Loading AI tools
Türkiye'de ideolojik çatışmalar Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Türkiye'de sağ-sol çatışması, 1968 yılında başlayıp 12 Eylül 1980 Darbesi'ne kadar süren bir siyasal şiddet sürecidir. Sağcı ve solcuların mahalleleri kapatması, katliamlar, sokaklarda kim tarafından işlendiği bilinmeyen cinayetler ve bombalı saldırılar nedeniyle süreç bazı kesimler tarafından "örtülü iç savaş"[9] ve "küçük çaplı iç savaş"[10] olarak da adlandırılmaktadır.
1950'ler boyunca muhafazakarları, mukaddesatçıları, İslamcıları, milliyetçileri, liberalleri ve kentli burjuvaziyi tek çatı altında ve baskın parti olarak birleştiren sağ kesimin temsilcisi olan Demokrat Parti, 27 Mayıs 1960 Darbesi sonrası kapatıldı ve liderleri idam edildi. Sağ kesimdeki aydınlar, siyasetçiler ve kitleler ise bu gelişmeler neticesinde moral yenilgi içine düştü.[11]
27 Mayıs 1960 Darbesi sonrasında altyapı ve ulaşım yatırımlarının artmasıyla kent nüfusu büyüdü, endüstrileşme hız kazandı ve emeğini satarak geçinen işçiler ve aileleri görünürleşti. 1961 Anayasası ile sendikalaşma hakkı verildikten sonra sınıf bilinci güçlendi. Bu gelişmelerin etkisiyle Türkiye'de sol hareket genişleme dönemine girdi.[11] 1961 Anayasasının getirdiği özgürlüklerin ideolojik siyasete izin verdiği ortamda, Türkiye İşçi Partisi eğilimli öğrenciler siyasal derneklerini kurdu. Sol kaynaklar çevrildi ve siyasal literatür ulaşılabilir hale geldi. Bu durum sağ için bir tehdit haline dönüştü ve komünizme karşı mücadele için kendi güçlerini harekete geçirmeye başladı.[12]
1960'ların sonu ve 1970'lerin başında artan siyasal gerilimler, toplumsal değişimler sırasında yüksek enflasyon nedeniyle tüketim, kısıtlı bir grup dışındakiler için engellenmiş, işgücünün büyümesine ve Avrupa'ya göç olmasına rağmen işsizlik yükselmişti. Sendikalı işçilerin sayısı artarken 30 yaş altındaki işsiz sayısı endişe verici oranlara ulaşmıştı. 1960'lı yıllarda işçiler daha yüksek ücret ve daha iyi çalışma koşulları için verdikleri mücadelede militanlaştılar. İşverenler ile işçiler arasındaki mücadele grevler ve lokavtlarla şiddetlendi. Sonuç olarak 1967'de sendikacıların bazıları Adalet Partisi yanlısı gördükleri TÜRK-İŞ'ten ayrıldı ve radikal sol görüşlü DİSK'i kurdu. TÜRK-İŞ Amerikan modeline göre kurulmuş, ekonomik taleplerde yoğunlaşarak kendi içinde siyasal eğilimlerin önüne geçmişken; DİSK ise Avrupa örneğini esas alarak ekonomik taleplerin siyasal mücadele ile kazanılabileceğini öne sürerek TİP'le yakınlaşmıştı. Bu bölünme sonucunda TÜRK-İŞ zayıfladı.[12]
Okullar ve yüksek öğretim kurumları, öğrenci sayısının artışı ile birlikte sol ve sağın kıyılarında yer alan siyasal gruplar için toplanma alanı haline gelmişti.[12]
Türkiye gibi temel sorunu kalkınma olan ülkeler için liberal çözümlerin yokluğunda, dönemin aydınları büyük bir çoğunlukla sosyalist modele ilgi duyuyordu. 1961 yılında yayınlanan Yön dergisinin birinci sayısında sosyalist bir modeli öneren manifestoya birçok aydın imza attı. Bu etkiler altında 1960'lar Türkiye'sinin değerler sisteminde ve ideolojilerin statü skalasında değişiklikler yaşanıyordu.[11] Türkiye İşçi Partisi 1965'te millî bakiye sistemi sayesinde 14 sandalye kazandı ve siyasette önemli bir yer edindi. 1969 seçimlerinde değiştirilen seçim sistemi ile benzer miktar oy almasına rağmen sandalye sayısı 2'ye düştü.[12]
NATO üyesi de olan Türkiye, Soğuk Savaş'ta bir cephe ülkesi haline gelirken, güneyinde ve Akdeniz dünyasında darbelerle çeşitli sosyalizan rejimler kuruldu. Sağ perspektiften, Türkiye hem kuzeyden hem de güneyden çevrelenmişken 15-16 Haziran 1970 tarihlerinde DİSK'in önderlik ettiği büyük işçi eylemi sırasında Kocaeli ve İstanbul'daki sanayi bölgelerinde başlayıp iki gün boyunca İstanbul'da devlet otoritesinin kaybolması, sağ için korkutucu oldu.[11]
