Remove ads
Avrupa'da başlayan küresel savaş (1914–1918) Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
I. Dünya Savaşı, 28 Temmuz 1914 tarihinde başlayıp 11 Kasım 1918 tarihinde sona eren Avrupa merkezli küresel bir savaştır.[9] II. Dünya Savaşı'na (1939-1945) kadar Dünya Savaşı veya Büyük Savaş[kaynak belirtilmeli] olarak adlandırılmıştır. Savaşın taraflarından biri olan Osmanlı İmparatorluğu'nda "Genel Savaş" anlamında Harb-i Umumi (Osmanlıca: حرب عمومی), halk arasında ise Seferberlik olarak adlandırılmıştır.[10] 1917'de Amerika Birleşik Devletleri'nin savaşa katılmasına kadar bu savaş ABD basınında Avrupa Savaşı olarak anılmıştır.[11] Savaşan taraflar, çoğunlukla Avrupa, Kafkasya, Amerika, Orta Doğu ve Afrika ile Asya'nın bazı bölgelerinde çatıştılar.
I. Dünya Savaşı | |||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
Üstten saat yönünde: Batı Cephesi'nde siperler, siperleri geçen İngiliz Mark IV tankları, Çanakkale Deniz Harekâtları'nda İngiliz Kraliyet Donanma gemisi HMS Irresistible mayına çarpmış batarken, gaz maskeleriyle bir Vickers makineli tüfek ekibi ve Alman Albatros D. III uçakları. | |||||||||
| |||||||||
Taraflar | |||||||||
|
| ||||||||
Komutanlar ve liderler | |||||||||
Raymond Poincaré Georges Clemenceau Herbert Henry Asquith David Lloyd George II. Nikolay III. Vittorio Emanuele Vittorio Orlando Woodrow Wilson I. Ferdinand Taişo I. Petar ve diğerleri... |
II. Wilhelm Franz Joseph I. Karl V. Mehmed VI. Mehmed Üç Paşalar I. Ferdinand ve diğerleri... | ||||||||
Güçler | |||||||||
İtilaf Devletleri:[7] |
İttifak Devletleri:[7] 13.250.000 7.800.000 3.000.000 1.200.000 Toplam: 25.248.321 | ||||||||
Kayıplar | |||||||||
Ölen asker: 5.525.000 Yaralı asker: 12.831.500 Kayıp asker: 4.121.000 Toplam: 22.477.500 |
Ölen asker: 4.386.000 Yaralı asker: 8.388.000 Kayıp asker: 3.629.000 Toplam: 16.403.000 |
O zamanın büyük güçleri, "İtilaf" ve "İttifak" adlarıyla iki tarafa ayrılarak savaşta yer almışlardır.[12] İtilaf Devletleri; Birleşik Krallık, Fransa Cumhuriyeti ve Rus İmparatorluğu arasındaki Üçlü İtilaf merkezlidir. İttifak Devletleri; Alman İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve İtalya Krallığı arasındaki Üçlü İttifak merkezlidir; fakat Avusturya-Macaristan anlaşmaya karşı saldırıya geçtiği için İtalya savaşa girmemiştir.[13] Bu ittifaklar yeniden yapılanmış (İtalya, 1915 yılında İtilaf Devletleri'nin tarafına geçmiştir) ve yeni devletlerin savaşa girmesiyle genişlemiştir.[14]
Nihayetinde 60 milyon Avrupalı dâhil olmak üzere 70 milyon askerî personel, tarihin en büyük savaşlarından biri olan bu savaş için seferber edilmiştir.[15][16] Yeni teknolojiler sayesinde silahların öldürücülüğünde görülen muazzam ilerlemeye karşılık, savunma ve hareketlilikte aynı miktarda gelişme olmaması sonucu, savaşa katılan yaklaşık 9 milyon kişi ölmüştür. Böylece bu savaş, dünya tarihindeki en çok zayiat verilen 5. savaş olmuş ve savaşa katılan devletlerde birçok politik değişikliğe ve devrimlere yol açmıştır.[17]
Savaşın bir diğer nedeni de, Avrupalı büyük güçler olan Alman İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Rus İmparatorluğu, Birleşik Krallık, İtalya Krallığı ve Fransa Cumhuriyeti'nin uzun zamandır süregelen emperyalist dış politikalarıdır. Avusturya-Macaristan tahtının veliahtı Arşidük Franz Ferdinand’ın 28 Haziran 1914'te Gavrilo Princip adında bir Sırp milliyetçisi tarafından devletin başkenti Saraybosna'da öldürülmesi, savaşı tetikleyen olay olmuştur. Olaydan sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Sırbistan Krallığı'na bir ültimatom göndermiştir.[18][19]
Bu ültimatom 10 maddeden oluşuyordu ve egemenlik haklarının büyük bir kısmını suiistimal ediyordu. Sırplar birkaç madde dışında hepsini kabul etti. Reddettiği maddelerin uluslararası bir komisyonda görüşülmesini istedi. Britanya bu sorunu çözmek için Avrupa konferansına Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Alman İmparatorluğu'nu davet etti ikisi de bu konferansı reddetti[20]. Nihayetinde on yıllardır yapılanmakta olan ittifaklar sisteminin işlemesiyle, birkaç hafta içerisinde Avrupa’nın ana güçleri kendilerini savaşta bulmuşlar ve koloniler yoluyla savaş bütün dünyaya yayılmıştır.
Çatışmalar, 28 Temmuz'da Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’ı işgal etmesi ile başlamış[21][22] ve bunu Almanya’nın Belçika, Lüksemburg ve Fransa’yı işgali ile Rusya'nın Almanya’ya saldırması takip etmiştir. Almanların Paris'e yürüyüşü durma noktasına gelince, Batı cephesindeki çatışmalar durağan bir siper savaşına dönüşmüştür ve bu durum 1917’ye kadar pek değişmemiştir. Doğu cephesinde ise Rus ordusu, Avusturya-Macaristan kuvvetleriyle başarılı bir şekilde savaşmış, fakat Doğu Prusya, Polonya ve Alman ordusu tarafından geri püskürtülmüştür.
Osmanlı İmparatorluğu'nun 1914'te, İtalya ve Bulgaristan'ın 1915’te ve Romanya’nın 1916’da savaşa girmesiyle ilave cepheler açılmıştır. Çarlık rejimiyle yönetilen Rusya, 1917'de Bolşevik Devrimi ile yıkılınca savaştan çekilmiştir. 1918'de Batı Cephesi boyunca bir Alman taarruzundan sonra, müttefikler ardı ardına yaptıkları saldırılarla Almanları geri püskürtmüş ve ABD kuvvetleri siperlere girmeye başlamıştır. Bu noktada, başı kendi içindeki devrimcilerle dertte olan Almanya, daha sonra "Ateşkes Günü" olarak tarihe geçecek olan 11 Kasım 1918'de mütarekeyi kabul etmiştir. Savaş böylece İtilaf Devletleri'nin zaferiyle sona ermiştir.
Savaşın tarafları, tüm insan gücü ve ekonomik kaynaklarını bir topyekûn savaş için seferber etmeye çalıştıklarından, sivillerin durumu da cepheler kadar çalkantılı olmuştur. Savaşın sona ermesiyle büyük güçlerden dördü olan Almanya, Rusya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları tarihe karışmıştır. Bunlardan Alman ve Rus İmparatorluklarının halefleri çok büyük toprak kaybı yaşamış; Avusturya-Macaristan ile Osmanlı İmparatorlukları ise tamamen parçalanmışlardır.
