Loading AI tools
İslam'ın kurucu peygamberi (570–632) Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Muhammed[not 1] (Arapça: مُحَمَّد, Arapça telaffuz: [muħammad]; y. 570 - 8 Haziran 632[not 2]), dünyanın en kalabalık ikinci dini olan İslam'ın kurucusu ve merkezî figürü olan dinî, askerî ve siyasi Arap liderdir.[8] Arap Yarımadası'nın tamamını ele geçirerek Müslüman hâkimiyetini tek bir yönetim altında birleştirmiş ve böylece İslam'ın kutsal kitabı Kur'an'ın yanı sıra, öğretileri ile uygulamalarını güvence altına alarak İslami dinî inancın temelini oluşturmuştur.[9] Müslümanlar tarafından Âdem, İbrahim, Musa, İsa ve diğer peygamberlerin daha sonradan tahrif edilmiş tek tanrılı dinlerini onaran ve tamamlayan kişi ve Allah'ın insanlara gönderdiği son peygamber olduğuna inanılır.[not 3][not 4]
MS 570 civarında Arap Yarımadası'nın güneybatısındaki Mekke şehrinde, o zamanlar ticaret, bilim, sanat ve kültür merkezlerinin çok uzağında olan, dünyanın geri kalmış bir yerinde doğan Muhammed, hayatının ilk yıllarında hem öksüz hem yetim kalınca, amcası Ebû Talib'in koruması ve gözetimi altında büyüdü.[16] 25 yaşındayken, Mekke'nin zengin ve dul kadınlarından biri olan Hatice isminde birisiyle evlendi. 40 yaşında, düzenli olarak bazı geceler inzivaya çekildiği Hira Mağarası'nda iken, Melek Cebrâil'in kendisine gelerek Allah'ın ilk vahyini ilettiğini duyurdu. Aldığını söylediği vahiylerle birlikte, üç yıl sonra "tevhit" inancını açıkça ilan ederek insanları yeni bir yola[not 5] davet etmeye başladı ki; bu, İslam inancına göre diğer peygamberlerin de daha önceden öğrettiği "Allah'a teslimiyet"tir.[18][19][20][21][22] İslami kaynaklar, okuma ve yazmasının olmadığını belirtmektedir.[16][not 6]
Başlarda Muhammed kendisine az sayıda destekçi buldu ve kimi Mekkeli kabilenin ve hatta akrabalarının düşmanlıklarıyla karşı karşıya kaldı. Kendisine ve kendi inancını benimseyenlere yapılan eziyetten dolayı ilk önce bazı Müslümanları 615 yılında Habeşistan'a gönderdi, ardından 622'de destekçileriyle birlikte Medine'ye göç etti.[23] "Hicret" adı verilen bu olay, daha sonradan hicrî takvim olarak da bilinen İslami takvimin başlangıcı ve İslam tarihinin dönemeç noktalarından biri kabul edildi. Muhammed Medine'ye geldiğinde, "Medine Sözleşmesi" adı verilen bir anayasayla oradaki kabileleri tek bir çatı altında topladı ve İslam'ı buradan yaymaya devam etti. Mekkeli kabileler ile aralıklarla sekiz yıl süren çatışmaların ardından büyük bir Müslüman ordusu kurarak bu ordunun başında 630 yılında Mekke'yi ele geçirdi.[24] Ayrıca döneminde Habeşistan merkezli Aksum Krallığı, Doğu Roma İmparatorluğu, İran merkezli Sasani İmparatorluğu, Gassânîler, Mısır Valiliği, Umman ve Yemen krallıkları başta olmak üzere birçok devletin hükümdarına elçiler aracılığıyla İslam'a davet mektupları gönderdi.[25][26]
Muhammed 632'de, Veda Haccı'nı tamamladıktan ve Veda Hutbesi'ni verdikten birkaç ay sonra hastalandı ve Medine'de öldü. Ölümünden önce Arap Yarımadası'nın büyük bir kısmının İslam'ı benimseme süreci tamamlanmıştı.[27] İslam'a göre, Muhammed'in ölümüne kadar Allah tarafından vahyedilen tüm sözler (ayet), dinin temeli olarak kabul edilen kutsal kitap Kur'an'ı oluşturdu. Kur'an'ın yanı sıra Muhammed'in hayatı, uygulamaları ve sözleri de inananlar tarafından kabul görerek İslam hukukuna ve Müslüman kültür ve yaşam tarzına kaynak teşkil etti.
Muhammed ve çağdaşları ile ilgili en dikkat çeken konu, hadis ve siyer olarak derlenen bilgilerin 150–200 yıllık bir sözlü kültür dönemi sonrasında yazılmaya başlanması ve hikâyenin bundan sonra "evrimleşerek" ilerlemesidir.[28][not 7] Bu rivayetlerin bazıları İslam dışı kaynaklarca desteklenmemekte ve bazıları da kendi içerisinde çelişkiler taşımaktadır.[30][31] Rivayetlere dayalı kayıtlarda olayın yaşandığı günlerde anlatılanlar büyük ölçüde gerçekliğini korurken, zaman içerisinde bunlar değişikliğe uğrayarak birkaç nesil sonra tarihî gerçeklikten tamamen uzaklaşırlar.[31][32][33] Hadis ve siyer gibi erken dönem kaynaklarında Muhammed'in hayatı ile hiçbir alakası olmayan hikâyelerin Muhammed'in hikâyesine birtakım değişiklikler yapılarak eklemlenmiş olabileceği, sıklıkla dile getirilen konulardandır.[34][35][36] Filistinli profesör Sami Ezzib, bu konuda dikkat çeken bir ifade ile, Muhammed'e isnat edilebilmiş olan Hayber Muharebesi ve Kureyza Muharebesi gibi olayların Yahudi kutsal kitabında yer aldığını, ancak bu kaynağa göre Yahudileri Yahudi olmayanların katlettikleri bilgisini vermektedir.[37]
Rivayet kültürüne dayalı eserler dışında; İslam'ın erken tarihi, ne zaman ortaya çıktığı, hangi coğrafyada doğup dünyaya yayıldığı konularında, geleneksel anlatımların işaret edildiği Mekke'yi dışlayan ''Petra'' başta olmak üzere farklı coğrafyalara işaret eden teoriler ve iddialar ileriye sürülmektedir.[38] Söz konusu tartışmalarda Petra, Petra'nın kuzeyinde bir bölge, Kûfe ve Hîre (Güney Irak) bölgeleri öne çıkmaktadır. Bizans kronikleri, Hristiyan din adamlarının kayıtları, basılı paralar, Abbâsîler döneminde İslam'ın erken hikâyesinin yazılma sürecine katılan hadisçi ve tarihçilerin yaşam bölgeleri, Hîre ile Medine gibi bazı antik şehirlerin isimleri ve diğer bulgular, bazı çevrelerce Muhammed'in ve erken İslam coğrafyasının Güney Irak ile ilişkilendirilmesine ve Muhammed'in hayat hikâyesinin birden fazla kişinin hikâyelerinin birleşimi olabileceği kanaatine yol açmıştır.[39][40][41][42]
Muhammed'in hayatıyla ilgili önemli kaynaklar, MS 8. ve 9. yüzyıllara ait bazı yazarların tarihî eserlerinde bulunabilir.[43] Bunlar, Muhammed'in hayatı hakkında ek bilgi sağlayan geleneksel Müslüman biyografilerini içerir.[44][45] Erken dönem İslam tarihini ve Muhammed'in hayatını değerlendirmenin zorluğu, 690'lı yıllarda Emevî halifesi Abdülmelik bin Mervan tarafından yaratılan Ortodoks tarih haricinde neredeyse hiçbir şey bilinmemesindendir. Yoğun bir editörlük süreciyle tek bir güçlü gelenek yaratılmıştır.[46]
Oryantalist tarihçi Patricia Crone, rivayete dayalı bu eserlerdeki içerik zenginliğini kıssacılık geleneğinin bir ürünü olarak görmekte ve bunların güvenilmez oluşunu şu sözlerle ifade etmektedir: "Birbirleriyle o kadar sık ve düzenli bir şekilde çatışıyorlar ki, çok isteyen birisi W. Montgomery Watt'ın Muhammed biyografisinin çoğunu tersten yazabilirdi."[47]
Muhammed ile ilgili yazılmış en eski eser (siyer), 767 yılında (Hicrî: 150) ölen Arap tarihçi İbn-i İshak'ın yazdığı bir eserdir. Orijinal eser kaybolmuş olsa da, bu siyer 9. yüzyıldaki İbn-i Hişam'ın (ö. 833) ve daha az ölçüde Taberî'nin (ö. 923) eserlerinden kapsamlı alıntılar alarak günümüze ulaşmıştır.[48] Bir diğer erken tarih kaynağı, Vâkidî'nin (ö. 823) ve Vâkidî'nin öğrencisi İbn-i Sa'd'ın (ö. 845) eserleridir.[43] Pek çok bilim insanı bu erken dönem biyografilerini kabul etse de, bunların doğrulukları kesin değildir.[49][50] Bu konuda yapılmış son çalışmalar, akademisyenlerin yasal meselelere dokunan gelenekler ile tamamen tarihsel olaylar arasında bir ayrım yapmasına yol açmıştır. Hukuk grubunda gelenekler icada tabi olabilirken, istisnai durumlar dışında tarihî olaylar yalnızca "eğilimli şekillendirmeye" tabi olabilirdi.[51]
Kur'an, İslam'ın ana kaynağı olan kutsal metindir. Müslümanlar tarafından Allah'ın son sözü olduğuna ve Cebrâil aracılığıyla ilki 610'da olmak üzere 22 yıllık süre zarfında Muhammed'e bildirildiğine inanılır.[52][53] Kur'an, Muhammed'in kronolojik biyografisi hakkında bilgi edinilmesine çok az yardım eder[54] ve ayetlerin çoğunda söylenme sebebini öne çıkaran herhangi bir tarihsel bağlamdan bahis bulunmamaktadır.[55][56]
Kanadalı yazar Dan Gibson, Kur'an'da kullanılan dilin başlangıçta saf Arapça olmadığını ve yazım dönemi itibarıyla sadece Petra bölgesinde kullanılan bir Arap dil yapısının Kur'an'da kullanıldığını iddia etmiştir.[57]
İslam coğrafyasında saklanan, zaman zaman ziyarete ve dolaşıma sokulan ve Muhammed'in biyografisi ile ilgili olan belgeler, radyokarbon tarihleme ve genetik soybilim testi gibi metotlarla kanıtlanmaya muhtaç olan Medine Sözleşmesi, Muhammed'in aştinamesi ve kendi dönemindeki devlet başkanları ve valilere yazdığı söylenen mektuplar ve bunların yanında kıl, sakal, hırka, nalın gibi malzemeler, bu bulgular arasındadır.
Erken İslam tarihi ve Muhammed, tümü MS 633 ve sonrasına tarihlenen ve Yahudi ve Hristiyan topluluklar tarafından Yunanca, Süryanice, Ermenice ve İbranice yazılmış kaynaklara da yansımıştır. Bu kaynaklar, özellikle kronoloji ve Muhammed'in Yahudilere ve Filistin'e karşı tutumu konusunda Müslüman kaynaklara göre bazı temel farklılıklar içermektedir.[49] Bunun yanında hiçbir Bizans ya da Süryani kaynağı, Muhammed'in Müslüman literatüründen önceki erken kariyeri hakkında herhangi bir ayrıntı vermemektedir.[58] İngiliz tarihçi Sebastian P. Brock tarafından incelenen Süryani ve Bizans kaynaklarına göre; Muhammed için kullanılan "peygamber" ünvanı çok yaygın değildir, "resûl" ise daha da azdır.[59] O, basitçe "Arap krallarının ilki" olarak tanımlanmış ve dönemin Süryani kaynakları, erken dönemdeki İslami fetihleri "Müslüman fetihleri" olarak değil, esas itibarıyla "Arap fetihleri" olarak görmüştür.[60][61]
Muhammed'in ölümünden iki yıl sonra, MS 634 yılında yazıldığı düşünülen Yakup'un Öğretisi ("Doctrina Jacobi") isimli Yunanca eserde Candidatus adındaki birinin ölüm haberinin geldiği ve Arabistan'da yeni bir peygamberin ortaya çıktığı kaydedilmiştir.[62][63] Eserin Kartaca'da geçtiği, ancak 634–640 yılları arasında Filistin'de kaleme alındığı varsayılmaktadır.[64] Patricia Crone ve Michael Cook, eserin 634'te Kartaca'da geçtiğini ve o tarihten birkaç yıl sonra yazıldığını, 640 tarihinin çok geç olduğunu söylemişlerdir.[64]
Candidatus, Sarazenler tarafından öldürüldüğünde Kayserya'daydım ve tekneyle Sykamina'ya doğru yola çıktım. İnsanlar "Candidatus öldürüldü" diyorlardı ve biz Yahudiler buna çok sevindik. Ve bir Peygamber'in Sarazenler (Arap) ile birlikte ortaya çıktığını ve meshedilmiş olan Mesih'in geleceğini ilan ettiğini söylüyorlardı. — Yakup'un Öğretisi (Doctrina Jacobi)[62]
Burada adı anılan Candidatus, araştırmacılara göre muhtemelen Bizans İmparatorluğu'nun Filistin'deki komutanı olan Sergius'tur ve bahsedilen olay da, MS 634 yılının Şubat ayında Gazze yakınlarında Râşidîn Hâlifeliği ordusu ve Bizans ordusu arasında gerçekleşen Dathin Muharebesi'dir.[65] Muhammed'in ölümünden yaklaşık iki yıl sonra meydana gelen bu muharebede, Amr bin Âs komutasındaki Müslüman ordusu Doğu Roma ordusuna karşı galip geldi ve kumandan Sergius ve süvarileri öldürüldü.[66] Yakup'un Öğretisi eserinde de bölgede azınlık olarak yaşayan ve Doğu Roma'dan zulüm gören Yahudilerin Müslümanların bu zaferini kutladığı ve Sergius'un ölümüne sevindikleri yazılmaktadır.[66][67] Muhammed ile ilgili 7. yüzyılın başlarına ait bir başka hikâye, Bagratuni Hanedanı'nın Ermeni piskoposu olan Sebeos'tan gelmektedir. Anlattıklarına göre, Arapların ani patlama anılarının taze olduğu bir zamanda yazmıştır. Sebeos, Muhammed'in adını ve mesleğinin tüccar olduğunu belirtmiş ve ilahi bir vahiy ile hayatının aniden değiştiğini ima etmiştir.[68] Sebeos, Müslümanların kendilerinin ne yaptıklarını düşündüklerine dikkat eden ve İslam'ın yükselişi için bir teori sunan ilk gayrimüslim yazardır.[69]
O sırada İsmailoğulları'ndan adı Mahmet (Muhammed) olan ve tüccar olan bir adam, sanki Tanrı'nın emriyle onlara vaiz ve hakikat yolu gibi göründü. Onlara İbrahim'in tanrısını tanımalarını öğretti; özellikle de Musa'nın tarihinde öğrenildiği ve bilgilendirildiği için. Şimdi emir yukarıdan geldiği için, hepsi tek bir düzende din birliği içerisinde bir araya geldiler. Boş kültlerini terk ederek, babaları İbrahim'e görünen yaşayan Tanrı'ya döndüler. Böylece Mahmet onlara leş yememeyi, şarap içmemeyi, yalan söylememeyi ve zina etmemeyi emretti. Dedi ki: "Andolsun ki, Tanrı bu ülkeyi İbrahim'e ve soyuna ebediyen vadetmiştir; İsrail'i sevdiği süre boyunca söz verdiği gibi ortaya çıktı. Ama şimdi siz İbrahim'in oğullarısınız ve Tanrı İbrahim'e verdiği sözü ve soyunu sizin için yerine getiriyor. Yalnızca İbrahim'in tanrısını içtenlikle sevin ve gidin Tanrı'nın baban İbrahim'e verdiği ülkeyi ele geçirin. Savaşta kimse sana karşı koyamayacak, çünkü Tanrı seninle." — Sebeos[70][71]
İskoç yazar Andrew Marr, daha sonra 2012 yılında BBC tarafından bir belgesele de uyarlanan Büyük Dünya Tarihi ("A History of the World") isimli ünlü eserinde Muhammed'in tarihselliği ile ilgili şu cümleleri kurmuştur:
Muhammed'in hayatı hakkında kendi döneminden çok az bilgi kalmıştır. (...) Peygamber'in zamanında yazılan Hristiyan eserlerde bu Arap lidere birkaç referans var ve varlığı hakkında neredeyse hiç şüphe yok. Ama bu konuya yine de dikkatli yaklaşmalıyız. — Andrew Marr, A History of the World[72]
Diğer İbranî peygamberlerin ve hatta İsa'nın tarihselliği tartışmalı olsa da; Muhammed, pek çok bilim insanı ve tarihçi tarafından "tarihsel bir şahsiyet" olarak kabul edilmektedir.[73][74][75]
İslam toplumunda Muhammed'e verilen çok sayıda isim ve ünvan bulunur.[76] Bu isimler; Muhammed'e Kur'an'da verilenler, hadislerde verilenler, ilahi kitaplarda verildiği ileri sürülen isimler ve Esmâü'l-Hüsnâ ile aynı olan isimler olarak sınıflandırılmıştır. Osmanlı âlimi Müstakimzâde Süleyman Sadeddîn (1719–1788), "Mir'âtü's-Safâ fî Nuhbeti Esmâi'l-Mustafa" isimli risalesinde Muhammed'in 99 ismini açıklamıştır.[77][78][79]
Tam adı "Ebû'l-Kâsım Muhammed ibn-i 'Abd Allâh ibn-i 'Abd'ûl-Muttâlib ibn-i Hâşim ibn-i 'Abd Menâf El Kureyşî" (Arapça: محمد بن عبد الله بن عبد المطلب بن هاشم بن عبد مناف القرشي) ya da daha kısa olan "Ebû'l-Kâsım Muhammed bin 'Abd Allâh bin 'Abd'ûl-Muttâlib El Hâşimî" olarak geçer. Bu isim Türkçeye, "Kureyşli 'Abd'ûl-Menâf oğlu Hâşim oğlu 'Abd'ûl-Muttâlib oğlu 'Abd Allâh oğlu Kâsım'ın babası Muhammed" olarak tercüme edilebilir.[80] Ayrıca O'nun, yaşadığı toplumdaki kişiler tarafından el-emîn (emin kişi, dürüst kişi) lakabıyla Muhammedü'l-emîn olarak adlandırıldığı da söylenmektedir.[80]
Muhammed ismi, Arapçada "övgü" kökü olan ḥamd fiilinden türemiş olup[81] "övgü alan, övülen, övgüye değer olan" manalarına gelir.[80] Kur'an'da "Muhammed" ismi dört defa geçmektedir.[not 8] Bunun yanında, halk tarafından "Mustafa, Mahmud ve Ahmed" isimleriyle de anılır. Mustafa, Arapçada "seçilmiş"; Ahmed ise "daha çok övülen" demektir. Künyesi ise Ebû'l-Kâsım, yani "Kâsım'ın Babası"dır. Künye, Arap toplumlarında, kişinin ilk doğan erkek çocuğunun ismine nazaran verilmektedir.[82] Bunun yanı sıra Muhammed, kendisini Ebû'l Benat, yani "Kızlar Babası" olarak da tanıtmıştır; çünkü O'nun doğmuş olan 7 çocuğundan 4'ü kızdır.
