Loading AI tools
embriyodan yetişkine kadar Homo cinsinin mevcut benzersiz türü olan Homo sapiens'in herhangi bir üyesi Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
İnsan (Homo sapiens lit. "bilge insan") ya da modern insan, primatların en yaygın türüdür. İki ayaklılığı ve yüksek zekâsıyla karakterize edilen büyük insansı maymun olan insan, çeşitli ortamlarda gelişip son derece karmaşık araçlar geliştirmiş, karmaşık toplumsal yapılar ve medeniyetler oluşturmuştur. İnsanlar son derece sosyaldir; tek bir insan, ailelerden ve yaşıt gruplarından şirketlere ve siyasi devletlere kadar iş birliği yapan, farklı ve hatta rekabet eden sosyal grupların çok katmanlı bir ağına ait olma eğilimindedir. Bu nedenle, insanlar arasındaki sosyal etkileşimler, her biri insan toplumunu destekleyen çok çeşitli değerleri, sosyal normları, dilleri ve gelenekleri oluşturmuştur. İnsanlar aynı zamanda son derece meraklıdır: Olguları anlama ve etkileme arzusu, insanlığın bilim, teknoloji, felsefe, mitoloji, din ve diğer bilgi çerçevelerindeki gelişimini motive etmiştir; insanlar aynı zamanda antropoloji, sosyal bilimler, tarih, psikoloji ve tıp gibi alanlar aracılığıyla da kendilerini incelerler.
İnsan | |||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
Korunma durumu | |||||||||||||||||||||||
Asgari endişe altında (IUCN 3.1)[1] | |||||||||||||||||||||||
Biyolojik sınıflandırma | |||||||||||||||||||||||
| |||||||||||||||||||||||
İkili adlandırma | |||||||||||||||||||||||
Homo sapiens (Linnaeus, 1758) | |||||||||||||||||||||||
Homo sapiens nüfusunun dağılımı | |||||||||||||||||||||||
Sinonimler | |||||||||||||||||||||||
Tür sinonimleri[2]
|
Bazı bilim insanları Homo cinsinin tüm türlerini insan olarak tanımlasa da, genel kullanımda insan denilirken yalnızca Homo sapiens'ten bahsedilir. Homo sapiens'in yaklaşık 300.000 yıl önce Homo heidelbergensis'ten evrilerek ortaya çıktığı ve Afrika'dan dünyanın diğer kısımlarına göç ettiği, bu sırada yavaş yavaş gittiği yerlerdeki Arkaik insan popülasyonlarının yerini aldığı düşünülür. Tarihin büyük çoğunluğunda insanlar, göçebe avcı-toplayıcılar olarak varlıklarını sürdürürler.
Yaklaşık 13.000 yıl önce Orta Doğu olarak adlandırılan Güneybatı Asya'da başlayan tarım devrimi ile tarım ve yerleşik insan yerleşimleri ilk kez ortaya çıkar. Nüfuslar büyüyüp yoğunlaştıkça, hem topluluklar içinde hem de arasında çeşitli yönetim biçimleri gelişir ve bir dizi uygarlıklar yükselir, yıkılır ve insanlar yayılmaya devam eder. Kasım 2022 itibarıyla nüfusu 8 milyarı aşmıştır.
Genler ve çevre; dış görünüş, fizyoloji, hastalıklara yakalanmaya yatkınlık, zihinsel yetenek ve beceriler, vücut ölçüleri ve yaşam süresini bireyden bireye farklı şekilde etkileyerek insanın biyolojik varyasyonlarının var olmasını sağlar. İnsanlar birçok özellikte (genetik yatkınlıklar ve fiziksel özellikler gibi) bireyden bireye farklılık gösterse de, iki farklı birey ortalama olarak %99'un üzerinde genetik benzerliğe sahiptir ve genetik olarak en çeşitli popülasyonlar Afrika'da yer alır. En büyük genetik farklar eril ve dişi bireyler arasındadır. Ortalama olarak, erkeklerin bedensel gücü daha yüksektir ve kadınlar genellikle daha yüksek bir vücut yağ oranına sahiptir. Dişilerde 50 yaş civarında menopoz denilen olay yaşanır ve kısırlaşırlar. Buna ek olarak, hemen hemen her toplulukta dişilerin ortalama olarak daha uzun bir yaşam süresi vardır. Dişi ve eril bireylerin cinsiyet rollerinin doğası tarih boyunca değişiklik gösterdi ve ağır basan cinsiyet normlarına karşı çıkan kültürler birçok toplumda yer edindi.
İnsanlar, hem bitkisel hem de hayvansal besinlerin içerisinde bulunduğu, çok çeşitli besinlerle beslenen hepçillerdir. Homo erectus zamanlarından beri yemek hazırlamak ve pişirmek için ateşi ve diğer şekillerde ısıyı kullanmışlardır. Yiyecek tüketmeden sekiz haftaya kadar ve susuz olarak üç veya dört güne kadar hayatta kalabilirler. İnsanlar genellikle gündüzcüldürler ve günde ortalama 7 ila 9 saat uyurlar. Doğum, komplikasyonların ve ölüm riskinin yüksekliği nedeniyle tehlikelidir. Çoğu zaman, ebeveynler doğumdan sonra aciz olan çocuklarına, belli bir olgunluğa ulaşmalarına değin bakar.
İnsanların büyük ve oldukça gelişmiş bir prefrontal korteksi (beynin yüksek bilişsellikle ilişkili bölgesi) vardır. Zeki varlıklardır; epizodik belleğe, esnek mimiklere, öz farkındalığa ve zihin kuramına sahip canlılardır. Ayrıca insan zihni; içgözlem yapma, kişisel düşünceler edinme, hayal etme, set ve varoluş üzerine görüşler geliştirme yeteneğine de sahiptir. Bu durum, bilginin gelecek kuşaklara aktarılmasını, akıl ile mümkün olan büyük teknolojik ilerlemeleri ve karmaşık araçların geliştirilmelerini sağlamıştır. Dil, sanat ve ticaret, insanı tanımlayan özelliklerdendir. Uzun ticaret yolları, farklı coğrafyalardaki insanların birbirine bağlanmasını sağlayarak kültür patlamalarına ve kaynakların dünya çapında dağılmasına neden olmuştur.
Modern insanların tamamı, 18. yüzyılda Carl Linnaeus tarafından Systema Naturae adlı çalışmada adı koyulan Homo sapiens içerisinde sınıflandırılır.[3] Daha genel bir isim olan "Homo" ise, her iki cinsiyetten insanlardan bahsedilirken kullanılan Latince homō sözcüğünün 18. yüzyılda türetilmiş bir türevidir.[4] Homo sapiens, "bilen insan" veya "bilgili insan" anlamlarına gelir.[5] Genel kullanımda, insan sözcüğü kullanılırken yalnızca hâlâ hayatta olan tek Homo türü olan Homo sapiens'ten bahsedilir.[6] Cinsin soyu tükenmiş bazı türlerinin, örneğin Neandertallerin, H. sapiens'in bir alt türü olarak kabul edilip edilemeyeceği üzerine akademik bir görüş birliği yoktur.[7]
Kişi terimi sıklıkla insan ile aynı anlama sahipmiş gibi kullanılır, ancak bir kişiliğe sahip olanların sadece insanlar mı yoksa buna ek olarak diğer canlı varlıklar, özellikle de diğer büyük insansı maymunlar da mı olduğu ve bir insanın kalıcı bitkisel hayata geçme gibi durumlarda kişiliğini kaybedip kaybedemeyeceği yönünde felsefi ve evrimsel tartışmalar günümüze kadar sürmektedir.[8]
İnsan; Türkçede en az 1330 kadar erken bir yılda kullanımı görülmüş, Arapça إنسان, romanize: insān sözcüğünden türemiş bir sözcüktür.[9] Türk Dil Kurumu'nda insan şu şekilde tanımlanır: "Toplum hâlinde bir kültür çevresinde yaşayan, düşünme ve konuşma yeteneği olan, evreni bütün olarak kavrayabilen, bulguları sonucunda değiştirebilen ve biçimlendirebilen canlı."[10] Ön Türkçe'de "İnsan" tabirini tam karşılayan bir kelime bulunmamaktadır, onun yerine kullanılmış olan kelime *kiĺi olmuştur.[11][12]
İnsanın İngilizce karşılığı olan human, Eski Fransızca humain sözcüğünden -ki humain de Latince homō (Türkçe: adam - insanlık anlamında) sözcüğünün sıfat hâli olan hūmānus'tan türemiştir- türemiş Orta İngilizce bir alıntı sözcüktür.[13] İngilizce man (Türkçe: adam) terimi, genel olarak türün tamamına, yani insanlık sözcüğünün eşanlamlısı olarak kullanılabilmesinin yanında sadece eril bireylerden bahsetmek için de kullanılabilir. Bunlara ek olarak her iki cinsiyetten bireyler için de kullanılabilir, ancak bu kullanım şekli günümüz İngilizcesinde daha az yaygındır.[14]
Diğer dünya dillerinde de insan için farklı sözcükler kullanılır. Diğer Hint-Avrupa dilleri insana adını ölümlülüğünden alıntılayarak vermişlerdir: İnsanları ifade etmek için kullanılmış olan Proto Hint-Avrupa dili *mr̥tós sözcüğü "ölümlü" demektir; Ermenice mard, Farsça mard ve Sanskrit marta da aynı anlama gelir. Sami dillerde de, aynı kökten gelen Arapça إنسان, romanize: insān ve İbranice אֱנוֹשׁ, romanize: Enos kelimeleri de benzer bir şekilde "hasta" ve "ölümlü" demektir.[15][16] Çoğu Slav dilinde kullanılan terimin atası olan, Proto-Slav dili čelověkъ sözcüğünün kökeni bilinmemektedir. Grekçe ἄνθρωπος, romanize: anthropos sözcüğü de bilinmeyen bir kökene sahiptir.[17]
Diğer yaşam formlarıyla birlikte günümüz insanının da eski bir ortak atadan evrimleştiği fikri, 1844'te Robert Chambers tarafından ortaya atıldı ve 1859'da Charles Darwin tarafından Türlerin Kökeni adlı eserinde ayrıntılı bir şekilde açıklandı.[18] Dünya üzerinde yaşam 4.1 milyar yıl önce, hayvanlar (Animalia) ise 600 ila 800 milyon yıl önce ortaya çıktı.[19][20] Memelilerin (Mammalia) soyu 300 milyon yıl kadar önce, Karbonifer dönemin sonuna doğru sürüngenlerden ayrıldı.[21]