Avrupa haritası daha küçük parçalardan oluşacak şekilde yeniden çizilmiştir.[23] Daha sonra bu tarz çatışmaların yaşanmasını önlemesi ümidiyle 10 Ocak 1920'de Milletler Cemiyeti kurulmuştur. Avrupa'da bu savaş sonucunda imparatorlukların yıkılmasıyla milliyetçiliğin yeniden canlanması, Almanya'nın yenilgisinin yan etkileri ve Versay Antlaşması'nın yarattığı problemler, II. Dünya Savaşı'nın çıkmasına katkıda bulunan etkenler olarak kabul edilir.[24]
Avrupa'da 16. yüzyılda yaşanan Katolik-Protestan ayrışmasıyla birlikte Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'na bağlı prenslikler, farklı taraflarda savaşmışlar; tarihte Otuz Yıl Savaşları (1618-1648) olarak bilinen bu savaş da Vestfalya Antlaşması'yla sona ermiştir. Savaş sonucunda, bugün bile Avrupa Birliği'nin kökenini oluşturan Kutsal Roma İmparatorluğu dağılmıştır. Savaşın sonunda Fransa'nın güçlenmesi, tam aksine Roma Cermen İmparatorluğu'nun ve Habsburg Hanedanı'nın zayıflaması söz konusudur. Bu sonuç Almanya için 19. yüzyıla kadar sürecek bir zayıflık dönemine ve yine bu tarihlere kadar birliğini kuramamasına neden olmuştur. Sanayi Devrimi ve sömürgecilik hareketlerinde de bu olay etkisini göstermiş ve İngiltere ile Fransa, sömürgecilik alanında hızla güçlenirken Almanya'nın bu alanda geri kalmasına neden olmuştur.
1815'te yapılan Viyana Kongresi ile Avrupa'ya ve geniş anlamda dünyaya yeni bir statü getirilmiş ve buna göre güçler dengesi kurulmuştur. Kırım Savaşı'nda (1853-56) bu dengelerin Rusya lehine değişmesine engel olmak için, Haçlı Seferleri'nden sonraki en önemli ittifakla Avrupa devletleri, Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte Ruslara karşı savaşmıştır. Yenilgiye uğrayan Ruslar, etkisi 1917 Bolşevik Devrimi'ne kadar sürecek siyasi ve ekonomik dalgalanmalar yaşamıştır. Yine bu savaşın sonunda, İtalya Birliği'ne gidecek yollar da açılmıştır.
Sedan Muharebesi (1870) ile Almanya ve İtalya'nın birliklerini kurmaları ve büyük devletler olarak devletler arası ilişkilerde yer almak için girişimlerde bulunmaları, Viyana Kongresi statükosunu ve güçler dengesini büyük ölçüde değiştirmişti. Bundan sonrası ise yeniden bir dengenin kurulması girişimlerine, Avrupa'da yeni blokların ortaya çıkmasına ve bunların birbirleriyle çatışmasına yol açmıştır. Bloklar arasındaki gerginlik de karşılıklı silahlanmaya neden olmuş ve silahlı barış dönemi ortaya çıkmıştır. Bu dönemde bloklar ve devletler arası ilişkilerde çok yönlü gelişen çatışmalar, gerginliği daha da artırmış ve devletleri bir savaşın eşiğine getirmiştir.
Bu genel çerçeve içerisinde I. Dünya Savaşı'nın nedenleri çeşitli ekonomik, siyasi ve askerî gelişmelere dayanmaktadır. Bunlara büyük devletlerin çıkar hesaplarını da eklemek gerekir. Özellikle Prusya'nın Avusturya'yı yenip Alman birliğini sağladıktan sonra yeni ortaya çıkan Alman İmparatorluğu'nun elinde önemli sömürgeleri olmamasına rağmen, dönemin süper gücü Britanya İmparatorluğu'na karşı koyabilecek, hatta onu geçebilecek bir sanayi, insan gücü ve teknoloji hâline gelmesi ve bunun başta İngiltere ve Fransa tarafından engellenmek istemesi başlıca çekişme kaynağıdır.[25][26][27]
Sanayi Devrimi ve sömürgecilik sonucunda ekonomik pozisyonlarını güçlendiren İngiltere ve Fransa, karşı taraftaki Almanya ve İtalya gibi ülkelerden ekonomik olarak çok ilerideydi. Almanya ve İtalya, siyasi birliklerini oluşturduktan sonra 1914'e kadar olan süreçte aradaki farkı kapatmaya çalışmışlardır. İngiltere ve Fransa'nın ekonomik hâkimiyet alanlarını koruma, Almanya'nın ise bu alanları ele geçirme niyeti, savaşın başlıca ekonomik nedenlerindendir. Bu nedenler; sömürgeler, deniz yollarının hâkimiyeti, uluslararası ticaret imtiyazları gibi ana başlıklarda değerlendirilebilir.
Öte yandan, 19. yüzyıl sonlarından itibaren kullanılmaya başlayan ve neredeyse 20. yüzyıla damgasını vuran petrol yataklarının mülkiyeti de savaşın temel ekonomik nedenlerindendir. Osmanlı İmparatorluğu'nun hâkimiyeti altındaki Orta Doğu coğrafyasındaki petrol yataklarının varlığı, 19. yüzyıl sonlarında özellikle İngilizler tarafından, çeşitli gizli-açık yöntemlerle tespit edilmiştir. İngiltere, petrol siyasetini, 1900'lerde tüm stratejilerinin birinci sırasına koymuştur.
Diğer bir konu da Rus İmparatorluğu'nun ekonomik durumudur. Rusya, 19. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarında toplumsal dalgalanmanın en fazla görüldüğü ülkedir. Toplumun en büyük kesimini oluşturan köylü sınıfı ve o büyüklükte olmasa da etkin bir işçi sınıfı, 1905 Devrimi ile ardından 1917 Ekim Devrimi'ne giden yolu açmıştır. Toplumsal dalgalanmalar, ekonomik açıdan Rus İmparatorluğu ve çarlık rejimi için tehlike oluşturuyordu. Rus yönetimi bu dalgalanmaları engellemek için siyasi ve ekonomik güç kazanmak zorundaydı.[25][26][27]
I. Elizabeth'in uzun ve başarılı saltanatında (1558-1603) İskoçya'daki İngiliz etkisinde farklılık görülmeye başlandı. İngiltere'deki Tudor Hanedanı'yla İskoçya'daki Stuart Hanedanı arasındaki evlenmeler, iki geleneksel düşmanı birbirine yaklaştırdı. İskoçya Kralı I. James aynı zamanda İngiltere kralı oldu. 1707 yılında iki krallığı birleştiren bir antlaşma imzalandı. Bu tarihten sonra Büyük Britanya tarihi başladı.
1642-1651 yılları arasında gerçekleşen İngiliz İç Savaşı sonucunda krallık devrildi. Bunun yerine önce parlamento idaresinde (1649-53) sonra da Oliver Cromwell iktidarında (1653-59) kısa süreli bir cumhuriyet kuruldu. Cromwell'in ölümünün ardından parlamento iç karışıklıkları önlemek için sürgündeki kral II. Charles'ı krallığı yeniden kurmak üzere İngiltere'ye davet etti.
18. ve 19. yüzyıllarda İngiltere, büyük bir sanayi devleti ve sömürge gücü hâline gelen Britanya İmparatorluğu'nun merkezi konumundaydı. 19. yüzyılın başlarında Avustralya, Kanada, Hindistan, Afrika'da bazı devletler, Antiller ve Hong Kong gibi dünyanın büyük bir kısmına yayılan dev bir sömürge imparatorluğu kurulmuştu. Kraliçe Victoria (1837-1901) zamanında Birleşik Krallık dünyanın en büyük gücü durumuna geldi. Önce 1858'de Hindistan sömürgeleştirildi. 1882'de ise Osmanlı İmparatorluğu'ndan Mısır ele geçirildi.
Büyük Britanya İmparatorluğu, 20. yüzyıla gelindiğinde hâlâ dünyanın en büyük gücü konumundaydı. Bu gücü sömürgeler, deniz yolları hâkimiyeti, küresel şirketler aracılığıyla askerî ve siyasi anlamda da sağlamayı başarabilmiştir. 1871 yılından itibaren Alman İmparatorluğu'nu kendi etkinliğine karşı en önemli tehdit olarak algılamıştır. Çünkü güçlü bir Almanya, İngiltere için en büyük tehdit olacaktır. Fransa ile sürdürdüğü ortaklıkta, Fransa'nın da 1871 yenilgisinden itibaren Alman İmparatorluğu'na karşı olan düşmanlığı belirleyici nokta olmuştur. Yine aynı şekilde Rusya ile I. Dünya Savaşı öncesinde temin ettiği ittifak da, Balkanlar ve Doğu Avrupa'da Rusya'nın Panslavizm politikası ile Almanya'nın Pan-Cermen politikası karşıtlığı temeline oturmuştur.