Kur'an'a göre, Muhammed'in geleceği daha önce Tevrat'ta ve İncil'de bildirilmiştir.[not 9] Konuyla ilgili olan bir hadiste Muhammed, kendisiyle ilgili olarak "Benim ismim Kur'an'da Muhammed, İncil'de Ahmed, Tevrat'ta Ahyed'dir." demiştir.[83][84][85]
Alman oryantalist yazar Volker Popp, "Muhammed" ve dördüncü halifenin adı olan "Ali" (yüce olan) sözcüklerinin isim olarak değil, bir ünvan olarak ortaya çıktığını öne sürmüştür.[86]
Rivayet kültürüne göre Muhammed, İbrahim'in büyük oğlu İsmail'in soyundan, Adnaniler kavmine uzanan bir soy hattından, Kureyş kabilesinin Haşimoğulları sülalesinden gelmektedir.[87] Buna göre soy silsilesi şöyledir: Muhammed, Abdullah, Abdülmuttalib (Şeybe), Hâşim, Abdümenâf (Muğire), Kusay, Kilâb, Mürre, Kâ'b, Lüey, Gālib, Fihr, Mâlik, Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike (Âmir), İlyas, Mudar, Nizâr, Mead, Adnân.[88][89][90][91][92]
Yine Muhammed, bazı hadislere göre kendi soyunun Peygamber İbrahim'den geldiğini de ifade etmiştir:
Allah; İbrahimoğullarından İsmail'i, İsmailoğullarından Kinâneoğullarını, Kinâneoğullarından Kureyş'i, Kureyş'ten Benî Hâşim'i, Benî Hâşim'den de beni seçmiştir.[93][94]
Ben, iki kurbanlığın oğluyum.[95]
Ayrıca Muhammed, rivayete göre Mekke'nin Fethi'nden sonra Kâbe putlardan temizlenirken Kâbe'nin içinden ellerinde fal oklarıyla İbrahim ve oğlu İsmail'in heykelleri çıkarılınca, onların bu işi hiç yapmadıklarını söylemiş ve onların putperestlik malzemesi hâline getirilmelerinden duyduğu üzüntüyü dile getirmiştir. Bir başka hadise göre Muhammed, torunları Hasan ve Hüseyin için yaptığı duayı daha önce İbrahim'in de kendi oğulları İsmail ve İshak için yaptığını söylemiştir.[95]
Revizyonist araştırmacıların iddia ettiklerine göre Kureyş, Muhammed'in mensubu olduğu Arap kabilesinin değil, MÖ 6. yüzyılda İran'da Ahameniş İmparatorluğu'nu kurarak Yahudileri Babil Sürgünü'nden kurtaran ve Yahudiler arasında büyük bir saygınlıkla da anılan Pers İmparatoru Büyük Kiros'un adıdır.[96] Muhammed'in kabilesi Kureyş'in, antik bir Arap uygarlığı olan Nabatîlerin bir kabilesi olduğu kayıtlardadır.[97] Nabatîlerin aslında Arap kökenli olduğu, fakat yabancılarla (Persler ile) birlikte oturmaları sebebiyle neseplerinin karıştığı ve dillerinin bozulduğu, ifade edilen çeşitli görüşlerdendir.[97]
Yaygın kabul gören rivayetlerde Muhammed, İslam tarihinde "Fil Yılı" olarak adlandırılan dönemde Mekke'de doğmuştur.[98] Bahsedilen bu tarih, rivayetlere göre Habeşistan'daki Aksum Krallığı'na bağlı olan Yemen kralı Ebrehe'nin büyük bir fil ordusuyla birlikte Kâbe'ye yaptığı başarısız saldırı girişiminin gerçekleştiği yıldır.[99][100] Bu tarih kesin olarak bilinmemekte ve geriye dönük yapılan hesaplamalar ile Pakistanlı İslam âlimi Muhammed Hamidullah gibi bazı kaynaklarda 17 Haziran 569,[98] bazılarında 570,[101] Mısırlı bilgin Mahmud Paşa el-Felekî gibi bazı kaynaklarda ise 20 Nisan 571[102] olarak geçmektedir. İngiliz yazar Sherrard Beaumont Burnaby, el-Felekî'nin hesaplamalarındaki bazı yanlışlıkları ortaya koymuştur.[103]
İslamî kaynaklarda ağırlıklı olarak Muhammed'in milattan sonra 571 yılında, "Fil Vakası"nın olduğu yılda, 12 Rebiülevvel (20 Nisan) Pazartesi gecesinde,[104] yani Arapların takvim başı olarak kullandıkları Fil Vakası'ndan yaklaşık 52 gün sonra doğduğu belirtilmektedir.[102][105] Siyer ve İslam tarihi yazarları, bu doğumun Rebiülevvel ayında bir pazartesi günü sabaha karşı, gün doğumundan hemen önce olduğu konusunda genel olarak ittifak etmişlerse de, ayın kaçıncı günü olduğu konusunda bir görüş birliğine varamamışlardır.[102] Bu konuyla alakalı ihtilafların sözlü kültürün parçası olan rivayet çeşitliliğinden kaynaklanmasının yanı sıra, Ay takviminin Güneş takviminden farklı olması ve Araplardaki nesî[106][107] uygulamasından da kaynaklandığı ifade edilmektedir.[105]
Lawrence Conrad, sözlü dönem sonrası erken dönemde yazılan biyografi kitaplarını incelemiş ve bu eserlerde Muhammed'in doğum tarihiyle ilgili 85 yıllık bir zaman aralığının sergilendiğini görmüştür. Conrad, bunu hikâyedeki "akışkanlığın (evrimsel süreç) hâlen devam etmekte olması" olarak tanımlar.[108][109]
İslam öncesi Arap Yarımadası'nda, sert çevre koşullarına ve yaşam tarzına uyum sağlayarak çöl koşullarında hayatta kalabilmek, insanların ortak bir şekilde yaşamasına yol açmıştı. Böylece, ortaya çıkan aşiretlerin oluşumu kan bağına dayanmaktaydı.[110] Yerli Araplar, hem göçebe hem de yerleşik bir hayat sürüyorlardı.[111] Göçebeler daha fazla su ve mera bulmak için topluca sürekli bir yerden diğerine giderken, yerleşik hayat sürenler ise ticaret ve tarımla uğraşıyorlardı. Kervanlara ya da vahalara saldırmak da göçebelerin hayatının bir parçasıydı ve bunu bir suç olarak görmüyorlardı.[112][113][114]
MÖ birinci binyıldan itibaren Güney Arabistan'da baharat ticaretinden zenginleşen gelişmiş krallıklar var olmuştu. İlk zamanlarda ticaret yolları kuzeybatı kıyısından geçerken, 7. yüzyıl itibarıyla tüccarlar Kızıldeniz üzerinden deniz yolculuğunu gittikçe daha fazla tercih ettiği için buradaki ticaret azalmış ve görece müreffeh olan birçok yer gerilemişti.[115] Tahıl ve zeytinyağı gibi birkaç önemli ürünün yanı sıra yün ve deri ticareti, daha yerel ticaret faaliyetlerine bağımlı olan Mekke ve Medine (o dönemdeki bilinen adıyla "Yesrib") gibi birkaç şehir kalmıştı. Arabistan'ın çöllük bölgeleri çok yoksuldu. Bedevî kabileler göçebe yaşam tarzını benimsemiş ve kıt kaynaklara sahip olabilmek için girişilen rekabet, topluma şekil vermişti; asıl olarak soy veya kabileye bağlılık duyulmuştu.[115]
Bizans ve Sasani imparatorlukları, İslamiyet öncesinde Orta Doğu'yu kontrol eden iki büyük güçtü. Yüzyıllarca devam eden Pers – Roma Savaşları bölgeyi iyice zarara uğratmıştı. Bölgede Perslerin Lahmîler ve Romalıların da Gassânîler gibi vasal devletçikleri bulunuyordu. Arabistan coğrafyası oldukça kurak ve volkanik olduğu için, vaha ve su kaynaklarının olduğu yerler haricinde burada tarım yapılması zordu. Genel görünümü, çöl içerisinde dağılmış nokta şeklindeki köyler ve şehirler gibiydi. Mekke ve Medine (Yesrib) bu şehirlerin en önemlilerindendi. Medine, gelişmekte olan büyük bir tarım yerleşim yeriyken, Mekke ise birçok aşiretle çevrilmiş önemli bir finans ve hac dolayısıyla bir ziyaret merkeziydi.[116] Muhammed'in yaşamının ilk yıllarında, ait olduğu Kureyş kabilesi Batı Arabistan'da baskın bir güç hâline geldi.[117][118] Kureyşliler, Batı Arabistan'daki birçok kabilenin üyelerini Kâbe'ye bağlayan ve bu Mekke mabedinin prestijini pekiştiren bir kült birliğini kurdular.[118]
İslami literatürde, Arap toplumunun İslam öncesi dönemine ''Câhiliye Dönemi'' adı verilmektedir.[119] İslami dönemde ortaya çıkmış olan terim, Kur'an ve hadislerde Arapların İslam'dan önceki inanç, tutum ve davranışlarını, sosyal hayat görüşlerini, genel olarak ise kişilerin ve toplumların günah ve isyanlarını İslami dönemden ayırt etmek veya benimsetmek için kullanılır.[119] Fuhuş, zina, hırsızlık, putlara tapılması, adaletsizlik, şiddet, kabileler arasındaki bitmez tükenmez kan davaları, yağmacılık, köleliğin olağan görülmesi, özellikle kadının köleleştirilmesi ve bir mal gibi alınıp satılması, bu dönemin özelliklerinden olarak görülür. Kadının böylesine aşağılanması, kız çocuklarının o toplumdaki kişiler tarafından bir ayıp olarak kabul edilmesine neden olmuştur.[120]
İslam tarihçiliğine göre, Câhiliye Dönemi şiirlerindeki kadın algısı sosyal hayata yansımamıştı. Kadınlar alt tabaka insanı olarak görülmüştü. Üst sınırı olmayan çok eşli evlilik yaygındı. Fuhuş bir meslek hâlini almıştı ve köle sahipleri de kölelerini bu işe zorlamaktaydı. Kadınlar, babalarının veya eşlerinin miraslarından pay alma hakkına sahip değildi. Evlatlar isterlerse, babalarının ölümünün ardından üvey anneleriyle evlenebilirdi. Boşanma hakkı da erkeğe ait ve sınırsızdı. Soylular, kızları olduğunda bunu bir utanç kaynağı olarak görüp onları öldürebilmekteydi.[120] İslam toplumunun belleğinde, bu dönemde kızların diri diri toprağa gömüldüğü yönündeki rivayetler de önemli yer tutar.[121] Nitekim Kur'an'ın Tekvir Suresi'nin 8. ve 9. ayetinde diri diri gömülen kız çocuklarına atıfta bulunulmakta ve bu durum eleştirilmektedir.[not 10] Kız çocuklarını gömme âdeti pek yaygın değildi; ancak zaman zaman yapılıyordu ve bazı kabileler arasında bu olay yaygınken, bazılarında çok nadirdi. Ayrıca çölde ve köylerde, şehirlere oranla daha yaygındı. Bununla birlikte, bu âdetin Muhammed'in kabilesi olan Kureyşliler arasında mevcut olmakla birlikte yaygın olmadığı söylenebilir.[121] Kurban sunma veya diğer nedenlerle yapılan çocuk katliamları konusunda Arapların diğer milletlerden çok da farklı olmadıkları, ifade edilen bir diğer noktadır.[122]
İslam öncesi Arabistan'da her bir aşiret, kendi tanrı ve tanrıçalarını koruyucu olarak görür, bu tanrı ve tanrıçaların ruhları kutsal ağaçlar, taşlar, su kaynakları ve kuyularla ilişkilendirilirdi. Arap mitolojisinde ve kültüründe putlar, sembolize ettikleri tanrı veya tanrıçalar nedeniyle kutsal sayılmaktaydılar ve en önemli tapınım aracıydılar.[123] İslam öncesi Arap Yarımadası'nda çok sayıda kutsal mekân ve buralarda inşa edilen kübik ilâh evlerinin (Kâbe) bulunduğu, bu kutsal kabul edilen mekânlar ve ilâh evlerinin Araplarca haram aylar boyunca ziyaret edilerek bu mabetlerde değişik tapınmaların ve ayinlerin gerçekleştirildiği bilinmektedir.[124]
Mekke'deki Kâbe, aşiretlerin koruyucu tanrılarının 360 tane put heykeline ev sahipliği yapıyordu.[123] Kâbe'de yer alan El-Manât, El-Lât ve El-Uzzâ ismindeki üç tanrıçanın, baş tanrı Al-İlah'ın kızları olduğuna inanılıyordu. Bu dönemdeki Arapların büyük bir kısmı paganizm inanışına mensuptu.[125] Ayrıca Arap kabilelerinin bir kısmı Allah'a inanıyor, ama kıyamet gününe ve ahirete inanmıyorlardı.[125] Putperest olanların çoğu ise putları Tanrı kabul etmiyorlar, aksine Allah'a ulaşmak için birer aracı olarak görüyorlardı.[125] Arap kabileler, savaşın yasak olduğu hac mevsiminde (haram aylarda), bir bayram havası içerisinde düzenlenen panayırlara ve festivallere katılırlar,[126] kendi putlarına dua, secde ve tazimde bulunurlar, kendi putları adına kurban keserler ve sadaka verirlerdi. Daha sonra her kabile Kâbe'yi tavaf ederdi. Bu tavaf genelde çıplak olarak gerçekleştirilirdi.[127] Bu ziyaretlerde tanrılara çeşitli hediyeler sunarlar, güzel kokular sürünürler, hatta bu ziyaretlerin öncesinde oruç tutarlardı.[127] Bu dönemde nazardan korunmak için muska ve tılsımlara başvurmak da yaygındı.[127]
Bunlara karşılık; Hristiyanlar, Yahudiler ve Mecûsîler dahil olmak üzere Arabistan'da tek tanrı inancına sahip çeşitli topluluklar da vardı.[128] Güçlü Yahudi kabileler güneyde Yemen'e ve kuzeybatıda Medine gibi tarımsal vaha şehirlerine yerleşmişti. Hristiyanlar da Yemen ve Doğu Arabistan'da tutunmaya başlamışlardı. Tek tanrılı inançlar, bedevî Arapların geleneksel çok tanrılı inancına darbe indirse de paganizm hâlen çok güçlüydü.[115] Muhammed'in zamanında Arabistan, tam anlamıyla dinî ve siyasi bir mayalanma hâlindeydi.[115]
Yerli Araplardan olan Hanîfler, Arap Yarımadası'ndaki tek tanrılı topluluklardan birisiydi[129] ve bazen yanlış bir şekilde Hristiyanlar ve Yahudiler arasında sınıflandırılıyorlardı.[130] İslami öğretiye göre Hanîfler, İslam öncesi dönemde İbrahim'in tebliğ ettiği dine tâbi olanlara verilen isimdir.[131] Kur'an'da "Hanîf" sözcüğü bazı ayetlerde geçmekte ve Hanîfliğin müşriklikten farklı ve onun karşıtı olduğu ve İbrahim'in inancı olduğu belirtilmektedir (Bakara: 135). İslam inancına göre, Muhammed de bir Hanîf idi ve İbrahim'in oğlu İsmail'in soyundan gelmekteydi.[132][133][134]
Klasik dinî anlatılarda, İslam öncesinde, kendilerine mistik özellikler de atfedilen Hanîflik inancına sahip Arap şairlerinin, kendi nutuklarında yakın zamanda bir peygamberin geleceğini bildirdikleri söylenir. Kur'an'da kehanet ve benzeri uygulamalar hoş karşılanmadığı hâlde, İslam toplumunda bu tür konuşmalar önemsenen konuşmalardı.[135]
Kur'an ifadesine göre Muhammed'in geleceği İsa tarafından müjdelenmiştir:
Hani, Meryem oğlu İsa, "Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah'ın size, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim!" demişti.
Muhammed'e atfedilen bir sözde de, "Benim ismim Kur'an'da Muhammed, İncil'de Ahmed, Tevrat'ta Ahyed'dir." ifadesi kullanılır.[85] Fakat bahsedilen bu isimler, günümüzdeki Kanonik İncillerde bulunmamaktadır. Buna karşılık bazı İslam bilginleri, Yuhanna İncili'nde geçen "Faraklit" sözcüğünün Muhammed'i işaret ettiğini savunurlar.[137] Faraklit'in Hristiyan dünyasındaki karşılığı ise "Kutsal Ruh"tur.[138] Yuhanna İncili'nin 14. bölümünde geçen ifadelere göre İsa, Faraklit ("Gerçeğin Ruhu") ile ilgili olarak şöyle demiştir:
Ben de Baba'dan dileyeceğim ve O, sonsuza dek sizinle birlikte olsun diye size başka bir Yardımcı, Gerçeğin Ruhu'nu verecek. Dünya O'nu kabul edemez. Çünkü O'nu ne görür, ne de tanır. Siz O'nu tanıyorsunuz. Çünkü O aranızda yaşıyor ve içinizde olacaktır.
17. yüzyılda yaşayan ünlü Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi,[141][142] Seyahatnâme adlı eserinde, İslam'da İsa'nın havarilerinden biri olarak kabul edilen Şem'un-u Safâ'nın[143] (Simun Petrus) Lübnan'ın güneyindeki Nakura şehri yakınlarındaki türbesinde bulduğu İncil nüshasını incelediğini, Muhammed'i müjdeleyen ifadenin o nüshada mevcut olduğunu iddia etmiştir.[141][144][145] Evliya Çelebi'nin, bizzat Şem'un-u Safâ tarafından yazıldığını naklettiği bu elyazması İncil bulunamamıştır.
Muhammed, bazı kaynaklara göre 570,[146][147] bazı kaynaklara göre ise 571[102] yılında Arabistan'ın Mekke şehrinde dünyaya geldi.[146][148] Doğumundan önce babasını, 6 yaşında ise annesini kaybeden Muhammed, amcası Ebû Talib tarafından büyütülüp gözetildi. Çocukluğunda çobanlık yaptı, daha sonra ise tüccar olarak çalıştı. İlk kez 25 yaşındayken, 40 yaşındaki zengin bir dul olan, Mekke'nin ünlü ve soylu şahsiyetlerinden Hatice ile evlendi.[149]
Muhammed'in bazı geceler, Nur Dağı'ndaki Hira Mağarası'nda düzenli aralıklarla inzivaya çekilip dua etme alışkanlığı vardı. Bu alışkanlık 35 yaşından sonra yaygınlaştı. 40 yaşında oradayken,[146] İslamî inanışa göre Kur'an'da yer alacak ilk ayetler Muhammed'e indirildi[150] ve Muhammed, bunların kendisine görünen Cebrâil meleği aracılığıyla indirildiğini söyledi. İlk başta yalnızca yakınlarını uyaran Muhammed, üç yıl sonra insanları topluca İslam'a davet etmeye başladı.[151] Allah'ın bir olduğunu, Allah tarafından kabul görmenin tek yolunun Allah'a teslim olmak olduğunu öğretti.[152] Kendisinin Allah'ın peygamberi ve resulü olduğunu, önceki diğer peygamberler ile aynı kandan geldiğini anlattı.[153][154]
İlk başta kendisine az sayıda takipçi bulan Muhammed, Mekke'de bazı aşiretlerin, hatta bazı akrabalarının düşmanlığıyla karşılaştı. Bu dönemde taraftarlarının şiddet içeren ağır muameleler görmesi sebebiyle, bazı takipçilerini 615 yılında Habeşistan'daki Aksum Krallığı'na gönderdi. 622 yılına gelindiğinde de, kendisine inananlarla birlikte topluca Medine'ye göç etti.
