Remove ads
İslam'ın temel dinî metni Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Kur'an (Arapça: القرآن / el-Kur'an) veya yaygın kullanılan adıyla Kur'an-ı Kerim (قُرْآنِ کَرٖیمْ), Müslüman inancına göre, yaklaşık 23 yıllık bir süreçte âyetleri Allah tarafından Cebrâil adındaki melek aracılığıyla Muhammed'e parça parça vahiyler hâlinde indirilen bir kutsal kitaptır.[1][2][3] İslâm inancına göre Kur'an, Muhammed'in gerçek bir peygamber olduğunu kanıtlayan en önemli ve en büyük mûcizedir.[4][5][6] Müslümanlar, namaz başta olmak üzere belli başlı ibadetlerinde Kur'an'dan çeşitli bölümler okurlar.[7]
Bu maddede birçok sorun bulunmaktadır. Lütfen sayfayı geliştirin veya bu sorunlar konusunda tartışma sayfasında bir yorum yapın.
|
Kur'an | |
---|---|
القرآن | |
Bilgi | |
Din | İslâm |
Dil | Klasik Arapça |
Periyod | 610-632 |
Bölümler | 114 (liste) Sûre |
Ayetler | 6.348 (besmele dahil) 6.236 (besmele hariç) Âyet |
Türkçe Vikikaynak üzerinde Kur'an |
Müslümanlar, Kur'an'ın Allah tarafından son peygamber Muhammed'e baş melek Cebrâil aracılığıyla, Ramazan ayından başlayarak yaklaşık 23 yıllık bir süre boyunca kademeli olarak vahyedildiğine inanırlar.[8] Bu vahiyler 610 yılında, Muhammed yaklaşık 40 yaşındayken başlamış ve ölüm yılı olan 632'de sona ermiştir.[9][10] "Okunan şey" manâsına gelen Kur'an sözcüğü, metnin kendisinde 70 kez geçmektedir ve Metinde yer alan diğer bazı isim ve kelimelerin de Kur'an'a atıfta bulunduğu düşünülmektedir.[11]
Kur'an'ın, Müslümanlar tarafından Tanrı'nın gerçek ve nihai sözü olduğuna inanılır.[12][13][14] İnanca göre Muhammed, okuma ve yazmayı bilmediği için bu metni yazmadı ve geleneğe göre Muhammed'in birkaç arkadaşı, vahiyleri kaydeden kâtip olarak görev yaptı.[15] Kur'an, Muhammed'in 632'deki ölümünden kısa bir süre sonra, Ebû Bekir'in hilâfeti döneminde (632–634), bazı kısımlarını yazan veya ezberleyen sahâbeler tarafından derlendi.[16] Ömer'in teşvikiyle Hâlife Ebû Bekir, Kur'an-ı mushaf hâline getirme kararı aldı ve bu görevi, Muhammed'in Kur'an'ı Cebrâil'e son okuyuşunda hazır bulunan, vahiy kâtibi ve hâfız olan Zeyd b. Sâbit'e verdi. Zeyd, titiz bir çalışma ile Kur'an'ı mushaf hâline getirdi ve Hâlife Ebû Bekir'e teslim etti.[17] Osman, kendi halifeliği döneminde (644–656), günümüzde genelde Kur'an'ın bilinen ilk örneği olarak kabul edilen bir versiyon oluşturdu.[15]
Kur'an, Kutsal Kitap'taki ve diğer İbrânî kutsal metinlerindeki kıssalara aşinadır. Kur'an, bu anlatıların bazılarını özetlemekte, bazılarının üzerinde uzun uzadıya bir şekilde durmakta, bazılarının da alternatif açıklamalarını ve yorumlarını sunmaktadır.[18][19] Kur'an'ın büyük bir bölümü uyarma, itaate sevk etme, ibret verme amaçlı olan bu dinî hikâyelerden oluşmaktadır. Kur'an, kendisini İnsânlık için bir hidâyet kitabı olarak tanımlamakta, bazen belirli tarihsel olayların ayrıntılı açıklamalarını sunmakta ve genellikle bir olayın anlatımı üzerinden ahlaki ve ibretlik önemini vurgulamaktadır.[20] İslâm'ın çoğu mezhebinde, Muhammed'in sözleri olduğuna inanılan hadislerin, İslâmî hukukun temelini oluşturan hükümler için Kur'an'ı açıklamalarla desteklediğine inanılır.
Kur'an'ın tamamını ezberleyen kişiye hâfız denir. Bazen Kur'an'dan bir âyet, tecvid adı verilen ve bu amaç için ayrılmış özel bir hitabetle okuNûr. Ramazan ayında bazı Müslümanlar, dinî bir ritüel olarak tüm Kur'an'ı baştan sona okurlar. Kur'an, namazlarda sadece Arapça okunmaktadır.[21] Ayrıca çoğu Müslümanlar, belirli bir Kur'an âyetinin anlamını tahmin etmek için, metnin doğrudan çevirisinden ziyade tefsirlere güvenirler.[22]
Kur'ân sözcüğü Arapçada okudu anlamındaki karâ'e (قرأ) sözcüğünün üç harfli mastarıdır. Kelime anlamı bakımından "okunan şey" veya "okumak" anlamına gelir.[23] Kerîm sözcüğü ise "soylu, asil" ve "eli açık, cömert" anlamlarına gelir ve İslâm'da Allah'ın 99 isminden biridir.[24]
Anlayabilesiniz diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik. (Yûsuf Sûresi: 2)
Kur'an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın. (Nahl Sûresi: 98)
Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve sessiz durun ki rahmete nâil olasınız. (A'râf Sûresi: 204)
Kur'an'da belli yerlerde geçen "el-Kitab" (Bakara: 1–2), "el-Furkân" (Furkān: 1), "ez-Zikr" (Hicr: 9), "en-Nûr" (Nisâ: 174) gibi kelimelerin de Kur'an'ı ifade ettiği düşünülmektedir.[23] Dinî anlatımlarda "Furkân-ı Hâkim, Mushâf-ı Şerif, Kelâmullah, Kitâbullah" gibi isimlerle de anılmaktadır.
Muhammed'in hayatı, kıble ve Kur'an'ın ilk yazım yeri olan Mekke, 1970'li yıllardan bu yana çeşitli çevrelerce tartışılır olmuştur. Mekke'nin arkeolojik araştırmalarda İslâm öncesi döneme gitmeyen yeni bir şehir olarak ortaya çıkışı, tarihî kaynaklar ve haritalarda adının 8. yüzyıl öncesinde geçmemesi,[25] ticaret yolları üzerinde olmaması yanında toprağının tarıma uygunsuzluğu,[26] ayrıca erken İslâm tarihi hakkında ipuçları veren Kur'an ve hadis rivayetlerinde tanımlanan bazı yer isimleri ve özellikleri ile uyuşmazlıklar gibi nedenlerle Revizyonist İslâm Araştırmaları Okulu olarak adlandırılan harekete mensup bazı tarihçiler, "Muhammed'in tarihsel bir kişi olduğunu söyleyen diğer çoğunluk tarihçilerden" ayrılarak O'nun kurgusal bir kişilik olabileceğine inandılar. (Patricia Crone ve Michael Cook gibi diğerleri ise O'nun gerçek ama daha kuzeyde yaşamış olduğunu düşünüyorlar.) Onlara göre Kur'an'da 16 kere anılan Mescid-i Harâm, Kuzeybatı Arap Yarımadası'nda bulunmaktaydı; yani rivayet kültürüne dayalı klasik eserlerde ifade edildiği gibi günümüz Mekke'sinde değil.[27][28][29][30][31][32]
İslâm'ın çıkış yıllarında Arap Yarımadası'nda çok sayıda bölgesel dil ve alfabe kullanılmaktaydı. Kur'an yazımında kullanılan dil ve alfabenin kuzeyde gelişen, Suriye ve Kûfe'ye kadar uzanan Nabatî–Aramaik dil (erken Arapça) olduğu ifade edilmektedir.[33][34] Aynı dönemde Hicaz ve Yemen bölgelerini içine alan alanlarda ise Yemen dili ve alfabesi kullanılmaktaydı. Emevî hâlifesi Abdülmelik b. Mervân zamanında (685–705) alfabe ve Arapça resmî dil hâline getirilmiş ve diğer bölgelere yayılmıştır. (bkz. İslâm'ın yayılışı, Araplaşma)[35][36][37] Muâviye b. Ebû Süfyân sonrasında çıkan karışıklıklarda I. Yezîd askerlerince yıkılan Kâbe'nin aslına uygun olarak yeniden yapılmasının İslâm dünyasında uzun süre tartışıldığı ancak bunun gerçekleştirilemediği,[38][39] geleneğe dayalı tarih kitaplarında da ifade edilen bir konudur. Kıble üzerinden yapılan bazı araştırmalar ise, İslâm'ın ilk kuruluş yeri olarak günümüzde Ürdün topraklarında bulunan Petra yerleşkesini öne çıkarmıştır.[40]
Kanadalı yazar Dan Gibson, "Quranic Geography" ismiyle kitaplaştırdığı araştırmalarında, en eski camilerin mihrap yönlerinin Petra'yı gösterdiklerini; âyet, hadis ve siyer kaynaklarındaki bazı ipuçlarının da Muhammed'in Petra'da yaşadığını ve buradan Medine'ye göç etmiş olduğunun işaretlerini verdiğini iddia etmiştir.[41] Gibson'a göre Kur'an'da bahsedilen "bekke" veya "mekke" sözcükleri de Petra'yı ifade eden kelimelerdi.[41][42] İlk kıble ise Mescid-i Aksâ değil, Petra'da Lât tapınağı olarak kullanılan kübik yapı olmalıydı.[42] Dan Gibson'ın iddiasına göre bu yapı, Müslümanların İkinci Fitne (680–692) olarak niteledikleri zamanda, Abdullah b. Zübeyr b. Avvâm Ayaklanması sırasında mancınıklarla yıkılmış,[42] İbn-i Zübeyr de karataşı Kâbe'de bulunan diğer kutsal eşyalarla birlikte alarak Emevî saldırılarından uzakta, bugünkü Mekke'nin bulunduğu yere taşımış ve yeni tapınağı burada inşa etmiştir.[42][43] Emevîlere karşı Abbâsîlerin desteğini kazanan bu yeni mekân, birkaç yüzyıllık bir geçiş dönemi sonunda tamamen benimsenmiş, yeni yapılan camilerin yönü Mekke'ye dönük olarak inşa edilmeye başlanmıştır. Ancak Emevî etkisinde kalan Kuzey Afrika ve Endülüs camileri yönlerini bambaşka bir yöne, Güney Afrika'ya çevirerek yeni kıbleye karşı çıkmaya devam etmişlerdir.[42][43]
Konu ile ilgili ortaya atılan bir diğer iddia ise, "bekke"nin "bekaa" ile bağlantılı olarak ele alınan Kudüs kenti olduğu yönündedir.[46][47]
Bu iddialara göre, ilk Müslümanlar Kâbe'nin yerini doğru hesaplayamamışlardır.[48][49][50] Öte yandan, Abdullah b. Zübeyr b. Avvâm olayı (683–92) ile ilgili olarak 7. ve 8. yüzyıl yazarları John bar Penkaye ve Theofanis, Petra'dan değil Mekke'den bahsetmişlerdir.[51][52][53] Kur'an, putperestliğe sıklıkla atıfta bulunmaktadır. O zamanlar bir Bizans toprağı olan buralarda ise pagan uygulamalar ve ritüeller çok daha önceden yasaklandığından, bu gibi savlarla bu iddialara karşı çıkılmıştır.[54]
Hicaz bölgesinde Arapçanın kullanıldığını gösteren belge ise, ikinci İslâm hâlifesi Ömer tarafından Mekke valisi olarak atanan Hâlid b. Velîd'in oğlu AbdurRahmân'a ait olan ve MS 660'lara tarihlenen taş yazıttır.[55] İngiliz Orta Doğu tarihçisi Robert G. Hoyland'a göre bölgede o döneme ait mezar Metinleri, duvar yazıları ve taş yazıtlar üzerinde Arapça yazılar bulunuyordu.[56][57]
Batlamyus (MS 100–170), Arabistan'da aralarında "Macoraba" isimli bir yerleşimi de saydığı 50 yerleşimin listesini yayınlamıştı. Geçmişte Macoraba'nın gerçek Mekke olduğu konusunda genel bir fikir birliği olmasına rağmen, bazı bilim adamları bu sonucu sorguladılar.[58][59][60] Modern veriler kullanarak Mekke ile çağrışım yapan antik yer isimlerini Mekke ile eşleştirme eğiliminde çalışmalar ve bu tutumu yanlışlayan araştırmalar günümüzde de devam etmektedir.[61][62][63]
Öte yandan haritalı Coğrafya'nın en eski el yazmalarının Batlamyus'tan 1000 yıl sonra, 12. yüzyıl sonlarında Bizans'ta başladığı bilinmektedir. Batlamyus'un kendi haritalarını çizdiğine dair somut bir kanıt yoktur. Bunun yerine, coğrafi verileri daha sonraki harita yapımcılarının uyarlamasına izin veren bir dizi sayı ve diyagram kullanarak dijital biçimde iletmiştir.[64] Ancak başlangıç meridyenini sağlam şekilde belirleyemediği için, vermiş olduğu koordinatlar hatalıdır.[65] Bu haritaların Batlamyus'a referans veren çok sonraki yüzyıllara ait sürümlerinde Macoraba ve diğer yerleşimlerden bahsedilmektedir.