Britanya, bir ada ülkesi olması nedeniyle, savunma stratejisini Hollanda ve Belçika'nın Almanya'ya karşı dirençli olması esasına dayandırmaktaydı.[25] Alman İmparatorluğu'nun İngiltere için gerek ekonomik gerekse de siyasi tehdit hâline gelmesi, Britanya için tartışmasız bir savaş nedeniydi. Aynı zamanda sömürgelerin korunması, deniz yollarının kontrol altında tutulması, küresel şirketlerin hâkimiyeti ve en önemlisi de Orta Doğu Enerji Koridoru'na sahip olma stratejileri, tamamen Alman İmparatorluğu çıkarlarıyla çatışmaktaydı.[25][26][27]
1815 yılında yapılan Waterloo Muharebesi'nde Napolyon Bonapart yenildi ve Fransa'da krallık yönetimine geri dönüldü. Ancak bu kez kralın yetkilerine anayasal kısıtlamalar getirildi. 1830 yılında çıkan bir sivil ayaklanma olan Temmuz Devrimi'yle Bourbon Hanedanı tümüyle kaldırılarak anayasal krallığa dayanan Temmuz Monarşisi getirildi. Bu yönetim biçimi 1848 yılına dek sürdü. Bu arada kurulan İkinci Cumhuriyet oldukça kısa süreli oldu ve 1852 yılında III. Napolyon, İkinci İmparatorluğu kurunca yıkıldı. 1870 yılında başlayan Fransa-Prusya Savaşı'nda yenilen III. Napolyon, bunun üzerine tahttan indirildi ve bu yönetim rejimi de Üçüncü Cumhuriyet'in kurulmasıyla feshedildi.
Fransa Cumhuriyeti, 17. yüzyıldan başlayarak 1960'lara dek sömürgeci bir devlet kimliğiyle var oldu. 19. ve 20. yüzyıllarda dünyanın dört bir yanında edindiği sömürge toprakları, Fransa'yı İngiltere'den sonra ikinci büyük sömürge imparatorluğu hâline getirdi.
Fransa ve Almanya, 1871 yılından itibaren birbirlerini tehdit olarak görmüşlerdir. Fransa için, kaybettiği Alsas-Loren bölgesi hem ekonomik hem de askerî açıdan büyük öneme sahipti. Öte yandan Ren Nehri üzerindeki köprüler ve Belçika'nın güçlü savunmaya sahip olması, Fransa için diğer iki askerî strateji unsuruydu.[25] Fransa için Alman İmparatorluğu, Merkezi Avrupa'da olduğu kadar, sömürgeleri için de büyük tehdit oluşturuyordu. Çünkü Fransız askerî-ekonomik-siyasi gücünün temeli sömürgeler üzerine kuruluydu.[25][26][27]
Rus İmparatorluğu'nun başlangıcı 1721 yılındadır. 1866 yılında toprakları Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika'nın belirli bölümlerini kapsamıştır. 19. yüzyılın başında dünyanın en büyük ülkesi olmuş ve toprakları kuzeyde Kuzey Buz Denizi'nden güneyde Karadeniz'e, doğuda Pasifik'ten batıda Baltık Denizi'ne kadar uzanmıştır.
19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında, imparatorluğun ekonomik yapısı geniş ölçüde köylü ve sayıca daha az ama etkili bir işçi sınıfına dayanmaktaydı. Sanayileşme yetersizdi ve üretim büyük ölçüde tarıma dayalıydı. Şehirleşme iki-üç şehir dışında son derece az ve nüfusun büyük çoğunluğu taşrada yaşamaktaydı. 1905 Devrimi ve ardından gelen 1917 Ekim Devrimi, Rusya'nın bu ekonomik ve siyasi yapısından kaynaklanmıştır.
Rusya, 19. yüzyılda temelde dört hedef doğrultusunda siyasetini yapmaktaydı:
1904-1905 Japon-Rus Savaşı'nda büyük yenilgiye uğrayan Rusya, aynı tarihlerde İngiltere ile İngiliz-Rus Sömürge Antlaşması'nı imzalamak zorunda kalmıştır.[28]
Batıda Alman İmparatorluğu'nun Pan-Cermenizm politikası, güneyde Osmanlı İmparatorluğu ile yüz yılı aşkın süren savaşlar, Pasifik Okyanusu'nda İngiltere'ye karşı ABD ile yardımlaşma gibi birçok stratejiler nedeniyle Rusya, İtilaf Devletleri safında yer almıştır.[25][26][27]
18 Ocak 1871'de Prusya ve diğer küçük Alman devletlerinin birleşmesiyle kurulan Alman İmparatorluğu, tüm dağınık Alman devletçiklerini –Avusturya hariç– bir arada topladı. İmparatorluk 1884'ten itibaren ülke dışında sömürgeler kurmaya başladı.[29] Alman İmparatorluğu 1914 yılına kadar, birliğini geç oluşturması nedeniyle geri kaldığı İngiltere-Fransa-Rusya ittifakıyla, ekonomik, siyasi ve askerî yönden başa baş noktasına geldi. Hatta sanayileşme ve iş gücü alanında İngiltere'den (1914 verilerine göre) daha ileri bir seviyeye ulaştı.[30]
II. Wilhelm döneminde Almanya, diğer Avrupa güçleri gibi emperyal bir politika izlemiş ve zaman zaman sömürgeleri konusunda komşu devletlerle sürtüşmeye girmiştir. Bu, Almanya'nın dostluklarını zedelemiştir. Bu yüzden Almanya'ya karşı Fransa, Birleşik Krallık ve Rusya İmparatorluğu bir anlaşma imzalayarak kutup oluşturmuşlardır. Almanya ise sadece Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile ittifak kurabilmiştir.[31] Almanya'nın emperyal politikası ülke dışına da taşmış ve imparatorluk, diğer Avrupa güçleri gibi Afrika'nın paylaşımına katılmıştır. 1884-85'teki Berlin Konferansı'nda bu kıta Avrupa güçlerine pay edilmiştir. Almanya'nın payına Alman Doğu Afrikası, Alman Kuzeybatı Afrikası, Togo ve Kamerun düşmüştür. Afrika'da büyük güçler arasında yaşanan bu mücadele, I. Dünya Savaşı'nın nedenlerinden biri olmuştur.[32]
Almanya siyaset alanında ve denizlerde, o sırada Britanya'ya ait olan küresel konumu ele geçirmek ve böylece Britanya'yı otomatik olarak daha alt statüye indirgemek istiyordu.[30] 1900'lerde, emperyalist çağın en yüksek noktasında, hem Almanya'nın "Alman ruhu dünyayı yenileyecektir!" deyişiyle yegâne küresel statü iddiası, hem de Avrupa merkezli bir dünyanın tartışmasız büyük güçleri olan Britanya ve Fransa'nın iddiası hâlâ etkiliydi.[33]
Alman İmparatorluğu'nun kurulduğu 1871 ile I. Dünya Savaşı'nın çıktığı 1914 tarihleri arasında Avrupa tarihinin hiç değişmeyen öğesi, Almanya ile Fransa arasındaki düşmanlıktır.[34] Fransa'nın 1871 Alman yenilgisi, bu düşmanlığın en önemli etkenidir. Aynı zamanda Alsas-Loren'in kaybedilmesi iki ülke için, hem ekonomik hem de askerî önemi, bu düşmanlıklarda etkili olmuştur. Çünkü iki ülke arasındaki en önemli savunma noktaları olan Alsas-Loren ve Ren Nehri Köprüleri'ne sahip olmak önemliydi.
