Remove ads
Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Şirvanşahlar Devleti (Azerice: Şirvanşahlar Dövləti) (Arapça/Farsça: شروانشاه) — 861-1538 yılları arasında Güneydoğu Kafkasya'da, ağırlıklı olarak günümüz Azerbaycan Cumhuriyeti'de ve kısmen de günümüz Dağıstan topraklarında var olmuş ve sonradan Azerbaycanlılaşmış bir devlettir. Devletin sınırları doğuda Derbent'ten, Kür Nehri'nin Hazar Denizi'ne döküldüğü noktaya kadar uzanarak, Şirvan tarihi bölgesi ile bazen batıda Gence şehrine kadar ulaşmış, ayrıca farklı dönemlerde Şeki, Karabağ ve Beylegan'ı da kapsamıştır. Başkenti Şamahı ve Bakü olmuştur.[1]
Şirvanşahlar Şirvanşahlar dövləti | |||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
861-1538 | |||||||||
1311'deki Şirvan haritası. | |||||||||
Başkent | Şamahı | ||||||||
Yaygın dil(ler) | Farsça (saray, edebiyat, hanedan) Klasik Azerbaycan Türkçesi (başlangıçta hanedan) | ||||||||
Resmî din | Sünni İslam | ||||||||
Hükûmet | Monarşi | ||||||||
| |||||||||
Tarihî dönem | Orta Çağ ve Yeni Çağ | ||||||||
| |||||||||
|
Şirvanşahlar Devleti'nin kurucusu Heysem bin Halit (I. Heysem), son hükümdarı ise Şahruh bin Ferruh Yesar olarak kabul edilir. Şirvanşahlar Devleti'nin varlığı, Safevi hükümdarı I. Tahmasb’ın Şirvan'a düzenlediği seferler sonucunda sona ermiştir[2].
Şirvanşahlar Devleti yaklaşık 7 asır boyunca var olmuş ve bu süre zarfında devletin kurucusu kabul edilen Heysem bin Halit'in soyundan gelen şahlar, Şirvanşahlar hanedanı bu devleti yönetmiştir. Bazı tarihçiler, Şirvanşahlar hanedanının hakimiyet dönemini üç evreye — Mezyediler, Kesraniler ve Derbendiler dönemi olarak ayırırlar ve Mezyedilerin Arap kökenlerini koruyabildiklerini, Kesranilerin ise kendilerini daha çok Sasani şahlarının soyundan sayarak İran kültürüne yöneldiklerini düşünürler. Derbendiler ise geleneksel "Şirvanşah" unvanının yanı sıra "Han" ve "Hakan" unvanlarını da taşımış ve Türk kültürünün etkisi altında kalmıştır[3].
Şirvanşahların zamanında Azerbaycan kültürü zenginleşmiş, gelişmiştir. Azerbaycan edebiyatının Ebülula Gencevi, Nizâmî-i Gencevî, Hakani Şirvani, Neimi, Nesîmî, Seyid Yahya Baküvi gibi klasik isimleri yaşamış ve eserler vermiştir. Şirvanşahlardan günümüze Şirvanşahlar Sarayı, Bibiheybet Camii, Bakü Kalesi, Pirsaatçay Hanegahı gibi birçok değerli tarihi ve mimari eser kalmıştır. Şirvanşah Ebu Tahir, devletin sınırlarını güneyde Kür Nehri'ne, kuzeyde ise Derbent'e kadar genişletmiştir. 918 yılında eski Şamahı'yı yeniden inşa ettirerek başkenti bu şehre taşımıştır[4].
Antik yazarlar yazılarında Şirvan adını anmazlar. Bu ad yalnızca Sasani döneminden itibaren bilinmektedir. Şirvan, bir eyalet olarak 6. yüzyılın ilk yarısında Sasaniler tarafından Şabran ve Gilgil nehirleri arasında oluşturulmuştur[5]. Sasani hükümdarı I. Hüsrev, kuzey sınırlarını korumak için sınır boyunca yer alan farklı eyaletlere akrabalarını yönetici olarak atamıştır. Şah unvanı verilen bu yöneticiler arasında Şirvanşahlar da bulunmaktadır. Bu eyaletlerin listesi muhtemelen Sasani döneminde Kafkas Albanyası’nın idari olarak merzbanlıklara bölündüğü dönemden kalmıştır. Arapların döneminde ve sonrasında bu eyaletler Şirvan devletinin bir parçası haline gelmiştir. El-Belazuri, Şirvanşah adını Hüsrev Enuşirvan'ın Doğu Kafkasya'ya atadığı küçük krallar arasında anmaktadır. İbn Hurdazbeh, ilk Sasani şahı I. Erdeşir'in (224–241 yılları) vilayet yöneticilerine verdiği şiriyanşah (şiranın bir versiyonu) unvanından bahseder[6].
Şirvan ülkesinin adı geçen en eski kaynakta Şirvan'ın coğrafi konumu verilmiştir[7]:
"Kafkas Dağları iki sıraya ayrılır: biri Şirvan ülkesine ve Hsrvana'ya doğru, Horsvemad'a kadar düz bir hat boyunca uzanır. İkinci sıra ise kuzeye, Atil Nehri'ne doğru akan Zerm Nehri'nin kaynağıdır. Bu sıra sonra kuzeye doğru yönelir... Elgminon Bataklığı'na ve denizin içine kadar uzanan ve Abzud Kubad olarak adlandırılan uzun set onun devamıdır. Bu denizin kuzey tarafında masagetler yaşamaktadır. Vardan Ovası'nda Kafkas sıra dağlarının ulaştığı ve Demirkapı Derbent Duvarı'nın uzandığı Hazar Denizi'ne kadar denizin içinde büyük bir kale inşa edilmiştir. Kuzey tarafında (Derbent'den) denize yakın yerde Hun memleketi bulunur."
Bu lokasyon tanımına göre, 7. yüzyılın başlarında Şirvan vilayetinin toprakları Derbent'den Kafkas sıra dağları boyunca Horsvemad'a, yani Hursan Kalesi'ne, Hurs kabilesinin ülkesi (günümüz Hızı rayonu) sınırlarına ve muhtemelen Abşeron da dahil olmak üzere Kür Nehri'nin delta ve ağzına kadar uzanmaktaydı. "Elgminon bataklığı ve denize kadar" ifadeleri muhtemelen Kür Nehri'nin geniş bataklık ve kamışlıkla kaplı deltası ve ağzına işaret eder[8]. Azerbaycan'ın Arap Halifeliği'nin bir parçası olduğu dönemde (8-9. yüzyıllar) Şirvan'ın sınırları kuzeyde Kafkas Dağları'nın güneydoğu etekleri, güneybatıda onu Arran ve Muğan'dan ayıran Kür Nehri, kuzeybatıda ise Kanık Nehri'ne kadar uzanıyordu. 14. yüzyılın ilk yarısında (1340) Hamdullah el-Müstevfî yazıyordu: "Şirvan ülkesi Kür sahillerinden Derbent'e (Bab el-Ebvab) kadar uzanır."[5]
Şirvan, eski zamanlardan beri çeşitli yerli ve göçmen kabileler tarafından yerleşim görmüştür. Bunu yazılı kaynakların yanı sıra arkeolojik ve toponimik materyaller de kanıtlamaktadır. 5. yüzyıl yazarı Faustus Buzand, 4. yüzyılın ilk yarısındaki olaylardan bahsederken, Maskut hükümdarı Sanesan'ın "çeşitli göçebe kabilelerden" oluşan ordusundaki Hunlar, Tavsparlar, Heçmataklar, İjmaklar, Balasaçiler ve diğerlerinin adlarını anmaktadır. 7. yüzyılın başlarına ait anonim bir kaynakta Güney Dağıstan, Şirvan ve Hazar Denizi'nin batı kıyılarında yerleşmiş kabileler listelenir[9].
Orta çağ yazarları, miladın başlangıcından itibaren Şirvan'a Türk dilli Hunlar, Sabirler ve Hazarların akınlarından bahsederler. Göçebelerin baskınlarından korunmak amacıyla Sasani hükümdarları I. Kubad ve I. Hüsrev Anuşirvan, Şirvan'a Lahican, Taberistan, Gilan ve diğer eyaletlerden İran dilli kabileleri göç ettirmişti. Türk dilli kabilelerin Şirvan'a akını 6. yüzyılda özellikle güçlenmişti. O dönemde Kafkasya'daki en güçlü kabile birliği, Dağıstan bölgesinde yaşayan Sabirler'e aitti. Onlar Şirvan ve Arran'ı ele geçirip eski yerleşim yerleri olan Derbent-Gebele bölgesine yayıldılar. Yaklaşık 1. yüzyılda orada yaşayan Sabirler'in bir kısmı yerli halkla kaynaşıp yerleşik hayata geçti. Kuzey Kafkasya'da yaşayan Türk kabile ittifakını mağlup eden I. Hüsrev Anuşirvan, esir alınan 3 bin askeri lideri ve 50 bin Türk savaşçısını Aran ve Şirvan'da yerleştirdi. Türk dilli kabilelerin Şirvan'da yerleşme süreci yoğun bir şekilde devam etti. 7. yüzyılda Arap komutanı Mervan bin Muhammed, esir aldığı 40 bin Hazar'ı Samur ve Şabran arasındaki bölgeye yerleştirdi[10].
Şirvanşahlar Devleti'nde iki resmi dil vardı[11]: Arapça ve Pehlevi dili. Arapça daha çok ilahiyat ve bilimsel çalışmalarda kullanılırdı. Pehlevi dili ise şiirlerde, edebiyatta ve halk arasında konuşulurdu. Günümüz Tat dili, Pehlevi dilinin Şirvan lehçesinin bir kalıntısıdır.
Araştırmacılar Şirvanşahlar tarihini dört döneme ayırır: İlk Şirvanşahlar, Mezyediler, bilimsel literatürde Kesraniler olarak adlandırılan 11-14. yüzyıl Şirvanşahları ve Derbendîler. İlk Şirvanşahların şah unvanı taşımaları, onları belirli ölçüde bağımsız olduklarını gösterir. İlk Şirvanşahlar hakkında bilgi yok denecek kadar azdır. Arap işgali başlangıcında ilk Şirvanşahlar iktidarda kalmıştı. Ancak Araplar, Kafkasya'da güçlendikten (8. yüzyıl sonu) sonra Şirvanşahların iktidarı sona erdi. Şirvan'ı Arap yöneticiler yönetmeye başladı. 19. yüzyıl Arap tarihçisi Belazuri, 797-798 yıllarında Şirvan hâkimi olarak Es-Şemah bin Şucan'ın adını anıyor. 799 yılında Yezid bin Mezyed El-Şeybani, Şirvan ve Bab el-Ebvab'ın hâkimi olarak atanmıştır[12].
Halife Mütevekkil'in (841-861) ölümünden sonra çıkan karışıklıklardan faydalanan Şirvan hâkimi Heysem bin Halid bin Yezid, Şirvanşahlar unvanını kabul edip bağımsız bir siyaset izlemeye başladı. Böylece Şirvanşahların Mezyediler sülalesinin temeli atılmış oldu. Arap kökenli Mezyediler, sonraları Farslaşmışlardır. Yezid bin Ahmed'den sonra Arap isimlerinden eski Sasani isimlerine dönüş başlamıştır. Şirvanşah Yezid bin Ahmed'in oğulları Enüşiravan, Manuçehr olarak adlandırılmıştır. 10. yüzyılın ilk yarısında Mezyedi Şirvanşahlar, Sasani kökenli asil ailelerle akrabalık ilişkileri kurmuş ve bu ailelerin kadın temsilcileri eski gelenekleri canlandırmışlardır. El-Mesudi, Hicri 943 yılında Şirvan şahı Muhammed bin Yezid'in Sasani Bahram Gur soyundan olduğunu belirtmiştir. Şirvanşahların Sasani Bahram Gur asil soyundan olduklarını iddia etmeleri, erken dönemlerde yerel krallardan biriyle, muhtemelen Sasani kökenli Şirvanşahlarla bir evlilik bağı kurulduğu ile açıklanmaktadır[13].
Hilafetin çöküşü ve Şirvanşahların gücünün artmasıyla birlikte "Hanedan yeniden canlanmaya başladığında ona nüfuzunu asil bir soydan gelmekle her şekilde desteklemek gerekiyordu ve o dönemde Şirvanşahların Sasanilerle akrabalığı hakkında eski teori ortaya çıktı, onların Şeyban kabilesiyle olan bağı ise arka planda kaldı.[14]"
Kesraniler sülalesinin kurucusu Yezid bin Ahmed'in oğlu I. Menuçihr bin Yezid'dir. Aslen Arap kökenli olan ve Mezyediler sülalesinin devamı olan bu sülaleden gelen hükümdarlar, eski Fars yönetim geleneklerine eğilim gösterdiklerinden ve kendilerini Sasani şahlarına benzetmeye çalıştıklarından, tarih yazımında ayrı bir hanedan olarak kabul edilirler. Üçüncü (Minorski, birbiriyle akrabalık bağları aracılığıyla bağlı olan bu üç hanedanı tek bir hanedan olarak kabul eder.) Şirvanşah sülalesi – Mezyediler ve onun kolu olan Kesraniler sülalelerine akraba olan Derbendiler sülalesi ise etno-konsolidasyon süreci sonucunda Azerbaycan'ın yerli halkıyla kaynaşarak Arap simasını kaybetmiş ve Türkleşmiştir. Derbendilerin iktidara gelmesiyle Şirvanşahlar, geleneksel "Şah" unvanı ile birlikte sadece Türk soylularına ait olan "Han" unvanını da taşımaya başlamışlardır[15][16].
Arap kökenli Mezyedi Şirvanşahlar zamanla yerli ailelerle evlenerek onlarla karışmış, Sasani adlarını kullanmaya başlamış ve hanedanlıkta Farslaşma süreci başlamıştır. Yezîd bin Ahmed oğullarına Sasani adları vermiş ve kendisinden sonra "Kesraniler" adıyla bilinen Şirvanşahlar dönemi başlamıştır. 11. yüzyılın ortalarından itibaren Oğuz boyları Şirvanşahlar üzerine akınlara başlamıştır. 1066 yılında Kara Tekin'in idaresindeki Türkler, Bakü ve Yezidiye kadar ilerleyerek buralarda tahribatta bulundular. 1067 yılında Sultan Alp Arslan'ın Şirvan'a gelişi üzerine Şirvan hakimi Feriburz onun huzuruna çıkarak bağlılığını sundu. Şirvan'ın Moğollar tarafından itaat altına alınmasından sonra, Kafkasların bu bölgesi İlhanlılar ve Altın Orda Devleti'nin bir kısmını oluşturdu. Ancak İlhanlılar ve onların halefleri idaresinde, Şirvanşah Keykubad ve oğlu Kavus yeniden bağımsız hükümdarlar olarak ortaya çıktılar. Ancak Kavus döneminde Şirvanşahlar, Celâyirîlere tabi olmak zorunda kaldılar. 1382 yılında Şirvanşahlar Devletinde karışıklıkların artması ve bazı emirler ayaklanması sonucunda Kavus'un oğlu Huşeng'in öldürülmesiyle Kesraniler hanedanı da son buldu[17].
