği topraklarını işgal eden Karamanlıların üzerine yürümek üzere Anadolu'ya geçti ve Karamanoğulları ile Yenişehir'de bir anlaşma yaptı.[41][42] Yenişehir'den ayrıldıktan sonra Ağustos ayında Mihaliç'te yeniçeri ağası Hızır Ağa ve diğer beylere tahttan oğlundan yana resmen çekildiğini duyurdu ve ordusu Edirne'ye dönerken kendisi Bursa'da kaldı.[43] II. Murad'ın 1444 yazında doğuda ve batıda barışı sağladığını düşünerek tahttan çekilmesi Edirne'de bir otorite boşluğu yaratarak devleti buhrana sürükledi. Dış siyasette ihtiyatlı davranmayı tercih eden Sadrazam Halil Paşa ile Mehmed'in etrafında toplanmış Şahabeddin, Zağanos ve Turahan paşalar arasında rekabet baş gösterdi.[42] Bu rekabet, 1444-1453 arasında Osmanlı Devleti'nde yaşanan başlıca politik gelişmelerin belirleyici etmenlerinden biri olmuştur.[42]
Ağustos başında Macar kralı Ladislas'ın Osmanlılarla yapılan barışı geçersiz sayarak yeni bir Haçlı seferine çıkacağını ilan etmesi başkent Edirne'de paniğe yol açtı ve halk şehri terk etmeye başladı. Konstantiniyye'de Rumların himayesinde olan ve Osmanlı tahtında hak iddia eden Orhan Çelebi, bu sırada Çatalca yakınlarında İnceğiz'e ve Dobruca'ya geçerek bir isyan girişiminde bulundu. Bu girişim, Şahabeddin Paşa tarafından önlendi ve Orhan Çelebi Konstantiniyye'e kaçtı.[42] Aynı dönemde başkentte kendini Hurûfilik taraftarlarının elçisi olarak tanıtan bir İranlı, halktan epey yandaş topladı. Mehmed de İranlının öğretisine ilgi duydu ve koruması altına aldı. Ancak Müftü Fahreddin ve Çandarlı Halil Paşa'nın bu duruma tepki göstermesi üzerine Mehmed çok geçmeden desteğini çekmek zorunda kaldı ve sonunda başkentte bir Hurûfi katliamı yaşandı.[44] Devletin müderrislerinden Fahreddin-i Acemi'nin, "kâfir oldukları" gerekçesiyle Hurûfilerin canlarının alınması gerektiği yolunda bir fetva çıkartması üzerine, Hurûfiler diri diri yakılarak öldürüldü.[45][46] Bu sırada şehirde çıkan bir yangında bedesten ile birlikte binlerce ev kül oldu.[47][48]
Eylül ayı sonlarında Kral Ladislas önderliğindeki Hristiyan ordusu Tuna'yı aşarak Edirne'ye doğru yürürken, bir Venedik filosu da Çanakkale Boğazı'nı kapattı. II. Murad, Sadrazam Halil Paşa'nın çağrısıyla Anadolu Hisarı'nın bulunduğu noktadan Rumeli'ye geçerek Edirne'ye geldi ve 10 Kasım 1444'te Hristiyan ordusunu Varna'da yenilgiye uğrattı.[49] Varna Muharebesi sırasında ve sonrasında Mehmed tahttan çekilmemişse de, padişah fiilen II. Murad'dı. Zağanos ve Şahabeddin paşalar, genç yaştaki padişahın otoritesini güçlendirmek için Mehmed'i Varna Muharebesi'ne götürmek istemişler; ama Sadrazam Halil Paşa buna mani olmuş ve onlara karşı II. Murad'a gerçek padişah muamelesi yapmıştı. Ancak II. Murad savaştan sonra oğlunun konumunu Konstantiniyye'deki Orhan Çelebi'ye karşı zayıflatmamak için fiilî durumu hakiki bir cülûs hâline getirmeden Manisa'ya çekildi.[50]
II. Murad, 1446'nın Mayıs ayında Sadrazam Halil Paşa'nın çağrısıyla bir kere daha Edirne'ye tahtına döndü. Bunun sebebi, Mehmed'in Konstantiniyye'ye saldırma planları yapıyor olmasıydı. Çandarlı Halil, kendi gücünü zayıflatacağı düşüncesiyle bu saldırıya karşı gelirken, Mehmed'in yandaşları olan Zağanos ve Şahabeddin bu planı destekliyordu. Sonunda Halil Paşa bir yeniçeri isyanı düzenleyerek Mehmed ve yandaşlarını iktidardan uzaklaştırdı.[49] Murad'ın yeniden tahta geçmesi üzerine Mehmed Manisa'ya çekildi, Zağanos da Balıkesir'e sürgüne gönderildi.[51]
Mehmed'in Manisa'daki ilk yıllarında neler yaptığına dair çok fazla bilgi yoktur. Muhtemelen, tahtı tekrar babası Murad'a bırakmasının hemen sonrasında; Arnavut, Sırp veya Fransız kökenli bir Hristiyan köle olan Gülbahar Hatun ile ilk evliliğini yaptı.[52] Babasının 1446'da Mora'ya düzenlediği sefere katılmadı. 1447 sonlarında ya da 1448 başlarında Gülbahar Hatun'dan, ileride padişah olacak Bayezid adında bir oğlu oldu.[53] 1448'de Macarlar ile yapılan II. Kosova Muharebesi'nde babasına Anadolu birliklerinin önderliğinde eşlik ederek ilk defa bir savaşta yer aldı.[26][54]
Mehmed, Manisa'da bulunduğu sıralarda oldukça başına buyruk bir biçimde hareket etti. Resmî olarak "Mehmed Çelebi Sultan" ünvanıyla anılan Mehmed'in o zamanki durumu, daha önce padişah olduğundan dolayı bir şehzadeninkinden farklıydı.[26] Onun rızasıyla Türk korsanları Ege'deki Venediklilere saldırdılar. Hicrî takvimle 852 (1448/1449) yılında Selçuk'ta kendi adına paralar bastırdı.[55] Şehzadelik dönemine ait defterinde kendi çizdiği tuğrası da bulunmaktadır. Osmanlılarda bir şehzade kendi adına para bastırıp tuğra çektirdiği takdirde normalde idam cezasına çarptırılsa da, II. Murad Mehmed'e müdahale etmemiştir. Bunun sebebi de büyük ihtimalle, Mehmed'in o sıralar II. Murad'ın tek oğlu olmasıdır.
1449'un Ağustos veya Eylül ayında annesi Hüma Hatun öldü.[56] 1450 yılında babasının İskender Bey üzerine yaptığı Arnavutluk seferine ve başarısızlıkla sonuçlanan Akçahisar Kuşatması'na katıldı.[54] Akçahisar'daki başarısızlığın ardından aynı yıl, Gülbahar Hatun ile olan birlikteliğini tasvip etmeyen babası tarafından Dulkadiroğulları Hanedanı'ndan Süleyman Bey'in kızı Sitti Mükrîme Hatun ile Edirne'de ikinci kez evlendirildi.[57]
II. Murad, 3 Şubat 1451 günü öldü. Mehmed babasının ölüm haberini Sadrazam Halil Paşa'nın özel ulak ile Manisa'ya gönderdiği mektupla aldı. Anlatılana göre, "Beni seven ardımdan gelsin!" diyerek atına atlayıp kuzeye doğru yola çıktı. Mehmed, 18 Şubat 1451 (Hicrî: 8 Muharrem 855) tarihinde Edirne'de ikinci kez tahta çıktı.[26] Çandarlı Halil Paşa'yı sadrazamlık makamında tutarken, İshak Paşa'yı da Anadolu beylerbeyi olarak atadı ve babasının cenazesine eşlik etmek üzere Bursa'ya gönderdi. Daha sonra babasının Candaroğulları beyinin kızından olan sekiz aylık oğlu Ahmed'i boğdurttu. Bu şekilde kardeş katli yasası da uygulamaya girmiş oldu. Ahmed'in cenazesi de babası Murad'ınkiyle birlikte Bursa'ya gönderildi.[58]
Artık "sultan" olan Mehmed, her ne kadar Çandarlı Halil Paşa'yı görevinde bıraktıysa da artık gerçek iktidar, kendisiyle birlikte lalaları Şahabeddin ve Zağanos paşaların başını çektiği savaşçı kesimin eline geçmişti. II. Mehmed'in amacı, Tuna'nın güneyindeki Balkan toprakları ile Fırat'ın batısındaki Anadolu topraklarını alarak büyük dedesi Yıldırım Bayezid'in oluşturmaya çalıştığı merkeziyetçi imparatorluğu kurmaktı. Ancak Bayezid'in aksine, bunu yapmak için önce Konstantiniyye'yi alması gerektiğini düşünüyordu.[59] Öte yandan gerek batıda gerekse de Doğu Roma kesiminde yeni padişah, genç yaşı ve tecrübesizliği dolayısıyla ilk başta önemli bir tehdit olarak algılanmamıştı. Bu görüş, Sultan Mehmed'in 1451'de Venedikliler, Cenevizler, Macarlar ve Sırplar ile babasının yapmış olduğu anlaşmaları yenilemesiyle pekişmişti.[60] Mehmed bununla da kalmayıp Doğu Roma'ya babası dönemindeki dostane ilişkileri devam ettireceğini ve Konstantinopolis'te Doğu Roma himayesinde olan Orhan Çelebi için yıllık 300 bin akçe ayırdığını bildirmişti.[61]
Mehmed'in yetersiz bir hükümdar olduğunu düşünen yalnızca Hristiyanlar değildi. Tahta geçmesinin ardından Karamanoğulları, yerel beylikleri yeniden diriltmek üzere ayaklandılar ve Seydişehir ile Akşehir'i ele geçirdiler. Bunun üzerine Mehmed, 1451 yazında Anadolu'ya geçti ve kısa sürede bu isyanı bastırdı. Bu sırada Mehmed'in Anadolu'da bulunmasını fırsat bilen Bizans imparatoru XI. Konstantinos, ulakları vasıtasıyla Şehzade Orhan'ın ödeneğinin yapılmadığını bildirip ödeneğin ikiye katlanmaması hâlinde Orhan'ın Osmanlı tahtında hak iddia etmesine izin vereceği tehdidinde bulundu. Mehmed ise sorunu çözeceğini söyleyerek elçileri gönderdi, ancak Edirne'ye döndükten sonra Orhan için ayrılmış gelirlere el koydu ve Konstantiniyye kuşatması hazırlıklarının başlamasını emretti.[62]
II. Mehmed, İstanbul'u kuşatma hazırlıklarına 1451 yılının sonlarında başladı. İstanbul Boğazı'nın Anadolu yakasında büyük dedesi Bayezid'in yaptırmış olduğu Anadolu Hisarı'nın karşısına o dönemde Boğazkesen adı verilen Rumeli Hisarı'nın inşa emrini verdi. İmparator Konstantin, Mehmed'e hisarın yapımı için kendisinden izin alması gerektiğini bildirmek için elçiler gönderdi ancak Mehmed elçileri kabul etmedi. İmparator en son 1452 yılı Haziran ayında barış görüşmeleri için bir kere daha elçilerini gönderdi ancak Mehmed elçileri yine reddetti. Bunun anlamı savaştı.
