Loading AI tools
tüm bireylerin eşit haklara sahip olduğu yönetim biçimi Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Demokrasi veya el erki,[1] halkın yasaları müzakere etme ve yasal düzenlemelere karar verme yetkisine (doğrudan demokrasi) veya bunu yapmak için yönetim görevlilerini seçme yetkisine (temsili demokrasi) sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Kimin "halk" kabul edildiği ve yetkinin insanlar arasında nasıl paylaşıldığı veya hangi yetkilerin verildiği konuları zaman içinde ve farklı ülkelerde farklı oranlarda değişiklik göstermiştir. Demokrasinin özellikleri arasında genellikle toplanma özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, mülkiyet hakları, din özgürlüğü, ifade özgürlüğü, vatandaşlık, yönetilenlerin rızası, genel oy hakkı, özgürlük hakkından ve yaşam hakkından haksız yere mahrum bırakılmamak ve azınlık hakları yer alır.[2] Türkçeye (Fransızca: démocratie) kelimesinden geçmiştir.
Ana yurdu Antik Yunanistan'daki filozoflar Aristo ve Platon (Eflatun) tarafından eleştirilmiş, halk içinde "ayak takımının yönetimi" gibi aşağılayıcı kavramlarla nitelendirilmiştir. Fakat demokrasi diğer yönetim şekillerinin arasından sıyrılarak günümüzde en yaygın kullanılan devlet sistemi haline gelmiştir. Demokrasinin çok sayıda değişik tanımı vardır. Karl Popper'e göre demokrasi "klasik" anlamıyla "halkın yönetimi ve halkın yönetme hakkı" olarak tanımlanabilirken, liberal, komünist,[3] sosyalist,[4] muhafazakâr,[5] anarşist[6] düşünürler kendi sistemlerinin erdemlerini ön plana çıkarmaya çalışmışlardır.
Demokrasi, genellikle devlet yönetim biçimi olarak değerlendirilmesine rağmen, üniversiteler, işçi ve işveren organizasyonları ve bazı diğer sivil kurum ve kuruluşlar da demokrasi ile yönetilebilir.
Demokrasi kavramı zaman içinde önemli ölçüde evrim geçirmiştir. Tarih boyunca, doğrudan demokrasi örneklerine rastlanabilir, bu tür demokrasilerde topluluklar halk meclisleri aracılığıyla kararlar alırlar. Günümüzde ise demokrasinin egemen formu temsilci demokrasidir, vatandaşlar hükûmet yetkililerini seçerek, onların adına parlamento ya da başkanlık sistemi gibi şekillerde yönetimi sağlarlar.[7]
Demokrasilerin yaygın günlük karar alma süreci çoğunluk kuralıdır, ancak çoğunluk ve uzlaşı gibi diğer karar alma yaklaşımları da demokrasiler için önemli olmuştur. Bu yaklaşımlar, hassas konularda kapsayıcılık ve daha geniş bir meşruiyetin önemli bir amacını hizmet eder ve çoğunlukçu yaklaşımı dengeleyerek anayasa düzeyinde öncelik kazanır. Liberal demokrasinin yaygın türünde, çoğunluğun güçleri temsilci demokrasinin çerçevesi içinde kullanılır, ancak anayasa ve bir üst mahkeme çoğunluğu genellikle tüm bireylerin belli temel haklarının korunması yoluyla azınlığı korur örneğin ifade özgürlüğü veya örgütlenme özgürlüğü gibi hakları korumakla yükümlüdürler.[8][9][10][11]
Demokrasi, Türkçeye, Fransızca démocratie sözcüğünden geçmiş olup Türkçede ilk kullanımı 1870'lerin başında tespit edilmiştir. Kelime Fransızcaya Latinceye dēmocratia şekliyle Grekçeden ödünçleme vasıtasıyla girmiştir. Nihai olarak sözcük halk, ahali anlamındaki δῆμος (dêmos) ile egemen, muktedir anlamındaki κράτης (krátēs) kelimelerinin birleştirilmesi ile oluşturulmuş Grekçe δημοκρατεία (
Demokrasinin tanımı tartışması günümüzde hâlâ devam eden bir tartışmadır. Bunun sebepleri arasında ülkelerdeki bazı kurumların görüşlerini haklı çıkartmak adına demokrasi tanımını kullanmaları, demokratik olmayan devletlerin kendilerini demokratik olarak tanıtma çabaları ve aslında genel bir kavram olan demokrasinin tek başına kullanılması (Anayasal demokrasi, sosyal demokrasi, liberal demokrasi vb.) gibi sebepler gösterilebilir. Demokrasilerin birçoğunda çoğunluk kuralı uygulanır, ancak bazı durumlarda çoğulluk kuralı, nitelikli çoğunluk kuralı (anayasa gibi) veya konsensüs kuralı (İsviçre'de olduğu gibi) uygulanır. Liberal demokrasinin yaygın bir uygulamasında, çoğunluğun yetkileri temsili demokrasi çerçevesinde kullanılır, ancak anayasa ve yüksek mahkeme çoğunluğu sınırlar ve azınlığı korur, genellikle ifade özgürlüğü veya dernek kurma özgürlüğü gibi belirli bireysel hakların herkes tarafından kullanılmasını güvence altına alır.
Çoğunluk, azınlık, fakir veya zengin olsun demokrasilerin ortak yönü halka dayanmasıdır. Günlük hayatta toplumun, bir ülkede yaşayan tüm insanları kapsadığı düşünülse de pratikte demokrasi tarihinden beri –sürekli olarak genişletilse de- halka bir sınırlama konmuştur. Örneğin Fransız Devrimi’nden sonra yapılan seçimlerde oy verme hakkı sadece belli miktarda vergi verebilen vatandaşlara tanınıyordu, ABD’de güney eyaletlerdeki siyah ırkın ilk kez oy kullanabildiği tarih 1960'lardır.[14] Kadınlara seçme hakkı ilk kez 1893'te Yeni Zelanda'da verilmiştir. Seçimlere tam katılım hakkı ise 20. yüzyıla kadar hiçbir ülkede verilmemiştir.[15] Bu verilere, halkı oluşturan bireylerin öz iradelerinden kaynaklanan mutabık olmama durumunu da katarsak; pratikte halk çoğunluk anlamına dönüşür.
Demokrasiye yapılan atıflarda görüleceği üzere, halkın kendi kendini yönetmesi temel dayanaktır. Bu ise kendileri adına karar alacak kişileri seçmeyi sağlayan oy vermenin yanında referandumlar gibi doğrudan etki yoluyla veya miting, gösteri gibi dolaylı yollarla sağlanır.
Demokrasinin genellikle oylama ile tanımlandığı kabul edilse de, demokrasinin kesin bir tanımı konusunda bir fikir birliği yoktur. Karl Popper, demokrasinin "kısacası, demokrasinin halkın yönetimi olduğu ve halkın yönetmeye hakkı olduğu" teorisinin "klasik" görüş olduğunu belirtir. Kofi Annan ise "dünyadaki demokratik uluslar kadar farklı demokrasi biçimleri bulunmaktadır" şeklinde ifade eder. Bir çalışma, demokrasiyi tanımlamak için İngilizce dilinde kullanılan 2.234 sıfatı belirlemiştir.[16][17][18][19][20][21]
Demokratik prensipler, tüm seçilebilir vatandaşların yasalar önünde eşit olduğu ve yasama süreçlerine eşit erişime sahip olduğu şekilde yansır. Örneğin, temsilî demokraside her oy eşit ağırlığa sahiptir, temsilci olmak isteyen herkese makul olmayan kısıtlamalar uygulanamaz ve seçilebilir vatandaşların özgürlüğü, genellikle bir anayasa tarafından korunan meşru haklar ve özgürlüklerle güvence altına alınır. "Demokrasi" teriminin diğer kullanımları arasında doğrudan demokrasi de bulunur, bu durumda konular doğrudan seçmenler tarafından oylanır.[22][23][24]
Bir teori, demokrasinin üç temel ilkeye ihtiyaç duyduğunu savunur: yukarıdan aşağıya kontrol (egemenliğin en düşük yetki seviyelerinde bulunması), siyasi eşitlik ve bireylerin ve kurumların yalnızca yukarıdan aşağıya kontrol ve siyasi eşitlik ilkesini yansıtan kabul edilebilir davranışları dikkate aldığı sosyal normlar. Hukuki eşitlik, siyasi özgürlük ve hukukun üstünlüğü genellikle iyi işleyen bir demokrasinin temel özellikleri olarak belirlenir.[20][25][26]
"Demokrasi" terimi bazen liberal demokrasi için kısaltma olarak kullanılır. Liberal demokrasi, siyasi çoğulculuk, hukuk önünde eşitlik, seçilmiş yetkililere başvurarak şikayetlerin çözülmesi hakkı, yargı süreci, sivil özgürlükler, insan hakları ve hükûmet dışında sivil toplumun öğeleri gibi unsurları içeren temsili demokrasinin bir türüdür. Roger Scruton, sivil toplum kurumlarının da mevcut olmadığı sürece demokrasinin kişisel ve siyasi özgürlükleri sağlayamayacağını savunmuştur.[27]
Bazı ülkelerde, özellikle Westminster sisteminin uygulandığı Birleşik Krallık'ta, egemenlik ilkesi parlamentodadır, ancak yargı bağımsızlığı korunur. Hindistan'da ise parlamento egemenliği, Hindistan Anayasası'na tabidir ve anayasa yargı denetimini içerir. "Demokrasi" terimi genellikle bir siyasi devlet bağlamında kullanılsa da, bu prensipler aynı zamanda özel kuruluşlar için de uygulanabilir.[28][29][30]
Demokrasilerde birçok karar alma yöntemi kullanılır, ancak çoğunluk kuralı baskın bir formdur. Tazminat olmadan, yani bireysel veya grup haklarının yasal korunmasının olmaması durumunda, siyasi azınlıklar "çoğunluğun zulmü" ile ezilebilir. Çoğunluk kuralı rekabetçi bir yaklaşımdır ve uzlaşı demokrasisine karşı gelir, bu da seçimlerin ve genellikle müzakerenin nitelikli ve prosedürel olarak "adil" yani adil ve eşit olduğu anlamına gelir. Bazı ülkelerde, siyasi ifade özgürlüğü, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve internet demokrasisi, seçmenlerin iyi bilgilendirilmiş olmalarını sağlamak ve kendi çıkarlarına göre oy kullanmalarını mümkün kılmak için önemli görülür.[31][32]
Aynı zamanda demokrasinin temel bir özelliği, tüm seçmenlerin toplumun yaşamına özgürce ve tam olarak katılma yeteneğidir. Sosyal sözleşme ve tüm seçmenlerin kolektif iradesi vurgulanarak, demokrasi aynı zamanda siyasi kolektivizmin bir biçimi olarak da nitelendirilebilir, çünkü demokrasi, tüm uygun vatandaşların yasa yapım sürecinde eşit söz hakkına sahip olduğu bir hükûmet biçimi olarak tanımlanır.[33][34]
Cumhuriyetler, yönetilenlerin rızası ilkesi nedeniyle demokrasi ile sık sık ilişkilendirilse de, zorunlu olarak demokrasiler değildir, çünkü cumhuriyetçilik insanların nasıl yönetileceğini belirtmez. Klasik anlamda "cumhuriyet" terimi, hem demokrasileri hem de aristokrasileri kapsıyordu. Modern anlamda cumhuriyetçi hükûmetb içimi, bir hükümdarın olmadığı bir hükûmet biçimidir. Bu nedenle, demokrasiler cumhuriyet veya anayasal monarşiler olabilir, örneğin Birleşik Krallık gibi.[35][36][37]
Demokrasi ilk olarak Eski Yunanistan'da, şehir devletlerinde uygulandı. Demokrasiye çok yakın olan bu sistem Atina demokrasisi olarak da anılır. Teoride bütün yurttaşlar mecliste oy verme ve fikrini söyleme hakkına sahipti fakat o günün koşullarına göre kadınlar, köleler ve o şehir devletinde doğmamış olanlar (metikler, yerleşik yabancılar) bu haklara sahip değildi. Bu sistemin en güçlü uygulayıcısı olarak Atina'yı ele alırsak: M.Ö. 4. yüzyılda nüfusun 250.000-300.000 arasında olduğu tahmin edilir. Bu nüfusun 100.000'i Atina vatandaşı ve Atina vatandaşları arasında da sadece 30.000'inin oy verme hakkına sahip yetişkin erkek nüfusu bulunduğu tahmin edilir.[38]
Roma İmparatorluğu döneminde uygulanan devlet sistemi, temsilî demokrasiye yakın bir nitelik taşımaktaydı. Demokratik haklar genellikle sosyal sınıf ayrımına göre şekillenirdi ve güç elitlerin elindeydi.[39] Bununla beraber, Eski Hindistan'da bazı bölgelerde uygulanan sistemler de temsilî demokrasiye benzetilir. Roma İmparatorluğu ile paralel olarak, kast sisteminin varlığı, gücün varlıklı ve asil bir azınlığın elinde olduğu söylenebilir.[40]
Orta Çağ'da demokrasinin gelişme süreci içindeki en büyük olay İngiltere'de kralın yetkilerini din adamları ve halk adına sınırlayan Magna Carta Libertatum'un (Büyük sözleşme) imzalanmasıdır. Bu belge doğrultusunda ilk seçimler 1265 yılında yapılmıştı. Fakat bu seçimlere, yapılan kısıtlamalar sebebiyle halkın çok az bir bölümü katılabilmişti.