Muhammed, Medine'ye geldiğinde Medine Sözleşmesi anayasası ile oradaki aşiretleri tek çatı altında birleştirdi. Mekkeli kabileler ve paganlar ile aralıklı süren sekiz yıllık savaşlardan sonra, kendisine iman edenlerin sayısı 10.000'i aşmıştı.[155] 630 yılı başında, 10.000 kişilik büyük bir Müslüman ordusunun başında,[156] Mekke'nin kuşatılması sonrasında yapılan antlaşma ile kansız bir şekilde Mekke'nin kontrolünü eline aldı.[156][157] Şehre girip tüm putları yıktı ve daha sonra takipçilerini Doğu Arabistan'da geriye kalan tüm putperest tapınakları yıkmaları için yolladı.[158][159][160] Kısa sürede yapılan birçok seferden sonra Arabistan'ın büyük bölümünü ele geçirdi. 632 yılında, Veda Haccı'ndan ve Veda Hutbesi ile Arafat Dağı'nda 100.000'den fazla Müslümana topluca seslendikten sonra Medine'ye döndü. Bundan birkaç ay sonra hastalandı ve Medine'de öldü. Ölüm vaktine kadar Arap Yarımadası'nın çoğu Müslüman olmuş, Arabistan'ı tek devlet altında birleştirmişti.[161][162]
Muhammed'in babası Abdullah bin Abdülmuttalib, annesi ise Kureyş kabilesinin kollarına mensup Vehb bin Abdümenâf'ın kızı Âmine'dir. Muhammed, doğumundan yaklaşık beş–altı ay önce babası Abdullah'ı kaybetti. Bunun üzerine, yetiştirilmesini dedesi Abdülmuttalib üzerine aldı ve torununa "Muhammed" adını verdi. Annesi Âmine, çocuğunu iyice emziremedi. Muhammed'i bir süre, amcası Ebû Leheb'in cariyesi Süveybe emzirdi.[163] İslamî geleneğe göre Mekke'de yeni doğmuş olan bebekler, çöl ve doğa yaşamının bebekler için daha sağlıklı kabul edilmesinden ötürü, bir süreliğine çölde bir bedevî ailesiyle birlikte yaşamaya gönderilirdi ve süt anneler tarafından emzirilmeleri ve beslenmeleri sağlanırdı.[164][165][not 11] Süt anneliği yapan kadınlar, babasız olduğu için bir yetime bakmanın kârlı olmayacağını düşünerek Muhammed'i almayı reddettiler.[164] Ancak o sıralarda Mekke'ye süt çocuğu bulmak için gelen ve bakacak bir çocuk bulamayan Halime adındaki bir kadın, gönülsüz de olsa Muhammed'i almayı kabul etti.[166] Sonuç olarak Muhammed, Benî Sa'd kabilesinden olan Halime'ye süt anneliği yapmak amacıyla emanet edildi.[102][105][166][167] Muhammed, süt annesi Halime ve kocası Haris'in yanında iki veya üç yaşına gelene kadar kaldı.[168] Halime, Muhammed'i sütten kestikten sonra onu ailesine iade etti. Ancak hastalık tehlikesinden ötürü yine Halime'nin yanına gönderildi ve bir–iki yıl daha orada kaldı.
Muhammed yaklaşık dört yaşına kadar, annesi Âmine'nin de gözetimiyle birlikte süt annesi Halime'nin yanında kaldıktan sonra Mekke'ye, annesinin yanına döndü. Dört yaşından altı yaşına kadar, öz annesi Âmine ile birlikte kaldı, onun şefkat ve özeni ile yetişip büyüdü.[102] Muhammed altı yaşındayken, annesi Âmine ve dadısı Ümmü Eymen ile birlikte babasının kabrini görmek ve bazı akrabalarını ziyaret etmek için Medine'ye yolculuk etti.[169] Medine'de, annesinin akrabaları Neccâroğulları'nda bir ay kadar kaldı. Daha sonra Mekke'ye dönüş yolundaki Ebva köyüne ulaştıklarında annesi hastalandı.[169] Annesi orada, çok genç yaşta öldü ve orada defnedildi.[170] Dadısı Ümmü Eymen, Muhammed'i Mekke'ye getirip dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti.
Altı yaşından sekiz yaşına kadar, ona dedesi Abdülmuttalib baktı. Abdülmuttalib, yaş itibarıyla seksen yaşını aşmış bir ihtiyardı. Muhammed sekiz yaşında iken, dedesi de hastalandı ve öldü. Dedesi ölmeden önce, onu yetiştirmesi için oğlu Ebû Tâlib'e emanet bıraktı. Bu konuda kimi kaynaklar, Abdülmuttalib'in Muhammed'in iki öz amcası Ebû Talib ile Zübeyr arasında kura çekilmesini istediği ve kuranın Ebû Talib'e çıktığını söylerler.[102] Sonuç olarak Muhammed, Haşimoğulları'nın yeni lideri seçilen amcası Ebû Talib'in himayesine girdi.[171]
Rivayete göre Muhammed yaklaşık 12 yaşındayken, amcası Ebû Talib ticaret yapmak için gittiği Suriye'ye onu da götürdü ve bu gezide Bizans hâkimiyetindeki Busra kasabasında Bahira isminde Hristiyan bir münzevi rahip ile tanıştı.[172] Geleneğe göre Bahira, küçük Muhammed'i inceledikten ve O'nunla sohbet ettikten sonra amcası Ebû Talib'e onun son peygamber olacağını haber verdi.[173] Ardından çocuğu Yahudilerden veya Bizanslılardan korumasını ve Şam'a gitmemesini söyledi.[172][174][not 12] Sonraki yıllarda Muhammed, 17 yaşındayken diğer öz amcası Zübeyr bin Abdülmuttalib ile ticaret için Yemen'e gitti. Yapılan bu gezilerin Muhammed'in bilgi, görgü ve zihinsel alt yapısının oluşumunda etkin bir rol oynadığına inanılmaktadır. Ayrıca gençliğinde amcaları ile birlikte Kureyş ve Kays kabileleri arasında çıkan Ficâr Savaşları'na da katıldı. Bu savaşlarda kılıç kullanıp dövüşmek yerine, atılan okları toplayıp amcalarına verdi.[175]
Mevcut bilgiler parçalanmış olduğundan ve tarihi efsaneden ayırmak zorlaştığından, Muhammed'in gençliği hakkında çok az şey bilinmektedir.[176][177] Bir tüccar olduğu ve Hint Okyanusu ile Akdeniz arasında ticaretle uğraştığı kaynaklarda bildirilmektedir.[178] Ticaret hayatından önce ise Muhammed, amcası Ebû Talib'e maddi yardım sağlamak amacıyla bir süre çobanlık yaptı ve biraz daha büyüyünce ticaretle uğraşmaya başladı.[179] Ticarete olan ilgisi, daha sonra kendisi ile evlendiği Hatice ile tanışmasına neden oldu. 594–595 yılında Hatice ile iş birliği yapıp onun sermayesi ile çalışmaya başladı.[180] Muhammed, ticaretindeki dürüstlüğünden dolayı Mekke halkı tarafından "güvenilir" anlamına gelen "el–emîn" (الامين) lakabıyla tanındı ve zaman zaman kimi anlaşmazlıklar için tarafsız bir hakem olarak arandı.[181]
Hatice, birkaç ticari iş ortaklığından sonra Muhammed'in dürüstlüğüne hayran kaldı, ondan iyice etkilendi ve arkadaşı Nefise bint Ümeyye aracılığıyla ona evlenme teklifi etti. Muhammed, Hatice'nin teklifini kabul etti ve amcalarıyla gidip Hatice'yi istediler.[182] Hatice'nin amcası da teklifi kabul etti ve nikâh gerçekleşti. Evlendikleri sırada Muhammed 23–25,[183][184][185] Hatice ise yaklaşık 40 yaşındaydı.[184][185] Ancak diğer bazı kaynaklar, Hatice'nin evlilik sırasında 20'li yaşların sonunda veya 30'lu yaşların başında olduğunu iddia etmektedir.[186] İslam bilginlerinin çoğunluğu ise, Hatice'nin bu alternatif evlilik yaşı rivayetlerini zayıf kabul etmektedir.[185]
Muhammed'in, gençliğinde çevresinden gelen paganist görüş ve uygulamalarla ilgilenmediğine inanılır.[187] Buna göre kendisi, aynı dönemde herhangi bir puta tapmamakla birlikte başkalarının tapınmasına da açıkça karşı çıkmadı. Mekke halkının adaletsiz, çirkin ve şirk dolu yaşamını pek beğenmeyen Muhammed, çareyi yalnız kalarak ve tefekkür ederek buluyordu.
Kur'an'daki şu ayetler, Muhammed'in İslam öncesi durumunu anlatmaktadır:[188][189]
...Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin...
— Şûrâ Suresi: 52
(Allah), seni yolunu kaybetmiş (şaşırmış) olarak bulup da yola iletmedi mi?
— Duhâ Suresi: 7
Muhammed'in 35 yaşlarındayken, Kâbe'nin bazı kısımlarının Mekke'de sık sık yaşanan ani su taşkınlarından dolayı aşınması ve birileri tarafından tahrip edilmesinden sonra, Kâbe'nin tamirinde rol oynadığı söylenir.[190]
Yaşananlardan sonra Kureyş kabilesi Kâbe'yi yıkıp yeniden inşa etmeyi düşündü.[191] Ancak bu hareketlerinin tanrıları rahatsız edebileceğine dair endişeler ortaya çıktı.[191] Araplar arasında Kâbe'ye karşı saygı ve hürmet, İbrahim'den beri muhafaza edilegelen kutsal bir vazife idi.[192] Sonunda Kureyş kabilesinin önde gelenlerinden bir adam, elinde kazma ile öne çıktı ve "Ey Tanrıça! Korkma! Niyetimiz sadece en iyisi içindir!" diyerek Kâbe'yi yıkmaya başladı.[191] Mekke halkı o gece tetikte kaldı ve kutsal mabetlerine karışmaya cüret edenlere ilahi bir cezanın gelip gelmeyeceğini düşündü. Ertesi sabah, onun elinde kazmayla işine devam ettiğini gördüklerinde, bunu "ilahi bir lütuf işareti" olarak yorumladılar.[191] Böylelikle Kâbe, İbrahim'in yaptığı temele kadar yıkıldı ve yeniden inşa çalışmaları başladı. Cidde sahilinde de bir gemi kaza yapmıştı ve gemide mimarlık işlerinden anlayan bir usta vardı. Bu geminin tamir aletlerini de satın alarak Kâbe'nin yapımında kullandılar.[192][193]
İbn–i İshak'ın derlediği bir rivayete göre, yeniden yapılanma neredeyse tamamlandığında kabile liderleri arasında Hacer-ü'l Esved taşını yerine koyma şerefine kimin sahip olacağına dair anlaşmazlıklar çıktı. Oradaki ihtiyarlardan biri, Kâbe'nin bulunduğu bölgeye, yani Mescid-i Haram'a giren bir sonraki kişinin tavsiyesinin alınmasını ve kendisini "hakem" tayin etmeyi önerdi. Bu gelen kişi Muhammed oldu. Halk, Muhammed'in kararını heyecanla bekledi. Muhammed düşündükten sonra bir örtü getirilmesini istedi veya örtü olarak kendi elbisesini açtı, ardından taşı örtünün ortasına koydu ve her kabileden birinin kenarından tutup onu kaldırmasını istedi. Sonra taşı eline aldı ve yerine koydu.[191][193] Muhammed'in abası; bu olay ve Ehl-i Abâ Hadisi'nde anlatıldığı gibi daha sonra olanlar nedeniyle daha sonraki şair ve yazarlar için önemli bir sembol hâline geldi.[194]
Siyere göre, Muhammed 40 yaşına yaklaştığında sık sık kalabalıklardan uzaklaşmaya ve yalnız başına bir yerlerde inzivaya çekilmeye başladı.[195] Bu durum 1–2 yıl kadar devam etti. Muhammed, Mekke'ye yaklaşık beş kilometre uzaklıkta olan Nur Dağı'ndaki Hira Mağarası'nda, dedesi Abdülmuttalib gibi her yıl birkaç hafta boyunca tek başına kalarak inzivaya çekiliyordu.[196] İslami öğretiye göre MS 610 yılında, bir Ramazan gecesi (Kadir Gecesi) hırkasına bürünmüş hâlde Hira Mağarası'nda tefekküre daldığı bir sırada, Cebrâil tarafından ilk vahyi aldı.[197] Melek ona yaklaşıp "Oku!" dedi, ama Muhammed okuma yazma bilmediğini söyleyip cehaletini itiraf etti. Bunun üzerine Cebrâil, Muhammed'e daha çok yaklaşıp sözünü tekrarladı; Muhammed de okuma ve yazma bilmediğini yineledi. Bu durum, Cebrâil nihayet ayetleri okuyup Muhammed'in onları ezberlemesine izin vermeden önce bir defa daha gerçekleşti.[198][199] Cebrâil'in burada okuduğu ayetler, daha sonra Kur'an'ın 96. suresi olan Alak Suresi'nin ilk beş ayetini oluşturacaktı. Muhammed'in MS 610 yılından başlayarak, öldüğü yıl olan 632'ye kadar aldığını söylediği vahiyler, Kur'an'ı oluşturur. İslam'da inanç, ibadet, şeriat, ahlak, tasavvuf gibi uygulamaların dayandırıldığı ana kaynak Kur'an'dır.[101][148][149][154][200]
Rivayetlere göre, Muhammed ilk vahiylerini aldıktan sonra dehşete düştü ve çok korktu, ancak Cebrâil ona yaklaşıp Allah'ın bir elçisi olarak seçildiğini söyledi.[201][202] Muhammed ardından eve döndü ve olanları karısı Hatice'ye anlattı. Hatice eşini teselli ettikten sonra, onu amcasının oğlu ve Hristiyan bir keşiş olan Varaka bin Nevfel'in yanına götürdü.[203] Varaka, Muhammed'i teselli etti ve kendisine son peygamber olduğunu açıkladı. Bunlara ters olarak Şii geleneği ise, Muhammed'in Cebrâil'in ortaya çıkışına ne şaşırdığını ne de korktuğunu, aksine onu bekliyormuş gibi karşıladığını savunur.[204]
Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yaratmıştır. Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten, (böylece) insana bilmediğini bildiren Rabbin sonsuz kerem sahibidir. | |
— Kur'an'ın inen ilk ayetleri, Alak Suresi, 1–5 |
İlk vahyi, Muhammed'in kendini dualara ve ibadetlere daha fazla teslim ettiği ve korkuyla geçirdiği bir zaman dilimi (fetretü'l–vahiy) izledi.[205] Muhammed bu süreçte büyük bir üzüntü hâline girdi. Vahiyler yeniden başladığında ise rahatladı ve çekinmeden uyarmaya başlaması emredildi. Konuyla ilgili bazı ayetler şöyledir:[206]
Ey örtünüp bürünen (Peygamber)! Kalk da (insanları) uyar. Rabbini yücelt.
— Müddessir Suresi: 1–3
Rabbin seni terk etmedi ve sana darılmadı.
— Duhâ Suresi: 3
İslam geleneğine göre Muhammed'in çağrısına ilk uyan kişi, ilk vahyi alıp eve geldiği vakit eşi Hatice olmuştu; onu amcası Ebû Talib'in oğlu Ali, azatlı kölesi Zeyd bin Hârise ve en yakın arkadaşı Ebû Bekir izledi.[207][not 13] Muhammed üç yıl boyunca sadece akrabalarını ve en yakınlarını İslam'a davet etti.[210] Ardından, inanca göre Hicr Suresi'nin 94. ayetinin inmesinden hemen sonra Safâ Tepesi'ne çıkarak tüm Mekke halkını açıktan açığa Müslüman olmaya çağırdı.
Şimdi sen, sana emrolunanı açıkça ortaya koy ve Allah'a ortak koşanlara aldırış etme.
— Hicr Suresi: 94
Ancak tepkiler genellikle olumsuz oldu. Bu nedenle ilk Müslümanlar, vahyi şüphe ile karşılayan Mekkelilerce ağır hakaret ve işkencelere katlanmak zorunda kaldılar. Başlangıçta Muhammed, İslam'ı yayma faaliyetlerine kayıtsız kalan Mekke liderlerinden ciddi bir muhalefet görmedi,[211] ancak aradan biraz zaman geçtikten sonra gerilim yükseldi. Çünkü Muhammed'in çağrısı, kendi mevkilerinin tehlikeye girebileceğini düşünen geleneksel seçkin kişileri tedirgin etmişti.[212] Özellikle Kâbe'den putların kaldırılması, ticaretin engelleneceği ve birtakım alışkanlıklara son verileceği düşüncesine yol açtı ve bu da büyük tepki ile karşılandı.[213] Bu dönemde İslam dinini kabul edenlerin çoğunluğu dinlerini gizlemek zorunda kaldı.
Muhammed, Mekkeli paganların yanı sıra, Yahudi ve Hristiyanları da dinlerinin aslının bozulduğunu söyleyerek İslam'a davet etti.[214][215][216][217][218] Bu tek tanrıcı gruplardan bazıları onun davetini kabul ederken bazıları da reddetti. Kureyş ileri gelenleri tarafından ilk başta pek tepki çekmeyen Muhammed, puta tapıcılığı eleştiren Kur'an ayetlerini okumaya,[not 14] puta tapanların cehenneme gireceğini söylemeye başlayınca, Kureyşliler onun tebliğini büyük bir tehlike olarak görüp davetini engellemek için ellerinden geleni yapmaya başladılar. Muhammed'in günden güne taraftar topladığını, durmaksızın inanç ve davranışlarını eleştirdiğini gören Kureyşliler, onu küçümsemeye ve ona hakaret etmeye başladılar, giderek şiddete başvurdular.[211][219] Kur'an'daki Mekkî sureler incelendiğinde bu tepkilerin ve şiddetlerin yansımalarını görmek mümkündür. Mekkeli paganlar, Muhammed'in İslam'a davet faaliyetini durdurması için amcası Ebû Talib ile üç defa görüştüler. Ebû Talib birinci görüşmede, gönül alıcı bazı sözlerle onları savuşturdu.[219] İkincisinde Kureyşliler tehdit edici ifadeler kullanınca yeğenini çağırdı ve durumu anlattı. Muhammed de amcasına bu işten asla vazgeçmeyeceğini söyledi.[219][not 15] Kureyşliler üçüncü kez gelince Ebû Talib'e yeğenini kendilerine teslim etmesi hususunda bir teklifte bulundular, Ebû Talib teklifi sertçe reddetti. Bu arada bazı Kureyşlilerin bizzat Muhammed ile görüşüp onu bu işten vazgeçirmeye çalıştıkları, kendisine para ve mevki teklifinde bulundukları da kaynaklarda belirtilmektedir.[219]
Bu sıralarda, Mekke'nin iki güçlü ve önemli mevki sahibi kişisi olan Hamza ve Ömer'in üst üste ve biraz da ani bir şekilde İslam'ı kabul etmeleri, Müslümanların moral ve cesaretlerini artırdı; bu nedenle Kâbe'ye gidip açıkça namaz kıldılar. Muhammed'in, amcası Ebû Leheb dışındaki akrabalarından yardım görmesi ve Mekke'nin bazı önde gelenlerin Müslüman olmaları, paganist inanca sahip kişilerin tepkilerini daha da artırdı ve Müslümanlara yönelik olumsuz tavırlar şiddetlendi.[8][219] Takipçilerinin maruz kaldığı işkenceleri engellemeye gücü yetmeyen Muhammed, bazı Müslümanlara bir Hristiyan ülkesi olan Habeşistan'a hicret etmeye izin verdi. 615'te bir grup Müslüman Habeşistan'a hicret etti. İslam tarihindeki ilk hicret olarak önem taşıyan bu gelişme, Muhammed'in Afrika ile de temasa geçmesini sağladı.[219]
İki dalga hâlinde Habeşistan'a göç edenler, bir süre sonra Muhammed'in Mekkelilerin İslam'ı kabul ettikleri ve Muhammed ile anlaştıkları yolunda bir haber aldılar. Bunun üzerine hicret edenlerin bazıları geri dönmeye karar verdiler. Rivayete göre bunlar Mekke'ye yaklaştıkları sırada, karşılaştıkları bir kervana neler olduğunu sordular; kervandakiler de Muhammed'in önce ilâhlarını hayırla andığını ve Kureyş'in ona uyduğunu, ancak daha sonra bu fikrinden vazgeçip ilâhlarını kötülediğini, Kureyş'in de ona tekrar kötülük yaptığını söylediler. İbn Sa'd'ın aktardığı bu olay literatüre "Garânîk Olayı" olarak geçmiş ve giderek değişik rivayetlere bürünmüştür.[220]
Kureyşliler, Hamza ile Ömer'in İslam'ı benimsemesiyle güç kazanan Müslümanları etkisiz hâle getirmek için onlara bir boykot düzenlemeye karar verdiler. Bunun için Hâşimoğulları ve Muttaliboğulları ile aralarındaki akrabalığa uymayacaklarını söyleyip bu iki aileyi düşman ilan ettiler. Onlarla konuşmamaya ve alışveriş yapmamaya karar verdiler ve boykotun şartlarını bir kâğıda yazıp Kâbe'nin duvarına astılar.[78][219][221] Bunun üzerine Muhammed'in amcası Ebû Talib, yeğenini ve ona inananları kendi mahallesine götürüp orada topladı. Mekkeli paganların safında yer alan Ebû Leheb ve oğulları hariç Muhammed'in bütün akrabaları 616–619 arasında orada yaşamak zorunda kaldılar. Tüm bu olaylara karşın Muhammed'in peygamberliğine olan inancı, düşüncelerini sürekli yaymasını sağladı. Bu inancından cesaret alarak din alanındaki çalışmalarını Mekke dışına taşımaya yöneldi.