1382 yılında Huşeng'in öldürülmesi sonrasında, amcasının oğlu olan İbrahim, Şamahı'ya çağrılarak Şirvanşah tahtına çıkarıldı. Böylece Derbendî Şirvanşahları olarak adlandırılan dönem başlamıştır. 14. yüzyılın sonlarında Şirvanşah hanedanı tamamıyla gücünü kaybetmiştir. Çoğunlukla yerli melikler sıfatıyla varlıklarını sürdürmüşlerdir.
1386 yılında Timur'un ilerlemesi karşısında Toktamış Han, Derbend'i geçerek Şirvanşahlar Devletini yağmaladı. Bu durum karşısında Emir İbrahim 1386 yılında Timur'a tabi oldu. Timur ile kurmuş olduğu özel ilişkiler sayesinde Şirvan devletinin güçlenmesini sağlayarak, Aranı, Karabağı ve Şeki eyaletini de Şirvanlar Devletine katıldı. Timur' a tabi olan Şirvanşahlar, Timur'un vefatından sonra Karakoyunlular ile güç mücadelesine girmeye başladılar. Şirvanşahlar hakimi Şeyh İbrahim, Türkmen hükümdarına itaat etmeyi reddetti. Şeyh İbrahim 1413 yılındaki savaşta ağır yenilgiye uğradı ve Kara Yusuf' a esir düştü. 1413 ilkbaharında serbest bırakıldıktan sonra Kara Yusuf' un hakimiyetini tanıdı. Kara Yusuf' un ölümünden sonra Timurlular' a bağlılık gösteren Şirvanşahlar toprakları Karakoyunlu kuvvetlerince yağmalandı. Timurlu-Karakoyunlular mücadelesinde Timurlular' ın yanında yer alan Şirvanşahlar toprakları 1432 yılında Karakoyunlu hükümdarı İskender' in akınlarına uğradı. Şirvan emiri Halilullah, Karakoyunlular karşısında ülkesini ve tahtını tek başına kurtaramayacağını anladığından Timurlular ve Akkoyunlular'dan yardım istedi. 1435 yılında Timurlular'ın yardımıyla tekrar topraklarına egemen oldular. Safevi lideri Şeyh Cüneyd' in 1460 yılında Şirvanşahlar üzerine yaptığı saldırılar püskürtüldüğü gibi Şeyh Cüneyd' de yapılan savaşta öldürüldü. 1467 yılında Karakoyunlu hükümdarı Cihan Şah' ın öldürülmesiyle Karakoyunlu tehdidi de ortadan kalktı.[18]
IX yüzyılın ikinci yarısından itibaren Abbasiler Halifeliği zayıflamaya başlamış ve merkezi otoriteye karşı bağımsızlık eğilimleri güçlenmiştir. Bu süreçte bazı eyaletler bağımsız hükümdarlıklara dönüşerek Halifelikten ayrılmıştır. O dönemde Şirvan'da feodal toprak mülkiyeti güçlenmişti. Şirvanşahların ilk Müslüman hanedanı olan Mezyediler, başlangıçta Halifeliğin Berde'deki valisine (emire) bağlıydı. Tam sivil ve askeri yetkilere sahip olan emirler, yerel yöneticilerin faaliyetlerini denetler ve vergilerin (cizye, haraç vb.) toplanmasını sağlardı[19].
Şirvanşahlar Devleti’nin temellerini Heysam bin Halid atmıştır. I. Heysem, Arap kökenli Şeybaniler hanedanının bir kolu olan Mezyediler hanedanından gelmekteydi. Azerbaycan, Arap Halifeliği’nin bir parçası olduğu dönemde, halifeler uzun süre Azerbaycan yöneticilerini bu hanedandan atamışlardı. Mezyediler hanedanının kurucusu Hâlid bin Yezîd’dir. Ondan sonra oğlu Hâlid bin Yezîd ve Muhammed bin Halid Azerbaycan yöneticisi olmuştur[20].
Kaynaklarda I. Heysem hakkında çok az bilgi vardır. Onun Serir'de "kafirlerle" savaştığı bildirilmektedir. I. Heysem’in ölüm yılı bilinmemektedir, ancak kısa süreli bir hükümdarlık yapmış olduğu tahmin edilmektedir[21]. “Tarih-i el-Bab”a göre Muhammed bin Halid, Gence'nin kurucusu olmuş ve Aran şehirlerinden birinin yöneticiliğini yapmıştır. Kardeşi I. Heysem ise o dönemde Şirvan’ın yöneticisiydi ve bağımsızlığını kazanarak Şirvanşah unvanını kabul etmişti. “Tarih-i el-Bab”da şu şekilde devam edilir[22]:
“I. Heysem Şirvan’da bağımsızlık elde ettiğinde, kardeşi Hâlid bin Yezîd de Layzan’da bağımsızlık kazandı. I. Heysem, Şirvanşah, kardeşi Yezid ise Layzanşah olarak adlandırılıyordu.”
Üç kez Azerbaycan, Aran hâkimi olarak atanan Muhammed bin Halid'in ölümünden sonra, kardeşi Heysem bin Halit Şirvan’ın yöneticisi olmuştur. 861 yılında halife Mütevekkil’in öldürülmesinin ardından Halifelikte meydana gelen kargaşadan yararlanan Heysem, kendisini bağımsız ilan etti ve Şirvanşah unvanını kabul etti. I. Heysem, Arapların atadığı Şirvanşahların yönetimine son vermiştir. Böylece Heysem bin Halid, Şirvan'da Şirvanşah unvanını taşıyan Arap kökenli Mezyediler hanedanından ilk Şirvan hükümdarı olmuştur. V. F. Minorski, o zamandan itibaren “...Yezidiler hanedanının tarihi kendi karakterini değiştirmiştir: Bağdat’tan emir olarak atanan temsilcileri artık kendi ikta topraklarında kalıcı vasallar haline gelmişlerdir…” şeklinde not düşmüştür[23].
I. Heysem'dan sonra II. Heysem Şirvanşah olmuştur. Şirvanşah Muhammed bin Heysam’ın ölümünden sonra, Şirvanşahlık tahtına oğlu Ali bin Heysam bin Muhammed geçmiştir. Ali bin Heysam, Derbent'in emiri ile birlikte komşu Şendan’a, "kafirler" üzerine bir sefer düzenlemiş, ancak Şendan kapıları önünde yenilgiye uğramıştır. Ali ve Derbent emiri, 10.000 Müslüman ile birlikte esir düşmüştür. Üç ay sonra, Serirliler esirleri, Ali bin Heysam ve Derbent emirini herhangi bir fidye talep etmeden serbest bırakmıştır; ancak Şendanlıların ve Hazarların esir aldığı kişiler ise satılmış ve sadece çok az bir kısmı kurtarılabilmiştir. İki aslan ve ortasında bir öküz başı tasviri, Şirvanşahlar Devleti’nin arması olmuştur. Tasvirdeki aslanlar, Şirvanşahlar Devleti’nin güç ve kudretini, öküz başı ise ülkedeki bolluğun sembolüydü[24].
Ali bin Heysam’ın hükümdarlığı döneminde El-Mesudi'nin bahsettiği bir başka olay da gerçekleşmiştir. Hazarların yanı sıra, Ruslar da Şirvan’a defalarca denizden saldırmışlardır. Şirvanşahlar ve Derbent emirleri bu saldırılara karşı mücadele etmişlerdir. Ruslar yaklaşık 914 yılında Bakü kıyılarına saldırmışlardır. İbn Miskaveyh, "Rus drujinaları buraya ilk kez gelmiyordu. Onlar, Doğu Avrupa ülkeleri, Kafkasya ve İran arasında canlı ticaretin yapıldığı ve iyi bildikleri yoldan ilerliyorlardı," şeklinde kaydetmiştir[25].
Rusların bu seferi hakkında El-Mesudi de bilgi vermiştir. O, 912-913 yılı sonrası Rusların her birinde 100 kişi bulunan yaklaşık 500 gemisi Don Nehri’ne kadar geldi. Rusların gemileri, kanalın ağzını koruyan Hazar gözlemcilerin durduğu yere ulaştığında, Ruslar bu denizin etrafında yaşayan halklardan elde ettikleri ganimetin yarısını Hazar hakanına vermeyi vaat edip, ondan bütün ülkeyi geçerek Volga Nehri’ne ulaşmalarına izin verilmesini talep ettiler. Hakan, bu yasa dışı faaliyeti yapmalarına izin verdi ve Ruslar körfeze girip, nehri (Don) izleyerek yukarı doğru yüzmeye başladılar. Sonunda Hazar Nehri’ne (Volga) ulaştılar ve nehir boyunca Atil şehrine indiler, oradan da nehrin Hazar Denizi’ne döküldüğü yere ulaştılar ve oradan (Taberistan’daki) Amul şehrine doğru yüzdüler. Rusların gemileri denize dağıldı ve Gilan, Deylem, Taberistan, Curcan kıyısındaki Abeskuna petrol sağlayan vilayetine (Abşeron) ve Azerbaycan yönünde bulunan (tüm topraklara) saldırdılar. Bu denizin etrafında yaşayan halklar, daha önce denizden gelen bir düşmanla karşılaşmadıkları için şaşkınlığa düştüler. Denizde yalnızca ticaret ve balıkçı gemileri vardı. Ruslar, Gilanlılar, Deylemliler ve İbn Ebu Es-Sac’ın komutanlarından biri ile savaştılar. Sonra Şirvanşahlığı'nın Bakuh adıyla bilinen petrol üreten sahiline geldiler. Kıyıdan dönerken, Ruslar petrol üreten bölgeden birkaç mil uzaklıktaki adalara sığındılar. O dönemde (yaklaşık 914 yılı) Şirvan’ın şahı Ali bin el-Heysam’dı. Halk hazırlık yaptı, teknelerine binip adalara kadar yelken açtılar. Ruslar karşılarına çıktı. Binlerce Müslüman öldürüldü ve denizde boğuldu," şeklinde bildirmiştir[26][27][28].
Azerbaycan'ın güneyi, Aran, Beylegan, Berde vilayeti ve diğer şehirlerin yanı sıra, Deylem, Gilan ve Taberistan'ın halkı kaçmaya başlamıştı, çünkü denizden saldırı beklemiyorlardı ve ani bir baskına maruz kalmışlardı. Ruslar bu denizde birkaç ay kaldılar, öyle ki denize komşu olan hiçbir halk bir ülkeden diğerine gidip gelemiyordu. Ruslar büyük ganimet elde ettikten sonra tekrar Hazar topraklarına döndüler. Ancak burada müslümanların saldırısına uğradılar. Onların büyük bir kısmı (yaklaşık 30.000) öldürüldü ve sadece çok az bir kısmı (yaklaşık 5.000) hayatta kalıp vatanlarına dönebildi[29][30].
Şirvanşahlar kısa bir süre – 908–909 yıllarında Güney Azerbaycan'ın Sacîler hanedanı tarafından kurulan Sacîler Devleti'nden vasal bağımlılığı altında kalmışlardır. Şirvan şahları Sacîlerle iyi ilişkileri korumaya çalışıyorlardı. Nitekim Şirvanşah Yezid, 932 yılında Yusif bin Ebu Sac’ın Azerbaycan emiri Balduye’den kaçıp, ondan sığınma talep eden kölesi Müflih’i hapsedip Balduye’ye göndermişti. Deylemlilerle barış yaptıktan sonra Şirvanşah onlarla birlikte Bizanslılara, Gürcülere ve diğer Hristiyan halklara saldırmayı kabul etmişti[31].
Şirvanşah Ebu Tahir Yezid’in hâkimiyeti döneminde Azerbaycan’da Sacîler hanedanının hâkimiyetine son verildi. Onların yerini Deylemli Salarîler hanedanı aldı. Şirvanşahların Salarîlerden vasal bağımlılığı hakkında kaynaklarda bilgi verilmiştir. İbn Havkal'ın 955 yılında Müsafir Merzuban’a vergi veren krallıklar hakkında verdiği bilgi Şirvanşah Muhammed bin Yezid’in hâkimiyeti dönemine aittir. İbn Havkal’a göre, "Şirvanşah’ın (yani, Şirvan’ın) şahı ve hükümdarı Muhammed bin Ahmed Ezdi’ye" verilen tazminat bir milyon dirhem olarak söylenmiştir[32].
Derbent halkı 944 yılında Abdülmelik el-Haşimî’nin oğlu Emir Ahmed’e karşı isyan çıkardılar ve onu şehirden kovdular. Onlar Şirvanşah Ebu Tahir Yezid’e elçiler göndererek, onu el-Bab hâkimliğine davet ettiler. "Ebu Tahir Yezid oğlu Ahmed’i el-Bab’a gönderdi ve halk ona kendi emiri olarak sadakat yemini etti. Ahmed bir süre orada kaldıktan sonra halk onu kovup, Ahmed el-Haşimî’yi yeniden iktidara getirdi. Ebu Tahir Yezid el-Bab’ın etrafına saldırıp, oraları yağmaladı." Sasani İmparatorluğu döneminden itibaren geleneksel olarak Derbent’i kendi mirası sayan Şirvanşahlar bu iddiayla defalarca saldırıp orayı ele geçirmişlerdi. Ancak o dönemde Derbent’te zaten başka bir hanedan – Arap Halifeliği tarafından atanmış, Arap kökenli Haşimîler iktidardaydı[33].