Genetik araştırmalara göre, primatlar (Primates) 85 milyon yıl önce, Geç Kretase dönemi sırasında diğer memelilerden ayrıldı ve günümüzde bulunmuş en erken fosiller 55 milyon yıl önce Paleosen döneminde ortaya çıktı,[22][23] Eski Dünya ve Yeni Dünya primatları ise 44 milyon yıl önce renkleri algılayabilme ve sosyalleşme gibi özelliklerde farklılıklar göstermeye başlayarak birbirinden ayrıldı.[24] İnsanların bir parçası olduğu insansılar (Hominoidea) üst ailesinde, büyük insansı maymunlar (Hominidae) ve gibongiller (Hylobatidae) yaklaşık 15 ila 20 milyon yıl önce birbirinden ayrıldı; insanları ve şempanzeleri de içinde bulunduran Hominini oymağı ile Gorillini oymağı ise 8 ila 9 milyon yıl önce ayrıldı.[25][26] Afrika'da yaşamış küçük bir insansı türü, izleri hem insanların hem de onların en yakın akrabaları olan şempanzelerin soyunda bulunacak olan son canlıydı; onun ardından, insan ile şempanze cinslerini oluşturacak atalar iki alt oymağa ayrıldı. Ayrılmanın tarihinin en az 4 ila en fazla 9 milyon yıl önce, Miyosen devrinin sonlarına doğru olduğu düşünülür[27][28][29][30] ancak daha kesin tahminler de mevcuttur; bazı genetikçiler 2001'de Çad'da bulunan ve Sahelanthropus tchadensis olarak sınıflandırılan bir büyük insansı maymun kafatasından yola çıkarak 7 ila 8 milyon yıl önce gibi daha dar bir aralığı öne sürer.[31][32][33] Richard Dawkins ise son ortak atanın 6 milyon yıl önce yaşadığını tahmin eder.[34] Bu ayrılmayla ve kısa süre sonrasında, insanların soyağacını şempanzelerinkinden ayıracak bazı keskin değişiklikler gerçekleşti: İki farklı kromozomun, ayrılma sırasında meydana gelen füzyonu sonucu kromozom 2 oluştu ve böylece, 24 çift kromozoma sahip olan diğer insansıların aksine, insanlarda 23 çift kromozom kaldı.[35] Yaklaşık 4 milyon yıl önce, günümüzde hâlâ anlaşılamamış sebepler ile, Sahelanthropus tchadensis'ten başlayarak insanların soyağacındaki insansılar iki bacak üzerinde yürüyebilmeye başladı.[30][34][36][37]
Beyin büyüklüğü ve karmaşıklığı hızlı bir şekilde artmaya devam etti[38][39] ve 2 ila 3 milyon yıl kadar önce, Homo cinsi, Australopithecus'tan evrildi. Homo'nun kaydedilmiş en eski örneği, Etiyopya'da bulunmuş 2.8 milyon yaşındaki LD 350-1'dir. LD-350-1, Australopithecus afarensis gibi yuvarlak bir çeneye ve daha sonra ortaya çıkacak olan Homo habilis gibi küçük ve ince azı dişlerine sahipti. Adı konulmuş en eski Homo türleri ise 2.3 milyon yıl önce evrilmiş olan Homo habilis ile Homo rudolfensis'dir. Cinsin ortaya çıkışı; etin ilk kez homininlerin beslenme düzenine girdiği, bunun potansiyel bir sonucu olarak gövde ve göreceli olarak beyin büyüklüklerinde önemli bir artışın gerçekleştiği ve yine bunun potansiyel bir sonucu olarak taş aletlerin ilk kez Australopithecus garhi tarafından imal edilip kullanılmaya başlandığı Paleolitik Çağ dönemine denk gelir.[30][40][41][42][43][44][45][46] 2.7 milyon yıl önce, Homo ile beraber varlığını devam ettirecek olan hominin cinsi Paranthropus'un yükselişi görüldü, ancak günümüzden 1 milyon yıl önce nesli tükendi.[47] Bu dönemde avcı-toplayıcılık yaparak geçinen popülasyonlar, çoğunlukla seyrek ağaçlara sahip alanlarda yaşıyor ve yoğun orman örtülerinden kaçınarak birincil üretim alanlarına dağılıyordu.[48] Evrim bütün yaşam formlarında eşzamanlı olarak devam ettiği için, aynı dönemde diğer alt oymakta da önemli değişiklikler gerçekleşti: Alt oymak, bayağı şempanzelerin ataları ile bonoboların atalarını oluşturacak iki farklı infra oymağa ayrıldı.[34] Gövde büyüklüğü olarak modern insana çok yakın olmasına karşın beyninin büyüklüğü hâlâ modern insanlarınkinin yarısı kadar olan[30] H. erectus (Afrika varyantı H. ergaster olarak adlandırılır), 2 milyon yıl önce evrildi ve Afrika'dan ayrılıp Avrasya boyunca yayılan ilk arkaik sapiens türü oldu;[47][49] 1.8 milyon yıl önce Gürcistan'a,[50] 1.63 milyon yıl önce kuzey Çin'deki Lantian'a[51] ve 1.5 milyon yıl önce Cava'ya[52] ulaştı. Bu süreç sırasında Afrika'da H. habilis'lerin yerini de aldı.[47] H. erectus ayrıca tipik bir insan vücut planı geliştiren ilk türdü. En son 110.000 yıl önce Cava'daki Ngandong'da görülen H. erectus, 1.89 milyon yıl boyunca varlığını sürdürerek en uzun süre hayatta kalan Homo türüydü.[52] Ateşi kontrol etmeye ve kullanmaya büyük ihtimalle ilk kez H. erectus,[53][54] muhtemelen 790.000 yıl önce[55] ve belki de 1.5 milyon yıl önce kadar erken bir tarihte[34] başladı. Bunun yanında, ateşin keşfi ve kontrolü H. erectus'tan önce bile gelmiş olabilir; bazı araştırmacılar, H. habilis'in veya Paranthropus gibi diğer güçlü homininaların ateşi kullanmış olabileceğini belirtmiştir.[56] Hangi tarihte başlamış olursa olsun, ateşin kontrolüyle beraber, diğer canlılardan farklı olarak insanlar, ateşin ışığını kullanarak günü uzatma[57] ve pişirme yoluyla yemeklerin besleyici değerlerini arttırma yeteneklerine sahip oldular.[58]
Hominoidea (hominoidler, insansılar) |
| ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
900.000 yıl önce; Neandertaller, Denisovalar ve modern insanların son ortak atasıyla yakından akraba olan Homo antecessor, İspanya'daki Atapuerca Dağları'nda ortaya çıktı.[60][61] Aynı bölgede hayvanların derisini yüzmeye hazır bir şekilde bulunmuş ve 900.000 yıl öncesine tarihlendirilmiş kazıyıcıların gösterdiğine göre, H. antecessor, insanlar arasında giyinen ilk tür olabilirdi ve ayrıca yamyamlığı uygulayan ilk türdü.[62][63][64] 700.000 yıl önce, Endonezya'daki Flores adasında Homo floresiensis, H. erectus'tan evrildi.[65] 600.000 yıl önce; Neandertallerin ve modern insanın potansiyel bir ortak atası olan Homo heidelbergensis, Afrika'da ortaya çıktı ve kısa süre içerisinde Avrupa'ya da göç etti.[66] Etin yanı sıra nişasta içeren bitkileri de pişirerek tüketen ve böylece beyin büyümesine katkıda bulunan[67] H. heidelbergensis, avcılıkla yakından ilgiliydi ve bu yüzden bu alandaki bazı gelişmeler için başrol oynadı: Taş uçlu mızrakların kullanımı ilk defa 500.000 yıl önce Güney Afrika'da H. heidelbergensis tarafından görüldü[68] ve 300.000 yıl önce, tahta mızraklar ve zıpkınları kullanarak vahşi büyük memelileri avlayabilecek kadar ilerlemişti.[69] 500.000 yıl öncesinden itibaren, iskelet ayrıntıları bakımından Afrika ve batı Avrasya'daki insan toplulukları birbirlerinden ve Doğu Asya'da yaşayanlardan farklılaşmaya başladılar.[30] 40.000 yıl önce nesli tükenmiş olan Neandertaller, bir süre öncesine kadar "Homo sapiens neanderthalensis" adı ile H. sapiens'in bir alt türü olarak sınıflandırılıyordu, ancak genetik çalışmaların gösterdiği üzere bu iki tür yaklaşık 450.000 ila 500.000 yıl önce birbirinden ayrıldı.[70][71] Neandertaller, modern insanınkinden biraz daha büyük beyinlere sahiplerdi.[30] Genellikle yanında yiyecek veya alet olmadan, yani adak adamadan ölülerini gömerek ruhaniliğin ilk izlerini gösteren Neandertaller,[72][73] onları geride bırakmak yerine iyileşmelerine veya ölümlerine kadar hastalarına bakan ilk insanlardı.[30] 430.000 yıl önce de, Denisovalar, güney Sibirya'da Neandertaller'den ayrıldı;[74] ardından bölge içerisinde yayılmaya[75] ve diğer türlerle, özellikle de H. erectus ile[76] melezleşmeye başladı.[77] Beynin boyutu büyüdükçe, başları pelvisten geçemeyecek hâle gelmeden doğumun gerçekleştirilmesi için bebekler daha erken doğmaya başladı. Sonuç olarak insanlar daha üstün bir nöral plastisite sergileyip daha yüksek bir öğrenme kapasitesine sahip oldu, aynı zamanda da daha erken gerçekleşen doğumlar, çocukların doğumdan sonra aciz oldukları dönemin uzamasına neden oldu. Tüm bunlar sosyal becerilerin ve dilin daha karmaşık, aletlerin ise daha ayrıntılı ve kullanışlı hâle gelmesini sağladı. Böylece zihinsel gelişim ve bireyler arasındaki ortak çalışma önemli derecede ilerledi.[78] Gıdaların daha sonra tüketilmek üzere saklanmasının ilk örneği, yaklaşık 400.000 yıl önce, İsrail'deki Qesem Mağarası'nda görüldü.[79]
