Loading AI tools
tarih yapıtları yazımı ile tarihçilik kuram ve geçmişini ifade eden terim Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Tarihyazımı ya da historiyografi, tarih hakkında eserlerin yazımı ve tarihçilik kuram ve geçmişini ifade eden terimdir. Terim Yunanca ἱστοριογράφος tarih yazanlar ifadesinden gelir (ἱστορία historia "tarih, araştırma" ve γράφος graphos "yazım", γράφειν grafein "yazmak" kökünden; tarih yazan (veya anlatan) kişi anlamında).[1] Tarihçilik terimiyle sıklıkla aynı anlamda kullanılsa da, çağdaş dönemde ayrı bir disiplin olarak anılmaktadır. Tarihyazımı hem yazma sanatının,[2] hem de tarih biliminin bir parçasıdır.[3] Tarih alanının "sanat" (τέχνη tékhnē) ve "bilim" (ἐπιστήμη epistḗmē) özelliklerine yapılan vurgu, kültür temelinde, pek çok farklı alandan düşünürün üzerinde fikir belirttiği ve tarihçilerin yöntem açısından tartıştığı önemli bir konudur.[4] Bazıları tek bir "tarih"ten değil, olayın koşulları ve sonuçları nedeniyle çoğul "tarihler"den bahseder.[5] Çağdaş tarihçiler için tarihin bilimselliği ya da böyle bir bilimsellik durumu (yapılmakta olan bilim)[6] vazgeçilemezdir.[7] Hatta birbirlerinden tamamen ayrı iki uyumsuz özellik olarak görmek yerine birbirlerini tamamlayıcı olduklarına dair görüş daha yaygındır.[8]
Belirli bir konunun tarihyazımı o konunun tarihçi tarafından nasıl çalışıldığını belirli kaynaklar, yöntemler ve kuramsal yaklaşımların kullanımıyla ortaya konmasıdır. Tarihçiler tarihyazımını konusal olarak - "Britanya İmparatorluğu'nun tarihyazımı", "Erken Dönem İslam tarihyazımı" veya "Çin tarihyazımı" gibi - ya da yaklaşım ve türlerine göre - "siyasi tarih", "sosyal tarih" gibi - incelerler. 19. yüzyıldan başlayarak akademik tarihin yükselmesiyle tarihyazımı adında bir bilimsel yazın doğmuştur. Ne dereceye kadar tarihçilerin kendi aidiyet ve kimliklerinden etkilendikleri de - milliyetçilik/ulus devlet veya din gibi - sıkça tartışılan bir konudur.[9]
Tarihçilerin araştırma konuları değişiklik gösterebilir, özellikle son yıllarda geleneksel diplomatik, iktisadi ve siyasi tarihten yeni yaklaşımlara, toplumsal ve kültürel alanlara doğru bir değişim söz konusudur. 1975'ten 1995'e, Amerikan üniversitelerindeki sosyal tarihle ilgilenen tarih profesörlerinin oranı %31'den %41'e yükselmişken siyasi tarihle ilgilenenlerin oranı %40'tan %30'a düşmüştür.[10] Britanya'daki üniversitelerin tarih bölümlerinde 2007 yılında 5.723 öğretim görevlisinden 1.644'ü (%29) kendisini sosyal tarihle ilişkilendirmişken bu sayı siyasi tarihle ilgilenenlerde 1.425'tir (%25).[11]
Avrupa'da Erken Modern dönemde "historiyografi" terimi daha temel anlamda, "tarihyazımı" olarak kullanılmaktaydı. "Historiyograf", "tarihçi" demekti ve bu anlamda İsveç'te (Rikshistoriograf, 1618'den beri), İngiltere'de (Historiographer Royal, 1660'tan beri) ve İskoçya'da (Historiographer Royal, 1681'den beri) vakanüvislere "kraliyet tarihçisi" unvanı verilmekteydi. İskoçya'da bu makam hâlâ mevcuttur. Furay ve Salevouris (1988) historiyografyayı "yazılmış ve yazılan tarihin araştırılması - tarihyazımının tarihi... Historiyografya araştırmalarında olayları ya da doğrudan geçmişi değil tek bir tarihçinin eserlerindeki bu olaylara dair değişen yorumları araştırırsınız" diyerek tanımlamışlardır.[12]
Türkçede "historiyografi" terimine karşılık olarak kullanılan "taihyazımı" ve "tarih yazıcılığı" ifadeleri mevcuttur.[13][14] Kavramların yazımında bir standart mevcut değildir. Farklı kaynaklarda "tarihyazımı,"[15] "tarih yazımı,"[16] "tarih yazıcılığı,"[17] "tarihyazıcılığı"[18] ifadeleri geçmektedir. Genel olarak kavramlar birbirinin yerine kullanılsa da "tarihyazımı" kuramsal ve metodolojik olarak tarihin yazım biçim ve yöntemlerinin tarihini, tarihsel bir perspektif içinde karşılaştırmalı olarak vermeyi ifade ederken "tarih yazıcılığı" tarihin yazılış biçimlerinin tarihini ve yöntemlerini ifade eder.
Eğer tarih, tarihçilerin çoğu tarafından kabul edildiği gibi, insanlığın geçmişini inceleyen bir bilimse bilimsel yöntemlere başvurmanız gerekir. Doğa bilimlerinin uygulamaları takip edilemese de toplum bilimlerininkilere göre, karşılaştırmalı olarak hareket edilebilir.
Tarihi bir bilgi türü olarak gören bir diğer düşünce Historiyoloji olarak da adlandırılabilecek olan "tarih kuramı"dır (Jose Ortega y Gasset tarafından bulunmuştur).[19] Bu yaklaşımın amacı "tarihsel gerçekliğin yapısını, yasalarını ve koşullarını" incelemektir; "tarihyazımı" ise, tarihte olduğu gibi, yazma sanatı, kaynaklarının bilimsel araştırması ve yazarların çalışmalarıdır.[kaynak belirtilmeli]
Her ne kadar şu üç terimim örtüşmelerini ve çok anlamlılıklarını gidermek mümkün olmasa da en olası tanımlamaları şöyledir:
Tarih felsefesi, eğer varsa, insanlık tarihinin anlamıyla ilgilenen felsefe dalıdır. Gelişmesine teleolojik bir son kurgulayarak, yani, insanlık tarihi sürecine etki eden bir tasarım, gaye veya yönlendirici ilkeler olup olmadığını inceler. Tamamen ayrı olan önceki üç kavramla karıştırılmaması gerekir. Eğer amacınız gerçekliği ya da olduğu varsayılanı, zamanın doğrusal mı döngüsel mi olduğunu veya ilerleme düşüncesini barındırıp barındırmadığını bulmaksa bu sorular disiplinin ilgilendiği konular olan tarihe ve tarihyazımına yabancıdır. Entelektüel bir yaklaşım tarih biliminin nasıl anlaşıldığı meselesine çok fazla katkı sağlamaz. Bu felsefi bakış açısının tüm gerçeklikleri tarihsel sürecin bir ürünü olarak gören tarihselciliğe üstün tutulmasıdır.
Yüzeysel sorunları kazıdığımızda, tarihyazımı kaydedilmiş tarihin tahlili, geçmişin tasviri -özellikle anlatı, yorumlama ve bakış açıları ve tarihçilerce delillerin ve belgelerin kullanımı ile sunma şekilleri- ve bunların araştırılmasıdır; bilimin tarihsel nesne ve felsefi öznesiyle beraber. Tarihyazımı, basit hâliyle, tarihin yazılış biçimidir. Geniş anlamıyla tarihin yazılış pratiği ve yöntemine atıfta bulunur. Daha kesin olarak hikâyenin kendisinin yazılışını ifade eder.
Tarihçinin çalışmalarının ham maddesiyle (birincil kaynak) yarı tamamlanmış veya tamamlanmış çalışmalarını (ikincil kaynak hatta "üçüncül kaynak") ayırt etmek önemlidir. Ayrıca kaynak ve belge ile belgesel kaynakların çalışılması arasındaki farkları belirlemek ciddi bir konudur: sınıflandırma, öncelik ve tür (yazılı, sözlü, arkeolojik); değerlendirme (derleme, eleştiri, karşılaştırma) ve özellikle alıntılandırılmasına bağlılıkla kaynaklara itibar göstermek. Tarihçilerin çalışmalarının özgünlüğü titiz bir meseledir.
Geçmişi anlamak insanlığın evrensel bir ihtiyacı olarak görülmektedir ve tarihin anlatısı dünya çapında uygarlıklardan bağımsız bir biçimde ortaya çıkmıştır. Tarih nedir sorusu felsefi bir sorudur (tarih felsefesi). En erken kronolojiler Mezopotamya'ya ve Antik Mısır'a uzanır ancak bu dönemdeki tarihçilerin adları bilinmemektedir. Tarihyazımı bağlamında tarih, gelecek nesilleri geçmiş olaylar hakkında bilgilendirmek için hikâye edilen yazılı tarih kayıtları anlamındadır. Bazı uzmanlar gelecek tahminlerine uymayan tarihsel örüntüler bulma eğilimlerine yönelik çıkarımsal düşüncelere karşı çıkmaktadır.[20]
Bilinen en eski düzenli tarihyazımı Antik Yunan'da ortaya çıkmıştır. Bu gelişme Akdeniz bölgesindeki tüm tarihyazımını etkileyen önemli bir etkiye sahiptir. Yunan tarihçiler tarihsel metodolojiye önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bilinen en eski eleştirel tarih eseri "tarihin babası" olarak bilinen Heredot (MÖ 484–425) tarafından derlenen Herodot Tarihi'dir.[21] Herodot güvenilir kaynaklar arasında değerlendirmede bulunarak ve kişisel olarak gerçekleştirilmiş seyahat kayıtlarına dayanarak çeşitli Akdeniz kültürlerine ait yazılı kaynaklara atıflar yapmıştır. Herdot'un ana odağı insanların kişilikleri ve eylemleri olsa da tarihsel olayların gelişiminde ilahi gücün belirleyiciliğine de değinmiştir.