Hisar 1452'nin Ağustos ayında tamamlandı. Böylece boğazın kontrolü Osmanlıların eline geçmiş oldu. Boğazdan geçecek gemiler bundan böyle geçiş parası ödemek zorundaydı. Aksi takdirde gemiler top atışıyla batırılacaktı. 1452'nin sonlarında, ödeme yapmayı reddeden bir Venedik gemisi batırıldı ve kaptanı ile tayfası tutuklandı. Söz konusu toplar, Erdelli Urban adında bir top dökümcüsü tarafından yapılmıştı. Sultan Mehmed kendisinden Konstantiniyye'nin surlarını yıkabilecek güçte bir top yapıp yapamayacağını sormuş, Urban da "Ne Konstantinopolis, ne de Babil'in surlarının karşı koyabileceği bir top yapabileceğini" söylemişti.[63]
Öte yandan bu gelişmeler karşısında İmparator Konstantin, Papa ve İtalyan şehirlerinden umutsuzca yardım talebinde bulundu ama bunlar sonuçsuz kaldı. Yalnızca Cenova, 1452'nin Kasım ayında yardım göndermeye karar verdi ve Giovanni Giustiniani adında bir komutan öncülüğünde 700 kadar asker taşıyan Ceneviz kadırgaları 26 Ocak 1453'te Konstantiniyye'ye vardı. Konstantin, Giovanni Giustiniani'yi kara kuvvetlerinin başkumandanı yaptı.[63] Konstantinopolis'teki asker sayısı 8 bin civarındaydı, limanda ise 26 savaş gemisi bulunuyordu. Daha evvel 700 İtalyanı taşıyan 7 Girit ve Venedik gemisi Şubat ayında şehirden kaçmıştı.[64] Düzenli Osmanlı ordusundaki asker sayısı ise en az 50 bindi. Ayrıca Mehmed, yalnızca karadan kuşatmanın yeterli olmayacağını düşünerek bir donanma da hazırlatmıştı. Bu donanma bahar aylarında boğazın Marmara girişine vardı.[64]
Osmanlı ordusu 23 Mart 1453 tarihinde başkent Edirne'den hareket etti ve 2 Nisan'da Konstantiniyye'ye vardı. Aynı gün Haliç'in girişi zincirle kapatıldı. Karargâhını Romanus Kapısı'nın karşısına Maltepe'ye kuran Mehmed, son kez teslim çağrısında bulundu ama İmparator reddetti. 6 Nisan sabahı ilk saldırı başladı. II. Mehmed, şehri o zamana dek görülmemiş büyüklükte toplarla dövdü.[65] Kuşatma, aralıklı çatışmalarla 53 gün kadar sürdü. Konstantin, Giustiniani ile birlikte Romanus Kapısı'nı savunuyordu. Şehzade Orhan da Marmara kıyısındaki birliklerden birini yönetiyordu.[66]
20 Nisan 1453 günü Papa'nın gönderdiği üç Ceneviz gemisi ve Sicilya'dan gelen bir Rum yük gemisi şehrin açıklarında belirdi. Osmanlı donanması bunları durdurmak üzere harekete geçti ve Yenikapı önlerinde karşıladı. Şiddetli lodos, kürekli Osmanlı gemilerinin manevra yapmasını önlüyordu. Marmara Denizi'nde yapılan savaşın sonunda, akşam saatlerinde Ceneviz gemileri Haliç'e girmeyi başardı.[67] Bu, çok büyük bir başarısızlıktı ve kuşatmayı sürdüren ordunun da maneviyatını kırdı. Denizdeki mücadeleyi damlara çıkmış Bizans halkının ve Zeytinburnu kıyılarından bizzat II. Mehmed'in de seyrettiği rivayet edilir. Bu başarısızlık sadece asker üzerinde değil, ulemâ ve kumandanlar arasında da huzursuzluğa yol açmıştı.[67]
Donanmasını bir şekilde Haliç'e indirmesi gerektiğini anlayan II. Mehmed, gemilerini karadan geçirmeye karar verdi. Bunun için de, bugünkü Dolmabahçe'den Kasımpaşa'ya uzanan güzergâha kalaslar döşendi ve bir kısım gemi, silindirler üstünde 22 Nisan sabahında Haliç'e indirildi. Böylece Haliç'in kontrolü Osmanlıların eline geçti. Öte yandan kuşatmanın yedinci haftasında Osmanlılar hâlâ kesin bir sonuç alamamıştı.[66] Bu sırada da Osmanlı ordugâhında, kuşatmanın başarılı olamayacağı ve hemen kaldırılması gerektiği kanısındaki Çandarlı Halil ile gelecekleri kuşatmanın başarısına bağlı olan Sultan ve savaşçı grup arasındaki çekişme sürüyordu. Venedikliler ve Macarların güçlerini harekete geçirdikleri haberi geldiğinde, kurulan savaş meclisinde bu bir kez daha açığa çıktı. Bu noktada Sadrazam Halil Paşa son bir kez Mehmed'i teslim çağrısı yapmaya ikna etti, ancak İmparator teklifi yine reddetti. Bunun üzerine Osmanlılar, 29 Mayıs günü için son bir saldırı planladılar.[68]
Son saldırı hazırlıklarını Zağanos Paşa düzenledi.[68] Osmanlı ordusu 29 Mayıs'ın ilk saatlerinde taarruza başladı. Osmanlılar son taarruzu üç dalga hâlinde gerçekleştirdiler. İlk iki saat boyunca başıbozuklar surlara saldırdılar, ardından Anadolu birlikleri onların yerini aldı. Son olarak öldürücü darbeyi vurmak üzere yeniçeriler devreye girdi. Bu sırada yaralanan Giustiniani'nin savaş alanından ayrılması, şehri savunanlar arasında büyük moral bozukluğuna neden oldu.[69] Nihayet sabah saatlerinde Osmanlı askerleri, Kerkoporta adlı kapıdan içeri girmeyi başardılar ve kapının üzerindeki burca Osmanlı sancağını diktiler.[64] Sultan Mehmed öğleden sonra şehre girdi, Ayasofya'ya giderek namaz kıldı ve "Min-ba'd (Bundan sonra) tahtım İstanbul'dur." dedi.[68]
İskoç tarihçi ve yazar Lord Kinross, İstanbul'un Fethi'yle ilgili düşüncelerini şöyle yazmıştır:
İstanbul'un düşmesi, sadece Bizans İmparatorluğu'nun sonunu ve son etkili imparatorunun ölümünü belirler. Zira 150 yıldan beri devam edegelen Osmanlı akınlarıyla Bizans'ın bırakacağı boşluk, zaten yavaş yavaş doldurulmuş durumdaydı. Şehrin düşmesinden önce de Avrupa ile Asya'nın birleştiği bu noktanın hâkimi zaten Osmanlılardı. Bizans'ın o günlerde İslam okyanusu içerisindeki bir Hristiyan adacığından farkı kalmamıştı.
Ani bir fırtınadan sonra, oluklardan akan yağmur suları gibi oluk oluk kan aktı.