Öte yandan, Hohenzollern Hanedanı yönetiminde ve mutlakıyetçi yapıdaki Alman İmparatorluğu, siyasi olarak cumhuriyetçi İngiltere ve Fransa'nın yönetim sistemi yönünden de rakibiydi. Bu rekabet, I. Dünya Savaşı'nı, bir nevi mutlakıyet ve cumhuriyet mücadelesi şekline de getirmiştir. Bu mücadelenin sonucu olarak, savaş sonrasında mağlubiyete uğrayan taraftaki bütün mutlakıyetler çökmüş, yerine yeni cumhuriyetler kurulmuştur.[35]
Alman İmparatorluğu 1914 yılına gelinirken, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile olan ittifakı dışında, Avrupa'da güçlü bir müttefike sahip değildi. Belki de savaşın daha başındaki bu durum, savaşın sonucunu belirleyecek olan olaylarda Alman stratejisinin savaşın kaybı konusundaki en büyük eksikliğiydi. Çünkü Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun çok uzun ömürlü olamayacağı, 1910'larda neredeyse kesin gibi duruyordu. Bu konuda Adolf Hitler bile Kavgam adlı eserinde, "Eğer Reich, Schöenerer'in Habsburglar hakkındaki ikazlarına kulak vermiş olsa idi, Almanya'nın başına bütün dünyaya karşı savaşa girerek uğradığı felaket gelmeyecekti." demiştir.[36]
Almanya'nın oluşturmak zorunda kaldığı diğer ittifakları da (Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristan) savaşın sonucuna etki edebilecek ekonomik ve askerî düzeyde değildi. Almanya için güvenilmesi gereken temel güç, kendi öz gücüydü.[25][26][27][37]
Kutsal Roma İmparatorluğu'nun etkinliği azaldıkça Avusturya'nın arşidükleri bağımsız olarak hareket etmeye başladılar. 1804 yılında arşidükler kendilerini imparator ilan ettiler. 1866'da Prusya-Avusturya Savaşı yenilgisi ve Alman Konfederasyonu'nun dağılmasından sonra prestijini kaybeden Avusturya İmparatorluğu, 1867'de de Macaristan ile birleşerek Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu kurdular. Avusturya ve Macaristan aslında iç işlerinde bağımsız olan iki ayrı ülkeydiler. Fakat dış işleri açısından tek bir Habsburg İmparatoru tarafından yönetilmekteydiler.
Emperyal bir devlet olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nda, 11'in üzerinde etkili etnik grup mevcuttu. Bu etnik grupların büyük kısmı Almanlar, Slavlar ve Macarlardan oluşmaktaydı. Etkinlik sahasında (doğu bölgesinde yoğun Slav devletleri, batısında Germen toplumları) farklı etnik gruplar bulunmaktaydı. 1789 Fransız Devrimi ve beraberinde getirdiği süreç, emperyal devletlerin sonunu hazırlamaktaydı. Uyanan ve gittikçe kabaran milliyetçilik akımları, 19. yüzyılda en fazla Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi çok uluslu devletlere zarar verdi.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun karşısındaki en büyük tehdit, Rusya ve Rusya'nın Panslavizm politikasıydı. Rusya, Doğu Avrupa'ya ve Balkanlara doğru güç alanını genişletmek istiyordu. Bu amaçla gerek Osmanlı içindeki, gerekse de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu içindeki tüm etnik unsurlara -başta da Slavlar olmak üzere- açık (veya el altından) destek veriyordu. Bunun yanı sıra, batı kanadının güvenliğini sağlamak için, Almanya'yla yapılan ittifak ile sağlamlaştıran Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, diğer taraftaki Rusya etkinliğini yok etmek istiyordu.
Aslında, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun da durumu Osmanlı İmparatorluğu'ndan çok da farklı değildi. İki imparatorluk da kendi geleceklerini tamamen savaş sonunda alınacak bir galibiyete bağlamışlardı. Yani savaş, bir ölüm-kalım mücadelesiydi.
1882 yılında yapılan antlaşmayla kurulan Üçlü İttifak ile Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya arasında oluşturulan birliktelik (1902 yılında yenilenerek) I. Dünya Savaşı'na kadar sürmüştür. (İtalya, savaşın başında tarafsız kaldıktan sonra, İtilaf Devletleri safında savaşa girmiştir.)[25][38][39]
19. yüzyılın ilk yıllarında İtalya, Napolyon Bonapart tarafından işgal edilerek Fransız etkisi altına girdi. Viyana Kongresi İtalya'nın, Fransız işgalinden önce yöneten hanedanlara geri verilmesini ön görüyordu. Böylece Papalık Devleti, Sardinya Krallığı, Toskana Grandüklüğü, Modena Düklüğü ve Lombardiya-Venedik Krallığı tekrar kuruldu. Ancak Carbonari adı verilen gizli dernekler, İtalya'nın birleşmesi için çalışmaya başladılar. Giuseppe Mazzini ve Giuseppe Garibaldi, birleşme hareketinin öncüleri arasında yer alıyorlardı. Ayrıca Sardinya Kralı II. Victor Emmanuel de bu birleşme hareketini destekleyenler arasındaydı.
1848'de Lombardiya, Avusturya'nın elinde bulunuyordu. İtalya'yı birleştirmek konusunda Fransa'nın desteğini almayı başaran İtalya, 1859 yılında Fransa ile birlikte Avusturya'yı mağlup etti ve 11 Kasım 1859'da Avusturya ile Piyemonte arasında Zürih'te barış antlaşması yapıldı. Buna göre Avusturya, Lombardiya'yı Piyemonte'ye verdi. Venedik dâhil olmak üzere diğer İtalyan devletleri arasında bir konfederasyon oluşturulması ve konfederasyonun fahri başkanının Papa, fiilî başkanının Piyemonte olması kabul edildi. Bir süre sonra Kuzey İtalya'daki küçük devletler de Piyemonte'ye katılma kararı aldılar. Böylece bütün Kuzey ve Orta İtalya, Piyemonte'ye katılmış oldu.
1870'te Roma, 1886'da da Venedik İtalya birliğine dâhil oldu. Bunların da katılımı sonucu İtalyan Millî Birliği tamamlanmış oldu ve İtalya Krallığı kuruldu. İtalya, Roma devrinden sonra ilk kez tek bir ülke hâline gelebilmişti. 20. yüzyılda Yeni İtalya Krallığı'nda Kuzey İtalya hızlı sanayileşerek gelişirken, Güney İtalya'da nüfus hızla yükseliyor ve milyonlarca insan daha iyi bir yaşam için yurt dışına göç etme yolları arıyordu.
19. yüzyılın son yirmi yılından başlayarak İtalya da diğer Avrupa ülkeleri gibi sömürgeleşme yoluna gitti. Osmanlı İmparatorluğu'na karşı yaptığı Trablusgarp Savaşı'nı (1911-12) kazandı. Batı Türkiye'de On İki Ada, Afrika'da Libya, Etiyopya ve Somali gibi bazı ülkeleri de işgal ederek sömürgeleştirdi.
1882 yılında, Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Üçlü İttifak'ı oluşturan İtalya, I. Dünya Savaşı'nın başında tarafsız olmasına rağmen, 1915'te Londra Paktı ile İtilaf Devletleri arasına katıldı. İtalya'ya savaşa girmesi koşuluyla Trento, Trieste, Istria, Dalmaçya ve Osmanlı İmparatorluğu'nun bazı bölgeleri vadedildi. Savaş süresince 600.000 İtalyan askeri öldü ve İtalya ekonomisi çöktü. Savaşın sonucunda İtalya'ya verilen sözlerden çoğu tutulmadı. Savaşın sonunda imzalanan Saint-Germain Antlaşması ile İtalya, galip tarafta olmasına karşın yalnızca Trento, Trieste ve Bolzano'yu alabildi. Bu sonuç İtalyan toplumu arasında büyük hoşnutsuzluklara yol açtı.[40]
İtalya savaş öncesi dönemde mevcut sömürgelerini korumak isterken, aynı zamanda Orta Doğu, Balkanlar ve Afrika'daki gücünü de artırmak amacındaydı. Fransa ile eski düşmanlıkları ve yeni ortaya çıkan durum nedeniyle 1915'e kadar ortada bir siyaset takip ederken, bu tarihte İtilaf Devletleri safında savaşa katılmıştır.[25][26][27]
Osmanlı İmparatorluğu, 1699 yılındaki Karlofça Antlaşması'ndan beri süregelen gerileme döneminin son ağır yenilgisini, 1912-1913 yıllarındaki Balkan Savaşları ile almıştı. Bu savaşlarda, imparatorluktan ayrılmış küçük devletlerle dahi başa çıkamaz durumda olduğu görülmüştür. Ülkenin genel durumu şöyledir:
Ekonomik durumu: Maliye iflas etmiş, yıllık enflasyon %300'lerde (Temmuz-Kasım 1914 aralığında %50),[41] tamamen dışa bağımlı ve cari harcamaları dahi karşılayamayacak bir durumdadır.