Birçok ülkede devlet yönetiminde zaman zaman demokrasiye benzer uygulamalar yapılmıştı. Örneğin İtalyan şehir devletlerinde, İskandinav ülkelerinde, İrlanda'da ve değişik ülkelerde bulunan küçük otonom bölgelerde demokrasinin prensiplerinden seçim yapılması, meclis oluşturulması gibi uygulamalar oluyordu. Fakat hepsinde demokrasiye katılım erkek olma, belli miktarda vergi verme gibi standartlarla kısıtlanıyordu.
17. yüzyılda Magna Carta'ya olan ilgi yeniden canlandı.[41] İngiltere Parlamentosu, 1628'de Petition of Right'i kabul etti ve bu, vatandaşlar için belirli özgürlükleri tesis etti. İngiliz İç Savaşı (1642-1651), Kral ve seçilmiş bir parlamento arasında güçler dağıtıldı; bu sırada, siyasi parti fikri, 1647 Putney Tartışmaları sırasında politik temsil hakları konusunu tartışan gruplarca şekillendi.[42][43][44] Bunu takiben, Protectorate dönemi (1653-59) ve İngiliz Restorasyonu (1660), dönemleri daha otoriter bir yönetimi şekillendirdi. Ancak, parlamento, 1679'da Habeas Corpus Yasası'nı geçirdi ve bu, yeterli neden veya delil olmaksızın gözaltını yasaklayan geleneksel bir kuralı güçlendirdi. 1688 yılındaki Muhteşem Devrim'in ardından, 1689'da Haklar Bildirisi kabul edildi ve belirli hakları ve özgürlükleri kodifikasyon altına aldı (hala yürürlüktedir). Bu Bildiri, düzenli seçimler için gerekliliklerini, Parlamento'da konuşma özgürlüğünün çerçevesini belirledi ve monarşinin gücünü sınırlayarak, o dönemde Avrupa'nın çoğundan farklı olarak, kraliyet mutlakiyetinin sınırlanmasını Muhteşem Devrim'de uygulanan politikalar, hükûmeti sınırlama ve mülkiyet haklarına koruma sağlama konusunda büyük bir başarı olarak tanımlanmıştır.[45][46][47]
17. yüzyılda Magna Carta'ya olan ilgi, Britanya Adaları'nda siyaset felsefesinin gelişmesine neden oldu. Thomas Hobbes, ayrıntılı bir şekilde sosyal sözleşme teorisini ilk kez ortaya koyan filozoftu. Leviathan'da yazan Hobbes, doğada yaşayan bireylerin yaşamlarının "yalnız, fakir, iğrenç, vahşi ve kısır" olduğunu ve sürekli olarak herkesin herkese karşı bir savaş yürüttüğünü teorize etti. Anarşik bir doğa yaşamının meydana gelmesini önlemek için Hobbes, bireylerin haklarını güçlü, otoriter bir güce devrettiğini düşündü. Başka bir deyişle, Hobbes, kendi görüşüne göre en iyi yönetim biçimi olan mutlak monarşiyi savundu. Daha sonra filozof ve doktor John Locke, sosyal sözleşme teorisine farklı bir yorum getirecekti. İki Hükûmet Üzerine Deneme (1689) adlı eserinde yazan Locke, tüm bireylerin yaşam, özgürlük ve mülkiyet gibi devredilemez haklara sahip olduğunu ileri sürdü.[48] Locke'ye göre bireyler, haklarını savunmak amacıyla isteyerek bir araya gelir ve bir devlet oluştururlardı. Locke için özellikle mülkiyet hakları önemliydi ve bu hakların korunmasını Locke, bir hükûmetin temel amacı olarak değerlendirdi. Ayrıca Locke, hükûmetlerin yalnızca halkın onayına sahipse meşru olduğunu ifade etti. Locke'a göre, vatandaşlar, çıkarlarına karşı hareket eden veya despotik hale gelen bir hükûmete karşı isyan etme hakkına sahipti. Yaşamı boyunca geniş bir okuyucu kitlesi tarafından yaygın olarak okunmasa da, Locke'un eserleri liberal düşüncenin kurucu belgeleri olarak kabul edilir ve Amerikan Devrimi'nin liderleri üzerinde derin bir etki bıraktıktan sonra daha sonra Fransız Devrimi'nin fikri temellerini de derinden etkilemiştir. Locke'un liberal demokratik yönetim çerçevesi, dünyadaki genel demokrasi kabulüdür.[49][50]
Kuzey Amerika'da ilk temsilî hükûmet, 1619'da Jamestown, Virginia'da Burgesses Meclisinin seçilmesiyle başladı. 1620'den itibaren göç eden İngiliz Püritenler, yerel yönetimleri demokratik olan New England kolonilerini kurdu; bu yerel meclislerin bir miktar yetkisi olsa da, nihai yetki Kral ve İngiliz Parlamentosu tarafından elde tutulmaktaydı. Bu kolonileri kuran Püritenler, Baptistler ve Kuveykırlar, bu kolonilerin idaresi için dünya işlerinde kendi cemaatlerinin demokratik organizasyonunu kullandılar.[51][52][53][54]
18. ve 19. yüzyıllarda demokrasi, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile hızlıca yükselen bir değer haline gelmiştir. Bu yüzyıllardan önce demokrasi büyük devletlere değil, sadece küçük topluluklara uyan bir hükûmet şekli olarak anılıyor ve esas itibarıyla doğrudan demokrasi olarak tanımlanıyordu.[55] ABD'nın kurulmasını sağlayanların oluşturduğu sistem ilk liberal demokrasi olarak tanımlanabilir.[56] 1788 yılında kabul edilen Amerikan anayasası hükûmetlerin seçimlerle kurulmasını ve insan hak ve özgürlüklerinin korunmasını sağlıyordu. Bundan daha önce de koloni döneminde Kuzey Amerika'daki kolonilerin birçoğu demokratik özellikler taşıyordu. Koloniden koloniye farklılaşmakla beraber, hepsinde belli miktarda vergi veren veya istenen bazı sıfatları karşılayabilen beyaz erkeklerin seçme hakları vardı.[57] Amerikan İç Savaşı'nın ardından 1860'larda yapılan değişikliklerle kölelere özgürlük sağlandı ve demokrasinin temel ilkelerinden biri olan oy verme hakkı On Beşinci Anayasa Değişikliği ile tanındı[58][59] ancak güney eyaletlerinde siyahlar 1960'lara kadar oy verme hakkını kullanamamışlardır.[14]
1789 Fransız Devrimi'nde ise bir anayasa hazırlanarak iktidar halkın seçeceği bir parlamento ile kral arasında paylaştırıldı.[60] Ulusal Konvansiyon hükûmeti genel oy ve iki dereceli bir seçimle iş başına geldi.[61] Fakat ilerleyen yıllarda Napolyon'un başa geçmesiyle demokrasiden oldukça uzaklaştı.
20. yüzyılda liberal demokrasiye geçişler, savaşlardan, devrimlerden, dekolonizasyondan ve dini ve ekonomik koşullardan kaynaklanan ardışık "demokrasi dalgaları" ile gerçekleşti. Aynı zamanda 1920'lerde ve 30'larda, 1960'lar ve 1970'lerde ve 2010'larda "demokratik gerileme" adı verilen küresel geri dönüş dalgaları da yaşandı ve demokratikleşmeyi tersine çevirdi.[62][63][64]
I. Dünya Savaşı ve otoriter imparatorlukların çöküşü, Avrupa'da yeni ulus-devletlerin oluşturulmasına yol açtı; bunların çoğu en azından adıyla demokratikti. 1920'lerde demokratik hareketler gelişti ve kadınların oy hakkı genişledi, ancak Büyük Buhran hayal kırıklığı yarattı ve Avrupa, Latin Amerika ve Asya ülkelerinin çoğu güçlü lider yönetimine veya diktatörlüğe döndü. Faşizm ve diktatörlük Nazi Almanya'sında, İtalya'da, İspanya'da ve Portekiz'de yayılırken, Baltık ülkeleri, Balkanlar, Brezilya, Küba, Çin ve Japonya gibi diğer bazı ülkelerde de demokratik olmayan hükûmetler ortaya çıktı.[65]
II. Dünya Savaşı, Batı Avrupa'da bu eğilimi kesin bir şekilde tersine çevirdi. Amerikan, İngiliz ve Fransız işgal bölgeleri Almanya'nın, Avusturya'nın, İtalya'nın ve Japonya'nın işgal edilen bölgelerinin demokratikleşmesi, sonraki hükûmet değişim teorisi için bir model olarak hizmet etti. Ancak, Doğu Avrupa'nın çoğu, Almanya'nın Sovyet işgal bölgesi de dahil olmak üzere, demokratik olmayan Sovyet egemenliğindeki bloğa düştü.[66]
Savaşın ardından dekolonizasyon dönemi yaşandı ve çoğu yeni bağımsız devlet demokratik anayasalara sahipti. Hindistan dünyanın en büyük demokrasisi olarak ortaya çıktı. İngiliz İmparatorluğu'nun bir parçası olan ülkeler genellikle Westminster modelini benimsedi. 1960 yılına gelindiğinde, ülkelerin ezici çoğunluğu demokrasiydi, ancak dünyanın çoğunluk nüfusu, "Komünist" devletlerde ve eski sömürgelerde olduğu gibi sahte seçimler ve diğer hileli yöntemlerle deneyimlenen sözde demokrasilerde yaşıyordu.[67][68][69]
Sonraki demokratikleşme dalgası, birçok ülke için gerçek anlamda liberal demokrasiye doğru önemli kazanımlar getirdi ve "üçüncü demokratikleşme dalgası" olarak adlandırıldı. 1970'ler ve 1980'lerde Portekiz, İspanya ve Güney Amerika'daki birkaç askeri diktatörlük, sivil yönetimlere geri döndü. Bunun ardından Doğu ve Güney Asya ülkeleri, 1980'lerin ortalarından sonlarına doğru aynı yolu izledi. 1980'lerdeki ekonomik sıkıntılar ve Sovyet baskısına duyulan hoşnutsuzluk, Sovyetler Birliği'nin çöküşüne, Soğuk Savaş'ın sona ermesine ve eski Doğu Bloku ülkelerinin demokratikleşmesi ve liberalleşmesine katkıda bulundu. Yeni demokrasilerin en başarılı olanları coğrafi ve kültürel olarak Batı Avrupa'ya en yakın olanlardı ve şu anda Avrupa Birliği üyesi veya aday ülkelerdir. 1986 yılında, en önemli Asya diktatörlüğü olan Filipinler'in devrilmesinin ardından yeni demokratik rejim Corazon Aquino'nun yükselişi ile Asya Demokrasisi'nin Annesi olarak bilinecek kişi tarafından kuruldu.