Kureyşlilerin Haşimoğulları ailesine yapmış oldukları büyük boykot 619 yılında son buldu. Boykottan kısa bir süre sonra önce Muhammed'in amcası Ebû Talib, ardından eşi Hatice üç gün ara ile hayatlarını kaybetti.[222] Kendisine en büyük desteği veren bu iki yakınının ölümü Muhammed'i son derece üzdü.[222] Hatice, kendisine inanan ilk kişi iken Ebû Talib de Mekke'de kavmine karşı onu her şey uğruna korumuştu.[222] Mekkeli paganlar, olanlardan sonra bir süre evine kapanan ve çok nadir çıkan Muhammed'e yönelik hakaretlerini arttırdılar ve fiilî saldırılarda bulunmaya başladılar. Kaynaklarda, Hatice ve Ebû Tâlib'in üst üste öldüğü bu yıl "senetü'l–hüzn" (hüzün senesi) diye isimlendirilmiştir.
Ebû Talib'in ölümünün ardından Haşimoğulları kabilesinin liderliği, Muhammed'in azılı düşmanı olan amcası Ebû Leheb'e geçti.[223] Bundan sonra Muhammed, Arap kabilelerine peygamber olduğunu anlatmak ve onları Allah'a ibadet etmeye çağırmak için ticaret fuarlarını ve pazarları dolaştı.[224] Bu gezilerde sıklıkla Muhammed'i takip eden Ebû Leheb ise, konuştuğu kişilere "onun bozgunculuk yaptığını, ona itaat etmemeleri ve onu dikkate almamalarını" söyledi.[224] Kısa bir süre sonra Ebû Leheb, Mekkeli paganların da desteğiyle klanın Muhammed üzerindeki korumasını geri çekti.[223] Bu durum Muhammed'i büyük tehlikeye attı; çünkü klan korumasının geri çekilmesi, O'nun öldürülmesinin herhangi bir kanlı intikama neden olmayacağı anlamına geliyordu.
Muhammed, yaşanan bu olaylardan ötürü Arabistan'daki bir başka önemli şehir olan Taif'i ziyaret etti ve bir koruyucu bulmaya çalıştı; ancak Taif'teki çabaları başarısız oldu ve onu daha fazla fiziksel tehlikeye attı; evlatlığı Zeyd ile taşlanarak geri döndürüldü.[225][226] Muhammed Mekke'ye dönmek zorunda kaldı. Mut'im bin Adî adında bir Mekkeli kabile reisi, onun memleketine güvenli bir şekilde yeniden girmesini mümkün kıldı.[227]
Arap Yarımadası'nda pek çok insan bu yeni dini ve peygamberini duymuş ve ticaret veya Kâbe'ye hac yapmak gibi sebeplerden ötürü Mekke'ye ziyarete geliyorlardı. İlk seferinde Mekke'ye gelen yaklaşık 12 kişi (Birinci Akabe Biatı), daha sonra ise tekrar Mekke'ye gelen yaklaşık 300 kişi (İkinci Akabe Biatı); 620–621 yıllarında ''Akabe'' denilen, Mescid–i Haram'a üç kilometre kadar uzakta olan yerde Muhammed ile gizlice görüşüp ona bağlılıklarını bildirdiler ve onu Yesrib'e davet ettiler.[228] Muhammed bu fırsatı kendisi ve takipçilerine yeni bir yuva aramak için kullandı. Yesrib'in Arap nüfusu tek tanrıcılığa aşinaydı, çünkü şehirde bir Yahudi cemaati vardı.[229] Ayrıca Yesrib halkı, Muhammed ve bu yeni din aracılığıyla Mekke'ye üstünlük sağlamayı umdu. Çünkü Yesrib, hac yeri olmasından ötürü Mekke'nin önemini kıskanıyordu.[230][231]
Muhammed, Akabe'deki vaatlerin ardından Yesrib'i uygun buldu ve takipçilerini oraya göç etmeye teşvik etti.[232] Daha önce Habeşistan'a yapılan göçte yaşandığı gibi, Kureyşliler yine bu göçü durdurmaya çalışacak, ancak neredeyse tüm Müslümanlar ayrılmayı başaracaktı.
Mekke'deki Müslümanlar bu zaman içerisinde küçük topluluklarla Medine'ye göç etmeye başladılar. Kısa bir süre sonra da Mekke'deki Müslümanların çoğu boşaldı; şehirde yalnızca Muhammed ve Ebû Bekir ile aileleri, Ali ve annesi, bir de yaşlı ve Mekkeliler tarafından işkenceye maruz kalıp bunun için hapsedilen Müslümanlar kaldı.[233] Muhammed, bu zorlu ve uzun göç için yol arkadaşı olarak en yakın dostu Ebû Bekir'i seçti ve ondan yola çıkmak için hemen hazırlık yapmasını istedi; amcasının oğlu Ali'yi ise ödenmemiş mali yükümlülüklerini yerine getirmesi ve kendisinde kalan bazı emanetleri sahiplerine teslim etmesi için geride bırakmak istedi.
Mekkelilerin Muhammed'i vazgeçirememesi ve Medine'de yer alan Müslümanların giderek kuvvetlenmesi, durumun kendileri için tehlike yaratacağı düşüncesiyle Kureyşlilerin "Dâru'n–Nedve" dedikleri meclislerinde toplanarak bu meseleyi görüşmelerine yol açtı.[234] Görüşmelerde, yerleşik düzeni tehdit eden İslam'ın hızla büyüdüğü belirtildi ve Muhammed'in bu çalışmalarını durdurmak gerektiği merkezinde birleşildi. Sonuç olarak Muhammed'in öldürülmesine karar verildi ve bu iş için birçok kabileden birkaç kuvvetli genç suikastçı seçildi.
Muhammed, Mekkelilerin planladıkları suikast gecesi evinden çıktı. Ali, Muhammed'in elbisesini giyip onun yatağına girdi ve suikastçıların Muhammed'in henüz gitmediğini düşünmelerine yol açtı.[235][236] Suikastçılar olanları öğrendiklerinde, Muhammed Ebû Bekir ile birlikte çoktan Mekke'den ayrılmıştı. Muhammed'in kuzeni Ali, organize edilen bu komplodan sağ kurtuldu; ancak Muhammed'in talimatlarını yerine getirmek için bir süre Mekke'de kaldı.[237] Ali, daha sonra annesi Fâtıma bint Esed'in yanı sıra Muhammed'in kızları, eşi Sevde bint Zem'a, dadısı Ümmü Eymen; bir de çeşitli sebeplerle geride kalmış olan diğer Müslümanlarla yola çıktı.[237]
Mekkeli paganlar, Muhammed'i evinde bulamayınca ve ardından Ebû Bekir'in evinde yaptıkları aramalar bir sonuç vermeyince bütün çevreyi kontrol etmeye başladılar ve etrafa pek çok haberci göndererek Muhammed ve Ebû Bekir'in başına ödül koyduklarını duyurdular.[233] Bu sıralarda Muhammed, Ebû Bekir ile Sevr Mağarası adı verilen mağarada düşmanlarından kurtulmak için üç gün kadar kaldı. Ortalık sakinleşmeye yüz tutunca da, Kızıldeniz'e doğru nispeten serbest bir yola girerek yolculuklarına devam ettiler.[233] Medine'ye sağ bir şekilde ulaşabilmek için işlek yollar yerine farklı güzergâhlar tercih ettiler ve sarp dağ geçitleri ile çöllerden geçtiler. Buna rağmen, Medine'ye ulaşana kadar Mekkeliler tarafından arandılar ve bazen tehlikeli anlar yaşadılar.
Muhammed ve Ebû Bekir, yolculuklarının sonlarına doğru Medine yakınlarındaki Kubâ adlı bir köye ulaştılar. Muhammed burada sevinçle karşılandı ve önceden Müslümanlığı seçmiş olan Külsûm bin Hidm'e konuk oldu. Bazı kaynaklara göre dört, bazılarına göre ise on gün burada kalan Muhammed,[238] bu süre zarfında Kubâ'da inşaatında kendisinin de çalıştığı bir mescit yaptırdı. Daha sonraları "Kubâ Mescidi" olarak anılacak bu mescit, İslam tarihinde inşa edilen ilk mescit olma özelliğine sahip oldu. Bu sıralarda Ali ve yanındaki Müslümanlar da Kubâ'ya ulaştı. Bunun üzerine Muhammed ve diğerleri hep birlikte Kubâ'dan ayrıldılar ve nihayetinde 27 Eylül 622 tarihinde Medine'ye vardılar.[233]
Muhammed, Medine'ye vardığında halk tarafından içtenlikle karşılandı. Medineli Müslümanların her biri onu evinde misafir etmek isteyince, devesinin çöktüğü yerin en yakınında bulunan ve dedesi Abdülmuttalib'in annesi tarafından kendisine yakınlığı da olan Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evine misafir oldu ve onun evine yerleşerek burada yedi ay kadar kaldı.[239][240] Daha sonra Muhammed, şehirde bir mescit ve ailesinin kalması için de bu mescide bitişik odalar yapılmasını istedi. Mescidin bir yanına da barınaksız kişilerin kalabilmeleri için "Suffe" adı verilen bir yer yapıldı; burada kalanlara "Ashab–ı suffa" denildi. Daha sonraki yıllarda "Peygamber Mescidi" anlamına gelen "Mescid–i Nebevî" adıyla anılan bu mescit, Muhammed'in Medine'deki bütün faaliyetlerinin merkezinde yer almış ve İslam'ın sonraki dönemlerinde kurulan camilere örnek teşkil etmiştir.[241]
Medine (asıl adı "Yesrib" olan şehre Müslümanlarca "Medinetü'n Nebî", sonra da kısaca "Medine" adı verildi) halkının nüfusu; "muhacir" denilen Mekkeli göçmenlerden, bunlara yardımcı olduklarından dolayı "ensar" adını alan yerli halktan (özellikle Yemen kökenli olan Evs ve Hazrec kabilelerinden) ve Benî Kureyza, Benî Kaynuka, Benî Nadir isimli Yahudi kabilelerinden oluşuyordu. Bunlar arasında birlik sağlamak oldukça güçtü. Medine sınırları yakınlarındaki Hayber gibi yerlerde yaşayan Yahudiler, varlıklı kişiler olduklarından dolayı çevre üzerinde etkiliydiler. Evs ve Hazrec kabileleri arasında son olarak 617'de yaşanan geleneksel düşmanlığın yeniden alevlenme olasılığı da vardı. Ayrıca ensar ile muhacirleri kaynaştırmak, çözülmesi gereken önemli bir sorundu.
Muhammed, bütün bu kesimleri birleştirip bağdaştırmak amacındaydı. Ancak her şeyden önce çok yoksul olan göçmenlerin durumlarının düzeltilmesi gerekiyordu. Muhammed, muhacirleri yerli halk ile kardeş ilan ederek onlara yardım etmelerini sağladı. Yahudiler ile açılan aralarını da düzelterek çevrede siyasi bir düzen oluşturdu ve farklı kesimlerin hak ve yükümlülüklerini saptayan 47 maddelik bir "Medine Anayasası" benimsendi. Daha çok yöredeki kabile meselelerini ele alan bu anayasa, Medine'de çok dinli bir İslam devletinin, yani Medine Şehir Devleti'nin temelini oluşturdu;[242][243][244] Muhammed de bu yönetimin başkanı seçildi.
Hem Batı hem de Müslüman dünyasından birçok akademisyen Medine Anayasası metninin gerçekliği konusunda hemfikir olsalar da, bunun bir antlaşma mı yoksa Muhammed'in tek taraflı bir bildirisi mi olduğu, içerdiği belgelerin sayısı, birincil taraflar, metnin belirli zamanlaması konularındaki anlaşmazlıklar hâlâ devam etmektedir.[245] Batılı araştırmacıların da dikkatini çeken belgeyi Alman teolog ve oryantalist Julius Wellhausen 47 madde hâlinde düzenlemiş, daha sonraki araştırmacılar da genellikle bunu esas almıştır. Metnin 52 madde hâlinde kabul edilebileceğini de belirten Hint asıllı araştırmacı Muhammed Hamidullah, Wellhausen gibi 47 maddeyi kabul etmekle birlikte bazı maddeleri ikişerli bölüme ayırmıştır.[246] İsrailli bilim insanı Michael Lecker belgeyi 64 madde olarak, Britanyalı araştırmacı Robert B. Serjeant ise sekiz ayrı parça ve toplam 70 madde olarak incelemiştir. Müslüman araştırmacıların aktardığı üzere, besmeleyle başlayan belgenin ilk maddesi şu şekildedir:[246]
Bu vesika, Peygamber Muhammed tarafından Kureyşli ve Yesribli müminler ve bunlara tâbi olanlarla sonradan onlara katılmış olanlar ve onlarla beraber cihad edenler için düzenlenmiştir.
— Medine Anayasası: 1. madde
Medine Anayasası'nın bazı araştırmacılar tarafından "ilginç" bulunan 25. maddesinin bir bölümünde, Yahudi kabilelerin ümmete dahil edildiği ve her iki topluluğun dininin kendilerine olduğu belirtilmektedir.[246][247] Washburn Üniversitesi'nde çalışan L. Ali Khan, bu konu hakkında belgenin bir antlaşmadan türetilen bir "toplumsal sözleşme" olduğunu söylemektedir. Khan'a göre belge, "Tek bir Tanrı'nın egemenliği altında yaşayan çeşitli kabilelerden oluşan tek bir topluluk kavramı üzerine" inşa edilmiştir.[248] Medine Anayasası'nın bir diğer önemli özelliği de, Müslümanlar arasındaki bağların yeniden tanımlandığı vesika olmasıdır. Bu vesikayla Müslümanlar, ilişkilerinde inançlarını kan bağlarının üzerinde tutmaya başladılar.[249] Kabile kimlikleri, farklı gruplara atıfta bulunmak için hâlâ önemliydi, ancak yeni oluşturulan "ümmet" için ana bağlayıcı bağ artık "din"di.[250] Bazı tarihçiler, "ümmet" denilen bu yeni topluluğun yeni bir kabileye benzetilebileceğini, ancak önemli bir farkla bunun akrabalığa değil dine dayalı olduğunu savunmuşlardır.[250] Bu durum, kabile toplumu hâlinde organize edilmiş olan İslam öncesi Arabistan'ın normlarıyla tamamen çelişiyordu. Aynı durum, Medine'deki bu küçük Müslüman grubunun daha sonra geniş bir Müslüman topluluğa ve imparatorluğa dönüşmesi yolunda önemli bir olaydır.[251]
Medine Anayasası'nda gayrimüslimlere ise inanç ve ibadet özgürlüğü temin edilmiştir. Anayasaya göre Medine'de yaşayan yerleşik tüm gayrimüslimler, Müslümanları "takip etmek" şartıyla şu haklara sahiptiler:[252]
Muhammed, Medine'de asayişi sağladıktan sonra bir nüfus sayımı gerçekleştirmek istedi. Çünkü Mekkeli paganlarla savaş yakın gözüküyordu ve bundan dolayı Müslümanların rakamsal gücünün bilinmesi gerekiyordu.[254] Bu konu hakkında sahabeleriyle görüşen Muhammed, onlardan bir grubu görevlendirdi ve onlara Müslüman olanların isimlerini ve sayılarını istediğini söyledi.[255] Farklı rivayetlere göre bu sayı 500–1500 arasında çıkmıştır.[254] Fakat genellikle Müslümanların toplam sayısının yaklaşık 1500 kişi olduğu, 600–700 arasındaki sayıların toplam erkeklere, 500'ünün ise savaşabilecek güçte olanlara ait olduğu kabul edilmektedir.[254][255]
Bu sırada, inanca göre Hac Suresi'nin 39. ayetinin inişiyle birlikte Müslümanların savaşmasına izin verildi. Muhammed'in ve diğer Müslümanların hicretine kadar geçen 12 yıllık süreç içerisinde savaş izni verilmemiş, yalnızca "sabır" tavsiye edilmişti. Bunun bir diğer nedeni de Müslümanların yeterli askerî güce sahip olmamalarıydı. Hicretin birinci veya ikinci yılında, inanca göre sadece Mekkeli müşriklere karşı olmak üzere, şu Kur'an ayetiyle savaş izni verildi:[256]
Saldırıya uğrayanlara, zulme maruz kaldıkları için savaş izni verildi. Allah onları muzaffer kılmaya elbette kâdirdir.