Modern insanlar, yani Homo sapiens, Afrika'da kalan H. erectus'ların torunları olan H. heidelbergensis veya H. rhodesiensis'ten, yaklaşık 300.000 yıl önce evrildi.[80][81][82][83][84][85] 176.000 yıl önce Neandertaller tarafından kırık dikitler kullanılarak yapılmış bir dizi yeraltı odası ve yapısı, inşa edilmiş en eski yapılardı.[86][87] Aynı tarihte Pediculus humanus'un saç ve vücut biti olarak ikiye ayrılmasının gösterdiği üzere, 170.000 yıl önce kıyafetler tüm büyük insan popülasyonlarında önemli derecede yayıldı ve insanları diğer hayvanlardan ayıran belirleyici bir özellik hâline geldi.[88] Afrika'da H. heidelbergensis popülasyonlarının yerini aldıktan sonra,[89] H. sapiens zamanla kıtanın dışına göç etti ve yerleştiği yerlerdeki arkaik sapiens popülasyonlarının yerini aldı.[90][91][92][93] Afrika'nın dışına göç, ilki 130.000 ila 100.000, ikincisi ise 70.000 ila 50.000 yıl önce olmak üzere iki farklı dalga hâlinde gerçekleşti.[94][95][96][97][98][99][100][99][101][102] H. sapiens diğer kıtalara yerleşmeye başladı: Avrasya'ya 210.000 yıl önce,[71][100][103][104][105][106][107][108][109] Avustralya'ya 65.000 yıl önce ve[110][111][112][113] Amerika'ya bir ihtimal 32.000 yıl,[114] ancak kesinlikle en az 22.000 ila 15.000 yıl önce[115][116][117][118] yerleşti ve daha sonraki yıllara kadar keşfedilmeyecek (Antarktika'nın keşfi için doğrulanmış en erken yıl 1820'dir, ancak bazı araştırmacılar yerli Maorilerin kıtayı 7. yüzyılda keşfetmiş olabileceğini söylemektedir[119][120]) Antarktika dışındaki tüm kıtalara ulaştı.[121] İnsanların Avustralya'ya yerleşmesi, teknelerin ilk kullanımının yanı sıra büyük hayvan türlerinin H. sapiens tarafından ilk kez toplu bir şekilde yok edilmesini de gördü. Bu toplu imhanın sebebi; kıtanın büyük hayvanlarının milyonlarca yıl boyunca kendilerini avlayacak insanlar olmadan evrimleşmesi ve böylece avcılık yetenekleri ileri derecede gelişmiş olan insanlarla evrimsel bir hazırlıkları olmadan karşı karşıya gelmesiydi. Amerika, Yeni Zelanda ve Vrangel Adası'nın faunaları da insan yerleşimlerinin ardından aynı kaderi paylaştı.[30][122] Dünyanın geri kalan yerlerine göçler modern zamanlara kadar tamamlanamadı: Girit, Kıbrıs ve Korsika gibi Akdeniz adalarına 10.000 ila 6.000 yıl önce, Karayipler'e 6.000 yıl önce, Kuzey Kutup Bölgesi'ne 4.000 yıl önce, Mikronezya ve Polinezya adalarına 3.000 yıl önce, Paskalya Adası'na M.S 300 ila 800'de, Madagaskar'a M.S 4. yüzyılda, İzlanda'ya M.S 9. yüzyılda, Hawaii'ye M.S 10. yüzyılda, Yeni Zelanda'ya 14. yüzyılda, Atlas ve Hint okyanuslarının Azor ve Seyşeller gibi geriye son kalan izole adalarına ise çoğunlukla 15. ve 16. yüzyıllarda, Coğrafi keşifler sırasında yerleşildi.[30][123][124][125][126] 50.000 yıl öncesine kadar, H. sapiens Avrasya'da kısa süre sonra nesli tükenecek olan H. floresiensis[127] ve Homo luzonensis[128] ile birlikte yaşıyor ve Neandertaller ve Denisovalar ile melezleşiyordu.[129] Yaklaşık 100.000 ila 50.000 yıl önce, H. sapiens'lerin davranışsal moderniteye ulaşmasıyla sonuçlanacak olan bir "Büyük Sıçrama" gerçekleşti.[130][131] Bu Büyük Sıçrama hakkındaki birçok şey günümüzde bir tartışma konusudur; bu tartışmaların en dikkate değeri ise, sıçramayı tetikleyen nedenin ne olduğu hakkındadır. Genel olarak kabul edilen görüş, insanın beyin büyüklüğü değişmeden beyninin örgütlenişinde meydana gelen bir değişiklik ve fosillerde görülemeyen diğer nörolojik değişikliklerin buna sebep olduğudur.[132] Jared Diamond gibi bazı diğer araştırmacılar ise gırtlağın bu dönemde geliştiğini, bunun sonucunda da insanın yaratıcılığının etkinleşmesinde büyük rol oynayan dilin anatomik temelinin oluşmasını gösterir.[30][133] Büyük Sıçrama'nın sonucunda; zamanla giderek artan kültürel adaptasyon, sosyal normlar, dil (Dilin kökenini ve ne zaman ortaya çıktığını belirlemek zordur; ilk olarak H. erectus'un tartışmalı şekilde "dil" olarak sınıflandırılabilecek basit düzenleri ve sembolik iletişimi kurduğu önerilse de, çoğunlukla, kapsamlı dillerin H. sapiens'e ve sıçramaya kadar doğmadığı kabul edilir.[34]) ve yakın akrabaların da ötesine geçen kapsamlı yardımlaşma ve ortak çalışma gibi birçok evrensel insan davranışı ortaya çıktı.[134] Ruhaniliğin izlerine ilk olarak Neandertallerde rastlanmasına rağmen; Cro-Magnonlar tarafından oluşturulmuş, muhtemelen büyüye yönelik inançlarla veya dinle alakalı olan mağara resimleri gibi,[72] karmaşık, ayrıntılı ve tanrıyı içeren inançların kanıtları ilk kez 32.000 yıl önce ortaya çıktı.[135] Bu dönemde yaşayan Cro-Magnonlar ayrıca Willendorf Venüsü gibi dini inançları simgeleyen taş figürinleri ve Sungir çocukları gibi büyük ihtimalle ruhani sebepler ile öldürülmüş bireylerin mezarlarını da geride bıraktı.[72][136] Yalnızca 15.000 yıl öncesine kadar, insanlar Denisovalar ile aynı mağaralarda beraber yaşıyorlardı.[137]
İnsan evrimi, basit bir doğrusal veya bölümlere ayrılarak ilerleyen bir süreç değildi ve akraba türler arasındaki melezleşme ile birlikte ilerledi.[138][139][140] Genomik araştırmalar, önemli derecede farklı soyların arasında gerçekleşen melezleşmenin, insanın evrilme sürecinde oldukça yaygın olduğunu öne sürmüştür.[141] DNA kanıtları; Afrika dışındaki tüm popülasyonlarda Neandertal kökenli birkaç genin günümüzde hâlâ mevcut olduğunu ve Neandertallerin yanı sıra Denisovalar gibi diğer homininlerin genomlarının %6 kadarının günümüz insanlarına ulaşmış olabileceğini göstermiştir.[27][142][143]
Richard Dawkins tarafından ortaya atılan bir teoriye göre; dil daha karmaşık hâle geldikçe, elde edilen bilgileri hatırlama ve iletme yeteneği yeni bir kültürel iletim birimi ile sonuçlandı: Mem.[144] Böylece fikirler hızlı bir şekilde ve nesiller boyunca aktarıldı. Kültürel evrim, hızlıca biyolojik evrimden daha büyük bir faktör hâline geldi ve tarih gerçek anlamda başladı.[132][145] Yaklaşık 12.000 yıl öncesine dek, yani tarihinin %90'ından fazlası boyunca, insanlar avcı-toplayıcı göçebeler olarak küçük gruplar hâlinde yaşıyordu.[146] Neolitik Devrim (insan topluluklarının ilk kez tarım yapması) ilk olarak Güneybatı Asya'daki Bereketli Hilal'de başladı ve sonraki milenyum boyunca Eski Dünya'nın geniş bölgelerine yayıldı.[147] Devrim ayrıca Mezoamerika'da (6.000 yıl önce),[148] Çin'de,[149][150] Papua Yeni Gine'de,[151] Sahel'de ve Batı Afrika'nın savana bölgelerinde de bağımsız olarak gerçekleşti.[152][153][154] Buğday ve keçiler yaklaşık M.Ö 9.000'de, bezelye ve mercimek M.Ö 8.000'de, zeytin ağaçları M.Ö 5.000'de, atlar M.Ö 4.000'de ve üzüm M.Ö 3.500'de evcilleştirildi.[122] İndus Vadisi'nde M.Ö 6.000'lerde ekinler ekilmeye ve sığırlar evcilleştirilmeye başlandı, Çin'deki Sarı Irmak kıyılarında M.Ö 7.000 civarında darı ve diğer tahıl ürünleri yetiştiriliyordu, Yangtze'de ise pirinç daha da erken bir tarihte, M.Ö 8.000'de ekildi. Amerika'da M.Ö 4.000 civarlarında günebakan, Orta Amerika'da ise M.Ö 3.500'e gelindiğinde mısır ve fasulye ekimi yapılıyordu. Patates ilk olarak, lamaların da evcilleştirilmiş olduğu And Dağları'nda yetiştirildi.[31] Tarımın bir sonucu olarak insanların ilk kez gereksinim duyduklarından fazla gıdaya erişim sağlamaları, yerleşik insan yerleşimlerinin kurulmasını, hayvanların evcilleştirilmesini ve tarihte ilk kez metal aletlerin kullanılmaya başlanmasını sağladı.[155] Tarım ve yerleşik hayat; çok daha yoğun popülasyonların bir arada yaşamasına imkan vererek, daha sonra imalatın, ticaretin ve siyasi gücün merkezi hâline gelecek olan şehirlerin ortaya çıkmasına yol açtı.[156] İlk antik şehirler, M.Ö 6.000 civarlarında Eriha ve Çatalhöyük'te görüldü.[78] Şehirlerin gelişimiyle eş zamanlı olarak uygarlıklar da yükseldi; ilk olarak Sümerler ve daha sonra diğerleri ortaya çıktı.[157][158][159] Ancak dünya üzerindeki tüm toplumlar, özellikle de Avustralya gibi izole ve ekilebilir bitki türleri bakımından fakir bölgeler göçebe yaşam tarzını terk etmedi.[30] Avcı-toplayıcı döneminde hayatta kalmak, herkesin üstün zihinsel becerilere sahip olmasını gerektiriyordu. Yerleşik hayata geçilmesiyle bu gereklilik büyük oranda ortadan kalktı ve bunun bir sonucu olarak, avcı-toplayıcı döneminin son bulmasından beri insan beyni küçüldü.[160][161][162][163]