Liberal eğilim, 1990'lı yıllarda Afrika'daki bazı ülkelere yayıldı, en belirgin örnek Güney Afrika'da yaşandı. Son dönemdeki liberalleşme girişimlerinin bazı örnekleri arasında 1998 Endonezya Devrimi, Yugoslavya'da Bulldozer Devrimi, Gürcistan'da Gül Devrimi, Ukrayna'da Turuncu Devrim, Lübnan'da Sedir Devrimi, Kırgızistan'da Lale Devrimi ve Tunus'ta Yasemin Devrimi yer alıyor.
2007 yılında Freedom House'a göre 123 seçimle işbaşına gelen demokrasi bulunuyordu (1972'de 40'a yükseldi). Dünya Demokrasi Forumu'na göre ise seçimle işbaşına gelen demokrasiler, şu anda var olan 192 ülkenin 120'sini temsil ediyor ve dünya nüfusunun %58.2'sini oluşturuyor. Aynı zamanda Freedom House'un özgür ve temel insan haklarına saygılı olarak gördüğü liberal demokrasiler, sayıları 85 olup dünya nüfusunun %38'ini temsil ediyor. Ayrıca, 2007 yılında Birleşmiş Milletler, 15 Eylül'ü Uluslararası Demokrasi Günü olarak ilan etti.[71][72]
Birçok ülke, oy verme yaşını 18'e düşürdü; büyük demokrasiler bunu 1970'lerde Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'da başladı. Çoğu seçimle işbaşına gelen demokrasi, 18 yaşından küçükleri oy vermekten hâlâ hariç tutmaya devam ediyor. Brezilya, Avusturya, Küba ve Nikaragua gibi birçok ülkede ulusal seçimlerde oy yaşı 16'ya indirilmiştir. Kaliforniya'da, 2004 yılında 14 yaşında bir çeyrek oy ve 16 yaşında yarım oy verilmesine izin veren bir teklif sonunda yenilgiye uğradı. 2008 yılında Alman parlamentosu, her vatandaşa doğumda oy hakkı tanıyan ancak çocuk haklarını talep edene kadar bir ebeveyn tarafından kullanılacak bir yasa tasarısını önerdi ancak bu tasarı rafa kaldırıldı.[73][74][75][76]
Freedom House'a göre, 2005 yılından itibaren dünya genelinde siyasi haklar ve sivil özgürlüklerdeki düşüşler, iyileşmelerden daha fazla olmuştur ve bu süre zarfında popülist ve milliyetçi siyasi güçler Polonya'dan (Hukuk ve Adalet Partisi altında) Filipinler'e (Rodrigo Duterte yönetiminde) kadar her yerde güç kazanmıştır. 2018 yılında yayınlanan bir Freedom House raporuna göre, çoğu ülkenin Demokrasi Skorları, 12 yıl üst üste düşmüştür. The Christian Science Monitor, milliyetçi ve popülist siyasi ideolojilerin Polonya, Türkiye ve Macaristan gibi ülkelerde hukukun üstünlüğüne zarar vererek güç kazandığını bildirdi. Örneğin, Polonya'da Cumhurbaşkanı, Avrupa Komisyonu'nun hukuki itirazlarına rağmen 27 yeni Yüce Mahkeme hakimi atadı.[77][78][79] 2017 Türkiye Anayasa Değişikliği Referandumu'nda değişiklik teklifi, özellikle güçler ayrılığı ilkesinin, hükûmetin denetlenebilirliğinin ve meclisin sorgulanabilirliğinin ortadan kaldırıldığı gerekçeleriyle muhalefet partilerinden ve sivil toplum örgütlerinin sert tepkilerine maruz kaldı. Kemal Gözler ve İbrahim Kaboğlu gibi anayasa profesörleri, değişikliklerin meclisi neredeyse tamamen güçsüz kılarak yasama, yürütme ve yargı güçlerini cumhurbaşkanının eline vereceğini belirtti.[80][81] 4 Aralık 2016'da Atatürkçü Düşünce Derneği, Birleşik Kamu İş Konfederasyonu ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) tarafından anayasa değişikliğine karşı Ankara'da düzenlenecek olan miting Ankara Valiliği tarafından yasaklandı; bunun üzerine adı geçen oluşumlar tarafından yapılan yürüyüşte başkanlık sisteminin laik ve demokratik hukuk devleti değerlerini tehdit ettiği belirtilerek değişiklik teklifinin iptali çağrısı yapıldı.[82]
2010'larda yaşanan "demokratik gerileme", ekonomik eşitsizlik ve toplumsal hoşnutsuzluk, kişisellik, COVID-19 pandemisinin kötü yönetimi gibi faktörlere bağlanmıştır. Ayrıca, hükûmetin sivil toplumu manipüle etmesi, "toksik kutuplaşma", yabancı ülkelerin yanıltıcı bilgi kampanyaları, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı, aşırı icraat gücü ve muhalefetin azalan gücü gibi diğer faktörler de etkili olmuştur. Demokrasilerde, kültürel muhafazakarlık ile solcu ekonomi tutumlarını birleştiren "koruma temelli" tutumlar, otoriter yönetim biçimlerini desteklemeye en güçlü öngörücü olarak görülmüştür.[84][85][86][87][88][89][90][91][92][93]
Aristoteles, demokrasi/timokrasi olarak adlandırdığı çoğunluk tarafından yönetim ile azınlık tarafından yönetim (oligarşi/aristokrasi) ve tek bir kişi tarafından yönetim (tiranlık ya da günümüzde otokrasi/mutlak monarşi) arasında karşılaştırma yapmıştır. Ayrıca, her sistemde iyi ve kötü birer varyant olduğunu düşünmüştür (demokrasiyi timokrasinin bozulmuş karşılığı olarak görmüştür).[94][95]
Erken ve Rönesans dönemi Cumhuriyet teorisyenleri arasında yaygın bir görüş, demokrasinin sadece küçük siyasi topluluklarda var olabileceğiydi. Roma Cumhuriyeti'nin büyüdükçe veya küçüldükçe monarşiye dönüşmesinin sonuçlarını dikkate alan Cumhuriyet teorisyenleri, toprak ve nüfusun genişlemesinin kaçınılmaz olarak tiranlığa yol açtığını savunuyordu. Demokrasi, bu nedenle tarihsel olarak oldukça kırılgan ve nadir görülen bir yapıydı, çünkü sadece küçük siyasi birimlerde hayatta kalabilirdi ve boyutlarından dolayı daha büyük siyasi birimler tarafından fethedilebilirdi. Montesquieu ünlü bir şekilde "bir cumhuriyet küçükse, dış bir güç tarafından yok edilir; büyükse, iç bir kusur tarafından" demiştir. Rousseau ise şöyle iddia etmiştir: "Dolayısıyla küçük devletlerin doğal özelliği cumhuriyet olarak yönetilmektir, orta büyüklükte olanlar monarşinin ve büyük imparatorluklar ise despot prensin etkisi altına girmektir."[96]
Modern siyasi teorisyenler arasında, üç farklı demokrasi kavramı bulunmaktadır: Çoğulcu demokrasi, müzakereci demokrasi ve radikal demokrasi.[97]
Çoğulcu demokrasi teorisi, demokratik süreçlerin amacının vatandaşların tercihlerini toplamak ve onları bir araya getirerek toplumun hangi sosyal politikaları benimsemesi gerektiğini belirlemek olduğunu iddia eder. Bu nedenle, bu görüşün savunucuları demokratik katılımın öncelikle oylamaya odaklanması gerektiğini düşünürler, burada en çok oyu alan politika uygulanır.
Farklı çoğulcu demokrasi varyasyonları bulunmaktadır. Minimalizm altında, demokrasi bir hükûmetsistemi olarak kabul edilir ve vatandaşlar düzenli seçimlerde siyasi liderlere yönetme hakkını vermiştir. Bu minimalist kavrayışa göre, vatandaşlar "hükmetme" yetkisine sahip değildir ve olmamalıdır çünkü çoğu konuda, çoğu zaman açık görüşlere sahip değillerdir veya görüşleri sağlam temellere dayanmamaktadır. Joseph Schumpeter, bu görüşü en ünlü şekilde Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi kitabında ifade etmiştir. Minimalizmin çağdaş savunucuları arasında William H. Riker, Adam Przeworski ve Richard Posner bulunmaktadır.[98]
Diğer yandan, doğrudan demokrasi teorisine göre, vatandaşlar yasama önerileri üzerinde temsilcileri aracılığıyla değil doğrudan oy kullanmalıdır. Doğrudan demokrasi savunucuları bu görüşü desteklemek için çeşitli nedenler sunarlar. Siyasi faaliyet özünde değerli olabilir, vatandaşları sosyalleştirir ve eğitir, halk katılımı güçlü elitleri denetleyebilir. En önemlisi, vatandaşlar yasaları ve politikaları doğrudan belirlemedikçe kendilerini yönetmiş sayılmazlar.
hükûmetler genellikle yasaları ve politikaları, seçmenlerin medyan görüşüne yakın bir şekilde üretecektir; yani, seçmenlerin yarısı solunda, diğer yarısı sağında olacaktır. Bu istenmeyen bir sonuçtur çünkü kendi çıkarlarına düşkün ve bir dereceye kadar hesap veremeyen siyasi elitlerin oy için yarıştığı bir durumu temsil eder. Anthony Downs, ideolojik siyasi partilerin bireylerle hükûmetler arasında aracı bir rol oynamak için gerekli olduğunu öne sürer. Downs, bu görüşünü 1957 tarihli "An Economic Theory of Democracy" kitabında açıklamıştır.[99]
Robert A. Dahl, temel demokratik ilkenin bir siyasi toplulukta, bağlayıcı kolektif kararlarda her bireyin çıkarlarının eşit şekilde dikkate alınmasına hak kazandığı (herkesin kolektif karardan eşit derecede memnun olması gerekmediği) olduğunu savunur. Dahl, bu tür demokrasiye yol açtığı algılanan belirli bir kurum ve prosedürler kümesine "çokçuluk" terimini kullanır. Bu kurumların en önemlisi, toplumun kamu politikasının tamamını veya çoğunu yöneten temsilcileri seçmek için kullanılan düzenli ve özgür seçimlerin sıkça gerçekleşmesidir. Ancak, bu çokçuluk prosedürleri, örneğin yoksulluk siyasi katılımı engelliyorsa, tam bir demokrasi yaratmayabilir. Benzer şekilde, Ronald Dworkin "demokrasinin, yalnızca prosedürel değil, içeriksel bir ideal olduğunu" savunur.[100][101]
Müzakereci demokrasi, demokrasinin tartışma yoluyla yönetim olduğu fikrine dayanır. Toplayıcı demokrasiden farklı olarak, düşünceci demokrasi, demokratik bir kararın geçerli olması için o karardan önce gerçek tartışmanın olması gerektiğini savunur, sadece oylamada tercihlerin bir araya getirilmesi değil. Gerçek tartışma, karar vericiler arasında eşitsiz siyasi güç bozulmalarından, örneğin bir karar vericinin ekonomik zenginlik veya çıkar gruplarının desteği yoluyla elde ettiği güçten arınmış tartışmadır. Karar vericiler, öneri üzerinde gerçekçi bir şekilde tartıştıktan sonra uzlaşıya varamazlarsa, oylamada çoğunluk kuralının bir türü kullanılarak karar verirler. Birçok bilim insanı tarafından düşünceci demokrasinin pratik örnekleri olarak kabul edilen "vatandaş meclisleri", hükûmet kararlarına vatandaşları dahil etmek için giderek popüler bir mekanizma olarak OECD'nin son raporunda belirtilmiştir.[102][103][104][105][106][107][108]
Radikal demokrasi, toplumda var olan hiyerarşik ve baskıcı güç ilişkilerinin olduğu düşüncesine dayanır. Demokrasinin rolü, farklılıklara, muhalefete ve çatışmalara karar alma süreçlerinde olanak tanıyarak bu ilişkileri görünür kılmak ve sorgulamaktır.