— Hac Suresi: 39
Savaşa izin veren ayetleri almasından sonra Muhammed, Medine'ye göç eden Mekkeli Müslümanların kalan mallarının yağmalanmasına karşılık olarak, Mekke'ye giden kervanlara el koymak isteyen Müslümanların ısrarlı taleplerine onay verdi.[154] Bu baskınların bir diğer nedeni de, Müslümanların yeni bölgedeki yoksulluklarına acil bir çözüm bulmak istemeleriydi; çünkü zirai bilgiden ve ticaret için paradan yoksunlardı.[257] Nahle'deki bir pagan kervana başarılı bir baskın düzenlenip büyük miktarda ganimet elde edildikten sonra, Mart 624'te Muhammed'in kulağına Kureyş'e ait bir ticaret kervanının Suriye'den Mekke'ye doğru yola çıktığı haberi geldi.[258] Kervandaki mallar yaklaşık 1.000 deve ve 50.000 dinar değerindeydi ve bunda Mekke halkının neredeyse tamamının payı vardı; ayrıca 70 adam tarafından korunuyordu ve Ebû Süfyan'ın liderliğindeydi.[258]
Muhammed bu büyük kervanı haber alınca sahabelerini topladı. Onlara kervandaki malların çokluğunu, buna rağmen muhafız sayısının azlığını anlatarak kervanı dönüş yolunda ele geçirebileceklerini söyledi ve kendilerini sefere çağırdı.[259] Sonuç olarak Muhammed, 8 Mart 624'te yaklaşık 310 kişilik ordusuyla Medine'den harekete geçti. Suriye'den dönmekte olan Ebû Süfyan, Hicaz'a yaklaştığı sırada Müslümanların baskın yapacağını haber aldı ve Kureyşlilerden yardım istemek üzere atlı bir adamını Mekke'ye gönderdi;[259] kendisi de kervanın yönünü değiştirdi. Ebû Süfyan'ın gönderdiği haber üzerine Kureyş kabilesinden toplanan yaklaşık 950 kişi, Ebû Cehil'in komutasında Mekke'den yola çıktı.
Müslümanların kervana saldırmaya hazırlandığı haberi üzerine yola çıkan Mekkeliler, Ebû Süfyan'ın tehlikenin atlatıldığını haber veren ikinci mesajına rağmen Müslümanların üzerine yürümeye karar verdiler ve oluşturdukları 950 kişilik kuvvetle Bedir'e doğru yola çıktılar. O sırada Muhammed ve takipçileri, Kureyş ordusunun Mekke'den çıkıp Bedir'e geldiğini henüz bilmiyorlardı. 14 Mart 624 günü iki ordu Bedir'de karşı karşıya geldi. Savaştan önce, Arap savaşlarında artık bir gelenek hâline gelen "er dileme" (mübareze) hadisesi için taraflar içlerinden üçer kişi seçtiler.[260] Buna göre İslam ordusundan Hamza, Ubeyde bin Hâris ve Ali; Mekke ordusundan da Utbe, kardeşi Şeybe ve oğlu Velîd karşı karşıya gelip çarpıştılar. Hamza ve Ali, düşmanlarını öldürmeyi başardılar. Ubeyde ise Utbe ile yenişemeyip yaralandı. Bunun üzerine Hamza ve Ali, Ubeyde'nin yardımına gidip Utbe'yi öldürdüler.[259]
Er dileme hadisesinden sonra savaş başladı. Çarpışmanın ilerleyen aşamalarında Mekkeli Kureyşliler dağılma belirtileri gösterdi, komutanları Ebû Cehil öldürülünce de iyice dağıldılar. Birkaç saat süren savaş, öğleden sonra sona erdi ve 310 kişilik Müslüman ordusu, 950 kişilik Mekke kuvvetlerini bozguna uğrattı. Richard A. Gabriel gibi bazı modern gayrimüslim tarihçiler, Kureyş'e karşı kazanılan bu zaferi ve ardından gelen zaferleri Muhammed'in stratejik ve askerî gücüne bağlamaktadırlar.[261][262] Buna karşın bazı Kur'an ayetleri ve daha sonraki rivayetler, savaş sırasında Müslümanlara yardım etmek üzere binlerce meleğin gönderilmiş olduğunu belirtmektedir.[263]
Bedir Muharebesi, Müslümanların Mekkeli paganlara karşı kazandığı ilk savaş oldu.[264] Bu savaşta Müslümanlar 14 kayıp verirken Mekkelilerden de 70 kişi öldü, ayrıca 70 kişi de esir olarak alındı.[not 16] Savaş esirlerine iyi davranılmasını emreden Muhammed, esirler içinden sadece iki kişiyi Müslümanlara yaptıkları işkenceye karşılık ölüme mahkûm etti.[259] Diğer esirlere ise malî durumlarına göre para ödemeleri şart koşuldu. Ayrıca bazı esirlerin fidyesiz bir şekilde, okuma yazma bilenlerin ise 10 Müslümana okuma yazma öğretmeleri şartıyla serbest bırakılmaları kararlaştırıldı. Savaşı kazanan Müslümanlar Medine'ye döndüler, savaşı kaybeden Mekkeli paganlar ise öldürülen Ebû Cehil'in yerine Ebû Süfyan'ı başkanlığa getirdiler.[259]
Mekkeli paganlar, Bedir Muharebesi'nde (624) Müslümanlara karşı yaşadıkları büyük bozgunu unutamıyorlardı. Çünkü, Şam ticaret yolu Müslümanların eline geçmiş ve Muhammed iyice güçlenmişti. Mekkeliler, Ebu Süfyan öncülüğünde ikinci bir savaşa hazırlandılar. 200'ü süvari, 700'ü zırhlı olmak üzere yaklaşık 3.000 kişilik bir ordu hazırlandı ve yola çıkıldı.[265] Muhammed'in amcası Abbas, o sırada Mekke'de bulunuyordu. Abbas, Mekkelilerin hazırlıklarını bildiren bir mektup yazarak Medine'ye gönderdi. Mektubu alan Muhammed, savaşın nasıl yapılacağı konusunda sahabeleriyle fikir alışverişinde bulundu ve ardından Mekkelilere karşılık bir ordu hazırlandı.[265]
Mekke ordusu, 11 Mart 625 tarihinde Mekke'den Medine'ye doğru yürümeye başladı. Bu saldırıda Mekkelilerin birincil amacı, geçen sene yaşanan Bedir Muharebesi'ndeki kayıplarının öcünü almak ve Müslümanların yükselen gücünü kırmaktı. Müslümanlar ise muharebe için hazırlıklıydı. Bir süre sonra iki ordu, Uhud Dağı'nın bayırlarında ve düzlüklerinde karşılaştı.[266] Muhammed, iki ordunun karşılaştığı Uhud Dağı'ndaki dar bir geçidin iki tarafına okçularını yerleştirdi.[266] Bu taktikle Mekkelilerin Uhud Dağı'nın etrafından dolaşarak Müslümanlara olası bir saldırma ihtimalini önlemek istiyordu. Okçularına, "Haber verilmeden yerinizi terk etmeyiniz!" emrini verdi. Müslümanların askerî gücü yaklaşık 1000 kişiydi.[266]
İki tarafın kuvvetleri, Uhud Dağı'nın eteklerinde karşılaştı. Savaşın ilk başlarında Müslümanların etkili taarruzlarıyla birlikte Mekkeliler geri çekilmeye başladı. Bunu gören okçular, muharebenin kazanıldığını sanarak yerlerini terk ettiler ve Mekkelilerin bıraktıkları ganimetleri yağmalamaya başladılar. Bu vaziyetten yararlanan Halid bin Velid, komutasındaki kuvvetlerle okçuların terk ettiği geçitten Müslümanlara saldırdı. Bu saldırı sonucu İslam ordusu zor duruma düştü ve geri çekilen Mekke ordusu savaş alanına geri dönüp Müslümanlara saldırdı. Müslümanlar Uhud Dağı'na doğru çekildiler. Dağa saldıran Mekkeliler, okçu atışları ile geri püskürtüldü. Mekke ordusu da kesin bir üstünlük elde edemeyip geri döndü.
Uhud Muharebesi'nde Müslümanlar 70 kadar kayıp verirken, Mekkeli paganlar ise 44-45 kadar kayıp vermişti.[267] Muhammed bu savaşta ağır yaralandı; amcası Hamza başta olmak üzere birçok Müslüman öldü. Mekkelilerin lideri Ebu Süfyan, bu günün Bedir Savaşı'nın karşılığı olduğunu söylemişti.[265]
31 Mart 627'de 10.000 savaşçısı ve 600 atlısı ile Medine'ye saldırmaya gelen Mekkelilere karşı Medineliler, Muhammed komutasındaki 3000 piyade ile şehirde savunma savaşı yapmaya karar verdi. Selman-ı Farisi'nin teklifiyle şehrin bazı stratejik yerlerine hendekler kazılmasından dolayı Hendek Savaşı olarak adlandırılan bu savaş, bir kuşatmaya dönüştü. Bir ay süren kuşatmanın havanın soğuması ve fırtına çıkması ile kaldırılması, Medinelilerin zaferi olarak kaydedildi.[268]
Kazılan hendekler, Medine'nin doğal tahkimatlarıyla birlikte, iki tarafı bir çıkmazda kilitleyerek konfederasyonun atlardan ve develerden oluşan süvarilerini işe yaramaz hâle getirdi. Pagan müttefikler, aynı anda birkaç saldırı yapmayı umarak, Müslüman müttefiki olan Medineli Yahudi kabilesi Beni Kurayza'yı şehre güneyden saldırmaya, yani Müslümanlara karşı saldırmaya ikna ettiler. Kurayzalıların bu hamlesi, Medine Sözleşmesi'ne karşı yapılmış bir ihanet olarak görüldü. Çünkü sözleşmeye göre Medine şehrine dışarıdan bir saldırı gerçekleştiğinde, şehirdeki tüm kabileler birleşip şehri birlikte savunacaklardı. Ancak Muhammed'in diplomasisi, bu birliği rayından çıkardı ve müttefikler dağıldı. Müslümanlar 1-5 kişi kayıp vermişken, rakip müttefikler 10 kişi kayıp vermişti.
Muhammed ve takipçileri, Kâbe ziyareti için Mekke'ye doğru yola çıktı. Mekkeliler, Müslümanları Mekke'ye sokmadılar. Haram aylar olduğu için savaş yapmak da istemediler ve anlaşma teklif ettiler. Hudeybiye köyünde, 628 yılında, 10 yıl savaş yapılmayacağına dair bir anlaşma yapıldı. Bu 10 yıllık süre zarfında kimsenin canına ve malına dokunulmayacağı belirtildi. Müslümanlar o yıl Kâbe'yi ziyaret etmeksizin geri döndüler. Antlaşmaya göre gelecek yıl, Müslümanlar üç günden fazla olmamak üzere Kâbe'yi ziyaret edebileceklerdi.
Muhammed, Hudeybiye Antlaşması'ndan sonra (628), inanca göre kendisine inen bazı ayetlerdeki emirler doğrultusunda uzak veya yakın, ulaşabildiği tüm ülkelerin ve devletlerin hükümdarlarına İslam'a davet mektupları gönderip onları yeni dine davet etti. Konuyla ilgili bazı Kur'an ayetleri şöyledir:
De ki: "Ey insanlar! Şüphesiz ben, yerlerin ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah'ın hepinize gönderdiği peygamberiyim... [A'raf Suresi: 158] |
Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur... [Maide Suresi: 67] |
Biz, seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler. [Sebe' Suresi: 28] |
Muhammed'in hayatının Medine döneminde diğer devlet başkanlarına mektup gönderdiğinin İslami geleneğe göre örnekleri vardır. Bunlar arasında, dönemin Doğu Roma (Bizans) İmparatoru Herakleios (610-641), Sasani İmparatoru II. Hüsrev (590-628), Habeşistan Kralı Necaşi ve Mısır İskenderiye Patriği Mukavkıs başta olmak üzere, Suriye'de hüküm süren Arap kökenli Hristiyan Gassaniler, Yemen, Umman, Bahreyn gibi çeşitli devletlerin hükümdarları vardı.[269] Akademik bilim adamları arasında bu mektupların özgünlükleri konusunda tartışmalar olsa da[270] ve bazı kesimler tarafından mektupların "sahte" olduğu iddia edilse de,[271] Georgetown Üniversitesi'nde Arap dili ve İslami edebiyat profesörü olan İrfan Shahid, Muhammed tarafından gönderilen bu mektupların sahte olduğu gerekçesiyle reddedilmesinin "haksız" olduğunu belirtmekte ve örnek olarak Bizans İmparatoru Herakleios'a (saltanat: 610-641) gönderilen mektubun tarihselliğini ortaya koyan son araştırmalara işaret etmektedir.[272]
Buna göre Muhammed, Bizans İmparatoru Herakleios'a mektubu göndermesi için elçi olarak Dihye bin Halife'yi seçti.[273] İslam kaynaklarına göre bu sıralarda Herakleios, Sasani hükümdarı II. Hüsrev'e karşı Ninova civarında kazanmış olduğu büyük zaferden sonra (bkz. Bizans-Sasani Savaşı: 602-628), dinî bir ziyaret amacıyla Kudüs'te bulunuyordu.[273] Dihye'nin asıl görevi, mektubu Herakleios'a ulaştırmak üzere Bizans İmparatorluğu'nun Busra valisine teslim etmekti. Ancak bu sırada imparatorun Filistin'de bulunması nedeniyle onun huzuruna çıkması teklif edildi.[274] Kaynaklarda Dihye'nin bizzat Herakleios ile görüştüğü ve o esnada ticaret için Gazze civarında bulunan Mekkeli Kureyş lideri Ebu Süfyan'ın da imparatorun isteği üzerine oraya gelerek görüşmede hazır bulunduğu belirtilir.[274] Müslüman tarihçiler tarafından aktarıldığı şekliyle mektup şu tercümededir:
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'den Rûm'un büyüğü Herakleios'a...
Hidâyet yoluna tâbi olanlara selam olsun! Seni İslam'a davet ediyorum. İslam'ı kabul et ki kurtuluşa eresin ve Allah da ecrini iki kat versin. Eğer bu davetimi kabul etmezsen, bütün tebaânın günahı senin boynunadır.
"Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan söze geliniz: Sadece Allah'a kulluk edelim ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer yüz çevirirlerse, şahit olun, biz Müslümanız deyiniz." (Âl-i İmrân: 64)[273][275]
İrfan Shahid, Bizans'a giden mektubu çevreleyen daha olumlu alt anlatıların çok az inandırıcılık içerdiğini ileri sürmektedir.[272] Bir İslam araştırma âlimi olan Muhammed Hamidullah ise, Herakleios'a gönderilen mektubun sıhhatini savunur ve daha sonraki bir eserde orijinal mektup olduğu iddia edilen şeyi yeniden üretir.[276][277]
Bunun dışında, mektuplar diğer hükümdarlara da ulaştı. Mektuplara kimileri hoşgörüyle karşılık verse de, Sasani hükümdarı gibi kimileri de şiddetle cevap verdi.[269][278]
Hudeybiye Antlaşması'nı Mekkelilerin himayesindeki bir kabilenin bozmasının ardından Muhammed, 10.000 kişilik büyük bir Müslüman ordusu topladı ve Mekke'yi kuşattı. Mekke lideri Ebu Süfyan, bunun üzerine Muhammed ile görüşüp Müslüman olduğunu bildirdi.[279] Muhammed, başta Ebu Süfyan olmak üzere evine sığınacak olan birçok Mekkeliye himaye hakkı vereceğini söyledi. O sırada Mekke'de bulunan Muhammed'in amcası Abbas da Mekkelilere benzer şeyler söyledi; onlar da Mescid-i Haram'ın içerisine veya evlerine dağıldılar.[279] Müslüman ordusu, dört koldan aynı anda Mekke'ye girdi.[280] Ufak tefek birkaç saldırı dışında herhangi direniş olmadan 11 Ocak 630'da, kansız bir şekilde Mekke fethedildi. Muhammed Mekke'ye girer girmez, Ebu Süfyan'a bildirdiği şekilde, birkaç kişiyi istisna ederek kimseye dokunulmayacağını bildirdi ve genel af ilan etti. Ardından, içerisinde 360 put bulunan Kâbe'ye yöneldi. İsra Suresi'nin 81. ayetini okuyarak putları birer birer devirdi. Bilâl-i Habeşî ezan okudu ve daha sonra da beraberindeki Müslümanlarla Kâbe'yi tavaf etti. Fetihten sonra bazı Mekkeliler, toplu bir şekilde Muhammed'in yanına gelip Müslüman oldular. Mekke'nin fethedilmesinden sonra İslam dini Arap Yarımadası'nda üstünlük sağlamaya başladı.[281]
Mekke'nin fethinin ardından Muhammed, Muhammed'inkinden iki kat daha büyük bir ordu kuran Konfederasyon Hawazin kabilelerinin askeri tehdidi karşısında alarma geçti. Banu Hawazin, Mekkelilerin eski düşmanlarıydı. Mekkelilerin prestijinin düşmesi nedeniyle Mekke karşıtı bir politika benimseyen Banu Thaqif (Ta'if şehrinde ikamet eden) onlara katıldı.[283] Muhammed, Huneyn Savaşı'nda Havazin ve Sakif kabilelerini yendi.[284]
Aynı yıl Muhammed, Mute Savaşı'ndaki önceki yenilgileri ve Müslümanlara karşı benimsenen düşmanlık raporları nedeniyle Kuzey Arabistan'a bir saldırı düzenledi. Büyük zorluklarla 30.000 adam topladı; yarısı, Muhammed'in onlara fırlattığı lanetleyici ayetlerden rahatsız olmadan, ikinci gün Abdullah ibn Ubeyy ile birlikte döndü. Muhammed, Tebük'te düşman güçlerle çatışmaya girmemesine rağmen, bölgenin bazı yerel reislerinin teslimiyetini aldı.[284][285]
Ayrıca Doğu Arabistan'da kalan tüm putperest putların yok edilmesini emretti. Batı Arabistan'da Müslümanlara karşı direnen son şehir Taif'ti. Muhammed, onlar İslam'a geçmeyi kabul edene ve erkeklerin tanrıça El-Lat'ın heykelini yok etmelerine izin verene kadar şehrin teslimiyetini kabul etmeyi reddetti.[286][287][288]
Tebük Savaşı'ndan bir yıl sonra Banu Thaqif, Muhammed'e teslim olmak ve İslam'ı kabul etmek için elçiler gönderdi. Pek çok bedevi, saldırılarına karşı korunmak ve savaş ganimetlerinden yararlanmak için Muhammed'e boyun eğdi. Bununla birlikte, bedeviler İslam sistemine yabancıydılar ve bağımsızlıklarını, yani kendi erdem kodlarını ve atalarının geleneklerini korumak istiyorlardı. Muhammed, "Medine'nin hükümdarlığını kabul etmeleri, Müslümanlara ve müttefiklerine saldırmaktan kaçınmaları ve Müslümanların dini vergisi olan zekatı ödemeleri" için askeri ve siyasi bir anlaşmaya ihtiyaç duyuyordu.[289]
Muhammed'in öldürülmesi için zehirleme yapıldığı ve ölümün bu zehirlenmeye bağlı olarak gerçekleştiğine dair rivayetler bulunmaktadır.[290] Buna göre, Hayber'in Fethi'nden sonra (629), Hayber Yahudilerinden olan Merhab'ın kız kardeşi Zeynep, öldürülen akrabalarının intikamı için Muhammed'e zehirli bir keçi eti sundu. Peygamber, henüz ilk lokmada etin zehirli olduğunu anlayıp sahabelerini uyarsa da, sahabelerinden olan Bişr bin Berâ zehirlenerek öldü. Zeynep daha sonradan Müslüman olup affedilse de, Muhammed bu etin acısıyla yıllarca sıkıntı yaşadı.[281]
Muhammed'in Veda Haccı olarak anılan Mekke ziyareti sırasında, 632 yılının Mart ayında (9 Zilhicce), arife günü 100.000'den fazla Müslümana seslendiği, Arafat Vadisi'ndeki Rahmet Dağı'nda yaptığı konuşmasına "Veda Hutbesi" denir. Veda Haccı'ndan sonra Medine'ye dönen Muhammed, kısa süre sonra hastalandı. Son anlarında eşi Aişe ve kızları yanındaydı. Rivayete göre, hayatını kaybetmeden az bir süre önce Müslümanlara seslenmesi, "Ellerinizdeki kölelerinize iyi davranınız, namaza dikkat ve devam ediniz!" şeklinde oldu.[291] Başı Aişe'nin göğsüne dayalı şekilde kelime-i şehadet getirdi. Ağzından dökülen son cümle, "Allahümme er-refikül ala..." şeklindeydi. (Türkçeye "En yüce dosta!" olarak çevrilebilir.[292]) 8 Haziran 632'de Medine'de öldü.[293] Mescid-i Nebevî'nin yanında bulunan Aişe'nin evine defnedildi.