Şehir kılıç zoruyla fethedilmişti, bu yüzden dinî hukuka göre yağmalanabilirdi.[67] II. Mehmed, şehir fethedildikten sonra ordusuna üç günlük yağma izni verdi.[72] Bütün çatışmalar ancak öğleden sonra bitti. Halktan sağ kalanların tamamı tutsak edildi ve bir kısmı gemilere gönderildi, bir kısmı da surlar dışında kurulmuş olan Osmanlı çadırlarına gönderildi. Şehri devletin başkenti yapmayı planlayan ve bu yüzden daha fazla harap olmasını önlemek isteyen Sultan Mehmed, 30 Mayıs'ta savaş hâlinin bittiğini ilan etti.[72] Buradan hareketle yağmanın iki gün dahi sürmediği, 30 Mayıs'ta durduğu anlaşılmaktadır.[72] İmparator Konstantinos'un akıbeti ise meçhuldür. Guistiniani'den boşalan yeri doldurmak için bizzat çarpışmaya katılan İmparator, aldığı yaraların etkisiyle savaşta öldü.[67] İmparator'un ölümüne dair hayatta kalan bilinen hiçbir görgü tanığı yoktur.[73] Kimi kaynaklar cesedinin bulunamadığını söylerken, Franz Babinger gibi bazı tarihçiler ise İmparator'un cesedinin mor ayakkabılarından teşhis edildiğini yazar. Fransız yazar Alphonse de Lamartine, eserinde İmparator'un cesedinin bulunduğunu ve Sultan Mehmed'in Konstantin için Hristiyan usulü cenaze töreni düzenlediğini belirtir.[74] Şehzade Orhan ise keşiş kılığında şehri terk etmeye çalışırken yakalanıp idam edildi.[75] II. Mehmed, şehrin en büyük mabedi Ayasofya'ya giderek burada toplanmış olan halka ve din adamlarına güvenliklerinin sağlanacağı teminatını verdi.[67]
Fâtih Sultan Mehmed, İstanbul'u fethettikten sonra "Kayser-i Rûm" ünvanını, başka bir deyişle "Roma İmparatoru" ünvanını benimsedi.[11] Basılan yeni paralarda da Yunanca olarak "Bizans İmparatoru" ünvanını kullandı. Bu ünvan Batı dünyasınca da kabul edilmişti. Sultan Mehmed, 1481 yılında İtalyan sanatçı Costanzo da Ferrara'ya günümüzde dünyada sadece dört örneği bulunan bir madalyon yaptırdı.[76] Madalyonun üzerinde "Bizans İmparatoru Muhammed" yazması yer almaktaydı.[b][77] II. Mehmed kendisini Roma İmparatoru olarak görmekte ve devletini de Roma İmparatorluğu'nun varisi saymaktaydı. Bu ideal doğrultusunda İstanbul'dan sonraki hedefi de Roma şehriydi.
Ayrıca bu vesileyle İslam peygamberi Muhammed'in konuyla ilgili "Konstantiniyye elbet fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur." hadisine nâil olduğu için günümüzde Müslüman dünyasının bir kesiminde "kahraman" olarak görülmektedir.[78][79][80]
Fâtih Sultan Mehmed, İstanbul'un Fethi sırasında sergilediği tutumlar nedeniyle Sadrazam Çandarlı Halil Paşa'yı 1 Haziran 1453'te görevinden azletti. Çandarlı Halil Paşa'nın kuşatma sırasında ordudaki olumsuz söylentilere sebep olduğu ve Bizans'tan rüşvet aldığı düşünülmekteydi, ama bununla ilgili herhangi bir kanıt bulunamadı.[81] Şehir düştükten sonra Bizans megadükü Lukas Notaras'ın, Çandarlı Halil'in Bizans'la hep iletişim içerisinde olduğunu padişaha söylemesi üzerine şüpheler kuvvetlendi, sadrazamın mallarına el konuldu ve düzenlenen divan toplantısında azledildiği bildirilerek çocuklarıyla birlikte hapse atıldı.[82]
Yedikule Zindanları'na kapatılan Çandarlı Halil Paşa, zindandaki ilk günlerinde nazik muamele gördü. Kendisinden önce idam edilmiş bir sadrazam olmadığı ve ailesi kısa aralıklarla 154 yıldır iktidarda olduğu için son ana kadar idam edileceğine inanmadı.[83] Daha sonra çocukları serbest bırakıldı.[84] Ancak Çandarlı, azlinden kırk gün sonra, 10 Temmuz 1453'te Edirne'de veya İstanbul'da infaz edildi.[82][85] Ölümünden önce gözlerine mil çekildi. Boyun eğeceği yerde sultana dik dik baktığı iddia edilir.[86] Daha sonra oğlu İbrahim Paşa tarafından İznik'e götürülüp türbesine gömüldü. Devlet tarafından el konulan malları ise II. Bayezid devrinde çocuklarına geri verildi.[84] Çandarlı Halil Paşa, idam edilen ilk Osmanlı sadrazamıydı. Olayı yorumlayan tarihçilerin genel kanısı, Osmanlı Devleti'ne hizmet eden Çandarlı ailesi ile Osmanlı Hanedanı arasındaki rekabetin bu idama yol açtığı yönündedir.[83][85]
Bazı kaynaklara göre Çandarlı, Fatih'i sabırsız ve deneyimsiz buluyordu. Franz Babinger, Çandarlı Halil Paşa'nın ölümüyle II. Mehmed'in kendi otoritesini pekiştirmiş olduğunu ve herkesin genç sultana boyun eğdiğini belirtir.[87] Böylelikle hanedanına rakip aile bırakmayan Mehmed, halk arasında "Fâtih" diye iyice anılır oldu. Ayrıca Sultan Mehmed, artık divan toplantılarına katılmamaya ve halkla teması eskiye nazaran düşük tutmaya başladı; böylece Osmanlı padişahlarının halktan kopuk yaşamı başlamış oldu.[88][89]
Fetihten sonra "Fâtih" ünvanıyla anılmaya başlayan II. Mehmed, şehrin ticaret merkezi olan Galata'dan kaçmış olan Rumların ve Cenevizlilerin şehre dönmesini sağladı ve Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin yeniden açılmasına izin verdi.[67] Ayrıca bir Yahudi Hahambaşlığı ile bir Ermeni Patrikhanesi kurdurdu. II. Mehmed, İstanbul'u farklı dinlerden insanların bir arada yaşadığı, ticaret ve kültür merkezi olan bir imparatorluk başkenti yapmayı amaçlıyordu.
II. Mehmed, fethin hemen ardından şehrin onarımına başladı. Amacı Doğu Roma İmparatorluğu'nu yıkmak değil, onu Osmanlı yapısı içinde diriltmekti. Kuracağı imparatorluk bir İslam devleti olmakla birlikte Doğu Roma İmparatorluğu gibi kozmopolit bir yapıya sahip olacaktı. II. Mehmed'in emri sayesinde Ayasofya tahrip edilmedi; daha sonra Ayasofya'nın camiye çevrilmesi sebebiyle mozaiklerinin sökülmesi icap etti, ancak sultanın emriyle mozaikler sökülmeyerek kireçle kaplandı.[90] Ayasofya'yla beraber çok sayıda kilise ve manastır da camiye ve medreseye çevrildi.[90] Medreselerde eğitim vermeleri ve bilim çalışmaları yapmaları için Semerkant, Bağdat, Kahire, Şam, Buhara gibi şehirlerden âlimler davet edildi.[88] Daha sonra, 1462-1470 arasında tamamlanan Sahn-ı Seman Medresesi'ne gelir getirmesi için bazı binalar ve araziler bağışlandı.[88]
Şehirde Rum Ortodoks Patrikhanesi, Ermeni Patrikhanesi ve Yahudi Hahambaşı bulunmasına izin veren Sultan Mehmed, 1454'te Yorgo Skolaris'i (II. Gennadios) yeni Ortodoks patriği olarak atadı. Ayasofya camiye çevrildiğinden, Patrikliğe resmî makam yeri olarak Havariyyun Kilisesi verildi. Şehirdeki Yahudilerin hahambaşı olarak Moşe Kapsali atandı. 1461 yılında ise Bursa piskoposu Hovagim, İstanbul Ermeni Patriği olarak atandı.
İstanbul'da Osmanlı hâkimiyetinin başlamasıyla beraber, demografik yapı da ciddi değişime uğradı. Fetih sırasında şehir nüfusunun 30 ila 40 bin arasında olduğu tahmin edilmektedir.[88] II. Mehmed, başta sanatkârlar olmak üzere birçok insanın İstanbul'a iskân edilmesi emrini verdi. Halk buna sıcak bakmasa da, gönüllü gelecek olanların istedikleri mülke sahip olabileceği haberinden sonra birçok insan şehre yerleşti. İstanbul çevresindeki tarım arazilerinin işlenmesi için Avrupa'da esir alınan insanlar getirildi.[88] Bunun haricinde, isyan tehlikelerinin olduğu Konya, Karaman ve Aksaray yörelerinden de mecburi iskânlar yapıldı.[91] II. Mehmed, Theodosius Forumu'nun olduğu yerde ilk sarayının inşasını başlattı. Daha sonraki yıllarda ise Sarayburnu'nda Topkapı Sarayı'nı inşa ettirdi. Yaklaşık 1478 yılında inşası tamamlanan Topkapı Sarayı, bundan sonra uzunca bir süre başkentin idare merkezi ve Osmanlı padişahlarının resmî ikâmetgâhı oldu.[92]
1477 yılında İstanbul'un nüfus sayımı yapıldığında ortaya çıkan tablo şu şekildeydi:
İSTANBUL | ||
---|---|---|
Halk | Hâne | Yüzde oranı |
Müslümanlar | 8.951 | 60 |
Rum Ortodokslar | 3.151 | 21,5 |
Yahudiler | 1.647 | 11 |
Kefeliler | 267 | 2 |
İstanbul Ermenileri | 372 | 2,6 |
Karaman Ermeni ve Rumları | 384 | 2,7 |
Çingeneler | 31 | 0,2 |
TOPLAM | 14.803 | 100 |
GALATA | ||
Halk | Hâne | Yüzde oranı |
Müslümanlar | 535 | 35 |
Rum Ortodokslar | 592 | 39 |
Avrupalılar | 332 | 22 |
Ermeniler | 62 | 4 |
TOPLAM | 1.521 | 100 |
GENEL TOPLAM | 16.324[c] |
Sultan Mehmed'in İstanbul'un Fethi'nden sonraki ilk seferi, 1389'daki I. Kosova Muharebesi'nden o yana Osmanlı İmparatorluğu'nun vasal devleti olan Sırbistan'a yönelikti. Osmanlıların Sırp Despotluğu ile bir bağlantısı vardı: II. Mehmed'in babası II. Murad'ın eşlerinden biri olan Mara Hatun, Sırp despotu Đurađ Branković'in kızıydı.[93] İstanbul'un Fethi'nden sonra Osmanlı'ya bağlılığını bildiren ve ele geçirdiği kaleleri geri veren Sırplar, Macarlar ile iş birliği yaparak yeniden düşmanlıklarını göstermeye başladılar.[93] Bunun üzerine Osmanlı ordusu 1454'te Edirne'den Sırbistan'a doğru yola çıktı. 1454-1457 arasında üç kez peş peşe Sırbistan'a sefer düzenlendi ve Belgrad dışındaki bütün Sırp toprakları ele geçirildi.