İngiltere ve Fransa'nın olumsuz tutumlarına rağmen Almanya'nın aracılık etmesiyle Avusturya-Macaristan'ın Bosna-Hersek karşılığında tazminat ödemeye ikna edilmesinden sonra gelişmesi ivmelenen Alman-Osmanlı ilişkileri, Bağdat Demiryolu inşaatı ve imtiyazının 1909'da Almanya'ya verilmesiyle arttı. Hatta 1910'da Osmanlı bütçe açığını kapatmak için Alman ve Avusturya bankaları birleşerek, kurdukları bir konsorsiyum ile büyük çaplı bir kredi açtılar. Aynı yıl iki Alman zırhlısı da satın alınarak Barbaros ve Turgut adları ile Osmanlı donanmasına katıldılar. Almanya ile ticaret de diğer ülkelere göre çok ilerlemişti. 1888-1911 yılları arasında Almanya'nın Osmanlı'ya ihracatı 11 milyon marktan 112.8 milyona, Osmanlı'nın Almanya'ya ihracatı ise 3.5 milyon marktan 70 milyon marka yükselmişti.[42]
Siyasi durumu: Balkanları ve Mısır'ı kaybetmiş, Orta Doğu'daki kalan toprakları için de endişeli bir görünümü vardır. Etnik gruplarındaki milliyetçilik ve ayrışma hareketleri nedeniyle, Anadolu'da dahi güvenlik sorunları en üst düzeydeydi. İmparatorluk, İngiliz ve Fransızların Orta Doğu konusundaki niyetlerini ve -sanılanın aksine- petrolün yeni dönemdeki önemini son derece iyi bilmekteydi. Öte yandan, Osmanlı, yüz yıldan fazla süredir aralıklarla savaştığı Rusya'nın da Boğazlar ve Doğu ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi üzerindeki hedeflerinin farkındaydı.
93 Harbi'nden itibaren İngiliz ve Fransızların Osmanlı politikaları aşama aşama olumsuz yönde değişmişti. Rusya tehdidine karşı denge unsuru olarak kullanılabilmiş her iki ülke de bir genel savaşa gidildiği dönemde birbirleriyle olduğu gibi Rusya ile de ikili anlaşmalar yapmışlar, hatta Üçlü İtilaf adıyla bir ittifak içine girmişlerdi. Bu da Osmanlı'nın Almanya ile daha da yakınlaşmasına neden olmaktaydı.[43]
Askerî durumu: Balkan Savaşları sonucunda ordunun son derece zayıflamış yapısı ortaya çıkmasına rağmen, İttihat ve Terakki Hükûmeti iki yıldan kısa bir sürede bu yapıyı reforme ederek yeni bir ordu oluşturma başarısı göstermiştir. Hükûmet, ordu yapısı içerisindeki alaylı/okullu sistemini değiştirerek, okullu subayları faal birliklere, alaylı subayları da ya emekliye ya da geri görevlere sevk etmiştir. Öte yandan personel yapısında da çok başarılı bir değişim gösteren Osmanlı ordusu, aynı başarıyı -ekonomik nedenlerden dolayı- teknoloji ve silahlar yönünde yakalayamamıştır. Alman ekolünün hâkim olduğu Osmanlı ordusu, özellikle lojistik ve sevkiyat konusunda da gerekli düzeyde kabiliyete sahip değildi.
22 Ocak 1913'te Bâb-ı Âli Baskını ile iktidara gelen İttihat ve Terakki Hükûmeti, savaşın kaçınılmaz olduğunu fark ettiği andan itibaren, İngiltere ve Fransa ile uzlaşmak amacıyla çalışırken, Almanya ile de ilişkilerini aynı ölçüde sıkı tutmaya çalışmıştır. 26 Nisan 1913'te Almanya'nın Osmanlı büyükelçisi Hans Freiherr von Wangenheim'in hükûmetine gönderdiği raporunda, ordu ile ilişkilerin iyi tutulması yoluyla Osmanlı hükûmeti üzerinde etkili olunacağını bildirmiştir. Nitekim zaten eğitim amaçlı Alman askerî heyetleri bulunmakta olan Osmanlı Devleti'ne büyük çaplı bir askerî reform gerçekleştirmek üzere yardım edilmesi kararı alındı. Geniş bir askerî heyetin gönderilmesi kararlaştırıldı.
Alman korgeneral Otto Liman von Sanders de 14 Aralık 1913 tarihinde İstanbul'a geldi. Daha önce jandarma birliklerinin eğitim ve düzenlenmesi Fransız generali Baumann'a, donanma düzenlemesi ise İngiliz amirali Limpus'a verilmişken, bu kez kara kuvvetlerinde daha geniş çaplı bir yeniden düzenleme için çok sayıda Alman subay ve astsubayı intikal etmişti. Bu durum İngiltere ve Fransa nezdinde bir krize neden oldu. Krizin çözülmesi Otto Liman von Sanders'in orgeneral rütbesine yükseltilmesi, Osmanlı'nın ise mareşal ünvanı vermesi ve böylece Sanders'in fiilî komutanlıktan alınmasıyla sonlandı. Bu durum görünüşte İngiliz diplomasisi kazanmış gibi görünürken, Sanders mareşal ünvanıyla "Ordu Genel Müfettişi" yapılınca Almanya ve Osmanlı Devleti'nin amacına hizmet etmiş oldu.[44]
Bu dönemde öylesine yoğun bir çift taraflı mücadele olmuştur ki, her iki tarafla da son dakikaya kadar görüşmeler devam etmiştir.[45] İngiltere ile yapılan görüşmelerde Osmanlı Hükümeti'nin ittifak için temel beklentisi olan savaş sonrası toprak bütünlüğünün garanti altına alınması isteği, İngiliz tarafından ancak savaş sonrası görüşülebileceği şeklinde yanıtlanmıştır.[46] İngiltere ve Fransa ile ittifakı sağlayamayacağı kesin görünen İttihat ve Terakki Hükûmeti, 2 Ağustos 1914 günü Almanya ile gizli bir ittifak antlaşması (Osmanlı-Alman Gizli Antlaşması) imzalayarak savaşa İttifak güçleri yanında girmeyi taahhüt etmiş ve silahlı kuvvetlerinin genel sevk ve idaresi için bir Alman askerî heyetini yetkili kılmayı uygun görmüştür.[47] Anlaşma için 7 Temmuz günü görüşülmeye başlanmıştı ve maddelerindeki ifadelerden de anlaşılacağı üzere, Rusya'nın 31 Temmuz'da genel seferberlik ilan etmesi de, bunu savaş ilanı kabul edeceğini açıklamış olan Almanya'nın 1 Ağustos günü Rusya'ya savaş ilanı da gerçekleşmeden önce maddeler düzenlenmiş, ancak 2 Ağustos'ta maddelerde değişiklik yapılmadan imzalanmıştı.[48]
Anlaşmadan haberdar olan İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu'nun sipariş ettiği iki zırhlıyı Osmanlı İmparatorluğu'na teslim etmekten vazgeçer. Rauf Orbay ve ekibi Londra'dan eli boş döner. Kalabalık bir İngiliz donanmasının Çanakkale Boğazı'na kadar kovaladığı Goben ve Breslav adlı iki Alman zırhlısının Çanakkale Boğazı'ndan geçmesine izin verilir. İki gemi 11 Ağustos günü İstanbul'a gelir. İngiltere'nin, bu durumu yansızlığın ihlali olarak değerlendiren bir nota vermesi üzerine, Alman zırhlı gemileri Osmanlı donanmasınca 'satın alınır' ve gemi mürettebatı fes giydirilerek Osmanlı hizmetine alınır. Goeben donanması "Yavuz", Breslau donanması ise "Midilli" ismini almıştır (Yavuz ve Midilli Olayı).
26 Ekim 1914'te Osmanlı donanması bir keşif tatbikatı için hazırlanma emri aldı ve ertesi gün toplanma bölgelerine gitmek için Haydarpaşa'dan ayrıldı. 28 Ekim'de Osmanlı filosu 4 ayrı görev gücüne ayrılarak Rusya kıyılarında farklı hedeflere yöneldi. Alman koramiral Wilhelm Souchon, 29 Ekim 1914 günü sabah 06.30'da üç Osmanlı destroyerinin refakatinde bulunan Goeben gemisi ile Sivastopol'daki Rus kıyı bataryalarına ateş açtı. Hamidiye Kruvazörü 06.30'da Kefe'ye geldi ve yerel yetkilileri 2 saat içinde çatışmaların başlayacağı konusunda uyardı. Hamidiye 09.00'da bir saat süren bir ateşe başladı ve daha sonra da Yalta'ya giderek burada 7 Rus ticaret gemisini batırdı. 2 Osmanlı destroyeri 06.30'da Odessa'ya hücum etti ve 2 Rus gambotunu batırarak birkaç tahıl silosunu tahrip etti. Breslau Kruvazörü ve ona eşlik eden Osmanlı destroyeri Novorossiysk'e geldi, yerel yetkilileri uyararak 10.30'da kıyı bataryalarına ateş etti ve 60 mayın döşediler. Limandaki 7 gemi hasar gördü, biri battı.