Şehir devletlerinin, özellikle de Mezopotamya'da yer alan Sümer şehirlerinin gelişmesiyle M.Ö 4. milenyumda bir şehir devrimi gerçekleşti.[164] Yazının en eski hâli olan çivi yazısı, bu şehirlerde, M.Ö 3.000 civarlarında ortaya çıktı.[165] Bu zamanlarda gelişecek olan diğer büyük uygarlıklar, İndus Vadisi Uygarlığı,[166][167] antik Çin,[168][169] İran[170] ve antik Mısır[171][172] idi. Zamanla birbirleriyle ticaret yapmaya başladılar ve tekerlek, saban ve yelken gibi teknolojiler geliştirdiler.[173][174][175][176] Astronomi ve matematik alanlarında da önemli gelişmeler katedildi ve Keops Piramidi inşa edildi.[177][178][179] M.Ö 2.250'de Büyük Sargon, ilk büyük imparatorluk olan Akad İmparatorluğu'nu kurdu.[122] Günümüzde mevcut olan kanıtların gösterdiği üzere, bu uygarlıkların gerilemesine sebep olmuş olabilecek yaklaşık yüz yıl süren şiddetli bir kuraklık gerçekleşti,[180] ve bunun sonrasında yeni uygarlıklar ortaya çıktı. Babiller Mezopotamya üzerinde hüküm sürdü,[181] Ortadoğu'da Yeni Asur ve Pers imparatorlukları kuruldu;[122] Poverty Point kültürleri, Minoslar ve Shang Hanedanı gibi diğerleri ise kendi bölgelerinde öne çıktı.[182][183][184] İndus Vadisi Uygarlığı'nda ise Vedalar olarak bilinen ve Hindu inanışının temelini oluşturan metinler ilk kez ortaya çıktı.[185] M.Ö 1.200 civarında Bronz Çağı aniden çöktü, bu, bir dizi uygarlığın varlığının sonlanmasına ve Yunan Karanlık Çağı'nın başlamasına sebep oldu.[186][187] Bu dönemde, demir tuncun yerini almaya başladı ve bu Demir Çağı'nın başlamasına yol açtı.[188]
M.Ö 5. yüzyılda, tarihi kaydetmek bir disiplin hâline geldi ve bu o zamanlarda hayatın nasıl olduğuna dair çok daha net verilerin var olmasını sağladı.[189] M.Ö 8. ve 6. yüzyıllar arasında Avrupa Klasik Antik Çağ'a girdi; tarihin ilk demokratik hükûmetini kuran ve felsefe ve bilim alanında önemli gelişmeler kateden antik Yunanistan ile hukuk, hükûmet ve mühendislik alanlarında gelişmeler gerçekleştiren antik Roma da bu dönem içerisinde gelişti.[190][191] Bu uygarlıklar, Batı kültürünün temellerini büyük oranda şekillendirdi.[192] Bu zaman zarfında dünyanın başka bölgelerinde farklı uygarlıklar da yükseldi. Maya uygarlığı şehirler inşa etmeye başladı ve karmaşık takvimler oluşturdu.[193][194] Afrika'da Aksum Krallığı, düşüş döneminde olan Kuş Krallığı'nın yerini aldı ve Hindistan ile Akdeniz arasındaki ticareti kolaylaştırarak sıklaştırdı.[195] Batı Asya'da, Ahameniş İmparatorluğu'nun merkezi yönetim sistemi, kendisinden sonra gelen birçok imparatorluğa örnek oldu,[196] Hindistan'daki Gupta İmparatorluğu ve Çin'deki Han Hanedanı ise kendi hükmettikleri bölgelerin altın çağlarını yaşamasını sağladı.[197][198]
Roma İmparatorluğu 4. yüzyılın başlarında I. Konstantin tarafından Hristiyanlaştırıldı ve imparatorluğun Batı tarafının 476'daki çöküşünün ardından Avrupa Orta Çağ'a girdi.[199] 7. yüzyılda Avrupa'nın Hristiyanlaştırılmasının başlaması ile, Hristiyanlık ve Kilise, merkezi otorite ve eğitimin ana kaynağı oldu.[200] Orta Doğu'da, Muhammed önderliğinde İslam bölgenin ana dini hâline geldi ve Kuzey Afrika'ya doğru yayıldı. Bu; mimaride sonraki nesillere ilham veren başarıların gerçekleştirildiği, bilim ve teknolojideki eski ilerlemelerin yeniden meydana getirildiği ve o bölgenin insanları için yeni bir yaşam şeklinin oluştuğu, İslam'ın Altın Çağı olarak bilinen dönemin başlamasını sağladı.[201][202] Bu dönemin merkezi, Abbâsî kontrolü altındaki Bağdat'ta kurulan Beyt'ül Hikmet idi.[203] Hristiyan ve İslam dünyaları nihayetinde çatıştı; İngiltere Krallığı, Fransa Krallığı ve Kutsal Roma İmparatorluğu, Kutsal Topraklar'ın kontrolünü Müslümanlardan geri almak için bir dizi kutsal savaş başlattılar.[204][205] Amerika'da, M.S 800 civarından itibaren Mississippi Nehri çevresinde karmaşık kültürler ortaya çıkmaya başladı,[206] daha güneyde ise Aztekler ve İnkalar baskın medeniyetler hâline geldi.[207] 1054'te Roma Katolik Kilisesi ve Doğu Ortodoks Kilisesi arasında gerçekleşen ayrılık, Batı ve Doğu Avrupa arasında günümüze kadar devam edecek olan önemli kültürel ayrılıklara yol açtı.[208] Moğol İmparatorluğu 13. ve 14. yüzyıllarda Avrasya'nın çoğunu fethetti,[209] ve bu sırada Bağdat'ı da yağmalayarak İslam'ın Altın Çağı'nın son bulmasına neden oldu.[210] Aynı zaman diliminde, Afrika'da yer alan Mali İmparatorluğu, Senegambiya'dan Fildişi Sahili'ne kadar uzanarak kıtadaki en büyük imparatorluk oldu.[211] Okyanusya'da, Pasifik üzerindeki birçok adaya yayılan Tuʻi Tonga İmparatorluğu'nun yükselişi gerçekleşti.[212]
Yeni Çağ boyunca; Osmanlı İmparatorluğu İstanbul'u fethedip Akdeniz Havzası çevresindeki toprakların çoğunu kontrolü altına aldı,[213] Japonya Edo dönemine girdi,[214] Çin'de Çing Hanedanı yükseldi[215] ve Babürlüler Hindistan'ın çoğuna hükmetti.[216] Avrupa, 15. yüzyıldan başlayarak Rönesans dönemine girdi. Bu dönem içerisinde, Kilise siyasi bir varlık olarak gücünü yitirdi.[217] 1492'de Kristof Kolomb'un Amerika'ya ulaşmasının ardından, yeni bölgelerin keşfedilip sömürgeleştirilmesiyle Keşifler Çağı başladı.[218] Avrupa kıtası, dünyadaki diğer insan toplulukları üzerinde siyasi ve kültürel bir hakimiyet kurmaya başladı; Britanya İmparatorluğu, dünyanın en büyük imparatorluğu olmak üzere genişledi[219] ve Amerika Avrupalılar tarafından sömürgeleştirildi.[220] Diğer tarafta ise, bu gelişmeler Trans-Atlantik köle ticareti[221] ve Amerikan yerlilerinin soykırımına[222] sebep oldu. Bu zaman zarfı aynı zamanda matematik, mekanik, astronomi ve fizyolojide gerçekleşen büyük ilerlemeler ile Bilimsel Devrim'e de damgasını vurdu.[223]
Yakın Çağ sırasında gerçekleşen Sanayi Devrimi ve Teknolojik Devrim; görüntü teknolojisi, ulaşım alanındaki önemli yenilikler ve enerji gelişimi gibi yeni keşifleri ve ilerlemeleri sağladı.[224] 18. yüzyılda ortaya çıkan ve Aydınlanma Çağı olarak bilinen kültürel hareket, genel olarak Avrupa'nın zihniyetini önemli derecede şekillendirdi ve kıtanın sekülerizasyonuna katkıda bulundu.[225] Amerika Birleşik Devletleri (ABD), bir grup küçük sömürgeden zamanla küresel süper güçlerden biri hâline gelerek büyük bir değişim geçirdi.[226] Napolyon Savaşları 1800'lerin başlarında Avrupa'yı kasıp kavurdu,[227] İspanya Yeni Dünya sömürgelerinin çoğunu kaybetti[228] ve Avrupalıların genişlemesi Okyanusya[229] ile Afrika'ya doğru devam etti; öyle ki, Avrupalıların kontrol ettiği toprakların toplam topraklara oranı, Afrika'da 50 yıldan daha kısa bir sürede %10'dan neredeyse %90'a çıktı.[230] Avrupa milletleri arasında kurulmuş olan zayıf güç dengesi, insanlık tarihindeki en ölümcül çatışmalardan biri olan I. Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle 1914'te çöktü.[231] 1918'de savaşın bitmesinden sonra kurulan Milletler Cemiyeti, anlaşmazlıkları barışçıl bir şekilde çözmek için kurulan ilk büyük uluslararası kuruluş oldu.[232]
1930'larda dünya çapında gerçekleşen bir ekonomik kriz; otoriteryen rejimlerin yükselişine ve dolayısıyla, dünya üzerindeki neredeyse tüm ülkelerin dahil olduğu, insanlık tarihinin en ölümcül çatışması II. Dünya Savaşı'na yol açtı.[233] 1945'te sonlanmasından sonra, Milletler Cemiyeti savaşın başlamasını engelleyemediği için dağıtıldı ve yerine Birleşmiş Milletler oluşturuldu.[234] Savaş sırasında, Yuval Noah Harari'ye göre "geçtiğimiz beş yüz yılın en önemli olayı" da gerçekleşti: 16 Temmuz 1945'te Amerikan bilimcileri ilk atom bombasını Alamogordo'da patlattılar ve böylece Atom Çağı başladı.[122] Dekolonizasyon dönemi boyunca önceden sömürgeleştirilmiş olan birçok yeni devlet bağımsızlık ilan etti,[235][236] ancak bu yeni kurulan devletler çoğu zaman neokolonyalizm, sosyopolitik kargaşalar, yoksulluk, "cehâlet" ve endemik tropik hastalıklar nedeniyle zorluklarla karşı karşıya kaldılar.[237][238] 20. yüzyılın ikinci yarısında SSCB ve ABD arasında Soğuk Savaş olarak bilinen, iki ülkenin de dünya çapındaki nüfuzunu arttırmaya çalıştığı küresel bir mücadele görüldü; nükleer silahlanma yarışına[239] ek olarak bu mücadelenin bir parçası olarak gerçekleşen Uzay Yarışı ile 1957'de uzaya ilk yapay uydu gönderildi,[240][241] 1961'de Yuri Gagarin uzaya çıkan ilk insan oldu[242][243] ve 1969 ve 1972 arasında on iki insan Ay'a inip güvenli bir şekilde dünyaya geri döndü.[244] 1992'de Avrupa Birliği denilen ekonomik ve siyasi birlik kuruldu ve sonraki yıllarda Avrupa'da yer alan ülkelerin çoğunu içerecek üzere genişledi.[245] 20. yüzyılın sonlarına doğru, günümüzde devam eden Bilişim Çağı'nın gelişimiyle, modern insanlar giderek küreselleşen ve birbirine bağlanan bir dünyada yaşamaya başladı:[246] 2013'te; dünya nüfusunun %40'ı, yani 2.7 milyar insan internet ile (bu oran 2018'de %50'ye ulaştı[247]), dünya nüfusunun %96'sı ise cep telefonları ile birbirine bağlıydı, ancak nispeten daha az gelişmiş ülkelerde bu oran %89'a kadar düşüyordu.[248]