Osmanlı ordusu, 14 Temmuz 1456'daki Belgrad Kuşatması'nda şehri János Hunyadi'den fethetmeye çalıştı ancak başarısız oldu. Sultan bunun üzerine Edirne'ye çekildi ve Sırbistan'ın bazı bölgelerinin mülkiyetini geri aldı. Ancak yıl sonundan önce, 79 yaşındaki Sırp kralı Đurađ Branković öldü. Sırpların bağımsızlığı, Osmanlı İmparatorluğu'nun topraklarını resmen ilhak etmesine kadar yalnızca iki yıl hayatta kaldı. En küçükleri Lazar Branković, annesini zehirledi ve kardeşlerini sürgüne gönderdi; ancak kısa süre sonra o da öldü. Devam eden kargaşada en büyük erkek kardeş Stefan Branković tahta çıktı.[93]
Bu sıralarda Mora Seferi'nde bulunan II. Mehmed, Sırp meselesine son verilmesini emretti. Osmanlı İmparatorluğu'nun Sırp siyasetinde başlıca rol oynayan Veli Mahmud Paşa, 1459'da başkentleri Semendire'yi ele geçirilerek Semendire Sancakbeyliği'ni oluşturdu ve Sırp Despotluğu yıkılmış oldu.[93][94] Böylece Sırbistan'da 350 yıl sürecek Osmanlı hâkimiyeti başladı.
İstanbul'un Fethi'nden sonra Bizans imparatoru XI. Konstantinos'un kardeşleri, rakipleri Kantakuzinos ailesine karşı, Mora'da Osmanlılardan yardım istemişlerdi. Turahanoğlu Ömer Bey, akıncıları ile duruma müdahale etti ve muhalifler bertaraf edildi. Fakat bu sefer, iki kardeş olan Dimitrios ve Thomas arasında mücadele başlamıştı. Bölge ülkelerinin Mora'yı istila niyetlerini iyi bilen Fâtih Sultan Mehmed, 1458'de harekete geçti. Korint'i ele geçiren Mehmed, Mora'nın bir kısmını merkeze bağlayarak burada bir sancak oluşturdu.[95] Atina ve diğer bölgeler ise Osmanlı yönetimini kabul etti.[96] Kardeşi Dimitrios'a karşı Arnavutların desteğini alan Thomas'ın Osmanlılarla yapılan anlaşmayı bozması üzerine ikinci kez Mora'ya sefer düzenlendi.[96]
Osmanlıların zaferiyle biten sefer sonrasında Bizans İmparatorluğu'nun son uzantılarından biri olan Mora Despotluğu tarihe karıştı. Mora'nın son despotlarından Thomas; Korfu'dan İtalya'ya, Papa'nın yanına kaçtı. Mehmed, beraberinde götürdüğü Dimitrios'u ise Edirne Sarayı'nda zorunlu ikamete mecbur etti ve kendisine İmroz, Limni, Semadirek ve Taşoz adalarından vergi toplama imtiyazı verildi. 1467 yılında ise Dimetoka'ya sürgüne gönderildi.[96]
İstanbul'un Fethi'nin ardından Trabzon imparatoru IV. İoannis, Fâtih Sultan Mehmed'e vergi vermeye başladı. Fakat tam bu sırada, Canik'e gelip buradaki Türkmenleri kendisine katan Şeyh Cüneyd, Trabzon'a yürüyerek şehri ele geçirmeyi ve Komninos Hanedanı'na son vermeyi hedefledi. Trabzon merkezli yeni bir devlet kurmak isteyen Şeyh Cüneyd ve Türkmenler, 1456'da Trabzon önlerine kadar geldilerse de şehri alamadılar.[97] Şehir bundan beş yıl sonra, İstanbul'u aldığından dolayı Doğu Roma İmparatorluğu'nun eski topraklarında hak iddia etmeye başlayan II. Mehmed'in yeni hedefi hâline geldi.[97] Sultan Mehmed, önce Hızır Bey'i donanmayla Trabzon'a gönderip bir keşif harekâtı yaptırdı, ardından Trabzon'un üzerine yürüdü. Gelibolu sancakbeyi olan Kasım Bey de donanması ile askerî harekâta destek verdi.
Karadan zorlu yolları aşarak Trabzon'a ulaşan II. Mehmed şehri kuşattı. Bazı kaynaklara göre altı, bazılarına göre ise dört hafta süren kuşatmanın ardından, Ağustos veya Eylül 1461'de şehir teslim oldu.[97] Şehre giren Fâtih, birkaç gün burada kaldı ve idaresini Gelibolu sancakbeyi Kasım'a bıraktı. Böylelikle, 1204'teki Dördüncü Haçlı Seferi'nde İstanbul'un ele geçirilmesinden sonra Trabzon'a kaçan Bizans asillerince kurulan ve 257 yıl boyunca Doğu Karadeniz'de hüküm süren Trabzon İmparatorluğu da tarihe karışmış oldu.
Yıldırım Bayezid zamanında vergiye bağlanan Eflak Prensliği'nin başına, 1456 yılında Fâtih tarafından III. Vlad (Kazıklı Voyvoda) getirildi. Osmanlılara bağlı görünen Vlad, aslında gizliden gizliye düşmanlık ediyordu. Vlad Dracula, Macar kralı ile bir ittifak yaptı ve Mehmed'in Trabzon'u fethetmek için uzaklaşmasından faydalanarak Tuna üzerindeki Osmanlı kalelerine saldırdı; ayrıca Sultan'ın elçilerini kazığa oturttu. Bunun üzerine Fâtih, 1462 yılı yazında Eflak'ı istila edip Vlad'ı kaçırdı ve onun yerine kardeşi Radu'yu (III. Radu) voyvoda tayin etti.[94] Radu tam anlamıyla İstanbul'a tâbi oldu ve vergisini ödedi.[98] Fâtih Sultan Mehmed, akıncı birliklerinin komutanı Mihaloğlu Ali Bey'i Osmanlı garnizonu başında Radu'un tahta çıktığı başkent Targovişte'de bıraktı. Eflak'ın yıllık haracı 10 bin düka altın olarak belirlendi.
Sefer sonucunda Eflak'ın direnci tamamen çökertildi ve Osmanlı İmparatorluğu'na bağımlılığı tartışmasız hâle geldi.[99] Bu seferle Osmanlılar, çok az bir kayıpla büyük bir ülkeyi nihai olarak egemenlikleri altına aldılar.[99] Fâtih Sultan Mehmed bir sonraki sefer mevsiminde (1463) Bosna Krallığı'nın üzerine yürümeyi aklına koyarken, 1462 sefer mevsimini ise Midilli'yi fethederek nihayetlendirdi.[100]
Osmanlı Devleti'ne vergi yoluyla bağlı olan Bosna Krallığı'nın anlaşmalara riayet etmemesi üzerine Üsküp'ten harekete geçen Fâtih, Sadrazam Mahmud Paşa ve Turahanoğlu Ömer Bey'e Bosna'nın tamamen fethedilmesi emrini verdi. 1463 yılındaki seferle Bosna kralı Osmanlı hâkimiyetini yeniden tanıdı. Ancak şeyhülislamın da fetvasıyla daha sonra öldürüldü ve bu topraklarda Bosna Sancakbeyliği oluşturuldu.[102][103] Fakat ordunun İstanbul'a dönmesi üzerine aynı yıl Macar kralı Bosna'ya girdi. İkinci kez düzenlenen seferle Osmanlılar, Yayçe dışındaki bütün kale ve şehirleri yeniden ele geçirdiler. Bosna seferleri esnasında Hersek kralı Stefan Vukçiç Kosariç de ülkesinin bir kısım toprağının Osmanlılara doğrudan bağlanması şartıyla tahtında bırakıldı. Ancak 1483 yılında Hersek tamamen Osmanlı toprağı hâline gelecektir.
Fâtih Sultan Mehmed, Bosna'yı Osmanlı topraklarına kattığı zaman, teslisi reddeden Hristiyan mezhebi olan Bogomil mezhebindeki Bosnalılara çok iyi davranmıştır. Hem Katolik hem de Ortodoksların kendi kiliselerine almak için baskı yaptıkları Bogomiller, bu sebeple Osmanlı yönetimine sıcak bakmışlardır.[104] İsa'yı Allah'ın kulu ve peygamberi tanıyan inançlarıyla Müslümanlara benzeyen Bogomiller, kendilerine sağlanan din ve vicdan hürriyetinden etkilenerek zamanla Müslüman olmuşlardır.[105] O zamandan itibaren de Müslüman Bosnalılara "Boşnak" denilmeye başlanmıştır.
Fâtih Sultan Mehmed'in Bosna Fransiskanları'nın özgürlüğü ile ilgili olan fermanı:
Ben Fâtih Sultan Han. Bütün dünyaya ilan ediyorum ki, kendilerine bu Padişah Fermanı verilen Bosnalı Fransiskanlar himayem altındadır ve emrediyorum:
Hiç kimse ne bu adı geçen insanları, ne de onların kiliselerini rahatsız etmesin ve zarar vermesin. İmparatorluğumda huzur içinde yaşasınlar. Bu göçmen durumuna düşen insanlar özgür ve güvenlik içinde yaşasınlar. İmparatorluğumdaki tüm memleketlere dönüp korkusuzca kendi manastırlarına yerleşsinler.