30 Ekim 1914 tarihinde Rusya Osmanlı İmparatorluğu'na savaş açmış; bundan birkaç saat sonra Enver Paşa, Osmanlı İmparatorluğu'nun Rusya'ya savaş ilan ederek, savaşa İttifak Bloku'nun yanında girdiğini duyurmuştur. Bu duyurudan sonra İngiltere ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğu'na savaş ilan etmiştir.[25][26][27][45][46][49] (Ayrıca bakınız: Alman-Osmanlı ittifakı)
Osmanlı İmparatorluğu'nun gerilemeye başlaması ve Rus İmparatorluğu'nun da desteğiyle, Balkanların tümünde olduğu gibi Bulgaristan'da da ulusal kurtuluş hareketi alevlenmişti. 93 Harbi'nden yenilgiyle çıkan Osmanlı, Bulgaristan'ı 1878 yılında içişlerinde bağımsız prenslik olarak, 1908 senesinde ise tam bağımsız çarlık olarak tanımıştır.
Bulgaristan'ın Balkan Savaşları sonrası konumu, Yunanistan-Sırbistan-Karadağ-Romanya ile batıda Osmanlı İmparatorluğu arasında sıkışmasına yol açmıştı. Savaş öncesi dönemde diğer Balkan devletleri ile olan düşmanlığı, Bulgaristan için Almanya ile ittifaktan başka bir seçenek bırakmamıştır.[25]
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtı Franz Ferdinand, 28 Haziran 1914 günü Saraybosna'yı ziyaretinde bir Sırp Milliyetçisi olan Gavrilo Princip tarafından eşi Prenses Sophie ile birlikte suikasta uğradı. İki devleti bir arada tutan tek unsur olan Habsburg Hanedanı'nın tek veliahtı öldürülmüştü. Avusturya Hükümeti'nin tepkisi çok sert oldu. Fakat Rusya'yı tek başına karşısına almaya çekinen Avusturya, öncelikle Almanya'ya danıştı. Almanya'nın verdiği üstü kapalı desteğin ardından, Avusturya Sırbistan'a 48 saat süreli ve bağımsız bir devletin kabul edemeyeceği ağır bir nota verdi. Sırbistan bu notaya -Rusya'nın desteğiyle-, kaçamak yanıtlar verdi. Bunun üzerine Avusturya 28 Temmuz 1914'te Belgrad'ı bombalamaya başlayarak, Sırbistan'a savaş ilan etti. Bunun üzerine Rusya 31 Temmuz'da genel seferberlik ilan etti. Daha önceden Rus Seferberliğini savaş ilanı kabul edeceğini açıklamış bulunan Almanya 1 Ağustos'ta Rusya'ya, 3 Ağustos'ta da Fransa'ya savaş ilan etti. Almanya, barış zamanında hazırlamış olduğu Schlieffen Planı'na uygun olarak, Fransa'yı hemen ezip, seferberliğini tamamlama çabası içinde bulunan Rusya'ya daha sonra dönmek istediğinden, Fransa'ya saldırıda ordusunu, en kolay yol olan, Flander Düzlükleri'nden geçirmek istedi ve bunun için Belçika'ya zararsız geçiş için başvurdu. Tarafsız bir ülke olan Belçika, İngiltere'ye danıştıktan sonra Almanya'nın önerisini reddedince, Almanya 4 Ağustos 1914 tarihinde Belçika'ya saldırdı. İngiltere de Almanya'ya savaş açtı. Böylece, 4 Ağustos 1914 tarihine gelindiğinde üç cephede savaş başlamıştı: Alman-Fransız Cephesi, Alman-Rus Cephesi ve Avusturya-Sırbistan Cephesi.[50][51][52][53]
Savaş başında taraflar arasında, savaşın süresinin çok da uzun olmayacağı konusunda neredeyse bir fikir birlikteliği vardı. Almanya, Schlieffen Planı ile Fransa'yı altı hafta gibi kısa bir sürede devre dışı bırakacağını varsayıyordu. Bu planı 4 Ağustos 1914 tarihinde Belçika'ya saldırarak uygulamaya koysa da, Belçika'nın umulandan daha uzun süre dayanması sonucunda (plandan 12 günlük bir gecikmeyle Liège ele geçirilebildi), Almanya Schlieffen Planı'nın başarısızlığı ile karşı karşıya kaldı. 6-12 Eylül 1914 I. Marne Muharebesi, savaşın akıbeti hakkında taraflara bir fikir vermişti. Schlieffen Planı başarısız olduktan sonra Almanya'nın alternatif bir planı yoktu ve gecikmeler sonucunda Rusya seferberliğini tamamlamak üzereydi.
Almanya'nın hızlı bir harekâtı sonuca ulaştıramamasının ardından, I. Dünya Savaşı'nın yeni ve belirleyici bir özelliği olan ‘siper savaşı’ başlamış oldu.
I. Dünya Savaşı cepheleri 2 ana başlıkta toplanabilir.[37][52][53][54]
Batı Cephesi, Almanya'nın batısında kalan Avrupa topraklarında, esas olarak Belçika, Hollanda ve Fransa'yı yani Batı Avrupa'yı içine alan cephedir.
Doğu Cephesi, I. Dünya Savaşı'nda Orta Avrupa ve Doğu Avrupa'da, Almanya'nın, Avusturya-Macaristan'ın ve Bulgaristan'ın doğusunda, Rusya'nın ve Romanya'nın ise batısında kalan cephedir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun I. Dünya Savaşı'nda savaştığı 8 tane cephe vardı. Bunlar birinci dereceden (Kendi topraklarında savaştığı) ve ikinci dereceden (Kendi toprakları dışında savaştığı) olmak üzere ikiye ayrılır.
Birinci Dereceden Cepheler:
İkinci Dereceden Cepheler:
Batı Cephesi'nde Schlieffen Planı’na göre altı haftada Fransa’yı işgal etmeyi öngören Almanya, Belçika’nın direnmesi sonucunda bu planda başarısız olmuştur. Almanya’nın ‘Yıldırım Harekatı’ Marne Muharebeleri ile engellenmiştir. Batı Cephesi'nde savaş, 1914 yılında siper savaşına dönmüştür.[51][52][53]
Doğu Cephesi'nde savaş, 2 Ağustos 1914'te Avusturya'nın Sırbistan'a saldırısı ile başladı. Avusturya, Bosna yolu ile Belgrad'a doğru ilerledi. Avusturya'nın Belgrad'a kolayca gireceği sanılırken, Belgrad ancak üç ay sonra düştü. Ardından iki hafta sonra Sırplar, Belgrad'ı geri aldılar. Avusturya Orduları, Tuna'nın kuzeyine çekilmek zorunda kaldılar. Bu olay Avusturya'nın güçsüzlüğünü ortaya koyması bakımından önemlidir. Almanya, Batı Cephesi'nde Fransız direnişiyle karşılaştıktan sonra, doğuda da Avusturya'ya güvenemeyeceğini anlamıştır.
Rusya seferberliğini beklenenden kısa sürede tamamlayarak, 17 Ağustos 1914‘te Doğu Prusya'ya girdi. Rusya'nın ilerlemesi karşısında doğudaki Alman Orduları'nın başına Hindenburg ve Ludendorff getirildi. Alman Orduları, Rus Orduları karşısında geri çekilmeye başlayınca, Rus Orduları'nın komutanı Samsonov, Alman Orduları'nın bozgun hâlinde geri çekildiği düşüncesine kapıldı. Rus Orduları, haberleşmede şifre kullanmayı bıraktı ve hızla Almanya içlerine doğru ilerleyerek, ikmal merkezleriyle olan bağlantılarını zayıflattı. Gerçekte Alman Generalleri, Rus Orduları'nı bilinçli olarak Tannenberg Bölgesi'nde oluşturdukları pusuya doğru çekiyorlardı. Sonunda Rus Ordusu, çember altına alınarak Tannenberg Bölgesi'nde yenilgiye uğratıldı ve 120.000 Rus Askeri esir alındı. Almanya büyük bir zafer kazanmıştı. Rusya vurucu gücünü yitirmişti.