Halifeler, Sasani döneminde olduğu gibi, sınır kenti olan Derbent’e büyük önem vererek, onu zengin Şirvan vilayetine aralıksız baskınlar düzenleyen Hazarlar, göçebe Türkler ve diğer halklardan savunmak amacıyla güçlendiriyorlardı. Derbent’teki Arap garnizonunun korunmasına büyük miktarda kaynak harcıyorlardı ve bu harcamaları ise petrol üretiminden büyük gelir elde eden Bakü’den ve tuz madenlerinden çıkarıyorlardı. Şirvanşahlar petrol kuyularının ve tuz madenlerinin gelirlerini toplamak için özel vergi toplayıcılar atamışlardı. Toplanan gelir, halifenin emriyle Derbent savunucularına ödül verilmek üzere oraya gönderiliyordu. "Derbentname"nin verdiği bilgiye göre halife Mütamid, 883 yılında Muhammed bin Ammar’ı o madenlerin başkanı olarak atamıştı ki, o, toplanan tüm geliri geçitleri koruyan askerlere dağıtmak üzere Derbent’e gönderecekti[34].
Eserini 943 yılında tamamlamış El-Mesudi bildirir ki, o dönemde Şirvan’ın hükümdarı 930 yılında aralarında çatışma olmuş damadı Abdülmelik bin Haşim’in ölümünden 939 yılı sonra Hursan, Vardan ve Derbent’i işgal eden Muhammed bin Yezid idi. Muhammed bin Yezid, tüm sayılan toprakları Şirvan ve Layzan’la birleştirmişti. Böylece, Muhammed bin Yezid’in hükümdarlığı döneminde Derbent, bir kez daha Şirvanşahlar Devleti’nin topraklarına katılmış, Haşimîler hanedanının iktidarına son verilmişti[35].
Kiev prensi Svyatoslav’ın 965 yılında Volga ve Kuzey Kafkasya seferi hakkında İbn Havkal’in 969 yılında verdiği bilgi de Ahmed bin Muhammed’in hükümdarlık dönemine denk gelir. İbn Havkal'in sözlerinden anlaşıldığına göre, Ruslar, Semender de dahil olmak üzere tüm Hazar topraklarını ele geçirmiş ve bir zamanlar güçlü olan Hazar Devleti muhtemelen bu sarsıntıdan sonra bir daha kendine gelememişti. Hazar Hakanlığı'ndan kaçanlar Abşeron ve Mangışlak yarımadalarında sığınacak yer bulmuşlardı. İbn Havkal’a göre bazı kaçaklar, Şirvanşah Muhammed bin Ahmed el-Ezdi’nin yardımıyla Hazar başkentlerine geri dönmeye başlamışlardı. Şirvanşah onlara kendi ordusu ve adamlarıyla yardım etmiştir[36].
Şirvanşah I. Ahmet Mezyed'in ölümünden sonra tahta oğlu Muhammed bin Ahmed çıktı. O, komşu feodallara karşı saldırgan bir politika izledi ve topraklarını birkaç şehri ilhak ederek genişletmeye çalıştı. 981-982 yıllarında, Gebele şehrini Emir Abdülberr Enbese’den alarak ele geçirdi. Yaklaşık 982 yılında Berde'yi boyun eğdirerek Musa bin Ali'yi valisi olarak atadı. Şirvanşah Ahmed aynı zamanda şehirlerini de güçlendirdi. Nitekim, 983 yılında Şabran'ın, askeri operasyonlar sonucunda yıkılan surlarını yeniden inşa ettirdi. 982 yılında büyükbabası II. Muhammed bin Yezid’in Lahıc’ı birleştirdiği Hursan ve Şirvan meliklikleri, Şirvanşah I. Ahmet Mezyed'in yerine tahta geçen Muhammed bin Ahmed’in mülkleri arasına katıldı[37].
Şirvanşah Muhammed bin Ahmed'in ölümünden sonra, yerine geçen kardeşi Yezid bin Ahmed, devletinin topraklarını ordusuyla genişletmeyi amaçlayan feodal iç savaşlar yürüttü. 992 yılında, Gebele'de Şirvanlılarla Şekililer arasında şiddetli bir savaş meydana geldi. Savaşta, Şirvanşah’ın veziri Museddin bin Hebeşi öldü ve onunla birlikte 400 seçkin Şirvan süvarisi hayatını kaybetti[38]. 999 yılında Şirvanşah Yezid, Gebele valisi Gürzül kalesinin sahibi Abdülberr Enbese ile savaştı ve kaleyi ele geçirdi. Aynı yıl, Rizkiye mülkünü ele geçirmek için Derbent valisi Leşkeri bin Meymun ile savaştı, ancak başarılı olamadı. Leşkari, Şabran'a bir sefer düzenledi. Ancak Şirvanlılar şehir kapılarında onlarla savaştılar. Derbent ordusu ağır bir yenilgi aldı ve savaşta Leşkari’nin kardeşi Ebu Nasr bin Meymun esir alındı. Şirvanşah onu hapsettirdi ve barış sağlandıktan sonra onu rehin tuttu. Hicri 391 (1001) yılında Leşkari'nin ölümünden sonra Derbent halkı Şirvanşah Yezid’den Ebu Nasr’ı emir olarak seçmeleri için serbest bırakılmasını talep etti. Ancak Yezid, kızı Ebu Nasr ile evlendirmek istemediğini bahane ederek bunu reddetti ve Ebu Nasr’ı ancak Derbent halkı Derbent ve Sull (Çul) kalelerinin inşasına (daha doğrusu, yeniden inşasına) izin verirlerse serbest bırakacağını şart koştu. Derbentliler bu teklifi reddettiler ve Yezid suçsuz olan Ebu Nasr’ı idam etti. Ebu Nasr, Şabran kalesinde hapsediliyordu ve Şirvanşah onu şehrin kapıları önünde defnettirdi. Bu olay 1002 yılında gerçekleşti. Derbent halkı Ebu Nasr’ın kardeşi Mansur'u emir olarak seçti. Şirvanşah, Derbent'i ele geçirmek için savaşa devam etti. Çatışmalar, bazen bir tarafın bazen diğer tarafın üstünlüğüyle devam etti. 1019 yılında, sınır bölgesi olan Derbent halkı emirleri Mansur'a karşı isyan ederek onu şehirden kovdular ve iktidarı Şirvanşah Yezid bin Ahmed'e teslim ettiler[39][40].
I. Yezîd’in hükümdarlık döneminde, Şirvanşah hanedanında ilk kaynaklarda yer almayan bazı olaylar meydana gelmiştir. Bu dönemden itibaren Şirvanşahların isimleri değişmiştir—Yezid bin Ahmed'den sonra Arap isimlerinden eski Sasani isimlerine dönüş başlamıştır. Şirvanşah Yezid bin Ahmed'in oğulları Anuşirvan ve Menüçehr olarak adlandırılmıştır. Zaten X. yüzyılın ilk yarısında, Mezyedi Şirvanşahlar, Sasani kökenli soylu ailelerle evlilik bağları kurmaya başlamış ve bu ailelerin kadın üyeleri eski gelenekleri canlandırmışlardır. El-Mesudi, 943 yılında Şirvanşah Muhammed bin Yezid’in Sasani Bahram Gur’un soyundan olduğunu belirtmiştir. Şirvanşahların Sasani Bahram Gur'un soylu soyundan olduklarını iddia etmeleri, büyük olasılıkla erken dönemlerde yerel hükümdarlardan biriyle, muhtemelen Sasani kökenli Şirvanşahlarla evlenmeleriyle açıklanmaktadır[41]. Hilafetin zayıflaması ve Şirvanşahların iktidarının güçlenmesiyle, "Hanedan yeniden canlandığında, nüfuzlarını soylu bir soyla ilişkilendirmeye ihtiyaç duymuşlardır ve bu nedenle, Şirvanşahların Sasanilerle akraba oldukları eski teori ortaya çıkmış, onların Arap kökenli Şeyban kabilesiyle ilişkileri ise arka plana itilmiştir..."
1030 yılında, Bakü yeniden otuz sekiz gemiyle gelen Rusların saldırısına uğradı. I. Menuçihr bin Yezid, onları Bakü yakınlarında karşıladı. Ruslarla yapılan çatışmada birçok Şirvanlı, bunlar arasında soylulardan Ahmed bin Hastekin de hayatını kaybetti. Ardından Ruslar, Kür Nehri’ni takip ederek Aras’a ulaştılar. I. Menuçihr, Rusların ilerleyişini durdurmaya çalışarak Aras Nehri'nin önüne bir baraj kurup ilerlemelerini engellemeye çalıştı. Ancak Ruslar, Şirvanşah’ın birliğini nehirde boğdular. Bununla birlikte, onların Aras Nehri boyunca ilerlemeleri durduruldu[42].
Kasım 1031 yılında, Ruslar yeniden Azerbaycan’a geldiler. Bu kez Şirvanşah’ın eniştesi olan Şeddadi hükümdarı Ebülfeth Musa bin el-Fazl bin Muhammed bin Şeddad Ruslara saldırdı. Bakü yakınlarında onlarla savaşıp düşmanı ülkeden çıkardı ve büyük bir kısmını katletti. "Tarih-i el-Bab"da, hicri 423 (1032) yılında Alanlar ve Serirler’in Ruslarla birlikte Şirvan'a saldırarak Yezidiyye'yi zorla ele geçirdikleri belirtilmiştir. Kaynakta, daha sonra Şirvan'ı yağmalayıp, esirlerle birlikte ülkelerine dönerken El-Bab'ın tahta kapılarına ulaştıkları, ancak sınır vilayetlerinin halkının Emir Mansur önderliğinde onlara saldırarak çoğunu yok edip Şirvan’dan yağmaladıkları her şeyi geri aldıkları anlatılmaktadır[43].
Feriburz bin Salar’ın hükümdarlığı döneminde, Şirvanşahlarla akraba olan Aran hükümdarları Şeddadilerle birçok savaş yaşanmıştır. Hicri takviminin 455 yılının Rebiülevvel ayında (Mart 1063), Aran hükümdarı Şavur bin Fazl, Şirvan’a saldırarak Kuylamiyan Kalesi’ni ele geçirdi ve oraya kendi garnizonunu yerleştirdi. Aynı yıl, Şirvan'a yeniden saldırarak ülkeyi harap etti, koyun ve sığır sürülerini ele geçirdi. Şavur, ona karşı çıkan Şirvan halkını katledip, soylulardan birçoğunu esir alarak mallarını yağmaladı. "Tarih-i el-Bab" daha sonra şu bilgiyi verir[44]: "Oradan ayrılan Şavur, Yezidiyye’nin kapıları önünde kamp kurdu, merhum Salar’ın karısını (haremini) yanına alarak Aran'a döndü. Ancak, hicri 455 yılının Receb ayında (Temmuz 1063) üçüncü kez Şirvan’a gelerek Sedun köyünde kaldı, ekinleri, çevredeki köy ve mülkleri yaktı." Hicri 456 yılının Muharrem ayında (Ocak 1064), Aran hükümdarı Ebülesvar Şavur bin el-Fazl, Şirvan'a yeniden saldırarak Sumanat, Kuhistan, Şabranı ele geçirdi. Şirvanlılar düşmanla savaşmak için sefere çıktılar ve savaşı kazandılar. Ebülesvar Şavur öldürüldü ve cesedi şehit edilen Şirvanlıların cesetlerinin üzerine bırakıldı. Kalan Şeddadiler ise Yezidiyye kapılarına kadar geri çekildiler[45].
1066 yılında Oğuzlar, ilk kez Şirvan'a sefer düzenleyerek yerleşim yerlerini yağmaladılar ve çok sayıda ganimet, insan, hayvan ve mal götürdüler. Şirvanşah I. Feribürz ibn Salar, Oğuzları Şirvan'dan çıkarmak için büyük bir tazminat ödemek zorunda kaldı[46]. H.459 yılı Muharrem ayının birinde (22 Kasım 1066), Oğuzların lideri Karatekin, Feribürz'ün kendisiyle ittifak kurmuş olan amcası Memlan ibn Yezid ile birlikte Şirvan'a ikinci kez saldırdı. Karatekin, Şamahı şehrini kuşatarak çevresindeki yerleri harap etti. Oradan Bakü'ye inen Karatekin, burada halkın büyük bir kısmını öldürdü, kadınları ve çocukları esir alarak, sürüleri de peşine takarak götürdü. Durum korkutucu bir hal aldığında Şirvanşah, 4000'den fazla kısraktan oluşan safkan at sürüsünü Mesget'e gönderdi. Karatekin'in birlikleri Bakü'den Şabran'a kadar karşılarına çıkan her şeyi yağmalayıp yıktılar. Oğuzlar dağlara çıkarak oradan Mesget üzerine saldırıya geçtiler. Daha sonra Karatekin tekrar Yezidiyye'yi kuşattı. Şirvanşah'ın durumu daha da ağırlaştı. Karatekin'e 2000 Türk savaşçısından oluşan bir takviye kuvvet ulaşmıştı. Türkler, Feribürz'ü kandırarak kaleden çıkarmaya zorlamaya çalıştı ancak başarılı olamadılar. Onlar nehri geçip topladıkları ganimetle birlikte ayrıldılar[47].
1067 yılının sonunda Selçuklu Sultanı Alp Arslan, Aran'a girdi. Büyük diplomatik yeteneğe sahip olan Şirvanşah I. Fariburz, değerli hediyelerle onun yanına giderek hizmetini (el-hediyye velhidme) teklif etti ve 1068 yılında onunla birlikte sefere çıktı. Şeddadi Fazl ibn Şavur,I. Fariburz'ü itaatle karşılayıp hazinesinin anahtarını ona teslim etti. Şirvanşah, sultanın nüfuzunu kişisel düşmanlarını cezalandırmak için kullandı. Haziran 1067’de Gebele'nin kapısında kunililer (muhtemelen burada yerleşmiş Hazarlar) tarafından öldürülen amcasının oğlu Leşkeristanın intikamını almak için Kuni üzerine saldırdı. Alp Arslan, 1068 yılında Gürcistan seferinden dönerken, Gence'den geçip Berde'ye giderken Derbent halkı, Şirvanşah'ın bazı şehir yöneticilerini tutuklamasından dolayı sultana şikâyette bulundu. I. Fariburz, bu yöneticilere karşı bağımsız yönetim sürdürmeye çalışan yöneticilere karşı mücadelesini sürdürüyordu. Sultan, onların serbest bırakılmasını emretti. Faribürz, onun emrini yerine getirdi. Ancak sultan, Şirvanşah ile ilişkisini değiştirdi ve onu hapse atma emri verdi. Bir süre sonra sultan, Şirvanşah'ı serbest bırakıp Şirvan'a gönderdi ve her yıl büyük bir miktarda haraç ödemeye zorladı[48].