Erken insan yerleşimleri; su kaynaklarına ve avlanmak için avlaması mümkün hayvan popülasyonları ile mahsul yetiştirmek ve hayvan otlatabilmek için ekilebilir araziler gibi, yaşam tarzına bağlı olarak değişen, geçim için kullanılabilecek doğal kaynaklara yakınlığa bağlıydı.[249] Ancak modern insanlar teknoloji, sulama, kentsel planlama, inşaat, ormansızlaştırma ve çölleştirme gibi birçok yolla yaşam alanlarını kendi çıkarları için değiştirme ve manipüle etme konusunda büyük bir kapasiteye sahiptir.[250] İnsan yerleşimleri, özellikle de yüksek risk bölgelerine inşa edilmiş ve düşük inşaat kalitesine sahip olanlar, günümüzde hâlâ doğal afetlere karşı savunmasızdır.[251] Yaşam alanlarının kasıtlı olarak değiştirilmesi çoğunlukla koruma sağlamak, daha konforlu bir durum oluşturmak, maddi zenginlik elde etmek, mevcut olan gıda kaynaklarını artırmak, estetik koşullarını geliştirmek, bilgi elde etmek veya kaynak alışverişini geliştirmek gibi sebeplerle gerçekleştirilir.[252]
İnsanlar, dünyanın ekstrem ortamlarına karşı küçük bir toleransa ve dayanıklılığa sahip olmasına rağmen, dünyanın en adaptif türlerinden biridir. İcatlar ve keşifler ile, insanlar çok çeşitli sıcaklıklara, nemlere ve irtifalara dayanabilecek hâle geldi.[253] Bunun sonucu olarak insanlar, yalnızca birkaç coğrafi alana yayılabilmiş olan diğer çoğu türün aksine, tropikal yağmur ormanları, kurak çöller, soğuk arktik bölgeleri ve ileri derecede kirletilmiş şehirler gibi dünyanın hemen hemen tüm bölgelerinde bulunan kozmopolit bir tür oldu.[254] Bununla birlikte, nüfus yoğunluğunun bölgeden bölgeye farklılık göstermesi nedeniyle insan nüfusu dünya yüzeyinde eşit bir şekilde dağılmamıştır ve Antarktika ile okyanuslar üzerindeki geniş alanlar gibi, neredeyse tamamen ıssız büyük bölgeler mevcuttur.[253][255] İnsanların çoğu (%61) Asya'da; geri kalanı ise Amerika'da (14%), Afrika'da (14%), Avrupa'da (11%) ve Okyanusya'da (0.5%) yaşar.[256]
Geçen yüzyıl boyunca insanlar Antarktika, denizin derin bölgeleri ve uzay gibi ekstrem ortamları keşfedip genişlediler. Bu ortamlarda gerçekleştirilecek bir insan yerleşimi kısıtlayıcı ve pahalıdır, bu yüzden genellikle geçicidir ve bilimsel, askerî veya endüstriyel keşifler ile araştırmalar ile sınırlıdır.[257] İnsanlar kısa süreliğine Ay yüzeyinde bulunmuş ve insan yapımı robotik uzay araçları ile varlıklarını diğer gök cisimleri üzerinde de hissettirmişlerdir.[258][259][260] 2000'den bu yana, Uluslararası Uzay İstasyonu'nun personeli sayesinde uzayda sürekli bir insan varlığı olmuştur.[261]
Tarımın ortaya çıktığı M.Ö 10.000 civarlarındaki insan nüfusuna yönelik tahminler, 1 milyon ile 15 milyon arasında değişmektedir.[262][263] Tarım ile birlikte insan nüfusu hızlı bir şekilde büyümeye başladı.[264] Yaklaşık M.Ö 8.500'lerde dünyadaki en büyük yerleşimler Eriha gibi köylerdi ve sadece birkaç yüz kişiye ev sahipliği yapıyorlardı. M.Ö 7.000'de, o sıralar muhtemelen dünyadaki en büyük yerleşim olan Çatalhöyük'te 5.000 ila 10.000 insan yaşıyordu. M.Ö 5.000 ila 4.000 arasında, Bereketli Hilal bölgesinde 10.000 kişilik şehirler birer birer ortaya çıkmaya başladı. M.Ö 2.250'de Akad İmparatorluğu'nda yaklaşık 1 milyon kişi yaşıyordu.[122] M.Ö 2.800 civarlarında dünya nüfusu 50 milyona vardı.[265] M.Ö 2'de Han Hanedanlığı'nın nüfusu yaklaşık 57 milyondu;[266] Çin'in nüfusu daha sonra 1200'e gelindiğinde 123 milyon kadar büyüdü ve 1393'te kıtlık, hastalık ve Moğol istilalarının ortak bir sonucu olarak 65 milyona geriledi.[267][268] M.S 4. yüzyılda, sadece doğu ve batı Roma İmparatorluğu'nda toplam 50 ila 60 milyon insan yaşıyordu.[269] 13. yüzyılda Küçük Asya'nın nüfusu 6 milyon civarındaydı.[270] İlk olarak M.S 6. yüzyılda kaydedilen hıyarcıklı vebalar; ölümcüllüğünün zirvesine kemeler ve onların pireleri ile yayılan, 1347'de Himalayalar'da ortaya çıkmış ve sadece 6 yıl içerisinde Avrasya ve Kuzey Afrika'da 75 ila 200 milyon insanı öldürmüş olan Kara Ölüm ile ulaşarak, nüfusu yarı yarıya düşürdü.[271][272] 1315 ve 1317 arasındaki Büyük Kıtlık ve Kara Ölüm'den sonra - yaklaşık 55 milyonluk bir nüfusu olan Amerikan yerlilerinin 15. ve 16. yüzyıllarda kıtanın Avrupalılar tarafından sömürgeleştirilmesi nedeniyle %95'inin ölmesi gibi bölgesel istisnalara rağmen[273][274] - nüfusta sürekli bir artış görüldü, 1542'de 500 milyondu.[265] 1800 civarlarında insan nüfusu bir milyara ulaştı.[275] 1908'de, Almanya'da, Haber-Bosch işlemi kullanılarak amonyak ilk kez endüstriyel ölçekte azottan sentezlenmeye başlandı; bunun sonucu olarak inorganik kimyasal gübreler ortaya çıktı. Bir çalışmaya göre "dünya nüfusunun yarısının aç kalmasını engelleyen" bu gelişmenin de büyük katkısıyla dünya nüfusu katlanarak artmaya devam etti;[276] 1930'da iki, 1960'ta üç, 1975'te dört, 1987'de beş ve 1999'da altı milyarı gördü.[275] 1968, %2.07 ile insan nüfusunun büyüme oranının zirvesini gördüğü yıldı.[277] 2011'de yedi milyarı aştı ve Ağustos 2021 itibarıyla dünyada 7.8 milyar insan vardı.[278] 2018'de, dünyadaki tüm insanların toplam biyokütlesi 60 milyon ton, yani evcilleştirilmemiş diğer tüm memelilerin toplamınkinden yaklaşık on kat daha büyüktü.[279]
1950'de 751 milyon olan kentsel alanlarda yaşayan insan sayısı, ilk kez 2007'de nüfusun %50'sinden fazlasını oluşturacak hâle geldi ve 2018'de 4.2 milyara (%55) yükseldi. Günümüzde en çok kentleşmiş bölgeler, Kuzey Amerika (%82), Latin Amerika (%81), Avrupa (%74) ve Okyanusya'dır (%68); Afrika ve Asya ise dünyanın 3.4 milyar kişilik kırsal nüfusunun %90'ına sahiptir.[280] Şehirlerde yaşamak, özellikle şehir merkezlerinde ve gecekondu mahallelerinde, suç ve çeşitli biçimlerde kirlilik gibi problemleri beraberinde getirir; bunun yanında, okuryazarlığın artışı, insanlığın genel bilgisine daha kolay erişim ve daha düşük açlık riski gibi avantajları da bulunur. Hem genel nüfusun hem de kentsel nüfusun oranının gelecek on yıllarda önemli ölçüde artması beklenmektedir.[281][282]
Tarih boyunca, insanların çevre üzerinde büyük bir etkisi olmuştur.[283] İnsanlar süper avcılardır ve diğer türler tarafından nadiren avlanırlar.[284] Nüfus artışı, sanayileşme, arsa üretimi, aşırı tüketim ve fosil yakıtların yakılması, diğer canlıların devam eden kitlesel yok oluşunu önemli derecede hızlandıran çevresel bozulmaya ve çevre kirliliğine yol açmıştır.[285][286][287] Holosen yok oluşunu hızlandırabilecek olan[285][288] küresel iklim değişikliğine katkıda bulunan ana tür de insanlardır.[289]
İnsan fizyolojisinin çoğu özelliği, diğer hayvanların fizyolojisinin karşılık gelen yönleriyle homologdur. İnsan vücudu; bacaklar, gövde, kollar, boyun ve baştan oluşur. Yetişkin bir insanın vücudunda yaklaşık 100 trilyon (1014) hücre bulunur. İnsan vücudunda yer alan ve en yaygın olarak bu şekilde tanımlanan organ sistemleri, sinir, dolaşım, sindirim, endokrin, bağışıklık, örtü, lenfatik, kas-iskelet, üreme, solunum ve boşaltım sistemleridir.[292][293] İnsanların diş formülü 2.1.2.32.1.2.3'tür. İnsanlar, diğer primatlar ile karşılaştırıldığında oran olarak daha kısa damaklara ve çok daha küçük dişlere sahiptir. Kısa, ancak nispeten düz köpek dişlerine sahip olan tek primatlardır. Tipik olarak çapraşık dişlere sahiplerdir, kaybedilen dişlerden kaynaklanan boşluklar genç bireylerde genellikle hızlıca kapanır. İnsanlar yavaş yavaş üçüncü azı dişlerini kaybederler, bazı bireylerde ise doğuştan hiç olmaz.[294]
İnsanlar ve şempanzeler, ortak bir şekilde körelmiş bir kuyruğa, apandise, esnek omuz eklemlere ve karşıt başparmaklara sahiplerdir.[295] Galen, M.S 2. yüzyılda pek çok hayvanı incelemiş ve "iç organlar, kaslar, atardamarlar, toplardamarlar, sinirler ve kemikler bakımından insana en çok benzeyenin" şempanzeler olduğu sonucuna varmıştır.[296] İnsanların şempanzelerden farklı oldukları konulara, bipedalizm ve beyin büyüklüğü dışında, koku alma, işitme ve proteinleri sindirme örnek verilebilir.[297] İnsanların diğer insansılara yakın bir kıl folikülü yoğunluğuna sahip olmalarına rağmen, bunların çoğu dışarıdan görünemeyecek kadar kısa ve ince olan vellus tüyleridir.[298][299] Vücutlarının tamamına yayılmış 2 milyondan fazla ter bezine sahiptirler; bu sayı, çok fazla ter bezine sahip olmayan ve bu sahip oldukları bezler de avuç içlerinde ve ayak tabanlarında bulunan şempanzelerden çok daha fazladır.[300] Tipik olarak, insanlar boyut olarak kendilerine yakın olan primatlardan daha zayıf olmaya meyillidir.[301]