Herdot'u takip eden nesil yerel tarihler ve tekil şehir devletlerinin tarihlerine, kent ve tapınak arşivlerinde çalışan yerel tarihçilerin tarihyazımlarına tanık olmuşlardır. Halikarnaslı Dionysos bu tarihçileri Tukidides'in müjdecileri olarak nitelemiş,[22] ve bu tarihler şehir devletleri devam etiği müddetçe Geç Antik Çağ'a kadar yazılmaya devam etmiştir. Klasik pagan geleneği boyunca gerçekleştirilen Olimpiyat Oyunlarında kazananların listelerini tutarak temel kronolojik çerçeve sağlayan Elisli Hippias ve şu anda var olmayan sivil kayıtlardan yirminin üzerinde tarih derleyen Lesboslu Hellanicus bu dönemin iki önemli figürüdür.
Tukidides, Atina ve Sparta arasında gerçekleşmiş bir savaşa dair yazısında "ilahi nedenselliği" geniş oranda terk ederek sonraki Batılı tarihyazımlarında yer edecek olan mantıksal açıklama geleneğini başlatmıştır. O, aynı zamanda bir olayın doğrudan nedenleri ve sonuçları arasında ayrıma giden ilk kişiyken ardıllarından Xenophon (MÖ 431-355) Anabasis adlı eserinde otobiyografik ve karakter çözümlemelerine dayalı çalışmalar yapmıştır.
Atinalı hatip Demosthenes'in (MÖ 384-322) II. Filip'e yönelik ağır eleştirileri antik çağın politik kışkırtıcılığının zirvesi olmuştur. Günümüze ulaşamamış olan I. Ptolemaios Soter'in (MÖ 367-283) Büyük İskender'in seferlerini anlattığı tarihi, bir hükümdar tarafından derlenen ilk tarih çalışmasıdır. Polibios (MÖ 203-120), Roma'nın dünyaya egemen oluşunu Yunan ve Romalı bakış açılarını bağdaştırarak yazmayı denemiştir.
Kaldeli rahip Berossus (MÖ 3.yy) Selefkî Hükümdarı I. Seleukos için derlediği Yunanca Babyloniaca (Babil Tarihi) eserinde özgün bir tarih ortaya koymak için Helenistik tarihyazımı yöntemlerini ve Mezopotamya kaynaklarını kullanmıştır. Yakın Doğu tarihine dair bilgiler de vardır, Fenikeli tarihçi Sanchuniathon'unkiler gibi; ancak bunlar yarı efsanevi ve bölük pörçük olarak değerlendirilir ki bunların Truva Savaşlarından önce bile yazılmış olabileceği sonraki tarihçiler Bibloslu Philo ve Eusebius tarafından iddia edilmiştir.
Romalılar Yunan geleneğini Yunanca yazmak için kullanmışlardır ancak sonrasında Yunanca dışında da yazmışlardır.[23] Erken Roma tarihi yazıları hâlâ Yunanca yazılırken Romalı devlet adamı Bilge Cato (MÖ 234-149) tarafından derlenen "Kökenler" Yunancanın kültürel etkisine karşı koymak için bilinçli bir şekilde Latince yazılmıştır. Bu, Latin tarihyazımının başlangıcını oluşturur. Anlaşılır biçemiyle bilinen Julius Caesar'ın (MÖ 100–44) Bellum Gallicum'u otobiyografik savaş anılarını anlatır. Politikacı ve hatip Cicero (MÖ 106-43) siyasi yazılarına retorik ögeler katmıştır.
Strabo (MÖ 63-MS 24) tarihi coğrafyayla birleştiren Greko-Romen geleneğin önemli bir yorumlayıcısıdır ve kendi dönemine ait yerlerin ve kişilerin tarihini tasvir eder. Livy (MÖ 59-MS 17) Roma İmparatorluğu'nun şehir devletinden imparatorluğa yükselişini anlatır. "Eğer Büyük İskender Roma'ya yürüseydi ne olabilirdi" diye düşünmesi bilinen ilk alternatif tarih denemesidir.[24]
Biyografi, Antik Dönem boyunca yaygın olmasına rağmen Plutarch'ın (MS 46-127) çalışmalarıyla ayrı bir tarih dalı olarak yazılmaya başlanmış ve Suetonius (MS 69-130) o dönemin insanlarının karakterlerini ve eylemlerini insani yanlarını vurgulayarak tasvir etmiştir. Tacitus (56-117) Romanın ahlaksızlığını eleştirerek Cermen erdemlerini, "soylu yabanıl" kavramını detaylandırarak över.
Çin'de "Tarihi Klasikler", Çin klasik metinlerinden "Beş Klasik"in ve Çin'in en eski tarih hikâyeciliğinden biridir. Lu Devleti'nin resmi kayıtları olan ve MÖ 722-481 arasını kapsayan Bahar ve Güz Yıllıkları, yıllık tarzında düzenlenmiş günümüze kalan ilk Çin tarihi metnidir. Bunlar genellikle Konfüçyüs'e atfedilir. Zuo Qiuming'e atfedilen MÖ 5. yüzyılden kalan Zuo Zhuan MÖ 722-468 arasını kapsayan ilk Çin tarih hikâyeciliğinin örneklerindendir. Zhan Guo Ce, MÖ 3. ve 1. yüzyıllar arasında geçen Savaşan Devletler Dönemi'nde nadir eserlerden derlenmiş meşhur bir metindir.
Sima Qian (MÖ 100 civarında) ilk profesyonel Çin tarihyazımının temelini atan kişidir. Shiji adlı çalışması (Büyük Tarihçinin Kayıtları), edebiyattaki yaşam boyu derlenmiş bir başyapıttır. Kapsamı, MÖ 16. yüzyıla kadar gider ve önemli kişilerin yaşam öyküleriyle belli konular hakkında bilimsel incelemeler içerir. Ayrıca zamanının ve önceki dönemlerin sıradan insanlarının hayatlarıyla eylemlerine de ışık tutar. Eseri sonraki Çinli tarihçilerin hepsini, Erken Han Hanedanı döneminden saygın Ban ailesi dahil etkilemiştir.
Geleneksel Çin tarihyazımı, tarihi olayları hanedan dönemleri açısından tasvir eder. Bu bakış açısına göre her yeni hanedan ahlaken güçlü kişiler tarafından kurulmuştur. Zamanla hanedanlıklar ahlaki olarak yozlaşır ve zayıflar. Sonunda yeni bir hanedanın kendi yerine geçmesini engelleyemez.[25]
Kore tarihyazımı geleneği Samguk Sagi tarafından Kore'nin efsanevi ilk dönemlerinden başlayan tarihini anlattığı eseriyle kurulmuştur. Bu eser, Goryeo vakanüvisi Kim Busik tarafından Kral Goryeolu Injong'un (1122 - 1146) isteği üzerine derlemiştir. 1145'te tamamlanmasının ardından yalnızca Çin'de tarihi kaynak olarak değil, 8. yüzyılda tarihçi Kim Daemun tarafından yazılan Hwarang Segi'de de kullanılmıştır. Derlediği diğer eseri kayıptır.
Japonya'da yazılmış ilk tarihî eser Japonya'nın efsanevi başlangıcından 9. yüzyıla kadar olan dönemi anlatan altı ulusal tarihî eseri içeren külliyat Rikkokushi'dir. Bu eserlerin ilki 720 yılında Prens Toneri tarafından derlenen Nihon Shoki'dir.
Hristiyan tarihyazımı tahminen ilk olarak tarihi gerçekliği tartışmalı olduğu düşünülen Luka İncili ile Resullerin İşleri'ni Havariler Dönemi için birincil kaynak olarak inceleyen Hristiyan din adamları ve araştırmacılarının yazılarıyla başlamıştır. Yeni Ahit metinleri Hristiyanlığın ilk dönemlerinde oluşmaya başladı. Hristiyanlığın gelişimi ve Roma İmparatorluğu'nda I. Konstantin'den sonra Hristiyan dinbilimi ve İncil'in doğasının etkisiyle yeni çalışma alanları ve bakış açılarıyla çevrelenmiş ayrık bir Hristiyan tarihyazımının oluşmasına katkı sağlamıştır. İncil'in Hristiyanlıktaki esas rolü klasik tarihçilerin sözlü kaynak tercihleriyle kıyaslandığında Hristiyan tarihçilerin yazılı kaynak tercihleriyle ve siyasi olarak önemli olmayan insanların dahil edilmesiyle ortaya çıkmıştır. Hristiyan tarihçiler aynı zamanda din ve toplumun gelişimiyle de ilgilenmişlerdir. Bu durum Caesarealı Eusebius'un 324'te yazdığı Kilise Tarihi eserine ve içerdiği konulara yaptığı yoğun yazılı kaynak eklemesiyle görülebilir.[26] Hristiyan dinbilimi tarihi doğrusal olarak kurgular, ilahi takdire göre ilerlediğini düşünür. Tanrı'nın takdiri herkesi kapsadığı için bu dönemin Hristiyan tarihçilerinin eserleri evrensel bir yaklaşım içerir. Örneğin yazarlar kitaplarına kendi eserlerinden önceki zamanlara ait önemli olayların bir özetini de eklerler.[27]
Orta Çağ'da tarihyazımı Hristiyan rahipleriyle ruhban üyeleri arasında yaygındı. İsa Mesih, kilise, kilise yöneticileri ve yerel yöneticilerin aile tarihleri üzerine yazdılar. Erken Orta Çağ'da tarihyazımı yıllıklar ya da yıl yıl kaydedilen kronikler hâlinde olmuştur, ancak bu durum olayların sebeplerinin ve sonuçlarının incelenmesini zorlaştırır.[28] Bu eserlerin bir örneği farklı yazarların çeşitli eserlerinden geç 9. yüzyılda başlamış olan ve bir kopyası 1154'te hâlâ yazılmaya devam eden Anglosakson Kronikleri'dir. Bu dönemin bazı yazarları hikâyeci bir tarih geliştirdiler. Bunlar Tours piskoposu Gregorius ve daha başarılı olan, laik ve dini tarihler yazmış İngiliz Toplumunun Kilise Tarihi'nin yazarı olan Bede'dir.[26]
Rönesans döneminde tarih devletler ve milletler üzerine yazılmıştır. Tarih araştırmaları Aydınlanma Çağı'nda ve Romantik dönemde değişmiştir. Voltaire, olayları kronolojik olarak anlatmak yerine önemli olarak değerlendirdiği belirli dönemlerin tarihlerini anlatmıştır. Böylece tarih ayrı bir alan hâline gelmiştir; artık tarih felsefesi olarak değil sadece tarih olarak adlandırılmıştır.