Demokratik geçiş, genellikle otoriter bir rejimden demokratik bir rejime (veya tam tersi) eksik bir değişimin sonucu olarak oluşturulan bir ülkenin siyasi sistemini tarif eder.[109][110]
Demokratik gerileme, aynı zamanda otokratikleşme olarak da adlandırılır. Bu, siyasi gücün daha keyfi ve baskıcı bir şekilde kullanıldığı, hükûmet seçimi sürecinde kamu tartışmaları ve siyasi katılım alanının sınırlandığı otokrasiye doğru rejim değişimi sürecini ifade eder. Demokratik gerileme, demokratik kurumların zayıflamasını içerir. Örneğin, barışçıl iktidarın geçişi veya özgür ve adil seçimler gibi demokrasinin temelini oluşturan bireysel hakların ihlali, özellikle ifade özgürlüğü gibi durumlar bu sürece dahil olabilir.
Demokratikleşme, daha demokratik bir siyasi rejime geçişin yanı sıra demokratik yönde ilerleyen temel siyasi değişiklikleri içeren bir süreçtir.
Demokrasiyi savunmak için çeşitli gerekçeler öne sürülmüştür.
Sosyal sözleşme kuramı, hükûmetin meşruiyetinin halkın rızasına dayandığını, yani bir seçimle gerçekleştiğini ve politik kararların genel iradeyi yansıtması gerektiğini savunur. Jean-Jacques Rousseau gibi bazı kuramcılar, bu temele dayanarak doğrudan demokrasiyi desteklerler.[111]
Condorcet'in jüri teoremi, her bir karar vericinin doğru karar verme olasılığının şansın üstünde olduğu mantıksal bir kanıttır. Bu nedenle en fazla sayıda karar vericiye sahip olmanın, yani bir demokrasinin, en iyi kararları alacağını gösterir. Bu, kalabalığın bilgeliği teorileri tarafından da savunulmuştur.
Daron Acemoğlu ve James A. Robinson'un "Neden Uluslar Başarısız Olur" adlı eserinde, ekonomistler demokrasilerin ekonomik olarak daha başarılı olduğunu savunuyorlar. Çünkü kurama göre demokratik olmayan siyasi sistemler genellikle piyasaları kısıtlar ve sürdürülebilir ekonomik büyüme için gereken yaratıcı yıkım yerine monopolileri destemektedir.
Daron Acemoğlu ve diğer araştırmacılar tarafından 2019 yılında yapılan bir çalışmada, demokratik otoriter yönetimden demokratik yönetime geçen ülkelerin, ortalama olarak 25 yıl sonra olsaydı otoriter kalmış olsalardı %20 daha yüksek bir GSYİH'ye sahip olduğu tahmin edildi. Çalışma, 1960'tan 2010'a kadar olan dönemde, 122 ülkenin demokrasiye geçişini ve 71 ülkenin otoriter yönetim altına geçişini inceledi. Acemoglu, bunun nedeninin demokrasilerin genellikle sağlık hizmetleri ve insan sermayesine daha fazla yatırım yapması ve rejim müttefiklerine özel muameleyi azaltması olduğunu belirtti.[112][113]
Tam demokrasiler
9.01–10.00
8.01–9.00 |
Kusurlu demokrasiler
7.01–8.00
6.01–7.00 |
Hibrit rejim
5.01–6.00
4.01–5.00 |
Otoriter rejim
3.01–4.00
2.01–3.00
1.01–2.00
0.00–1.00 |
Demokrasi endeksleri, farklı ülkelerin demokrasi durumunu çeşitli demokrasi tanımlarına göre nicel ve karşılaştırmalı olarak değerlendiren araçlardır.
Demokrasi endeksleri, ülkeleri demokrasi, hibrit rejimler ve otokrasiler gibi kategorilere ayıran kategorik veya sürekli değerler içeren farklılık gösterebilir. Demokrasi endekslerinin nitel niteliği, rejim dönüşüm süreçlerinin nedensel mekanizmalarını incelemek için veri analitik yaklaşımlarına olanak tanır.
Demokrasi endeksleri, çeşitli demokratik kurumların kapsamı ve ağırlıklı olarak farklı yönleri açısından farklılık gösterir. Bu yönler arasında çekirdek demokratik kurumların yaygınlığı, politik rekabetin ve kapsayıcılığının çok çeşitliliği, ifade özgürlüğü, çeşitli yönetim biçimleri, demokratik norm ihlalleri, muhalefetin işbirliği, seçim sistemi manipülasyonu, seçim hileleri ve anti-demokratik alternatiflere olan halk desteği yer alır.
Demokrasi, çeşitli kurumların işlevini içeren geniş kapsamlı bir kavramdır ve bu kurumlar kolayca ölçülemeyen bir yapıya sahiptir. Bu nedenle, demokrasinin potansiyel etkilerini veya diğer olgularla ilişkisini (örneğin eşitsizlik, yoksulluk, eğitim vb.) ekonometrik olarak ölçmek ve nicelendirmek konusunda sınırlılıklar bulunmaktadır. Demokrasinin farklı yönlerinin ülke içi farklılıklarıyla ilgili güvenilir verilere ulaşma konusundaki zorluklar nedeniyle, akademisyenler genellikle ülke arasındaki farklılıkları incelemiş olsalar da, demokratik kurumların ülke içindeki farklılıkları da oldukça büyük olabilir. Demokrasinin ölçümünde yaşanan zorlukları anlamak için minimalist ve maksimalist demokrasi tanımları arasındaki tartışmaya da bakmak mümkündür. Minimalist bir demokrasi kavrayışı, demokrasiyi temel olarak seçim süreçleri gibi esasları göz önünde bulundurarak tanımlar. Maksimalist bir demokrasi tanımı ise ekonomik veya idari verimlilik gibi sonuçları demokrasi ölçütlerine dahil edebilir. Duyarlılık veya sorumluluk gibi bazı demokrasi unsurları, demokrasi indekslerine dahil edilmediği için ölçümlerde zorluklarla karşılaşılabilir. Diğer yandan, yargı bağımsızlığı veya seçim sisteminin kalitesi gibi unsurlar, bazı demokrasi indekslerinde yer alırken diğerlerinde yer almamaktadır.
Demokrasi, hem teori hem de pratikte çeşitli şekillerde ortaya çıkmıştır. Bazı demokrasi türleri, vatandaşlarına diğerlerinden daha iyi temsil ve daha fazla özgürlük sağlar. Ancak, herhangi bir demokrasi, hükûmetin insanları yasama sürecinden veya hükûmetin kendi lehine güçler ayrılığını değiştirmesinden dışlamasını önlemeye yönelik yapılandırılmamışsa, sistem bir koldan çok fazla güç biriktirebilir ve demokrasiyi yok edebilir.[114][115][116][117][118]
Aşağıdaki demokrasi türleri birbirleriyle çakışmaz: birçoğu birbirinden bağımsız olan ve aynı sistemde bir arada var olabilen yönlerin ayrıntılarını belirtir.
Demokrasinin birkaç çeşidi bulunsa da, iki temel şekli vardır ve her ikisi de tüm uygun vatandaşların iradesini nasıl gerçekleştirdiği ile ilgilidir. Bir tür demokrasi doğrudan demokrasidir, burada tüm uygun vatandaşlar politik karar alma sürecine aktif olarak katılırlar, örneğin politika girişimlerine doğrudan oy verirler. Çoğu modern demokraside, uygun tüm vatandaşlar egemen güç olarak kalır ancak siyasi güç seçilmiş temsilciler aracılığıyla dolaylı olarak kullanılır; buna temsilî demokrasi denir.[119]
Doğrudan demokrasi, vatandaşların aracı veya temsilcilere güvenmeden kişisel olarak karar alma sürecine katıldığı bir siyasi sistemdir. Doğrudan demokrasi, seçmenlere aşağıdaki gücü verir:
Günümüz temsilci hükûmetlerinde, referandumlar, vatandaş girişimleri ve geri çağırma seçimleri gibi seçim araçları, doğrudan demokrasinin türleri olarak adlandırılır. Bununla birlikte, doğrudan demokrasinin savunucuları, yüz yüze tartışmanın yapıldığı yerel meclisleri desteklemektedir. Doğrudan demokrasi, şu anda İsviçre'nin Appenzell Innerrhoden ve Glarus kantonlarında, Rebel Zapatista Özerk Belediyelerinde, CIPO-RFM ile ilişkili topluluklarda, Bolivya şehir meclislerinde ve FEJUVE'de mevcuttur.[120][121][122][123][124][125]
Atina demokrasisinin bir özelliği olan "çokluk sistemi", bazı doğrudan demokrasi türlerinde görülen bir özelliktir. Bu sistemde, önemli hükûmet ve idari görevler, kura ile seçilen vatandaşlar tarafından yerine getirilir.[126]
Temsilî demokrasi, temsil edilen halkın seçimle hükûmet yetkililerini seçtiği bir sistemdir. Eğer devlet başkanı da demokratik olarak seçilirse, buna "demokratik cumhuriyet" denir. En yaygın mekanizmalar çoğunluk veya çoğunluğu elde eden adayın seçilmesi ile ilgili olandır. Batı ülkelerinin çoğunda temsilî sistemler bulunmaktadır.[122][127]
Temsilî demokrasilerde temsilciler, belirli bir bölge veya seçim çevresi tarafından seçilebilir veya nispi temsil sistemleriyle tüm seçmenleri temsil edebilirler, bazı sistemler ise iki yöntemin bir kombinasyonunu kullanır. Bazı temsilî demokrasiler aynı zamanda referandumlar gibi doğrudan demokrasi unsurlarını da içerir. Temsilî demokrasinin bir özelliği, temsilcilerin halkın çıkarları doğrultusunda seçilmesine rağmen, kendi değerlendirmelerini yaparak bu çıkarları nasıl en iyi şekilde uygulayacaklarına özgürce karar verebilmeleridir. Bu nedenler temsilî demokrasiye yönelik eleştirilere yol açmış, temsil mekanizmalarının demokrasi ile çeliştiği konusunda dikkat çekilmiştir.[128][129][130][131]
Parlamenter demokrasi, hükûmetin temsilciler tarafından atanabildiği veya görevden alınabildiği bir temsilî demokrasidir. "Başkanlık rejimi"ne karşıt olarak, başkan hem devlet başkanı hem de hükûmet başkanıdır ve seçmenler tarafından seçilir. Parlamenter demokraside, hükûmet, yürütme bakanlığına delege edilir ve halk tarafından seçilen yasama meclisi tarafından sürekli gözden geçirilir, denetlenir ve dengeleme yapılır.[132][133][134][135]
Parlamenter sistemde, Başbakan, yasamanın beklentilerini karşılayamadığı takdirde herhangi bir zamanda yasama organı tarafından görevden alınabilir. Bu, güvenoylamasıyla gerçekleşir ve yasama organı, Başbakan'ın görevden alınması için çoğunluk desteğine sahip olup olmadığına karar verir. Bazı ülkelerde Başbakan, halkın desteğini kazandığına inandığı bir dönemde istediği zaman seçim yapabilir. Diğer parlamenter demokrasilerde ise ekstra seçimler neredeyse hiç yapılmaz, genellikle azınlık hükûmeti, bir sonraki olağan seçimlere kadar tercih edilir. Parlamenter demokrasinin önemli bir özelliği de "sadık muhalefet" kavramıdır. Bu kavramın özü, ikinci büyük siyasi partinin (veya muhalefetin), iktidar partisine (veya koalisyona) karşı çıkarken, devlete ve demokratik prensiplere sadık kalmasıdır.[136]