Ne padişahlık eşrafından, ne vezirlerden veya memurlardan, ne hizmetkârlarımdan hiç kimse bu insanların onurunu kırmayacak ve onlara zarar vermeyecektir. Hiç kimse bu insanların hayatlarına, mallarına ve kiliselerine saldırmasın, hor görmesin veya tehlikeye atmasın. Hatta bu insanlar başka ülkelerden devletime birisini getirirse onlar da aynı haklara sahiptir.
Bu padişah fermanını ilan ederek burada; yerlerin, göklerin yaratıcısı ve efendisi Allah, Allah'ın elçisi aziz Peygamberimiz Muhammed ve 124 bin peygamber ile kuşandığım kılıç adına yemin ediyorum ki; emrime uyarak bana sadık kaldıkları sürece tebaamdan hiç kimse bu fermanda yazılanların aksini yapmayacaktır.
28 Mayıs 1463[106]
1463 sonbaharında Venedikliler Argos'u geri aldılar ve Germe Hisarı'nı aceleyle tekrar yükselttiler. Mora'da birçok kale ve şehir isyan ederek Venedikliler ile birleşti. Yarımada içindeki Müslümanlar da kalelere kapanıp kaldılar.[94] Aynı tarihlerde (Aralık 1463) Macar kralı, Bosna'nın başkenti Yayçe'yi zaptetti. Venedik donanması Çanakkale Boğazı dışında dolaşıyordu. Fâtih Sultan Mehmed her tarafta beliren bu tehlikeler karşısında köklü önlemler aldı. Sadrazam Veli Mahmud Paşa'yı kuvvetli bir ordu ile Mora'ya gönderdi.[94] Mora'da Venedikliler yenilerek yarımadayı bir kez daha Osmanlılara bıraktılar.[94] Sultan II. Mehmed, İzdin'e geldiği zaman orada harekâtın başarı ile sonuçlanmış olduğunu öğrendi.
II. Mehmed, 1474-1478 yıllarında tekrar Venedik topraklarına karşı seferlere girişti. Rumeli beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa, Arnavutluk'taki en güçlü Venedik kalesi olan İşkodra'yı muhasara ettiyse de alamadı. 1475'te kuvvetlerini Kefe üzerine göndermeye hazırlanan Fâtih, Venedik ile tekrar barış görüşmelerine girişti. 1477'de Venedik'e karşı yeniden saldırıya geçti. Süleyman Paşa bu defa Venedik'e ait İnebahtı üzerine yürüdü, ancak kale zaptedilemedi. Aynı tarihte Arnavutluk'ta Venedik tarafından savunulan Kroya (Akçahisar) Kalesi abluka altına alındı.[94] Evrenosoğlu Ahmed Bey, denizden gelen bir Venedik yardımcı kuvvetini sahilde karşılayarak bozguna uğrattı.
1478-1479'da Mora'da Venediklilere ait yerlere saldıran Turahanoğlu Ömer Bey, bir Venedik donanmasını püskürtmeyi başardı. II. Mehmed, 1478 baharında bizzat kendisi Arnavutluk'ta Venediklilere karşı sefere çıktı. İşkodra'yı muhasara etti. Kuvvetle tahkim edilmiş olan bu sarp kale şiddetli topçu ateşiyle hücumlara dayandı. Sonra Fâtih, etraftaki bazı kaleleri zaptettirdi. İşkodra'yı abluka altında bulundurarak 8 Eylül'de kendisi çekildi. Aynı yılın başında Venedik ile İstanbul'da başlayan barış görüşmeleri Fâtih'in İşkodra seferinden sonra tekrar ele alındı ve 25 Ocak 1479 tarihinde, 16 yıl süren bu uzun savaşa son veren antlaşma imzalandı.[94] Ticaret serbestliği karşılığında Venedik her yıl 10.000 altın ödemeyi, ayrıca eski borcu olan 100 bin dükayı iki yılda vermeyi kabul etti. Venedik, İstanbul'da halkının hukuk işlerinde hüküm vermek hakkına sahip oldu.[94]
Osmanlılar ile Akkoyunlular arasındaki düşmanlık, Yıldırım Bayezid ve Kara Yülük Osman Bey zamanına dek uzanıyordu.[107] O yıllarda Osmanlılar Karakoyunlular ile müttefikken, Akkoyunlular da Timur'u desteklemişlerdi.[108] Şimdi ise, Fâtih Sultan Mehmed'in Trabzon İmparatorluğu'nu ortadan kaldırmasından ve Orta Anadolu'da Karamanoğulları Beyliği üzerinde hâkimiyet kurmasından sonra doğudaki en güçlü rakibi, o sıralarda İran ve Doğu Anadolu'nun önemli bir kısmına sahip olan ve Sünni İslam dinine mensup olan Diyarbekir-Tebriz merkezli Akkoyunlular Devleti olmuştu.[109][110] Akkoyunlular Devleti'nin başında bulunan Uzun Hasan, Anadolu'da 70 sene önceki Timur'un siyasetine benzer faaliyetlerde bulunuyordu. Osmanlı Devleti ile savaş hâlindeki Venedikliler ile diplomatik ilişkiler kurmuştu ve Macaristan, Rodos Şövalyeleri ve Kıbrıs Krallığı ile Osmanlı aleyhine ittifak çalışmalarında bulunmuştu.[109]
1466'dan itibaren Osmanlı kuvvetleri Orta Anadolu'ya girerek Karamanoğulları'nı takibe başladı. Karamanoğlu kuvvetleri doğuya kaçarken Akkoyunlular sınırı geçti. Akkoyunluların Osmanlı topraklarındaki harekâtının haberi İstanbul'a ulaşınca, Fâtih Sultan Mehmed otağını Üsküdar'a kurdurup sefer hazırlıklarına başlanmasını emretti. Sultan Mehmed tarafından tekrar sadrazamlık makamına getirilen Mahmud Paşa, kışın yaklaşmasından dolayı hazırlıkların tamamlanamayacağını söyleyerek padişahı seferin bahara ertelenmesine razı etti ve Akkoyunlular üzerine Konya valisi Şehzade Mustafa gönderildi.[109] Ertesi yıl Sultan, bizzat ordunun başına geçerek doğuya yürüdü.
Uzun Hasan'ın ordusu, Karamanoğulları'ndan arda kalanlarla takviye edilmişti. Ordu kalabalık fakat düzensizdi. Asıl gücünü hafif süvariler ve mızraklı piyadeler oluşturuyordu. Uzun Hasan'ın amacı, Osmanlı sipahilerini mızraklı yayalarla devirmek ve süvarileriyle de kıskaca sarıp yok etmekti. Osmanlı ordusunda ise her ne kadar topçu yeniçeriler olsa da, asıl çarpışmalar sipahiler arasında gerçekleşti. Meydan savaşında sonucu belirleyecek olan da sipahiler ile akıncıların hücumu idi. Ancak Fâtih Sultan Mehmed, İstanbul'un Fethi sırasında gücünü ispatlayan topların bu savaşta da kullanılmasını istiyordu. Bu amaçla ilk kez hafif havan topları üretildi ve bunlar doğu seferine götürüldü. 11 Ağustos 1473 tarihinde Erzincan civarındaki Otlukbeli mevkiinde gerçekleşen savaşta Osmanlılar, Akkoyunlu kuvvetleri karşısında büyük bir zafer elde etti.[109]
Savaş sırasında hem Şehzade Mustafa hem de Şehzade Bayezid'in hücumlarına karşı koyamayan Uzun Hasan, yerine kendisine benzeyen bir askerini bırakıp savaş alanından kaçtı.[111] Zaferden sonra Osmanlı beyleri düşmanı takibi önerse de II. Mehmed ileri gitmedi.[111] Arazi pusu kurmaya elverişliydi. Keşif birliklerinin düşmanı fark etmede geç kalmasını da göz önünde bulunduran Sultan Mehmed, düşmanın gitmesine göz yumdu.[111] Ertesi yıl çatışmalar devam ettiyse de Akkoyunlular için çöküş dönemi başladı.[112] Savaştan sonra II. Mehmed, pek çok ülkeye çeşitli dillerde fetihnâmeler yolladı. Bunlardan biri de Timurlular'a yollanan, Uygur alfabesiyle yazılmış olan fetihnâmedir.[113] Otlukbeli Muharebesi'nde elde edilen zafer, 1402'deki ağır ve büyük Timur mağlubiyetinden sonra doğudan gelecek bir tehlike korkusu taşıyan Osmanlılara büyük bir moral kazandırdı.[109][114] Bu muharebe ayrıca, birçok tarihçiye göre döneme oranla kullanılan taktik, teknoloji ve insan gücü bakımından 15. yüzyılın en büyük savaşlarından biri olarak kabul edilmektedir.[115] Osmanlı Devleti'nin bu zaferi, Akkoyunluların kendilerini bir daha toparlayamamalarına ve kısa bir süre sonra tarih sahnesinden çekilmelerine yol açtı.[109] Onların boşluğunu ise; Şii mezhebine mensup olan, 1501'de kurulan, Osmanlılar için daha önemli ve ciddi bir rakip olan İran merkezli Safevîler doldurdu.