İslâm'ın erken tarihlerinde yazılan eserler konum belirlemekten uzaktır. 7. yüzyılda yaşayan Süryânî yazar John bar Penkaye[51][52][53] ve John Damascene, Mekke'den "çölde bir yer" olarak bahseder.[66] Ayrıca Arapların küp şeklinde yapılan ve İslâm öncesi Arabistan'da oldukça yaygın olan put evlerine Kâbe adını verdikleri biliniyor.[67] Bu yapıların İslâmlaşma döneminde tahrip edilmesiyle birlikte Müslümanlar arasında başlangıçtan bu yana sadece tek bir tane Kâbe'nin Mekke'de var olduğu algısı da yerleşmiştir.
rivayet kültürüne dayalı eserlerin dışında, tarih bilimi açısından İslâm'ın erken tarihi, ne zaman ortaya çıktığı, hangi coğrafyada doğup dünyaya yayıldığı konusu günümüzde hâlâ belirsizliğini koRûmakta, bu konuda farklı coğrafyalara işaret eden bulgular ve iddialar ileriye sürülmektedir.[68] Tartışmalarda Petra dışında Kûfe ve Hîre (Güney Irak) bölgeleri öne çıkmaktadır. Bizans kronikleri ve Hristiyan din adamlarının kayıtları, basılı paralar ve Abbâsîler döneminde İslâm'ın hikâyesinin yazılma sürecine katılan hadisçi ve tarihçilerin yaşam bölgeleri, Hîre, Medine gibi bazı antik şehirlerin isimleri ve diğer bulgular (Kur'an'ın kültür coğrafyasına işaret eden âyet içerikleri, kullanılan yazı tipi vb.), İslâm peygamberi Muhammed'in ve erken dönem İslâm coğrafyasının Güney Irak bölgesi ile ilişkilendirilmesine ve Muhammed’in hayat hikâyesinin birden fazla kişinin hikâyelerinin birleşimi olabileceği kanaatine yol açmıştır.[28][69][70][71][72][73][74][75][76][77][78][79][80][81]
İslâm geleneğine göre, daha sonraları Kur'an'ı oluşturmak üzere derlenen vahiyler, Muhammed'e 610 yılında, Ramazan ayının Kadir Gecesi'nde, Mekke yakınlarındaki Hira Dağı'nda bulunan Hira Mağarası'nda, inzivada iken inmeye başlamıştır. Vahiylerin 13 yılı Mekke, 10 yılı da Medine döneminde olmak üzere 23 yıl sürer.[82][83] Buna göre Mekke'de gelen vahiyler "Mekkî", Medine'de gelen vahiyler ise "Medenî" olarak isimlendirilir. İnanca göre Muhammed'e inen ilk vahiy, Kur'an'ın 96. Sûresi olan Alak Sûresi'nin ilk beş âyetidir.
Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yaratmıştır. Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten, İnsâna bilmediğini bildiren Rabbin sonsuz kerem sahibidir. (Alak Sûresi: 1–5)
Alman yazar Theodor Nöldeke, Kur'an'daki Sûreleri sınıflandırırken Mekkî Sûrelerden Medenî Sûrelere geçişte, kitabın üslubunun kısa ve şiirsel anlatımlardan daha uzun ifadeler içeren "nesir" diline evrilmesini esas almıştır.[84]
Mekke vahiyleri, hacimsel olarak Kur'an'ın üçte ikilik kısmını oluşturur. Bu dönemde vahiyler sözlü olarak ezberlenmiş, daha sonra ise hicrete yakın (622) birkaç yıl ile Medine dönemi (622–632) olarak ifade edilen yazım döneminde kayda geçirilmişlerdir.[82][83]
Mekkî âyet ve Sûreler, İslâm inancı ve ahlakı ile ilgili temel konuları kapsamaktadır. Allah'ın birliğine, meleklere, peygambere, kitaplara ve âhiret gününe iman gibi konular işlenir, Allah ile eş tutulan putlar reddedilir; iman, ölüm, hayat, kıyamet, âhiret, cennet, cehennem gibi konular eski kavimlerin başlarına gelenler üzerinden şiirsel bir dille işlenir. Kur'an'ın Âdem'den itibaren devam eden tevhid dini ve vahiy zincirinin devamı olduğu vurgulanır (42:13).
Bu dönemde ahlak ve ibadetler dışında İnsânlar ve toplumlar arası ilişkilerle ilgili düzenlemeler de Kur'an'da yerini almıştır.[85][86][87] Çünkü İslâm toplumunda bu hükümleri uygulayacak olan yeterli askerî ve yaptırım gücüne artık ulaşılmıştır. İslâmî literatürde adına "esbâb-i nüzûl" denilen olaylar ve sorunları çözümleme ve yönetme amacıyla şer'i hukukun kuralları, anlaşmalar, barış ve savaş (cihad) ile ilgili âyetler bu kapsamda değerlendirilebilir. Bu dönemde Muhammed yönetiminde adına "Medine Şehir Devleti" denen küçük bir İslâm devleti kurulmuşTûr.[88]
Şüphesiz Allah; Âdem'i, Nûh'u, İbrâhîm ailesini (soyunu) ve İmrân ailesini (soyunu) birbirinden gelmiş birer nesil olarak seçip âlemlere üstün kıldı. Allah her şeyi hakkıyla işiten ve hakkıyla bilendir. (Âl-i İmrân Sûresi: 33–34)
Kur'an, Muhammed'in ölümü sırasında olasılıkla sahâbeden değişik kişilerin ellerinde küçük yassı taşlar, rıka denilen deri, ağaç yaprağı, bir çeşit kâğıt, deve ve koyun kemikleri, ektab olarak ifade edilen ağaç parçası gibi malzemeler üzerine yazılmış dağınık parçalar hâlinde bulunuyordu.[89] Halife Ebû Bekir (ö. 634) zamanında kurulan bir komisyonla Kur'an parçaları bir araya getirildi.[90][91][92][kaynak güvenilir mi?]
rivayete göre Ridde Savaşları'nda 70 kadar hâfızın ölmesi üzerine Ömer, dönemin hâlifesi olan Ebû Bekir’e başvurarak konunun görüşülmesini ister.[93][kaynak güvenilir mi?] Ebû Bekir, Zeyd b. Sâbit başkanlığında aralarında Abdullah b. Zübeyr b. Avvâm, Sa'd b. Ebû Vakkās ve AbdurRahmân bin Hâris'in de bulunduğu bir komisyon kurdurur. Zeyd, elinde yazılı Kur'an metni olan herkesin bu Metinleri getirmesini, ayrıca Metinleri bizzat Muhammed'den duyduklarına dair iki güvenilir şahit gösterilmesini ister.[93] Olası imla hataları için Osman tarafından bu komisyona "Kureyş'e göre yazın" emri verilir. Ortaya çıkartılan ve "sayfalar hâline getirilmiş" ya da "iki kapak arasındaki sayfalar" anlamına gelen mushaf, Ebû Bekir'in ölümünden sonra Hafsa bint Ömer'e emanet edilir.[94]
Amerikalı oryantalist Arthur Jeffery'e (1893–1959) göre, İslâm'ın erken dönemlerinde yirmi sekiz adet şahsi mushaf bulunmaktaydı. Bu mushaflarda bugün resmî mushaflarda bulunanlardan farklı olarak Abdulah b. Mes'ûd'un mushafında Fâtiha ve Muavvizeteyn sûrelerinin (Felak ve Nâs) mevcut olmadığı, Übey b. Kâ'b'ın mushafında kunut dualarının iki ayrı sûre olarak yer aldığı, Ali'nin mushafını nüzûl sırasına göre tertip ettiği bilinmektedir.[95]
Bugünkü Kur'an Sûreleri, Sûre ve âyetlerin yazılış (İslâmî literatürde iniş) sırasına göre değil, Fâtiha dışında kabaca sûrelerin uzunluğuna göre dizilmişlerdir. Kur'an'a kronolojik sıraya uymayan bugünkü şeklinin Osman zamanında (644–656) verildiği ve çoğaltılarak değişik şehirlere dağıtıldığı söylenmektedir.[96] Bununla birlikte, bilinen en eski el yazmalarından olan Sana'a el yazmalarından incelenen 926 parçanın %22'si, bugün bilinen Kur'an'dan tamamen farklı bir yazılış, linguistik ve Sûrelere ait diziliş farkı sunmaktadır.[97]
648'de Ermenistan ve Azerbaycan'ın fethinde Şamlı ve Iraklı askerlerin farklı okuyuşları tartışma ortaya çıkardı. Bu tartışma üzerine sahabeden Huzeyfe b. Yemân, Halife Osman'a başvurarak bu durumun düzeltilmesini, ihtilafın ortadan kaldırılmasını istedi. Bunun üzerine Osman bin Affan, Zeyd b. Sâbit'i tekrar görevlendirerek, Ebû Bekir'in emriyle derlenmiş olan Kur'an'ın çoğaltılmasını emretmiş ve çoğaltılan mushaflar çeşitli İslâm merkezlerine gönderilmiş,[98] bununla farklılık gösteren diğer mushaflar ise yakılmışlardır.[99] Böylece, Muhammed'in ölümünden sonra 20 yıl içinde Kur'an'ın derlenip çoğaltılması yapılmıştır.[100][101]
Bunlardan en önemlisi, Kur'an'ın toplanması esnasında ehl-i beytin faziletleri ile alakalı bazı parçaların Osman mushafına alınmadığı, yani Kur'an'ın tahrif edildiği iddiasıdır. Orta Çağ âlimi Şehristânî (y. 1086–1153), ilaveten aslında Ahzâb Sûresi'nin Bakara Sûresi'ne denk 300 âyetlik kadar bir Sûre olduğunu ve recm âyetinin de onda bulunduğunu ifade ederek, bu Sûredeki pek çok âyetin Ridde Savaşları'nda kaybolduğuna dair bir dizi rivayete yer verir.[95]
En erken yazımı döneminde Arap alfabesi, bugün kullanılan 28 harfe karşılık, noktalama gibi hiçbir yardımcı işaret içermeyen 22 harfi karşılayan 15 farklı harften oluşmaktaydı.[102] Kur'an'ın ilk yazılışındaki alfabetik yetersizlikler, sonraki zamanlarda kıraat mezheplerini ortaya çıkartmıştır.[102] Emevî valisi Haccâc b. Yûsuf'un (ö. 714) emriyle ilk defa aynı şekilde yazılan farklı harfleri ayırt edebilmek için noktalama işaretleri ve sesli harfler oluşturuldu.[103][104] Haccâc, üzerinde birtakım değişiklik ve düzenlemeler yaptırdığı yeni Kur'an metninin resmî nüsha olarak belirlenmesi amacıyla eski yazım Kur'anları toplatarak yaktırmış ve yerine yeni yazım Kur'an Metinlerinin dağıtılmasını sağlamıştır.[103]
Uzatma, nokta, hareke gibi işaretlerin yer almadığı bu yazıma Emevîler döneminde ilâve edilen işaretlemelerle okuyuş şekli de (tecvid) yazılı olarak belirlenmiştir.[105] Farklı yazım şekillerine sahip farklı Kur'an nüshalarında, Sûrelerin anlamları da değişebilmektedir.[106] Başlangıçta Kureyş lehçesi ile okunan Kur'an'ın sonradan 7 Arap lehçesiyle okunmasına müsaade edilmiştir.[107]
Geleneksel anlayışta Kur'an, abdest alınarak tutulur. Buna dayanak olarak Vâkıa Sûresi'nin 79. âyeti ("Ona ancak tertemiz olanlar (melekler) dokunabilir.") gösterilir.[108] Kur'an'ın bütün metnini ezberleyen kişiye hâfız denir. Kur'an'ı düzgün bir sesle okumaya tilâvet denir.
Müslümanlar, günlük ibadet olan namazı kılabilmek için Kur'an'dan en azından birkaç âyeti ezbere bilmek zorundadırlar: "...Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun, salâtı ikâme edin (namazı kılın)..." (Müzzemmil: 20)
9. yüzyılda İslâm itikadî mezhepleri arasında Kur'an'ın ezeli ve ebedi olup olmadığı, bir diğer ifade ile yaratılmışlardan olup olmadığı konusu üzerinde büyük tartışmalar yaşanmıştır. Bazıları Kur'an'ın Allah ile birlikte ezeli olarak var olduğu, dolayısıyla "yaratılmadığı" görüşünü benimsemişler, akılcılığı ön plana çıkaran Mu'tezile mezhebi ise Kur'an'ın yaratılmış olduğu görüşünü benimsemiştir. Sûfîlere göre bu tartışma yapay ve yanlıştır.[109]
Müslümanlar, Kur'an'ın yanında İncil, Tevrat ve Zebur'a Allah tarafından insanlara, onları tevhide çağıran kutsal kitaplar olarak inanırlar.[110][111][112] Bunun yanında, diğer üç kitabın sonradan tahrif edildiğine, son kutsal kitap olan Kur'an'ın ise kıyamete kadar Allah tarafından korunacağına da inanırlar.[7][113] Bu konuyla ilgili olarak Hicr Sûresi'nin 9. âyetinde "Kesin olarak bilesiniz ki bu kitabı kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz." denmektedir.[114][115][116] Ayrıca Kur'an'ın, İslâm'da ilk peygamber olduğuna inanılan Âdem'den itibaren gönderilen ilahi Metinlerin tamamlayıcısı olduğuna inanılır.[1]
İslâmî tasavvufta olduğu kadar cihatçı anlayışta da –pagan kültüre karşı bir saldırı aracı olarak– sıkça tekrarlanan bir Kur'an önermesi olarak tevhid, tarihsel olarak politeizm zemininde gelişir. Mevcut tarihsel verilerin sonuç çıkarmamıza izin verdiği ölçüde, Mısır kralı Akhenaton'un tek tanrıcı güneş ibadeti (Aten dini), katı ve açık monoteizmin (MÖ 14. yüzyıl ortaları) ilk tarihsel ifadesi olarak kabul edilebilir.[117] İsrâil toplumunda ise Yehova, bütün tanrıların en büyüğü olarak öne çıktı.[118]
İslâmî terminolojide "şirk" (Allah'a ortak koşmak) olarak nitelenen pagan kültürüne karşı Kur'an'ın tutumu ise şöyle özetleniyor: İslâm öncesi Araplar ağaçlar, kuyular ve dağlara ilişkin kıssa ve mitolojiler kurgulamış; Safâ, Merve, Ebû Kubeys, A'râfat, Mina ve Müzdelife'de bulunan kaya ve dağlara ilişkin kültler oluşturmuşlardır.[119] Kur'an, bir kısım tapınmaları kaldırmasına rağmen kökleşmiş Arap mukaddesatıyla çatışmamış, bazı ritüelleri devam ettirmiştir.[119][120] Bu durum bazı İslâmî yorumcular tarafından "tedricilik" olarak değerlendirilir.