Başkanlık Demokrasisi, halkın başkanı seçtiği bir sistemdir. Başkan, hem devletin başı hem de hükûmetin başı olarak çoğu yürütme yetkisini kontrol eder. Başkan belirli bir süre için görev yapar ve bu süreyi aşamaz. Yasama organı genellikle başkanı görevden alma konusunda sınırlı yetkiye sahiptir. Seçimler genellikle sabit bir tarihe sahiptir ve kolayca değiştirilemez. Başkan, kabine üzerinde doğrudan kontrol sahibidir, özellikle kabine üyelerini atanır.[136]
Yürütme organı genellikle yasaları uygulama veya yürütme yetkisine sahip olabilir ve veto gibi sınırlı yasama yetkileri olabilir. Ancak, yasama organı yasaları ve bütçeleri geçirir. Bu, güçler ayrılığı ilkesinin bir ölçüde sağlanmasını sağlar. Sonuç olarak, başkan ve yasama organı farklı partilerin kontrolüne geçebilir, böylece biri diğerini engelleyerek devletin düzenli işleyişine müdahale edebilir. Bu, başkanlık demokrasisinin Amerika, Afrika ve Orta ve Güneydoğu Asya dışında pek yaygın olmamasının nedeni olabilir.[136]
Yarı başkanlık sistemi, hükûmetin hem bir başbakanı hem de bir cumhurbaşkanını içeren bir demokrasi sistemidir. Başbakan ve cumhurbaşkanının sahip olduğu özel yetkiler ülkeye göre değişebilir.[136]
Bazı modern demokrasiler, temel olarak temsilî nitelik taşırken aynı zamanda doğrudan demokrasiye dayalı siyasi eylem biçimlerine de ağırlık verirler. Bu demokrasilere, temsilî demokrasi ve doğrudan demokrasi öğelerini birleştiren, hibrit demokrasiler, yarı doğrudan demokrasiler veya katılımcı demokrasiler denir. Örnekler arasında İsviçre ve bazı ABD eyaletleri yer alır, burada referandum ve girişimler sıkça kullanılır.[137]
İsviçre Konfederasyonu, yarı doğrudan bir demokrasidir. Federal düzeyde, vatandaşlar anayasada değişiklikler önerme hakkına sahiptir (federal halk inisiyatifi) veya parlamento tarafından oylanmış herhangi bir yasa için referandum düzenlenmesini isteyebilirler. Ocak 1995 ile Haziran 2005 arasında İsviçre vatandaşları 31 kez oylama yapmış ve 103 soruya yanıt vermiştir (aynı dönemde Fransız vatandaşları sadece iki referanduma katılmıştır). Geçmiş 120 yılda 250'den az inisiyatif referanduma sunulmuştur.[122][138]
Örnekler arasında ABD'nin California eyaletinin yoğun bir şekilde referandumları kullanması yer almaktadır. California, 20 milyondan fazla seçmene sahip bir eyalettir.[139]
New England'da, özellikle kırsal bölgelerde, yerel yönetimi düzenlemek için sıkça kasaba toplantıları kullanılır. Bu, yerel doğrudan demokrasi ile temsilci devlet hükûmetinin birleşimini oluşturan bir karma yönetim biçimi yaratır. Örneğin, Vermont eyaletindeki çoğu kasaba, mart ayında yıllık kasaba toplantıları düzenler. Bu toplantılarda kasaba görevlileri seçilir, kasaba ve okullar için bütçeler oylanır ve vatandaşlar siyasi konularda konuşma ve görüşlerini dile getirme fırsatına sahiptir.[140]
Birçok ülke, Birleşik Krallık, İspanya, Hollanda, Belçika, İskandinav ülkeleri, Tayland, Japonya ve Bhutan gibi ülkeler, güçlü hükümdarları sınırlı veya sembolik rolleri olan anayasal hükümdarlara dönüştürdü (çoğu zaman kademeli olarak). Örneğin, Birleşik Krallık'ın öncül devletlerinde anayasal monarşi, 1688 Yüce Devrimi ve 1689 Haklar Bildirgesi'nin kabulünden itibaren ortaya çıkmaya başladı ve kesintisiz bir şekilde devam etti. H. G. Wells gibi yazarlar tarafından "taç giymiş cumhuriyetler" olarak adlandırılan güçlü sınırlı anayasal monarşiler bulunmaktadır.[141]
Diğer bazı ülkelerde ise aristokratik sistemle birlikte monarşi de kaldırıldı (örneğin Türkiye, Fransa, Çin, Rusya, Almanya, Avusturya, Macaristan, İtalya, Yunanistan ve Mısır). Bu ülkelerde seçilen bir kişi, önemli yetkilere sahip olsun veya olmasın, devlet başkanı oldu.
Osmanlı Devleti'nde anayasa (Kanun-ı Esasî) ve parlamenter rejim (Meclis-i Mebûsan) tartışmaları 1830'larda başlayıp 1860'larda yoğunlaşmış ve özellikle 1875 sonrası ulema ve bürokrasi arasında ciddi bir fikir tartışması ortaya çıkmıştır. Tersane Konferansı sırasında Avrupalılarca gayrı müslim Osmanlı tebaasına ciddi ve geniş haklar tanınması isteğine karşı Meclis-i Umumi'de Mithat paşa ve devlet ricali genel bir meşruti ıslahatla devletin dengesinin bozulmadan ıslahatlara
girişilebileceğinden bahsetmiştir. Ulema arasında zıt fikirler mevcuttu. Anadolu kazaskeri Seyfeddin Efendi, şavirüm fi'l-emr ayeti gereğince meşrutiyetin şeriata uygun olduğunu savunurken; ekseri ulema ise gayrimüslimlerin meclise girmesinin caiz olmadığı yönünde ısrarlıydı. Tüm bu şartlar altında bir yandan batılılarca siyasi baskılar yapılırken; diğer yanda da Abdülaziz'in tahtan indirilişi sonrası Çerkez Hasan olayıyla tanzimatçı bürokrasi yönetimde baskın bir Siyaset izledi ve V. Murat'ı halletti, akabinde veliaht Abdülhamit Efendi'yi meşrutiyeti ilan etmesi şartıyla tahta çıkardılar. Namık Kemal, Ziya Paşa ve tabii ki Mithat Paşa'nın önderliğinde 23 Aralık 1876'da Birinci Meşrutiyet ilan edilmiştir. 1878'de II. Abdülhamid tarafından, 93 Harbi'nin çıkmasına neden olduğu için Meclis kapatılmış ve Anayasa'nın bazı bölümleri askıya alınmış ise de, teorik olarak Meşruti rejimin devam ettiği kabul edilmiştir, zira devletin her sene düzenli olarak çıkardığı salnamelerde Kanun-ı Esasi'ye yer verilmiş olması şeklen de rejimin devam ettiği görüşünü destekler.[142]
24 Temmuz 1908'de yapılan ihtilalle Kanun-ı Esasi'nin yeniden yürürlüğe konması İkinci Meşrutiyet döneminin başlangıcı sayılır. Bu dönem, Meclis-i Mebusan'ın Vahdeddin tarafınca kapatıldığı 11 Nisan 1920 tarihine kadar sürmüştür.
Birçok ülkede, ömür boyu veya miras yoluyla süren elit üst meclislerin bulunduğu yasama organları yaygındı. Zamanla, bu meclislerin yetkileri ya sınırlanmıştır (örneğin İngiliz Lordlar Kamarası gibi) ya da seçilebilir hale gelerek güçlü kalmışlardır (örneğin Avustralya Senatosu gibi).
Eski Yunan şehir-devletlerine dayanır. En iyi uygulayıcısı ve o dönemde en güçlü şehir olan Atina’dan dolayı Atina demokrasisi olarak da adlandırılır. ’Belli başlı tüm kararlar, bütün vatandaşların üye olduğu meclis veya Eklesya tarafından alınıyordu. Bu meclis senede en az kırk defa toplanıyordu. Tam zamanlı çalışacak kamu görevlilerine ihtiyaç duyulduğunda, bütün vatandaşları temsil eden küçük bir örnek olmaları için kura usulü ile veya dönüşümlü olarak seçiliyorlardı ve mümkün olan en geniş katılımın sağlanması için görev süreleri kısa tutuluyorlardı. Meclisin yürütme komitesi olarak faaliyet gösteren ve beş yüz vatandaştan oluşan bir konseyi vardı ve elli kişilik bir komite de bu konseye teklifler hazırlardı. Komite başkanlığı görevi sadece bir günlüktü’.[143] Bunun tek istisnası askeri konularla ilgili on generalin tekrar seçilebilme imkânıydı.
Atina demokrasisinin özelliği vatandaşlarının siyasi sorumluluklara geniş çapta katılma isteğinin bulunmasıydı. Tabi bunun en önemli sebebi, demokrasiye zıt bir şekilde uygulanan kölelik sistemiydi. Böylelikle oy verme hakkına sahip Atina doğumlu yirmi yaş üstü tüm erkeklerin günlük hayattaki sorumluluklarının çok büyük bir kısmını kölelerin sırtına yüklemişlerdir. Bunun dışında Atina demokrasisinde kadınların, metiklerin (şehirli olmayanlar) ve kölelerin oy kullanma hakları yoktu.
Günümüzde İsviçre’nin küçük kantonlarında halk meclisleriyle varlığını sürdürebilen klasik demokrasinin, daha büyük ülkelerde uygulanması teknik nedenlerden ötürü tercih edilmez.
Orta Çağ yönetimlerinden çıkmaya çalışan Avrupalılar, 18. ve 19. yüzyılda demokrasiyi daha çok kendilerini hükûmetin zorbalıklarından korunmanın bir yolu olarak görmekteydiler.
‘Korumacı demokrasi sınırlı ve dolaylı bir demokrasi modeli sunar. Pratikte, yönetilenlerin rızası düzenli ve rekabetçi seçimlerle sağlanır. Siyasi eşitlik böylelikle eşit oy hakkını ifade eden teknik bir kavrama dönüşür. Dahası, oy hakkı gerçek bir demokrasi için yeterli değildir. Bireysel özgürlükleri korumak için yasama, yürütme ve yargı üzerinden güçler ayrılığına dayalı bir sistemin tesisi şarttır.[144]
Bireyin ve toplumun gelişimini esas saymıştır. Bu tip demokrasilerin en radikal olanı Jean-Jacques Rousseau tarafından dile getirilmiştir. Ona göre bireyler ancak içinde bulundukları toplumun kararlarını şekillendirebilmesine doğrudan ve sürekli olarak katılımları halinde 'özgür' olabilirler. Bu açıdan bakıldığında, doğrudan demokrasiyi tanımlamakla birlikte bu şekilde oluşturulacak genel iradeye vatandaşların itaat etmesi durumunda özgürlüğe kavuşacakları savıyla ayrılır.
Kalkınmacı demokrasinin, liberal demokrasiye daha ılımlı hali ise John Stuart Mill tarafından dile getirilmiştir. Mill’e göre demokrasinin en büyük yararı, vatandaşların siyasi hayata katılımlarını sağlayarak, onların anlayışlarını ve duyarlılıklarını güçlendirmesidir. Bu yüzden kadın olsun fakir olsun herkesin oy verme hakkının olması gerektiğini savunur. Fakat bu oy hakkını ‘eşit’ olarak savunmamıştır. Örneğin vasıfsız işçinin bir oy vasıflı işçinin iki oy, donanımlı meslek sahiplerinin ise beş oy hakkına sahip olması gerektiğini, böylelikle demokraside “çoğunluğun tiranlığı” korkusundan kurtulabilineceğini savunuyordu. Basitçe herkesin oy hakkının olmasını savunurken çoğunluğun verdiği kararların her zaman doğru olmayabileceğini belirtiyordu.