Osmanlı kuvvetleri 1468'de önce Karamanoğulları'nın hâkimiyetindeki Gevale'yi, ardından Konya'yı aldı ve buraya Şehzade Mustafa idareci tayin edildi. 1464-1469 arasında hüküm süren Karaman beyi Sultanzâde Pîr Ahmed ise mücadeleye devam etti ve Karamanlıların Toroslar bölgesini idaresi altında tuttu. Karamanlı kuvvetleri, karşı saldırıları ile bazı yerleri yeniden ele geçirdiler.[116] Bu sıralarda Uzun Hasan meselesini bertaraf eden Sultan Mehmed'in Anadolu'da kendisini ciddi surette tehdit edecek bir güç kalmamıştı. Ancak Fâtih, Akkoyunlu seferinde iken Venediklilerle iş birliği yapan Kasım Bey liderliğindeki Karamanoğulları Beyliği'ne artık son vermek istiyordu.[117] Karamanoğulları'nın elinde kalan dağlık bölgeler, Niğde ve Kayseri yöresindeki Develihisar'a yönelik düzenlenen Osmanlı seferi 1474 yılında başarıyla sonuçlandı ve Karamanoğulları Beyliği tam anlamıyla kontrol altına alındı.[116]
Boğdan Prensliği, 1455'te Osmanlı hâkimiyetini tanımak ve yılda 12 bin altın vermek suretiyle anlaşma yapmışlardı. Boğdan voyvodası Ştefan Çel Mare, uzun bir süre vergisini ödediyse de Fâtih'in karada ve denizde yaptığı savaşlar sırasında bağımsızlığını ilan edecek faaliyetlere girişmişti. Ayrıca Fâtih'in 1473'te Akkoyunlu sultanı Uzun Hasan'a mağlup olabileceğini hesaba katarak Macarlarla iş birliği içerisine girip Osmanlı topraklarına saldırı hazırlıkları yapmışlardı.[118][119]
Ştefan Çel Mare, bir süre sonra Türklere vergi vermeyi kabul etmeyerek harekete geçti ve 1475'te Rumeli beylerbeyi Süleyman Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerini yendi. Ertesi yıl Fâtih Sultan Mehmed bizzat Boğdan seferine çıktı. Fâtih önce Varna civarında Ştefan'a verginin ödenmesini ve Kili limanının teslimini teklif etti.[120] Teklifin reddedilmesi üzerine Osmanlı ordusu Boğdan birliklerini Akdere mevkiinde büyük bir yenilgiye uğratarak Suceava'ya girdi, ama kaleyi ele geçiremedi. O sırada Osmanlı ordusunda kıtlık ve veba çıkması ve Macar kralının da savaş hazırlıklarına başlaması üzerine Fâtih Sultan Mehmed geri çekildi. Fakat birkaç ay sonra kışın tekrar sefere çıkan padişah, Macarlar tarafından Tuna kıyılarında yapılan kaleleri yıktı.[119][120]
II. Mehmed ile aynı sarayda yetişen ve daha sonra Papalık ve Napoli Krallığı'nın desteği ile harekete geçen Arnavutluk hâkimi İskender Bey, vurkaç taktiği ile Osmanlı kuvvetlerine baskınlar düzenlemekteydi. II. Murad, Arnavutluk üzerine üç büyük sefer düzenlemiş olsa da her seferinde Macar tehlikesi nedeniyle bu kuşatmalar kaldırılmak zorunda kalmıştı. II. Mehmed'in tahta geçtiği 1451'e kadar savunma durumunda bulunan İskender, 1452'de Napoli Krallığı ile yaptığı anlaşma sonrasında saldırgan bir tutum takındı.[121] 1455 yılında Fâtih'in Sırbistan seferini fırsat bilen İskender Bey, ordusuyla beraber Türklerin elinde bulunan Berat'ı kuşattı.
1464'te İskender Bey, Osmanlı ile imzaladığı barış antlaşmasını Venedik ve Macarların desteğiyle bozarak Osmanlı İmparatorluğu'na ait kaleleri kuşatmaya başladı. Bunun üzerine Fâtih, Balaban Paşa komutasında bir orduyu Arnavutluk üzerine gönderdi. Balaban Paşa, İskender Bey'in birliklerine karşı birkaç küçük galibiyet alsa da; Papalık ve diğer devletlerden aldığı kuvvetlerle Türklere saldıran İskender Bey, Balaban Paşa'yı öldürdü ve İlbasan Kalesi'ni kuşattı.[121] Ayrıca bu çatışmada Osmanlı kumandanlarından Yakup Paşa da öldürüldü.[121] Gelişen bu olaylar üzerine Fâtih, 1467'de II. Arnavutluk seferine çıktı.
1467 yılının baharında Osmanlı ordusu Arnavutluk'a doğru harekete geçti. Fâtih Sultan Mehmed'in büyük bir ordu ile üzerine geldiği haberini alan İskender, İlbasan Kuşatması'nı kaldırarak çekildi.[121] Buna rağmen Fâtih, seferi sonlandırmadı. 1468'de İskender Bey öldü ve yerine oğlu II. Con Kastrioti geçti. Fâtih Sultan Mehmed'in 1478'de başlattığı üçüncü ve nihai Arnavutluk seferinde ise Arnavutların elinde kalmış olan Kroya ve İşkodra kuşatıldı. 1479 yılında Arnavutluk da bir Osmanlı vilayeti durumuna geldi.[121][122][123]
Sultan Mehmed, İstanbul'un Fethi'nden sonra Karadeniz kıyılarında Osmanlı egemenliğinin yerleştirilmesini, genişleme siyasetinin ana hedeflerinden biri hâline getirdi.[124] Ticaret yolları üzerinde yer alan ve Cenevizlilerin elinde olan Kırım, müteakip yıllarda Osmanlıların odağında yer aldı.[124] Hindistan, Çin, Türkistan ve Sibirya'dan çeşitli emtiaları taşıyan yolların birleştiği bir mevkide bulunan Kırım; Rusya, İskandinavya, Lehistan ve Litvanya ile ticarette de kilit rol oynuyordu.[124] Esasen Osmanlı donanmasının Ceneviz kolonisi olan Kefe'ye yönelik 1454 ve 1469 yıllarındaki seferleri bölgedeki Osmanlı nüfuzunu pekiştirmiş, bununla birlikte Cenevizlilerin mevcudiyeti ile Kırım Hanlığı'nın iç siyasetine müdahalelerine son verilememişti. Doğudaki Akkoyunlu tehdidini Otlukbeli Muharebesi (1473) ile bertaraf eden II. Mehmed, kuzeyindeki hedeflerine yönelme olanağı buldu. Bu çerçevede 1475 yılında Boğdan Prensliği üzerine Hadım Süleyman Paşa komutasındaki Rumeli ordusunu sevk ederken Kırım üzerine de Sadrazam Gedik Ahmed Paşa komutasındaki Osmanlı donanmasını gönderdi.[124]
Gedik Ahmed Paşa, 4 Haziran 1475'te Kefe Kalesi'ni kuşattı. 9 Haziran'da kale teslim oldu ve Türk birlikleri kaleye girdi.[125] Kefe'nin Osmanlılarca ele geçirilmesinin ardından Gedik Ahmed Paşa, Cenevizliler tarafından hapse atılmış olan Kırım Hanı Mengli Giray'ı kurtardı ve onunla Kırım Hanlığı üzerinde Osmanlı himayesi kuran bir anlaşma yaptı.[126] Daha sonra Osmanlı donanması; Sudak, Kerç ve Azak'ı süratle ele geçirdi.[126] Bu üç kalenin fethiyle beraber Kırım Yarımadası'nda ve tüm Karadeniz'de Ceneviz hâkimiyeti sona erdi. Osmanlılar son olarak adanın güneyinde varlık gösteren Theodoro Prensliği adlı devletçiğin merkezi olan Mangup Kalesi'ne yöneldiler ve burayı da idarelerine bağladılar.[127]
1475'teki bu Kırım Seferi, Osmanlı donanmasının 1470'teki Eğriboz Seferi'nden sonra ikinci büyük çaplı ve denizaşırı askerî harekâtını teşkil etti. Bu harekâtın sonunda Kırım'daki Ceneviz varlığı sona erdirilirken, Kuzey Karadeniz ticaret yolları da kesin olarak Osmanlıların egemenliğine girdi.