Birincil kaynak olarak Kur'an'a dayandırılan şeriat kanunları; kadın-erkek ilişkileri, savaş, evlilik, boşanma, miras paylaşımı, şahitlik gibi birçok konuda konulan kurallar ile yüzyıllar boyunca Müslüman toplumları ve sosyal hayatı düzenleyici etkiler yapmıştır.[121] Klasik şeriat uygulamaları, farz sayılan ibadetlerin terkini dinden çıkma saydığı ve onlara için ölüme varan şiddetli cezalar verdiği hâlde, İnsân hakları kavramının gelişmesi ile İslâm ülkelerinde ibadetlerin ceza veya mükâfatının uhrevi olarak değerlendirildiği daha seküler veya kısmi şeriat uygulamaları ön plana çıkmaktadır. Klasik şeriat uygulamalarından bir kısmı İnsân haklarına ciddi ihlaller içermektedir.[122][123]
Kur'an'a göre başlıca suçlar ve cezalandırma şekilleri şunlardır:[124]
Kısas, aşirete dayalı olan Arap toplum düzeninde kan davaları veya savaşların önlenmesi için kullanılan bir çözümleme aracıydı.[130] Kısas toplumsal denklik üzerinden yürütülür, öldürülen kişinin kadın–erkek, köle–hür, seçkin–sıradan olması göz önüne alınarak katilin aşireTînden öldürülene denk birisi infaz edilirdi. Örneğin köleye karşılık ancak bir köle, kadına karşılık bir kadın öldürülebilirdi.[131][132][133] Eski toplumlarda suçun şahsiliği ilkesi bulunmamakta, çoğu zaman müessir fiilin kasten yapılmış bir eylem olup olmadığı da göz ardı edilerek, bir bakıma bir cinâyet, karşı cinâyet işlenerek cezalandırılırdı.[133]
Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın... Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır. (Bakara: 178)
İlgili âyette geçen "kadına kadın" ifadesinin neshedilmesi ve âyette geçmediği hâlde Müslüman birisinin Müslüman olmayan bir kişiyi öldürdüğünde kısas uygulanıp uygulanmayacağı konuları tartışmalıdır.[134][135] Şeriat yasalarına göre köle bir İnsân hür bir insanı öldürdüğünde kısas yapılır, ancak hür bir İnsân bir köleyi öldürdüğünde kısas yapılamaz.[136][137] Hanefîlere göre bir köleyi öldüren hür kimse de kısas ile öldürülür.[138] Diğer mezhepler, hürlerin köleler karşısında kısas edilmeyeceği görüşündedir. Yaralamalarda Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre hür kişi köle muKābilinde kısas olunmaz.[138]
Türk ilâhiyatçı Abdülaziz Bayındır'a göre, yukarıdaki ilgili âyetle Tevrat hükümlerinden olan "dişe diş, göze göz, kulağa kulak, buruna burun ve yaralamalarda misliyle karşılık verme" gibi kısas hükümleri kaldırılmıştır.[139]
İslâm'da ve Kur'an'da kadının yeri konusunda Müslümanlar arasında birbirinin tam aksi iki farklı eğilim görülmektedir.[140] Bunlardan ilki, İslâm'ı kadını en yüksek mertebeye oturttuğu, kadınlara bütün haklarını verdiği şeklinde iken; diğeri ise Kur'an'ı ataerkil Arap toplumunun önyargılarını yansıtan, kadınları ikinci sınıf bir konuma hapseden bir Metin olarak algılayanların tutumudur.[140] Müslüman kadınların (Arapça: مسلمات, Müslimāt – tekil: مسلمة, Müslime)[141] deneyimleri farklı toplumlarda ve aynı toplum içinde büyük farklılıklar gösterir.[142][143] Ortak yönleri ise, hayatlarını değişen derecelerde etkileyen, aralarındaki geniş kültürel, sosyal ve ekonomik farklılıklar arasında köprü kurmaya hizmet edebilecek ortak bir kimlik veren İslâm dinine bağlılıklarıdır.[142][143][144]
İslâm toplumlarında kadının gerek aile hayatında, gerekse siyasi, hukuki, sosyal ve ekonomik alanlardaki konumunu bir taraftan dinî kurallar, diğer taraftan ise sosyal ve siyasi çevre, etnik yapı ve İslâm öncesinden gelen kültür mirası belirlemiştir.[145] Bu Sebe'ple İslâm dünyasında kadının konumu her dönemde değişmiştir. Hatta aynı bölgede ve aynı zaman diliminde yaşayan kadınlar arasında bile şehirde veya kırsal kesimlerde bulunmalarına göre farklılıklar olmuştur.[145] Ayrıca şeriat hukukunda erkeklerde olduğu gibi esire veya câriye kadınların giyim kuralları, dinî ve toplumsal hakları ve soRûmlulukları hür kadınlardan tamamen farklıdır.
Çok eşlilik: Kur'an'da erkek evliliği ile ilgili ucu açık ifadenin (Nisâ: 3) klasik Sünni anlayışında hadis rivayetleri kullanılarak sınırlandırılmasıyla erkeklerin en fazla dört hür kadınla aynı anda evli olabileceğine karar verilir ve evlilik sayısı için üst limit belirlenir.[146][147] Ancak İmâmiyye ve Zâhiriyye mezhepleri bu sınırlamayı kabul etmeyerek üst sınırı 9 olarak kabul etmişlerdir.[148]
Yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın veya mülkiyetinizde bulunan câriye ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır. (Nisâ Sûresi: 3)
Savaş esiri olarak kadın: Savaşlarda esir alınan kadınların durumu İnsân hakları açısından kritik bir meseledir. Geleneksel Kur'an yorumlarına göre bu kadınlar alınıp satılan câriyeler ile eşit ve ganimet olarak mülk edinilmiş kadınlardır.[149][150] Bu kadınların başkaları ile nikâhlı olup olmadıkları göz önüne alınmaz ve diğer mülk edinilen kadınlar gibi, hak sahipleri (savaşçılar veya bunları satın alanlar) tarafından bedenleri üzerinde -rızaları alınmadan- cinsel tasarruflarda bulunulabilir.[151] Bazı ilâhiyat uzmanları ise, esirleri köle veya câriye yapmanın ve cariyelerin cinselliğinden nikâhsız olarak yararlanmanın Kur'an'a aykırı olduğunu, bu konudaki âyetler açık olmasına rağmen anlam kayması yapılarak bir algı oluşturulduğunu, esirlerin köleleştirilebileceği ve cariyelerin cinselliğinden yararlanılabileceği anlayışının Ehl-i Sünnet ve Şîa bütün mezheplerin ortak görüşü hâline getirildiğini belirtmektedirler.[152]
Kadın giyimi: Kur'an'da kadın giyimi ile ilgili emir kipi ile ifade edilen cümlelerde kadın giyimi ile ilgili net bir çerçeve çizilmemesi, İslâm'da kadın giyiminin yüzyıllar boyunca tartışılan, bir uçta sadece avret olarak tanımlanan edep yerlerinin[153] (cinsel organlarını) örtülmesini yeterli gören, diğer uçta kadının el ve yüzler dahil bütün bedeninin örtülmesini zorlayan anlayışların ortaya çıkmasına neden olmuştur.[154][155][156] Başörtüsü, İslâm öncesi Arabistan'da da kullanılmaktaydı.[157][158] Bunu, hem erkekler hem de kadınlar, aşırı sıcak ve soğuk havalardan korunmak için kullanmaktaydılar.[158] İslâm peygamberi Muhammed'in peygamberliğinin 12 yıllık Mekke döneminde ise tesettür, bir İslâmî emir değildi. Ancak Medine döneminde, rivayete göre geceleri tuvalet ihtiyacını gidermek için açık alana çıkan kadınların birtakım münafıklar tarafından rahatsız edilmeleri nedeniyle, kadınların artık rahatsız edilmemek için onların giyimlerini belirten Nûr Sûresi'nin 31. âyeti indi.[158] Münafık kimseler, kadınların câriye mi yoksa hür mü olduğunu ayıramıyorlardı ve kadınları rahatsız eden bu kişiler örtülü kadınlara yaklaşmıyorken diğerlerini ise taciz ediyorlardı.[159]
Bireysel özgürlük ve değerler anlayışının gelişmediği, Kur'an'ın Allah'ın emir ve yasaklarından oluştuğu anlayışıyla şeriat ve itaat kültürünün toplumsal belleğe sürekli olarak işlendiği otokratik toplumlarda tesettür, yeni bir şiddet ve dinsel zorbalık aracına dönüşebilmektedir.[160][161][162][163][164][165]
İlk zamanlar vahiy kâtipleri tarafından papirüs, deri ve kemik üzerine yazılarak saklanan Kur'an âyetlerinin ilk nüshaları bulunmamaktadır.[166] 2015'te Birmingham Üniversitesi'nin kütüphanesinde bulunan Hicazi yazı ile yazılmış Kur'an parşömenleri üzerinde radyokarbon yöntemi ile yapılan testlere göre, parşömenler 568–645 (%95'ten fazla bir olasılıkla) yıllarına aitti.[167]
Günümüz İslâm coğrafyasında birbirinden küçük ayrıntı ve anlam farklılıkları barındıran değişik Kur'an nüshaları bulunmakta ve kullanılmaktadır.[168] İslâm âlimleri, bu küçük yazım ve okuyuş farklılıkları ve anlam kaymalarının az olduğunu ve Kur'an'ın anlam bütünlüğüne bir zarar vermediğini söylerler.[168] Günümüz Müslüman âlimlerinin çoğunluğu ise, günümüz metninin Muhammed'in okuması ve hatta yazdırması ile oluşan Kur'an metni olduğuna inanırlar.[169] Batılı araştırmacılar Kur'an'ın orijinal metninin korunup korunmadığı konusunda farklı yaklaşımlara sahiptirler.[170] Dr. Daniel Brubaker, en eski Kur'an Metinleri üzerinde yapılan değişiklik, düzeltme ve eklemeleri konu aldığı sunumlu bir video serisini (Variant Quran) internet üzerinde yayımlamıştır.[171]
1972'de Yemen'in San'a kentindeki bir camide eski Kur'an'lardan oluşan bir kayıt keşfedildi. Yazma, genellikle "San'a el yazmaları" olarak bilinir. Bu Kur'an parçalarını uzun yıllar araştıran Alman bilim insanı en:Gerd R. Puin ve araştırma ekibi, 8. yüzyılın başlarına tarihlendirdiği el yazmalarının yaklaşık 35.000 mikroFîlm fotoğrafını çekti. Gerd Puin, çalışmasının tamamını yayımlamadı; ancak alışılmadık âyet sıralamaları, küçük Metin varyasyonları ve nadir imla stilleri kaydetti. Ayrıca bazı parşömenlerin yeniden kullanılmış parşömenler olduğunu öne sürdü. Puin, bunun sabit bir Metin yerine "gelişen bir Metin" anlamına geldiğine inanıyordu.[44]
Mukattaa ve 19 sistemi, güncel Kur'an Metinleri üzerinde yapılan bir çalışmayla Kur'an metninin 19 sayısının tam katları üzerine tasarlandığını ve bu sistemin kanıtlaması üzerinden Kur'an metninin değişikliklerden korunarak günümüze kadar korunduğunu savunan bir tezdir. Bu sayı sisteminin dayanağı olarak Müddessir Sûresi'nin 30. âyeti gösterilir.[172] Tezin savunucuları, 14 asırdır anlamları anlaşılmayan başlangıç harf setlerinin de bu sistem yoluyla açıklandığına inandılar.
Orada on dokuz görevli vardır. (Müddessir Sûresi: 30)[173]
1974'te Mısırlı biyokimyacı ve bilgisayar uzmanı Reşad Halife tarafından yayımlanan teze göre Besmele 19 harften oluşmaktadır ve Kur'an'daki sûre sayısı 19'un 6 ile çarpımına (114) eşittir.[174][175] Mukattaa harflerinin, başlarında yer aldığı Sûrelerde 19'un katları şeklinde tekrarlandığı[176] ve Kur'an'da matematiksel bir mûcize örgüsü bulunduğu ifadeleri inanç gruplarınca da sıklıkla vurgulandı.[177] Bu tez ile yapılan çıkarımlar üzerine bazı tenkitler de mevcuttur. Bir eleştiriye göre, Müddessir Sûresi'nin 30. âyetinde cehennem meleklerinin sayısının 19 olduğundan ve bu bilginin kendilerine kitap verilmiş olan toplumlar tarafından da yakinen bilinebileceğinden bahsedildiği şeklindeki eleştiridir.[178] Ayrıca, bu sayıyla alakalı istenirse her kitapta benzer özellikler bulunabileceğine dair eleştiriler de vardır.[179][180]
Tez yayımlandığı yıllarda İslâm dünyasında büyük ilgi görse de, 1985'te Reşad, bu sisteme uymadığı gerekçesiyle Tevbe Sûresi'nin, günümüz mushaflarının hemen hepsinde âyet olarak yazılan "128 ve 129" sıralı cümlelerinin âyet olmadığını, kitabın yazımından sonra İnsânlar tarafından eklendiğini iddia etti.[181] Bu iddiası İslâm dünyasında büyük tepki çekti ve Reşad'ın Hicr Sûresi'nin 9. âyetini inkâr ettiği ileri sürülerek gelenekçi Müslümanlar tarafından büyük oranda reddedildi. Reşad'ın 1988'de kendisini matematiksel bir mûcize ile desteklenmiş bir elçi olduğunu ilan etmesi tepkileri artırdı.
Lüxenberg,[kim?] Kur'an dilinin %10 kadar bir bölümünün Ârâmî-Süryânî dili üzerinden anlaşılabileceğini ileri sürmektedir.[kaynak belirtilmeli] Din, mitoloji ve etimoloji hakkındaki çalışma ve araştırmalarını yayımlayan İlyas Özkan, cümleleri kısaltma geleneği üzerinde durmakta ve mukattaa harflerinden E, L, M; E, L, R veya E, L, M, R gibi harflerin Süryânî kiliselerinde ilahi olarak okunan Mezmurlar Kitabının (Zebûr) başlangıç cümlesi olarak kullanılan "Güçlü olan Tanrı konuşuyor" gibi standart deyimlerin kısaltmaları,[182] Yâsîn Sûresi'nin başında yer alan "Yâ Sîn"in ise değişik zamanlarda geçirdiği dönüşümlerle Îsâ'ya dönüşen Yeşua (Y'şua, Yasû) olduğunu[183] ifade etmektedir. (Ayrıca bakınız: Kur'an'ın Ârâmî-Süryânî dilinde okunması)
Müslümanlar arasında Kur'an'ın harf, kelime sayıları, anlatım özellikleri, gelecekten ve bilimsel keşiflerden haber verme gibi değişik alanlarda mûcize örnekleri sergilediğine ve Kur'an'ın bu Sebe'plerle taklit edilemeyecek bir kitap olduğuna inanılır.[184][185] Orijinal ismiyle Îcâzü'l-Kur'ân, İslâm peygamberi Muhammed'in ümmî olduğu inancıyla birlikte Kur'an'ın söz söyleme sanatı,[186] gelecekten haber verme,[187] yazılım zamanındaki bilimsel seviyenin çok ilerisinde bilimsel temellere dayalı alegorik anlatımlar ve ifadeler içerdiği inancıyla ileriki zamanlardaki gelişmelerin bu ifadeleri doğruladığı, dolayısıyla Kur'an'ın taklit edilemez ve İnsânüstü bir kaynaktan geldiği inancı ve iddialarına verilen isimdir.[188] İslâm inancına göre eski peygamberlere verilen mûcize gösterme yetkisi Muhammed'e gelince, bu, mûcize kitap şeklinde ortaya çıkar.[189][190] Îcâzü'l-Kur'ân, Kur'an'ı dil, anlatımda estetik, bilim tarafından daha sonraları bulunan ve açıklanan konuların Kur'an tarafından hiç kimsenin bilmediği bir dönemde ortaya konulmuş olduğu gibi konuları araştırır, mûcize oluş iddialarını ve bunun dayanaklarını inceler.