Müslüman tarihyazıcılığı 7. yüzyılda, Muhammed peygamberin hayatının ölümünden sonraki yıllarda yeniden yazımlarıyla gelişmeye başladı. Çeşitli kaynakların Muhammed ve sahabelerine dair pek çok çelişkili anlatımlarından dolayı kaynakların doğruluğu sınanmalıdır. Bu kaynak sınaması için çeşitli yöntemler geliştirilmiştir; Rical ilmi, hadis ve İsnad gibi. Bu yöntemler daha sonra İslam'ın Altın Çağı'nın tarihi kişilikleri için de uygulanmıştır. Bu gelenekteki önemli tarihçiler Urvah ibni Zübeyir (ö.712), Vahhab ibni Münebbih (ö.728), İbni İshak (ö.761), Vâkidî (745-822), İbni Hişam (ö.834), Muhammed el-Buhari (810-870) ve İbn Hâcer el-Askalanî (1372-1449)'dir.[29] Ortaçağ İslam Dünyası'nın tarihçileri insanlık tarihiyle de ilgilenmişlerdir.[30]
İslami tarihyazımı Arap tarihçi İbn-i Haldun'un (1332-1406) çalışmalarıyla doruk noktasına ulaşmıştır. Tarihi çalışmalarını Mukaddime ve Kitâbu'l-İber eserlerinde yayınlamıştır.[31][32] Eserleri 19. yüzyılda yeniden keşfedilene kadar unutulmuştur.[33]
Aydınlanma Çağı boyunca tarihyazımının modern gelişimi titiz yöntemlerin uygulanmasıyla başladı.
Fransız filozof Voltaire (1694-1778) tarihyazımı sanatı üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Bilinen en önemli tarih eserleri XIV. Louis Dönemi (1751) ve Ulusların Gelenek ve Ruhları Üzerine Denemeler'idir (1756). "Birincil amacım," diye yazar 1739'da, "siyasi ya da askeri tarih değil; sanat, ticaret, uygarlık tarihidir: -kısacası- insan aklının tarihi."[34] Diplomatik ve askeri olayları anlatan gelenekten kopmuş, âdetler, toplumsal tarihle bilim ve sanattaki gelişmeleri vurgulamıştır. "Âdetler Üzerine Bir Deneme"de dünya uygarlığının gelişimini evrensel bağlamda izlemiştir, dolayısıyla hem milliyetçiliği hem de geleneksel Hristiyan bakış açısını reddetmiştir. İnsanlık tarihi yazma üzerine gayretli bir çalışma yapmış ilk bilgin olan Bossuet'in dinbilimsel çerçevelerden uzaklaşarak iktisatı, kültürü ve siyasi tarihi önceleyen "Evrensel Tarih Üzerine Söylev"inden (1682) etkilenmiştir. Avrupa'ya uluslar topluluğu olarak değil bir bütün olarak yaklaşmıştır. Orta Çağ kültürünün Arap Uygarlığı'na borçlu olduğunu ilk söyleyen kişi olmuş, öte yandan Orta Çağ konusunda eksik kalmıştır. Tarihçinin siyasi taraflılığı konusunda sürekli uyarıda bulunmuş olsa da kendisi gördüklerinin Kilisenin tarih boyunca yaptığı sahtekarlıkları ve hoşgörüsüzlüğü olarak ifade etme imkanını kaçırmıştır. Voltaire bilginleri doğanın normal akışına aykırı olan hiçbir şeye inanmamalarını öğütlemiştir. Tarihsel kaynaklarda kötülüğü bulsa da o mantığın ve cahil kitlelerin eğitiminin ilerlemeye yol açacağına hararetli biçimde inanmıştır. Voltaire tarihyazımına olan bakışını Diderot'nun Encyclopédie'sindeki "Tarih" maddesinde şöyle açıklar: "Modern tarihçinin istediği daha çok detay, iyi biçimde saptanmış gerçekler, kesin tarihler, geleneklere, kanunlara, adetlere, ticarete, sermayeye, tarıma ve nüfusa daha fazla dikkattir."
Voltaire'in çalışmaları geçmişi incelemek için Aydınlanmanın değerlerini kullanmıştır. Tarihyazımını Antikçiliğe, Avrupamerkezciliğe, dini hoşgörüsüzlüğe, büyük adamlara, diplomasiye ve savaşa odaklanmaktan kurtarmaya çalışmıştır.[35] Peter Gay Voltaire'in "çok iyi tarih" yazdığını "gerçeklik için titizliğe önem" verdiğini, "kanıtların sıkı incelenmesini", "neyin önemli olduğuna zekice karar vermeyi", "eylemlere yakın ilgiyi" ve "tüm uygarlığın tek bir çalışma alanı olduğu gerçeğini kavramayı" alıntılayarak ifade etmiştir.[36][37]
Aynı zamanda, filozof David Hume Büyük Britanya'da tarih üstüne benzer bir etkiye sahipti. 1754'te "Julius Caesar'ın İstilası"ndan "1688 Devrimi"ne kadar uzanan 6 ciltlik bir çalışma olan İngiltere'nin Tarihi'ni yayımladı. Hume tarihte Voltaire'e benzer bir alanın yanı sıra kralların tarihi, parlamentolar ve orduları çalıştı; kültür tarihini bilim de dahil olmak üzere inceledi. Onun öncü bilim adamları hakkında yazdığı kısa biyografileri bilimsel değişimin sürecini açıkladı ve bilim adamlarının birbirleriyle ve toplumla olan ilişkilerine kendi dönemlerinden bakmaya çalışarak onları incelemenin yeni yollarını geliştirdi – özellikle Francis Bacon, Robert Boyle, Isaac Newton ve William Harvey ile ilgilenmiştir.[38]
Geçmişi yargılamanın en nitelikli yönteminin özgürlük arayışıyla mümkün olduğunu belirtmiş, epey dalgalanmadan sonra kendi yazdığı dönemde İngiltere'nin "insanoğlu tarafından bilinen en yüce özgürlük seviyesine" ulaşmış olduğunu söylemiştir.[39]
William Robertson, İskoç bir tarihçi ve Kraliyet tarihçisidir.[40] 1759'da İskoçya'nın Tarihi 1542-1603'ü yayımlamış, 1769'da en bilinen eseri olan V. Karl'ın Hükümdarlık Tarihi'ni yayımlamıştır.[41] Çalışmaları zamanına göre özenlidir ve daha önce çalışılmamış olan çok sayıda belgeye erişebilmiştir. Ayrıca genel ve evrensel olarak kabul edilebilir düşüncelerin tarihsel olayları şekillendirmedeki önemini kavramış olan ilk tarihçilerdendir.[42]
Aydınlanmacı tarihyazımının zirvesi Edward Gibbon'ın 6 ciltlik anıtsal eseri olan ve 17 Şubat 1776'da basılan Roma İmparatorluğu'nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi'dir. Görece eleştirel yaklaşımı ve yoğun birincil kaynak kullanımı, onun eserlerinin yönteminin sonraki tarihçilere örnek olmasını sağladı. Bu durum Gibbon'ın ilk "modern tarihçi" olarak anılmasına yolaçmıştır.[43] Kitabı çok sayıda satmış ve yazarına toplam 9000£ kazandırmıştır. Biyografi yazarı Leslie Stephen sonrasında "Onun ünü çok hızlıydı ve hâlâ devam ediyor" demiştir.
Gibbon'ın çalışması biçemi, düşündüren taşlamaları ve etkileyici hicivleri nedeniyle övülmüştür. Winston Churchill hatırasında der ki "Gibbon'ın Roma İmparatorluğu'nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi'ni...okumaya koyulmuştum [ve] anında tarzı ve öyküsü beni etkisi altına aldı. ... bir çırpıda bitirdim. Baştan sona muzaffer bir edada okudum ve çok zevk aldım."[44] Gibbon Hristiyanlığa karşı şiddetli saldırıları sayesinde tarihin laikleşmesi ve 'kutsiyetinden arındırılması' meselesinde öncü rol oynamıştır.[45] Bir 18. yüzyıl tarihçisinin aksine Gibbon, birincil kaynaklara erişim mümkünken (bunların çoğu tanınan basılmış eserlerden alınmış olsa da) ikinci el kaynaklarla tatmin olmamasıyla bilinir. "Her zaman" der "pınarın başından beslenmeye çalışmışımdır. Merakım ve görev bilincim beni asıl olanı araştırmaya yönlendirmiştir; dahi, bazen çalışmalarımı geciktirmiş olsa bile ikincil kaynakları dikkatle incelemişimdir ki bir bölüm veya gerçeklik onların güvenli bilgilerine dayandırılmış olmasın."[46] Bu birincil kaynaklara olan ısrarından dolayı Gibbon çokları tarafından tarihin yöntem çalışmalarında çığır açmış biri olarak görülür:
Doğrulukta, tamlıkta, açıklıkta ve geniş bir konunun etraflıca anlaşılmasında tarih geçilmezdir. Tek bir İngiliz tarihi belki kesin diye değerlendirilebilir. ... eksik yönleri ne olursa olsun bir kitap sanatsal olarak gösterişli olmasından ve tarihsel olarak uzun bir dönemin geniş bir panaroması olduğundan suçlanamaz.[47]
Fransız İhtilali'ni çevreleyen çalkantılı olaylar erken 19. yüzyıl tarihyazımı ve incelemelerine ilham kaynağı oldu. The tumultuous events surrounding the French Revolution inspired much of the historiography and analysis of the early 19th century. Ayrıca İngiltere'de 1688'deki Muhteşem Devrim'e ilgi 1832 tarihli Büyük Islahat Yasası ile tekrar canlanmıştır.