Selçuklular, 11. yüzyılın ilk yarısının sonunda İran, Irak, Suriye, Güney Azerbaycan, Gürcistan ve diğer ülkeleri ele geçirmişlerdi. 11. yüzyılın son çeyreğinde Türk-Selçuklular, sadece Kafkasyada değil, tüm Yakın Doğu'da başlıca ve hâkim güç haline geldiler. Gürcü hükümdarı IV. Davit Kurucu, kızı Tamar'ı Şirvanşah'ın oğlu Menuçöhr'e vererek, Şirvanşahların şahsında Selçuklulara karşı mücadelede müttefik kazanıyordu. Şirvanşah Afridun, IV. Davit'in kızı Tamar'ı oğluna alarak, Selçuklu saldırı tehlikesi karşısında Gürcü hanedanı ile akrabalık ilişkileri kurmak gibi siyasi hedefler güdüyordu. Bu evlilikle, göründüğü gibi, Afridun, ayrıca askerî açıdan çok güçlü olan ve Şirvan için Gürcistan'dan daha az tehlike arz etmeyen Kıpçakları nötralize etmek ve kendi tarafına çekmek istiyordu[49].
Ancak sonradan Afridun, güç dengesini ve Selçukluların daha tehlikeli olduğunu görüp Gürcistan ile ittifakı bozdu ve Şirvanşahların hala I. Fariburz döneminden beri sürdürdüğü geleneksel politikayı, daha güçlü düşmana yönelme ve tehlike karşısında bekleme politikasını sürdürdü. Buna karşılık olarak IV. Davit, 1117'de Menuçihr'ün evlenmesinden kısa bir süre sonra Şirvan'a karşı saldırgan harekete başladı, oğlu Demetri, Şirvan'a saldırıp Kaladzor kalesini ele geçirdi, daha sonra 1120 yılında IV. Davit, Şirvan'a iki kez saldırarak Gebele'yi ve Azerbaycan'ın diğer şehirlerini yağmaladı. Afridun'un ölümünden sonra oğlu III. Menuçihr 'ün yönetimi döneminde durum değişti. Selçuklu sultanının koalisyon ordusu 1121 yılında Trialeti'deki Didgori savaşında mağlup edildikten ve IV. Davit 1122'de Tiflis'i ve Dmanisi'yi ele geçirdikten sonra, Menuçöhr sultandan uzaklaştı ve o dönemde çok güçlenmiş Gürcistan'ın tarafına geçti. Şirvanşah Menuçöhr'ün politikasının değişmesinde ve Selçuklu sultanının vasalı ve müttefiki olmaktan vazgeçmesinde, Şirvanşah'ın karısı- kocası üzerinde güçlü bir nüfuza sahip olan Gürcü prensesi Tamar ve onun Gürcü çevresinin büyük bir rolü olmuştur. "Türkler ve diğer Müslüman hükümdarlar Gürcistan'a karşı başarısız bir mücadele verirken, yeni Şirvanşah zaten Gürcistan'ın tarafında idi[50]. Bu nedenle, intikam amacıyla Gürcistan'a gelen sultan Mahmud önce Şirvanşah'ı cezalandırmak için Şirvan'a saldırdı."
1220 yılından itibaren tüm Yakın Doğu için yeni bir tehdit oluşturan Moğollar, Şirvan'ı da tehdit etmeye başlamışlardı. Moğollar, Azerbaycan ve Şirvan topraklarına ilk kez 1220-1221 yılında I. Gerşesb ibn I. Ferruhzad'ın yönetimi döneminde girdiler. Cebe Noyan ve Subutay Bahadur'un komutasındaki otuz bin kişilik Moğol ordusu, 1221 yılında Gürcü ordusunu mağlup edip Muğan'da kışladı, sonra ise Erdebil'e döndü ve şehri yıkarak ele geçirdi[51][52].
1221 yılında Tebriz, Serab, Beylegan, Gence ve Tiflis şehirlerine saldırdıktan sonra Moğolların bir sonraki hedefi Şirvan ve onun merkezi Şamahı şehri oldu. İbnü'l-Esîr (1160–1234), Moğolların şehri ele geçirmesi ve sakinlerinin kahramanca savunması hakkında ayrıntılı bilgi verir: "Tatarlar merdivenlerle şehrin duvarlarına tırmandılar, bazılarına göre ise çok sayıda deve, inek, koyun ve benzeri hayvanlar topladılar, ayrıca hem kendi taraftarlarından hem de düşman tarafından öldürülenleri üst üste yığarak, bir tepeye benzer bir şey oluşturdular, onun üzerine çıkıp şehir üzerinde hakimiyet kazandılar ve şehir halkıyla savaşa girdiler. Şirvanşah şehri terk etti. Moğollar şehre hâkim olduktan sonra halkı kılıçtan geçirdiler. Tüm erkekleri öldürdüler. Kılıçtan kaçan kadınları ve çocukları esir aldılar ve mallarını yağmaladılar." Şirvan, işgalciler tarafından harap edildi, başkent Şamahı'da dahil olmak üzere şehirler yok edildi, köyler yağmalandı, büyük insan kayıpları yaşandı, zengin ganimetler elde edildi. 1235 yılında Moğol ordusu ikinci kez Arran'a ve Şirvan'a saldırdı. Moğolların saldırısına karşı koyamayan şehirler, onlara teslim oldular. Gence'de olduğu gibi, halk bu şehirleri terk etti ve başkent dışında bir yere taşındı. 1236 yılında Moğolların Azerbaycan'a üçüncü saldırısı sırasında şehirler ve köyler tamamen yağmalandı, yıkıldı ve halkı öldürüldü. Moğollar, Şirvanşahı ülkenin hâkimi olarak tanıdılar ve Şirvanşah onlara yıllık olarak büyük bir vergi ödemekle yükümlü tutuldu[53][54].
1225 yılında, Celâleddin Harezmşah büyük bir ordu ile Güney Kafkasya ülkelerine saldırdı. Yetmiş bin kişilik Gürcü ordusunu darmadağın ederek onları kaçmaya zorladı ve ülkelerini harabeye çevirdi. Daha sonra Azerbaycan ve Gence’yi işgal etti. I. Ahsitan döneminden itibaren Harzemşahların artan gücünü fark eden Şirvanşahlar, onlarla dostane ilişkiler kurmaya çalışıyorlardı. Celâleddin Harezmşah’in babası Alaeddin Muhammed’in (1200–1220) Şirvan’a saldırısından korkan I. Gerşesb, Derbent’e kadar Şirvan şehirlerinin camilerinde sultanın onuruna hutbe okutulmasını emretti[55].
1226 yılında Tiflis seferinden dönen Celâleddin Harezmşah’in Şirvan’a saldırabileceğini düşünen Şirvanşah III. Fariburz, "Sultanın halısına ayak basmasının onun için bir onur olacağını, kaderin tersliğinden korunacağını, kötü günler için tedbir alacağını" düşünerek sultanın karargahına geldi. Şirvanşah, sultana 500, vezir Şeref el-Mülk’e ise 50 Türk atı hediye etti. Bağışın azlığından memnun kalmayan vezir, sultana Şirvanşah’ı tutuklamasını ve ülkesini sultanın komşu topraklarına katmasını tavsiye etti. Ancak sultan, vezirinin tavsiyesine rağmen Şirvanşah’a onursal bir kıyafet hediye etti ve ona "Hakimiyetinin onaylanması ve (hazine için) belirlenen miktarın yirmi bin dinar azaltılması" konusunda bir ferman verilmesini emretti. Şirvanşah da fermanın düzenlenmesi için vezire bin dinar hediye etti. Bu politikası ile Şirvanşah III. Fariburz, ülkesinin bağımsızlığını korumayı başardı[56].
1256 yılında Hülâgû Han, Güney Azerbaycan’da büyük bir devlet kurarak Moğol kökenli Hülagüler veya İlhanlılar hanedanını oluşturdu. İlhanlılar, Azerbaycan’ın doğal kaynaklar ve otlaklarla zengin olan kuzey bölgelerini işgal ettiler. Onlar, Cuci Hanedanı’nın bu bölgelerle ilgili iddialarını reddettiler ki, bu da Altın Orda ile İlhanlı Devleti arasında çatışmaya neden oldu. 1260 yılında Cuci Hanedanı'nın orduları Şamahı’ya yaklaştı. Ancak Hülâgû Han, onları yenilgiye uğratarak Derbent’i ele geçirdi ve kuzeye doğru ilerledi. Ancak Hülâgû Han, Terek Nehri yakınlarında Berke Han tarafından mağlup edilerek Derbent ve Şirvan’ı kaybetti[57].
1265 yılında Memlûk sultanı Berke Han, yeniden Şirvan’a saldırdı ve Kür Nehri’nin kıyısına kadar geldi, ancak bu sırada hastalanarak öldü. Yaklaşık yüz yıl süren askeri operasyonlar nedeniyle iki devlet arasındaki sınırlar sık sık değişti; bazen Derbent, bazen Bakü’nün yakınından geçti. Şirvan, bir vasal ülke olarak İlhanlılar Devleti'nin parçası oldu. Hülagü Han, 1258 yılında Şirvan ve Aran’ı ele geçirdiğinde, Bakü, Azerbaycan’da güçlenen İlhanlılar’ın hakimiyeti altına girdi. II. Aksitan, tam bir itaat göstererek Şirvan’ı yıkımdan kurtardı. İlhanlılar döneminde topraklarında vasal olarak hüküm süren Şirvanşahlar, kendi adlarına para basmaya devam etseler de artık gösterişli unvanlarını kullanmıyor, önce Moğol hanının adını anıyorlardı. Şirvanşahlar, İlhanlı hükümdarlarının tüm seferlerine düzensiz askeri birliklerle katılmak ve süzeranlarına karşı tüm yükümlülüklerini yerine getirmek zorundaydılar[58].
I. İzzeddin Keykâvus’un iktidar dönemi, 1294 yılına ve Argun’un oğlu I. İzzeddin Keykâvus’un iktidarının sonuna (1291–1295) denk gelir. Bu dönemde İlhanlı Devleti, ekonomik bir gerileme yaşadı. Hazine boşalmış, altın ve gümüş sikke yerine halk ayaklanmaları sonucu hızla kaldırılan "çao" adlı kâğıt para basılmıştı. Görünüşe göre bu durum Şirvan’a da etki etmişti. Çünkü kaynaklar, İlhanlı hükümdarı Gazan Han’ın 1297 yılında Şirvan ve Bakü’ye geldiğini bildirir. Fazlullah Reşideddin, Gazan Han’ın Tebriz’den hicri takvimin 697 yılının muharrem ayının 20’sinde (7 Kasım 1297) çıktığını belirtir. Gazan Han, yoldayken Emir Kutlugşah’ı Gürcistan’a gönderdi. Kutlugşah, ülkedeki ayaklanmayı bastırdı ve Gürcü hükümdarı David Vahtang’ın kardeşini Gazan Han’ın karargahına getirdi. "Devlet bayrakları Bakü’ye gönderildi ve Gazan Han birkaç gün sonra oraya ulaştı." Gazan Han’ın Bakü’ye seferi, Bibiheybet Türbesi’ni ziyaretle de bağlantılıydı. Çünkü o, iktidara geldikten sonra İslam’ı kabul etmiş ve Gazan Mahmud adını almıştı. Gazan Han ve varisi Olcaytu Han’ın döneminde yerel soyluların, bunlar arasında güçlenen Şirvanşahların hakları iade edildi. Yerel feodal soylular ile İlhanlılar Devleti temsilcileri arasında bir yakınlaşma meydana geldi. İlhanlıların devlet adamı veziri Reşideddin’in (1297–1318) mektuplaşmalarından anlaşılıyor ki, o, Şirvanşahlarla akraba olmuştur. Fazlullah Reşideddin, Tebriz şehrinden "Büyük Mevlâna Macid el-Din İsmail Fali’ye" yazdığı mektupta onu oğullarının düğününe davet ederek gelinlerinin seçkin ailelerden olduğunu belirtir, ayrıca oğlunun nişanlısının babasının Şirvanşah, "Derbent hükümdarı hanedanından olan Şabran ve Şamahı hükümdarıdır. Zaten, iki bin yıla yakın bir süredir taht onlara aittir ve onlar halen Derbent ve Şabran hükümdarlarıdır." Şirvanşah’a – "Şabran ve Şamahı hükümdarına" gönderdiği bir başka mektubunda Reşideddin onu çok nazik bir şekilde, saygıyla yeni bağı Fahtabad’a davet eder[59].
Huşeng bin Şirvan'ın 1382 yılında ölümünden sonra Şirvan feodalları, onun amcasının oğlu İbrahim bin Sultan Muhammed bin Keygubad'ı hükümdar olarak seçtiler. Müneccimbaşı'ya göre Şeyh İbrahim, Mezyediler hanedanına akraba olan Derbendi Şirvanşahları hanedanının ilk temsilcisidir. O ve babası Sultan Muhammed bin Keygubad, Kavus ve Huşeng'den çekinerek Şeki köylerinden birinde yaşıyorlardı. Şeyh İbrahim, devlet adamı zekasına sahip bilge bir hükümdardı. İbrahim, Yakın Doğu'da Teymur'un istilacı savaşlarıyla ilgili ağır dış siyasi olayların yaşandığı bir dönemde hüküm sürdü[60][61].
Bu dönemde Güney Azerbaycan'da ve diğer bölgelerde Celâyiriler hanedanından Sultan Ahmed hüküm sürüyordu. Kuzeyden Şirvan'ı, Kızıl Orda hanı Toktamış tehdit ediyordu. Teymur Azerbaycan'a saldırdığında, karşısına çıkan her şeyi yerle bir eden istilacı ordunun karşısında direnmenin zor olacağını anlayan, Şirvan'ın harap edileceğini ve halkının katledileceğini gören Şeyh İbrahim, Teymur'a itaat göstererek ona tabi oldu ve onun takdirini kazanarak Şirvan'ın hükümdarı olarak kaldı[62].
Emir Timur'un Azerbaycan'a seferlerinden sonra Şirvan, Timurlara bağımlı hale gelmişti. Ancak, Şirvanşah İbrahim, Emir Timur'un Azerbaycan yönetimini oğlu Miranşah'a devrettiği dönemde bile konumunu korumayı başardı. Timur'un vassalı olan İbrahim, onun adına sikke kestiriyordu[63]. 14. yüzyılın sonlarında Şirvan'ın bazı şehirlerinde — Bakü, Derbent, Şamahı, Güştesbi'de — Timur'un adına sikke basılıyordu. Timur, defalarca Azerbaycan'dan, Derbent'den geçerek Gürcistan'a ve kuzeye gitmiş ve bu seferlerde Şeyh İbrahim, Şirvan ordusuyla onu takip etmiştir. Kaynaklara göre, 1396 yılının baharında Heşterhan seferinden geri dönerken Timur, Derbent'e ulaştı. Timur'un tarihçisi Şeref ed-Din Ali Yezdi[64], Timur'un emriyle şehrin kale duvarlarının onarıldığını bildirir. "Dünyanın fatihi, cömert hükümdar Allah'ın yardımıyla Derbent'den geçti ve İçkale'nın onarılmasını emretti. Onun emriyle işe başlandı. Onun mutlu ve görkemli dönüş haberi dünyaya yayıldı."