Muhammed'in ölümü sonrasında sahabeler, Peygamber'in en yakın arkadaşı Ebu Bekir'in yeni lider (hâlife) olmasını uygun görerek Mescid-i Nebevî'de kendisine biat ettiler.[294][295] Böylece Ebu Bekir, ilk halife seçildi. Kısa süre sonra, kabileler hâlinde, İslam'da irtidat olarak nitelenen dinden dönüşler yaşandı. Halife Ebu Bekir, ordusuyla bu kabilelerin üzerine yürüdü ve Ridde Savaşları adı verilen kanlı savaşlar yaşandı.
Muhammed, Aişe'nin evinde öldüğü yere gömüldü.[296][297] Emevi halifesi I. Velid'in hükümdarlığı sırasında, Mescid-i Nebevî, Muhammed'in mezarının bulunduğu yeri de içerecek şekilde genişletildi.[298] Türbenin üzerindeki Yeşil Kubbe, 13. yüzyılda Memlük sultanı Mansur Kalavun tarafından yaptırılmış, ancak yeşil renk 16. yüzyılda Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman döneminde eklenmiştir.[299] Muhammed'in mezarına bitişik olan mezarlar arasında, arkadaşlarının mezarları da vardır. Bu mezarlar birinci halife Ebu Bekir'e ve ikinci halife Ömer'e aittir.[296][300][301]
Suud bin Abdul-Aziz 1805'te Medine'yi aldığında, Muhammed'in mezarındaki altın ve mücevher süslemeleri kaldırıldı.[302] Suud'un takipçileri olan Vahhabilik yandaşları, onlara hürmet edilmesini önlemek için Medine'deki neredeyse tüm mezar kubbelerini yıktılar,[302] ve Muhammed'in birinin kıl payı kurtulduğu bildirildi.[303] Benzer olaylar, 1925'te Suudi milisler şehri geri aldığında ve bu sefer tutmayı başardığında gerçekleşti.[304][305][306] İslam'ın Vahhabi yorumunda cenazenin işaretsiz mezarlarda yapılması gerekir.[303] Bu uygulama Suudiler tarafından hoş karşılanmasa da, birçok hacı ayin yapmaya devam ediyor.[307][308]
Muhammed'e atfedilen sözlerin sayıları gibi mucizeler ve bunların sayıları da yüzyıllar içerisinde sürekli artış göstermiştir. İsra Suresi'nin 1. ayetinde geçen, İsra ve Miraç olayı gibi sıradan insanların tanıklık etmediği mucizeyi kasteden ifade sayılmazsa, Kur'an'da doğrudan Muhammed'in şahsına izafe edilen bir mucize yoktur. Ancak bazı ayetlerin yorumundan ve hadislerden kaynaklanan mucizeler gösterilmektedir.[309][310][311] Çoğunlukla hadis rivayetlerinden yola çıkarak Muhammed'e atfedilen yüksek sayıdaki bu ve benzeri mucize anlatımları, bazı İslamî kesimler tarafından ise şüpheyle karşılanmaktadır. Bu iddiaların tam aksine bazı İslam bilginleri, Muhammed'in diğer peygamberlerden farklı olarak herhangi somut bir mucize göstermediğini, onun tek mucizesinin eşsiz ve tüm eksiklerden münezzeh olan "Kur'an" olduğunu savunmaktadırlar.[312]
İslam derlemelerine göre Muhammed'in doğduğu, güneş doğmadan önceki vakitte bazı olağanüstü olaylar meydana gelmişti: Kâbe'deki büyük putlar kendiliğinden devrilmişti. Sasani İmparatorluğu hükümdarı I. Hüsrev'in İran'da bulunan sarayının sütunları yıkılmıştı. Zerdüştlerin bin yıldan beri yanmakta olan kutsal ateşleri sönmüştü. Yine İran'da, ateşe tapanların kutsal kabul ettikleri Sava Gölü yere batmıştı. Asırlardır suyu kurumuş olan Semave Gölü ise coşmuştu. O gece gökte, çok belirgin bir şekilde bir yıldız doğdu. Hatta bazı Yahudi bilginler, Muhammed'in doğumundan bu yıldız aracılığı ile haberdar olmuşlardı.[313]
Ay'ın ikiye ayrılması mucizesi, Kur'an'da Kamer Suresi'nin ilk ayetlerine dayanarak Muhammed'e atfedilen, Ay'ın dolunay hâlinde iken bir gece Muhammed'in bir el işaretiyle ikiye ayrılması mucizesidir. Kur'an'da geçen "Kıyamet yaklaştı ve Ay yarıldı." ifadesi ve bağlantılı rivayetler, Muhammed'in bir işaretiyle Ay'ı gökyüzünde ikiye ayırıp tekrar birleşerek en büyük mucizelerinden birisini gösterdiği inancının Müslümanlar arasında yerleşmesine yol açmıştır.[314]
Buna göre bir gece bazı Mekkeli paganlar, Muhammed'in yanına gelerek kendisinden Ay'ı ikiye ayırmasını istediler. Bunun sonucunda da Müslüman olacaklarını söylediler. Muhammed tüm gece düşündü ve dua etti. Ardından bir elin işaret parmağını dolunay hâlinde olan Ay'a uzattı ve bir işaretle Ay'ı ikiye ayırdı. Ay, birkaç saniyeliğine iki parça hâlinde durduktan sonra tekrar gökyüzünde birleşti. Bu olayı kendi gözleriyle gören Mekkeli paganlar, bu işe sihir veya büyü deyip Muhammed'e yine inanmadılar.
Dolunay hâlindeki Ay'ın ikiye yarılması, parçalarından birinin Mekke'de bir dağın arkasına, diğerinin de önüne kadar indiği ve sonra gökyüzünde tekrar birleştiklerini ifade eden rivayetler; âlimler, hadis kritiği yapanlar ve İslam filozofları arasında tartışmalara konu olmuştur. Bazı araştırmacılar bu hadislerin zayıf, güvenilmez ve uydurma rivayetler olduğu üzerinde dururlarken,[315][316] İslami filozoflar Kamer Suresi'ndeki ifadelerin alegorik olduğunu, gerçekten Ay'ın parçalandığı anlamına gelmediğini ifade etmişlerdir. Bazıları bunun bir görsel illüzyon olduğunu, bazı tefsirciler ise ayette sözü edilen parçalanmanın ileride kıyametin kopması zamanında gerçekleşeceğini ifade etmişlerdir.
Muhammed'in Medine'ye hicretinden bir buçuk yıl önce gerçekleştiği[318] söylenen Miraç anlatısına göre bir gece Muhammed, Cebrâil meleği eşliğinde, Burak isimli bir binek hayvanına binerek Mescid-i Aksa'ya gider. Orada İbrahim, Musa, İsa ve diğer peygamberlerden bazılarıyla görüştükten sonra, göğün en son katı olan "sidret'ül münteha"ya yükselir. Orada Allah ile görüşür, cennet ve cehennemi görür ve evine döner. Sünni inancına göre, bu yolculuk esnasında, diğer bazı hükümler yanında beş vakit namaz da Müslümanlara farz kılınmıştır. Yine Sünni inancında, Muhammed bu yolculuğu hem ruh hem beden ile, Şii inancında ise sadece ruh ile yapmıştır.[319]
Rivayete göre Muhammed, bu yolculuktan sonra Mekke'ye dönünce, bu yolculuğunu etrafındakilere anlatır. En yakın arkadaşı Ebû Bekir ona inansa da, Kureyşliler onu yalanlarlar ve eğer doğruysa Mescid-i Aksa’yı kendilerine tarif etmesini isterler. Mescid-i Aksa, tam o anda Muhammed'in gözü önüne getirilir ve Muhammed bu mescidin kapı, pencere vb. bölümlerini ayrıntılarıyla anlatır. Hatta daha da ileri giderek, Kureyşlilere miraca çıkarken yolda gördüğü bir Kureyş ticaret kervanının ertesi gün geleceği saati söyler ve kervan söylenen saatte gelir. Başka anlatımlara göre ise kervanın dönüşü aslında 1 saat gecikmiş, ama bu gecikmeyi telafi etmek için Allah güneşin doğuş saatini 1 saat geciktirerek Peygamber'in sözünün yalan çıkmamasını sağlamıştır.[323]
Kur'an'da İsra Suresi'nin 1. ayetinde geçen ifadenin Miraç mucizesini anlattığına inanılır:
Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed'i) bir gece Mescid-i Haram'dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren Allah'ın şanı yücedir... [İsra Suresi: 1] |
Miraçla ilgili olan Burak bineği, göğe yükselme, beş vakit namazın farz kılınması ve diğer anlatımlar hadis ve siyer kitaplarında da yer alır.
İslam dünyasında bu olayla ilgili en çok tartışılan konulardan biri ise, Muhammed'in bu yolculuk esnasında Allah'ı görüp görmediğidir. Bu konuyla alakalı farklı görüşler vardır. Muhammed'in eşi Aişe ile sahabelerden İbn-i Mesud ve Ebu Hureyre'ye göre Muhammed Allah'ı görmemiştir. İbn-i Abbas, Gazzali, Teftazani, Rabbani, Ebu Hanife, İmam-ı Eşari ve Bediüzzaman Said Nursi gibi mühim kişilerce de Muhammed miraçta Allah'ı görmüştür.
Genel inanış, Muhammed'in 11 kadınla evlendiği ve 2 tane de cariyesinin olduğu şeklindedir.[324][325] Rivayetlere göre, ikisinin hesapları belirsiz olmasına rağmen, bunlar arasında Reyhâne bint Zeyd ve Mâriye el-Kıbtiyye cariye olarak kalmışlardır. Muhammed'in evliliklerinin veya birlikteliklerinin 2 tanesi Mekke döneminde, 11 tanesi Medine döneminde gerçekleşmiştir. Medine'de, Muhammed'in eşleri için Mescid-i Nebevî'nin duvarlarına bitişik odalar yapılmıştır.[326] Müslümanlar, "Peygamber, müminlere kendi canlarından daha önce gelir. Onun eşleri de müminlerin analarıdır." (Ahzâb Suresi: 6) ayeti sebebiyle Muhammed'in eşlerinden ''annelerimiz'' diye bahsederler.[327]
İslamî yorumlara göre, Muhammed'in yaptığı çoğul evliliklerin kabileler arasında bozulan ilişkileri evlilik bağı yoluyla düzeltmek, savaşlarda mağlup edilen düşmanların kızlarıyla evlenip onların İslam'a girişini kolaylaştırmak, devletinin konumunu güçlendirmek, korumasız kalan hanımları himaye etmek, birtakım dinî hükümleri onlar vasıtasıyla göstermek gibi sebepleri bulunmaktaydı.[328] Kur'an'da, çoklu evlilik için Müslümanlara sınırlama getirilerek erkeklerin en fazla dört kadınla evlilik yapabileceğine izin verdiğine inanılan ayetler (Ahzâb: 50, 52) indiği zaman, Muhammed dörtten fazla kadınla evliydi.[328] Kur'an'da yalnızca ona has bir durum olarak bu evliliklerinin devamına izin verilmiş, ancak yeni bir evlilik yapmasına izin verilmemiştir.[328]
İskoç tarihçi ve din adamı William Montgomery Watt'a göre ise, Muhammed'in bütün evlilikleri arkadaşlık ilişkilerini güçlendirme politikasına hizmet ediyordu ve Arap gelenekleri üzerine kurulmuştu.[329]
Muhammed 25 yaşındayken, Mekke'nin zengin ve dul bir kadını olan 40 yaşındaki Hatice ile evlendi.[330] Bu evlilik 25 yıl sürdü ve mutlu bir evlilikti.[331] Muhammed bu evlilik sırasında başka bir kadınla evlenmedi. Hatice'nin 619'daki ölümünden sonra, Muhammed yaklaşık 2,5 yıl boyunca dul kaldı. Sonra, sahabelerden Osman bin Maz'ûn'un eşi Havle bint Hakîm, ev işlerine yardımcı olur tavsiyesiyle Muhammed'e Sevde bint Zem'a ile evlenmesini önerdi. Sevde, kocasının ölümü üzerine beş çocuğuyla yalnız kalmış bir kadındı.[332] Muhammed bunu kabul etti ve 621'de Sevde ile evlendi.[332] Evlendiklerinde Muhammed'in yaşı 50'ydi ve Sevde'nin de yaşının Muhammed'den büyük olup 50'nin üzerinde olduğu rivayet edilir.[332][333] Muhammed, Medine'ye hicret edip 624'te nişanlısı Aişe ile evleninceye kadar Sevde onun üç yıl boyunca tek eşi oldu. Muhammed'in çoklu evlilik yaşamı, 624'te Aişe ile evlendikten sonra, yani 54 yaşından sonra başladı.
Muhammed ile evlendiği sırada 40 yaşında olduğu belirtilen ilk eşi Hatice'den 6 çocuğunun olduğu,[334] Kâsım ve Abdullah ismindeki erkek çocuklarının küçük yaşlarda öldüğü, kızlarının Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma isimlerini taşıdıkları bilinir. Muhammed'in Ebu'l Kasım (Kasım'ın babası) olan künyesi, Hatice'den olan ilk oğluna dayanır. Muhammed'in Hatice'den sonraki evliliklerinden, Mâriye'den olan oğlu İbrahim dışında çocuğu olmamış ve İbrahim de iki yaşında ölmüştür.[335]
Rivayete dayalı geleneksel kaynaklara göre Aişe, Muhammed ile nişanlandığında 6 ya da 7 yaşındaydı[336][337][338] ve evliliği, 9 ya da 10 yaşına gelene kadar gerçekleşmedi.[339][340][341][342] Bu nedenle Aişe evlilikte bakireydi.[343] Ancak bunlara ters olarak, Aişe'nin yaşıyla ilgili çeşitli görüşler sunulmuştur. Aişe'nin evlilik yaşını, kardeşi Esma arasındaki yaş farkıyla ilgili hadisler üzerinden hesaplamaya çalışan bazı modern Müslüman yazarlar, Aişe'nin evlilikte 13 ila 18 yaşında olduğunu tahmin etmektedir.[344][345][346][347][348] Türk İslam profesörü Yaşar Nuri Öztürk, Aişe'nin evlilik yaşının 17 ile 20 yaş aralığında olduğunu ifade etmektedir.[349] Türk ilahiyatçı ve eski Diyanet İşleri Başkanı Süleyman Ateş ise, Aişe'nin 20'li yaşlarda evlendiğini belirtmiştir.[350] İlahiyatçı Ahmet Tekin ve Mustafa İslamoğlu, Aişe'nin evlilik yaşıyla ilgili olarak, Arapçada 10'dan sonraki rakamların sayım biçimine istinaden, bu rakamların 16 ve 19 olarak anlaşılması gerektiğini söylemektedirler.[351][352]
Muhammed'in kız çocuklarının en küçüğü olan Fatıma (diğer adıyla 'Fatıma el-Zehra'), Muhammed'in İslam tarihi açısından en fazla iz bırakan çocuğu ve soyunu devam ettiren tek çocuğudur. Fatıma, Alevi ve Şii anlayışında kutsanır ve ''ikinci Meryem'' olarak anılır.[353] İslam geleneğinde Şerif ile Seyyidlerin soyları Fatıma ve Ali yoluyla Muhammed'e dayandırılır.[354]
Muhammed'in ölümü sonrasında geriye dokuz eşi kaldı ve bunların hiçbiri de evlenmedi. Kur'an'da Muhammed'in eşleri için, "Peygamber, müminlere kendi canlarından daha önce gelir. Onun eşleri de müminlerin analarıdır." (Ahzâb Suresi: 6) ayetinin bulunması sebebiyle bu kadınların evlenmelerine hoşgörüyle bakılmadı ve evlenmediler.[355]
Muhammed'in okuryazarlığı ile ilgili geleneksel görüş, onun okuryazar olmadığı şeklindedir. Muhammed için yaygın bir sıfat olarak kullanılan ümmî sözcüğü, "doğduğu gibi kalmış olan, okuma yazma öğrenmemiş kimse" anlamına gelmektedir.[356][357] Başka bir görüşe göre ümmi, "kitap ehli olarak nitelenen dinlerden (Yahudilik ve Hristiyanlık) hiçbirine tâbi olmayan kişi" şeklindedir.[358]
Muhammed'in okuma yazmasının olmadığı görüşü, belli başlı Kur'an ayetleri ve hadislere dayandırılır. Ankebût Suresi'nin 48. ve A'raf Suresi'nin 158. ayetlerinde, Muhammed'in kitap okumadığı ve ümmi olduğu ifadeleri geçer. Ayrıca Cebrail'in ilk vahiy ile birlikte Muhammed'e "Oku" diye seslendiği, Muhammed'in de "Ben okuyan biri değilim, okuma bilmem!" dediği[359] ifadeleri de O'nun okuma yazma bilmediğine kaynak olarak gösterilir.[102] Cum'a Suresi'nin 2. ayetinde de Muhammed'in ümmilere elçi olarak gönderildiğinden bahsedilir.