Liberal demokrasi, seçilmiş temsilcilerin karar verme yeteneğinin hukukun üstünlüğüne tabi olduğu ve bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunmasına vurgu yapan bir anayasa veya yasalar tarafından sınırlanan bir temsilî demokrasidir (bkz. sivil özgürlükler).
Liberal demokraside, vatandaşların serbestçe alabileceği birçok bireysel karardan bazı büyük ölçekli kararların ortaya çıkması mümkündür. Başka bir deyişle, vatandaşlar "ayaklarıyla oy verebilir" veya "paralarıyla oy verebilir", bu da diğer yerlerdeki resmi hükûmetin yapabileceği birçok "yetkiyi" uygulayan önemli bir gayri resmi halk yönetimi oluşturur.
Bu kavram komünist rejimlerde gelişmiş demokrasi çeşitlerini kapsamaktadır. Kendi aralarında farklar bulunmasına rağmen liberal demokrasi sistemleriyle kesin olarak karşıt bir çizgidedir. Genel olarak siyasi eşitliğin yanında sosyal demokrasi ile ekonomik eşitliğin de sağlanması gerekliliğini savunmuşlardır.
Karl Marx, kapitalizmin yıkılmasından sonra geçici bir proletaryanın devrimci diktatörlüğü'nün olacağını sonradan ise proleter demokrasi sistemiyle komünist bir toplumun oluşacağını savunmuştur.[146] Komünist devletlerde görülen demokrasi sisteminin fikir yapısı Marx'tan çok Lenin’e aittir.
Bu ülkelerde, partilerin denetimsiz gücünün demokrasiyi gölgede bıraktığı eleştirisi yaygın olarak yapılmaktadır.[147]
Cumhuriyet bir rejim, demokrasi ise cumhuriyetin uygulanış şekillerinden biridir. Demokratik cumhuriyetin yanında dini cumhuriyet, oligarşik cumhuriyet ve sosyalist cumhuriyet biçimleri vardır. Demokratik cumhuriyetlerde, meclisi ve ülkenin başkanını belli aralıklarla halkın seçmesi temeldir. Bu sistem genellikle Kara Avrupa’sında kabul görmüşken örneğin İngiltere’de ülkenin başında görünüşte halkın seçmediği bir kral ya da kraliçe bulunmasına rağmen yönetim halkın elindedir (oligarşik demokrasi).
'Bir cumhuriyetin tam demokratik cumhuriyet olabilmesi için, gönüllü birlikteliklerle bir arada bulunan o ülke halklarının tüm kesimlerinin, çoğulcu özgür iradeleri ile katılımcı olarak yönetim ve denetim süreçlerine doğrudan katıldığı, demokrasiyi tüm sivil kurum, kuruluş ve kadroları ile var ettiği ve çok kimlikli, değişik inançlı ve çeşitli kültürlerin bir mozaik oluşturacak şekilde bir arada yaşamasına olanak veren bir devlet yapılanmasının gerçekleştirilmesi gerekir.'[148]
Sekülerizm, liberal demokrat düşünürler tarafından ortaya atılan dinin siyasetten ayrılması düşüncesinin genel adı olarak karşımıza çıkar. Liberal demokratlar, demokrasinin ‘çoğunluğun tiranlığına’ dönüşmesini engellemek için devletin tüm dinlere aynı mesafede kalmasını bir zorunluluk olarak görürler.
Farklı dinlerin din bilginleri ve din bilimciler, çeşitli dinler açısından düşünsel anlamda sekülerizme karşı çıksalar da bu konular genellikle tartışmalıdır. Bununla birlikte dini planda demokrasi genelde kabul görmüştür, hatta sekülerizm karşıtı bazı din adamları demokrasinin sekülerizm olmaksızın var olabileceği görüşünü ileri sürmüştür.[149][150][151]
Kuvvetler ayrılığı ilkesi yasama, yürütme ve yargı kurumlarının, devletin farklı organlarında bulundurularak iktidarın tek elde toplanmasını engellemek ve bu üç kurumun birbirlerini denetleyebilmesini sağlamak anlamına gelir. 'Devlet iktidarının üçe bölünmesi ve bunların ayrı organlara verilmesi gerektiği yolundaki yaklaşım, siyasal rejimlerin sınıflandırılmasında da temel alınmıştır. Buna göre yasama ve yürütme güçlerinin bir elde toplandığı rejimlere “güçler birliği”, bu yetkilerin birbirinden bağımsız ayrı organlara verildiği sistemlere ise “güçler ayrılığı” sistemleri adı verilmektedir.'[152]
John Locke ise iktidarın gücünü yasama, yürütme ve federatif olarak ayırır. 'Burada federatif güç, bütün topluluk, savaş, barış, birlik, ittifak ve devletin kendi dışındaki bütün kişiler ve topluluklarla her türlü işlemi yapma gücü olarak ifade edilir.'[153]
İktidarın paylaşımı sayesinde demokratik yollarla iktidara gelen kişiler kendi tiranlıklarının kurmaları engellenmeye çalışılmıştır. Güçler ayrılığı ilkesi ile karşılıklı denetimin önemi, özellikle II. Dünya Savaşı öncesi Adolf Hitler'in demokratik yollarla iktidara gelmesinden sonra artmıştır.
Demokrasinin oluşmasını sağlayan, demokrasinin gelişmesini amaçlayan kurum ve oluşumlar aslında birçok siyasi sistemde de mevcuttur. Her devletin bir anayasaya sahip olması veya her ülkede siyasi parti bulunmasına rağmen yönetim şekilleri olarak isimleri değiştirilir. Çünkü önemli olan bu kurumlar arasındaki ilişkilerdir.
Demokraside meclis, rekabet ve eşit oy ilkeleriyle halkın temsilcilerinin oluşturduğu bir kurumdur. Meclis sistemleri hem nitelik hem de nicelik olarak her ülkede farklı gelişmiştir.
Tek meclisli sistem, çift meclisli sistem ve başkanlık sistemi olarak genellendirebiliriz. Yine görev olarak, güçler ayrılığı ilkesindeki yasamayı yapan kurum olarak genellendirebiliriz. Meclislerin işlevleri: yasama, temsil, denetleme ve meşruluktur.
Partiler temsil işlevi için kullanılan araçlardır. Demokratik ülkelerde siyasi parti bireylerin aktif siyaset yapacakları alanlardan biri ve en önemlisidir. Ülkelerdeki seçim sistemlerine göre iki partili sistem ya da çok partili sistem oluşur.
İngiltere'deki gibi iki partinin ağırlıklı olduğu sistemler, seçmenlerin çoğunluğunun bulunduğu ‘orta alandaki’ bir yoğunlaşmaya yol açma ve daha radikal düşünceleri dışlama eğilimindedir.[154] Her bir partinin çok sayıda görüşü temsil ettiği düşünülür.
Çok partili siyasi sistemlerde ise düşünceler daha doğrudan temsil edilir. Dinsel, etnik veya sınıfsal düşünceleri temsil ettiğini düşünen partiler bulunur. Bu halkın egemenliğinin meclise daha fazla yansımasını sağlarken, mecliste farklı görüşlerde bulunan birçok parti olduğu için istikrarın sağlanması güçleşir.
Anayasa, bir devletin temel kurumlarının nasıl işleyeceğini belirleyen yazılı belgelerdir. Ayrıca kişisel hak ve özgürlükler bu belgede belirlendiği için çoğunluğun yönettiği bir toplumda iktidarda olanların sınırlarını belirler. Demokrat düşünürler tarafından çoğunluğun tiranlığının kurulmasını engelleyecek bir devlet organı olarak kabul edilir.
Sivil toplum örgütleri demokrasiyle ortaya çıkan bir örgütlenme değildir ama demokrasiyle önem kazanmıştır. ’Sivil toplum, modern manada anlamını demokrasi ile kazanırken, demokrasi de katılım problemlerin çözümünü sivil toplum ile sağlamıştır.’[155] Birbirleriyle ortak amaçlara sahip insanların oluşturdukları grupların seslerini ve isteklerinin daha fazla duyurabilmenin bir yoludur. Örneğin devletin ekonomideki katılımını azaltmaya çabalayan iş adamları, devletin sosyal hizmetlerinde eşitliğin sağlanmasını amaçlayan örgütler ve işçilerin veya memurların yaşam kalitelerini arttırmaya çalışan sendikalar gibi çeşitli amaçlarla toplanmış ve bunun için demokrasiye katılımı güçlendirmiş ayrıca bir bakıma halkın temsilcilerini kendi amaçları doğrultusunda denetleyebilen ya da kendi amaçlarına ulaşmak için kamuoyu yaratmaya çalışan gruplardır.
Sivil toplum örgütlerinin özelliği çoğulcu bir yapıya sahip olmasıdır. Larry Diamond’a göre 'sivil toplumun bu çoğulcu yapısı, siyaset alanını kontrol altına almaya çalışan etnik, dinci, devrimci ya da otoriter örgütlenmelerle anlaşamaz hale getirir.'[156]
Ordu ve polis güçlerinin demokraside ne kadar bulunduğu, ne kadar bulunması gerektiği her zaman tartışma konusu olmuştur. Dış tehlikelere karşı ordunun iç düzen içinde polisin silah tekellerinin bulunması onları demokrasi için gerekli kılmakla birlikte demokrasiyi kaldırma veya kesintiye uğratma güçleriyle de tartışma konusu yapmıştır.
Gelişmiş demokratik ülkelerde sivil siyasetçiler, hem hukuken hem de fiilen ordunun üstündedir ve ordu siyasi karar alma mekanizmasının içine olabildiğince az katılır. Özellikle Soğuk Savaş sonrası sivil siyasetçinin üstünlüğü giderek artmaktadır.
Demokratik olarak yeterince gelişmemiş ülkelerde ise askerler, danışma kurullarıyla doğrudan ya da dolaylı olarak karar alma mekanizmasının içinde bulunur. Bu tip ülkelerdeki ortak özellik; ordunun ülke içindeki kurumlar arasında en ileri teknolojiye sahip ve modern dünyaya en yakın olan kurum olmasıdır. 'Ordu genellikle ekonomik gerilik, iç karışıklıkların artması, sivil yönetimin meşruluğunu kaybetmesi, ordu ve hükûmet arasındaki ihtilaf veya uluslararası kamuoyunun darbe yönündeki olumlu yaklaşımı gibi sebeplerle siyasete müdahale eder.'[157]
Polis ise “yönetici sınıfın çıkarlarında hareket etmeye başlarsa ne olur?” sorusuyla düşünürlerin üzerinde durduğu bir kondur. Aristo’nun ‘muhafızlardan kim muhafaza edecek?’ sorusu bu kaygının çok eskilere dayandığını gösterir. Polis gücünün demokrasinin sağladığı hak ve özgürlükleri kısıtlamaması ve gerektiği zaman yargıya hesap verebilmesi gerekliliği demokratik düşünürlerin ortak tavrı olmasına rağmen bunun nasıl ve ne kadar yapılması gerektiği konusunda görüş ayrılıkları yaşanır.