Thomas Carlyle üç ciltlik eseri Fransız Devrimi: Bir Tarih'i 1837'de yayımladı. İlk cilt kazara John Stuart Mill'in hizmetçisi tarafından yakılmıştır. Carlyle cildi notlarından tekrar yazmıştır.[48] Carlyle'ın tarihyazım tarzı olayların aniliğini temel alır ve genelde geniş zaman kipi kullanır. O tarih ve düşüncede bulunan güçlerin mücadeleci unsurların toplumdaki çarpışmalarının üstesinden gelebilecek "kahramanlara" ihtiyaç duyan düzensizlik üzerindeki rollerine vurgu yapmıştır. Tarihteki dinamik güçleri, insanların düşünce hâline gelen ve sonra genellikle ideolojilere dönüşen umutları ve istekleri olarak görmüştür. Carlyle'ın Fransız Devrimi aşırı derecede aykırı biçimde yazılmıştır; Gibbon'ın geleneğinin yansız ve nesnel havasından hayli uzaktır. Carlyle tarihi, kendisi ve okuyucuları Paris sokaklarının meşhur olaylarında katılımcı olmalarına rağmen, sonrasında anlaşılabilen heyecanlı olaylar olarak sunmuştur. Carlyle'ın kurgusal biçemi destansı şiirin felsefi tezlerle birleşimi şeklindeydi. Geçen yüzyılda nadiren okunmuş ve atıfta bulunulmuştur.[49][50]
Thomas Macaulay, en bilinen eseri İkinci James'in Hükümdarlığından İtibaren İngiltere Tarihi'ni 1848'de yazdı.[51] Çalışmaları çınlayan düz yazısı ve emin, bazen dogmatik, Britanya tarihinin ilerlemeci yaklaşımına vurgularıyla bilinir. Bu yaklaşıma göre ülke hurafelerden, mutlakiyetten ve dengeli bir anayasa hazırlama bunalımından vazgeçmiş, inanç ve ifade özgürlüğü ile bütünleşmiş ileriye dönük bir kültüre sahiptir. İnsan ilerleyişinin bu modeli tarihin Whig yorumu olarak adlandırılır.
Onun mirası hakkında çeşitli tartışmalar vardır. Gertrude Himmelfarb, hakkında "Profesyonel tarihçilerin çoğu nicedir Maculay'ı okumayı bıraktılar, tarihi onun yazdığı gibi yazmayı ve düşündüğü gibi düşünmeyi bıraktıkları gibi" demiştir.[52] Ancak J. R. Western "Yaşı ve kusurlarına rağmen Maculay'ın İngiltere Tarihi hâlâ dönemin tam ölçekli modern tarihinin yerini tutmaktadır" yorumunda bulunmuştur.[53]
Başyapıtı olan Histoire de France (1855) (Fransa Tarihi)'da, Fransız tarihçi Jules Michelet, Rönesans'ı (Fransızcada "yeniden doğuş" demektir) Avrupa kültür tarihinde Orta Çağ'dan kopuşu ifade eden ve insanlığın ve onun dünyadaki yerinin yeni bir anlayışı niteliğinde bir terim olarak ilk kullanan kişi olmuştur.[54] Bu 19 ciltlik eser Şarlman'dan Fransız Devrimi'ne kadar olan dönemi kapsar.
Michelet tarihin odağını yöneticiler ve ülkelerin kurumlarından ilk kez sıradan insana kaydıranlardandır. Kendisini Orta Çağ'ın canlı bir tarihini yazmaya adamıştır ve bu çalışması hâlâ varolanların en canlısıdır. Elyazması ve basılı eserlere yönelik sorgulamaları çok zahmetle gerçekleştirilmiştir; ancak canlandırmacı hayal gücü ve güçlü dini ve siyasi önyargıları onun tüm olan bitenleri birincil kişi bakış açısıyla yorumlamasına neden olmuştur.
Hippolyte Taine Fransız doğalcılığı'nın en önemli kuramcılarından, toplumsal olguculuğun başlıca destekçilerinden ve Tarihselci eleştirinin ilk uygulayıcılarından biri olmuştur. Bu bağlamda Taine'nin belirli bir akademik alanı yoktur. Etkin bir tarihi güç olarak coğrafi, psikolojik ve toplumsal etmenlerin bileşimi anlamında "çevre" fikrinin yaratıcılarındandır. Onun için tarih araştırması doğa kanunlarının bulunması için bir uğraşıdır. Tarzının parlaklığıyla yazılarının kendi kuramlarının demode olmasının çok sonrasında bile döngü içerisinde kalmasını başarmıştır.[55]
Kültür ve sanat tarihi çalışmalarının kurucu babalarından biri İsviçreli tarihçi Jacob Burckhardt'tır.[56] Siegfried Giedion Burckhardt'ın kazanımlarını şöyle tanımlar: "Rönesan çağının büyük kaşifi, o bir dönemin bütünlüğü ile nasıl incelenmesi gerektiğini yalnızca tabloları, heykelleri ve mimarisi ile değil aynı zamanda gündelik yaşamının toplumsal kurumlarının da hesaba katılmasını sağlayarak ortaya koymuştur.[57] Burckhardt'ın en bilinen eseri İtalya'da Rönesans Uygarlığı'dır (1860).
En bilinen eseri İtalya'da Rönesans Uygarlığı 1860'ta basılmıştır ve İtalyan Rönesansı'nın 19. yüzyıldaki en etkili yorumudur ve hâlâ yaygın biçimde okunmaktadır. John Lukacs'a göre, belirli bir dönemin, insanın ve bölgenin ifade biçimini ve ruhunu tanımlamaya çalışan kültür tarihinin ilk ustasıdır. Tarihsel araştırmaya yönelik yenilikçi yaklaşımı sanatın ve onun paha biçilmez değerinin tarih araştırması için birincil önemini vurgulamıştır. 19. yüzyılın dar tarih kavramı olan "tarih geçmiş siyasalar ve şimdiki tarihin siyasetidir"in üzerine çıkabilmiş tarihçilerden biridir.[58]
19. yüzyılın ortalarında, araştırmacılar kurumsal değişimleri, özellikle anayasal hükûmetlerin gelişimini incelemişlerdir. William Stubbs'ın İngiltere'nin Anayasal Tarihi (3 cilt, 1874-78) bu gelişmekte olan alanda önemli bir etkiye sahiptir. Çalışma İngiliz anayasasının gelişimini Britanya'nın Töton İstilasından 1485'e kadar izlemiş ve İngiliz tarih öğreniminde önemli bir basamak oluşturmuştur.[59] Tarihin birliği ve devamlılığı ilkesinin antik ve modern tarih arasındaki farkları ortadan kaldırmaması gerektiğini savunmuştur. Antik tarih üzerine çalışmanın modern tarih çalışması için önemli bir hazırlık olduğuna inansa da ona göre ikisi de faydalı biçimde ayrı ayrı çalışılabilir. İyi bir paleograf, metin ve yazarlık eleştirmeni olmasının yanı sıra geniş bilgi birikimi ve kuvvetli hafızası onun yorumlama ve ifade konularında üstat olmasını sağlamıştır.[60]
Modern tarih çalışmalarına ve tarihyazımı yöntemlerine 19. yüzyıl Alman üniversitelerinde, özellikle de Göttingen Üniversitesinde öncülük edilmiştir. Leopold von Ranke bu açıdan esasiyel öneme sahiptir ve modern kaynak temelli tarihçiliğin kurucusu sayılır.[61][62] Caroline Hoefferle'e göre, “Ranke belki de tarih alanının 19. yüzyılın sonunda Avrupa'da ve Birleşik Devletler'de oluştuğu gibi şekillenmesindeki en önemli tarihçidir."[63]
Özellikle, seminer tarzı eğitimi sınıflarında benimsedi ve arşiv taraması ile tarihî belgelerin incelenmesine yoğunlaştı. 1824'teki ilk kitabından, 1494'ten 1514'e Latin ve Tötonik Kavimler Tarihi, başlayarak Ranke döneminin tarihçilerine kıyasla alışılmışın dışında kaynaklardan, "hatıratlar, günlükler, şahsi ve resmi tezkereler, hükûmet belgeleri, diplomatik yazılar ve birincil elden tanıklıklar" dahil geniş bir yelpazeden yararlanmıştır. Yüzyılın çoğunu kapsayan kariyeri boyunca Ranke, birincil kaynaklara dayanmak, hikâyeci anlatıma ve özellikle uluslararası siyasete (aussenpolitik) yaptığı vurgular gibi yenilikleriyle geç tarihyazımının standartlarının çoğunu belirlemiştir.[64] Kaynaklar sağlam olmalıdır; varsayımlar ve mantığa bürümeler olmamalıdır. Tarihi olduğu gibi yazmak onun amentüsüdür. Gerçekliği kanıtlanmış birincil kaynaklarda ısrarcı olmuştur.
Ranke ayrıca geleneksel olan ve her dönemi takip eden dönemden daha aşağı gören "erekbilimsel yaklaşımı" da reddetmiştir. Ranke'ye göre tarihçi her dönemi kendi koşullarında anlamlandırmalı ve sadece her döneme hayat veren genel düşünceleri aramalıdır. 1831'de Prusya hükûmetinin ısrarları üzerine dünyanın ilk tarih dergisi olan Historisch-Politische Zeitschrift'i yayınlamış ve yönetmiştir.