Fransız Müslüman hekim Maurice Bucaille (Moris Bükey) tarafından yazılan The Bible, the Quran and Science (Kutsal Kitap, Kur'an ve Bilim) adlı kitap, modern bilimi dinle, özellikle de İslâm ile ilişkilendirmeye çalışan Bucailleizm adlı bir akımın doğmasına neden oldu. Kitabın yayımlanmasından beri bu akımın destekçileri, Kur'an'ın yüzyıllar sonra keşfedilen bilimsel gerçekleri "mûcize" olarak önceden haber verdiği ve dolayısıyla ilahi kaynaklı olduğu inancını yaymaya başladılar.[191][192] "Kur'an ve bilim" konusu daha sonraları başkaları tarafından da ele alındı ve bazı kişiler tarafından "sahte bilim listelerine" dahil edildi. Karşıt görüşte olanlar, bilimin çarpıtılarak verilmesi veya âyetlerin çarpıtma, bağlamından kopartma ve ek ifadelerle yeni anlamlar kazandırma şekillerinde verildiğini söylemektedirler.
Bâtıniyye anlayışa göre Kur'an âyetlerinin avam ve havasa yönelik gizli anlam tabakaları, işaretleri ve bağlantıları bulunmaktadır. Bu bağlantıların açığa çıkartılması için ebced hesabı kullanılarak Arap alfabesindeki her harfe sayısal bir değer atanır ve böylece yazılar sayısallaştırılır.[193] Bu yaklaşımlarda ebced, Arap yazısı ve Kur'an tarihinin ortaya koyduğu kronolojik yazım düzeni gibi düzenleme ve yazım şekilleri atlanarak günümüz Metinlerine uygulanır, âyetlerden yeni anlamlar ve çıkarımlar elde edilir. Bazı çevrelerde tevafuklu Kur'an nüshalarından da Kur'an'ın mûcizelerinden biri olarak bahsedilir.[194]
Ebced hesabına göre harflerin sırası ve değerleri şöyledir:
Elif ا | 1 | Hâ ح | 8 | Sîn س | 60 | Tâ ت | 400 |
Bâ ب | 2 | Tâ ط | 9 | Ayn ع | 70 | Sâ ث | 500 |
Cîm ج | 3 | Yâ ي | 10 | Fâ ف | 80 | Hâ خ | 600 |
Dâl د | 4 | Kâf ك | 20 | Sâd ص | 90 | Zâl ذ | 700 |
Hâ ه | 5 | Lâm ل | 30 | Kāf ق | 100 | Dâd ض | 800 |
Vâv و | 6 | Mîm م | 40 | Râ ر | 200 | Zâ ظ | 900 |
Ze ز | 7 | Nûn ن | 50 | Şîn ش | 300 | Gayn غ | 1000 |
Örneğin, Arapçada demiri ifade eden "Hadîd" kelimesinin ebced hesabıyla değeri 26'dır. 26, demirin atom numarasıdır. Ayrıca belirlilik ekiyle birlikte (El-Hadîd) kelimenin ebced karşılığı 57'dir. Bu da demirin durağan izotoplarından birinin kütle numarasıdır.[195] Kur'an'da demirin gökten indirilmesinden bahseden Sûre olan Hadîd Sûresi, Kur'an'ın 57. Sûresidir.[196] Başka bir örnekte ise bazı araştırmacılar, Kamer Sûresi'nin 1. âyetinde geçen ve "Ay yarıldı" olarak çevrilen cümlenin aslında "Ay'ın toprağı yarıldı" anlamına da geldiğini ve bu âyetten Kur'an'ın sonuna kadar 1389 âyet olduğunu, Hicrî takvimde 1389'un Ay'a ayak basılan 1969 yılına tekamül ettiğini belirterek bu cümlenin aslında Apollo 11'in 1969 yılındaki Ay görevine gönderme yaptığını iddia etmişlerdir.[197] "Saat yaklaştı ve Ay yarıldı" şeklinde olan ilgili âyet, 54. sûrenin 1. âyetidir (54:01). 54:01 sayısının da Apollo 11 misyonunda Ay'a inen Eagle (Kartal) adlı aracın Ay'dan ayrıldığı zaman olan 54. dakika ve 1. saniyeyi göstermekte olduğunu iddia edenler de vardır.[198][199]
İddialara göre Kur'an'da geçen bazı sözcüklerin buna benzer anlamlı tekrarları bulunmaktadır.[200][201][202][kaynak güvenilir mi?][203] Said Nûrsi de Risâle-i Nûr'un kendisine yazdırıldığı ifadelerinin yanında 33 Kur'an âyetinin ebced yoluyla Risâle-i Nûrlara işaret ettiğini iddia etmiştir.[204] Bu iddialara karşı çıkan çalışmalar ve eleştiriler de yayımlanmıştır.[205][206]
Yazılı kaynakların yanında bir kısmı sadece Arap söylence kültüründe yer alan çok sayıda konu ve kahraman Kur'an diliyle kısaca işlenir,[207] küçük atıflarda bulunulur. Yûsuf ile Züleyha, Îsâ, Mûsâ ve Zülkarneyn hikâyeleri ise daha ayrıntılı ve uzun hikâyelerdir. Yaratılış ve Tûfan hikâyeleri, İbrâhîm'in Nemrud ile Mücâdilesi ve kurban hikâyesi, diğer İbrânî peygamberlerin hikâyeleri, İsrâiloğulları'nın Mısır'dan çıkışı gibi Yahudi inancı ve tarihiyle ilgili anlatımlar Kur'an'da geniş yer kaplamaktadır. Ayrıca Fîl hikâyesi, Sâlih'in deve hikâyesi, zenginliğiyle efsane olan ve övünen Kârûn, ölüme çare bulan Lokmân, Ye'cûc ve Me'cûc'e karşı kıyamete kadar kalacak bir set inşa eden Zülkarneyn isimli bir kahraman (Zülkarneyn, "iki boynuzu olan kişi" anlamına gelmektedir), 309 yıl uyuyup uyanan 7 kişi (Ashâb-ı Kehf), İnsânlara ek olarak ifritler, cinler ve doğaya hükmeden kral-peygamber Süleyman hikâyesi, Akdeniz'de gemiden atılan ve bir balık tarafından yutularak günler sonra Ninova'da bir kıyıya fırlatılan ve bu mûcizeye şahitlik eden 100 bin kişinin hidâyete kavuşup kurtulduğu Yûnus hikâyesi, Mûsâ'nın firavunun askerlerinden kaçarken denizi yarması gibi mûcizevi ve doğaüstü hikâyelere değişik Kur'an bölümlerinde sıkça rastlanmaktadır. Müslümanlar, Kur'an'ın "Allah" tarafından aslen bir ümmî olduğuna inandıkları Muhammed'e gönderildiğine inanırlar ve O'nun diğer kaynaklardan alıntılar yapılarak yazılma olasılığını reddederler.[208] Bu durumu, Allah'ın Muhammed'den önceki peygamberlerin ve şahısların hikâyesini zaten bildiği ve bu konuları diğerlerinden farklı bir üslupla tekrar işlediği inancıyla açıklarlar.
Halk efsanelerine göre Lokmân, ölümsüzlük iksirini bulan kişidir. Lokmân Sûresi'nde ise O, oğluna olan öğütleri ile yer alır. "Lokmân Hekim" olarak da bilinen bu şahsın kimliği ile ilgili tefsir kitaplarında birbirlerinden farklı kimlik ve soy bilgilerine yer verilir. İslâmî düşünür Muhammed Esed'e göre, Lokmân tıpkı Hızır gibi kurgusal bir kişiliktir ve prototip bir derlemedir.[209] Lokmân'ın oğluna verdiği öğütler ile Süryânî edebiyatından, Ninova'da başvezir olan Ahikar'ın oğluna veya yeğenine olan öğütleri arasında paralellikler olduğu üzerinde durulmaktadır.[210]
Paganizm dönemi tanrı ve tanrıçaları kendi aralarında evlenirler, çocuk yaparlar, ancak bu tanrıçaların bâkirelikleri devam ederdi. Îsâ'dan öncesine ait onlarca bâkire tanrıca ve bunlardan doğan tanrıların hikâyeleri, apokrif çocukluk incilleri ile Meryem üzerinden Hristiyanlığa aktarıldı.[211] Îsâ'nın annesi Meryem'in hikâyesi Meryem Sûresi'nde kendisine yer bulmuştur. Belirttiği mûcizevi olaylar bakımından Kehf Sûresi ile arasında ilişki bulunan Meryem Sûresi, Hristiyanlığın temel ilkelerinden bahseden ilk Mekkî Sûredir.[212][213] Sûrenin ilk âyetlerinde Zekeriyyâ Peygamber'in Allah'a yalvarması ve oğlu Yahyâ'nın dünyaya gelişi anlatılır. Daha sonra Meryem'in Îsâ'yı dünyaya getirmesinden bahsedilir.
Zülkarneyn, Kehf Sûresi'nin 83–98. âyetlerinde bahsedilen, doğuya ve batıya seyahat eden ve bir topluluk ile Ye'cûc ve Me'cûc arasına set çeken kimse olarak sunulur. Kur'an, başka yerlerde Ye'cüc ve Me'cüc'ün bariyerin arkasından çıkışını dünyanın sonu, bazı yazarlar ise onların bir gece ansızın Allah tarafından helak edilmelerini kıyametin başlangıcı olarak sunmaktadır. Zülkarneyn kelimesi Arapçadır (ذُو ٱلْقَرْنَيْن).[214][215] Zü, (e)l ve karneyn kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Zü, ''sahip ve mâlik'' demektir.[214] Karn ise ''boynuz, perçem, tepe, zaman, güneş'' anlamlarına gelir. Karneyn sözcüğü, karn'ın tesniyesi, yani iki tanesi demektir.[214] Buna göre Zülkarneyn kelimesi, "iki boynuz sahibi" şeklinde tercüme edilir.[216]
Kur'an'da tanımıyla efsanevî bir komutan veya kral olduğu anlaşılan Zülkarneyn'in demir işlemeyi bildiği göz önüne alındığında, Demir Çağı'ndan sonra yaşadığı anlaşılır. İslâmî kaynaklarda yer alan farklı açıklamalara göre, "Kehf Sûresi'nin 83–98. âyetlerinde" konu edilen bu şahsın doğuya ve batıya askerî seferler düzenleyip büyük Fethler yaptığı, İnsânları tevhid inancına çağırdığı, başında boynuza benzeyen iki çıkıntının yer aldığı, tacının üstünde bakırdan iki boynuz olduğu, saçlarının iki örgülü olduğu, hem anne hem baba soyunun asil olduğu, İran ve Yunan asıllı iki soydan geldiği, büyük cesaretli olduğu, kendisine büyük bir ilim verildiği ve bunlardan dolayı Zülkarneyn lakabıyla anıldığı belirtilir.[217]
İlk Müslüman yorumcular ve tarihçiler, Zülkarneyn'i Güney Arabistan'daki Himyar kralı el-Sa'b bin Zī Marashid, özellikle de Makedon kralı İskender olarak tanımladılar.[218][219] Sınırları doğuda ve batıda olabilecek en geniş noktalara ulaşan bir devlet veya hükümranlığın başını temsil edişi, başarılarının büyüklüğünün kendisini Tanrı'nın desteklediği efsanesinin yerleşmesine yol açışı ve başında savaşlarda kullandığı çift boynuzlu miğfere ithafen Zülkarneyn (çift boynuzlu) ifadesinin kullanılıyor oluşu, Zülkarneyn'in Makedon kralı İskender ile uyumlu gözükmesine ve Kur'an yorumcularının çoğunun Zülkarneyn'in İskender olduğu sonucuna ulaşmasına Sebe'p olmuştur.[220][221] Zülkarneyn'in demir kitleleri ile inşa ettiği "Zülkarneyn Seddi" de, İskender'in Kāfkas dağlarında inşa ettiği "İskender Kapısı" ile örtüşmektedir. Bazı modern akademisyenler ise Zülkarneyn'in kimliğinin Antik Pers kralı ve Ahameniş İmparatorluğu'nun kurucusu Büyük Kiros ile daha uyumlu olduğunu düşünmektedirler.[222] Türk ilahiyatçı ve tefsirci Mustafa Öztürk, Zülkarneyn'in büyük olasılıkla Büyük Kiros olduğunu belirtmiştir.[223]
Evrensel tûfan hikâyesi günümüz bilimsel ve jeolojik verilerine uymamakta,[224] dinî mantık açısından da kendilerine peygamber gönderilmeyen diğer toplumların da aynı felaketle yok ediliyor oluşu gibi sorunlar ortaya çıkarmakta, yeni yorumlar Kur'an'ın Tûfan olayını yerel bir afet olarak ele aldığı yaklaşımı üzerinden yapılmaktadır. Tûfanın gerçekleştiği bölge için de genellikle Mezopotamya işaret edilmektedir.[225] Ancak bu yaklaşımlar, yerel bir afet için büyük bir gemi inşa edilmesi ve bu gemiye az sayıda inanan İnsân ve hayvanlardan çifter çifter bindirilmesi, sonrasında da Nûh'un İnsânlığın ikinci babası kabul edilmesi gibi anlatımlarla uyuşmamaktadır.[226] Dinler tarihi profesörü ilahiyatçı Ömer Faruk Harman, Nûh'un sadece kendi kavminden iman etmeyenleri cezalandırmak için geldiğini, Tûfanın da sadece Nûh'un yaşadığı bölgeye özgü olduğu ve gemiye alınan hayvanların da Nûh'un kendi çiftliğindeki evcil hayvanlar olduğu görüşünün benimsendiğini aktarmıştır.[227][228][229] Bazı ilahiyatçılar ise olaya tarafsız davranmaktadır.[230]
Mısır'dan çıkış, İsrâiloğulları'nın geleneksel bir hikâyesidir.[231][232][233] Hikâyeye göre Firavun ile tartışan Mûsâ, ondan köle olarak çalışan İsrâiloğullarını bırakmasını, yoksa Yehova'nın Mısırlıları On Bela ile cezalandıracağını söyler. Firavun 10. bela gelinceye kadar Mısırlıları bırakmaz. Sonuncu bela geldiğinde onların gitmesine izin verir, ancak daha sonra fikir değiştirerek ordularıyla peşlerine düşer ve Kızıldeniz kenarında onlara yetişir. Bu sırada Musa, sopası ile denize vurur ve açılan suyolundan Mûsâ, Hârûn ve Benî İsrâil geçer. İsrâil halkını takip eden Firavun ise orduları ile birlikte açılan denizin aniden kapanması sonucu boğulur.[234] Kur'an'da Musa'ya dair verilen bilgiler büyük ölçüde Tevrat'la paraleldir,[235][236] ancak çelişen bilgiler de bulunmaktadır. Konuyla ilgili İslâmî kaynaklarda yer alan bilgilerin çoğu Yahudi literatüründe de bulunmaktadır.[235] Kur'an'da Musa'nın hangi denizi yardığı açıkça belirtilmez, ancak Müslümanlar arasında da söz konusu denizin "Kızıldeniz" olduğu inancı vardır. Bakara, A'râf, Şuarâ, Kasas gibi Sûrelerde Musa ve kavminden sıkça söz edilmektedir.