Şeyh İbrahim, birkaç kez Şirvan'a saldırarak büyük yıkıma uğratan Toktamış’a karşı mücadelede Timur'a yardım ediyordu. Toktamış, 1387 yılında tekrar Şirvan'a girip Kür Nehri'ne ulaştığında, Timur emirlerinin liderliğinde bir ordu göndererek Şirvanşah'a yardım etti. Timur'un oğlu Miranşah, babasının ve Şirvanşah'ın ordularının yardımıyla Toktamış’ı mağlup etti, onu kaçmaya zorladı ve Derbent'den kovdu. Timur, 1395 yılında Derbent'den geçerek Toktamış üzerine sefere giderken Şeyh İbrahim, Şirvan ordusuyla onu takip ediyordu. Timur büyük bir zafer kazandı. Toktamış kaçtı. Kızıl Orda'nın toprakları, Timur'un orduları tarafından yağmalandı ve talan edildi[65].
1406 yılının baharında Ebu Bekir, Hoca Muhammed Devani ve Zeyneddin Gazvini'nin müvekkilleri, şehrin burçlarını ve tahkimatlarını onarmak için şehir halkından büyük miktarda para talep etmeleri nedeniyle Tebriz’de bir isyan patlak verdi. Bu sırada Timuri Ebu Bekir, Tebriz’i terk etmişti ve kardeşi Ömer ile savaşa dalmıştı. İsyanın başında şehir vergi memuru (şehrin baş vergi toplayıcısı) Şeyh Ehi Gassab ve zanaatkar atölyelerinin diğer reisleri duruyordu[66].
Bu sırada, Emir Bestam Ceyir'in Tebriz'de kargaşalar çıktığını öğrenip oraya gittiği haberi geldi. Olaylardan yararlanan Şeyh İbrahim de ordusuyla Tebriz'e doğru ilerledi. Teymurilerin boyunduruğundan kurtulmuş olan Şeyh İbrahim, ülkeyi tek bir devlette birleştirmek amacıyla Güney Azerbaycan'ı ilhak etmeye çalışıyordu. Bestam, 1406 yılının Nisan ayında Tebriz'e girdi. Bu durum, Bestam ile Şeyh İbrahim arasında düşmanlığa yol açtı. Bestam'ın yakın adamları, İbrahim'in gelişini duyup onun tarafına geçti. Şeyh İbrahim'in Tebriz'e geldiğini duyan Bestam, şehri terk ederek Erdebil'e çekildi. Ebu Bekir, Muhammed Devani ve Muhammed Keçeçi müvekkillerini Şirvanşah'ın ordugâhına göndererek itaate hazır olduklarını bildirdiler. Şirvanşah İbrahim, daha önce şehir halkından toplanan büyük miktarın geri verilmesini talep etti[67].
Şeyh İbrahim, mayıs ayı sonunda Tebriz'e girdi. Burada kendini adil ve bilge bir hükümdar olarak gösterdi. İbrahim, kısa sürede Uçan'a doğru yöneldi. Bu sırada, Celari sultanı Ahmed'in başına topladığı birçok yandaşla Azerbaycan'a geldiğini duyan Şirvanşah, emirlerini toplayıp şöyle dedi: "Biz bu yüce hanedanla (Celarilerle) uzun süre dostluk içinde olduk. Ülke (Azerbaycan) başsız kaldığından ve Azerbaycan, Sultan Ahmet'in atalarının ikametgâhı olduğundan biz buraya yalnızca zalimlerin tebaayı incittiği için geldik ve onları memurların zorbalığından kurtardık. Ancak şimdi evin gerçek sahibi geldiğine göre biz kendi ülkemize dönüyoruz." Sultan Ahmet, Haziran 1406 yılının ortasında Tebriz'e girdi[68].
Karakoyunlu Kara Yusuf ile çatışma içinde olan Celarili Sultan Ahmed, Tebriz’i terk etmeden önce Şirvanşah İbrahim’den yardım istedi ve o da hemen oğlu Keyumers Tebrizi’nin (bazı kaynaklarda Gövherşah olarak da geçer.) komutasında Şirvan askerlerini yardıma gönderdi. Sultan Ahmed’in yenildiği gün, Keyumers Tebriz çevresine ulaştı. Gece, Kara Yusuf’un ordusunun ani saldırısına uğradı ve esir alındı. Kara Yusuf’un emriyle Keyumers Erciş Kalesi’ne hapsedildi. Durumun böyle olduğunu gören Şirvanşah, oğlunun geri verilmesi için büyük bir miktar para teklif etti. Ancak Kara Yusuf, Keyumers’i ücretsiz serbest bıraktı ve ona, babası Şeyh İbrahim’e bağlı kalma talimatı verdi. Şirvanşah I İbrahim, oğlu Keyumers’in ihanete uğrayabileceğinden ve babasını devirip Kara Yusuf’a vassal olma konusunda anlaşma yapacağından şüphelenerek oğlunu idam ettirdi[68].
Keyûmers’in idam haberini alan Kara Yusuf, Tebriz’den çıkıp Karabağ’a geldi. Daha sonra Şeyh İbrahim’e bir elçi göndererek ona boyun eğmesini teklif etti. Bağımsızlığını kaybetmek istemeyen Şirvanşah İbrahim, Şirvan’da büyük bir ordu topladı ve Şeki hükümdarı Sidi Ahmed ve Gürcü hükümdarı II. Konstantin ile ittifak kurarak 12 bin süvari ile Kara Yusuf’un üzerine yürüdü. Tarihe Kür Savaşı olarak geçen bu savaş, hicri takvimin 815 yılı Şaban ayında (1412 6 Kasım – 4 Aralık arası) gerçekleşti. Şirvanşah’ın ordusu yenilip kaçtı. Savaşı Gürcü hükümdarı kendi ordusuyla sürdürdü. Kısa süre sonra müttefiklerin birleşik ordusu Kara Yusuf’un kuvvetleri tarafından kuşatılarak esir alındı. Şirvanşah İbrahim ve oğulları, maiyetleriyle birlikte zincire vurularak Tebriz’e gönderildi ve zindana atıldılar[68].
Tebriz’de Kara Yusuf, esir Şirvanşah İbrahim ile görüşmelere başladı. Ondan 1200 Irak tümeni, Şeyh Behlül’den 200 tümen ve Kadı Mevlâna Zahireddin’den 100 tümen fidye talep etti. Sonra Kara Yusuf, Şirvanşah’tan sarayda (muhtemelen Bakü’deki Şirvanşahlar Sarayı’nda) saklanan mücevher ve altınların kendi hazinesine getirilmesini istedi. Ancak bu sırada, Tebriz’in tüccar ve zanaatkar liderleri, başta Şeyh Ahi Kasap olmak üzere, Kara Yusuf’un divanına gelerek, eğer Kara Yusuf fidye yerine mal kabul etmeye razı olursa, Şirvanşah’ın fidyesini hemen ödemeye hazır olduklarını bildirdiler. kara Yusuf bu teklifi kabul etti ve Tebrizliler Kara Yusuf’un divanına 1200 tümen değerinde mal verdiler. Karşılığında Şeyh İbrahim, bu tutarı Şirvan divanından almak üzere Ahi Kasap ve tüccarlar adına senet verdi. Bunun ardından Kara Yusuf, İbrahim’i prangadan kurtarıp bir ziyafette yanına oturttu. Şirvanşah, Kara Yusuf’un vassallığını kabul etti ve ondan Şirvan bölgesini Şeki sınırlarından Derbent’e kadar tüm şehirlerle birlikte eskisi gibi yönetme yetkisini onaylayan bir ferman aldı[68][69].
Karakoyunlu Cihanşah Hakiki tarafından Azerbaycan’dan kovulan Safevi hanedanının varisi Şeyh Cüneyd, Akkoyunlu Uzun Hasan’ın derin sempatisini kazanmıştı. Hatta Uzun Hasan, kız kardeşi Hatice’yi Cüneyd ile evlendirmişti. Cüneyd, kendi devletini kurma amacıyla Azerbaycan’ın gelişmiş bölgelerinden biri olan Şirvan’ı ele geçirmeyi düşünüyordu[68]. Bu amaçla, seferleri boyunca çeşitli ülkelerden topladığı 10.000 destekçisi ile Şirvan’a saldırdı ve Şirvanşahlar tahtına sahip olmak için Şirvan’a hücum etti. Şirvan’daki Şii destekçileri de ona katıldılar. Çerkeslerle dini savaş, bu saldırı için bir bahane oldu[68]. Şeyh Cüneyd’in politikasını anlayan ve Tebersaranlılar tarafından kışkırtılan Şirvanşah I Halilullah, Karakoyunlu Cihanşah’ın yardımıyla büyük bir orduyla onun karşısına çıktı. 1460 yılında Samurçay’ın sol kıyısındaki Kıpçak köyü yakınlarında gerçekleşen çatışmada Cüneyd öldürüldü, müritleri ise yenildi. Bir rivayete göre, Şeyh Cüneyd esir alınıp Şirvanşah’ın emriyle idam edilmiş, başka kaynaklara göre ise savaş meydanında bir okla vurularak öldürülmüştür. Fazlullah ibn Ruzbihan Hunci’nin verdiği bilgilere göre, Cüneyd’in müritleri onun naaşını Samurçay’ın sağ kıyısına geçirerek Gülhan köyünde (bugünkü Kusar ilçesinin Hazra köyü) defnetmişlerdir[70].
Akkoyunlu Uzun Hasan, Şirvanşah I. Faruk Yaşar ve Safevi Şeyh Haydar ile müttefiklik ilişkilerini ömrünün sonuna kadar sürdürmüştü. Uzun Hasan’ın 1478 yılının Ramazan ayında ölümünden sonra da Şirvanşah’ın Akkoyunlu hanedanı ile ilişkileri değişmedi. Uzun Hasan’ın oğlu ve varisi Yakup Bey (1478-1490) yabancı düşmanlarla mücadelede Şirvanşah’ın dayanağıydı. O, I. Faruk Yaşar’ın Kaytak usmisi Adil Bey’in kız kardeşinden doğan kızı Gövher Sultan ile evlenmişti. Yakup Bey’in ondan Baysungur Mirza ve Murat Mirza adlı iki oğlu olmuştu. Şeyh Haydar’ın 1483’teki Şirvan seferinde de Yakup Bey, kayınpederi Şirvanşah I. Faruk Yaşar’a askeri yardım sağlamıştı[71].
1489 yılında kendi mührüyle onayladığı bir anlaşmada Şirvanşah I. Faruk Yaşar bir dizi vassal yükümlülük aldı. Ancak bir yıl sonra, Sultan Yakup 1490’da öldüğünde yerine geçen oğlu ve varisi, Şirvanşah’ın torunu Baysungur, büyükbabasının etkisi altına girdi ve Şirvan devleti yeniden bağımsız oldu. Baysungur Mirza (1490-1492) Tebriz’de tahta çıktığında büyükbabası I. Faruk Yaşar’dan yardım istedi ve kısa süren hükümdarlığından sonra Maksud Bey’in oğlu, Uzun Hasan’ın torunu Rüstem Bey tarafından kovularak Şirvan’a, Şirvanşah’ın yanına kaçtı. Baysungur Mirza, I. Faruk Yaşar’ın ve Şirvan ordusunun yardımıyla haklarını geri almaya çalışsa da, H.898 (1492-1493) yılında Berde ile Gence arasında Rüstem Bey ile yaptığı savaşta hayatını kaybetti[72].
Dayısı Uzun Hasan’ın desteğiyle müridler ve sufiler üzerinde nüfuzunu güçlendiren Safevi Şeyh Haydar, babası Şeyh Cüneyd’in politikasını takip ederek Şirvan’ı ele geçirmeye çalıştı. O, Şirvanşah’tan Şeyh Cüneyd’in ölümünün intikamını almak isteyerek “kafir” Çerkeslere karşı savaş bahanesiyle 10.000 süvari topladı ve Sultan Yakup’tan Şirvanşah I. Faruk Yaşar’a mektup götürüp, Şirvanşahlar devletinin sınırlarına dahil olan Derbent’ten geçerek Dağıstan’a, Çerkesler ülkesine gitmek için izin alıp sefere çıktı. Orayı yağmalayıp çok sayıda esir aldı ve zaferle Erdebil’e döndü. 1487 yılında Çerkesler üzerine ikinci bir saldırı düzenleyen Şeyh Haydar, 6.000 esir alarak aynı yolla Erdebil’e döndü. 1488 yılında, Çerkesler üzerine üçüncü bir sefer için izin almak üzere annesi Hatice Hatun’u Sultan Yakup’un sarayına gönderdi. Sultan Yakup, Şirvanşah Ferruh Yasar’a Şeyh Haydar’a izin vermesini ve ona yardım etmesini emretti. Ancak I. Faruk Yaşar, Haydar’ın babası Şeyh Cüneyd’in Şirvan’daki saldırısını ve Çerkesler üzerine yürümesini hatırlayarak, yardım sözü verdi ancak Şeyh Haydar’ın ordusunu Şirvan topraklarına sokmadı. Ancak Şeyh Haydar bu emri dikkate almayarak Derbent’ten geçip Dağıstan’a gitti. Geri dönerken ise Şirvan’ı ele geçirmek amacıyla Bakü’ye yöneldi[73].
I. Faruk Yaşar, Şirvan’daki halkı korumak için Sultan Yakup’tan yardım istedi. Sultan Yakup, Şirvanşah’a Sufi ordusuna karşı savaşması için Araz’a kadar bir ordu gönderdi. Samurçay vadisindeki Gilgilçay sahasında iki ordunun kuvvetleri arasında şiddetli bir savaş oldu. Safeviler bu savaşta yenildi ve Şeyh Haydar öldürüldü. Onun cesedi, Ferruh Yasar tarafından müritleri arasında kargaşa çıkmasın diye Erdebil’e gömülmek üzere gönderildi.