İnsanın cildinin ve saçının rengini, güneş ışığına karşı koruyucu etkisi de olan, melanin adı verilen pigmentler belirler. Von Luschan'ın skalasına göre, cilt rengi çok açık ve beyazdan çok koyu siyaha kadar değişkenlik gösterebilir. Saç rengi ise beyazdan kahverengiye, kırmızıya, sarıya ve en yaygın saç rengi olan siyaha kadar değişir.[302] Yaş ilerledikçe saçtaki melanin oranı da azalır ve renk yavaş yavaş griye doğru ilerler. Cilt renginin koyulaşması, güneşten gelen ultraviyole ışınlarının radyasyonuna karşı koruma sağlama amaçlı, evrimsel bir adaptasyondur; ancak bazı daha yeni araştırmalar bunun sebebinin, güneşten alınan D vitamini ve ultraviyole ışınlarının sebep olduğu bir folik asit dengesizliği olduğunu öne sürmüştür.[303] İnsan cildi ayrıca ultraviyole ışınlarına maruz kaldığında sonradan da kararabilir.[304]
Araştırmalar, yetişkin bir erkeğin ortalama boyunun 171 cm (5 ft 7+1⁄2 in), yetişkin bir dişinin ortalama boyunun ise 159 cm (5 ft 2+1⁄2 in) olduğunu göstermiştir.[305] Boyun küçülmesi bazı bireylerde orta yaşlarda başlayabilir, ancak çoğunlukla aşırı yaşlılarda gerçekleşme eğilimindedir.[306] Tarih boyunca, zaman ilerledikçe daha iyi beslenme, sağlık hizmetleri ve yaşam koşullarının bir sonucu olarak insan popülasyonları ortalama olarak daha uzun boylu hâle geldi.[307] Yetişkin bir insanın ortalama kütlesi erkeklerde 77 kilogram (170 lb), kadınlarda ise 59 kilogram (130 lb)'dır.[308][309] Diğer birçok özellik gibi, vücut kütlesi ve vücut tipi de genetik yatkınlıktan ve çevreden etkilenir ve bireyden bireye büyük farklılıklar gösterir.[310][311]
İnsanlar, diğer hayvanlardan çok daha hızlı ve isabetli atışlar gerçekleştirebilirler.[312] İnsanlar ayrıca hayvanlar âlemi içerisindeki en iyi uzun mesafe koşucuları arasındadır, ancak kısa mesafelerde daha yavaşlardır.[313] Nispeten ince vücut kılları ve daha verimli ter bezleri, uzun mesafeler boyunca koşarken sıcak çarpmasını engellemeye yardımcı olur.[314]
İnsanın genetik bilgilerinin çoğu hücre çekirdeğinin içinde yer alır. Çoğu hayvan gibi, insanlar da diploit ökaryotik bir türdür. Her somatik hücrede 23'er kromozomdan oluşan iki set bulunur ve bu setlerin her biri birer ebeveynden alınır; gametlerde ise iki ebeveynden alınanların bir karışımı olan tek bir kromozom seti bulunur. Bu 23 çift kromozom arasında, 22 çift otozom ve bir çift cinsiyet kromozomu vardır. Tıpkı diğer memelilerde olduğu gibi, insanlar bir XY biyolojik cinsiyet belirleme sistemine sahiptir, böylece dişiler XX, erkekler ise XY cinsiyet kromozomlarına sahip olur.[315] Genler ve çevre; fiziksel özellikler, fizyoloji, hastalıklara yakalanmaya yatkınlık ve zihinsel yetenekler konularında insanın biyolojik çeşitliliğini sağlar. Genlerin ve çevrenin insanın hangi özelliklerini ne kadar etkilediği, günümüzde hâlâ tam olarak anlaşılamamıştır.[316][317]
Dünya üzerinde, monozigotik ikizler dahil,[318] genetik olarak aynı olan iki farklı insan bulunmamaktadır, ancak iki birey ortalama olarak %99,5 ila %99,9 genetik benzerliğe sahiptir.[319][320] Bu insanları şempanzeler dahil diğer büyük insansı maymunlardan daha homojen yapar.[321][322] İnsanların DNA'larındaki bu düşük çeşitlilik, 100.000 yıl önce Pleistosen Çağ'ın sonlarına doğru gerçekleşen bir nüfus darboğazının varlığına işaret etmektedir.[323][324] Doğal seçilim, son 15.000 yılda genomun belirli bölgelerinde yönlendirilmiş seçilim görüldüğüne dair kanıtlar ile, insan popülasyonları üzerinde etkisini sürdürmeye devam etti.[325]
İnsan genomu ilk kez 2001'de dizilendi[326] ve 2020'ye gelindiğinde yüz binlerce genom dizilenmişti.[327] 2012'de Uluslararası HapMap Projesi, 11 farklı popülasyondaki 1.184 farklı bireyden alınmış genomları inceledi ve 1.6 milyon tek nükleotid polimorfizmini tanımladı.[328] Afrikalı popülasyonlar, en fazla sayıda özel veya dünyanın başka yerlerinde bulunmayan genetik varyantları barındırmaktadır. Modern Batı Afrika popülasyonunun DNA'sının %2 ila 19'u; insanların 50.000 yıl önce çiftleştiği, modern insanlar ile Neandertaller ve Denisovalardan dahi daha uzaktan akraba olan "gizemli" bir arkaik insan türünden gelir.[329] Diğer popülasyonlarda bulunan yaygın varyantların çoğunun Afrikalılarda da bulunmasına rağmen, diğer bölgelere, özellikle de Okyanusya ve Amerika'ya özel çok sayıda özel varyant da bulunmaktadır.[330] 2010'da yapılmış tahminlere göre, insanlarda yaklaşık 22.000 gen bulunur.[331] Genetikçiler, yalnızca anneden aktarılan Mitokondriyal DNA'yı karşılaştırıp inceleyerek, genetik izleri tüm modern insanlarda bulunan, "Mitokondriyal Havva" olarak adlandırılmış son dişi ortak atanın 90.000 ila 200.000 yıl önce yaşamış olduğunu buldular.[332][333][334]
Modern insanın soyu tükenmemiş en yakın akrabaları sıradan şempanzeler ve bonobolardır. Bu iki şempanze türü ve H. sapiens milyonlarca yıldır farklı bir evrim çizgisi izlemelerine rağmen tamamlanmış gen haritalarına göre aralarındaki yakınlık fare ile sıçan arasındaki yakınlıktan on kat daha fazla, akraba olmayan iki insan birey arasındaki yakınlıktan ise on kat daha azdır. Bu iki şempanze türü ve insanın DNA'sının yapısının %98.4'ü tamamen aynıdır.[335][336][337]
İnsan üremesinin çoğu cinsel ilişki aracılığıyla iç döllenme ile gerçekleşir, ancak yardımcı üreme teknolojisi yoluyla da meydana gelebilir.[338] İki eşey hücresinin oluşması sonucu zigot oluşur ve zamanla embriyo hâline gelir. Ortalama gebelik süresi 38 haftadır, ancak normal bir hamilelikte bu süre 37 gün kadar değişebilir.[339] Embriyonun gelişmesi, insanın gelişiminin ilk sekiz haftasını kapsar; dokuzuncu haftanın başından sonra embriyo artık bir fetüs olur.[340] Eğer çocuğun tıbbi nedenlerle daha erken doğması gerekiyorsa doğum indüksiyonu veya sezaryen gerçekleştirilebilir.[341]
İnsanlarda doğum, komplikasyonların ve ölüm riskinin çok daha yüksek olması nedeniyle, diğer türler ile karşılaştırıldığında tehlikelidir.[342] Fetüsün başının boyutu ile pelvisin çapı arasındaki fark, diğer primatlara göre daha azdır.[343] Bunun sebebi günümüzde tam olarak anlaşılamamıştır (eskiden bu durum bipedalizm ve obstetrik ikilem ile ilgili evrimsel baskıların birbiriyle çelişmesinin bir sonucu olarak açıklansa da yakın tarihteki araştırmalar bundan daha karmaşık olabileceğini göstermektedir[343][344]), ancak 24 saat veya daha fazla sürebilen ağrılı bir doğuma sebep olur.[345] Doğumların başarılı bir şekilde gerçekleşme şansı, 20. yüzyılda yeni tıbbi teknolojilerin geliştirilmesiyle nispeten daha zengin ve gelişmiş olan ülkelerde önemli ölçüde arttı. Buna karşılık, hamilelik ve doğum, gelişmiş ülkelere oranla yaklaşık 100 kat daha fazla olan anne ölümü oranları ile dünyanın gelişmekte olan bölgelerinde tehlikeli olmaya günümüzde hâlâ devam etmektedir.[346]
Gelişmiş ülkelerde bebekler ortalama olarak doğumda 3-4 kilogram (6,6-8,8 lb) ağırlığında ve 47-53 santimetre (19-21 in) boyunda olurlar.[347][348] Bunun yanında, düşük doğum ağırlığı gelişmekte olan ülkelerde yaygındır ve bu bölgelerdeki yüksek bebek ölüm oranlarının sebeplerinden biridir.[349] Tarih ilerledikçe çocuk ölümleri büyük oranda gerilemiştir. 20. yüzyıla kadar tarım toplumlarında çocukların ortalama üçte biri yetişkinliğe asla ulaşamaz ve çocukluk hastalıkları nedeniyle ölüyordu: 17 yüzyılda İngiltere'de her bin yeni doğandan 150'si ömrünün ilk yılları içerisinde, çocukların üçte biri de on beş yaşına gelmeden ölüyordu; günümüzde ise bin İngiliz bebeğinden ilk yılda 5'i, 15 yaşından önce de 7'si ölmektedir.[350] Çocuklara çoğunlukla annenin baktığı diğer primatların aksine, insanlarda hem anne hem de baba çocuklarına bakım sağlar.[351] Doğumdan sonra aciz olan insanlar, yıllarca büyümeye devam eder ve 15 ila 17 yaşlarında cinsel olgunluğa ulaşırlar.[352][353][354]