Yeni araştırmalar, olayların "farklı zaman dilimlerinde meydana gelen doğal afetlerin toplumsal hafızada birleştirilerek yorumlanması" olarak açıklanabileceği yönündedir. Buna göre Çıkış durakları içerisinde yer alan Kızıldeniz, Tanah'ta Sazlık Suyu (Reed Sea, Yam Suph) olarak kaydedilmiş, daha sonraki yazımlarda bu kelime Red Sea (Kızıldeniz) olarak yazılmış ve böylece Kızıldeniz, Çıkış hikâyesinin bir parçası olmuştur.[237][238][239] Buna göre Mısır duvar resimlerinde de görülen Firavun ve askerlerinin boğulması olayı ise tamamen farklı bir zaman diliminde meydana gelmiştir: y. M.Ö. 1600'da gerçekleşen Santorini Yanardağı patlamasında, Akdeniz çanağında meydana gelen tsunami felakeTînde Nil Deltası sular altına kaldı.[240] Buna karşı Suph'un İbrânîce kökenli suphah (fırtına) veya soph (son) sözcükleri ile ilişkili olabileceği, Yam Suph'un ise sazlık denizi (suyu) olmadığı ve Kızıldeniz geçişinin kendisine atıfta bulunduğu öne sürülmüştür.[241] Çıkış hikâyesini savunanlar, günümüzde Hollanda Ulusal Müzesi Eserleri'nde bulunan ve MÖ 1991 – 1803 arasına tarihlendirilen Ipuwer Papirüsü'nde yazanların On Bela'nın yaşandığı vakit alınan kayıtlar olabileceğini yorumlamışlardır.[242] Çıkış hikâyesi de Kur'an'da kendisine genişçe yer bulmuş hikâyelerdendir. (Şuarâ: 52–68, Bakara: 50)
İki topluluk birbirini görünce Mûsâ'nın arkadaşları, "Eyvah yakalandık" dediler. Musa, "Hayır! Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir" dedi. Bunun üzerine Musa'ya, "Asan ile denize vur" diye vahyettik. Deniz derhal yarıldı. Her parçası koca bir dağ gibiydi. (Şuarâ Sûresi: 61–63)
Kârûn, halk edebiyatında zenginliği ile dillere destan bir kişidir. Kur'an'da Kasas, Mü’min ve Ankebût Sûrelerinde bahsedilir. Kârûn, Kur'an'a göre İsâailoğulları'ndan ve zenginliği sebebiyle şımaran birisidir. Serveti, "Biz ona, anahtarlarını (bile taşımanın) güçlü bir topluluğa ağır geleceği hazineler verdik." şeklinde tanımlanır. Kârûn ise serveti için "Bunlar bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir." der.[243] Kârûn, Mûsâ'nın mûcizelerine inanmaz, onu yalancılıkla ve sihirbazlıkla suçlar.[244] Bunun sonucunda da Allah tarafından helak edilir.[245] Bu kişinin kimliği de merak konusudur.
Tevrat'a (Sayılar: 16. bölüm) göre Korah, Dathan ve Abiram (Aviram) adında, beraberlerinde topluluk tarafından seçilen 250 kişi, Musa ile tartışıp Musa ve Hârûn'u ileri gitmekle suçlarlar.[246] Bu kişiler yandaşlarıyla birlikte Rab (Yahudi kültüründe Yahova için kullanılan ikame sözcük; kral, efendi) tarafından diri diri ölüler diyarına yollanırlar. Fakat Tanrının öfkesi dinmez ve bu sefer bu kişilerin ölümlerini sorgulayan halka öldürücü hastalık (veba salgını) gönderilir.[246] Ancak Tevrat'ta onların zenginliği ile ilgili bir ifade yer almaz.
Kârûn ismiyle anılan Lidya kralı Kroisos'un (Krezüs) zenginliği mitolojilere konu olmuştur. Krezüs mitolojiye göre her tuttuğunun altın olması için ilâhlara yalvarır, bu dileği kabul edilince mutluluğa erişeceğini sanır. Ancak antik çağın en zengini olduğu hâlde mutluluğu bir türlü bulamayan kral acı içinde kıvranarak ölür.[247] Anadolu'daki en eski Yahudi yerleşimlerinin Lidya topraklarında bulunması[248] sebebiyle hikâyenin Yahudiler vasıtasıyla zaman, mekân gibi niteliklerinin değiştirilerek Orta Doğu halkları arasında yayılması olasıdır.[249][250]
Kral Krezüs ile Kârûn arasında, yaşadıkları yerlerin farklılığı yanında ve efsanevi zenginlikleri dışında hiçbir benzerlik yoktur; bu da Kur'an hikâyesinin kaynağı olarak bazı yorumcuları Tevrat anlatısında Mûsâ ile tartışan "Korah" isimli kişiye yönlendirmektedir.[251] Bu kişinin zenginliği veya geride bıraktığı arkeolojik miras hakkında herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Ayrıca Korah anlatısı çölde, çadırların kurulduğu bir mola esnasında[252] bir topluluk ile, Kârûn hikâyesi ise bir kişi ve O'nun zenginlikleri (bahçe, malikâne, hazineler vs) ile ilgilidir.[253] İslâm kaynaklarında ise Kârûn ile ilgili çeşitli rivayetler vardır. Tevrat'taki şecereye dayanarak onun Musa'nın amcasının oğlu olduğu belirtilir. Musa ve Hârûn'dan sonra İsrâiloğulları'nın en bilgilisi ve üstünü sayıldığı, Tevrat'ı çok güzel okuduğu, İsrâiloğulları Mısır'da yaşarken Firavun tarafından onlara yönetici tayin edildiği, fakat Allah düşmanı olup bozgunculuk çıkardığı; evinin, elbiselerinin, hazinelerinin özellikleri, gösterişli tavırları belirtilmektedir.[254]
Birçok inançta Evren; "yeryüzü" ve "gökyüzü" (7 kat gök) olarak iki bölümden oluşur. Buna göre iyi ruhlar ölümden sonra gökyüzüne, cennete yükselirken; kötü ruhlar yerin altına iner, cehennemde azap çekerler. Gök Tanrı inancından Hristiyanlığa, Mecûsîlikten Yahudiliğe ve Mazdeizm'den İslâmiyet'e kadar birçok inanç göğü kutsal kabul etmiş ve göğü Tanrı'ya mekân olarak seçmişler, ölüm sonrası ruhların gökyüzüne yükseldiğine ve orada sonsuz yaşama ulaştığına inanmışlardır. Kur'an'da İsrâ ve Necm Sûrelerinde kullanılan İsrâ (gece yolculuğu) sözcüğü; Mescid-i Hâram, Mescid-i Aksâ, sidret'ül-müntehâ, kâb-ı kavseyn kadar yaklaşma gibi birkaç deyim ve cümlecik üzerinden değişik rivayetlerle desteklenerek senaryolaştırılan Mir'ac hikâyesi, bu inanç ve hikâyelerin İslâmî yansımalarından biri olarak görülür. İslâm kültüründeki mir'âciyyeler ile özellikle Ardavirâfnâme arasında birçok paralellikler göze çarpar.[256]
Ardavirâf, ömrü boyunca günah işlemediği için din adamlarından oluşan bir kurul tarafından Hürmüz ile görüşmeye gönderilir. Meng isminde bir içecekten üç kadeh içtikten sonra uykuya dalar. Yedi gün boyunca Kutsal Surûş ve Tanrı Azer'in eşliğinde Çinvat Köprüsü'nden geçer, cenneti ve sonra sırasıyla a'râf ve cehennemi gezer. Burada iyilerin cennetteki, günahı ve sevabı eşit olanların A'râftaki ve günahkârların cehennemdeki durumu hakkında bilgiler edinir ve sonrasında döner.[256]
İslâmî dini anlatımlarında ise Mir'ac, Muhammed'in göğe yükselip Allah ve öte âlemleri gördüğü ve döndüğü rivayetlerine verilen isimdir. rivayetler; Muhammed'in kalbinin temizlenmesi, Burak adlı bir binek ve Cebrâil eşliğinde Mescid-i Aksâ'ya gitmesi (isrâ), bazı peygamberlere namaz kıldırması, muallak taşından göğe yükselmesi, Allah ile konuşması, gök katlarında diğer peygamberler ile diyalogları, cennet ve cehennemi görmesi ve geri dönmesi gibi bölümlerden oluşur. Kur'an'da "gece yolculuğu" manâsındaki isrâ olayından bahseden birkaç ifade olsa da, Mir'ac hakkında bir ifade bulunmamaktadır.[257] Bu anlatım, İslâm kültürüne hadisler ve rivayetler yoluyla girmiştir.[258][259]
İslâm'daki Tanrı inancında antropomorfizme yer verilmemesi, buna kesin bir şekilde karşı çıkışı ve Allah'ın Sûreti olmadığı için betimlenemeyecek olduğu inancı, Hristiyanlıktakine benzer bir ikona ve dinî resim geleneğinin oluşmasını engellemiştir.[260] Ayrıca İslâm'da peygamberlere tanrısal özelliklerin izafe edilmemesi, peygamberlerin de betimlenmesini dinî anlamda büyük ölçüde gereksiz kılmıştır.[260] Ek olarak, İslâm'ın putperestliğe karşı oluşu ve Kur'an'da putperestliğin şiddetli bir şekilde reddedilmesi, özellikle heykel gibi sanatlara Müslümanların, özellikle de aktif pagan putperestliğinin devam ettiği çağlarda, mesafeli durmasına Sebe'p olmuştur.[261] Bununla birlikte Kur'an'da heykel sanatına veya İnsân (peygamberler dahil) Sûretlerinin betimlenmesine; tapınmak için, yani putperestlik için yapılmadıkları sürece, herhangi karşıt bir âyet bulunmaz. Batı'da sanatın önder türleri resim ve heykel iken, İslâm'da bu formlar yukarıda belirtilen Sebe'plerin de etkisiyle pek benimsenememiştir. Bunun yerine ahşap, metal işlemeciliği, dekoratif sanatlar, seramik ve cam sanatları ile ciltleme ve hat sanatı büyük yer ve öneme sahip olmuştur. Süsleme sanatlarında özellikle geometrik ve simetrik motifler sıklıkla yer almıştır.[261]
Genellikle gerçekçi Sûret betimlemesinden uzak duran İslâm sanatı, bu nedenle daha hayalci bir tarza sahip olan minyatür sanatını geliştirmiştir. Açı ve özgün stilleriyle minyatür, farklı bir görsel sanat dalıdır ve İslâm sanatında büyük yer tutar, hatta başlıca figüratif sanattır. Buna ek olarak, İslâm'da önemli bir yer tutan ve güzel yazıyı baz alan hüsn-ü hat sanatı (diğer adıyla hat sanatı veya kaligrafi),[262] İslâm toplumundaki Sûret karşıtlığından da yararlanarak büyük ölçüde gelişmiştir.[260][263] Özellikle hat sanatıyla birlikte anılan tezhip sanatı, dekoratif bir sanat olarak öne çıkmış ve özellikle Kur'an nüshalarının oluşturulmasında hat ile birlikte dekoratif ve estetik açıdan önemli bir yere sahip olmuştur.[261] Gerek ciltçilik gerekse süsleme açısından en güzel örnekleri sunan Kur'an nüshaları olmuştur. Kur'an nüshalarında hat ve tezhibe sıklıkla rastlanırken, figüratif dekorasyonlara ve betimlemelere ise rastlanmaz.[260] Bunun yerine minyatür gibi figüratif betimlemeler, destan ve manzum hikâyelerin nüshalarında sıklıkla kullanılmıştır.
Kur'an 114 sûreden oluşmaktadır. Sûreler, genellikle içerdiği konulardan birine verilen isimlerle anılırlar. Sûreler kronolojik bir sırada düzenlenmemiştir,[264] genel olarak uzunluğuna göre düzenlenmiştir. Kur'an'da 86'sı Mekke dönemi (Mekkî), 28'i ise Medine dönemi (Medenî) olmak üzere 114 Sûre bulunur. Her bir Sûre "âyet" adı verilen bölümlerden oluşur. âyetlerin uzunluğu bir kelime ile bir sayfa arasında değişir. Kur'an'ı oluşturan 30 eşit parçadan her birine de cüz denir.