Bundan sonra Batı Cephesi'nde Rusya'nın yükünü hafifletmek isteyen İngiltere ve Fransa, Rusya'ya acil silah yardımı yapmak amacıyla 1915 yılındaki Çanakkale Savaşı'na yol açacak planlarını oluşturmaya başlamışlardır.
Diğer taraftan Avusturya, Galiçya Muharebesi'nde Rusya'ya karşı bir üstünlük elde edemedi. Bu cephede uzun ve kanlı savaşlar sonucunda taraflar birbirine karşı bir avantaj elde edememiştir.[51][52][53]
1915 yılında Batı Cephesi, İsviçre sınırından Manş Denizi'ne kadar uzanan ve yıl boyunca taraflara somut hiçbir şey kazandırmayan; uzun ve son derece kanlı muharebelerden oluşmaktaydı. Siper savaşının kanlı ve sonuç almaktan uzak niteliği yüzünden bu dönemde (zehirli gazların da yoğun kullanımıyla) binlerce kişi ölmüştür. 1915 Sonbaharı'na kadar geçen sürede Batı Cephesi kayıpları şöyledir: İngiltere 60.000, Fransa 190.000, Almanya 210.000 kişi.
Diğer yönden, Almanya 1915 yılı içerisinde İngiltere'yi (bu savaşta ilk kez kullanılan) zeplinler ile havadan bombalamaya başladı. Bu bombardımanlar 1916 yılına kadar sürdü. Ağır ve kolay hedef olan zeplinler önemli zayiata yol açamadı (İngiltere'de 11.000 kişi bu saldırılarda ölmüştür) ve 1916'da Almanya Zeplin Bombardımanı'nı kesti. Fakat, İngiltere kamuoyu üzerinde bu bombardımanların etkisi büyük oldu. Bir ada ülkesi olan İngiltere'de ilk kez bir saldırıyla karşılaşan halkta Almanya'ya karşı büyük bir nefret uyandı. Günlük yaşam, savaş algısıyla bozuldu.
Savaşın getirdiği bir diğer teknolojik yenilik de Almanlar'ın kullandığı U-Boat(Unterseeboot)'tur. Almanlar denizaltı kullanımıyla, savaş gemilerinin yanında ticaret gemilerini de batırarak, lojistik yönünden başta İngiltere olmak üzere tüm rakip devletlere ciddi zararlar vermiştirler.[51][52][53]
1915'in kış aylarında Rusya'ya karşı yapılan Almanya-Avusturya ortak harekâtı başarılı oldu. Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Birlikleri iki hafta içerisinde Rusya içinde 120 km ilerlediler. Rusya'nın talebiyle Osmanlı İmparatorluğu üzerinden yeni bir cephenin açılması bu dönemde kararlaştırıldı. Bu cephe Çanakkale Cephesi olacaktı.[51][52][53]
1915 yılı aynı zamanda Osmanlı-Alman ittifakı açısından Balkan kilidinin kırıldığı bir yıl olmuştur. Nitekim Cihan Harbi’nin henüz başladığı günlerde Alman İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti arasında imzalanan gizli askeri ittifak antlaşması iki devleti kader ortaklığına sürüklemişti. İlk aşamada tarafsızlığını ilan edip seferberlik hazırlıklarına girişen Osmanlı, öte yandan Almanya’dan savaş malzemesi ve maddi destek taleplerinde bulunmaktaydı. Osmanlı ilerleyen süreçte savaşa fiilen dâhil olmasına rağmen iki devlet arasında Balkanlar üzerinden sevkiyat bağlantısının halen kurulamayıp adeta kilitlenmiş olması, İtilaf Devletlerinin Çanakkale önlerinde İstanbul’u tehdit ettikleri 1915 yılının ilk yarısında Osmanlı ve Almanya açısından büyük endişe kaynağı olmuştu. Almanya Balkanlar üzerinden savaş malzemesi sevkiyatına mani olan bu kilidin kırılması ve iki imparatorluk arasındaki bağlantının sağlanması için diplomatik ve askeri çabalar ortaya koymuştur. Zira dönemin şartlarında sevkiyat bağlantısı ancak Sırbistan-Bulgaristan veya Romanya-Bulgaristan üzerinden kurulabilirdi. Romanya ve Bulgaristan diplomasi yoluyla ikna edilmeye çalışılırken, Sırbistan’a ise İtilaf Devletlerinin safında olması dolayısıyla harekât düzenlenmesi gerekmekteydi. Osmanlı açısından endişe verici bu süreçte Balkan yolu üzerinden sadece gayriresmi yollarla küçük çaplı sevkiyatlar mümkün olabilmiş, esas ihtiyaç duyulan ağır top cephanesi sevkiyatı ise istenen ölçüde yapılamamıştır. Balkan kilidi, ancak Bulgaristan’ın ittifaka katılması ve 1915 Sonbaharında gerçekleştirilen Sırbistan seferiyle kırılabilmiş, beklenen ölçüde savaş malzemesi desteği ancak bundan sonra Osmanlı’ya ulaşmaya başlamıştır.[55]
1916 yılı da savaşın taraflarına hemen hemen hiçbir avantaj kazandırmamıştır. Bu yılın Batı Cephesi'ndeki en önemli savaşları, Verdun Bölgesi'nde olmuştur. Bu savaşlar, aynı zamanda I. Dünya Savaşı'nın da en kanlı savaşlarıdır. İngiltere tarafından, denizden sıkı bir ablukayla kuşatılmış olan Almanya -zaten sınırlı sayıdaki sömürgelerinden lojistik sağlayamıyordu-, savaşın uzamasının en büyük zararı kendisine vereceğini biliyordu. Schlieffen Planı'nda arkasından dolaşmayı tasarladığı Verdun'u düşürüp Paris'e girmek ve hiç olmazsa Batı Cephesi'nde savaşı bitirmek istiyordu. Başlangıçta başarılar kazanan Almanya, sonradan Fransız komutan Mareşal Petain'in uyguladığı cephe gerisi stratejisi-Fransa'nın diğer bölgeleri ile Verdun arasındaki ulaşım olanaklarının artırılması ve lojistik sağlamada kolaylık-ile birlikte sonuca gidememiştir.
Verdun Savaşları, Şubat-Haziran 1916 arasında sürmüş ve çok sayıda kayba neden olmuştur (Fransa 350.000, Almanya 300.000). Buna karşın, her iki taraf da bir sonuca ulaşamamıştır. Daha sonra İngiltere, Somme Bölgesi'nden bir karşı saldırıya geçmişse de bunda başarılı olamamıştır. İngilizlerin, bu saldırının ilk gününde 60.000 olmak üzere toplam kaybı 420.000 kişi olmuştur.
1916'da, Batı Cephesi'nde ölü sayısı 1.263.000'e ulaşmıştır. Ayrıca ilk kez bu cephede savaş tarihinde tank kullanılmıştır.[56][57]
1915'in sonlarında İtalya savaşa dâhil oldu. Yine aynı dönemde Bulgaristan da savaşa katıldı. Bu iki katılım ile savaş güçleri her iki taraf için de dengelendi. 1916'da Romanya, Almanya ve müttefiklerine savaş açtı. Doğu Cephesi'nde açılan bu yeni rota, Alman ve Avusturya ordularının dört ay gibi kısa bir sürede -1916'nın aralık ayında- Bükreş'e girmesiyle son buldu.