Muhammed'in okuma yazma bilmemesi, Müslümanlar tarafından Kur'an'ın onun eseri olamayacağının, ilahi kaynaklı bir kitap olduğunun en açık delillerindendir.[357][360]
Sen bundan (Kur'an'dan) önce hiçbir kitap okumuyor ve onu sağ elinle yazmıyordun. (Eğer okuyup yazsaydın), o takdirde batıl peşinde koşanlar şüpheye düşerlerdi. [Ankebût Suresi: 48] |
Diğer bazı görüşlere göre ise, Araplarda eski dinî birikimin şairler, kıssa anlatıcıları, Hanifler ve Yahudi ile Hristiyan din bilginlerinden oluşan ve muhtemelen mitolojik kültür birikiminin geniş toplum kesimlerince bilindiği, Muhammed'in de içinde yaşadığı bu toplumun yazılı veya sözlü anlatımlarından oluşan bir birikime sahip olduğu söylenmektedir. Örneğin, Muhammed'in ilk eşi Hatice’nin amcasının oğlu olan, aynı zamanda Süryani kökenli ve Nestûrî mezhebine bağlı bir Hristiyan rahibi olan Varaka bin Nevfel; Tevrat, Zebur ve İncil'i de kapsayan Kitâb-ı Mukaddes'e hâkim bir din adamıydı. Varaka'nın bazı dinî birikimlerini Muhammed'e aktardığı, bu bilgilerin de Kur'an'daki Yahudi ve Hristiyan kültürüyle ilgili olan dinî anlatımlara kaynak teşkil ettiği ileri sürülmektedir.[361][362] Ayrıca, uzun yıllar nüfuzlu ve zengin bir kadın olan Hatice’nin ticari faaliyetlerini yürütmesi vb. sebeplerle de okuryazar olduğu düşünülmektedir.[363] Fakat bu iddialara gerek İslam alimleri, gerekse Kur'an'ın kendisi şiddetle karşı çıkmaktadır.[364]
Muhammed, Mekke'de dini yayma çabaları sırasında Hristiyan ve Yahudileri "ehl-i kitap" olarak tanımlarken, öğretilerindeki temel ilkelerin ortaklığından dolayı onları doğal müttefiki olarak gördü ve onların desteğini alacağını düşündü. Mekke'den Medine'ye göçünden sonra, aralarında Beni Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kureyza gibi Yahudi kabilelerinin de bulunduğu bölge halkları arasında Medine Sözleşmesi anayasasını yürürlüğe koydu.[365]
Muhammed'in hicretinden evvel ve sonra birçok Medineli, Mekkeli göçmenlerin inançlarına geçiş yaparken, Yahudilerin çoğunluğu ise din değiştirmeyi reddetti. Reddetmelerinin asıl sebebi ise, Muhammed'in peygamber sıfatına inanmayışlarıydı.[366] İskoç tarihçi ve oryantalist William Montgomery Watt'a göre, Yahudilikte Yahudi olmayan birinin peygamber olmasının kabullenilmesi kolay bir durum değildir.[367] Amerikalı Yahudi tarihçi Mark R. Cohen'e göre ise Muhammed'in demeçleri Yahudilere yabancı gelmiştir.[368] Muhammed, öğretilerinin kendinden evvel gelen peygamberlerle aynı olduğunu söylese de, Watt'a göre Yahudiler, Kur'an'ı kendi dinî yazıtlarına kıyasla çelişkili buldular.[367]
Geleneksel siyer anlatımlarında, Medine'den önce Beni Nadir ve Beni Kaynuka kabilelerinin sürgün edildiğini, Beni Kurayza kabilesinin de antlaşmayı bozdukları için muhasara edildiğini, ardından Beni Kurayzalı erkeklerin idam edildiğini, kadın ve çocuklarının ise esir muamelesi yapıldığını, mallarının da Müslümanlar arasında paylaştırıldığını okuruz.[369] Bu konudaki genel bilgilerimiz bununla sınırlıdır. Bu iddiayı ortaya atan ilk kişi, Yahudi asıllı Arap tarihçi İbn-i İshak'tır. Hint akademisyen Barakat Ahmad, Muhammad and the Jews: A re-examination (Muhammed ve Yahudiler: Yeniden İnceleme) adlı eserinde, 600 ila 900 insanın Medine'de katledilmesinin Medine'de ciddi bir tehlike doğuracağını ve verilen rakamların Yahudi hesabına göre Muhammed'den önceki katliamlara dayandığını söylemektedir.[370] Barakat Ahmed, kabilenin sadece bir kısmının öldürüldüğünü, bazı savaşçıların ise sadece köleleştirildiğini iddia etmektedir.[371][372] Velid N. Arafat, Muhammed'den yaklaşık 100 yıl sonra bunu yazan İbn-i İshak'ın Yahudi kaynaklarının, bu anlatımı Yahudi tarihindeki daha önceki katliamların anılarıyla birleştirdiğini söylemektedir.[373] Arafat ayrıca, İbn-i İshak'ın, çağdaşı ve Mâlikîlik mezhebinin kurucusu olan Mâlik bin Enes tarafından güvenilmez bir tarihçi ve daha sonraki İbn Hacer tarafından "tuhaf hikayeler" aktaran biri olarak kabul edildiğini kaydeder.[373]
Bu hikâyelerin doğruluğu Revizyonist İslam Araştırmaları Okulu gibi araştırmacılar tarafından şüphe ile karşılanmaktadır. Hadis ve siyer kaynaklarında Muhammed'in hayatı ile hiçbir bağlantısı olmayan hikâyelerin, Muhammed'in hayat hikâyesine birtakım değişiklikler yapılarak eklemlenmiş olabileceği sıklıkla dile getirilen konulardandır. Bu görüşlere göre, Müslümanlar ve Yahudiler arasındaki bağlantı, İslam'ın ilk dönemlerinde çok yakındı. Yahudiler de "inananlar" olarak adlandırılırdı ve ümmetin bir parçasıydı.[374] Örneğin, Medineli Yahudi kabilesi Beni Kurayza'nın katledilmesine ilişkin hikâye gibi bazı Yahudi karşıtı metinler, İslam'ın Yahudilikten ayrıldığı zamanda, yani Muhammed'den çok sonra (100-150 yıl sonra) ortaya çıktı.[375]
Filistin doğumlu İsviçreli hukuk profesörü Sami Ezzib, bu konuda dikkat çeken bir ifade ile Hayber Muharebesi ve Kurayza Katliamı gibi konuların Yahudi kutsal kitabında yer aldığını, ancak bu kaynağa göre Yahudilerin Yahudi olmayanları katlettikleri bilgisini vermektedir.[376] Türk ilahiyatçı Mustafa İslamoğlu, M.S. 73-74 civarında İsrail'in güneyindeki Masada'da, Romalılardan kaçmak amacıyla Yahudiler tarafından gerçekleştirilen toplu Yahudi intiharının, bir Yahudi torunu olan İbn-i İshak tarafından çarpıtılarak "Beni Kureyza" şeklinde ortaya atılmış yersiz bir iddia olduğunu söylemektedir.[377][378][379][380] İslamoğlu, Masada'da ölen Yahudilerin toplam sayısının (910-950 arası) Muhammed'e isnat edilen bu hadisedeki toplam Yahudi ölü sayısına olan benzerliği dikkat çekerek bunu eleştirmektedir.[377]
Muhammed, 10 yıllık Medine hayatında başta Mekkeliler olmak üzere çok sayıda kabile ile savunma, saldırı, baskın veya sadece gözdağı vermek gibi psikolojik etki amaçlı yaklaşık 100 kadar askerî harekete imza atmıştır. İslam literatüründe, Muhammed'in bizzat ordunun başında bulunduğu seferlere "gazve", Muhammed'in bizzat katılmayıp başka birisini komutan olarak atadığı seferlere ise "seriyye" adı verilir.[381][382]
Muhammed'in tasvir edilmesi İslam'da tartışmalı bir konudur. Muhammed'in sözlü ve yazılı betimlemeleri bütün İslamî gelenekler tarafından kolayca kabul edilirken, görsel betimlemelerde ise anlaşmazlıklar mevcuttur.[384][385] Kur'an, Muhammed'in görüntülerini ve çizilmesini açıkça yasaklamaz, fakat Müslümanların Muhammed'in görsel tasvirini oluşturmalarını yasaklayan bazı hadisler vardır.[386] Tümü, Muhammed'in görünümüyle ilgili otantik görsel bir gelenek olmadığı konusunda hemfikirdir; ancak ilk menkıbeler Muhammed'in portresini işlemiştir ve orijinalliği çoğunlukla kabul edilen yazılı fiziksel açıklamalar mevcuttur.
Pek çok görsel tasvir, Muhammed'i sadece yüzü beyaz renkle örtülü ya da sembolik bir şekilde bir alev olarak betimlemekteyken, özellikle 1500'lerden önceki yıllara ait çalışmalarda yüzü de gösterilmektedir.[387][388][389] Günümüz İran'ında dikkate değer bazı istisnalar hariç,[390] Muhammed tasvirleri oldukça nadirdir ve İslam tarihi boyunca hiçbir toplulukta veya çağda sayısı artmamıştır.[391][392] Bununla birlikte, neredeyse sadece kişisel Farsça ile diğer minyatür resim kitaplarında yer almıştır.[393][394] İslam'da genel din sanatının kilit aracı geçmişte de günümüzde de kaligrafidir. Osmanlı İmparatorluğu'nda ise "hilye" sanatı, Muhammed hakkında metinlerin süslü bir görsel düzenlemesi olarak gelişmiştir.[392][393]
Günümüze ulaşan en eski tasvirler, 13. yüzyıl Anadolu Selçuklu ve İlhanlı İran minyatürlerinden gelir ve tipik olarak Muhammed'in hayatını ve yaptıklarını anlatan edebi türlerdedir.[395][396] İlhanlılar döneminde, İran'ın Moğol hükümdarları İslam'a geçtiğinde, rakip Sünni ve Şii gruplar, İslam'ın önemli olaylarına ilişkin kendi özel yorumlarını desteklemek için Muhammed'in görüntüleri de dahil olmak üzere görsel imgeler kullandılar.[397] Budizm Etkisi Moğol seçkinlerinin din değiştirmesinden önce gelen temsili dini sanat geleneği, bu yeniliğin İslam dünyasında emsali görülmemişti ve "İslam sanat kültüründe soyutlamadan uzaklaşarak camilerde, duvar halılarında, ipeklerde, seramiklerde ve kitapların yanı sıra cam ve metal işleri".[397] Pers topraklarında, bu gerçekçi tasvir geleneği, Timur hanedanlığı boyunca, 16. yüzyılın başlarında Safeviler iktidara gelene kadar sürdü.[397] Şii İslam'ı devlet dini haline getiren Safeviler, Muhammed'in yüzünü, hatlarını gizlemek ve aynı zamanda onun nurlu özünü temsil etmek için bir peçe ile örterek geleneksel İlhanlı ve Timurlu sanat tarzından ayrılmayı başlattılar.[398] Eşzamanlı olarak, daha önceki dönemlere ait ortaya çıkarılan bazı görüntüler tahrif edildi.[397][399][400] Daha sonra resimler Osmanlı'larda ve başka yerlerde üretildi, ancak camiler hiçbir zaman Muhammed'in resimleriyle süslenmedi.[401] Gece yolculuğunun (mi'raj) resimli anlatımları özellikle İlhanlı döneminden Safevi dönemine kadar popülerdi.[402] 19. yüzyılda İran Muhammed'in yüzü örtülü, özellikle okuma yazma bilmeyenleri ve çocukları çizgi roman tarzında hedefleyen basılı ve resimli mi'raj kitaplarında bir patlama gördü. Taş baskı yoluyla çoğaltılan bunlar, esasen "basılı el yazmaları" idi.[402] Bugün, başta Türkiye ve İran olmak üzere Müslümanların çoğunlukta olduğu bazı ülkelerde posterlerde, kartpostallarda ve hatta sehpa kitaplarında milyonlarca tarihi reprodüksiyon ve modern resim mevcuttur, ancak İslam dünyasının diğer birçok yerinde bilinmemektedir. ve diğer ülkelerden Müslümanlar tarafından karşılaşıldığında, büyük bir şaşkınlığa ve gücenmeye neden olabilirler.[395][401]
En eski kaynaklardan biri olan İbn Sa'd'ın Kitâbü’t-Tabakâtü’l-Kebir isimli eserinde, çok sayıda sözlü Muhammed tasvirleri mevcuttur. Muhammed'in kuzeni ve damadı Ali kaynaklı bir açıklama şu şekildedir:[403]
"Allah'ın Elçisi, Allah onu korusun, ne çok kısa ne de çok uzundur. Saçı ne kıvırcık ne de düz, ikisinin karışımıdır. Siyah saçlıdır ve büyük bir başı vardır. Teninde az miktarda kırmızılık vardır. Omuz kemikleri geniş, avuç içi ve ayakları topludur. Boynundan göbeğine doğru inen uzun tüyler vardır. Kirpikleri uzun, kaşları yakın, alnı pürüzsüz ve parlak, omuzları geniştir. Yürürken yüksek bir yerden iniyormuş gibi eğimli bir şekilde yürür (...) Ondan önce veya sonra onun gibi bir adam görmedim."
Sahabelerinden Enes bin Malik ise, rivayete göre Muhammed'i şöyle tarif etmiştir:[404]
"Resûlullah Efendimizin boyu ne çok uzun, ne de fazla kısaydı. Teni de ne duru beyaz, ne de koyu esmerdi. Saçları ise ne düz, ne de kıvırcık idi. Kırk yaşına geldiğinde, Allah O'nu peygamber olarak gönderdi. Peygamber olduktan sonra Mekke'de on sene, Medine'de de on sene kaldı ve altmış yaşlarında vefat etti. Bu fani hayata veda ettiğinde, saçında ve sakalında yirmi tel ak saç yoktu."
Yine sahabelerinden Ebu Hureyre, rivayete göre kendisini şu sözlerle anlatmaktadır:[405]
"Hazreti Peygamber, gümüşten yaratılmış gibi nurlu beyazdı; saçları da hafif dalgalıydı. Alnı geniş olup hilal kaşlıydı, kaşları gürdü. İki kaşı arası açık olup, halis bir gümüş gibiydi. Gözleri pek güzel, bebekleri simsiyahtı. Kirpikleri birbirine geçecek şekilde gürdü. Güldüğünde dişleri, çakan şimşek gibi parıldardı. İki dudağı da emsalsiz şekilde güzeldi. Sakalı gürdü. Boynu pek güzeldi, ne uzun ne kısaydı. Boynunun güneş ve rüzgâr gören kısmı, altın alaşımlı gümüş ibrik gibi gümüşün beyazlığı ve altının da kırmızılığını yansıtır şekilde parıldardı. Göğsü genişti; göğsünün düzlüğü aynayı, beyazlığı da Ay'ı andırırdı. Omuzları genişti. Kol ve pazuları iriceydi. Avuçları ipekten daha yumuşaktı."
Bunların yanı sıra, İslam bilginlerinin çoğunluğu Muhammed'in genellikle uzun saçlı olduğunu, saçlarının uzunluğunun kulak memesi ile omuzu arasında değiştiğini, hatta ara sıra saçlarını topladığını ve örgü yaptığını da söylemektedir.[406] Genel olarak Muhammed'in saçlarının uzun olduğu, bazen omuzlarına kadar uzattığı, bazen ikiye ayırdığı, bazen de tozdan korunmak veya yolculuğa çıkmak gibi amaçlarla örgü yaptığı bilinmektedir.[407]
Muhammed'e isnat edilen söz, fiil ve davranışlara hadis, bunlardan gelenekselleşen uygulamalara ise sünnet denir. Başlangıçta bu hadislerin sayıları birkaç yüz veya birkaç bin (ilk 100 yıl içerisinde 1000 adet) adetle sınırlı iken, üç yüzyıl içerisinde bu sayı milyonlara ulaşmıştır.[408]
Şiiler, Muhammed'in sözleri yanında, masum kabul ettikleri imamların sözlerini de hadis olarak kabul etmektedirler. Sünnilerin tüm sahabeyi güvenilir bulmalarına karşılık Şiilerde, sahabe ve sahabeleri görmüş kişiler (tâbiîn) tek tek ele alınır ve tarihsel süreçte Ali veya Ehl-i Beyt tarafında yer almayan veya karşıtları arasında yer alanlar, güvenilmez bulunarak onlardan gelen rivayetler reddedilir. Sünni hadis kitapları, Muhammed'den 200-300, Şii hadis kitapları ise 400-500 yıl sonra yazılmışlardır.[409] Hadisler, Kur'an'dan sonra İslam'da ikincil kaynak olarak görülür; ancak buna rağmen, tarih içerisinde ve günümüzde, "güvenilmez" oldukları gerekçesiyle hadislere mesafeli davranan, birçok hadisi reddeden veya tamamını reddeden Müslümanlar da vardır.
Allah'ın birliğine tasdik edildikten sonra, Muhammed'in peygamberliğine olan inanç, İslam inancının ana yönüdür. Her Müslüman Şehadet'te şöyle ilan eder: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadet ederim." Şehadet, İslam'ın temel inancı veya ilkesidir. İslami inanca göre, ideal olarak Şehadet, yeni doğmuş bir bebeğin duyacağı ilk sözlerdir; çocuklara hemen öğretilir ve ölünce okunur. Müslümanlar, namaza çağrıda (ezan) ve namazın kendisinde şehadeti tekrarlarlar. İslam'a geçmek isteyen gayrimüslimlerin akideyi okumaları gerekmektedir.[410]
İslam inancında Muhammed, Allah tarafından gönderilen son peygamber olarak kabul edilir.[411][412] Kur'an 10:37 şöyle der: "...O (Kur'an), kendinden önceki (vahiyleri) tasdik edici ve Rabbin katından -ki bunda hiçbir şüphe yoktur- Kitabı eksiksiz açıklayandır. Dünyaların ." Benzer şekilde Kuran 46:12, "...ve bundan önce Musa'nın kitabı vardı, bir rehber ve bir rahmet olarak. Ve bu Kitap (onu) doğruluyor...", Kuran 2:136 ise İslam'a inananlara emrediyor : "De ki: Biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a ve Yakub'a indirilene inandık. kabilelere, Musa ve İsa'ya ve peygamberlerin Rableri katından aldıklarına. Biz onların hiçbiri arasında ayrım yapmayız ve biz O'na teslim olmuşuzdur."
Müslüman geleneği, Muhammed'e çeşitli mucizeler veya doğaüstü olaylar atfetmektedir.[413] Örneğin, birçok Müslüman yorumcu ve bazı Batılı akademisyenler, Kuran Suresi 54:1–2'yi, takipçilerine zulmetmeye başladıklarında Kureyş'in gözünde Muhammed'in Ay'ı ikiye ayırmasına atıfta bulunacak şekilde yorumladılar.[414][415] Batılı İslam tarihçisi Denis Gril, Kuran'ın Muhammed'in mucizeler gerçekleştirdiğini açıkça tanımlamadığına ve Muhammed'in yüce mucizesinin Kuran'ın kendisiyle özdeşleştirildiğine inanıyor.