Bir başka önemli Alman düşünür Georg Wilhelm Friedrich Hegel'dir; tarih görüşü Ranke'ninkine taban tabana zıttır. Hegel'in kendi sözleriyle, "Dünya tarihi[ne dair felsefe kuramı] ruhun kendi özgür iradesine olan farkındalığının gelişmesini ve bu özgürlüğün tekrar tekrar kendini gerçekleştirmesini yansıtır."[65] Bu gerçekleştirme binlerce yıl gelişim mücadelesi veren çeşitli kültürlerin araştırılmasıyla ve bu özgürlüğün kendi içlerinden dışa vurulma yollarının anlaşılmasıyla görülebilir:
Dünya tarihi ruhun kendi içinde ne olduğu bilgisini öğrenme mücadelesinin kaydıdır. Doğulular ruhun ya da bireyin kendileri gibi özgür olduğunu bilmezlerdi. Ve bunu bilmediklerinden özgür de değildiler. Onlar sadece bir "Tek"in özgürlüğünü bilirlerdi... Özgürlük bilinci ilk kez Yunanlarda uyandı ve bu yüzden özgürdüler; ancak, Romalılar gibi, sadece "Bazı"larının, tüm bireylerin değil, özgür olduğunu biliyorlardı... Almanlar, Hıristiyanlığın yükselişiyle, "Tüm" insanların doğası itibarıyla özgür olduğunu ve özünde ruhun özgürlüğünü fark etti.[66]
Karl Marx tarihsel materyalizm kavramını tarihsel gelişim çalışmalarına soktu. Buna göre, ekonomik koşullar ve baskın üretim araçları toplumsal yapıyı belirlerdi. Ona göre Batı Avrupa'da materyal koşulların beş ardışık gelişimi tamamlanacaktır. İlk aşama ilkel komünizmdi, mülk ortak paylaşımdaydı ve "liderlik" kavramı yoktu. Bu yerini köle toplumuna bıraktı ve Sınıf ile Devlet oluştu. Feodalizm, ruhbanlıkla ortaklaşa işleyen aristokrasi ve Ulus devlet ile karakterize olmuştur. Kapitalizmi, kapitalistler (veya onların tüccar öncüleri) burjuva devrimi ile derebeylik düzenini yıkıp piyasa ekonomisini özel mülkiyet ve Parlamenter demokrasi ile kurmuştur. Marx sonrasında nihai proleter devrimi ile sosyalizmin kazanılmasını ve mülkiyetin komünal olarak kullanıldığı Komünizmin egemenliğini öngörmüştür.
Önceki tarihçiler yöneticilerin ve milletlerin yükseliş ve çöküşlerini döngüsel olarak incelemişlerdir. Tarihin ulusallaşması süreci 19. yüzyılda millî uyanışların bir parçası olarak "bir'in tarihi"nin genel evrensel tarihten geçmişin ulusun tarihi olarak inşa edilmesi olarak algılayıp anlayıp değerlendirerek ayrılmasıyla sonuçlanmıştır.[67] 19. yüzyılda yeni bir disiplin, sosyoloji, ortaya çıkmış ve bu bakış açılarını daha geniş ölçekte ele alıp incelemiştir.
Whig tarihi terimi, Herbert Butterfield tarafından 1931 yılında Tarihin Whig Yorumu adlı kısa kitabında ilk kez kullanıldığı şekliyle, tarihyazımının geçmişin daha büyük aydınlanmalara ve özgürlüklere doğru kaçınılmaz gelişiminin, liberal demokrasi ve anayasal monarşinin modern şekillerinde sonuçlanacağı yaklaşımını ifade eder. Genel olarak Whig tarihçiler anayasal hükûmet, bireysel özgürlükler ve bilimsel ilerleme düşüncelerinin yükselişini savundular. Terim Britanya tarihi dışında (örneğin bilim tarihi) diğer tarih dallarına her türlü erkbilimsel (ya da hedef amaçlı), kahraman temelli ve dönem tarihçiliği anlatılarına tepki olarak geniş biçimde uygulanmıştır.[68]
Paul Rapin de Thoyras'ın İngiltere Tarihi (1723), 18. yüzyılın ilk yarısı için "klasik bir whig tarihi" olmuştur.[69] Daha sonra geniş kitlelerce okunacak olan David Hume'un İngiltere Tarihi'nin gölgesinde kalacaktır. Whig tarihçileri 1688 yılındaki Muhteşem Devrim'in kazanımlarını vurgulamışlardır. Bunlar James Mackintosh'un İngiltere'de 1688 Devriminin Tarihi, William Blackstone'un İngiliz Kanunları Üzerine Yorumlar'ı ve Henry Hallam'ın İngiltere'nin Anayasal Tarihi'dir.[70]
"Whigcilik"in en meşhur kişisi Thomas Babington Macaulay'dı, İkinci James'in Hükümdarlığından itibaren İngiltere Tarihi'nin 1848'de ilk cildini yayımlamıştı. Hızlı bir başarı gösterdi ve Hume'un tarihini geride bırakarak yeni bir otorite hâline geldi.[71] Onun 'Whig kanaatleri' ilk bölümde şöyle dillendiriliyor:
Bu mutabakat I. Dünya Savaşından sonra Avrupa tarihinin yeniden şekillenmesi sürecinde devamlı baltalanmıştır ve Butterfield'ın eleştirileri bu eğilimi kanıtlar niteliktedir. Düşünürler artık dünyanın sürekli daha iyiye yol aldığına inanmıyorlardı. Yeni akademik nesiller de benzer şekilde Whig tarihini geçmişi bugünün koşullarına yakınsayarak yorumladıkları ve tarihin bir çeşit emele doğru ilerlediği yönündeki nedenselci açıklamaları nedeniyle reddetmişlerdir.[72] Diğerleri "Whig" varsayımlarını Britanya sistemini siyasi ilerlemenin zirvesi olarak gördükleri, geçmiş siyasilerin de bugünkü politik düşünceleri paylaştıklarını farz ettikleri (anakronizm), Britanya tarihini kaçınılmaz sonuçları ile bir ilerici yürüyüş olarak kabul ettikleri ve siyasi ilerlemenin sebepleri ya da acımasızlığı nedeniyle ilerleyen ve onun kaçınılmaz zaferine engel olmaya çalışan eskinin politik figürlerini kahramanca gösterdikleri için eleştirmişlerdir. J. Hart der ki "[Tarihin] Whig yorumu, bir kahramanlık ve acımasızlık hikâyesi olmalıdır."[73]
Fransız Annales Okulu, 20. yüzyılda Fransa'da tarih çalışmalarının odağını diplomatik ve siyasi konulardan uzun dönemli toplumsal tarihe yönelterek kökten değiştirdi. Okul nicellemeyi ve coğrafi konuma özel önem vermeyi esas almıştır.[74][75]
Annales d'histoire économique et sociale dergisi (Toplumsal ve İktisadi Tarih Yıllığı) Marc Bloch ve Lucien Febvre tarafından 1929 yılında Strazburg'da kuruldu. Bu yazarlar, ilki Orta Çağ ve diğeri Yeni Çağ tarihçisi, hızla özgün Annales yaklaşımıyla özdeşleşmişlerdir. Bu yaklaşım coğrafya, tarih ve Année Sociologique (çoğu üyesi Strasbourg'dan çalışma arkadaşıdır) yaklaşımını birleştirerek Febvre tarafından "Les Sorbonnistes" (Sorbonnecular) olarak adlandırılan pek çok 19. ve 20. yüzyıl tarihçisince öncülüğü yapılan siyaset, diplomasi ve savaş konularına eğilen yaklaşımı reddetmektedir. Buna karşılık olaylar ve siyasi değişimler üzerine uzun dönem tarihsel yapıları (la longue durée uzun dönem) incelemek amaçlı yaklaşımı başlatmışlardır.[76] Coğrafya, maddi kültür ve sonraki Annalcıların deyimiyle mentalités (zihniyet) ya da dönemin psikolojisi de önemli çalışma alanlarıdır. Annales okulunun amacı Sorbonncuların yaptıklarını geri almaktı; Fransız tarihçileri dar siyasi ve diplomatik olandan yeni toplumsal ve iktisadi manzaralara döndürmek.[77]
Bu okulun seçkin üyelerinden biri, Georges Duby, tarih yaklaşımını
duygusallığı bir kenara bırakan ve olayların basit dökümünü sunmaya isteksiz, ama tersine sorular sormaya ve onları çözmeye çabalayan ve yüzeysel engelleri umursamadan uzun ve orta dönemli iktisadi, toplumsal ve uygarlık evrimini gözlemlemek.
olarak açıklamıştır. Annalcılar, özellikle Lucien Febvre, histoire totale veya histoire tout court, toplam ya da "sözün özü" tarzıyla tarih sorularının çözülmesini savunmuştur.
Okulun ikinci devresi Fernand Braudel tarafından başlatılmıştır ve 1960'lar ve 1970'ler boyunca etkili olmuş, özellikle II. Felipe zamanında Akdeniz bölgesini incelediği çalışmasıyla ünlenmiştir. Braudel, çoğunlukla Annalcılarla özdeşleşmiş olan, tarihsel zamanın farklı durumlarını konu alan tarihsel coğrafya, toplumsal, siyasi ve iktisadi tarih yapılarının (la longue durée) ve insanın ve olayların tarihini kendi yapıları ve bağlamı içinde değerlendiren l'histoire quasi immobile (durağan tarih) düşüncesini geliştirmiştir. Onun "longue durée" yaklaşımı, mekanın, iklimin ve teknolojinin geçmişte insanların üzerindeki yavaş ve genellikle hissedilemeyen etkisini vurgulamaktadır. Annales tarihçileri, iki dünya savaşı ve Fransa'daki sayısız siyasi çalkantıdan sonra, çoklu kopuşların ve devamsızlıkların tarihi yarattığı düşüncesinden soğudular. Süredurum ve logue durée'yi öncelemeyi tercih ettiler. Uzun dönem etmenler olarak coğrafya, iklim ve nüfus dikkate alındı. Derinlikli yapıların devamlılığının tarihe olan önemine inandılar ve toplum yaşantısının üst yapısındaki ve kurumlardaki dalgalanmaların önemsiz olduğunu, tarihin bilinçli kişilerin, özellikle de devrimcilerin iradesinin çok ötesinde olduğunu düşündüler.[78]
1968 yılında Avrupa'daki ve özellikle Fransa'daki siyasi çalkantıları göz önünde bulundurarak, Eric Hobsbawm "Fransa'da Braudelci ve Annales yaklaşımların sanal egemenliği 1968'den sonra sona erdi ve derginin uluslararası etkisi aniden kesildi." yorumunda bulunmuştur.[79] Okuldan çeşitli kopmalar gerçekleşti. Akademisyenler farklı taraflara dağıldı; dünyanın farklı bölgelerinin ve farklı dönemlerinin toplumsal, iktisadi ve kültürel tarihini kopuk kopuk tamamlamaya çalıştılar. Kriz zamanlarında okul, geniş bir yayın ve araştırma ağı oluşturarak Fransa ve Avrupa ötesine ulaşıyor, dünyayı kaplıyordu. Ana güç Paris'ten yayılıyor, ancak çok az yeni düşünce geri dönüyordu. İlginin çoğu niceliksel veriye, toplumsal tarihin sorunlarını çözecek anahtar olarak görülen yaklaşıma adanmıştır.[80] Ancak okul, iktisadi, siyasi ve nüfus araştırmalarını şekillendiren ABD ve Britanya'daki niceliksel gelişmeleri görmezden gelmiştir.[81]
Marksist tarihyazımı Marksist düşüncenin ana öğretileri etkisinde gelişmiş olan, toplumsal sınıfların ve iktisadi sebeplerin temelinde tarihî olayları inceleyen bir okuldur. Friedrich Engels Almanya'da Köylü Savaşı kitabını yazmış, Erken Protestan Almanya'da oluşmakta olan kapitalist sınıflar açısından toplumsal mücadeleyi irdelemiştir. Her ne kadar arşiv belgelerinin incelenmesi konusunda büyük eksiklikleri olsa da eser, aşağıdan tarih ve sınıf incelemesi konularında ilk çalışma niteliğinde olup diyalektik analiz kullanılmaya çalışılmıştır. Engels'in bir diğer çalışması, 1844 İngiltere'sinde İşçi Sınıfının Durumu Britanya siyasetinde sosyalist bir itici güç oluşmasında etkili olmuştur (örneğin Fabian Derneği).