Devlet seçkinlerinin bir kısmı solun yükselişinden duyduğu endişe nedeniyle, normalde çok tercih etmeyecekleri halde, aşırı sağa destek verdi. Bu destek nedeniyle sol eğilimli yazar ve gazeteciler, Ülkü Ocaklarının 60'lı yılların sonunda sola karşı silahlı mücadele vermek üzere devlet eliyle kurulduğunu ve himaye edildiğini "istihbarat", "MİT", "derin devlet", "Özel Harp Dairesi", "Gladio" gibi ifadelerle bilimsel sayılamayacak literatürle iddia etti.[11]
Eski istihbaratçı ve MHP yetkilisi Enver Altaylı'nın anılarına göre, 1960'ların ilk yarısında CIA ve Türk istihbaratı MAH'ın başkanı Fuat Doğu'nun da desteklediği plana göre Sovyetler Birliği içinde ve dışındaki Türki kanallar kullanılarak yeni bir konseptle MAH tekrar kurulacaktı. Bu sayede Sovyet Rusya ve Türkiye içindeki sola karşı çok daha etkin bir rol üstlenecekti. Bu plan dönemin başbakanı İnönü tarafından geciktirilmişse de 1965 yılında Suat Hayri Ürgüplü'nün sağ koalisyonu sırasında uygulanabildi. Ancak yine de 1960'lar ve 1970'ler Türkiye'sinde, solla mücadele konusunda devlet seçkinleri arasında bir uzlaşma yoktu.[11]
Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş ise anılarında; 1962-64 yılları arasında MAH'a, 1966-1971 arasında MİT'e başkanlık eden Korgeneral Fuat Doğu'nun hazırlattığı abartılı antikomünist raporlarla cumhurbaşkanı ve genelkurmay başkanını etkisi alarak, yönetimindeki MİT'in kanunsuz işler yaptığını, Doğu'nun kanunları çok da umursamadığını iddia etti.[11]
Ocak 1971'e gelindiğinde Demirel hükümetinin kontrolü kaybetmesi ile Türkiye'de kaos görünür hale gelmiş, üniversiteler işlevini yitirmiş, Latin Amerikan şehir gerillalarını taklit eden öğrenciler banka soymaya başlamış, ABD görevlileri kaçırılmış, Amerikan hedeflerine saldırılmış, hükûmeti eleştiren profesörlerin evlerine neo-faşist militanlar bomba yerleştirmeye başlamış, fabrika grevleri, İslami hareket saldırganlaşmaya başlamış ve Millî Nizam Partisinin Atatürk'ü ve Kemalizm'i açıkça reddi gibi olaylar başlamıştı.[13]
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, 1. Ordu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik Türün ve MİT Başkanı Korgeneral Fuat Doğu, sola karşı mücadelede yardımcı gördükleri Ülkücüleri destekliyordu.[11][14] Ana muhalefet lideri İsmet İnönü, Ülkü Ocaklarının 1969-1971 yılları arasındaki antikomünizm adına çeşitli cinayet ve olaylara karışmasını şikayet ettiğinde, dönemin Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay eski Başkanı Cevdet Sunay "canım onlar komünizme karşı mücadele eden çocuklar" şeklinde savundu.[11][14][15] Antikomünist seferberliğin hukuk devleti sınırları dışına çıkmasından endişelenen Başbakan Nihat Erim ve İsmet İnönü ile yakın bir ilişki içinde olan Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş, Millî Güvenlik Kurulunda büyük bir mücadele vererek Fuat Doğu'yu 1971'de görevden aldılar.[11]
9 Mart 1971'de yapılması planlanan sol darbe Genelkurmay içinde yaşanan bir mücadele sonucunda durdurularak, üç gün sonra hem ordu içinde hem de sivil toplumda solun önünü kesmeyi ve ortadan kaldırmayı hedefleyen 12 Mart 1971 müdahalesi başladı. Hem Ülkücüler hem de sol kesimin bir kısmı sağ-sol mücadelesinde ordunun doğrudan kendi lehlerine taraf olduğunu sanarak 12 Mart müdahalesinin ilk günlerinde olumlu karşıladı.[11][16][17]
12 Mart'tan kısa bir süre sonra Türkiye İşçi Partisi aleyhine dava açıldı ve partinin liderleri komünist propaganda yapmak ve Kürt ayrılıkçılığını destekleyerek anayasayı ihlal etmekle suçlandı. Aynı dönemde Dev-Genç ve bağlı bütün gençlik örgütlerinin kapanması istendi. Üniversitelerdeki fikir kulüpleri, öğretmen sendikalarının şubeleri ve DİSK büroları polis tarafından arandı.[18]