1479 Osmanlı-Venedik Antlaşması ile Osmanlı tehlikesini atlatan Venedik Cumhuriyeti, Katolik Ferdinand olarak bilinen İspanya kralıyla savaşıyordu. Napoli kralı Ferdinand da bu savaşta İspanya'yı destekliyordu. Napoli'ye sorun çıkarmak isteyen Venedik, İstanbul'a bir elçi yolladı.[128] Elçi, Puglia ve Calabria gibi büyük şehirlerin Doğu Roma İmparatorluğu'na ait olarak Yunan göçmenler tarafından kurulmuş olması dolayısıyla Mora ve Bizans fatihinin bu bölgeleri kendi malı olarak isteme hakkı olduğuna Sultan II. Mehmed'i ikna etti. Napoli Krallığı'nın Osmanlı ile yapmış olduğu ittifak anlaşmasını bozmasını da göz önüne alan II. Mehmed, Gedik Ahmed Paşa'ya donanmasını hemen yukarı Arnavutluk sahilinden Avlonya limanına götürmesini ve oradan asker alarak Puglia kıyılarına çıkmasını emretti.[129][130]
Yaklaşık 132 gemiden oluşan Osmanlı donanması, 28 Temmuz 1480'de Napoli Krallığı'nın Otranto limanına demir attı. Karaya çıkma yeri olarak ilk Brindisi düşünüldüyse de, kıyı savunması olmadığı için Otranto tercih edildi. Sipahiler hemen şehri kuşattılar. Şehir direnmek istedi, fakat çok dayanamadan 11 Ağustos 1480 tarihinde fetholundu. Şehir halkının bazı ileri gelenleri Osmanlı'ya karşı geldikleri için idam edildi. Daha sonra bu kişiler Papalık tarafından azizlik mertebesine ulaştırıldı.[131] Sultan ileriki zamanlardaki fetihler için Otranto'yu bir üs olarak kullanmak istiyordu, fakat halkın büyük kısmı şehirden firar etti.[131]
Otranto halkının şehre dönmeyi ve Türklere yiyecek ikmali yapmayı reddetmesi üzerine Osmanlılar, kuvvetlerinin büyük bir kısmını İtalya'dan çekerek şehirde, denizyoluyla beslenebilecek küçük bir garnizon bıraktı. Bu sıralarda Sultan Mehmed'in bir ordunun başında bizzat İtalya'ya geleceği söylentileri dolaşmaya başladı.[131] Türk istilası korkusu nedeniyle Papa, Fransa'daki Avignon kentine kaçmayı bile düşündü; ancak bunu yapmak yerine Cenova, İspanya, Portekiz gibi çeşitli yerlerden yardım temin etti.[131][132]
Fâtih Sultan Mehmed'in 3 Mayıs 1481 tarihinde ölmesinden hemen sonra Napoli kralı, Osmanlı'nın dikkatini dağıtmak amacıyla Arnavut isyancıları destekledi. Daha sonra Arnavutluk'ta isyan çıktı ve Otranto-Avlonya-İstanbul arasındaki iletişim kesildi.[133] Bu sırada Macar kralı sınır bölgelerinde çeşitli saldırılar düzenledi. Otranto'da bulunan ve Osmanlı ile bağı kesilen 8.000 askerden oluşan Osmanlı birliği karadan ve denizden kuşatıldı.[133] 6 ay süren kuşatma sonrası erzak sıkıntısı çeken birlik daha sonra teslim oldu. Otranto, Osmanlı birliklerinin burayı boşaltması üzerine 10 Eylül 1481 tarihinde elden çıktı.[133]
II. Mehmed, 1481'de Anadolu'ya doğru yeni bir sefere çıktı. Fakat daha yolun başında iken hastalandı ve 3 Mayıs 1481 tarihinde, Gebze yakınlarındaki ordugâhında 49 yaşındayken öldü.[134] Gut hastalığından öldüğü sanılmakla birlikte, Alman tarihçi Franz Babinger'e göre Yahudi asıllı Osmanlı tabibi Yakup Paşa tarafından zehirlenmiştir.[135][136] Halil İnalcık, Fâtih'in ölüm sebebinin gut hastalığına bağlandığını, zehirlenerek öldüğü yolundaki iddiaların Âşıkpaşazâde'de yer alan bir bilginin yorumuna dayandığını ve başka tarihî kaynaklarla doğrulanmadığını belirtmiştir.[94] Tarihçi Ahmet Şimşirgil de, son yüzyıla kadar II. Mehmed'in zehirlendiği iddiasının neredeyse hiç ortaya atılmadığı ve konuşulmadığını, bu tezi ilk kez Alman tarihçi Franz Babinger'in 1953 yılında kaleme aldığı "Mehmed der Eroberer und seine zeit" isimli eserinde ortaya attığını söylemiştir.[135] Bazı kaynaklar ise Fâtih'in, oğlu ve halefi olan II. Bayezid'in emriyle zehirlendiğini iddia etmişlerse de bu iddialara pek itibar edilmemiştir.[136][137] Nitekim İlber Ortaylı da bu iddiaları reddetmiştir.[138] Genel olarak Osmanlı tarihçileri, Fâtih'in ölüm sebebinin bir hastalık olduğu konusunda müttefiktir.[136] Örneğin Erhan Afyoncu, Fâtih'in şeker hastalığından kaynaklanan bir sorunla ölmüş olabileceğinin üzerinde durulduğunu ifade etmiş, Yavuz Bahadıroğlu da mafsal ağrılarının olduğunu söylemiştir.[139][140]
Fâtih öldükten sonra ölümü saklandı. Padişah'ın hamam ihtiyacı var denilerek gizlice cenazesi saraya getirildi. O sırada Şehzade Bayezid'e ve Şehzade Cem'e ulaklar gönderildi. Gizlenen cenaze haberini 11 gün sonra öğrenen yeniçeriler İstanbul'a geldiler ve İstanbul'da büyük bir anarşi başladı.[141] Sadrazam Karamanî Mehmed Paşa, Cem taraftarı olduğu için öldürüldü.[141] Şehirde her taraf yağmalanmaya başladı. Gayrimüslim tüccarların ev ve dükkânlarına saldırılar düzenlendi.[142] O arada herkes kendi taraftarını tahta çıkarmak için uğraşırken, Fâtih'in cenazesi sarayda karanlık bir odada unutuldu. Baltacılar kethüdası olan Kasım isimli birisi, II. Bayezid'e yazdığı mektupta, sarayda cenazenin yanına gittiğinde üç gün üç gece boyunca üzerine mum yanmadığını, cesedin kokusundan yanına zor varıldığını söylemiştir.[142] Daha sonra tahnit ustasıyla beraber iç organları çıkarılmış ve ceset tahnit edilmiştir.[143] Cesedi tahnit edebilmek için elbiselerinin çıkarılması gerekiyordu.[144] Lâkin mevsimin sıcak olması dolayısıyla ceset bozulduğu için elbise cesede yapışmıştı. Bu yüzden, elbisesi sol kolunun üzerinden kesildi ve tahnit bu şekilde yapıldı. Kesik elbise bugün hâlen Topkapı Sarayı'ndadır.[145] Fâtih, 22 Mayıs 1481 tarihinde defnedildi. Naaşı Fatih Camii'ndeki türbesindedir.
Fatih Sultan Mehmed'in ölümü, oğulları Bayezid ile Karaman sancakbeyi olan Cem'i tahta geçme konusunda karşı karşıya getirdi. Fatih'in düzenlediği kanunnâmede padişah olacaklara kardeşlerini öldürme hakkı tanıması, şehzadeler arasındaki saltanat mücadelesine başka bir mahiyet de katmıştı.[146] Fatih'in sadrazamı Karamanlı Mehmed Paşa Cem taraftarı iken; İstanbul muhafızı ve eski sadrazam İshak Paşa, Anadolu beylerbeyi Sinan ve yeniçeri ağası Kasım da Bayezid taraftarıydı. Fatih'in ölüm haberi Bayezid'e de Cem'e de yollanmıştı. Ancak Cem'e giden ulağın yolu kesilmiş, İstanbul'da çıkan karışıklıklarda ise Karamanlı Mehmed Paşa öldürülmüş ve yeniçeriler sokaklarda Bayezid lehine gösteriye başlamışlardı.[146] İshak Paşa, bir an önce gelmesi için Bayezid'e dâvetnâmeler gönderdi.[146] Babasının ölüm haberini 7 Mayıs'ta öğrenen Bayezid, 21 Mayıs'ta Üsküdar'a varabildi. Ertesi gün babasının cenaze merasimine katıldıktan sonra Topkapı Sarayı'na gitti. Aynı gün toplanan divan, saltanatın Bayezid'e ait olduğunu ilân etti.[146]
Sultan Mehmed'in ölüm haberi Avrupa'da büyük bir sevince neden oldu. Kilise çanları çalındı ve kutlamalar yapıldı. Haber Venedik'te şöyle duyuruldu:
Fatih Sultan Mehmed'in ölmeden önce bir sonraki seferi nereye düzenlemeyi planladığı tam olarak bilinmemektedir. Zira Sultan, bu bilgiyi seferin güvenliği açısından çok gizli tutuyor ve kimseye söylemiyordu. Bazı tarihçiler, seferin Rodos veya Güney İtalya'ya (belki de Roma) yönelik olduğunu tahmin ederken, bazıları da Mısır'daki Memlûk Sultanlığı'nı devirmek ve Mısır ile hilâfeti ele geçirmek amaçlı olduğunu belirtmektedir.[142][149][150] Fakat başka yerlere fetih düzenleyeceğini ileri süren başka tarihçiler de bulunmaktadır.[kaynak belirtilmeli] İlber Ortaylı, bu büyük seferin hedefinin bilinmediğini, ancak Diliskelesi'nden gemilerin İtalya'ya yöneleceğinin muhtemel olduğunu belirtmiştir.[151] Fatih Sultan Mehmed, Anadolu Yakası'na geçip birliklerini Üsküdar'da topladığı ve hazırlıkları başlattığı için, seferin İtalya'ya düzenlenme olasılığı günümüz tarihçileri tarafından zayıf bulunmaktadır.[kimin tarafından?]
Fatih Sultan Mehmed, askerî başarılarla Osmanlı Devleti'ni büyük bir imparatorluğa dönüştürdü. Bilime, tarihe ve felsefeye özel bir ilgi gösterdi. Kendisinin Türkçeden başka Arapça, Farsça, Latince ve Yunanca kitaplardan oluşan özel bir kütüphanesi vardı.[152] "Avni" mahlasıyla şiirler yazdı.[153][154] Bilim adamlarını ve edebiyatçıları destekleyen Fatih, nesir ustası Sinan Paşa ile şair Ahmed Paşa'yı vezirliğe kadar yükseltti.[155] O dönem Timur İmparatorluğu'nun himayesi altında Semerkant'ta çalışmalarını yürüten matematikçi ve astronom Ali Kuşçu'yu İstanbul'a davet etti ve İstanbul'da kalmasını sağladı.[156] Ayrıca Fatih, Rönesans döneminin en önemli İtalyan ressamlarından biri olan Gentile Bellini'yi 1479'da İstanbul'a getirterek kendisine hususi resimlerini yaptırdı.[157]
Yeni bir imparatorluğun gerçek mânada kurucusu olan Fatih Sultan Mehmed, Osmanlı Devleti'ne düzenli ve sürekli bir yapı kazandırmak için önemli düzenlemeler yaptı.[158] Yönetim, maliye ve hukuk alanında koyduğu kuralları içeren Fatih Kanunnâmesi, sonraki dönemlerde de yürürlükte kaldı.[159] Bu kanunnâme, tahta çıkan padişaha devletin geleceği (nizâm-ı âlem) için kardeşlerini öldürme hakkı veriyordu.[d][160] Bu yönüyle Fatih Sultan Mehmed, kendinden sonraki nesilleri bağlayıcı şekilde derlemiş ve resmî olarak yürürlüğe konulmuş bir kanunnâme neşreden ilk Müslüman hükümdar olarak görünmektedir.[159] Fatih'in Osmanlı devlet düzenine ilişkin temel ilkelerin pek çoğu Tanzimat dönemine kadar geçerliliğini korumuştur.