R. H. Tawney bu gelenek çerçevesinde çalışan ilk tarihçidir. On Altıncı Yüzyılda Tarımsal Sorunlar (1912)[82] ve Din ve Kapitalizmin Yükselişi (1926), etik konulara olan ilgisini ve iktisadi tarihle meşguliyetini yansıtmaktadır. On altı ve on yedinci yüzyılda İngiltere kırsalında toprağın çitlenmesi meselesiyle derinden ilgilenmiş ve Max Weber'in kapitalizmin yükselişi ve Protestanlığın ortaya çıkışı ilişkisi üzerine tezine yoğunlaşmıştır. İngiltere'de İç Savaştan önceki yüzyılda seçkinler tabakasının yükselişine dair düşüncesi "seçkinler fırtınası"nı kışkırtmış ve Hugh Trevor-Roper ve John Cooper tarafından yöntemleri acımasızca eleştirilmiştir.
Büyük Britanya Komünist Partisindeki (CPGB) tarihçiler camiası 1946'da Britanya Marksist tarihçiliğinin en etkili topluluğunu oluşturmuş ve Aşağıdan Tarih ve erken kapitalist toplumda sınıf yapısı düşüncesine katkıda bulunmuşlardır. Grubun bazı üyeleri (özellikle Christopher Hill ve E. P. Thompson) CPGB'yi Macar Devrimi'nden sonra terk etmiş, İngiliz Marksist tarihçiliğinin ortak noktalarına sadık kalarak çalışmışlardır. Bu tarihçiler tarihte öznel determinasyona özel yer ayırmışlardır.
Christopher Hill'in 17. yüzyıl İngiliz tarihine dair çalışmaları pek çok kesim tarafından tanınmış ve kendi okulunun temsilcisi olarak kabul edilmiştir.[83] Kitapları arasında Püritenlik ve Devrim (1958), İngiliz Devriminin Fikri Temelleri (1965 ve 1996'da gözden geçirilmiş hâli), Devrim Asrı (1961), 17. Yüzyıl İngiltere'sinde Deccal (1971), Tersine Dünya (1972) ve daha fazlası bulunmaktadır.
E. P. Thompson 1963'te yayımlanmış olan İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu adlı eserinde Aşağıdan Tarih çalışmalarının öncülüğünü yapmıştır. Eser geç 18. yüzyıl ve erken 19. yüzyıl dünyasının ilk işçi sınıfı solunun unutulmuş tarihine dairdir. Kitabın ön sözünde Thompson kitabı yazarken dayandığı yaklaşımı şöyle ifade eder:
Thompson'ın çalışması onun "sınıf" kavramını tanımlaması bakımından da ayrıca önemliydi. Sınıfın bir yapı değil zamanla değişen bir ilişki olduğunu savundu. İşçi tarihçiliği için yeni bir neslin öncüsü oldu; Amerikan işçi sınıfı üzerine benzer çalışmalar yapmış olan David Montgomery ve Herbert Gutman gibi.
Diğer önemli Marksist tarihçiler arasında Eric Hobsbawm, C. L. R. James, Raphael Samuel, A. L. Morton ve Brian Pearce belirtilmelidir.
Marksist tarihçilik işçi sınıfı, bastırılmış uluslar ve Aşağıdan Tarih yöntemine önemli katkılar yapmış olsa da yaklaşımın başlıca sorunu tarihin doğasının belirlenmiş ya da diyalektik olarak kabul edilmesidir; bu aynı zamanda sonuçların tespitinde öznel ve nesnel etkenlerin görece etkisi olarak da ifade edilebilir. Yaklaşım 1960'lar ve 1970'lerde önemli ölçüde ilgi kaybetti. Geoffrey Elton Marksist tarihyazımı için felaket bir durum doğurdu; Elton Marksizmin bozuk bir tarih yorumu sergilediğini savundu. Özellikle Elton, İngiliz İç Savaşı'na 16. ve 17. yüzyıldaki sosyoekonomik değişimlerin neden olduğu görüşüne karşı çıktı; Savaş'a Stuart Hanedanı krallarının başarısız yönetiminin yol açtığını iddia etti.[84]
İkinci Dünya Savaşı ile ilgili Addison, 1990'lar Britanya'sında, işçi tarihçiliğinin büyük düşüşte olduğunu şöyle ifade eder:
Sovyet tarihyazımı, Sovyetler Birliğindeki (SSCB) tarihçilerin tarih çalışmaları metodolojisidir. SSCB'de tarih çalışmaları, Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin dayattığı sınırlamalar çerçevesinde yapılmaktaydı. "Sovyet tarihyazımı" konusunun kendisi de modern çalışmaların başlı başına bir konusudur.
Teorik yaklaşımlar
George M. Enteen, Sovyet tarihyazımı çalışmasına yönelik iki yaklaşım belirlemiştir. Bunlardan biri Batı'nın Sovyetler Birliği'ni, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi tarafından kontrol edilen totaliter bir toplum olarak değerlendirdiği analizle özdeşleşmiş totaliter bir yaklaşım. Bu ekole göre "huzursuzluk işaretleri nadiren yukarıdan gelen emirlerin yanlış okuması olarak temsil edilir."[86]363 Enteen'e göre Sovyet tarihyazımı üzerine diğer ekol, "alandaki baskın güçlere aykırı olarak tarihçilerin aldığı önemli inisiyatif"e dikkat çeken sosyal tarih ekolüdür.[86]363
Markwick'e göre, öncelleri 1920'ler ve 1930'larda olan çok sayıda savaş sonrası tarihyazımı hareketi mevcuttur. Şaşırtıcı olarak bunlar kültür ve psikoloji odaklı tarihlerdir. Geç 1920'lerde Stalinistler tarihe bireysel yaklaşımı sınırlamaya başladılar. Bu süreç Sovyet Komünist Partisi "Kısa" Tarihi'nin (1938) yayınlanmasıyla zirveye ulaşmıştır.[87] Bu piatichlenka veya bayağı materyal diyalektike göre tarihin beş kabuledilebilir anının, - ilkel komünizm, kölelik, derebeylik, kapitalizm ve sosyalizm, - kristalize olmasıdır.[88]284 Kısa tarihin yayınlanmasından sonra 14 Kasım 1938'de Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi özel bir bildiri yayınlayarak kitap ve "Tüm Rusya Komünist Partisi'nin (Bolşevikler) ve Marksizm-Lenizmin temel tarihsel konularında başka keyfi yoruma izin vermeksizin Merkez Komitesi'nin resmi ve onaylı yorumunu" içeren "Diyalektik ve tarihsel materyalizm" bölümünün "Marksizm-Leninizm alanının felsefi bilgi ansiklopedisi" olduğunu duyurmuştur.[89]
Stalinist tarihin zaferi empoze edilse de farklı tarih tarzları oluşmaya başlamıştır. Bunlar B. A. Romanov'un Antik Rus'ta Halk ve Ahlak (1947) ve Zhdanovshchina'nın zirvesinde bir mentalités çalışması içerir. Ancak Komünist Parti'nin 20. Kongresi'ne kadar, Stalinist dayatmadan kurtulan farklı tarih ekolleri oluşmamıştır. İlk olarak, Stalinist diyalektik materyalizme etkin sadakatte bir karşı çıkış olarak Leninist materyalizm içinde "yeni bir yön" oluştu. Sonrasında Leninist psikoloji okumasıyla oluşan bir psikolojik tarih bunu takip etti. "Kültürolojik" bir yönelim de ayrıca bu dönemde oluşmuştur.[88]284–285
Biyografi, Plutarch'ın büyük Romalı ve Yunan yöneticilerin paralel yaşamlarını yazdığı günlerden beri tarihyazımının önemli tarzlarından biri olmuştur. Özellikle akademik olmayan tarihçilerin ve önemli kişilerin eşlerinin ve çocuklarının, sahip oldukları eşsiz mektup ve belge hazinesi sayesinde, ilgi duydukları bir alandır. Akademik tarihçilerse biyografiyi geniş toplumsal, kültürel, siyasi ve iktisadi odaklara çok az yer verdiği ve belki de popüler psikolojiyi çok fazla önemsediği gerekçesiyle önemsememektedir. Britanya'daki "Büyük Adam" geleneği Dictionary of National Biography (Ulusal Biyografi Sözlüğü; 1882'de başlamış ve yeni baskıları güncellenerek 1970'e dek sürmüştür) külliyatına kaynaklık etmiş, yeni hâli Oxford Dictionary of National Biography (Oxford Ulusal Biyografi Sözlüğü) olarak bugüne kadar gelmiştir. Birleşik Devletler'de, Dictionary of American Biography (Amerikan Biyografi Sözlüğü) geç 1920'lerde planlanmış ve 1980'lere dek çeşitli eklentilerle basılmaya devam etmiştir. Şimdilerde American National Biography (Amerikan Ulusal Biyografisi) olarak değiştirilmiş ve Büyük Şahsiyetler hakkında daha doğru bilgiler veren küçük tarih ansiklopedileri de basılmıştır. Kitapçılar, postyapısalcı, kültürel, ırksal veya cinsiyet tarihi çalışmalarına dayanan azınlık monografilerinden daha fazla satan biyografiler üzerine büyüyen bir iş dünyası inşa etmişlerdir. Michael Holroyd geçen kırk yıl için "biyografinin altın çağı olarak değerlendirilebilir" demiş; ancak yine de biyografiyi "tarihin sığlaşan sonu" olarak adlandırmıştır. Nicolas Barker bu konuda "daha ve daha fazla biyografi daha geniş bir okuyucu kitlesi aramakta" iddiasında bulunmuştur, biyografilerin "çağımızın ruhunu yansıttığı" fikrini savunduğu gibi.[90]