İnsan ömrü, tanımlamalara göre değişmek üzere üç ile on iki farklı evreye ayrılmıştır. Yaygın olarak bahsedilen evreler; bebeklik, çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık olarak sayılabilir.[355] Bu evrelerin uzunlukları, kültürler ve tarihi dönemler arasında farklılık gösterebilir. Ergenlik dönemi tipik olarak alışılmadık derecede hızlı gerçekleşen bir büyümeyle karakterize edilir, bu dönemde vücut boyutu genel olarak %25 artar. Şempanzeler için ise aynı oran sadece %14'tür.[356] İnsanlar menopozun gerçekleştiği az sayıda canlıdan biridir. Dişiler 50 yaş civarında menopoza girer ve kısırlaşırlar.[357] Menopozun aslında, bireyin yaşlılığa kadar çocuk doğurmaya devam etmek yerine mevcut çocuklarına daha fazla zaman ve kaynak ayırmasını sağlayarak üreme başarısını arttırdığı çeşitli kitleler tarafından öne sürülmüştür.[358][359]
Bir bireyin yaşam süresi iki ana faktöre, genetiğe ve yaşam tarzına bağlıdır.[360] Biyolojik ve genetik nedenler gibi çeşitli faktörler nedeniyle, kadınlar erkeklerden ortalama dört yıl daha uzun yaşar.[361] 2018 itibarıyla, ortalama bir kız çocuğunun beklenen yaşam süresi 74.9 yıl iken,[362] bir erkek çocuğu için aynı sayı 70.4 yıldır.[363] Beklenen yaşam süresi, coğrafyadan coğrafyaya çoğunlukla ekonomik koşullar ile ilgili olan önemli değişiklikler gösterir; örneğin, Hong Kong'da doğumda beklenen yaşam süresi kızlar için 87.6 ve erkekler için 81.8 yıl iken Orta Afrika Cumhuriyeti'nde kızlar için 55.0 ve erkekler için 50.6 yıldır.[364] HIV/AIDS nedeniyle Esvatini'de doğumda beklenen yaşam süresi 2010'da 40 yıla kadar düşmüş,[365] ancak son yıllarda yeniden 50'lere yükselmiştir.[364] Avcı-toplayıcı döneminde ortalama yaşam süresi 30 ila 40 yıldı, ancak bu sayı yüksek çocuk ölümleriyle alakalıydı. Ölüm oranının yüksek olduğu ilk yılları sağ bir şekilde geçiren çocukların, yaklaşık 60 yıl yaşama şansı yüksekti ve bazıları 80'li yaşlarına kadar yaşayabiliyordu.[366] Yaklaşık iki yüz yıl öncesine kadar ise, ortalama yaşam süresi tüm dünyada 25 ila 40 arasında değişmekteydi.[350][367] Gelişmiş ülkelerin nüfusları genel olarak yaşlanmaktadır ve bu ülkelerde ortanca yaş 40 civarındadır. Gelişmekte olan dünyada ise ortanca yaş 15 ila 20 yıldır. Her beş Avrupalıdan biri 60 yaş veya üzerindeyken, aynı oran Afrikalılar için her yirmi bireyden biridir.[368] Birleşmiş Milletler'in 2002'de yaptığı tahminlere göre, dünyada 100 veya üzeri bir yaşta olan insanların sayısı 210.000'dir.[369] Bugüne kadar yaşamış en yaşlı insan, 4 Ağustos 1997'de öldüğünde 122 yıl 164 gün yaşında olan Jeanne Calment idir; daha uzun süre yaşadığı iddia edilen insanlar da olmuştur, ancak bu iddiaların hiçbiri yasal temellere dayandırılamamıştır.[370]
Yüzbinlerce yıl boyunca, insanlar avcı-toplayıcılık yaparak yiyecek buldu ve meyveler, tahıllar, yumrular, mantarlar, böceklerin larvaları ve sularda yaşayan yumuşakçalar gibi, yakınlarında bulunan kaynakların verdiklerini birleştirip kullanarak veya av hayvanlarını avlayıp öldürerek geçimlerini sağladı.[371] Ateş, yemek hazırlamak ve pişirmek için H. erectus'tan,[53] bazı araştırmacılara göre ise H. habilis kadar erken bir dönemden beri[56] kullanılmıştır.[371] Yaklaşık 10.000 yıl önce insanlar tarım yapmaya başladı[372][373][374] ve bu beslenme düzenlerini önemli derecede değiştirdi. Beslenme düzenindeki bu değişiklik insan biyolojisini de etkiledi: Süt hayvancılığının yayılması, yeni ve zengin bir besin kaynağı ortaya çıkararak bazı yetişkinlerin laktozu sindirebilecek şekilde evrilmesini sağladı.[375][376] Tüketilen gıdalar, bu gıdaların hazırlanma şekli ve nasıl tüketildikleri zaman ilerledikçe değişti ve günümüzde farklı yerlerin farklı kültürlerinde de değişiklik göstermektedir.[377][378]
İnsanlar, hem bitkisel hem de hayvansal besinlerle beslenen hepçillerdir.[379][380] Farklı bölgelerde bulunan farklı besin kaynakları ile farklı kültürel ve dini normlar ile, insan grupları, vejetaryen ve veganlardan çoğunlukla etçil beslenenlere kadar değişen farklı farklı beslenme düzenleri benimsemişlerdir. Bazı durumlarda, insanların beslenme düzenlerine yönelik kısıtlamalar hastalıklara varabilecek bozukluklara yol açabilir; ancak bununla birlikte, insan grupları, dengeli bir şekilde beslenebilmek amacıyla farkı gıda kaynaklarını kullanmak için hem genetik özelleşme hem de kültürel temaslar yoluyla birçok beslenme düzenine uyum sağlamıştır.[381] Beslenme düzenleri, farklı kültürlerin önemli bir kısmını kapsar ve gıda biliminin gelişmesini sağlamıştır.[382]
Genellikle, vücutta saklanan yağ oranına da bağlı olarak, insanlar beslenmeden ve gıda almadan 8 hafta kadar hayatta kalabilirler.[383] Sıvı almadan ise çoğunlukla üç veya dört, en fazla ise bir hafta hayatta kalınabilir.[384] 2020'de yapılmış tahminlere göre, her yıl 9 milyon insan direkt veya dolaylı olarak açlıkla bağlantılı olan sebeplerden ölmektedir.[385][386] Çocuklarda yetersiz beslenme de yaygındır ve küresel hastalık yükünün artmasını sağlayan önemli faktörlerden biridir.[387]
Bununla birlikte, gıdaların ve beslenmenin küresel ölçekte dağılımı eşit değildir. Obezite, insan grupları arasında hızlıca artmış ve bazı gelişmiş ülkeler ile birkaç gelişmekte olan ülkede sağlık önemli sağlık sorunlarına ve artan ölüm oranlarına yol açmıştır. Dünya çapında bir milyardan fazla insan obezdir,[388] ve ABD'de obezlerin toplam nüfusa oranı %35 kadardır.[389] Obezite, bireyin harcadığından daha çok kalori tüketmesinden kaynaklanır ve aşırı kilo alımının sebebi genellikle enerji yoğunluklu beslenme düzenleridir.[388]
İnsan beyni, merkezî sinir sisteminin merkezidir ve çevresel sinir sistemi için de ana kontrol merkezi olarak görev yapar. Soluma ve sindirim gibi iradedışı ve otonom aktiviteleri kontrol etmesinin yanı sıra düşünme, akıl yürütme ve soyutlama gibi bilinçli etkinlikleri de gerçekleştirir. Bu bilişsel süreçler beraber zihin kavramını oluştururlar ve davranışsal sonuçlarıyla birlikte psikoloji alanında araştırılır ve incelenirler.[390]
Yüksek bilişsellikle ilişkilendirilen prefrontal korteks bölgesi oldukça gelişmiş olan[391] insanların beyni, kendileri tarafından doğadaki en "zeki" ve yetenekli beyin kabul edilir ve bilinen diğer tüm türlerin beyinleri ile zihinsel kapasitelerini geride bırakır.[392] Ancak bu tanım tartışmalıdır; diğer bazı hayvanların belli başlı alanlarda duyularını adapte edip insanlara göre mükemmelleşmesi ile, objektif bir şekilde zekâyı tanımlamak zordur.[393] Diğer birçok hayvan, çoğunlukla içgüdü ve taklit yoluyla basit aletler kullanarak çeşitli yapılar oluşturabilse de, insan teknolojisi bundan çok daha karmaşıktır ve üstüne üstlük zaman ilerledikçe sürekli olarak gelişip evrilmektedir. İnsanlar tarafından oluşturulmuş en eski aletler ve yapılar bile, diğer herhangi bir canlı tarafından oluşturulmuş yapı ve aletlerden çok daha ileri bir düzeydedir.[394]
İnsanın bilişsel yeteneklerinin diğer herhangi bir türden çok daha ilerlemiş olmasına rağmen, bu yeteneklerin çoğu diğer canlıların davranışlarında da ilkel bir formda da olsa gözlemlenebilir. Modern antropoloji, Charles Darwin'in "insan ve üst hayvanlar arasındaki bilişsel fark, ne kadar büyük olursa olsun, kesinlikle bir evre farkıdır ve türsel değildir" şeklindeki bulgusunu desteklemektedir.[395] Bunun yanında, tamamen benzersiz olmasalar da insanları diğer hayvanlardan kesin bir şekilde ayıran bazı özellikler de vardır.[396] İnsanlar, bir epizodik belleğe sahip olan ve "zihinsel zaman yolculuğu" yapabilen tek canlılar olabilirler.[397] Diğer sosyal hayvanlarla karşılaştırıldığında, yüz ifadelerinde oldukça yüksek bir esnekliğe sahiplerdir.[398] İnsanlar, duygularla bağlantılı olarak gözyaşı döktükleri bilinen tek hayvanlardır[399] ve bununla birlikte bir zihin kuramına sahip olan tek hayvan olup olmadıkları da tartışılmaya devam etmektedir.[400]
İnsanlar çoğunlukla gündüzcüllerdir. Ortalama bir yetişkinin günde yedi ila dokuz saat uyuması gerekirken aynı miktar bir çocuk için dokuz ila on saat arasındadır; yaşlılar ise genellikle günde altı ila yedi saat uyurlar. Uyku eksikliğinin sağlık üzerinde çeşitli olumsuz etkileri vardır; bir yetişkinin uyku zamanının günde dört saat ile kısıtlanması, birey üzerinde zayıflamış bir hafıza, yorgunluk, saldırganlık ve fiziksel rahatsızlıklar gibi fizyolojik ve psikolojik etkilere sebep olur, ancak buna rağmen gerekli sürelerden daha az uyumak insanlar arasında yaygındır.[401]
