Remove ads
devlet yönetim biçimi, şeriat yasaları uygulanan devlet Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
İslam devleti, İslam hukukuna dayalı bir hükumet biçimine sahip bir devlettir. Bir terim olarak, İslam dünyasında çeşitli tarihsel yönetim biçimlerini ve yönetim teorilerini tanımlamak için kullanılmıştır. Arapça "dawlah islāmiyyah" teriminin bir çevirisi olarak Siyasal İslam veya İslamcılık ile bağlantılı modern bir kavramı belirtir.
Modern İslam devleti kavramı, Reşîd Rıza, Muhammed Ömer, Ebul A'la Mevdudi, Ayetullah Humeyni, Seyyid Kutub ve Hassan el-Benna gibi ideologlar tarafından dile getirildi ve desteklendi. İslam hukukunun uygulanması, klasik İslam siyaset teorilerinde olduğu gibi, modern İslam devleti teorilerinde de önemli bir rol oynamaktadır. Ancak modern teoriler, modern çağdan önce var olmayan kavramlardan da yararlanırlar.
Günümüzde birçok Müslüman ülke, İslam hukukunu tamamen veya kısmen hukuk sistemlerine dahil etmiştir. Bazıları anayasalarında İslam'ı devlet dini olarak ilan ettiler, ancak mahkemelerinde İslam hukukunu uygulamadılar. İslami monarşi olmayan İslam devletleri çoğunlukla İslam cumhuriyetleridir.
Mecid Hadduri, İslam devletlerinin tarihi için altı aşama verir:[1]
İlk İslam Devleti, Muhammed tarafından Medine Sözleşmesi ile MS 622'de Medine'de kurulan siyasi oluşumdu. Müslüman ümmetinin siyasi birliğini temsil ediyordu. Daha sonra Hulefayı Raşidin (MS 632-661) olarak bilinen yöneticiler tarafından halifeliğe dönüştürüldü. İslam Devleti, Emevîler (661-750) ve sonrasında Abbâsîler (750-1258) döneminde önemli ölçüde genişledi.
Muhammed'in doğum yeri, kıble ve Kâbe'nin yerinin neresi olduğu konusu 1970'li yıllardan bu yana tartışılmaktadır. Arkeolojik araştırmalarda Mekke'nin rivayetlerin aksine yeni bir şehir olarak ortaya çıkışı, bilinen tarih kaynaklarında ve haritalarda adının 8. yüzyıl öncesinde geçmemesi,[2] ticaret yolları üzerinde olmaması yanında tarım açısından arazinin uygunsuz oluşu,[3] erken dönem İslam tarihi hakkında ipuçları veren Kur'an ve hadis rivayetlerinde tanımlanan bazı yer isimleri ve özellikleri ile Mekke coğrafi yapısının uyuşmaması araştırmacıları İslam'ın kaynakları konusunda farklı arayışlara yöneltmiştir. Patricia Crone, Michael Cook gibi, diğer bir kısım araştırmacılar metin ve arkeolojik araştırmalara dayanarak, "Mescid-i Haram"ın Kuzeybatı Arap Yarımadası'nda bulunduğunu varsaydılar.(rivayet kültürüne dayalı klasik eserlerde ifade edildiği gibi Mekke'de değil)[4][5][6][7] Kur'anda kullanılan dilin başlangıçta saf Arapça olmadığı ve Kur'anın yazım dönemi itibarıyla sadece Petra bölgesinde kullanılan bir Arap dil yapısının Kur'anda kullanıldığı görülmektedir.[8]
Muaviye'nin ölümü sonrasında çıkan iç karışıklıklarda Kâbe Yezid'in askerlerince mancınıklar kullanılarak taşa tutulmuş, isabet alan karataş üç parçaya bölünmüş, Kâbe yıkılmıştır.[9] Kanadalı arkeolog ve İslam tarihi araştırmacısı Dan Gibson'a göre sözü edilen yıkım bugünkü Mekke şehrinde değil, bundan yaklaşık 1200 kilometre kuzeyde, Petra'da gerçekleşmişti. Araştırmalarında ulaştığı en eski camilerin kıble duvarlarının Petra'yı göstermeleri nedeniyle, bu bulgularla ayet, hadis ve siyer kaynaklarındaki diğer ipuçlarını bir araya getiren Gibson Muhammed'in Petra'da yaşamış ve buradan Medine'ye göç etmiş olduğu sonucuna ulaşmıştır. Ona göre Kur'an'da bahsedilen “bekke” veya “mekke” sözcükleri de Petra'yı ifade ediyordu. Müslümanların ilk kıblesi de Kudüs'teki Mescid-i Aksa değil Petra'da Al-Lat tapınağı olarak kullanılan kübik yapı olmalıydı. Gibson Petra'da İslam öncesi ve İbni Zübeyr öncesi erken İslam döneminde haccın nasıl icra şeklini anlattığı bir video yayınladı.