Marksist tarihçi E. H. Carr 1961 yılında çıkardığı ve mesele üzerinde yazılmış en iyi eser olarak kabul edilen kitabı Tarih Nedir? ile tartışmalı bir tarih kuramı geliştirdi.[91] Deneysel ya da Rankeci tarih yaklaşımı ile R. G. Collingwood'un idealizmi arasında orta yollu bir duruş sergilemiş ve deneyci görüşü tarihçinin işini "gerçekleri" toplu olarak emri altında bulundurmak olarak gördüğü ve saçma bulduğu için reddetmiştir. O, tarihçinin kullanmaya karar verdiği "gerçeği" mevcut olan geniş bilgi havuzundan seçtiği görüşünü savunmuştur. Carr'ın meşhur örneğinde olduğu gibi, milyonlarca insan Rubicon Nehri'ni geçmiştir, ancak tarihçiler yalnızca Jül Sezar'ın MÖ 49'daki geçişini kayda değer bulmaktadır.[92][93] Bu nedenle, Carr, Leopold von Ranke'nin bilinen wie es eigentlich gewesen (gerçekte ne olduğunu göster) sözünün yanlış olduğunu çünkü bununla tarihçinin hangi "geçmiş gerçeklikleri" "tarihî gerçekliklere" dönüştürmeyi seçtiği değil "gerçeklerin" tarihçinin yazdıklarını etkilediği varsayılmıştır.[94] Aynı zamanda Carr gerçekleri araştırmanın tarihçinin düşüncelerini değiştirebileceğini ifade etmiştir. Böylece Carr tarihin "geçmiş ve gelecek arasında bitmeyen bir diyalog" olduğunu söylemiştir.[92][95]
Bazı eleştirmenler Carr'ın tarihe determinist bir bakış açısı olduğu iddiasında bulunmuştur.[96] Diğerleri bu "determinist" ifadesinin kullanımını değiştirdi ya da reddetti.[97] Talih ve tesadüfün tarihin akışı üzerinde etkili olduğunu düşünen tarihçilere karşı hasmane bir tavır takınmıştır. Carr'ın görüşüne göre hiçbir birey yaşadığı toplumsal çevrede tamamen özgür değildir, ancak bu sınırlamalara karşı savaşmaktadır. Tarih üzerinde aldıkları kararlar etkili olacak kişiler için bir pay, ama çok küçük bir pay vardır. Carr kesin bir şekilde tarihin sanat değil bir sosyal bilim olduğunu savunmuştur,[98] çünkü tarihçiler de bilimadamları gibi araştırmacının konusunu anlamasını kolaylaştıracak genellemeler aramaktadır.[98][99]
Carr'ı en samimi eleştirenlerden biri olan Hugh Trevor-Roper Carr'ın tarihin "olsaydıları"nı reddini onun tarihsel nedenselciliğin araştırılmasına yönelik temel eksikliği olarak yorumlamıştır.[100] Trevor-Roper tarihin olası ihtimallerini araştırmanın oyun oynamaktan öte tarihçinin temel işlerinden biri olduğunu iddia etmiş,[101] bir dönemi anlamak için tarihçinin belirli bir durumun tüm olası sonuçlarını gözönünde bulundurması gerektiğini belirtmiştir.
Tartışma Sir Geoffrey Elton'ı Tarihin Pratiği (1967) adlı kitabını yazmaya sevk etmiştir. Elton, Carr'ı "tarihî gerçekler" ve "geçmişin gerçekleri" arasında yaptığı "saçma" ayrımı eleştirmiş, bunun "...hem geçmişe hem de onu çalışan tarihçinin yerine aşırı derecede küstahça" bir yaklaşım olduğunu savunmuştur.[102] Aksine Elton geleneksel tarih yöntemlerini sıkı sıkıya savundu; ancak sonrasında postmodernizmin yarattığı açıklıklar onu sarstı.[103] Elton tarihçinin görevini kanıtları deneyci biçimde derlemek ve kanıtların ne demek istediğini nesnel olarak irdelemek olarak görmüştür. Bir gelenekselci olarak soyut, kişisiz güçlerin yerine bireylerin tarihe olan etkisine büyük önem vermiştir. Elton siyaset tarihini tarihin en üst türü olarak görmüştür. Elton tarihi, mitler yaratmak için, geçmişi açıklayacak yasalar üretmek ya da Marksizm gibi kuramlar kurmak amacıyla kullanmamıştır.
Birleşik Devletler'deki tarihyazımında 20. yüzyılda bir dizi büyük yaklaşım doğmuştur. 2009-2012 arasında, Birleşik Devletler'de her yıl ortalama 16.000 yeni akademik tarih kitabı basılmıştır.[104]
1910'dan 1940'a kadar "İlerlemeci" tarihyazımı, özellikle siyasi çalışmalarda, baskındı. Yaklaşım, Amerikan tarihinde sınıf çatışmasının merkezi önemini vurgulamıştır. Önemli liderleri Vernon L. Parrington, Carl L. Becker, Arthur M. Schlesinger, Sr., John Hicks ve C. Vann Woodward'dır.[105] Hareket Curtis Nettels, William Hesseltine, Merle Curti, Howard K. Beale, Merrill Jensen, Fred Harvey Harrington (sonrasında üniversite rektörü oldu), William Appleman Williams ve misafir yüksek lisans öğrencileri ile Wisconsin Üniversitesi Tarih Bölümünde güçlü bir temel inşa etti.[106] Aralarından Charles A. Beard, kendi "Beardcı" yaklaşımıyla hem tarihçilere hem de halka ulaşabilmiş göz önünde bir temsilci olmuştur.[107]
İç Savaş'ı irdelerken, Charles ve Mary Beard milliyetçiliği, birlikçiliği, eyaletler hukukunu, köleliği, savaşan askerlerin güdülerini ve lağvını incelemeyi gereksiz buldular. Bunun yerine, savaş için:
Arthur Schlesinger, Jr. Jackson Çağı'nı (1945), bu yaklaşımın son büyük yapıtlarından birini yazmıştır. Schlesinger, Jackson'ı Second Bank of the United States'e yaptığı başarılı saldırıları sonucu bir kahraman olarak yansıtmıştır. Kendi düşüncesi yeterince açıktı: "Tipik olarak kişisel ve sınıfsal, nadiren toplumsal, düşüncelerle hareket etmiş olan iş cemiyeti ulusal meseleleri değişmeyecek biçimde krize soktu ve halkın geri kalanını kızdırıp rahatsızlığa sürükleyerek devrimin eşiğine getirmiştir."[109]
Uzlaşımcı tarih temel olarak Amerikan değerlerinin birliğini savunur ve çatışmaları göz ardı ederek yüzeyselleştirir. Özellikle 1950'ler ve 1960'larda ilgi görmüştür. Richard Hofstadter, Louis Hartz, Daniel Boorstin, Allan Nevins, Clinton Rossiter, Edmund Morgan ve David M. Potter önde gelen isimlerdir.[110][111] 1948'de Hofstadter Amerikan siyaset geleneğinin uzlaşmacı modeli üzerine çarpıcı bir açıklama yapmıştır:
Uzlaşımcı tarih, 1960'ların köktenci genç nesil tarihçilerin toplandığı Yeni Sol düşünürlerince reddedilmiştir. Onlara göre çatışma esastır ve sınıf, ırk ve cinsiyet rolleri merkezi öneme sahiptir. Muhalif olmak, azınlıkların deneyimleri ve ezilen sınıflar Yeni Sol tarihçilerinin oluşturduğu tarih anlatısının odağıdır.[113][114][115]
Toplumsal tarih, diğer adıyla yeni toplumsal tarih, tarihteki sıradan insanların deneyimlerini araştıran geniş bir daldır.[116] "Altın Çağı"nda, 1960'lar ve 1970'lerde büyüyen bir alandı; hâlen tarih bölümlerinin prestijli kürsülerindendir. Ancak, 1980'den sonra "kültürel dönüş" yeni nesli farklı konulara yönlendirdi. 1975'ten 1995'e, Amerikan üniversitelerindeki toplumsal tarihle ilgilenen tarih profesörlerinin oranı %31'den %41'e yükselirken siyasi tarihle ilgilenenlerin oranı %40'tan %30'a düşmüştür.[117] Bu büyüme sosyal bilimler, bilgisayar, istatistik, bireysel sayım gibi yeni veri kaynakları ve Newberry Library ve Michigan Üniversitesi'ndeki yaz çalışmaları programlarının etkisiyle olmuştur. Yeni Siyaset Tarihi toplumsal tarih yöntemlerinin siyasete uygulanmış hâli olarak odağını siyasiler ve yasalardan seçmenlere ve seçimlere kaydırmış bir yaklaşımdır.[118][119]
1980'ler ve 1990'ların "kültürel dönüş"ü tarihin pek çok alanından araştırmacıyı etkiledi.[120] Özellikle antropolojiden esinlenerek yöneticiler, sıradan insanlar ve bilinen olaylardan toplumun değişen değerlerini yansıtmada dilin ve kültürel sembollerin kullanımına yönelmişlerdir.[121]
Britanyalı tarihçi Peter Burke, kültür çalışmalarının sayısız yan ürünü olduğunu veya güçlü biçimde etkilendiği tartışmalı konuların varlığını vurgulamıştır. En önemli alanları cinsiyet çalışmaları, postkolonyalizm, anı çalışmaları ve film çalışmaları'dır.[122]