Fatih'in saltanatı döneminde Osmanlı Devleti'nde 500'den fazla mimari yapı yapıldı. Onun adına yapılan en önemli yapı ise, İstanbul'da bir cami ile medrese, kütüphane, imarethâne (aşevi), darüşşifa (hastane), hamam, kervansaray gibi birimleri kapsayan Fatih Külliyesi'dir.[161] Özellikle İstanbul'un Fethi'nden sonra yeni başkentte yaptırdığı görkemli yapılarla, o dönem için metropol özelliğine sahip olan şehir hızla gelişti. 1477-78'de yapılan bir ankete göre, o zamanlar Konstantiniyye ve komşu Galata'da toplam 16.324 hâne, 3.927 dükkân ve tahmini 80.000 nüfus vardı.[72][162] Nüfusun dinsel oranı da şu şekildeydi:
Saltanatının sonunda, Sultan II. Mehmed'in iddialı yeniden inşa programı, İstanbul'u gelişen bir imparatorluk başkentine dönüştürdü.[164] Osmanlı tarihçisi Neşrî'ye (ö. 1520) göre, "İstanbul'un tamamını Sultan Mehmed yarattı".[164] Elli yıl sonra İstanbul, yeniden Avrupa'nın en büyük ve ayrıca kozmopolit bir şehri hâline geldi.[164] Örneğin, 1493 yılında İstanbul'daki bedestenlerde Müslüman tüccarların yanı sıra Ermeni, Yahudi ve Rum tüccarlar da vardı.[72]
Bir buçuk yüzyıl sonra, ünlü Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi, kırk yılı aşkın sürecek olan ünlü seyahatine İstanbul'dan başladı ve şehri semt semt gezip çeşitli meclislerle kahvehane ve meyhânelere uğrayarak buralar hakkında bilgiler topladı.[165] Bununla birlikte, zaman içinde birçok kişi çeşitli nedenlerle şehirden kaçtı ve şehir birkaç veba salgını yaşadı. 1459 yılında Sultan Mehmed, fetihten sonra sürgün edilen Rumların şehre geri dönmesine izin vererek şehrin kozmopolit yapısını korumayı amaçladı; aynı yıl devlet erkânını yanına çağırarak şehrin herhangi bir yerinde kendilerinin ismiyle anılacak bir bölge seçmelerini ve orada bir cami, bir han, bir hamam ve bir pazar yeri inşa etmelerini istedi.[72] 16. yüzyıl ortalarında Fransız gezgin Pierre Gilles (ö. 1555), İstanbul'daki Rum nüfusun camiye dönüştürülmüş veya terk edilmiş eski Bizans kiliselerinin hiçbirine isim veremediğini yazmıştır.[166]
Fatih Sultan Mehmed, inşası 1462-1470 yılları arasında süren ve İstanbul'un ve Osmanlı'nın ilk yükseköğretim kurumu olan Sahn-ı Seman Medresesi'ni kurdu. Sahn-ı Semân medreseleri, Fatih Külliyesi içindeki en yüksek düzeyli medreseler idiler.[167] Sahn-ı Semân'da Kur'an, hadis, kelâm, fıkıh, tefsir gibi İslam bilimlerinin yanı sıra fizik, kimya, matematik, astronomi gibi aklî bilimlerde de dersler verilirdi.[168][169] Sahn-ı Semân medreselerinin eğitim müfredatının hazırlayıcılarından biri, çağın önemli bilim insanı olan Ali Kuşçu'dur.[170] Sultan Mehmed, o dönem Semerkant'ta bulunan Ali Kuşçu'yu İstanbul'a davet etti ve daha sonra onu Sahn-ı Semân Medresesi'ne müderris olarak atadı.[171] Bu medreselerde Ali Kuşçu tarafından düzenlenen bir okutma planının olduğu, hatta bunun bir "kânûnnâme" şeklinde yapıldığı bilinmektedir.[172] Sahn-ı Semân, I. Süleyman tarafından 1551-57'de inşa ettirilen Süleymaniye Medreseleri zamanına kadar nakli ve akli bilimlerde öğrenci yetiştirmekteydi. Kanuni devrinde bu medreseler şer'î ilimler ihtisası yapılan medreseler olmuşlardır.
Bunların yanı sıra Fatih, 1474'te Fatih Camii mihrabının kenarlarına yerleştirttiği, iki dolaba koyulan, 800 cilt ile başlamış bir kütüphane kurdu. Bu kütüphane 1742'de caminin yanına yapılmış müstakil bir binaya, 1956'da da Süleymaniye Kütüphanesi'ne taşınmıştır.[173] Fatih, Rönesans sanatçılarının himayesinin yanı sıra, çağdaş ve klasik edebiyatın ve tarihin hevesli bir bilginiydi. Bu ilgi, o'nun diğer dillerin yanı sıra Farsça, Osmanlı Türkçesi, Arapça, Latince ve Yunanca dillerinde 8000'den fazla el yazması içeren çok dilli ve devasa bir kütüphane inşa etme çalışmasıyla doruğa ulaştı.[174]
Fatih Sultan Mehmed, çocukluğundan itibaren yoğun bir İslamî ve ilmî eğitim aldı. Kendisinden önceki altı padişah gibi o da askerî hususlarda bilgi ve tekniğe sahipti. Kendisi, birçok tarihçi tarafından bir "Rönesans hükümdarı" olarak tanımlanmaktadır.[175][176] Fatih, İtalyan kültürünü tanıyan nadir bir Doğu hükümdarıydı.[177] II. Mehmed'in yanında bulundurduğu Rum tarihçi Kritovulos, onun kendi ana dili olan Türkçe dışında Arapça, Farsça, İbranice, Keldanice, Slavca, İtalyanca, Yunanca ve Latince bildiğini ifade etmektedir.[178][179][180][181] Fatih'in özellikle İstanbul'un Fethi'nden sonra zengin bir kütüphanesi vardı ve binlerce ciltlik kitaba sahipti. Antik tarihe de meraklı olan padişah, Plutarhos'un Geographia isimli eserini Yunancadan Türkçeye çevirerek coğrafi bilimlere olan ilgisini göstermiştir. Fatih'in sarayında Yunanca ve İtalyanca bilen iki kâtip bulunuyor ve padişaha Antik Çağ tarihiyle ilgili bilgiler veriyordu. Tarih ve coğrafyanın yanında mitolojiyle de ilgilenen Fatih, Yunan şair Homeros'un meşhur İlyada Destanı'nın kopyasını hazırlatmıştı.[182] Fatih'in yanında bulunan İtalyan nedimesi, ona Antik Yunanistan'daki düşünürlerin ve Romalı tarihçilerin eserlerini okutmuştu.
Fatih ayrıca papaların, imparatorların, Fransa krallarının, Büyük İskender'in ve Lombardların vakayinamelerini okumuştu.[183] Bizanslı tarihçi Georgios Frantzis, Fatih'in Büyük İskender, Roma imparatoru Augustus, Bizans imparatoru Büyük Konstantin ve Theodosius gibi şahsiyetlere karşı hayranlık beslediğini söylemiştir.[184] Fatih ateşli silahlara da yoğun ilgi göstermiş, tarihteki ilk havan topu olduğu bilinen ve İstanbul'un fethinde kullanılan şahi toplarının çizimlerini bizzat kendisi yapmıştır. Divan edebiyatında ise Avni mahlasıyla şiirler yazmıştır. Yine padişah, huzurunda felsefi tartışmalar yaptırıyordu. Zaman zaman ulemayı veya Müslüman bilginleri bir araya topluyor ve padişahın huzurunda teolojik sorunları tartışmalarını istiyordu.
Ali Kuşçu, Georgios Trapezuntios ve Hocazâde Muslihuddin gibi devrin büyük zekâlarını korumuş olan Fatih, Hristiyan bilim adamları ve sanatkârları sarayına davet etmiş, onlara iltifat ve ikramlarda bulunmuştur. Ayrıca İtalyan ressam Gentile Bellini'ye kendi hususi resmi olmak üzere çeşitli portreler ve heykeller yaptırmıştır.[157] Hristiyanlığı yakından tanımak isteyen Fatih, İstanbul Ortodoks Kilisesi'ne patrik olarak atadığı Gennadios ile Hristiyanlık inancı üzerine bir müzakereye girişmiş ve Gennadios'tan padişaha anlattıklarını yazmasını istemiş, yazılan metne de Gennadios İtikadnâmesi denmiştir.[185][186] Ancak bu durum Avrupa'da Fatih'in Hristiyanlığa meylettiği şeklinde yorumlandı ve Papa II. Pius, padişahı Hristiyanlığa davet eden bir mektup kaleme aldı.[186] Tarihçi İlber Ortaylı bu konuyla ilgili olarak Fatih'in şüphesiz Müslüman olduğunu, fakat sofu derecesinde aşırı dindar olmadığını belirtmiş ve Fatih'in Hristiyanlığa kaydığı şeklindeki iddialara sert açıklamalar yapmıştır.[187][188]
II. Mehmed'in bilinen sekiz eşi şunlardır;
II. Mehmed'in üç oğlu ve bir kızı vardı.[192]
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.