Demokrasinin farklı şekilleri bulunmakla birlikte, hepsi temel ve ortak prensiplere dayanır. Bu prensipler farklı şekillerde ifade edilebilir. Aslında, belirli kurumlar değil, yasalara dökülmeli ve kurumlarda somut hale getirilmeli kaçınılmaz prensipler vardır. David Deutsch'un "Le commencement de l’infini" adlı kitabında hatırlattığı gibi, her demokratik sistem, "kötü politikaların ve kötü yönetimlerin şiddetsiz bir şekilde ortadan kaldırılmasını kolaylaştırmak" üzerine kuruludur.[158]
Demokrasi denilince akıllara seçim gelmektedir. Bu yöntemde iktidar, seçim yoluyla el değiştirmektedir. Demokratik yöntemlerle iktidar olabilme ve yine aynı usulle iktidardan ayrılabilme olarak tanımlanmaktadır.[159]
Tarihsel yorumlara göre demokrasi, herkesin aynı anda yönetimi olmayacaktır ve asla olmayacaktır. Sadece bir şehrin veya daha da az bir devletin ölçeğinde uygulamak imkansızdır ve sonuç olarak politik kararların alınmamasıyla sonuçlanır. Arrow'un çalışmaları, farklı görüşlerin sentezine dayanan bir sistemdeki saçma durumu gösterdi. Bu, tüm tartışmaların engellenmesine ve fikir değiştirilememesine yol açar. Daha da kötüsü, yeni çözümlerin aranmasını imkansız kılardı. Hiçbir sentez yeni çözümler oluşturmaz veya yeni sorunlarla başa çıkmayı sağlamaz.[158]
Antik çağdan itibaren, vatandaşların her birinin kendi politik çözümlerini sunması beklenmez. Onlar, meclis tarafından formüle edilen kararları ve projeleri seçer veya reddederler. Bu fikirler herhangi biri tarafından önerilebilir, ancak vatandaşlara sunulmak üzere yazılı olarak düzenlenmelidir. Thukididis'e göre, Perikles halkın bu temel yargı yeteneğine vurgu yapmıştı: "Politik bir projeyi kavrayabilecek insanlar az olsa da, onu değerlendirmeye hepimiz yeteneğe sahibiz."
Bu nedenle, demokraside seçmenler alınan kararları değerlendirir ve değerlendirirler ve oylarıyla alınacak sonraki çözümleri seçerler. Bu çözümler, politik sorunları çözmeye yönelik girişimlerdir. Herkesin görüşlerinin ortalamasını almak mükemmel bir karara ulaşmaya olanak vermez, çünkü politikada mükemmel karar diye bir şey yoktur. Her zaman birden fazla olası karar arasında en az zararlı olanı seçmek söz konusudur. Diğer yandan, tüm görüşlerin bir sentezi yapmak imkansız bir görev olur ve paradokslara, çözümsüz durumlara yol açar, yani bir kararın olmamasına neden olur.[158]
Bu nedenle, vatandaşlar öncelikle yargıçlardır. Halk tarafından yönetimden bahsettiğimizde, hükûmetler halkın yargısına tabi olurlar. Her vatandaş, yöneticilerin seçilmesine veya reddedilmesine katılabilmelidir. Deutsch, Amerika Birleşik Devletleri örneğiyle bunu açıklar. "Amerika Birleşik Devletleri Bağımsızlık Bildirgesi ve Amerikan Anayasası, 'halkın' belirli şeyleri yapma hakkını vurgular, örneğin hükûmet değiştirme hakkı".[158]
Demokrasi, böylece vatandaşlara yönetenlerin eylemlerini düzenli seçim yoluyla denetleme imkanı verir. Bu işlev çok önemlidir. Bazı yazarlar ise seçimlerin temel ve önemli işlevinin yeni yöneticileri seçmekten ziyade, demokratik oyun sayesinde kötü yöneticilerin şiddetsiz bir şekilde iktidarda kalmasını engellemek olduğunu belirtir.
Demokrasi aynı zamanda gücün kötüye kullanılmasına karşı korunmak için kurumlar oluşturarak gücü denetleyen ve bölen bir araçtır. Örneğin, Demosthenes'in zamanında 7 farklı kurum bir arada var olmuştur: Meclis, nomothetes, halk mahkemesi, magistratlar koleji, Beş Yüzler Konseyi, Boulè ve "tüm hak sahibi vatandaşlar arasından isteyen vatandaş" olarak adlandırılan bir düzenleme. Bunun yanı sıra demeler ve kabileler içinde de çeşitli düzenlemeler vardı. Günümüzde güçler ayrılığı; yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin birbirleriyle bağlantılı ama aynı zamanda birbirlerinden bağımsız organlarca idare edilmesi demektir. Siyasal iktidarın sınırlanması araçlarından en önemlisi de hiç kuşkusuz güçler ayrılığıdır. Bu nedenle güçler ayrılığına dayanmayan, siyasal iktidarın kullanımının fren ve denge mekanizmalarına bağlamamış bir sistemin demokratik bir sistem olarak nitelendirilebilmesi mümkün değildir.[159] Demokratik rejimlerin vazgeçilmezi konumunda olan güçler ayrılığı ilkesi ilk yazılı anayasa olan ABD Anayasası ile uygulamaya konulmuştur.[160]
Her vatandaşın karar süreçlerinde aktif rol alabilmesidir. Katılımcı demokrasi, fikri temelleri klasik demokrasinin yücelttiği halk egemenliği, katılımcı ve yurttaşlık, ortak fayda, uzlaşma gibi değerlere günümüz koşullarına göre yeniden anlam kazandırmaya çalışmaktadır. Bu manada katılımcı demokrasi ideal demokrasiyi arzulayan bir siyasal yapıyı öngörür.[161] Çağdaş demokrasi katılımcıdır. Dolayısıyla artık demokrasi sadece halkın belirli dönemlerde sandığa gidip iradesini belirledikten sonra bir dahaki sandığa kadar iradesini uyku moduna aldığı bir sistem değildir. Sandık ve sayı hiç şüphesiz demokratik meşruiyetin kaynağıdır. Çağdaş demokrasi aynı zamanda katılımı esas alır.[159]
Bireylerin devlet yaşamına katılımları önemli ölçüde siyasal partiler aracılığıyla gerçekleştirilmektedir.[159] Bu siyasal yaşam tarzında insanlar birçok parti arasında kendi düşünce tarzına uygun olan ve iktidarda görmek istediği partinin seçimini yapabildiği bir sistemdir. Çok partili siyasal yaşam sonucu ülkede farklı ideolojiler oluşur ve bu çeşitlilik düşünceler arası rekabete sebep olarak gelişimi arttırır.
Türkiye'de 1961 anayasasında "hukuk devleti" kavramı olmasına karşın, hukukun üstünlüğü söz konusu değildi. 1982 anayasası ile beraber hukuk sistemimize girmiştir. Hukukun üstünlüğü, vatandaşların ve vatandaşları yöneten yöneticilerin hukuka uyması gerektiğini içerir. Hukukun üstünlüğüne göre insanlar, kurumlar ve devlet gerek tek taraflı işlerinde gerekse karşılıklı olan ilişkilerinde hukuka uygun ve bağlı olarak hareket etmelerini ifade eder.
Çoğulcu demokrasilerin en temel unsurlarından birisi de muhalefet ya da yönetime eleştiri hakkının varlığıdır. Demokrasiler eleştirenin en geniş ölçekte kabul edildiği siyasal sistemlerdir.[159] Muhalefetin varlığı ile beraber insanlar yönetime karşı eleştiri hakkına sahip olurlar. Sosyal medya dünyadaki toplum ve kültürün daha büyük bir parçası haline geldikçe, çevrimiçi siyasi muhalefet de artmaktadır. Genel olarak çevrimiçi iletişim, daha net siyasi muhalefetin yayılmasını artırmıştır. Sansür, seçici sansür, kutuplaşma ve yankı odaları gibi çeşitli faktörler, siyasi muhalefetin kendini nasıl sunduğunu değiştirmiştir.[162] Birçok Amerikalı, Sosyal Medya sitelerinin politik görüşleri sansürlediğine inanmaktadır.[163]
Çoğunluk ilkesi, bir kişi, bir grup veya bir düşünce için toplanmış oyların o kişi, o grup veya o düşünceye üstünlük sağlayan sayısı olarak tanımlanabilir.[164] Demokrasi kaynağını halk iradesinden alır. Tek tek bireysel iradeler seçim yoluyla toplanır ve kim çoğunluğu elde etmişse iktidarı kullanma yetkisini de meşru biçimde elde etmiş olur.[159] Buradaki çoğunluğun iradesi anayasaya uygun olduğu sürece geçerli sayılır ve oylamaya katılmayanlar değerlendirmeye alınmazlar.
Çağdaş demokratik rejimler aynı zamanda özgürlükçü rejimlerdir. Bu nedenle özgürlüklerin güvence altına alınmadığı bir yerde liberal demokratik devletten söz edilmez. Kısacası liberal demokratik rejim ancak özgürlük temelinde yükselebilir. Hak ve özgürlükleri esas almayan bir demokrasiden söz edilemez.[159] Temel hak ve özgürlüklerimiz, evrensel, dokunulamaz, sınırlandırılamaz ve her devlet düzenleyeceği yasalarla bu hakları ve özgürlükleri güvence altına almak zorundadır.[159][164] Demokrasi vatandaşları keyfi veya güç istismarından korumalıdır. Bunun temeli, vatandaşlar arasında eşit haklar ilkesine dayanır. Her demokrasi, tüm vatandaşların aynı yasalara tabi olduğu bir siyasi sistem içerir.[158] Hansen, "demokratia" teriminin başlangıçtan itibaren eşit politik haklar anlamına gelen "isonomia" kelimesiyle eşdeğer olduğunu ve hatta eşit şanslar anlamına gelen "isegoria" kelimesiyle de ilişkilendirildiğini belirtiyor. Bu özellik özellikle Herodot'ta bulunur, çünkü şöyle yazıyor: "Her zaman ve her yerde vatandaşlar arasındaki eşitlik değerli bir avantajdır: tiranların hüküm sürdüğü zamanlarda Atinalılar, komşularından daha iyi değildi, ancak tiranlıktan kurtulduktan sonra, üstünlükleri parlak bir şekilde görüldü." Bu metin, yasa önünde eşitlik ilkesinin herhangi bir demokratik sistemin temelinde mutlaka yer aldığını gösteriyor, çünkü bu ilke yöneticilerin iyi niyetine göre iktidarı kullanmasını engeller.[165]
Ayrıca, zengin veya fakir, entelektüel veya köylü olsun, sorumluluklar herkese açıktır ve her biri, oy kullanarak politik kararları kabul etme veya reddetme ve hükûmet yetkililerini belirleme konusunda aynı ağırlığa sahiptir. Hansen, "demokratlar tarafından dile getirilen farklı eşitlik yönleri, tüm vatandaşların eşit şanslara ve eşit hukuki korumaya sahip olmalarını sağlayan eşitlik haklarına geri dönüyordu" şeklinde yorumlamaktadır.[158]
Demokrasi, bireysel özgürlüğün korunmasını sağlayarak yalnızca onun teminatı olan yasaları tek egemen olarak kabul eder. Hiçbir grup, sınıf veya çoğunluk egemenlik hakkını ele geçiremez. Egemen olan yasalar, herhangi bir grup, köken veya sınıf ayrımı olmaksızın herkese uygulanan yasalardır. Demosthenes'in döneminde, Eschine zaten Timarkhos'a Karşı adlı eserinde bu özelliği vurgulamıştır. Yasaların vatandaşları koruması demokrasinin mührüdür. Eschine, yönetilenlerden değil, yöneticileri bağlayan yasalardan bahseder. Monarşi veya oligarşi liderlerin keyfine göre yönetilirken, "demokratik devletler, vatandaşların güvenliğini ve anayasasını sağlayan yasalarla yönetilir".