İnsanlar, uykuları sırasında zihinlerinde duyusal görüntüleri ve sesleri hayal ederek rüya görürler. Rüyalar beyindeki pons yapısı tarafından genellikle uykunun hızlı göz hareketi evresinde gerçekleştirilirler.[402] Bir rüyanın uzunluğu birkaç saniyeden 30 dakikaya kadar değişebilir.[403] İnsanlar her gece yaklaşık üç ila beş rüya görürler ve bazı bireyler bu sayıyı yediye kadar çıkarabilir, ancak çoğu rüya anında veya hızlı bir şekilde unutulur.[404] Eğer hızlı göz hareketi evresine uyanılırsa rüyanın hatırlanma ihtimali daha yüksektir. Rüyalarda gerçekleşen olaylar, bireyin kendinin farkında olduğu lüsid rüyalar haricinde, rüyayı gören kişinin kontrolü dışında gerçekleşir.[405]
İnsan bilinci, en basit şekilde "içsel veya dışsal varoluşun duyumu veya farkındalığı"[406] veya "insanın kendisini ve çevresini tanıma yeteneği"[407] şeklinde tanımlanabilir. Filozoflar ve bilim adamları tarafından yüzyıllardır süren analizlere, tanımlara, açıklamalara ve tartışmalara rağmen, bilinç konusu, "hayatımızın hem en bilinen hem de en gizemli yönü"[408] olarak günümüzde anlaşılmaz ve tartışmalı olmaya devam etmektedir.[409] Öyle ki; konu hakkında üzerinde yaygın olarak anlaşılan tek şey, bilincin var olduğu sezgisidir.[410] Tam olarak neyin bilinç olarak tanımlanıp araştırılması gerektiği konusunda da görüşler büyük farklılık gösterir. Bazı filozoflar; konuyu duygusal deneyimin kendisi olan fenomenal bilinç ve akıl yürütme ile eylemleri doğrudan kontrol etmek için kullanılan psikolojik bilinç olarak ikiye böler.[411] Bilinç terimi bazen "zihin" ile eşanlamlı olarak kullanılır, ancak genelde eşanlamlıdan ziyade zihnin sadece bir yönü olarak tanımlanır. Tarihsel olarak içgözlem, özel düşünce, hayal gücü ve istenç ile ilişkilendirilen bilinç, günümüzde genellikle bir tür tecrübe, biliş, his veya algı şeklinde görülür. "Farkındalık", "farkındalığın farkındalığı" veya "özfarkındalık" olarak da ortaya çıkabilir.[412] Bilincin sınıfları da, üzerinde anlaşılamayan bir konudur; farklı bilinç seviyeleri ve düzeyleri,[413] farklı bilinç türleri veya içinde değişen özelliklere sahip tek bir bilinç türünün varlığı çeşitli filozoflar tarafından öne sürülmüştür.[414]
İnsanlar; bütün büyük insansı maymunlar (goriller, şempanzeler, orangutanlar ve bonobolar), yunuslar, tek bir Asya fili, Avrupa saksağanları, katil balinalar ve temizleyen lapinagiller ile birlikte bir hayvanın yansımasının kendine ait olduğunu tanıyıp tanımayacağını test eden ayna testini geçebilen türlerden biridir.[415][416] İnsan çocuklarının çoğu en az 18 aylıkken ayna testini geçer.[417]
Diğer birçok hayvan cinsi de birbirleri arasında iletişim kursa da, insanlığın tanımlayıcı bir özelliği olan ve dünya üzerindeki tüm kültürlerde görülen dil, insanlara özeldir.[418] Diğer hayvanların oldukça sınırlı olan iletişim sistemlerinin aksine insan dili açık ve gelişmiştir; sözdizim kuralları ile kullanılan kelimelerden oluşan cümleler içinde alfabelere göre değişen sınırlı sayıda harf ve diğer semboller birleştirilerek sonsuz farklı anlam türetilebilir.[419][420] İnsan dili, o anda ve orada olmayan ve bulunmayan ancak iletişimin muhataplarının hayal güçlerinde yer alan kavramları ve olayları kelimeler kullanarak ifade edebilir, yani var olmayan şeylerden bahsetme kapasitesine de sahiptir.[421] Bu durum dilin insanlığı tanımlayıcı bir özellik olmasında önemli bir faktördür.[422] Dil, "modalite olarak bağımsız" olması ile diğer iletişim yollarından ayrılır: Aynı anlam farklı medya yolları ile; örneğin konuşma ile sesli, işaret dili ve yazı ile görsel ve braille alfabesi ile dokunsal yolla aktarılabilir.[423] Dil; insanlar arasındaki iletişimin ve farklı ulusları, kültürleri ve etnik grupları oluşturan kimlik duygusunun yapıtaşıdır.[424]
Bir ila altı yaş arasında tüm insanlar, çoğunlukla özel yönergelere ihtiyaç duymadan ve görülebilir bir çaba göstermeden, aşağı yukarı aynı aşama ve süreçlerden geçerek yakın çevrelerinde konuşulan en az bir konuşma dilini anadili olarak edinirler.[425][426] İnsanlar yetişkinliklerinde de yeni diller öğrenebilirler, ancak bunun için çok daha fazla çaba göstermeleri gerekir ve çoğu zaman yeni dilin şivesini ve sözdizimini tamamen edinemezler.[427]
Dünyada bugün işaret dilleri de dahil 6.000[428] ila 7.000[429] dil kullanılmaktadır ve bunların 2.000'i ölü dil olma tehlikesiyle karşı karşıyadır,[430] ek olarak daha binlercesi zaten ölü dil durumundadır.[428] Bu dillerin yaklaşık 400'ü bir milyondan fazla, 150'si ise 10'dan az kişinin anadilidir. Asya'da yaklaşık 2.300, Afrika'da 2.140, Pasifik'te 1.310, Amerika'da 1.060 ve Avrupa'da 290 dil konuşulmaktadır. Dağlık bölgelerde birbirinden izole yaşayan toplumlarda dil sayısı artar;[368] bunun en büyük örnekleri olan ve sırasıyla 840 ile 720 dile sahip olan Papua Yeni Gine[431] ve Endonezya[432], beraber dünya dillerinin %21'ini barındırmaktadır. Dünyanın anadil olarak en yaygın konuşulan dilleri; Çince (Mandarin) (%12.3), İspanyolca (%6), İngilizce (%5.1), Arapça (%5.1) ve Hintçe'dir (%3.5). Birleşmiş Milletler'in altı resmi dili olan Arapça (Fasih), Çince (Mandarin), İngilizce, Fransızca, Rusça ve İspanyolca (Kastilya); dünya nüfusunun neredeyse yarısının ana veya ikinci dili ve dünya ülkelerinin yarısından çoğunun resmi dilidir.[368]
Dilbilimciler dilleri ailelere ayırırlar. Her dil ailesinin içindeki diller ortak ata bir proto dilden gelir, birbirleriyle benzerlikler taşır ve genellikle birbirine coğrafi olarak nispeten yakın etnik gruplar tarafından konuşulurlar. Bir proto dilin farklı dillere ayrılma süreci çoğu zaman coğrafi ayrılık yoluyla proto dilin farklı bölgesel lehçelerinin farklı değişiklikler geçirip birbirlerinden ayrı diller haline gelmeleri şeklinde meydana gelir.[433] Herhangi bir dil ailesine ait olduğu kanıtlanamayan dillere izole dil denir.[434] Dünyada bugün 142 dil ailesinin bulunduğu tahmin edilmektedir,[429] izole dillerin sayısına dair ise araştırma eksikliğinden dolayı bir tahmin mevcut değildir.[434] Dünyadaki dillerin en az %1'ini içinde barındıran, en büyük dil ailelerinin sayısı 13'tür. En çok konuşulan dil aileleri ise Hint-Avrupa ve Çin-Tibet dil aileleridir.[429]
Arapça kökenli bir sözcük olan din sözcüğü, köken itibarıyla "yol, hüküm, ödül" gibi anlamlara sahip olup genellikle doğaüstü, kutsal ve ahlaki ögeler taşıyan, çeşitli ayin, uygulama, değer ve kurumlara sahip inançlar bütününe verilen isimdir. Zaman zaman inanç sözcüğünün yerine kullanıldığı gibi, bazen de inanç sözcüğü din sözcüğünün yerinde kullanılır. Dinler tarihine bakıldığında, birçok farklı kültür, topluluk ve bireyde din kavramının farklı biçimlere sahip olduğu görülür.
İnsanoğlu çok eski çağlardan beri doğaüstü olana ilgi göstermiş, kendini tüm insan ırkı içerisinde yalnız hissetmiş ve bir tanrıya veya tanrılara sığınma ihtiyacı duymuştur.
İnsan bir varlık arayışı içerisindedir. Bu arayış geçmişten günümüze değin gelmektedir. Bu arayış neticesinde varlıklarını anlamlandıracak çeşitli somut ve soyut olgulardan yararlanarak birçok inanç sistemi geliştirmişler veya kabul etmişlerdir. Bunlar arasında metaya, canlıya, doğaya veya 5 duyu ile tespit edilemeyip akıl ve hissiyat ile buldukları bir tanrının veya pek çok tanrının varlığına inanmaları en temel olanıdır.
İnsanların pek çoğu ölümden korkmaktadır. Birçok dinin temasında varlığın bir şekilde biçim veya boyut değiştirerek devam edeceği inancı vardır. Hiçbir dine inanmayan veya bir tanrının varlığını kabul etmeyen bireylerin bir kısmı bile insana ait tözün, bir şekilde enerji olarak devam edeceği düşüncesine sahiptir. Bu düşünce, öldükten sonra hiçliğe karışılacağı düşüncesinin insanlara verdiği psikolojik rahatsızlıktan ötürü bulunur. Bu da insanın varlık arayışının bir başka yönüdür ve dine yönelten bir özelliğidir.
Birçok dinde insanın yüce bir varlık tarafından bugünkü hâlinde yaratıldığı inancı mevcuttur. Birçok dinin ve mitolojinin, yaratılmış ilk erkek ve ilk kadınla alakalı mitleri bulunur (Örn. İbrahimi dinlerde Adem ve Havva). Bu hikâyeler günümüzde mitoloji olarak kabul edilir.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.