1500 yılında, Şah İsmail’in kışladığı Erzincan'da düzenlenen kızılbaş emirlerinin toplantısında, Safevilerin miras düşmanı olan Şirvanşah I. Faruk Yaşar’a karşı savaş başlatılması kararlaştırıldı. Babası ve dedesi Şirvanşahlar tarafından öldürülen İsmail, onların intikamını almak amacıyla emirlerinin Kafkasya’ya birkaç baskın düzenlemesinden sonra 1500 yılında I. Faruk Yaşar’a karşı 7 bin kızılbaşla harekete geçti. Ancak İsmail, Şamahı’ya girdiğinde, tüm halkın şehri terk ederek dağlara saklandığını, Şirvanşah Faruk Yaşar’ın ise Gebele Kalesi’ne çekildiğini öğrendi. İsmail, Gebele’ye saldırmayı planlarken,I. Faruk Yaşar’ın Gülüstan Kalesi'ne yöneldiğini duydu. Ancak Şirvanşah kaleye ulaşamadan, İsmail kızılbaş ordusuyla Cabanı adı verilen yerde onu yakaladı. 1500 yılı sonbaharında burada Şirvanşah ve Şirvanlılar için felaketle sonuçlanan en kanlı savaşlardan biri meydana geldi[74].
Bütün askerleri mağlup olup kaçtığında ve komutanları savaş alanında öldüğünde, yalnız kalan Şirvanşah, atıyla Buğrut Kalesi’ne doğru kaçmaya başladı, ancak Gülüstan Kalesi yakınlarında bir kızılbaş birliği tarafından yakalandı. Kızılbaşlar, Şirvanşah’ı tanımadan onu attan düşürdüler ve silahını aldılar. Hüseyin Bey Lele'nin komutasındaki kızılbaşlardan biri, I. Faruk Yaşar'ın atından çekip düşürülen binicisi Şahgeldi Ağa'nın başını keserek İsmail'e getirdi. Esir alınan Şirvanlılar,I. Faruk Yaşar'ın cesedini tanıyıp onu defnettiler[74].
Çabani Meydan Muharebesi'ndan sonra İsmail’in emriyle komutanlardan Muhammed Han Ustaclu ve İlyas Bey Aykutoğlu Hunuslu, ordularıyla birlikte Bakü Kalesi'ni fethetmeye gönderildiler. O dönemde Bakü, Mahmudabad ve Salyan’ın hâkimi, Ferruh Yasar’ın oğlu Kazı Bey’di. İsmail’in seferi sırasında Kazı Bey Bakü’de olmadığı için Bakü Kalesi’nin savunmasını eşi üstlendi. Uzun süre direndikten sonra Bakü Kalesi fethedildi. Hülefa Bey, Bakü'nün önde gelen sakinlerini yanına aldı, sarayda birçok altın ele geçirdi ve Şirvanşahların tüm servetini, Bakülülerden aldığı değerli hediyelerle birlikte İsmail’e gönderdi. Hasan Rumlu'nun bildirdiğine göre, kızılbaşlar Şirvanşah Mirza Halilullah'ın cenazesinin kalıntılarını bulup yaktılar. Hasan Bey Rumlu ve Hondemir'in bilgilerine göre, İsmail, Şeyh Cüneyd'in öldürülmesinde rol alanların mezarlarını kazdırıp, kemiklerini yakmalarını emretti. Kızılbaşlar, Şirvan'ı terk ederken Safevilerin temsilcilerini bıraktılar. İsmail, dadısı Hüseyin Bey Lale Şamluyu Şirvan'a vali olarak atadı, o da yerine dizgin tutucusu Şahgeldi Ağa'yı bıraktı[74][75].
Sara Aşurbeyli’ye göre, Sultan Mahmud’un öldürülmesinden sonra Şeyhşah (I. İbrahim), Şirvan tahtında yalnızca Şah İsmail’in üstünlüğünü kabul etmek ve onun adına para bastırmakla güçlenebilmişti[76]. Ancak Şirvanşah I. İbrahim, Şirvan’ı bağımsız bir şekilde yönetme fikrinden vazgeçmemişti. Şah İsmail’in 1507-1508 yılında Zülgaderler kabilesinin isyanını bastırmak için Maraş vilayetine sefer düzenlemesini fırsat bilen Şeyhşah, İsmail’e ödemesi gereken haraçtan kaçındı ve onun elçilerine saygısızlık yaptı. 1507 yılından itibaren Şeyhşah yeniden kendi adına sikke bastırmaya başladı[77].
Şah İsmail, Şeyhşah'ın haraç vermek istememesi nedeniyle 1509 yılının sonlarında ikinci kez Şirvan’a sefer düzenledi. Kür Nehri’ne ulaşıp onu köprülerle geçtikten sonra, Şeyhşah, kuvvetlerin dengesizliğini fark edip Buğurt Kalesi’ne çekildi. İsmail, emirlerini Şamaxı’yı ele geçirmeleri için gönderdi, kendisi ise ordusunun bir kısmıyla Bakü’ye yöneldi. Bakü Kalesi’nin komutanı, hediyelerle şahın karargahına gelerek bağlılık gösterdi ve şehrin anahtarlarını teslim etti. İsmail, Bakü’den Şabran’a geçti. Bu bölgenin valisi ve diğer Şirvan kalelerinin yöneticileri de şahın huzuruna çıkarak sadakatlerini bildirdiler ve bunun karşılığında ödüller ve onurlu giysiler aldılar. Şah, bu kalelerin yönetimini Lele Bey Şamlu'ya devretti[74].
Bakü'nün fethinden sonra İsmail, Derbend'e yaklaştı. Derbend'in sağlam surlarına güvenen emirler Yar Ahmed Ağa ve Muhammed Bey, başlangıçta direnmeye niyetlenseler de kısa sürede kaleyi teslim ettiler. Şah, Mansur Bey'i Derbend'in hâkimi olarak atadı. İsmail, Şeyh Haydar'ın 22 yıl Tabarsaran'da kalan naaşının kalıntılarını Erdebil'e taşıyıp aile türbesine defnedilmesini emretti. Şirvan seferinden sonra Şeyhşah, Şah İsmail'in zaferlerini ve başarılarını görerek ona yakınlaşma kararı aldı ve haraç ödemeyi kabul etti[74].
Şah İsmail 1510-1511 yılında Horasan'da Şeybek Han’a galip geldiğinde, Şeyhşah (I. İbrahim), diğer yöneticiler gibi, İsmail’in sarayına elçilik göndererek onu tebrik etti. O andan itibaren Şah İsmail ile dostluk ilişkileri devam etti. 1518 yılında Şahzade Sam Mirza'nın doğumu büyük bir coşkuyla kutlandığında, Şah İsmail emirleri Mirza Şah Hüseyin ve Cemaleddin Muhammed'i Şirvan'a gönderdi. Onlar Şirvanşah'a, İsmail'in ona iyi niyet beslediğine dair güvence verdiler ve onu Tebriz'e davet ettiler. Şeyhşah, cevaben, İsmail'e cins atlar, Berde katırları, Türk ve Avrupa kumaşları, çok miktarda para ve mücevher gönderdi ve oğlunu Safevi sarayına yollamayı, eğer şah emrederse kendisinin de şahsen gelmeyi vadetti[74].
Şirvanşah, söz verdiği gibi oğlu Sultan Halil’i kıymetli hediyelerle birlikte Tebriz'e, İsmail’in sarayına gönderdi ve dostluk ilişkilerini daha da pekiştirmek amacıyla şahın kızını oğluna istedi. Bu teklif kabul edildi ve İsmail, kızı Perihan Hanım'ı Şirvanşah’ın oğlu Sultan Halil’e nişanladı. 1523 yılında Şah İsmail, Şirvanşah Şeyhşah’ın kızıyla evlenmek istediğini bildirdi. Bu amaçla Emir Celaleddin Muhammed ve Demir Bey'i kıymetli hediyelerle Şamahı’ya gönderdi. Bu teklifi son derece memnuniyetle karşılayan I. İbrahim, şahın elçilerini büyük bir saygıyla kabul edip, kızını onlarla birlikte şaha gönderdi. Hicri takvimin 929 yılının Zilhicce ayının 25'inde (5 Kasım 1523) Tebriz yakınlarında Şah İsmail ile Şirvanşah’ın kızının görkemli düğünü yapıldı[74].
Şirvanşah Şahruh, yönetime geldiği dönemde Osmanlı hanedanı ile iletişime geçerek I. Süleyman'a mektup gönderdi ve ona sadık olduğunu bildirdi[76]. Şirvanşah Şahruh'a karşı isyanların patlak verdiği bir dönemde, Şirvan'ı uzun süredir Safeviler devletine katma düşüncesinde olan Şah I. Tahmasb, bu durumu uygun bir bahane olarak değerlendirdi. 1538 yılının baharında Elkas Mirza, Gorçubaşı Padar’ın eşliğinde Kür Nehri’ni geçti, Şirvan’a girerek, 300 kişilik bir garnizonla birlikte Surhab ve Gebele kalelerini ele geçirdi. Ardından, Şirvan'ın en görkemli kalesi olan Gülüstan’ı kuşattılar. Aynı zamanda Buğurt Kalesi de kuşatma altına alındı. Şirvanşah Şahruh, Buğurt Kalesi’nde dokuz ay boyunca direndi. Cenabi'ye göre, Buğurt’a gelen Şah Tahmasb, adamlarını Şahruh'un yanına göndererek, ona güvence, büyük ikta (toprak mülkiyeti) ve çeşitli hediyeler verileceğini vaat etti, ancak bunların hepsi yalan çıktı. Ardından şah, Şamahı'nın tüm komutanlarına ve yöneticilerine her türlü nimetler vaat ederek onları aldatıp ihanet etti. Şehirdeki yüksek rütbeli sakinlerden zorla büyük miktarda para topladı ve ardından birçoğunun idam edilmesini emretti. Ertesi gün Şahruh, Hüseyin Bey, Muhammed Bey ve Şirvan emirleri hediyelerle birlikte Şah Tahmasb’ın huzuruna geldiler ve saraylarının ve hazinelerinin anahtarlarını itaatle şahın vekillerine teslim ettiler. Şirvanşahların 13. yüzyıldan beri Buğurt Kalesi’nde saklanan hazinesine I. Tahmasb sahip oldu[76].
Buğurt Kalesi'nin düşmesinin ardından, Şahruh, Hüseyin Bey ve Muhammed Bey hapsedildi. Buğurt Kalesi’nin yıkılması emredildi. Hicri takvimin 945 yılı Cemadiyülevvel ayının üçüncü günü (27 Eylül 1538) cuma günü, Gülüstan Kalesi'nin komutanı Neymetullah Bey, şahın huzuruna gelerek kaleyi ona teslim etti. Ayın on yedinci günü Hüseyin Bey Lele idam edildi[76]. Şah Tahmasb, Şirvan'ı ikta olarak kardeşi Elkas Mirza’ya verdi, Şirvanşah Şahruh'u da köle gibi zincirle bağlayarak yanına aldı ve Tebriz’e döndü. 1539 yılında onu gizlice idam ettirdi, “onun hayatı şahın emriyle son buldu.” Tahmasib, Şirvan'ı ele geçirdikten sonra Şirvanşahlar hanedanının devrildiğini ilan etti ve Şirvan'ı Safeviler devletine dahil etti. Ülke, şahın kardeşi beğlerbeyi Elkas Mirza'nın yönettiği bir vilayet haline geldi. Şirvan'ın neredeyse tüm soyluları yok edildi, toprakları ise Kızılbaş aşiretlerinin başkanlarına, emirlere dağıtıldı[76].
Arkeolojik kazılar, politeizme bağlı inançların bütünü olarak pagan düşüncelerinin köklerinin Şirvan'da çok eski zamanlara dayandığını göstermektedir. Doğu halkları arasında yaygın olan dört ana unsurdan biri olarak ateşe tapınma, ateşperestlik Şirvan bölgesinde geniş bir şekilde yayılmıştır. Ateşperest tapınakları olan ateşgahlar Bakü, Şamahı ve Gebele'de inşa edilmiştir. Ateşperestlikle ilgili olan Zerdüştlük dini de Şirvan'da yayılmıştır[78].
Zerdüşt inançlarında ateş önemli bir yer tutuyordu ve bu yüzden Zerdüştleri çoğu zaman ateşperest olarak kabul ederler. Zerdüştler, ölülerin cesetlerini kirli saydıkları için toprağa gömmez, dağlarda hazırladıkları özel yerlerde bırakırlardı ki, vahşi hayvanlar yesin. Ancak bu aşamadan sonra temizlenmiş kemikler toplanıp defnedilirdi. Azerbaycan topraklarında Derbent'e kadar Zerdüştlük, Sasanilerin askeri-siyasi başarıları sayesinde yayılmıştır[76].
I. yüzyıldan itibaren Şirvan'da Hristiyanlık yayılmaya başlamış, III. yüzyılda devlet dini seviyesine yükselmiştir. VII. yüzyılın başlarında Arap Yarımadası'nda ortaya çıkan İslam, hızla dünyanın büyük bir kısmına yayılmayı başarmıştır. Şirvan, Araplar tarafından fethedildi ve bölgede İslam yayılmaya başladı. Pagan dinleri, Zerdüştlük, Hristiyanlık önemini yitirmiş, Yahudilik ise varlığını korumaya devam etmiştir[76].
VIII. yüzyılın başlarından itibaren Batı İran ve Irak'ta Büveyhilerin iktidara gelmesiyle mutedil Şiilik Azerbaycan'da yayılmaya başlamış ve Derbent'e kadar ulaşmıştır. Sünni Hanefi ve Şii mezhepleri baskın mezhepler olmuş, tasavvuf da çok sayıda takipçi bulmuştur. Bu dönemin en güzel sufi yapılarından biri, Şirvan'daki Pirsaat çayı üzerindeki hanegahtır. Selçuklular döneminde Sünnilik bölgede güçlenmiş, Şiiliğin pozisyonları zayıflamıştır. Sufi tarikatları yaygınlaşmış, Moğol istilaları döneminde tasavvuf genişlemiş, Hurufilik güçlenmiştir. Hurufiliğin kurucusu Fazlullah Naimi'dir. Ebülhasan Aliyül-Ala ve şair Nesimi, Hurufiliğin en tanınmış temsilcileri olarak ün kazanmışlardır. Bu dönemde sufi Halvetiye tarikatının ikinci piri Seyid Yahya Bakuvi Şirvan'da oldukça ünlü olmuştur[76].