Bu yapı Müslümanların İkinci Fitne olarak adlandırdığı Abdullah bin Zübeyr İsyanı sırasında mancınıklarla yıkılmış, İbni Zübeyr karataşı diğer kutsal eşyalarla birlikte alarak Emevi saldırılarından uzakta, bugünkü Mekke'nin bulunduğu yere taşımış, yeni tapınağı burada inşa etmişti. Emevilere karşı Abbasilerin desteğini kazanan yeni mekan birkaç yüzyıllık bir geçiş dönemi sonunda tamamen benimsenmiş, yeni yapılan camilerin yönü Mekke'ye dönük olarak inşa edilmeye başlanmış, Kabe Müslümanların yeni hac merkezi olmuştur.[10][11]
The Sacred City (2016) (Kutsal Şehir), Türkçe |
Fakat bu iddiaya erken dönemde Müslümanların Kâbe'nin yerini doğru hesaplayamadıkları için bazı camilerde kıble yönünün yanlış olduğu gerekçesiyle karşı çıkılmaktadır.[12] Nitekim günümüze yakın tarihlerde inşa edilmiş bazı camilerin de kıble yönünün yanlış hesaplandığı belirtilmektedir.[13][14][15] Kâbe'nin bulunduğu Mekke'de bile bazıları 50 yıldan daha eski 200 civarında caminin kıble yönünün yanlış olduğu belirlenmiştir.[16][17] 7. yüzyılda yaşayan John bar Penkaye isimli Süryani bir yazarın Abdullah bin Zübeyr İsyanı devam ederken yazdığı kroniklerinde Kabe'nin taşınmasından veya Petra'dan bahsetmemesi, Kabe'nin konumunun çölün uzak noktalarında olarak bahsetmesi, Kabe'nin taşındığı veya aslında Petra'da bulunduğu iddialarına karşı ileri sürülür.[18][19][20] Ayrıca Kehf Suresi'nde geçen al-Raqīm'in (الرقيم), Petra (Raqēmō) olduğu şeklinde görüş de bulunmaktadır.[21] 2. yüzyılda (100-200) yaşayan gök bilimci, matematikçi, filozof ve aynı zamanda coğrafyacı olan Batlamyus Arabistan'da bulunan 50 şehrin bir listesini yayınlamış ve liste "Macoraba" adlı bir şehri içermiştir. 1646 yılından beri süregelen spekülasyonlar olmakla beraber bu şehrin Mekke ile bağlantılı olduğuna dair tartışmalar sürmektedir. Son zamanlarda, antik haritaları yeniden oluşturmak ve konumlarını modern koordinatlara çevirmek için gelişmiş matematiksel modeller kullanan araştırmacılar, Mekke ve Batlamyus'un bahsettiği Macoraba şehrinin aynı yerde olduğunu doğrulayabildiler.[22]
İslami hükûmetin veya İslam devletinin özü veya yol gösterici ilkesi Şura kavramıdır. Bazı alimlerin şura kavramıyla ilgili farklı anlayış veya düşünceleri vardır. Bununla birlikte, çoğu Müslüman bilgin, İslami eş-Şuranın aşağıdakilerden oluşması gerektiği görüşündedir:[23]
İslam devleti teorisyenleri Muhammed'in şura üyelerinin kararlarına saygı duyduğunu ve bunuHendek Savaşı gibi birçok tarihi olaydan birinde (Müslüman olmayan Arap ordularını Medine dışında işgal etmek veya şehre girmelerini beklemek üzerine) örneklendirdiğini ileri sürerler. Rivayete Selman-ı Farisî Müslümanların Medine'nin kuzey çevresine düşmanların girmesini önlemek için büyük bir hendek inşa ederek Medine'deki gayrimüslim Araplarla savaşmasının daha iyi olacağını önermiş, bu fikir daha sonra sahabenin çoğunluğu tarafından desteklenmiş ve Muhammed de bu karara uymuştu.
Muhammed, şura kararı hakkında anlaşmaya büyük önem verdi, çünkü sahabe tarafından oluşturulan çoğunluğun görüşü tek bir kişinin verdiği karardan daha iyiydi.
Osmanlı Padişahı I. Selim (1512–1520), Bağdat'taki son Abbasi Halifesinin 1258de Moğolların Bağdat'ı yağmalaması ve öldürülmesinden bu yana çeşitli hükümdarlar ve gölge halifeler tarafından tartışmalı şekilde yürütülen Abbâsî-Memlûk Halifeliğini yıkarak halife unvanını üzerine aldı.