Kur'an'ın yazımında noktalama işaretleri bulunmadığı için bazı âyetlerin nereden başlayıp nerede bittiği gibi konular kesin değildir. Bazı âlimler, bir kısım uzun cümleleri iki–üç âyet saymışken, bazıları tek âyet kabul etmiştir. Yine Şâfiî âlimleri besmeleyi başında zikredilen Sûre ile bir bütün olarak saydıkları hâlde, Hanefî âlimleri besmeleyi ayrı bir âyet olarak saymışlardır. Bazı Sûre başlarında yer alan "Elif Lâm Mim, Yâ Sîn, Ha Mim" gibi "Hurûf-ı Mukattaa" için de benzer durum geçerlidir. Buna göre Kur'an, Sûrelerin başındaki besmeleleri ayrı bir âyet saymama kaydı ile toplam 6236 âyetten oluşur.[265]
Âyetlerin sayısını Abdullah b. Abbas 6616, Nâfi 6217, İbn-i Şeybe 6214, Mısır âlimleri ise 6226 olarak ifade etmişlerdir. Said Nûrsi, Zemahşerî gibi bazı din adamları ise rakamları yuvarlayıp 6666 sayısını vermişlerdir.[266][kaynak güvenilir mi?]
Sûrenin Adı | İniş Sırası | Mushaftaki
Sırası |
Sûrenin Adı | İniş Sırası | Mushaftaki
Sırası |
---|---|---|---|---|---|
Bakara Sûresi | 87 | 2 | Haşr Sûresi | 101 | 59 |
Enfâl Sûresi | 88 | 8 | Nûr Sûresi | 102 | 24 |
Âl-i İmrân Sûresi | 89 | 3 | Hac Sûresi | 103 | 22 |
Ahzâb Sûresi | 90 | 33 | Münâfikūn Sûresi | 104 | 63 |
Mümtehine Sûresi | 91 | 60 | Mücâdile Sûresi | 105 | 58 |
Nisâ Sûresi | 92 | 4 | Hucurât Sûresi | 106 | 49 |
Zilzâl Sûresi | 93 | 99 | Tahrîm Sûresi | 107 | 66 |
Hadîd Sûresi | 94 | 57 | Tegābün Sûresi | 108 | 64 |
Muhammed Sûresi | 95 | 47 | Saf Sûresi | 109 | 61 |
Ra'd Sûresi | 96 | 13 | Cum'a Sûresi | 110 | 62 |
Rahmân Sûresi | 97 | 55 | Feth Sûresi | 111 | 48 |
İnsân Sûresi | 98 | 76 | Mâide Sûresi | 112 | 5 |
Talâk Sûresi | 99 | 65 | Tevbe Sûresi | 113 | 9 |
Beyyine Sûresi | 100 | 98 | Nasr Sûresi | 114 | 110 |
Kur'an içeriğinin Arapça bilmeyenler için anlaşılmasında en büyük zorluklardan birisi; Kur'an'ın katkısız ve yorumsuz tercümesinin yapılmaması, bunun yanında her dönem sayıları hesaplanamayacak kadar çok meâl ve tefsirlerinin yapılması, bu meâl ve tefsirleri yapan kişilerin eğitim, bilgi, bölge, mezhep, meşrep gibi durumları ile ilgili yansıtmalar ve çarpıtmalar[267][268][269][270] içermesi, okuyucunun gerçek içeriğe tam ulaşamaması ve ciltler dolusu tefsirlerin ayrıntılarında boğulması sorunudur. Kur'an tefsir ve meâllerindeki çarpıtmalar; Kur'an metninde yer alan, yazarına göre daha çok Allah'a izafe edilemeyecek eylem, isim ve sıfatlar konusunda yapılmaktadır.[271]
Bazı araştırmacıların ulaştığı sonuçlar doğruysa, Kur'an içeriğinde yer alan kelimelere rivayetlere dayanan ve geleneksel olarak yüklenen karşılıkların da yeniden anlamlandırılması gerekecektir.[272] Bu kapsamda örneğin Tebbet Sûresi'nde bahsedilen "Ebû Leheb ve Ümmü Cemîl", geleneksel rivayetlerde geçtiği gibi Muhammed'in O'na kötülük yapan amcası ve eşinin değil, Mecûsî İran şahı II. Hüsrev ve eşi Şîrin'in sembolik anlatımı olabilir.[273][daha iyi kaynak gerekli] Kureyş ise Muhammed'in mensubu olduğu Kābilenin değil, Yine İran'da Ahameniş İmparatorluğu'nu kurarak Yahudileri Bâbil sürgününden kurtaran ve Yahudiler arasında büyük bir saygıyla anılan Büyük Kiros'un (İbrânîce telaffuzu Quraish) adı olabilir.[274]
Kur'an'ın ana teması monoteizmdir. Tanrı (Allah); yaşayan, ebedi, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten olarak tasvir edilir. (bkz. örneğin, Kur'an 2:20, 2:29, 2:255). Tanrı'nın her şeye olan kâdirliği, her şeyden önce yaratma gücünde ortaya çıkar. O, göklerin, yerin ve her şeyin yaratıcısıdır. (bkz. örneğin, Kur'an 13:16, 2:253, 50:38).
Kur'an, Tanrı'nın varlığını kanıtlamak için çeşitli âyetlerde kozmolojik argümanlar kullanır.[275] Evren yaratılmıştır, bir yaratıcıya ihtiyaç duyar ve var olan her şeyin varlığı için yeterli bir nedeni olmalıdır. Ayrıca, kainatın tasarımına sıklıkla bir tefekkür noktası olarak atıfta bulunulur ve inanan inanmayan herkese düşünmeyi teşvik eder.[275][276]
Gökleri yedi tabaka hâlinde yaratan O'dur. Rahmân'ın yaratmasında bir düzensizlik göremezsin. Bak bakalım, işleyiş yasalarında bir uygunsuzluk görüyor musun? (Mülk Sûresi: 3)[277]
(Resulüm!) De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın ve Allah’ın ilk yaratılışı nasıl başlatıp devam ettirdiğini görün. Allah, daha sonra ikinci hayatı da işte böyle gerçekleştirecektir; Allah her şeye kādirdir.” (Ankebût Sûresi: 20)
Tanrı benzetmesi hakkında antropomorfik bir dil kullanılıp kullanılamayacağı Yahudi, Hristiyan ve İslâm düşünce tarihinde oldukça yoğun tartışmaların konusu olmuştur. İbrâhîmî dinlerin kutsal kitaplarında Tanrı'yı teşbih eden, İnsânî niteliklerin başka bir varlığa atfedilmesi olan antropomorfik örneklere rastlanabileceği gibi, O'nu yaratıklara benzemekten tenzih eden ifadelere de rastlanmaktadır.[278][279] Genel bir bakışla Kur'an ve Kitâb-ı Mukaddes'te tenzihten çok teşbihin var olduğu söylenebilir.[280] Kur'an ve hadislerde bulunan teşbihî ifadelere sonraki dönem Kelâmcılar tarafından bazı mecazi anlamlar yüklenerek Allah'ın benzemezliğine vurgu yapılmış ve teşbih veya cisimlendirme küfür veya şirke eşit tutulmuştur.
Kur'an'da Cebrâil, Mikâil gibi melek isimleri diğer İbrâhîmi dinlerde olduğu gibi El (ya da İl) ile bağlantılıdırlar. Kur'an'da da geçen ve İslâm'da geleneksel olarak dualara başlarken kullanılan Allahûmme, olasılıkla İbrânîce "Elohim" kelimesinin Arapça telaffuzundan ibaret bir kelimeydi.[281] Elohim, İbrânîcede "majesteleri!" ifadesinde olduğu gibi yüceltme amaçlı çoğul ("Tanrılar!" gibi) olarak kullanılmaktaydı.[282][283][284][285][286][287] Kur'an'da adı anılan peygamberler ve kutsal kitaplar sıklıkla YHVH'ye referans vermelerine rağmen[288][289][290][291] Kur'an'da "Yahve / Yahova" ismi kullanılmaz. Ancak Yahudilikte Yahve yerine kullanılan isimlerden olan "Rab" (efendi, ağa) kelimesi de Kur'an'da sıklıkla Allah için kullanılır.[292] "Yahve "yerine kullanılan kelimelerin On Emir arasında bulunan "Tanrın Yahve'nin adını boş yere ağzına almayacaksın, yoksa Yahve bunu cezasız bırakmayacak"[293] ifadesi ile bağlantılı olarak Yahudiler arasında yerleştiği düşünülmektedir.[294]
Kur'an'da "Allah" için en sık kullanılan isim/sıfatlardan bir diğeri de Arapça kökenli olmayan Rahmân'dır.[295][296] Bu sıfat teriminin (Rahmânan/Rahmân) bilinen en eski kullanımı, Akadca ve Ârâmîcede Hadad'a adanmış bir yazıtta bulunur.[297] Raḥmân, "merhamet eden", fiil olarak "sevmek, acımak, merhamet etmek, bağışlamak, rahmet etmek" anlamlarına gelmektedir. Kur'an'ın 55. Sûresi Rahmân Sûresi'dir.[298]
Kur'an'da peygamber olarak ismi sayılan kişilerden bazılarının belirgin bir özelliği, onların çoğunlukla aile olarak peygamberlik yapmaları yanında kavim olarak İsrâiloğullarına ait kişiler olmalarıdır.[300][kaynak güvenilir mi?] Bu durum İbrâhîm ailesi, Ya'kūb ailesi, İmrân ailesi ve Dâvûd–Süleyman gibi örneklerde görülebilir.
Tarihsel ve coğrafi bağlam:
Kur'an'da başlıca Allah inancı, tevhid, yaratılış, dünyanın sonu, peygamberlik ve peygamberlerin yanı sıra eski milletlerin hayatlarına ait parçalar, Kur'an'ın amaçları doğrultusunda dinî ve ahlaki öğütlerle işlenir. Ancak Kur'an'da "milât" kavramı gibi bir anlayış olmadığı için İnsânlığın geçmişine ait herhangi bir olay için kesin tarih verilmez.[301]
Kur'an, güneş takvimine tamamen yabancı olmasının yanında, takvim olarak o güne kadar Araplarda kullanılmakta olan 12'li Ay takvimini (kamerî aylar) esas almış, bazı Arap bölgelerinde kullanılmakta olan ve her yıl mevsimlerin ve ayların çok az bir farkla sabit kalmalarını sağlayan "nesî" uygulamasını "küfürde ileri gitmek" şeklinde bir niteleme ile yasaklamıştır (Tevbe Sûresi: 36–37).
Kur'an'da Nûh'un gemisinin Cûdî'ye oturduğu gibi coğrafik anlam ifade eden cümleler (Hûd: 44) son derece nadirdir. Bununla birlikte hikâyelerin Orta Doğu bölgesinin halkları ile ilgili olduğu ifade edilebilir.
Kur'an'da Dünya'nın jeolojik tarihi için kullanılan bazı ifadeler gibi beşeri tarihi anlatan bazı ifadeler de Tevrat anlatımlarına paralel ifadeler taşır. Tevrat'ta (Yaratılış: Bölüm 1–2) Gök ve yerin yaratılışı 6 günde tamamlanır. 1. gün ışık, gündüz ve gece, 2. gün kubbe, 3. gün kuru toprak ve flora, 4. gün gökcisimleri, 5. gün balıklar ve kuşlar, 6. gün karada yaşayan hayvanlar ve İnsânlar beliriyor (Kutsal Kitap Kronolojisine göre MÖ 4026'da). Bölüm 2'ye göre ise Tanrı 7. günde dinleniyor.[302][303] Kur'an'da yaratılış için kullanılan ifade ise "Andolsun, biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde (altı evrede) yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı." (Kāf: 38) şeklindedir. âyetin sonundaki "yorgunluk duymadık" ifadesinin Tevrat'taki "Tanrı dinlendi" çarpıtmasına gönderme yaptığı söylenmektedir.[304][305]
Kitâb-ı Mukaddes'te yeryüzünün yaratılış hikâyesi ile eşzamanlı olarak anlatılan Âdem, Havvâ, Hâbil, Kābil gibi birçok ismin antik kültürlerdeki mitolojik semboller ve hikâyelerin yeni bir uyarlaması olduğu ve bunların Sümer yaratılış hikâyelerinden (Adapa) büyük ölçüde esinlendiği iddia edilmektedir.[306][307][308][309]
Bir Şanlıurfa hikâyesine göre İbrâhîm, yöredeki putları parçalar ve Nemrud'la tartışır. İbrâhîm, Nemrud'u ve putları ilah edinmeyi asla kabul etmez, putları kimse görmeden kırarak baltayı büyük putun boynuna saplar ve Nemrud'u tek tanrı inancına çağırır. İbrâhîm'in çağrısına kulak asmayan Nemrud, bunun üzerine büyük bir mancınık yaptırır ve görkemli bir ateş yaktırır.[310] Sonrasında İbrâhîm'i bu mancınıkla ateşe atarlar, ancak İbrâhîm'in tanrısının o anda ateşe verdiği bir emirle İbrâhîm yanmaz[311] ve rivayete göre İbrâhîm ateşlerin içindeyken ateş bir gül bahçesine dönüşür.[312] Kur'an'da Enbiyâ Sûresi'nin 66–70. âyetlerinde de bu konu işlenir: "Ey ateş! 'İbrâhîm için serinlik ve esenlik ol!' dedik."[313]
Kur'an'da din ve inanç, büyük oranda Yahudi–Hristiyan teolojisi ve puta tapanlar (müşrikler) üzerinden işlenir. Kur'an'da az miktarda adı geçen diğer dinî gruplar ise Sâbiîler, Mecûsîler ve Haniflerdir. Yûsuf, Kârûn, Hâmân, Zülkarneyn, Ashâb-ı Kehf, Süleyman ve Yûnus hikâyeleri gibi kıssalar da Kur'an'da hacimce geniş yer kaplar. Kur'an anlatımının bire bir olmasa da Kitâb-ı Mukaddes'teki anlatımlar ile büyük oranda örtüştüğü hikâyelerin yanında, bu hikâyelerden farklı parçaların farklı hikâyelerde kullanıldığı söylenmektedir.[317] Örneğin; Kur'an anlatımlarında Hâmân hikâyesinin "Bâbil Kulesi, Ester ve Mısır'dan Çıkış" gibi farklı Tevrat hikâyelerinin bir kombiNâsyonu olduğu ifade edilmektedir.[317]
Yûsuf, İslâm'daki peygamberlerden biridir ve hayatı Kur'an'ın Yûsuf Sûresi'nde anlatılır.[318] Kur'an'da anlatılan hayat hikâyesi, Tevrat'ta bulunan hikâye ile genel itibarıyla benzer olmakla beraber farklılıklar da bulunmaktadır.[319] Kur'an'da Yûsuf Kıssası, "kıssaların en güzeli" olarak tanımlanmaktadır.[320] Yûsuf'un son derece yakışıklı olduğu ve bu yakışıklığının Mısır firavununun karısını onu baştan çıkarmak için çektiği söylenmektedir. Kur'an'da Peygamber Ya'kūb'un oğulları (Yûsuf'un kardeşleri), babalarından Yûsuf'un onlarla beraber gitmesine izin vermesini isterler.[321] Daha sonra Yûsuf, kıskançlık duyguları kabaran kardeşleri tarafından bir kuyuya atılır ve kardeşleri, babalarına Yûsuf'un bir kurt tarafından yenildiğini söylerler. Yûsuf'un babası Ya'kūb, kederden gözleri kör olana kadar ağlar. Yûsuf, yoldan geçen bir kervan tarafından kuyudan çıkarılır ve Mısır'a köle olarak götürülür.