Şirvanşahların hüküm süren sülaleleri Sünni Müslüman olmuşlardır. Ancak halk arasında İslam dini ile birlikte Hristiyanlık, Yahudilik ve Zerdüştlük gibi diğer dinler de az miktarda olsa bile yaygınlaşmıştır. Şirvanşahlar, Şirvan'da dini yapıların—Navahı köyü yakınlarındaki Pirsaatçay hanegahı, Bakü yakınlarındaki Bibiheybet türbesi, Şamahı yakınlarındaki Göyler köyündeki Madekani piri vb.—inşasına ve süslenmesine büyük önem vermişlerdir. Osmanlı ve Akkoyunlu sultanları gibi Şirvanşahlar da tasavvufa özel ilgi göstermiş, sufi şeyhlerini himaye etmişlerdir. Özellikle I. İbrahim ve I. Halilullah'ın bu alandaki faaliyetleri hakkında tarihi kaynaklarda birçok bilgi bulunmaktadır. Bu Şirvanşahlardan ilkinin Hurufi, ikincisinin ise Halveti hanegahlarına bağlı olduğunu düşünen araştırmacılar da vardır. Safeviler dönemi boyunca bölgede Şiilik yayılmaya başlamıştır[76].
XI-XIII yüzyıllarda, tüm Yakın Doğu'da olduğu gibi, Şirvan'da da şiir yüksek bir düzeye ulaşmıştı. Edebiyatta, özellikle şiirde Farsça, Arapçayı neredeyse tamamen bastırarak üstün bir yer tutmuştu. Şairler, Farsça ve Arapçanın yanı sıra Türkçe de eserler yazıyorlardı. XIII. yüzyılın sonlarında, şair İzzeddin Hasanoğlu, Azerbaycan dilinde ve Farsça yazdığı lirik şiirleriyle ün kazandı. İzzeddin Hasanoğlu’nun çağdaşı, Bakülü şair Nasır’ın (XIV yüzyılın başları) Bakülüleri bir dizi vergiden muaf tutan ve şehrin imarına yönelik fermanlar çıkaran Muhammed Hudabende Olcaytu'ya ithaf edilmiş Azerbaycanca bir muhammesi de günümüze ulaşmıştır[79].
Orta Çağ Azerbaycan şiirinin ana türleri, tüm Yakın ve Orta Doğu'da olduğu gibi kaside, gazel ve rubai idi. Şahları ve feodalları öven görkemli kaside, Şirvan'ın saray şairleri arasında moda idi. Kaynaklar, XI. yüzyılın sonlarında Şirvanşah I Fariburz'ün sarayında Şirvanşah'a Arapça methiyeler yazan şairlerin toplandığını bildiriyor. Arap şairi el-Gazzi'nin Azerbaycan ve Aran'da yazdığı şiirler, burada Arapça şiirin geleneksel türlerinin geniş bir şekilde yayıldığını gösteren bir edebi ortamın var olduğunu ortaya koyuyor. El-Gazzi'nin Şirvanşah I Fariburz'un cimriliğini ve diğer kusurlarını hicvettiği zarif bir edebi tarzda yazılmış hicvi günümüze ulaşmıştır. Büyük olasılıkla, el-Gazzi, Feribürz kendisinin methiyelerini dinlemek istemediğinde Şirvan'ı terk ettikten sonra bu hicvi yazmıştır[80].
XII. yüzyılda klasik Azerbaycan şiirinde lirik türlerin yanı sıra, büyük Azerbaycan şairi Nizâmî-i Gencevî'nin kaleminden çıkmış güzel epik eserler de meydana gelmiştir. Nizami'nin eserlerinden bazıları Şirvanşahların (I Ahsitan'ın) adıyla ilgilidir. XI. yüzyılın başlarından itibaren, Aran bölgesi ve Şirvan da dahil olmak üzere Azerbaycan'da Farsça yazan bir nesil önemli saray şairi ortaya çıkmıştır. Ana poetik tür olan kaside ile birlikte, hümanist dünyevi şiir de gelişiyordu. Bu türün parlak bir temsilcisi, XII. yüzyılın büyük şairi ve dünya edebiyatının devlerinden biri olan Nizami Gencevi idi. Kaynaklara göre, şair sufi çevreleri ve ahi teşkilatı ile bağlantı kurmuştur. O, Arapça ve özellikle Farsçayı mükemmel derecede biliyordu. Nizami, Ahsitan'ı "divan sahibi" olarak anar, şairin kendi lirik şiir derlemesini ona sunduğu tahmin edilmektedir[81].
Nizami, aşk konusuna adanmış üçüncü mesnevisi "Leyla ve Mecnun"’u, I Ahsitan'ın siparişiyle yazmıştır. Ahsitan'ın bu talebi, Nizami'nin Farsçanın yanı sıra Azerbaycan-Türk dilinde de şiirler yazdığını varsaymayı mümkün kılar. Nizami, mesneviyi 4 ayda yazmış ve onu 24 Eylül 1188'de tamamlamıştır. Nizami'nin mesnevisi tüm Doğu'da büyük bir başarı kazanarak ünlü olmuştur. "Leyli ve Mecnun" mesnevisi, XII. yüzyıl romantik Azerbaycan şiirinin zirvesi ve aşk hakkında en muhteşem eserlerden biridir. Büyük şairler Nizami ve Hakani'nin, Azerbaycan halkının kültürünü, tarihini ve yaşam tarzını yansıtan eserleri, XII. yüzyıl Azerbaycan edebiyatının en yüksek zirvesi ve onun "Altın çağı"dır. O dönemde edebiyatın ve bilimin gelişimi tek yönlü değildi. Bu, Orta Çağ Azerbaycan toplumunda kültürel yükselişin bir parçasıydı. XV. yüzyılda yaşamış Yahudi sözlükbilimci Moisey ben Aaron da Şirvanşahlar devletinde yaşayıp yaratmıştır[82].
X. yüzyılın ikinci yarısı- XI. yüzyılın ilk yarısında, ilk Azerbaycan'da sufi şair ve filozoflarından biri olan, günümüze ulaşan en eski sufi divanının yazarı olarak bilinen ibni Bakuye veya Baba Kuhi mahlaslarıyla tanınmış Ebu Abdullah Ali bin Muhammed Şirazi idi. XII. yüzyılda, Şirvanşahlar III. Menuçehr ve I Ahsitan'ın sarayında Azerbaycan'ın Farsça şiir okulu ortaya çıkmıştı. Bu okulun başında şairlerin meliki (şairlerin kralı) Nizameddin Ebülüla Gencevi duruyordu. Saray şairi olan Ebülüla Gəncəvi, aynı zamanda Şirvanşah'ın özel danışmanlarının başıydı. Genceli olan Ebülüla, XI. yüzyılın son çeyreğinde orada doğmuş, eğitim almıştı. O, Şirvan'ın ünlü şairleri Feleki ve Hakani'nin hocasıydı[83].
Şirvan'ın diğer yetenekli bir şairi olan İzzeddin Şirvani hakkında çok az bilgi vardır. Sadece onun Ebülüla ve Hakani'nin çağdaşı olduğu ve onlarla görüştüğü bilinmektedir. Şiirlerinden günümüze ulaşan bir yarım kalmış kasidesi ve bir rubaisi, onun şiirinin güzelliği ve zarifliğinden bahseder[84].
Şirvan okulunun ünlü şairlerinden biri de Ebülüla'nın öğrencisi Ebu Nizam Muhammed Feleki Şirvani'dir (1108-1145). Feleki, Şamahı'da doğmuştur. O, arkadaşı Hakanî'nin yardımıyla Şirvanşahlar sarayına gelmiş, burada III. Menuçehr'ü Şirvan'da imar ve kültürel gelişim için çok şey yapmış akıllı bir hükümdar olarak öven kasideler yazmaya başlamıştır[85].
XII. yüzyılda, Şirvanşahlar'ın saray şairlerinin en önde geleni Efdaleddin İbrahim Ali oğlu Hākānī Şirvānī idi (h.515–595, 1121/2–1199). Hakanî, Şamaxı yakınlarındaki Melhem köyünde marangoz Ali'nin ailesinde doğmuştur. Hakani, son derece cilalanmış bir şiir tekniği ve büyüleyici bir sanatkârlığa sahip bir şair olarak ünlüdür. O dönemin en eğitimli kişilerinden biri olan Hakani, Arapça, felsefe, ilahiyat, tıp ve edebiyatı öğrenmiştir. Ona eğitim veren amcası hekim və alim Kafieddin Ömer'dir. Hakani'nin parlak poetik yeteneği erken yaşlarda ortaya çıkmış ve büyük bir koruyucu olan Şirvanşah III Menuçehr'ün saray şairleri arasına onu dahil eden hocası Ebülüla Gencevi'nin etkisi altında tam olarak şekillenmiştir. 1157-1158 yılında hacdan dönen Hakani, Azerbaycan edebiyatında mesnevi türünde yazılmış ilk eser olarak kabul edilen, tek eseri "Töhfetül-İrakeyn"i tamamlamıştır. Hakani'nin eserleri sadece Azerbaycan şiirine değil, Yakın Doğu'nun tüm Farsça şiirine büyük bir etki yapmıştır[86].
Ülkede sanatsal kültürün genel yükselişi ile birlikte, uygulamalı sanatlar da önemli ölçüde gelişti. Sanat eseri seviyesinde olan bir dizi sanatsal zanaat ürünü – Şamahı ve Şeki'nin ipek kumaşları, metal kapları ve mücevheratları, Beylegan'ın göz alıcı sırlı seramikleri, Şirvan'ın çeşitli şehirlerinde üretilen güzel desenli halılar ve diğer sanat objeleri Yakın Doğu ülkelerine ihraç ediliyordu. Ermitaj'ın zengin koleksiyonu içinde bronzdan dökülmüş Şirvan ibrik heykel grubu dikkat çekmektedir. Bu zarif su kabı, bir buzağını emziren kambur bir inek figüründen oluşmaktadır. İneğin sırtına atlayıp onu parçalamaya çalışan bir aslan ise tutma yeri görevini görmektedir. Kap, gümüş kakmalarla süslenmiş, bitkisel motifler, insan ve hayvan figürleriyle bezeli kenarlara sahiptir. İneğin boynundaki kitabede şu yazı bulunur: "Bu inek, buzağı ve aslan figürlerinin üçü de tek parça olarak dökülmüştür..." Kitabede sipariş verenin, sahibinin ve sanatçının – Ali bin Muhammed bin Abdul Kasım – adları geçmekte ve 1206 yılı Muharrem ayı tarihi belirtilmektedir. Son derece etkileyici, dinamik ve özgün olan bu heykelcik, yaratıcısının yüksek sanatsal zanaatkarlığını göstermektedir[87].
Şirvanşahlar sarayında XII. yüzyıla tarihlenen tabakadan bir kuyuda sanatsal açıdan özgün şekilde işlenmiş bronz bir lamba bulunmuştur. Lamba, bir süvari, bir ata saldıran yırtıcı bir hayvan, iki öküz başı, kedigiller familyasından on dört büyük yırtıcı hayvan başı, iki kabartmalı insan yüzü ve diğer detaylarla süslenmiştir. Lambanın uzunluğu 18 cm, yüksekliği ise yaklaşık 8,5 cm'dir. Eritilmiş mum tekniği kullanılarak yapılmıştır. Sanatsal zanaatkarlık türlerinden biri de sırlı seramiktir. Araştırmacılar, Beylegan seramiğinin güzelliğini, belirgin özgünlüğünü ve orijinalliğini, ayrıca Beylegan çömlekçilerinin, özellikle XI-XIII. yüzyılların ilk çeyreğinde uygulamalı sanat alanında yüksek bir seviyeye ulaştıklarını belirtmektedirler. XII. yüzyıla ait ustalıkla işlenmiş kabartmalı bitkisel daireler fonunda yeşil çizgili tabak ve kaseler, parlak çok renkli desenler, Beylegan'da işlenmiş ve mangan sırlı ince ve zarif desenlerle bezenmiş bu eserler, diğer sanat alanları gibi sanatsal seramik sanatının da o dönemde geliştiğini göstermektedir. Bu ve diğer ürünleri üreten atölyeler, ürünlerine kendi mühürlerini basıyorlardı. Çömlekçiler, bazı kaplarda kendi imzalarını gizli şekilde desenlerle kazıyorlardı[88].
Bir dizi sırlı seramik ürünün üzerinde, Farsça lirik şiir örnekleri veya Arapça mutluluk dileklerini içeren yazılar bulunmaktaydı. Ancak sonraki yüzyıllarda sırlı seramiklerin gelişimine tekrar rastlanmamaktadır. Şirvan ve Aran halkının günlük yaşamında yaygın olan halk uygulamalı sanatlarından biri de halıcılıktı. Azerbaycan'da halı, milattan çok önce dokunmaya başlanmıştı. Mingeçevir'deki katakompta halı kalıntıları bulunmuştur. X. yüzyıl anonim el yazmasında Şirvan ve Hursan vilayetlerinde (Guba ve Bakü şehirleri de dahil olmak üzere Abşeron bu bölgeye dahildi) çeşitli türlerde tüylü halılar, kilimler dokunduğuna dair bilgi verilir. XIII. yüzyılın "Ecaib ed-Dünya" adlı kaynağında, modern Guba bölgesi sınırlarında yer alan Abhaz şehrinde zili halıları ve iyi çoraplar dokunduğu belirtilir. Guba-Şirvan grubuna ait Şirvan tipi geometrik desenli tüylü halı günümüze kadar ulaşmıştır. Bu halı XIII-XIV. yüzyıllara tarihlenmektedir. XV. yüzyılda Şirvan ve Aran'dan Batı Avrupa ülkelerine çok sayıda halı ihraç edildiği belirtilmektedir[89].
Şirvan'da şehirlerin ve şehir kültürünün gelişimi ile ilgili mimarlık ve şehir planlaması da gelişiyordu. Bu dönemde Azerbaycan’ın yüksek mimarlık sanatı, mimari formların özgünlüğü ve süslemelerin zenginliği, yerel mimarinin asırlık gelişim ve olgunlaşma sürecinin bir sonucuydu. IX-XI yüzyıllara ait mimari eserlerin sadece küçük bir kısmı günümüze ulaşabilmiştir. Bu dönemde daha çok ibadethaneler, özellikle de hâkim din olan İslam ile bağlantılı camiler inşa ediliyordu. XI-XIII yüzyıllarda Azerbaycan’ın mimari eserleri, mimarinin yüksek gelişim seviyesini gösterir ve komşu ülkelerin, Yakın Doğu'nun sınırdaş ülkelerinin mimarisinden farklılaşan özgün yerel özellikleriyle dikkat çeker. Bu eserlerde sanatsal ve inşaat geleneklerinin istikrarı gözlemlenir. Bu dönemde Azerbaycan mimarisinde dört ana akım (mimarlık okulu) oluşmuştu. Azerbaycan mimarisinin gelecekteki gelişiminde önemli bir rol oynayacak olan yerel Nahçıvan-Marağa ve Şirvan-Abşeron, Aran ve Hemedan-Gazvin mimarlık okullarının oluşum süreci tamamlanmıştı. Mimari yapıların taş işçiliğinin karakteri ve yapısı ile belirlenen sanatsal bütünlüğü, duvar işçiliğinin pürüzsüz zemininde ışık-gölge efekti yaratan plastik açıdan zengin dekor unsurlarının yerleştirilmesi, Şirvan-Abşeron mimarlık okulunun özelliklerindendir[90][91].