Bunun dışında, Doğu Cephesi'nde de Batı Cephesi'nde olduğu gibi, 1916 yılında yapılan savaşlar iki tarafa da bir üstünlük sağlamadı.[51][52][53]
Askerî açıdan değerlendirildiğinde İttifak Devletleri, 1917'ye kadar olan dönemde başarılı görünmektedir. Fakat, savaş uzadıkça Almanya için sıkıntılar had safhaya çıkmaya başlıyordu. Sömürgelerinin lojistik desteğine rahatlıkla ulaşan İngiltere ve Fransa, denizden abluka altına aldığı Almanya'ya aynı şansı tanımıyordu. Almanya bu ablukayı denizaltıları ile kırmaya çalışıyordu. Bu amaçla deniz savaşlarına ağırlık vermişti.[51][52][53]
Almanya'nın denizaltı savaşına yönelmesi, ABD'nin dış ticaretine çok olumsuz etki yapmıştı. Aynı zamanda, Almanya'nın kurmaya çalıştığı Alman-Meksika İttifakı'da ABD'de büyük bir tepkiye yol açmıştı (Almanya ABD'nin savaşa girmesi durumunda Meksika'nın ABD'ye saldırmasını istiyordu).
Bu iki nedenin ABD'de kamuoyu oluşturmasıyla, Amerikan Kongresi 6 Nisan 1917'de Almanya'ya savaş ilan etti.
ABD'nin savaşa girmesi, aynı zamanda dönemin en büyük ekonomik imkânlarına sahip olan bir devletin savaşa girmesi demekti. Bu da savaşın kaderine çok önemli etkilerde bulunmuştur.[51][52][53]
1905 Devrimleri ile son dönemecine giren İmparatorluk Rusyası, Tannenberg Savaşı'nda kaybettiği gücünü -Çanakkale Savaşları sonucunda da yardım alamayarak- savaşın sonuna kadar toparlayamadı. Bunun üzerine Menşevikler ve Beyaz Ordu ülkede Şubat Devrimi'ni yaptılar. Menşeviklerin iktidara gelişi, Rusya'nın tüm saldırılarını durdurmasına neden oldu.
Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin Bolşevik kanadı (1918 yılında adı Sovyetler Birliği Komünist Partisi olarak değiştirildi) öncülüğünde işçiler, köylüler ve askerler 1917 yılının Kasım ayında Ekim Devrimi'ni yaptılar. Bunun sonucunda, Rusya Brest Litovsk Barış Antlaşması'yla tamamen savaştan çekildi. Böylece Doğu Cephesi kapanmış oldu. Fakat, Almanya için bu olay savaşın kazanılmasına yol açmamıştır. Ama Osmanlı için, bu olay eski doğu sınırlarına geri dönüş anlamına geliyordu.[51][52][53]
1918 yılı Almanya için sonun başlangıcı olmuştur. Sınırlı kaynakları ile abluka altında, hammadde ve gıda sıkıntısı had safhaya ulaşan Alman İmparatorluğu'nda, Rusya'dan Ekim Devrimi sonucunda hızla yayılan Bolşevik hareketleri ile grevler ve ayaklanmalar başlamıştı. Bu grevleri önlemeye çalışan hükûmet, çok kritik bir hata yaparak, grevcileri -ceza olarak- savaş alanlarına sürdü. Grevciler, bu sefer de Alman ordusu içerisinde isyanlara ve itaatsizliklere yol açtılar. 1918'de savaş tamamen İttifak Devletleri'nin aleyhine dönmüştü. Rusya'nın savaştan çekilmesiyle, Doğu Cephesi'ndeki gücünü Batı Cephesi'ne kaydıran Almanya, mart ayında General Ludendorff komutasında büyük bir saldırı başlattı. Bu saldırı sonucunda Almanya kısmen başarılı olup cepheyi yarmayı başarsa da, Alman ordusu içerisindeki isyancılar ve karşı tarafta da Amerikan tanklarının cepheye sokulması ile daha fazla ilerleyemedi. İtilaf Devletleri, Alman ordusunu geriye doğru püskürtmeye başladı. Bu saatten sonra, artık İttifak Devletleri için yapılacak pek bir şey kalmamıştı.
İtilaf Devletleri'yle tek tek İttifak Devletleri arasında yapılan mütarekelerle çatışmalar resmî olarak sonlandırılmıştır. Bu mütarekeler, Bulgaristan ile 29 Eylül 1918 tarihinde Selanik Ateşkes Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu ile 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Antlaşması, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile 3 Kasım 1918 tarihinde Villa Giusti Ateşkesi ve Almanya ile 11 Kasım 1918 günü Rethondes Antlaşması'dır.[26][37][58]
I. Dünya Savaşı, kendinden önceki savaşlardan çok farklı özellikler gösterir. Bu, modern çağlardaki en ağır ve en acımasız insan buluşu olan ‘Topyekün Savaş'tır. 20. yüzyıldan önceki savaşlar belirli cephelerde sürerdi. Savaşa katılan ülkelerin halkları direkt olarak savaşın etkilerine maruz kalmazlardı. Daha çok gıda ve ihtiyaç maddeleri sıkıntısı halklar üzerinde etkili olurdu. Fakat I. Dünya Savaşı bu durumu değiştirdi. Cephe gerisi saldırıları, sabotajlar vb. savaş taktikleriyle, savaşan devletlerin sosyal hayatlarını düzenli bir şekilde sürdürmeleri imkânsız hâle geldi.
I. Dünya Savaşı'nın getirdiği bir savaş tarzı siper savaşıdır. Tahkim edilmiş, ağır silahlarla donatılmış siperlerde, iki tarafın çok ağır insan kayıplarına yol açacak çatışmalar yaşanmıştır. Ayrıca, Almanya Ypres Çatışmalarında klor gazı kullanarak tarihteki ilk kimyasal saldırıyı gerçekleştirmiştir.[59] Başlangıçta itilaf devletlerini korkutsa da, gaz maskesi kullanımı ile zehirli gaz saldırıları etkilerini yitirmiştir. Korumaya karşın kimyasal silahların kullanımı, halkların gözünü korkutmuştur.
Siper savaşlarında kullanılan silahlar büyük gelişmeler gösterdi. Mitralyözler ve yarı otomatik tüfekler kullanıldı. Piyade tüfeklerin atış hızı artırıldı. Siper aralarında süngü çarpışmaları görülüyordu. Gemilere karşı kullanılan sabit ve hareketli toplar güçlendirildi. 15 km uzağa ateş edebilen sabit toplar kullanıldı.
İlk olarak İngilizler tarafından Batı cephesinde tanklar ve zırhlı araçlar kullanılmıştır. Tanklara karşı da tanksavarlar geliştirilmiştir.
Ayrıca haberleşme de gelişmiştir. Güçlü sistemler geliştirilip, karşı taraftan istihbarat alma; ve karşı tarafın fark edemeyeceği şekilde haberleşme sistemleri kuruldu.
Denizde ise menzili 15 km'ye varan savaş gemileri ve denizaltılar kullanılmıştır. İlk denizaltı olarak bilinen Alman U-Botları, ABD'nin İngiltere'ye insani ve askerî yardım ulaştırmasını engelleyerek İtilaf Devletleri'ne ciddi kayıplar verdirtmişlerdir. Denizaltıların kullanımı, sonarın geliştirilmesine neden olmuştur.
Kruvazör, destroyer gibi gemilerle sahil kısımları ve daha iç kısımlar denizden bombardımana tutulmuştur. Bu durum çıkarmaya karşı koymaya çalışan orduları çok zor durumda bırakmıştır.
Havada ise uçaktan yararlanılmaya devam edilmiştir. I. Dünya Savaşı'nda hava gücü, daha çok istihbarat elde etme ve düşmanın istihbarat almasını engelleme görevlerinde kullanılmıştır. Almanlar ise, yine tarihte bir ilk olarak zeplinleri İngiltere'yi bombalama amaçlı kullanmışlardır. Fakat zeplinlerin ağır ve korumasız olması nedeniyle 1916 yılında faaliyetlerine son vermişlerdir. Bunların yanında, düşmanın yük trenlerini bombalama, donanmaları bombalama gibi amaçlarda da kullanıldı. Bir yandan da uçaklara karşı olarak uçaksavar silahlar geliştirilmiştir.[25][26][52][53]
Tüm ülkelerden 65.038.810 askerin katıldığı savaş, arkasında resmî rakamlara göre toplam 8.556.315 ölü, 21.219.452 yaralı ve 7.750.945 kayıp veya esir bırakmıştır.[60] I. Dünya Savaşı ülkeler arasındaki sorunları çözümlememiş, ağır yaptırımlar içeren antlaşmaların sonucu olarak savaş sonrası gelişen aşırı milliyetçilik, yeni oluşan faşizm ve nasyonal sosyalizm gibi ideolojiler II. Dünya Savaşı'na zemin hazırlamıştır.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.