Osmanlı padişahlarının unvanlarından biri olan Hilâfet, Atatürk'ün İnkılaplarının bir parçası olarak Kemal Atatürk tarafından 1924'te kaldırıldı. Mahatma Gandi ve Hint Müslümanlar, Atatürk tarafından görevden alınan halifeyi eski durumuna getirmeye çalışan Hilâfet Hareketinde birleşerek bu hareketi en şiddetli şekilde eleştirdiler. Hareket, İngiltere'den gelen siyasi baskıya karşı direnişi güçlendirdi ve onu Hint milliyetçiliği ve İngiliz yönetiminden bağımsızlık hareketi ile ilişkilendirdi. Ancak Hilâfet kurumu Osmanlı Türk yönetimi altında olmaktansa bağımsız ulus devletler olmayı tercih eden Orta doğu Müslümanlarından çok az destek gördü. Hindistan'da Gandi, Hilâfet'i ulusal bir hareket olarak seçmeye çalışsa da, hareket kısa süre sonra, Kerala'nın Malabar bölgesinde binlerce kişinin öldürülmesiyle Moplah İsyanları olarak da bilinen gayrimüslimlere karşı bir cihada dönüştü.[24]
Arapça dawla kelimesi, "dönmek, döngüsel bir şekilde dolaşmak" anlamına gelen dwl kökünden gelir. Kur'an'da zafer ve yenilgi arasında gidip gelen insan talihlerinin doğasına atıfta bulunmak için kullanılır (3:140). İlk Abbasi halifeleri, "başarı sıramız/zamanımız" anlamında " davlamız "dan söz ettiler. Abbasiler güçlerini sürdürdükçe, hanedanın dawla anlayışı hanedan yönetimiyle birleşti ve daha sonraki zamanlarda el-Devle, İslam dünyasında hükümdarlar ve yüksek görevliler için onursal bir unvan olarak kullanıldı.[25]
Hristiyan çağdaşları gibi, modern öncesi Müslümanlar da genellikle devleti, siyasi gücü elinde bulunduran birey veya gruptan ayrı, soyut bir varlık olarak düşünmediler. Devle kelimesi ve türevleri, 16. ve 17. yüzyıllarda Avrupa ile diplomatik ve ticari alışverişler sırasında Osmanlı İmparatorluğu ve İran'da modern çağrışımlar kazanmaya başladı. 19. yüzyılda Arap devleti ve Türk devleti, modern devlet anlayışının tüm yönlerini üstlenirken, Farsça davlat devlet veya hükumet anlamına gelebilir.
Pakistanlı İslam tarihçi Kamaruddin Han'a göre, İslam devleti terimi "yirminci yüzyıldan önce Müslüman siyaset biliminin teorisinde veya pratiğinde asla kullanılmadı".[26][27] Süheyl Haşmi, dawla Islamiyya'yı çağdaş İslamcı yazılarda bulunan bir neolojizm olarak nitelendiriyor. Modern devlet kavramına ilişkin İslami teoriler ilk olarak 1924'te Osmanlı Hilâfeti'nin kaldırılmasına bir tepki olarak ortaya çıktı. İslam'ın hem bir din hem de bir devlet olduğuna dair ünlü özdeyiş (el-İslam din ve devle) ilk kez bu bağlamda popüler hale geldi.
Modern İslam devleti anlayışı ilk olarak Suriyeli-Mısırlı İslam ilahiyatçısı Muhammed Reşîd Rıza (1865–1935) tarafından dile getirildi. Raşid Rıza, 1922'de Hilafet'i salt manevi bir otoriteye indirgeyen Türk Saltanatının Kaldırılmasını kınadı; Rıza, I. Dünya Savaşı'ndan hemen sonra 1922'de yayınlanan Hilafet veya Büyük İmamet adlı kitabında, Hilâfet'in hem manevi hem de dünyevi otoritenin birleşik güçlerine sahip olması gerektiğini iddia etti. Araplar tarafından yönetilen, Şeriatı destekleyen ve Müslüman ve gayrimüslim tebaasını koruyan bir zorunlu halifelik olarak işlev gören bir İslam devletinin kurulması için çağrıda bulundu.