Bir demokratik devlet, nüfusu her türlü diktatörlükten korumayı amaçlayan kurumlarla donatılır. Bu prensip, Atina demokrasisinin başlangıcından itibaren ortaya çıkmıştır. "Demokrasi" terimi, Atina demokrasisinden itibaren, bir diktatörlüğü veya tiranlığı önlemesi gereken bir Anayasa'ya verilen geleneksel addır. Bu gereklilik, Atina'da demokrasinin ana politik sistem olduğu dönem boyunca, yani MÖ −507'den MÖ −322'ye kadar sürekli olarak varlığını korumuştur. Zamanla, Atinalılar tiranlığa karşı çeşitli önlemler almışlardır. "Demokrasilerde yasalar, vatandaşları korur. Kime karşı? Bu açıktır, politik liderlere ve görevlilere karşı, onlar da vatandaşlarla olan ilişkilerinde demokratik yasalara saygı göstermelidir" şeklinde Mogens Hansen, Démosthène döneminde Atina demokrasisi adlı kitabında yazmıştır.[166][167]
Bu zorunluluk birçok metinde de bulunmaktadır, bunların arasında kitabelerdeki yazıtlar da yer almaktadır. Bu metinler, demokrasiyi şiddet ve zor kullanarak yıkmayı teşvik eden herhangi bir eylem veya söylemi kınamaktadır. Referans yapılan iki ünlü yasa vardır (MÖ −410 ve MÖ −336). Bu zorunluluğa yaklaşmak için birbirini güçlendiren birçok yöntem bulunmaktadır. En özgün olanı ise "ostrakizm" yöntemidir.
Ostrakizm, tiranlığın geri dönmesini önlemek amacıyla kullanılıyordu. Yöntem, politik popülaritesi nedeniyle demokrasiyi tehlikeye sokabilecek herhangi bir kişinin uzun yıllar süreyle sürgün edilme olanağı sunuyordu. Devlete en büyük tehlikeyi taşıyan kişinin adı yazılıyordu. Bu yöntem, demokrasinin her türlü diktatöryal eğilimden kuşku duyduğunu açıkça göstermektedir. Zira çok popüler olan bir siyasi kişi kolayca rejimi etkileyerek tiranlığa yol açabilir. Perikles'in döneminde, "ostrakizmin işlevi tam da bir popülist diktatörün iktidara yükselmesine izin vermemekti." Aynı şekilde, eisangelya, bir görevliyi suçlamak için bir yargılama prosedürü sunuyordu.[158]
İnsan hakları, tüm insanların hak ve saygınlık açısından eşit ve özgür olarak doğduğu anlayışına dayanır. İnsan hakları, her bir bireye bağımsız seçim yapma ve yeteneklerini geliştirme özgürlüğü sağlar. Klasik demokrasi tanımına benzerliğinden dolayı günümüzde insan hakları ve demokrasi sıklıkla beraber kullanılır.
İnsan hakları ile demokrasi arasındaki kesin tamamlayıcılık bağı: eğer insan hakları bireyin eksiksiz gelişmesi için gerekli bir koşulsa demokratik toplum da, bireyin gelişimi için gerekli çerçeveyi oluşturması bakımından bu hakların kullanılması için gerekli bir koşuldur, ayrıca, demokratik bir toplum bireylerin topluluğun yaşaması için gönüllü olarak verdiği desteğe dayandığından insan hakları böyle bir toplumun ön koşulu olarak görülür[168]
Demokraside siyasi eşitlik temel olsa bile kadınlar bu eşitliği ancak 20. yüzyılda kazanabilmişlerdir. Kadınların siyaset hayatına katılımını destekleyenler; bunun siyasi etiği geliştireceğini söylerken karşı çıkanlar aile yapısının bozulacağı düşüncesini dile getiriyorlardı.
Bazı ülkelerdeki kadınların erkeklerle eşit oy verme ve aday olma haklarını elde etme tarihleri:[169]
Tarih | Ülke | Tarih | Ülke | Tarih | Ülke |
---|---|---|---|---|---|
1893 | Yeni Zelanda | 1928 | Birleşik Krallık | 1950 | Hindistan |
1906 | Finlandiya | 1934 | Türkiye | 1956 | Mısır, Surinam |
1913 | Norveç | 1937 | Filipinler | 1962 | Cezayir |
1918 | Almanya, Rusya | 1944 | Fransa, Bulgaristan | 1971 | İsviçre |
1919 | Belçika, Ukrayna | 1945 | Gürcistan, İtalya | 1974 | Ürdün |
1920 | Arnavutluk, ABD | 1947 | Arjantin, Japonya | 1976 | Portekiz |
Ayrıca 1999 istatistiklerine göre:[170]
Demokraside kadınları sadece seçme, seçilme hakkına indirgememek gerekir. Ayrıca feminist sivil toplum örgütleriyle de demokrasiye etkin katılımı sağlanmaya çalışılmıştır.
Bir toplumun etnik, dini veya cinsel olarak genel ortaklıklarından ayrılan gruplar o toplumun azınlık statüsündedirler. Oligarşik, otoriter devlet yapılarından demokrasiye geçen toplumlarda, azınlıkların diğer gruplara göre daha fazla demokrasiyi savunmalar genel kabul gören bir olgudur. Ayrıca uluslararası kurumlar tarafından yapılan demokrasi seviyesi değerlendirmelerinde azınlık hakları önemli kıstaslardan biridir.
Çoğulcu bakış açısı Montesquieu ve Locke'a dayandırılır. James Madison'ın Federalist Yazılar'da yazdığı makalelerde sistemleşmiştir. Madison'a göre denetimden uzak demokratik sistemin bireysel hakların ihlal edileceği bir "çoğunlukçu" (Majoritarianism) sisteme dönüşebilirdi. Bunu engellemek için güçler ayrılığı ilkesi, federalizm ve iki meclisli bir hükûmet biçimi önermiştir. 'Bu sistem, toplumdaki farklılığın ve "çokluluğun" varlığını tanıdığından ve bu tür bir çokluluk halini istenir gördüğünden dolayı, Madison'ın modeli çoğulcu demokrasinin ilk gelişmiş ifadesidir.'[171]
Noam Chomsky, Madison modelini eleştirerek, "1787'de ABD Anayasa Konferansı'nda James Madison'ın vurguladığı şekilde, hükûmetin başlıca görevinin zengin azınlığı çoğunluktan korumak olduğu ilkesi üzerine kurulmuştur. Bu nedenle, o dönemin tek yarı-demokratik ülkesi olan İngiltere'yi örnek vererek toplumun geneline kamusal işlerde söz hakkı verilirse, halkın eşitliğe yönelik reformları veya başka canavarlıkları gerçekleştirebileceği konusunda uyarıyor ve Amerikan sisteminin, savunulması (aslında hakim olması) gereken mülkiyet haklarına yönelik saldırılar karşısında uyanık olması gerektiğini söylüyordu" der.[172]
Bu görüşün en tipik temsilcisi filozof kralların iktidarda olmasını isteyen Platon'dur (M.Ö 427-347). Klasik elitizm, bir reçete sunmaktan ziyade bir olguyu tespit iddiasıyla elit yönetiminin toplumsal hayatın kaçınılmaz ve değiştirilemez bir gerçeği olduğunu ileri sürer. Vilfredo Pareto (1848-1923) ve Gaetano Mosca (1857-1941) klasik elitizmin belli başlı teorisyenleridir.
Mosca toplumu "yöneten" ve "yönetilen" olarak iki sınıfa ayırırken Pareto, yönetenin iki özelliğini anlatırken Machiavelli'nin "tilkiler (kurnazlık) ve aslanlar (zor kullanma)" benzetmesine atıfta bulunur.
Modern dönem seçkinci görüşte, rekabetçi seçkincilik (demokratik elitizm) diğer seçkinci görüşlere göre daha yaygındır. Buna göre seçmenler gene oy verirler ama bu, sadece hangi elitin kendilerini yöneteceklerini seçmek içindir. Demokratik hakların bir kısmını içinde barındırmasından dolayı rekabetçi seçkincilik, demokrasinin zayıf bir görüntüsü olarak tasvir edilir.[173]
Marksizm toplumu sınıf tabanlı düşünür ve gerçek demokrasinin ancak sınıf farklılıkları kaldırıldığı zaman olabildiğini iddia eder. Yani; demokrasi için siyasi eşitliğin yeterli olmadığını bunun yanında sosyal eşitliğin de sağlanması gerektiği savunur. Marksist yaklaşım görüşleri itibarı ile halk demokrasisine yakındır. Daha çok liberal demokrasiyi eleştirir ve eleştirilerini liberal demokrasinin siyasi eşitlik vaadi ile kapitalist sistemin oluşturduğu sosyal eşitsizlik çelişkisine dayandırır.
'Neo-marksist Jurgen Habermas ve Claus Offe'ye göre bir yandan, demokratik süreç hükûmeti ekonomik ve sosyal hayattaki sorumluluklarını yerine getirecek kamusal talepleri karşılamaya zorlamakta; öte yandan, yol açabileceği mali krizler sistemi tehdit etmektedir.'[174] Yani kapitalist bir demokrasi için meşruiyet krizi riski sürekli olarak mevcuttur. Ayrıca bu görüş uluslararası ilişkiler alanında da kullanılmaktadır.
Bununla birlikte Mao Zedong, Yeni Demokrasi adıyla bir görüş öne sürmüş, demokrasinin feodalizm ya da onun uzantısı feodal sosyalizmi devirmek ve sömürgecilikten bağımsızlık elde etmeyi amaçlaması gerektiğini ifade etmiştir. Mao'ya göre; bunların gerçekleşebilmesi için ise Karl Marx ve Vladimir Lenin'in belirttiği burjuva sınıfıyla mücadele etme önerisini daha geniş bir paydaya bölüştürmek gereklidir. Marksist-Leninist teoriler barındıran bu düşünceye göre; sosyalizme doğrudan varmak için eski egemen düzenle mücadele eden "işçi sınıfı", "köylü sınıfı", "şehir küçük-burjuvazisi" ve "milli burjuvazi" nin koalisyonuna ihtiyaç vardır ve bu yolla eski kapitalist düzene karşı mücadele edilmelidir. Bu koalisyon, işçi sınıfının ve onun öncü partisi olan komünist parti rehberliğinde olacaktır.[175]
Toplumda temel birim olarak birey ya da sınıfı alan görüşlere karşıt olarak, insanları işbölümü içinde oldukları yere göre ve sahip oldukları mesleğin bütün üyeleriyle birlikte örgütleyen korporasyonların toplumun örgütlenmesinde temel olmasını, bu örgütlerin bireysel ve sınıfsal çıkar çatışmalarının yerine bireyler ve bireyle devlet arasında bir çıkar uyumu ve dayanışma sağlayacağını savunan siyasal öğretidir.[176]
Mussolini, korporatist devlet yapısı için şunları söylemiştir: "Korporatist devlet liberal kapitalizmin -ki bu ekonomik sistem, bireysel kâr'ı vurgulamaktadır- sonu demek olup kolektif çıkarları öne çıkaran yeni bir ekonominin başlangıcını işaret etmektedir. Bu kolektif çıkarlar üreticilerin kendilerinin hazırladığı üretim regülasyonlarına dayanan bir korporatift sistem vasıtasıyla elde edilecektir. Üreticiler derken sadece işverenleri kastetmiyorum, işçiler de bunun içindedir"[177]
Korporatist düşünürler, bireylerin bağlı bulunduğu örgütlerin siyasi karar alma sürecinde etkinliği arttığı için demokraside temsil özelliğinin arttığını söylerken karşıt düşüncedekiler; güçlü ve etkin örgütlenmelerin karar alma sürecinde kendi çıkarlarında hareket edeceğinden siyasi eşitliği bozabileceğini veya hükûmetin kendine yakın örgütlere ayrıcalık tanıyabileceğinden dolayı demokrasiyi geliştirici bir sistem olmadığını savunurlar.[178]
Demokrasiyi uluslararası ilişkiler disiplininde özellikle cumhuriyetçi liberal düşünürler dile getirmişlerdir. Genel olarak 'demokratik, liberal cumhuriyetler birbiriyle savaşmazlar' cümlesiyle açıklanabilir. 'Demokratik cumhuriyetçi hükûmetlerin karşılıklı saygı ve uzlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözümüne daha fazla önem verdikleri iddia edilerek liberal demokratik devletlerin artması, uluslararası barışın yaygınlaştırılmasının garantisi olarak görülmektedir.[179]
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.