Kur'an'da yüceltilen bir aile olarak İmrân ailesi, kendisine 500'ün üzerinde atıf yapılan Musa ve Tevrat hakkında bilinenler ise şöyle özetlenebilir:
Musa hakkındaki bilginin tek kaynağı olan ve Kendisine Tevrat'ın yazdırıldığına inanılan Musa için, Rabbânî Yahudilik Musa'nın MÖ 1391–1271 aralığında yaşadığını, tarihçi Hieronymus MÖ 1592, James Ussher ise MÖ 1571 aralığında yaşadığını iddia etmektedir.[322][a] Modern bilim adamları ise Tevrat'ı genellikle Pers Ahameniş İmparatorluğu (MÖ 450-350) döneminin bir ürünü olarak görüyorlar,[323][324] ancak bazıları onun derlenmesini Helenistik Dönem'e (333-164 M.Ö.) yerleştiriyor.[325] Musa'nın yaşadığına inanılan yıllar ise bundan yaklaşık 1000 yıl eskiye gidiyor. Modern bilimsel fikir birliği, Musa'nın efsanevi bir figür olduğu yönündedir.[326] Musa ile Tevrat'taki Çıkış Kitabı ve Tesniye Kitabı bölümlerinde yaşanan olaylar hakkında Antik Mısır kaynaklarında hiçbir atıf yer almamakta olup, Mısır ve Sînâ Yarımadası'nda keşfedilmiş arkeolojik deliller, Musa'nın ana figür olduğu hikâyeleri desteklememektedir.[327] Musa ile ilgili ilk yazılı kaynak Bâbil Sürgünü sırasında üretildiği düşünülen Metinlerdir.[328]
Kur'an'da adı Musa ile birlikte anılan diğer bir figür ise O'nun kardeşi Hârûndur. Fir'avuna birlikte giderler ve Mısır'dan çıkışta da birliktedirler. Musa dağa YHVH ile konuşmaya gittiğinde halk kendisinden bir ilah yapmasını ister. O'da halktan altınlarını getirmelerini. Altınlar toplandığında Onlara Altından bir buzağı heykeli yapar. Bu Mısırlıların tapınmakta oldukları tanrılardan birinin (Apis) heykelidir. YHVH çok kızar ve Musayı geri gönderir. Musa kardeşine kızar, Yahovanın elleriyle yazıp verdiği taş levhaları ve heykeli parçalar, heykeli toz haline getirerek tozunu suyun üzerine atar, halka O suyu içirir.[329] Kur'an'da Tevrat'ın aksine Heykeli Hârûn değil, Sâmirî yapar ve bu konuda Hârûn suçlanmaz.
Ailenin bir diğer üyesi ise Musa ve Hârûn ikilisinin ablaları ve Tevratta peygamber sayılan Miryam'dır. Kur'an'da kendisinden ismiyle ve peygamberlik ünvanı ile bahsedilmez. Ancak bir yerde Meryemden bahsedilirken "Hârûn'un kızkardeşi" şeklinde bir ifade kullanılır.[330] Bu ifade İslâm-Hristiyan diyaloglarında polemik konusu ifadelerden birisidir.
Kur'an'da Îsâ kendisine erkek dokunmamış bir bakirenin mûcize çocuğudur. Ölüleri bile diriltebilir.[331][332] Hristiyan teolojisinden önemli bir fark olarak O tanrı veya tanrının çocuğu değil, Muhammed'i müjdeleyen bir peygamberidir. Ama yine de O'nun için özel bir dil kullanılır; O tanrının sözü ve özü (ruhu)'dür. (Nisâ:171)[333] Bebekliğinden itibaren olağanüstü mûcizeler ve harikalar gösteren[331][332] Îsâ'nın hikâyesine Âl-i İmrân ve Meryem Sûrelerinde ayrıntılı olarak yer verilir. Bu hikâyelerin apokrif bebeklik incilleri ile paralellikler taşıdığı biliniyor.
Yûnus kitabının kurgu olup olmadığına dair farklı görüşler bulunmaktadır. Yûnus'tan tarihsel bir peygamber olarak Krallar kitabında bahsedilir.[334][335] Tevrat bilginlerinin çoğu hikâyenin ilk kez anlatıldığı Yûnus kitabının içeriğini gerçek dışı parodi veya satirik bir anlatı olarak değerlendirir.[336][337][338][339][340][341] Eğer bu doğruysa Yûnus hikâyesi O'nun satirik doğasını anlamayan bilgeler tarafından İbrânî Kutsal Kitabı'na sokulmuş olmalıydı.[342][340][341] Mitoloji araştırmalarına göre Yûnus hikâyesi Sümer mitolojisinde İnsân balık kombiNâsyonu olan yarı tanrı Oannnes'den ilham alan bir Tevrat hikâyesiydi.[343][344] Buna göre Oannes kültü iki farklı isimle, Jonah ve John olarak Tevrat hikâyelerine aktarılmıştı. Bahsedilen isimlerin Kur'an'daki karşılığı Yûnus ve Yahya’dır. Kur’an’da mukatta harfleri arasında geçen ve anlamı bilinmeyen Nun harfi ise Sabienlerde Yahya kültünün sembolüdüydü.[345]
Birçok dini-felsefi öğretiyi etkilemiş olan Mısır bilgelik tanrısı Thoth Yunanlara Hermes, İslâm'a ise İdrîs olarak girer.[346] İdrîsle ilişkilendirilen diğer bir karakter ise Enoch (Hanok)tur.[347]
Kur'an hikâyelerinin gerçekliği İslâm dünyasında da tartışılır ve bu konuda teoriler üretilir.[348] Ezher Üniversitesi'nde gerçekleştirilen tez çalışmasında (1950) Muhammed Ahmed Halefullah bu kıssaları masal olarak nitelendirmekten çekinmemiştir.[349][kaynak güvenilir mi?]
KKTC Yakın Doğu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde yapılan bir çalışmada Kur'an'ın ortaya koyduğu vergilerinin İslâm öncesi Güney, Kuzey ve Hicaz Araplarında hatta daha eski toplumlarda yer alan vergi düzenlemelerinin aynısı olduğu sonucuna varılmıştır.[350] Sütçü İmam Üniversitesi, Temel İslâm Bilimleri bölümünde yapılan bir araştırmada Kur'an'a dayalı hukuk ve ibadetler "Bizim üzerinde durduğumuz, Kur'an'ın da işaret ettiği İslâm öncesi Arap folklorundaki mitolojik unsur ve menkıbeleri Kur'an'ın yok saymadığıdır. Kur'an'da emredilen ibadetlerin bir kısmı zaten Arapların yaşamında kültürlerinde, örf ve adetlerinde, bir kısmı da Tevrat'ta bulunuyordu. Örneğin namaz, oruç, hac, zekat... gibi. Burada Kur'an'daki hukuk sistemi Arapların geleneksel hukuk sistemiyle Tevrat'ın bir karışımıdır dersek abartmış olmayız. Araplarda kısas, diyet, hırsızın elinin kesilmesi cezaları olduğu gibi örtünme de köklü bir gelenek hâlinde idi. Yahudilikte de kısas bulunduğu gibi faiz de yasaklanmıştı. Bazı durumlarda zina eden kadın ve erkek taşlanarak öldürülürdü." sözleriyle anlatılmaktadır.[351]
Kurban kesme ve erkek sünneti: Günümüz Yahudi ve Müslüman topluluklarında kurban ve erkek çocukların sünnet edilmesi geleneklerine kaynaklık eden anlatılar İbrâhîm ile bağlantılıdır. Antik İsrâil toplumunda Tanrı Molek'e kız ve erkek çocukların yakılarak kurban edildiği bilinmektedir. (Yeremya 32:30-35)[352](Bakınız: cehennem ve İnsân kurbanı) İbrâhîm'in rüyasında oğlunu kurban ettiğini görmesi bu uygulamanın Yahudilerde de var olduğunun işareti sayılmaktadır. Zamanla İnsân kurbanı terk edilmiş, vücudun tamamını kurban etmek yerine onu simgeleyen bir parça (sünnet derisi) kesilmeye başlanmıştır.[353][354]
Sami Ezzib İbrâhîm ile ilgili kurban anlatısının Yahudi din adamlarının bir kurgusu olduğunu, bununla İbrânîlerin Tanrı'ya erkek çocuklarını kurban verme geleneğinin kaldırılarak yerine hayvan kurbanının getirilmesinin amaçlandığını, ancak erkek çocukların kurban verme anlayışından tamamen kurtulamadığını, bunun yerine onların erkeklik organlarını kaplayan derinin kesilmesinin gelenek haline getirildiğini ifade eder. Ve şöyle der: "90 yaşını aşan büyük babanız bir gün sizi dağa götürüp Tanrı'nın rüyasında emrettiğini söyleyerek kesmeye kalksa, sonra da vazgeçip bir koç kesse, bir başka gün kendisinin cinsel organını kesse ne düşünürdünüz?
Kur'an'da İbrâhîm'in Oğlunu kurban sunma hikâyesi de kendine yer bulmuştur. (Sâffât:100-109)
Etik: Kur'an'a dayanan uygulamaların etik sonuçları da günümüz yaklaşımları açısından problemlidir. Örneğin tıbbi bir gerekçe olmadan küçüğün bedenine yapılan cerrahi müdahale (sünnet) bu kapsamda sorgulanmıştır.[355]
Kısasta (kadına, kadın, köleye köle, hür için hür gibi) sosyal denklik şartı (Bakara 178), sosyal olarak alt sınıfta bulunanların üst sınıftan birini öldürmelerinde kısasın uygulanacağı, üst sınıftan birinin alt sınıftan birini öldürmesi durumunda kısas uygulanamayacağı, ancak diyet ödenebileceği anlamına gelmektedir.
Savaş esirlerine yapılacak köleleştirme ve buna dayalı cinsel ve diğer maddi fiiller günümüzde savaş suçları kapsamında ele alınan eylemler arasında bulunuyor.
"İnsân öldürmenin kötülüğü ile ilgili Kuran ifadeleri (Mâide 32), Mişna (Sanhedrin, 4: 5) ifadeleri ile birebir aynıdır; Kim yeryüzünde birini öldürürse bütün İnsânları öldürmüş gibi olur ve kim birini kurtarırsa bütün İnsânları kurtarmış gibi olur."
Kur'an'da kıyamet sahnesi aynı zamanda Kur'an'ın evren modelinin de bir yansımasıdır. kıyamet vakti geldiğinde yıldızlar yeryüzüne dökülür, hamileler düşük yapar ve İnsânlar korkuyla sağa sola kaçışmaya devam eder. Sonra bir meydan kurulur. (Kalem 42)
Amel defterleri dağıtılır. Dünya hayatı ile ilgili tartılar yapılarak iyiler ve kötüler ayrılır. İyiler Sırat üzerinden geçerek cennete gidecekler, kötüler ise aşağıdaki cehenneme döküleceklerdir.
Kur'an'da sıklıkla tekrarlanan bir ifade ile (Tevbe 72; Ra'd 23; Kehf 31; Meryem 61; Fâtır 32; Sâd 50; Mü'min 8; Saf 12). inananlara ADN cenneti vadedilir. ADN (Tevratta Aden Bahçesi) kelimesinin Bâbil dilinde Edinnu'dan türediği düşünülüyor.[356] Eden'in Tevrattaki anlatımı bu yerin büyük olasılıkla Fırat ve Dicle nehirlerinin birleşerek tekrar kollara ayrıldığı ve Fars Körfezine döküldüğü bölgeyi işaret etmektedir.[357]
Kur'an'da cennet için kullanılan bir diğer kelime ise Firdevs ise farādīs'ten geri-türetilmiş yapay bir tekil addır. Eski Farsça paridēz "avlu, etrafı çevrili bahçe", Eski Yunanca parádeisos Pers krallarının bahçeleri, Kutsal Kitap'ta ise cennet bahçesi anlamlarına geliyor.[358]
Cehennem: İnkârcıların ve günahkârların âhirette cezalandırılacakları yer.
Kur'an anlatılarının 1/3'ünü eskatoloji ile anlatılardır.[359] Ancak Kur'an'da yer alan bilgilerin büyük ve ayrıntılı bilgiler olduğu söylenemez. Örneğin Kevser'in Kur'an'da sadece adı geçer. A'râf ve Sırat'tan ise hiç bahsedilmez. Yine de bir İslâm vaizi "sırat" sözcüğünü kullanıyorsa, cehennem üzerinde inananların geçmesi için kurulmuş olan bir köprüyü anlatıyordur. Bu kavramların bir kısmı İslâm dışı kaynaklardan gelen bilgilerle Muhammed'den yüzyıllar sonra içeriği doldurulan kavramlardır. Muhammed'in Mir'ac hikâyesinde cennet ve cehennemi ziyaret serüveni, Kevser ve sırat'ın Mecûsîlikten aktarılan bilgiler olduğuna dair görüşler bulunmaktadır.[256] Kur'an'daki anlatıların çoğu, ayrıntılardan ziyade olayların ahlaki veya manevi önemine odaklanma eğilimindedir.[360]
Kur'an'ın incelenmesinde bir diğer araştırma sahası, Kur'an anlatımlarında geçen tarihsel kişilikler, savaşlar, toplumlar, bunların yaşadığı yerlerin isimleri ve yaşamları ve onlardan geride kalanlar ile ilgili olarak geleneksel İslâm kaynaklarının dışında Bizans, İran, Mısır ve İbrânî dönem tarihçilerinin, diğer dini ve din dışı kaynakların araştırılması, elde edilen bilgilerin arkeolojik veriler ışığında yorumlanması, böylece tarihsel olaylar ile bunlara eklemlenen ve zaman içerisinde efsaneleşen anlatımların birbirinden ayrılması çalışmalarıdır. Bu şekilde erken İslâm tarihine ait, günümüzde de birçok toplumsal şekillenmelerin kaynağı olmaya devam eden anlatıların gerçek yüzü ortaya konabilecek, bunların çözümlenmesiyle geçmişten beslenen birçok çatışmanın, toplumsal bölünme ve düşmanlıkların önüne geçilebilecektir.