İslam devletinin modern kavramsallaştırma işlemi Cemaat-i İslami siyasi partisini kuran ve birçok İslami devrimciye ilham kaynağı olan Pakistanlı ilahiyatçı Abul A'la Mevdudi'yle (1903–1979) gerçekleşir.[28] Ebul A'la Mevdudi'nin erken dönem siyasi kariyeri, Hindistan'daki sömürgecilik karşıtı ajitasyondan büyük ölçüde etkilenmiştir, özellikle de Osmanlı Halifeliğinin 1924te çalkantılı bir şekilde kaldırılmasının ardından, İngiliz karşıtı duyguları besledikten sonra.[29]
İslam devleti, demokrasi ve sosyalizm gibi rakip siyasi sistemlerin arasında üçüncü bir yol olarak algılandı (ayrıca bkz. İslami modernizm).[30] Mevdudi'nin İslam ekonomisi üzerine yazılarında (1941) ve Muhammed Bakır es-Sadr'ın kaleme aldığı Bizim Ekonomimiz'de (1961) serbest piyasa kapitalizmine ve ekonomiye devlet müdahalesi gibi konular tartışma konusu yapıldı. Mevdudi, ideal İslam devletini, seçim siyasetinin demokratik ilkelerini, yoksulları ilgilendiren sosyalist ilkelerle birleştirmek olarak tasavvur etti.[31]
Bugün birçok Müslüman ülke, İslam hukukunu kısmen kendi hukuk sistemlerine dahil etmiştir. Bazı Müslüman devletler, anayasalarında İslam'ı devlet dini olarak ilan ettiler, ancak mahkemelerinde İslam hukukunu uygulamadılar. İslami monarşi olmayan İslam devletlerine genellikle İslam cumhuriyetleri denir,[32] örneğin Afganistan İslam cumhuriyetleri,[33] İran,[34] Pakistan ve Moritanya. Pakistan, 1956 anayasası kapsamında bu unvanı benimsedi; Moritanya bunu 28 Kasım 1958'de kabul etti; ve İran, Pehlevi hanedanını deviren 1979 Devrimi'nden sonra bunu benimsedi. İran'da hükûmet şekli İslam Hukukçularının Velayeti olarak bilinir. Afganistan, 1992'den bu yana komünizm sonrası dönemde bir İslam devleti (Afganistan İslam Devleti) olarak yönetildi, ancak daha sonra 1996'dan beri kendi kontrolündeki bölgelerde ve 2001'de Taliban'ın devrilmesinden sonra Taliban (Afganistan İslam Emirliği) tarafından fiili olarak yönetildi. ülke, Taliban'ın ülkeyi ele geçirdiği 15 Ağustos 2021'e kadar Afganistan İslam Cumhuriyeti olarak biliniyordu.
Pan-İslamizm, İslam dünyasının, genellikle bir hilafet veya ümmet olarak tanımlanan tek bir İslam devleti altında birleşmesini savunan, siyasal İslam içindeki bir dini milliyetçilik biçimidir. İslam dünyasını birleştirme ve dünya çapında bir halifelik kurma amacını güden en ünlü, güçlü ve saldırgan modern pan-İslamcı grup, Vahhabi/SelefiIrak-Şam İslam Devleti cihat hareketidir.
3 Ağustos 2011 tarihli Libya Geçici Anayasa Bildirgesi, İslam'ın Libya'nın resmi dini olduğunu ilan etti.
1979 İran Devrimi'ne kadar, Şii İslam'daki en yüksek rütbeli din adamlarının çoğu, yalnızca Muhammed veya onun gerçek haleflerinden birinin siyasi yönetimine izin veren standart İmamet doktrinine bağlı kaldı. Bir İslam devleti kurmaya karşıydılar (bkz. Ayetullah Ha'eri Yezdi (Humeyni'nin kendi öğretmeni), Ayetullah Burucerdi, Büyük Ayetullah Şeriatmedari ve Büyük Ayetullah Ebu'l-Kasım Hoyî).[35] Bir zamanlar İran Devriminin bir parçası olan çağdaş ilahiyatçılar da İran İslam Cumhuriyetinde din ve devletin birliğini eleştiren ve büyülerini yitiren, İslam inancının saflığını korumak için devletin laikleşmesini savunuyorlar (bkz.).[36]
Pakistan, 1947'de İngiliz Hindistan'da Hint Müslümanlar için ayrı bir devlet olarak kuruldu ve parlamenter demokrasi biçimini izledi. 1949'da Pakistan'ın ilk Kurucu Meclisi, gelecekteki herhangi bir yasanın temel öğretilerini ihlal etmemesini sağlamak için devlet dini olarak İslam'a resmi bir rol öngören Hedefler Kararını kabul etti. Genel olarak, devlet, 19. yüzyıldan bu yana İngiliz Raj tarafından uygulanan İngiliz yasal kodundan miras kalan yasaların çoğunu elinde tuttu. 1956'da seçilen parlamento, resmi din olarak İslam'ı ilan ederek Pakistan İslam Cumhuriyeti adını resmen kabul etti.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.