Nisan 1971 ile birlikte sol görüşlü THKO'nun düşük rütbeli muhalif subaylar ve askeri öğrenciler desteğiyle, para sağlamak için fidye ve banka soygunları şeklindeki terör eylemlerine devletin karşılığı sert oldu. 67 ilin 11'inde sıkıyönetim ilan edildi. Kimileri terör eylemlerini ordu içindeki bölünme olarak yorumlarken, bazıları da sol örgütlere sızmış MİT provokatörleri olarak gördü. Bu dönemde Türkiye'nin siyasal hayatı sıkıyönetim altında sekteye uğradı. Gençlik örgütleri kapatıldı. Meslek örgütleri ve sendikaların toplantıları ve seminerleri yasaklandı. Çeşitli gazeteler ve kitaplar yasadışı ilan edildi. Benzer orantıda bir baskı militan neo-faşist yayınlara uygulanmadı. 3 Mayıs 1971'de sıkıyönetim kararıyla grev ve lokavtlar yasadışı ilan edildi. 17 Mayıs'ta İsrail konsolosu Efraim Elrom'un kaçırılması üzerine baskı daha da arttı ve bütün devlet otoritesi sola karşı sivil otoriye yerine sıkıyönetim komutanları ve istihbarat servislerini kullanmaya başladı. Elrom'un kaçırılmasının ardından sendikacılar, öğrenciler tutuklandı. Hukuk profesörlerinden, Yaşar Kemal ve Fakir Baykurt gibi tanınmış yazarlara, genç akademisyenlerden öğrencilere kadar uzanan bir tutuklama ve gözaltında işkence süreci başladı.[18]
12 Mart 1971 müdahalesi ile başlayıp 31 Mart 1975'te Birinci Milliyetçi Cephe Hükümetinin kurulmasına kadar geçen dönemin başlarında sol örgütlere ve sol eğilimli STK'lara karşı harekete geçen yargının nihayetinde Ülkü Ocakları Birliğini de kapatması beklenmeyen bir gelişmeydi. Dolayısıyla 12 Mart müdahalesinin Ülkücü hareket hakkında bir mutabakat içinde olmadığı anlaşılmıştı. 1971-1975 arası dönemde sıkıyönetim ilanından sonra sol gençlik liderlerinin bir kısmı devlet güçleriyle çatışırken öldürülmüş, yüzlerce sol aydın ve sol örgüt üyesi işkence görmüş, çok daha fazlası hüküm giyerek hapse atılmıştır. Bu süreçte yargılanan ve cezaevine gönderilen Ülkücüler de olmakla birlikte sayıları daha düşüktür. Sıkıyönetim şartları altında sağlanan görece çatışmasız ortam sayesinde kampüsler bir nebze normale dönüp güvenlikli şartlar altında eğitim tekrar başlarken, çatı örgütü kapatılan Ülkücü hareket teşkilatlanma faaliyetlerine yeni çatı örgütü Ülkü Ocakları Derneği ile ağırlık verdi. Ülkücüler, 1971'den Şubat 1974 genel affına kadar geçen bu uzun sessizlik dönemini, düşük profille hareket ederek kamplarda ve ocaklarda eğitimle, yeni üyeler kazanmakla geçirdiler.[11]
1974'e gelindiğinde Kıbrıs'ta yaşayan Türklere baskı ve zulüm yapılması üzerine başbakanı CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit olan 37. Türkiye Hükûmeti, 20 Temmuz 1974'te Kıbrıs Harekâtı'nı gerçekleştirmiştir. Ecevit CHP'sinin Kıbrıs Harekâtı öncesi yapılan 1973 Türkiye genel seçimlerinde %33,30 olan oy oranı, bu harekât sonrası yapılan 1977 Türkiye genel seçimlerinde %41,40'a yükselmiştir. 1975'e gelindiğinde CHP ve sol harekete karşı[19] Meclisteki sağ partiler birleşerek "Milliyetçi Cephe" adıyla yeni bir hareket ve hükûmet oluşturmuş, bu cephede milis gücüyle öne çıkan MHP ve toplumsal düzenci Güven Partisi bütünleşmesi de dikkat çekmiş, akabinde sol ve sağ örgütler gerek siyasette gerek örgüt temelinde silahlı militanlar yetiştirmeye devam ederek çatışma ortamının şiddetlenmesine sebep olmuşlardır.
Bu süreçten sonra Marksizm-Leninizm ideolojisini benimseyen 68 Kuşağı ve diğer sol örgütler ile Türk-İslamcılığı savunan Ülkü Ocakları, silahlanarak birbiriyle çatışmıştır.
Bu alt başlığın genişletilmesi gerekiyor. Sayfayı düzenleyerek yardımcı olabilirsiniz. |
12 Eylül Darbesi öncesinde sağ-sol çatışmasının tarafı olan gruplara mensup kişiler, darbeyi izleyen yıllarda güvenlik güçleriyle çatışmada öldürülmüş ya da yakalanarak gözaltına alınmıştır. Gözaltına alınan ve kendisinden bir daha haber alınamayan bazı kişilerin, güvenlik güçleri tarafından yasa dışı biçimde öldürüldüğü öne sürülmektedir.[124]
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.