İslami geleneğe göre Muhammed, Taif halkı tarafından saldırıya uğradı ve ağır şekilde yaralandı. Gelenek ayrıca kendisine görünen ve saldırganlara karşı intikam teklif eden bir meleği anlatır. Muhammed'in teklifi reddettiği ve Taif halkının hidayet etmesi için dua ettiği söylenir.[416]
Sünnet, Muhammed'in (Hadis olarak bilinen rivayetlerde muhafaza edilen) eylemlerini ve sözlerini temsil eder ve dini ritüeller, kişisel hijyen ve ölülerin gömülmesinden insanlar ve Tanrı arasındaki sevgiyi içeren mistik sorulara kadar geniş bir faaliyet ve inanç yelpazesini kapsar. Sünnet, dindar Müslümanlar için bir öykünme modeli olarak kabul edilir ve Müslüman kültürünü büyük ölçüde etkilemiştir. Muhammed'in Müslümanlara "selam üzerinize olsun" (Arapça: es-selamu 'alaykum) vermeyi öğrettiği selamlama, tüm dünyadaki Müslümanlar tarafından kullanılmaktadır. Günlük namazlar, oruç ve yıllık hac gibi büyük İslami ritüellerin birçok detayı Kuran'da değil, yalnızca Sünnet'te bulunur.[417]
Müslümanlar geleneksel olarak Muhammed'e olan sevgilerini ve hürmetlerini ifade etmişlerdir. Muhammed'in hayatı, şefaati ve mucizeleriyle ilgili hikâyeler, popüler Müslüman düşünce ve şiirine nüfuz etti. Mısırlı Sufi al-Busiri'nin (1211-1294) Muhammed'e Arapça kasideleri arasında, Kaside-i Bürde ("Manto Şiiri") özellikle iyi bilinir ve iyileştirici, manevi bir güce sahip olduğu yaygın olarak kabul edilir.[418] Kuran, Muhammed'den "alemlere rahmet (rahmet)" olarak bahseder (Kuran-ı Kerim 21:107).[284] Doğu ülkelerinde yağmurun merhametle çağrıştırılması, tıpkı yağmurun ölü gibi görünen toprağı canlandırması gibi, Muhammed'in bereket dağıtan ve topraklara yayılan, ölü kalpleri canlandıran bir yağmur bulutu olarak tasavvur etmesine yol açtı (örneğin bkz. el-Latif).[284] Muhammed'in doğum günü, bu tür kamusal kutlamaların teşvik edilmediği Vahhabilerin çoğunlukta olduğu Suudi Arabistan hariç, İslam dünyasında büyük bir bayram olarak kutlanır.[419] Müslümanlar, Muhammed'in adını söylerken veya yazarken, genellikle Arapça ṣallā llahu ʿalayhi wa-sallam (Tanrı onu onurlandırsın ve barış versin) ifadesiyle ismini tabir ederler.[420]
Tasavvuf, özellikle birinci İslam yüzyılının sonundan itibaren İslam hukukunun gelişmesine büyük katkı sağlamıştır.[421] Sufiler olarak bilinen, Kuran'ın içsel anlamını ve Muhammed'in içsel doğasını arayan Müslüman mistikler, İslam peygamberini sadece bir peygamber olarak değil, aynı zamanda mükemmel bir insan olarak da gördüler. Tüm Sufi tarikatları, manevi iniş zincirlerini Muhammed'e kadar izler.[422]
Muhammed hakkındaki en eski belgelenmiş Hristiyan bilgisi, Bizans İmparatorluğu kaynaklarında görülmektedir. Bu kaynaklar, hem Yahudilerin hem de Hristiyanların Muhammed'i bir sahte peygamber olarak gördüklerini söylemektedirler.[423]
Muhammed hakkındaki başka bir Yunan kaynağı, 9. yüzyılda bir yazar olan Theofanis'tir. En eski Süryani kaynağı ise, 7. yüzyıldaki bir yazar olan Yuhanna bar Penkaye'dir.[424]
İranlı profesör Seyyid Hüseyin Nasr'a göre, dönemin Avrupa edebiyatı çoğunlukla Muhammed'e olumsuz bir gözle bakıyordu. Orta Çağ Avrupası'nın bazı önde gelen çevreleri (özellikle Latin okuryazarlığı olan bilim insanları), Muhammed hakkında oldukça kapsamlı biyografik bilgilere erişebildiler. Bu biyografileri bir Hristiyan gözüyle yorumladılar ve Muhammed'i, insanları (sarazen) din kisvesi altında kandırıp kendisine boyun eğdiren bir kişi olarak gördüler.[425] Zamanın popüler Avrupa edebiyatı, Muhammed'i Müslümanların kendisine taptığı bir put veya putperest bir Tanrı gibi tasvir ediyordu.[425]
British Library’da bulunan ve 635'te Süryani rahip Presbiter Tomas tarafından yazılan yazıtlara göre, Romalılar ve Muhammed’in Arap ordusu 634 yılında savaştılar ve Araplar Romalıları yendi.[426] Tarihçiler tarafından bu savaşa "Dathin Savaşı" deniyor.[427] Bu belgelerde "Muhammed’in Arapları" diye açıkça Muhammed'in ismi ve Bizanslıları mağlup edişleri belirtilmiştir. Bundan önce de, 629 yılında, Muhammed'in gönderdiği bir Müslüman ordusu, İmparator Herakleios'un bizzat gönderdiği bir Bizans ordusuyla çarpışmıştı ve "Mute Muharebesi" olarak bilinen bu savaşta da kesin bir sonuç olmamasına rağmen Müslümanlar yenilmemişti.
636 yılında yazılmış bir Suriye günlüğünde, şikayet babında Muhammed'in ordusunun Bizans topraklarını işgal ettiği, Celile’den Belh’e kadar her yeri ele geçirdikleri, askerleri öldürdükleri ve bir sonraki savaşın 636 yılında Gabitha’da olduğu yazılmaktadır.[428] "Gabitha" bölgesi Yermuk Nehri'nin yanındadır ve ünlü Alman bilim insanı ve teolog Theodor Nöldeke, bu savaşın tarihinin ve yerinin Yermük Savaşı'nın tarihine tam uymakta olduğunu söylemektedir.[429] Halid bin Velid'in Müslüman ordusunun başında olduğu bu savaş, Müslüman Arapların zaferiyle sonuçlanmıştı.
Daha sonraki çağlarda, Muhammed bir şizmatik olarak görülmeye başlandı: Brunetto Latini'nin 13. yüzyılda yazdığı Li livres dou tresor adlı eser, Muhammed'i eski bir keşiş ve kardinal olarak gösterir.[425] İtalyan siyasetçi Dante, 1300'lerde yazdığı İlahi Komedya adlı eserinde (Inferno, 28. Kıta), Muhammed'i ve Ali'yi "şeytanlar tarafından defalarca yaralanmış olan anlaşmazlık oluşturucular ve şizmatiklerin arasında" cehenneme yerleştirir.[425]
Alman filozof Gottfried Leibniz, Muhammed'i "doğal dinden sapmadığı" için övmüştür.[430] Fransız tarihçi Henri de Boulainvilliers, ölümünden sonra 1730 yılında yayımlanan Vie de Mahomed adlı eserinde Muhammed'i "yetenekli bir siyasi lider ve adil bir yasa koyucu" olarak tanımladı[430] ve O'nu, Tanrı'nın çekişen Doğulu Hristiyanları şaşırtmak, Doğu'yu Romalıların ve Perslerin despotik yönetiminden kurtarmak ve Tanrı'nın birliği (tevhid) bilgisini doğuda Hindistan'dan batıda İspanya'ya kadar yaymak için vahiy alan bir elçi olarak sundu.[431]
Fransız İmparator Napolyon Bonapart, Muhammed'e ve İslam'a hayrandı ve onu örnek bir kanun koyucu ve büyük bir adam olarak tanımladı.[432]
Dünyaca ünlü Rus yazar Lev Nikolayeviç Tolstoy, İslam peygamberi Muhammed'e hayran olduğunu bazı kitaplarında (İtiraflarım) açıkça söylemiş ve hem Muhammed'in hem de getirdiği İslam dininin Hristiyanlık dininden üstün olduğunu düşündüğünü belirtmiştir. Aynı zamanda Tolstoy, bu görüşü üzerine yaşamının son dönemlerinde Muhammed isminde bir risale yazmış ve bu risalede O'nun pek bilinmeyen bazı sözlerine yer vermiştir.[433]
Amerikalı astrofizikçi ve yazar Michael H. Hart, yaklaşık 30 yıllık bir çalışmanın ardından, 1978'de ''Dünyaya Yön Veren En Etkin 100'' adlı bir kitap kaleme almış ve bu kitapta yer alan listenin 1. sırasına Muhammed'i yerleştirmiştir. Bu görüş sebebiyle birçok olumsuz eleştiri ve tepki alan Michael H. Hart, kitabına şu cümleler ile başlamaktadır:[434]
“ | Dünyanın en etkili kişilerinin listesinde başı çeken kişi olarak Muhammed'i seçmem bazı okurları şaşırtabilir, bazıları da bu konuyu sorgulayabilirler; ancak O, tarihte hem din hem de din dışı alanlarda üstün başarı göstermiş tek kişiydi. | „ |
William Montgomery Watt ve Richard Bell gibi bazı modern yazarlar, Muhammed'in takipçilerini kasten aldattığı fikrini reddederler ve Muhammed'in "kesinlikle samimi olduğunu ve tamamen iyi niyetle hareket ettiğini" söyleyip, Muhammed'in davası için zorluklara göğüs germeye hazır olmasının bunun göstergesi olduğunu belirtirler.[435] Ancak bunun yanında Watt, iyi niyetin doğruluk anlamına gelmediğini de söyler: "Çağdaş terimlerle, Muhammed kendi bilinçaltını ilahi vahiyler ile karıştırmış olabilir."[435] Ayrıca William M. Watt, Hristiyan bir din adamı olmasına rağmen "Muhammed Tanrı'nın elçisidir." demiştir.[436]
Montgomery Watt ve tarihçi Bernard Lewis, Muhammed'i sadece kendi çıkarları peşinde koşan bir sahtekâr olarak görmenin İslam'ın gelişimini anlamayı imkânsız hâle getireceğini öne sürerler.[437][438] Alford T. Welch, Muhammed'in yaptığı işe olan sağlam inancı nedeniyle bu kadar etkili ve başarılı olmuş olabileceğini savunur.[425]
Bahâîlik inancının takipçileri, Muhammed'i birçok peygamberlerinden biri olarak görürler. Muhammed'in peygamber döngüsündeki son peygamber olduğunu düşünürler, ancak kendisinin öğretilerinin yerini ve önemini, Bahâîliğin kurucusu Bahaullah'ın öğretilerinin aldığını kabul ederler.[439][440]
Muhammed'e yönelik eleştiriler, 7. yüzyılda, tektanrıcılığı vaaz ettiği için pagan Arapların kendisini kınamasıyla başlamıştır. Arabistan'daki[441] Yahudi kabileler; Tanah'ın anlatılarını ve kişiliklerini benimsemesi,[442] Yahudi inancını "aşağılaması"[442] ve herhangi bir mucize göstermeden veya Tanah'ta Yehova tarafından seçilen gerçek bir peygamberi sahte peygamberlerden ayırt etmek için bakılması gerektiği söylenilen kişisel özellikleri karşılamadan kendisini "son peygamber" ilan etmesi gibi nedenlerle kendisine ha-Meshuggah (İbranice: מְשֻׁגָּע, "Deli" veya "Perili") takma adını vermişlerdir[443][444]
Orta Çağ boyunca ise çeşitli Batılı ve Bizanslı Hristiyan düşünürler,[445][446][447][448] Muhammed'in sapkın ve[445][447] acınası[445][447] bir sahte peygamber ve hatta Deccal olduğunu[445][446][447] dile getirdiler. Bunun yanında, Hristiyan âleminde Muhammed sıklıkla bir sapkın[445][446][447][449] ve iblisler tarafından ele geçirilmiş bir ruh[447][449] olarak görülüyordu. Thomas Aquinas gibi bazı eleştirmenler, Muhammed'in öbür dünyadaki cinsel zevk vaatlerini eleştirdi.[447]
İslam'ın modern dinî[445][450][451] ve seküler[452][453][454][455] eleştirileri;[450][451][452][453][454][455] çoğunlukla Muhammed'in peygamber olduğunu iddia etmedeki ciddiyeti, ahlâki değerleri, kölelere sahip olması,[456][457][458] düşmanlarına olan muamelesi, evlilikleri,[459] dogmatik konulara bakış açısı ve psikolojik durumu ile ilgilidir. Muhammed genellikle sadizm, acımasızlık (örneğin Medine'deki Beni Kurayza'nın işgali[460][461][462][463][464][465]), köleleriyle cinsel ilişkiye girmek ve Aişe ile 6 veya 7 yaşındayken nişanlanıp[459] çoğu tahminlere göre 9 yaşındayken evlenmek iddiaları ile suçlanmaktadır.[466]
Muhammed'in yaşamını veya getirdiği İslam dinini konu alan iki tane büyük çapta sinema filmi çekilmiştir. Bunlardan ilki, Suriye asıllı Amerikalı yönetmen Mustafa Akkad'ın yönettiği 1976 yapımı ''Çağrı'' (The Message) filmidir.[467] Bu filmde Muhammed'in yüzü ve vücudu hiç gösterilmemiş, daha çok İslam dininin doğuşuna ve yayılışına odaklanılmıştır.[468] Bu film bir "ilk" özelliği taşımasından dolayı tüm dünyada yankı yaratmıştır.[469] Filmin sahnelerinin çoğu Libya'da, bir kısmı ise Fas'ta çekildi ve tüm dünyada 12 dile çevrildi.[469]
İkinci film ise, yaklaşık yedi senelik uzun çalışmaların sonucunda 2015'te gösterime giren, İranlı yönetmen Mecid Mecidi'nin yönetmenliğini yaptığı İran yapımı ''Muhammed: Allah'ın Elçisi'' (Muhammad: The Messenger of God) adlı filmdir. Bu filmde de Muhammed'in 12 yaşına kadarki çocukluk hayatı konu alınmış ve Muhammed'in yüzü gösterilmemekle birlikte vücudu, elleri, ayakları ve saçları gösterilmiştir.[470][471] Çekimleri yaklaşık 5-6 yıl süren film, bazı kesimler tarafından oldukça başarılı bulunurken, bazı kesimlerce de yoğun eleştirilere maruz kaldı;[470] hatta bazı Sünni ülkelerde vizyona girmeden yasaklandı.[472] Bazı Sünni kesimler, Şii gözüyle bu filmi çektiği iddiasıyla filmin yönetmeni Mecid Mecidi'yi suçladılar;[473] Mecidi ise bunları reddetti.[474]
Gerek Türkiye'de, gerekse İslam coğrafyasında Muhammed'in yaşamını konu alan sayısız edebi eser yazılmıştır.
Ünlü Rus yazar Lev Tolstoy, Muhammed'e hayranlık duyduğunu bazı kitaplarında (İtiraflarım) açıkça söylemiş ve kendisi hakkındaki olumlu görüşlerine yer vermiştir. Lev Tolstoy, yaşamının son yıllarında Muhammed'in bazı pek bilinmeyen sözlerini (hadis) derleyerek bir kitap hâline getirmiş ve yayımlamıştır.[433]
Amerikalı astrofizikçi ve yazar Michael H. Hart, 1978 yılında yayımladığı ''The 100: A Ranking of the Most Influential Persons in History'' (Dünya Tarihine Yön Vermiş En Etkin 100) kitabında tarihin en etkili kişilerin biyografilerine yer vermiştir. Birçok uzman kişilerce başarılı bulunan ve kimi zaman da yoğun eleştirilere maruz kalan Michael H. Hart'ın listesinin 1. sırasında ''Muhammed'' yer almaktadır.[475]
Muhammed'i ve İslam dinini konu alan müzik eserlerinin başında, Lübnan kökenli İsveçli şarkıcı Maher Zain'ın yaptığı şarkılar yer alır. 2011'de çıkardığı ''Ya Nabi Salam Alayka'' (Selam Sana Ey Elçi) ve 2014'te çıkardığı ''Muhammad P.B.U.H.'' (Muhammed S.A.V.) bunlara örnek verilebilir.
Mekke dönemi[476][477][478][479] | Medine dönemi[476][477][478][479] | ||||
---|---|---|---|---|---|
Yıl | Yaş | Olay | Yıl | Yaş | Olay |
y. 570 | - | Babası Abdullah'ın ölümü | 622 | 52 | Medine'ye varması ve Mescid-i Nebevî'nin inşası |
y. 570 | - | Fil Vak'ası | Medine'de Medine Sözleşmesi adlı anayasayı ilan etmesi | ||
y. 570 | - | Mekke'de doğumu[not 18] | Bizanslıların Suriye ve Mısır'ı Sasanilerden geri alması | ||
574 | 4 | Süt annesi Halime'den ailesine dönüşü | 622-623 | 52-53 | Muhacirlerle ensarlar arasında kardeşliği tesis etmesi |
576 | 6 | Annesi Âmine'nin ölümü | 623 | 53 | Medine Şehir Devleti'ni kurması ve devlet başkanı seçilmesi |
578 | 8 | Dedesi Abdülmuttalib'in ölümü | Müslümanların kıblelerinin Mescid-i Aksa'dan (Kudüs) Kâbe'ye (Mekke) çevrilmesi | ||
y. 583 | 12-13 | Amcası Ebu Talib ile birlikte Suriye'ye (Şam) ticarete gitmesi | 624 | 54 | Bedir Muharebesi |
587 | 17 | Amcası Zübeyr ile birlikte Yemen'e gitmesi | 624 | Kızı Rukiyye'nin ölümü | |
588 | 18 | Ficâr Savaşları'na amcalarının yanında katılması | 624 | Nişanlısı Aişe ile evlenmesi | |
590 | 20 | Hilfü'l-Fudûl cemiyetine girmesi | 624 | Yahudilerin Medine'deki Müslümanlara karşı düşmanca hareketlere başlamaları | |
594 | 24 | Hatice'ye ait ticaret kervanının başında Busra'ya gitmesi | 624 | Beni Kaynuka Gazvesi | |
595 | 25 | Hatice ile tanışması, Hatice'nin evlenme teklifi ve evlenmesi | 625 | 55 | Uhud Muharebesi ve amcası Hamza'nın ölümü |
598 | 27-28 | İlk çocuğu Kâsım'ın doğması, kendisine Ebu'l Kasım denilmesi ve hemen küçük yaşta ölmesi | Torunu Hasan'ın doğumu | ||
599 | 28-29 | İlk kızı Zeyneb'in doğumu | Recî Vak'ası ve Bi'ri Maune Faciası | ||
602 | 32 | Kızı Rukiyye'nin doğumu | Beni Nadir Gazvesi | ||
605 | 35 | Kâbe hakemliği yapması | 626 | 56 | İkinci torunu Hüseyin'in doğumu |
y. 607 | 37 | Kızı Ümmü Gülsüm'ün doğumu | 627 | 57 | Hendek Muharebesi |
y. 609 | 39 | Küçük kızı Fatıma'nın doğumu | Hendek Muharebesi'ndeki ihanetlerinden ötürü Beni Kureyza Yahudilerinin cezalandırılması | ||
610 | 40 | Hira Mağarası'nda ilk vahyi alması | 628 | 58 | Hudeybiye Antlaşması |
611 | 41 | İkinci oğlu Abdullah'ın doğumu ve bir yaşına basmadan ölümü | İslam'a davet mektupları yazdırtıp elçiler aracılığıyla çeşitli devletlerin hükümdarlarına göndermesi | ||
613 | 43 | Mesajını Mekkelilere açıkça duyurması | Hayber'in Fethi | ||
614 | 44-45 | Mekke'de Müslümanlara yönelik ağır zulümlerin başlaması | Hayber'in Fethi'nden sonra Yahudi bir kadın tarafından kendisine zehirleme girişiminde bulunulması | ||
615 | 45 | Bir grup Müslümanın Habeşistan'a göç etmesi | Ninova Muharebesi ve Orta Doğu'daki Bizans-Sasani Savaşları'nın sona ermesi | ||
616 | 46 | Hamza ile Ömer'in Müslüman olmaları | 629 | 59 | Kızı Zeyneb'in ölümü |
Sasani hükümdarı II. Hüsrev'in, Bizans'ın elinde olan Suriye ve Mısır'ı zaptetmesi | Halid bin Velid ve Amr bin Âs'ın Müslüman olmaları | ||||
Haşimoğulları'na yönelik boykotun başlaması | Mute Muharebesi (Bizans İmparatorluğu ile ilk savaş) | ||||
619 | 49 | Haşimoğulları'na yönelik boykotun sona ermesi | 630 | 60 | Mekke'nin Fethi, Kâbe'nin putlardan temizlenmesi |
Karısı Hatice'nin ve amcası Ebu Talib'in ölümü (Hüzün Yılı) | Arabistan'da toplu seferlerin yapılması ve İslam'ın hızlıca yayılması | ||||
620 | 50 | İslam'a davet için Taif'e gitmesi, ancak ağır hakaretlere uğrayıp taşlanarak Mekke'ye geri dönmesi | Kızı Ümmü Gülsüm'ün ölümü | ||
İsra ve Miraç olayı | Eşi Mâriye'den oğlu İbrahim'in doğması ve 1-2 yaşında ölmesi | ||||
I. Akabe Biatı | Tebük Seferi | ||||
y. 621 | 51 | Sevde bint Zem'a ile evlenmesi | y. 628-631 | 58-61 | Bizans İmparatoru Herakleios'a Dihye bin Halife aracılığıyla İslam'a davet mektubu yollanması |
621 | 51 | II. Akabe Biatı | 632 | 61-62 | Mekke'de Veda Haccı yapması ve ardından 100 binden fazla Müslümana Veda Hutbesi ile son kez topluca seslenmesi |
622 | 52 | Medine'ye hicreti | 62-63 | Hastalanması ve Medine'de ölümü |
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.