Kur'an'ın akıl ve bilime dayalı anlaşılması ve yorumlanması gerektiğine dair yaklaşımlar İslâm tarihinde zaman zaman ileri sürülmüş ve dışsal görünüm olarak akıl ve bilimle çelişen âyetler tevil edilme yoluna gidilmiştir. Bu yaklaşıma karşı çıkan tefsirciler de bilimin değişken karakterini ileri sürmüşler, âyetlerin dil açıdan bahsedilen anlamları içermesinin mümkün olmadığını ifade etmişlerdir.[361]
İnsanın basit gözlem yeteneği ile oluşturduğu ve varlığına inandığı ilk evren modellerinde Evren yer ve gök olmak üzere iki parçadan oluşurdu. O günün büyüklük algısına göre sonsuz denebilecek kadar geniş ve düz bir Dünya ve O'nun üzerinde, katmanları olan, dünya ile eşit genişlikte bir gökyüzü. Ancak bu gökyüzünün her katında değişik mitolojik veya yarı mitolojik özellikler yüklenen göksel varlıkların yaşadığı değişik katmanları olmalıydı.
7 gök kavramına çıplak gözle görülen 5 adet gezegene Güneş ve Ay'ın eklenmesi ile ulaşılır.[362] İnanca göre bunların her birisi ayrı bir felekte ya da gök katında yüzmekteydi. Ancak birçok inanç sisteminin de temelini oluşturan denge inancı gereği yer ve gök arasında da bir denge olmalı ve Yerin de bir o kadar katmanları olmalıydı. (Yedi yer kavramı-Talâk; 12)
Kur'an âyetlerinin lafzi ve zahiri anlamlarına göre Dünya Allah tarafından dümdüz yaratılmış[363] ve Evren'in de Dünya merkezli (yer üstü evren modeli) olarak tanımlandığı düşünülmektedir.[364] Kur'an âyetlerinde yeryüzü İnsânlar için dümdüz bir döşek hâline getirilmiş (Nâziât Sûresi 30), gökler (evren, sema) Dünya üzerinde 7 kat olarak düzenlenmiş, yıldızlar gök lambaları olarak Dünya üzerine (Mülk Sûresi: 5) yerleştirilmişlerdir.[365][366] Kur'an anlatımında Allah Gökte Arş üzerinde oturarak Yaratılış Kitabında da ifade edildiği gibi 6 günde yarattığı Yer ve Gök'ten ibaret olan evreni idare eder. Bu evren içerisinde melekler, ifritler, cinler, şeytanlar gibi mitolojik yaratıklar bulunur. Yıldızlar (s:Mülk Sûresi: 5) zaman zaman haber çalmak için göğe yükselen şeytanları kovmak için fırlatılan taşlar olarak kullanılır.
(Ayrıca bakın:Düz Dünya)
Kur'an'da kullanılan dilin başlangıçta saf Arapça olmadığı ve Kur'an'ın yazım dönemi itibarıyla sadece Petra bölgesinde kullanılan bir Arap dil yapısının Kur'an'da kullanıldığı görülmektedir.[369] Kur'an dili ve Muhammed'in orijini açısından İbni Abbas Kureyş'in bir Nebati bir Kābile olduğu ifadesi de kayda değerdir.[370]
Anlatım yer yer şiir, yer yer düz anlatım özellikleri göstermektedir. Kur'ân anlatımı başı, sonu ortası olan düz bir anlatım değil, konu ve hikâyelerin parça parça bölündüğü, yer yer tekrarlandığı, başa dönüldüğü veya ortadan alındığı ağ şeklinde bir örgüye sahiptir.[371] Müslümanlar Kur'ân'ın içerik ve anlatımının eşsiz ve taklit edilemez edebi bir mûcize olduğuna inanmakla birlikte Kurʼân'da içerik dışında üslup, anlatım tarzı ve gramer hatalarına işaret eden araştırmalar da bulunmaktadır.[372][373] İbrânî ansiklopedisinde Kur'ân'ın, Allah hakkında söylenen bir cümlenin hemen ardından Allah'ın konuşmacı olduğu başka bir cümlenin gelmesi (Sûre Nahl; 81, Neml; 61, Lokmân; 9 ve Münâfikūn; 10 gibi örnekler), Kāfiye ihtiyaçlarından kaynaklanan kelimeler kullanılması (Hâkka; 31, Müddessir; 3), aynı nedenle nadir kelimelerin ve yeni formların kullanımı (Meryem; 8, 9, 11, 16. âyetler) gibi dil özelliklerine dikkat çekilmiştir.[374]
Yemen, yıllık olarak kısa süren muson yağmurlarıyla beslenen bir bölgeydi ve bu yağmurlardan faydalanmak üzere o günlerin teknolojisiyle birçok baraj inşa edildi. Bu barajlar ilkel mühendislik ürünleri olup muhtemelen eskime, bakımsızlık veya savaşların yol açtığı hasarlar nedeniyle hasar görmüş ve bunlardan birisi olan Marib (Arim) barajı yıkılmış ve bu çöküş bazı efsanelerin üretilmesine neden olmuştur.
Kuran'da bu konuda tercih edilen ifade şekli şöyledir: "Sebe''nin memleketlerinde bir âyet vardı: Sağda ve solda iki bahçe. Güzel bir yer ve bağışlayan bir Rab, O'na şükredin! Ama yüz çevirdiler, biz de üzerlerine Arim selini gönderdik.(Sebe':15-16)
Kur’ân'da muallakāt şairlerinden İmruülkays'ın şiirinde de kullanılan[375][376] "kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı" ifadesi ve bağlantılı rivayetler Muhammed'in bir işaretiyle ayın gökyüzünde ikiye ayrılıp tekrar birleşerek en büyük mûcizelerinden birisini gösterdiği inancının müslümanlar arasında yerleşmesine yol açmıştır.[377] Kur'ân'ın edebi üstünlüğüne de örnek gösterilen şiirsel ifadeler aynı zamanda bu ifadelerin kaynağı açısından da tartışmalara yol açmıştır.[375]
Kur'an'da derin bilgi birikimi ve zorlu çabalarla bile anlaşılması zor olan ifadeler bulunabilmekte, bu ifadeler tefsir kitaplarında uzun rivayet ve yorumlara konu olmaktadır. Bunlardan birisi de “O hem iki doğunun, hem iki batının Rabbidir.” (Rahmân, 55/17) âyetindeki iki doğu ve iki batı ifadesidir.
Günümüzde Kur'an'ı anlamak için sıklıkla meâllere başvurulur. Ancak meâl, yazarın kastettiği düşünülen anlam üzerinden yapılan bir çeviri işlemidir ve anlam çeviri yapanın bilgi birikimi veya tercihleri ile de ilgilidir. meâlen sözü dini kullanımda "yani demek istiyor ki..." gibi bir anlama gelir ve asli metne mutlak Sâdakati dışlayan bir çalışmadır. Dini literatürde, hadis ve Kur'an tercümelerinde sıklıkla başvurulan bir yöntemdir. Dini literatür zaman içinde gelişir, değişir ve kullanılan kelimeler yeni anlamlar kazanarak toplumsal belleğe yerleşir.[380] Bunun değişik örneklerinden birisi de "İyiliği emretmek ve kötülükten menetmek" olarak çevirilen doktrinel ifadedir. Aslında bu âyetler etimolojik ve literal çevrim yapıldığında yaygın çevirinin aksine "iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırma" anlamlarına gelmez. Maruf bilinen, aşina olunan anlamındadır [381] ve olası kullanım amacı aynı kökten gelen örf'ü ifade etmek, münker ise tekil anlamındaki nekr, nekre (beklenmedik, belirsiz, tuhaf [382]) kelimelerinden türetilmiş ve olasılıkla günümüzde bid'at (gelenekte olmayan, yeni icatlar, dini ifade olarak sünnette yer almayan dini uygulamalar) olarak ifade edilenin aynısıdır.
Kur'an'ı anlama veya anlam geliştirme (fıkıh-İstinbat) çerçevesinde oluşturulan din bilimleri
Tecvid: Kur’ân-ı Kerîm’in kurallarına uygun biçimde okunmasını konu alan bilim dalı ve bu dalda yazılan eserlerin ortak adı.
Radyokarbon çalışmaları sonucunda %95 doğruluk payı ile 578-669 yılları arasına tarihlenen bilinen en eski Kur'an Metinlerinden biri Yemen'de bulunmuş San'a el yazmalarıdır.[383][384] El yazmaları, daha eski ve kısmen silinmiş bir alt katman ile bu katman üzerine daha sonra yazılmış yeni bir katman olmak üzere iki katman ihtiva etmektedir. Eski, aşağı katman silinmiş olmasına rağmen yazıldığı mürekkebin içerdiği metaller yazıyı görünür hâle getirmektedir. Eski metnin üzerine yazılmış yeni katman standart Kur'an'dan çok da farklı olmamakla birlikte, eski katman Osman mus'hafı standart Kur'an'dan ek veya eksik kelimeler, Tâhâ Sûresi'ndeki 31. ve 32. âyetlerin sırasının farklı olması ve Tevbe Sûresi'nin 85. âyetinin bulunmaması gibi yönlerden farklılıklara sahiptir.[385][386]
Diğer bir Kur'an mus'hafı (MS 9. yüzyıl) Özbekistan'ın Taşkent şehrindeki bir müzede sergilenen Osman Mus'hafıdır. Komünizm döneminde Semerkant'tan zorla alınarak Sankt-Peterburg'da sergilenmiş, sergilenmesi için Başkortostan'a gönderilmiş, 1924 yılında geri verilmiştir. Bazı sayfaları 2000 ve 2003 yılında Christie's Londra ve Sam Fogg koleksiyonunda satılmıştır.[387][388]
Çoğaltılıp çeşitli İslâm şehirlerine gönderilen orijinal Osman Mushaflarından biri de Topkapı Müzesi'nde sergilenmektedir. Bunun yanında, İstanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi'nde bulunan en eski mus'haflar şunlardır:
Kur'an, birçok yazar tarafından dindar bir kurgu olarak tanımlanmıştır.[390][391][392]
Kur'an'a eleştiriler, metodolojik olarak değişik başlıklar altında yapılmıştır. Bunlar bilimsel-tarihsel hatalar, iç tutarlık, kaynakları, dil (gramer, üslup) hataları vb. başlıklardan oluşur. Kur'an'ı İngilizce, Fransızca ve İtalyancaya tercüme eden Sami Ezzib, Kur'an'daki dil bilgisi hatalarını tespit ederek bulgularını 500 sayfalık Al-Akhta' al-lughawiyyah fi al-Qur'an al-karim: Linguistic Errors in the Holy Koran adlı eserinde yayımladı.[393][394]
Muazzez İlmiye Çığ bir kısmı Kur'an'da da aynen veya değiştirilerek anlatılan kutsal kitap hikâyelerini eski mitolojilerle karşılaştırdığı çalışmalarında bu konuda büyük paralellikler olduğu sonucuna ulaşır. İlmiye Çığ eserinde, Kur'an'da peygamber sayılan Lut'un Tevrat'ta iki kızı ile yatma hikâyesini Kenan baştanrısı El'in kızları olan iki tanrıça yaratıp onlarla yattığı hikâyesinin Tevrat versiyonu olarak değerlendiren görüşlere yer vermektedir.[395]
Iraklı alim ve tercüman N.J.Dawood Âl-i İmrân Sûresinde İmrân-Meryem ilişkisini Yahudi-Hristiyan teolojisinin karmaşık bir aktarımı (zaman ve kişilerin karıştırılmış olduğu) şeklinde değerlendirmiştir.[396]
Bunun yanında, Kur'ân'nın yorumu neticesinde ortaya çıkmış hukuk sistemi şeriatın günümüzdeki değerlere olan uyumluluğu ve Kur'ân'ın sadece ilahi bir vahiy olduğu inancı eleştirilmektedir. Kur'an, eleştirenler tarafından Muhammed'in koyduğu esasların toplu hâlde yer aldığı bir kitap olarak görülmektedir.[397]
Kur'ân'da geçen; evren ve dünyanın yaratılması, İnsân hayatının kökenleri, biyoloji, doğa bilimleri ve benzeri konular ile ilgili açıklama ve beyanlar bilim İnsânları tarafından kendi içinde çelişkili olma, bilimsel olmama ve gelişen bilimsel teorilere tezatlık oluşturma gibi nedenlerden ötürü eleştirilmektedir.[398][399][400] Bunun dışında Eski Arapça ve Arap kültürü üzerine uzman pek çok akademisyen Kur'ân'a karşı, açık ve anlaşılır bir kitap olduğunu iddia etmesine rağmen bu özellikleri barındırmaması ve kendini sürekli tekrar eden, anlamsız ve anlaşılmaz kısımlara sahip olması savına dayanaraktan eleştiriler yapmaktadır.[406]
Vikisözlük'te tanımlar | |
Commons'ta dosyalar | |
Vikisöz'de alıntılar | |
Vikikaynak'ta belgeler | |
Vikiversite'de eğitim kaynakları | |
"Safrus, Asur'un ondördüncü; Ortopolis, Sikyon'un onikinci; Kriasus, Argos'un beşinci kralı olarak hüküm sürdüğünde Musa, Mısır'da doğdu..."Orthopolis, MÖ 1596–1533 yılları arasında 63 yıl boyunca 12. Sikyon Kralı olarak hüküm sürdü; Kriasus ise, 1637-1583 arasında 54 yıl boyunca Argos'un 5. Kralı olarak hüküm sürdü.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.