Diplomasi tarihçisi Melvyn P. Leffler "kültürel dönüş" hakkında kültür kavramının çok geniş olduğunu ve geniş yorumlara imkân vereceğini bir sorun olarak belirtmiş, bunu da:
Anı çalışmaları milletlerin, toplumsal kesimlerin (ve tarihçilerin) mevcut değer ve inançları hakkında düşünce belirtmek amacıyla ana özellikleri yüceltmek veya küçümsemek için nasıl geçmişe dair anılarını seçip kurguladıklarını çalışan yeni bir alandır. Tarihçiler geçmiş anıların şekillenmesinde popüler tarih kitaplarında ve ders kitaplarında yayılmış olan çalışmaları neticesinde önemli bir rol oynadılar.[124] Fransız sosyolog Maurice Halbwachs, bu alandaki çalışmaları La mémoire collective (Kollektif Hafıza; Paris: 1950) ile başlatmıştır.[125]
Çoğu tarihçi anının nasıl kurgulandığını, bellendiğini ve çarpıtıldığını çalışmaktadır. Ayrıca efsanelerin nasıl yaratıldığını da incelemektedirler.[126][127] Örneğin, II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan mezalim hakkında, özellikle Avrupa'daki Holokost ve Asya'daki Japonların tutumu, sayısız anı çalışması vardır.[128][129] Britanyalı tarihçi Heather Jones, I. Dünya Savaşı tarihyazımı hakkında kültürel dönüş sayesinde yeni bir canlanma olduğunu savunmuştur. Bilim insanları askeri işgaller, siyasilerin köktenleşmesi, ırk ve erkek bedeni konularında pek çok yeni soru geliştirdiler.[130]
"Dynamics of Memory and Identity in Contemporary Europe" (Günümüz Avrupa'sında Anı ve Kimliğin Dinamikleri) [131] çağdaş çalışmaların temsilcisi niteliğinde bir derlemedir. SAGE yayıncılık 2008'den beri Memory Studies (Anı Çalışmaları) adlı akdemik dergiyi yayınlamakta, aynı isimli kitap serisi ise Palgrave Macmillian tarafından 2010'dan beri her yıl 5-10 başlıkla çıkmaktadır.[132]
İnsanlık tarihi, ayrı bir tarih dalı olarak 1980'lerde oluşmaya başladı. İnsanlık tarihi küresel bir bakış açısıyla yaklaşmayı ve tüm kültürler arasında yaygın olan kültür örüntülerine odaklanmayı amaçlamaktadır. Bu alanın temel tematik yaklaşımı şu iki odak noktasını incelemek üzerinedir: senkretizm (nasıl insanlık tarihinin akışı tüm insanlığı bir araya getirmiştir?) ve farklılık (nasıl insanlık tarihi insanlar arasındaki farklılığı ortaya çıkarmıştır?)
Arnold J. Toynbee'nin on ciltlik A Study of History (Tarih Bilinci) eseri (1933-1954) gelişmekte olan saha için önemli bir etkiye sahiptir.26 ayrı uygarlık üzerinde karşılaştırmalı konu analizi yapmış ve bunların doğuş, büyüme ve çöküş dönemleri arasında çarpıcı benzerlikler bulunduğunu ortaya koymuştur.[133] Bu uygarlıkların her birine hepsinin geçtiği aşamaları belirleyerek evrensel bir model uygulamıştır: doğuş, büyüme, çalkantılar, evrensel yönetim ve dağılma. Sayısız yazısı, makaleleri, konuşmaları ve sunumlarıyla, ayrıca pek çok farklı dile çevrilmiş kitaplarıyla Toynbee belki de 1940'lar ve 1950'lerde dünyanın en çok okunan ve tartışılan araştırmacısıydı. Lakin Toynbee'nin çalışmaları 1960'larda, eserlerinin çoğuna nüfuz eden dini ve ruhani hava nedeniyle hem toplum kesiminden hem de akademik çevrelerden sahip olduğu ilgiyi kaybetti. Son yıllarda çalışmaları nadiren okunmakta ve atıf yapılmaktadır.[134]
Chicago tarihçisi William H. McNeill The Rise of the West (Batı'nın Yükselişi) adlı eserini (1965) Toynbee'nin çalışmaları üzerine koyarak Avrasya'nın ayrı uygarlıklarının nasıl tarihin başlangıcından beri birbirleriyle iletişime geçerek, birbirlerinden önemli yetenekleri devşirerek ve böylece geleneksel olanla gerekli bilgi ve beceriyi birbirlerine denk kılmak için değişimi hızlandırdıklarını göstermek için yazmıştır. Sonrasında geçen 500 yıl içinde Batı uygarlığının diğer kültürler üzerine olan belirgin etkisini anlatır. McNeill, küresel çaplı insan ilişkilerini esas alan bir yaklaşım sergilemiştir. Bu ilişkiler günümüze yaklaştıkça daha fazla, daha devamlı ve sürdürülebilir olmuştur. 1500 öncesinde, kültürler arası iletişim ağı Avrasya'yla sınırlıydı. Bu iletişim alanları için kullanılan ifade bir tarihçiden diğerine değişmekte, "dünya sistemi"nden "ecumene"e farklı adlar almaktadır. McNeill'in kültürel kaynaşmalara dair düşünceleri tarih kuramı üzerinde büyük etkiye sahiptir.[135]
Akademik tarihçilerin fikir alışverişinde bulundukları ve yeni bulunan bilgileri yayımladıkları bir mecra olan tarih araştırmalarına dair dergiler 19. yüzyılda ortaya çıktı. İlk dergiler fen bilimlerine ait dergilere benzerlik göstermekteydi ve tarihin daha profesyonel hâle getirilmesi için yayımlanmaya başlanmıştı. Dergiler ayrıca tarihçilerin farklı tarihyazımı yaklaşımlarını tanımalarına da olanak sağlıyordu. Bunların en bilinen örneği Fransa'daki Annales Okulu'nun bir yayını olan Annales. Économies. Sociétés. Civilisations'dı. Günümüz dergileri tipik olarak bir veya daha fazla editör, editör yardımcıları, yazı kurulu ve makaleleri güvenilirlik değerlendirmesine tabi tutulmuş olan akademisyenler topluluğundan oluşmaktadır. Editörler, tanınmış araştırmacılara 500 ile 1000 sözcük arasında değişen eleştiri yazıları yazmaları için kitaplar gönderirler. İnceleme ve yayımlama süreci aylar sürebilir. Saygın bir dergide (gönderilen makalelerin %10 veya daha azını yayımlayan) makale yayımlatmak bir araştırmacının kariyeri için bulunmaz bir nimettir. Bu yayın, yazarın akademik camianın erbabı olduğunu gösterir. Sayfa başı ücret ve fiyatlandırma tarih yayınları için nadirdir. Dergiler üniversitelerce, tarih cemiyetlerince, akademik derneklerce desteklenmekte ya da kütüphaneler ve akademisyenlerin ödedikleri abonelik ücretleri sayesinde mali imkân sağlamaktadırlar. Çevrimiçi sürümlerinin genel abonelik ile akademik kurumlara ulaştırıldığı kütüphane ağları artarak yaygınlaşmaktadır. Çoğu kütüphane, belirli makalelere erişim sağlayan kütüphanelerarası ödünç alma sistemine bağlıdır.[136]
Lawrence Stone'a göre anlatı, tarihçiler tarafından geleneksel olarak kullanılagelmiş bir retorik araçtır. 1979'da, Toplumsal Tarih çalışmaları sosyal bilimlere özgü bir araştırma modeli arayışındayken Stone, anlatı yöntemine yaklaşmıştır. Stone anlatıyı şöyle tarif etmiştir: kronolojik olarak kurulur, tek bir tutarlı olaya odaklanır, analitik değil tanımlayıcıdır, soyut koşullarla değil insanlarla ilgilenir, tümel ve istatistiksel olanla değil belirli ve özgün olanla uğraşır. Anlatı üzerine bir eserinde: "Şimdilerde daha ve daha fazla 'yeni tarihçi' eski insanların kafalarının içinde neler olup bittiğini keşfetmeye çalışıyor, geçmişte yaşamanın nasıl olduğu ve anlatının kullanımına uzanan kaçınılmaz sorularla."[144]
Tarihçiler sosyal bilim yaklaşımına bağlandılar ancak anlatının sığlığını, analiz yerine hikâyenin yeğlenmesini ve istatistiksel olarak doğrulanmış deneysel ilkeler yerine akılcı örnekler sunmasını eleştirdiler.[145]
Tarihyazımının belli başlı araştırma konuları şunlardır:
Bir tarihçinin tarihi olaylara nasıl yaklaşacağı tarihyazımındaki önemli kararlardan biridir. Tarihçilerce kabul edildiği üzere, olaylardaki adlar, tarihler ve mekanlarla ilgilenen tekil tarihi gerçeklikler önemsizdir. Bu tarihî gerçeklikler ancak diğer tarihî gerçekliklerle birleştirildiğinde anlam kazanır ve bu birleştirme süreci de ayrı bir tarihyazımı yaklaşımı olarak kabul edilir.
En bilindik tarihyazımı yaklaşımları şunlardır:
Akademisyenler belirli bir alanda veya bölgede uzmanlaşırlar. Örneğin:
Önemli ilgili alanlar:
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.