XI-XIII yüzyıllarda şehir planlamasının gelişimiyle bağlantılı olarak Azerbaycanlı mimarlar, ifade gücü ve güzelliği ile öne çıkan saraylar, kaleler, kervansaraylar, camiler, köprüler vb. yapılar inşa ediyorlardı. Bakü ve Abşeron’un mimari eserleri, yapı malzemesi olarak kullanılan, güzelce işlenmiş, sarıya çalan, beyaz ve ince taneli yerel badamdar kalker taşıyla ve ciddi ve sade biçimli sanatsal-mimari üslubuyla Şirvan-Abşeron grubunda yer alır. XI. yüzyılın ibadethane yapılarından biri, Bakü'nün İçerişehir bölgesinde yer alan ve Sınıkkale adıyla bilinen Muhammed bin Ebubekir Camii'dir. Cami, çapraz tonozlu ve mihraplı dikdörtgen bir odadan oluşur; caminin kuzey duvarında yer alan Arapça kitabe, caminin "el-ustad el-reis Muhammed bin Ebubekir tarafından 1078 yılında" inşa edildiğini belirtir[92].
Yabancı istilalar ve siyasi şartların karmaşıklığı, savunma yapılarının inşasını zorunlu kılıyordu. Abşeron'daki bir dizi kale ve feodal şato XII-XIII. yüzyıllara aittir. A. A. Alesgerzade’ye göre, Şirvanşah I. Ahsitan'ın hüküm sürdüğü dönemde, 1187 yılında Bakü’nün Merdekan köyünde, üst kısmı mazgallarla ve dişlerle süslenmiş bir duvarla çevrili ve köşelerinde yarım burçları olan dikdörtgen bir avlunun ortasında yirmi iki metre yüksekliğinde prizmatik dörtgen kuleli muazzam bir kale inşa edilmiştir. Yakınında, 1204 yılında mimar Abdülmecid bin Mesud tarafından inşa edilmiş ve yerel mimari tarzın istikrarını gösteren bir başka kale yükselir; bu kalenin donjonu, üst kısmı mazgallarla süslenmiş hafifçe incelen taş silindir şeklinde olup daha zarif bir forma sahiptir. Şirvan-Abşeron okulunun savunma yapılarının mimarisinde, Bakü'nün İçerişehir bölgesinde, denize doğru dikey uzanan sahil kayalığının çıkıntısı üzerine inşa edilmiş Kız Kulesi, alışılmadık görünümüyle özel bir yere sahiptir. İslam öncesi dönemde bir tapınak olarak inşa edildiği, XII. yüzyılın son çeyreğinde (muhtemelen 1175 yılında) Şirvanşah I. Ahsitan'ın Abşeron'u ve Bakü'yü tahkimatlarla güçlendirdiği sırada inşasının tamamlandığı ve bir savunma kalesine dönüştürüldüğü ileri sürülmüştür. Hakanî'nin (XI. yüzyıl) Şirvanşah I. Ahsitan bin Menuçehr’i öven ünlü kasidesinde Horasan’ın yenilmez Bestam şehri ile karşılaştırılan Bakü’nün alınmaz bir kale olarak önemi vurgulanır. Şiirde Hakanî, Şirvanşah I. Ahsitan'ın inşa ettirdiği kale yapılarından bahseder[93].
XII-XIII. yüzyılın başlarında yetenekli mimar ve zanaatkarların yaşadığı Şirvan’da mimarlık gelişiyordu. Kaynaklarda, Şamahı yakınlarındaki XII. yüzyıldan çok önce inşa edilmiş ve o dönemde tamamlanmış olan Gülüstan Kalesi, Buğurt Kalesi ve bir dizi diğer kale ve burçlardan bahsedilir. Zekeriyya el-Kazvini, Şirvan vilayetinde güçlendirilmiş Buğurt Kalesi'nden bahseder: "Bu kalede taş tasvirler ve heykeller var[94]. Çok eski olduklarından anlamları belli değil. Kalede hükümet evi (dar el-imara) var. Kapısında yazılıdır: 'Bu evde on bir oda var. Ancak buraya giren biri çok çaba sarf etse bile, onlardan sadece onunu görebilir. On birincinin yerini ise kimse bilemez, çünkü hükümdarın hazinesi oradadır.'"
Gülüstan Kalesi şiddetli yıkıma uğradığından, kalenin bütün kapalı yapısından günümüze dağ yamacına dağılmış tek tük burç ve duvar bölümleri kalmıştır. En anıtsal burçlar, kaleye çıkan patikanın başında, yıkılıp yok olmuş giriş kapısının yanlarında yer almaktadır. Onların batısında ise yarım dairesel bir burcun kalıntıları yükselir. Dikdörtgen planlı bu burç, dağın batı yamacındadır. Dağın vadiye bakan alt terasında da duvar kalıntıları vardır. Tüm bu duvar ve burç kalıntıları, bir zamanlar dağ sırtına kuşak gibi dolanan sağlam kale duvarlarının içinde yer alıyordu. Yakın geçmişte ise Gülüstan Kalesi'nin daha fazla yapısı göze çarpar ve mimarisi hakkında daha kapsamlı bir fikir oluştururdu. Şirvanşahlar hazinelerini zayıf savunulan Şamahı’dan uzakta, ulaşılmaz Buğurt Kalesi’nde saklarlardı. Bu parçada Buğurt Kalesi'ni süsleyen rölyefler ve taş heykeller hakkında bilgi dikkate değerdir. Buna benzer heykel tasvirleri Şamahı'daki Gülüstan Kalesi'nde, Bayıl koyundaki kalede de vardı. Muhtemelen bu heykel tasvirleri, eski geleneklere göre, devlet yönetiminin "Dar el-imara"nın ya da Şirvanşah'ın ikametgahının bulunduğu kaleleri süslüyordu. Bayıl Kalesi’nin, adanın şekline uygun uzunlamasına bir planı vardır. Kalenin uzunluğu 180 m, ortalama genişliği ise 35 m’dir. Kale duvarları doğuda altı, batıda ise beş yarım dairesel (Bakü Kalesi'ndeki gibi) burçla güçlendirilmiştir[95][96].
Bayıl Kalesi’nin inşası, siyasi ve askerî açıdan oldukça karmaşık bir dönemde – Moğol akınlarının tüm Yakın Doğu’yu sarstığı bir zamanda (1234–1235 yıllarında) tamamlanmıştı. Ancak sahile yakın adada inşa edilen bu görkemli kalenin ömrü çok kısa olmuştur. Bilim insanlarına göre, 1306 yılında meydana gelen şiddetli bir deprem sonucunda denize batmıştır. Moğol istilasından sonra (yaklaşık 1239 yılı), Şirvan’da XIII. yüzyılın sonlarına kadar önemli yapılarla karşılaşılmamaktadır, bu da ülkenin askeri operasyonlar sonucunda tahrip olduğunu göstermektedir. Ancak XIV. yüzyılın başlarından itibaren, tüm ülkede yeniden büyük savunma yapıları ve ibadethaneler inşa edilmeye başlanır (Nardaran Kalesi, Bibiheybet Külliyesi, Mahmud ve Abdullah Külliyeleri, Surahanı Külliyesi, vs.)[97].
Bakü şehrinde İçerişehir bölgesinde yer alan bu saray, XV yüzyılda Şirvanşah İbrahim Halilullah döneminde inşa edilmiştir. Orta Çağ’da Şamahı’da meydana gelen gergin olaylar sırasında Bakü şehri nispeten sakin bir ortamda gelişiyordu. Daha XII yüzyılda Bakü’de sağlam kale duvarlarının (1138-1139) yapıldığı biliniyordu. Şamahı’da yaşanan depremden sonra başkent Bakü’ye taşındığında, şehrin en yüksek noktasında Şirvanşahlar Sarayı yükseltilmiştir. Saray, 6 asırlık tarihi boyunca birçok olaya tanıklık etmiştir. Bir anlamda, Azerbaycan’ın son 600 yılında meydana gelen olaylar, doğrudan bu saraya etki etmiştir. 1500 yılında I. Faruk Yaşar’ın Safevilerle yaptığı savaşta mağlup olup öldürülmesine kadar bağımsız Şirvanşahlar Devleti'nin himayesinde olan saray, Safevilerin buraya girmesiyle farklı bir tarihi kaderle karşılaşmıştır. İşte tam da bu olaylar nedeniyle o dönemden günümüze saraya ait çok az sayıda eser ulaşabilmiştir. Daha sonra Safevi-Osmanlı savaşlarında Osmanlıların zafer kazanmasıyla Bakü şehri ve dolayısıyla Şirvanşahlar Sarayı Osmanlıların himayesine geçmiştir. Hatta sarayın Doğu Kapısı da o dönemdeki Osmanlı Sultanı III. Murad’ın şerefine inşa edilmiştir[98].
Saray 3 avlu ve 9 anıttan oluşmaktadır. Bunlar; Saray binası, Divanhane, Derviş Türbesi, Doğu Kapısı (portal), Saray Camii, Key-Kubad Camii, Saray Türbesi, hamam ve ovdan (su kuyusu) olarak sıralanır. Kompleks binaları, birbirinden 5-6 metre yükseklikte yer alan 3 avluya dağılmıştır. Sarayın bulunduğu alanın karmaşık topografyası nedeniyle bu kompleks tek bir mimari plana sahip değildir. Buna rağmen binalar birbiriyle çelişmez. Aksine biri diğerini güzelleştirir. Farklı noktalardan bakıldığında, yapıların saray topluluğunun bir parçası olduğu net bir şekilde görülür. Kompleksin tüm yapıları, yerel badamdamm taşından yapılmıştır. Görünen o ki, kompleksin diğer yapıları arasında en çok tahribata uğrayan saray binası olmuştur[99].
İçerişehir'deki Divanhane kompleksi, üst avluda yer almakta olup, kuzey tarafı bir köşesiyle konut binasına bitişiktir. Divanhane'nin avlusunun çeşitli yerlerinde 5 kuyu bulunmaktadır. Bu kuyular, gıda maddelerinin saklanması için tasarlanmıştır. Kuyular, saray inşa edilmeden önce de var olmuş olup, yerel halk tarafından kullanıldığı düşünülmektedir. Kazılar sırasında kuyulardan buğday, üzüm, pirinç ve diğer gıda maddelerinin kalıntıları bulunmuştur[100].
Divanhane, sekizgen bir rotondadan oluşmakta ve 12 kenarlı bir kubbeyle tamamlanmaktadır. Sekizgen salon, açık bir veranda ile birleşir. Verandanın kemerli sıraları, kendine özgü sütun başlıkları ve kaideleri olan 9 sütuna dayanır. Avluyu çevreleyen verandanın kemerli sıraları aynı formdadır. Kemerlerin dış kısmında özgürlüğü simgeleyen güvercin figürlü taşlar ve 2 adet su akıntısı için taş oluklar bulunmaktadır. Bina, resmi kabul törenleri ve divan işleri için kullanılmıştır. Ayrıca, Şirvanşah I. Faruk Yaşar’ın Divanhane kompleksini kendisi için bir türbe olarak inşa ettirdiği de düşünülmektedir. Ancak inşaat tamamlanmamış ve yapı, günümüzdeki haline yakın bir şekilde yarım kalmıştır. Sütunlar üzerindeki izler, bir zamanlar ince taş rölyeflerle süslendiğini göstermektedir. Sütunlu alan, dönemin etkili feodallerinin toplantıları için ayrılmıştır. Divanhaneye üst avludan ve sokaktan olmak üzere 2 giriş vardır[101].
Rotondanın da 2 giriş kapısı vardır.
Batı girişi, yüksek ve zarif bir şekilde işlenmiş portalıyla öne çıkar. Portalın yüzeyi, Abşeron yöresine özgü incir ve üzüm yapraklarıyla, Doğu halılarını andıran motiflerle ve derinliği 3-5 cm olan oyma süslemelerle dekore edilmiştir. Portalın duvar nişinde, kaburga tarzı bir yarım kubbe yer almakta olup, bu kubbe 7 sıralı stalaktit kemerlere dayanmaktadır. Portalın çerçevesinde 2 adet altıgen madalyon vardır. Sol taraftaki madalyonun içinde, 6 adet baklava şekilli desen yer almakta olup, bunlardan ikisinde "Allah'tan başka ilah yoktur", diğerinde "Muhammed Allah’ın elçisidir" ve sonuncusunda "Ali Allah’a yakındır" ifadeleri yazılıdır.
Sağ taraftaki altıgenin içinde ise 12 adet baklava şekilli desen bulunmaktadır. Bunlardan 6 tanesinde "Allah tektir", diğer 6 tanesinde ise "Muhammed" kelimesi yazılıdır. Portalın yanındaki rotondaya açılan iç geçit de güzel motiflerle işlenmiştir. Bu motiflerin üstünde, Kuran'ın 10. suresi (Yunus suresi, 25, 26 ve 27. ayetler) yazılıdır: "Yüce ve pak olan Allah dedi: Allah halkı cennete çağırır ve dilediği kişiye doğru yolu gösterir. İyi ve güzel amel sahipleri için mükâfat vardır. Günah örtüsü onların üzerinde olmayacağı gibi, onlar zillete de düşmezler; onlar orada ebediyen kalacaklardır. Allah doğrusunu söyler."
Burada sanatsal etkiler, taş işçiliği ve ışık-gölge oyunlarıyla verilmiştir. Taşların sıralarından biri yatay yerleştirildiği halde, diğeri dikey yerleştirilmiştir; bu da taşların farklı tonlarını ortaya çıkarmaktadır. Duvarların bu tarzda inşa edilmesi, kompleksin tüm yapılarında gözlemlenebilir.
Rotondanın kemerlerinin eksenlerinde altıgen madalyonlar bulunmaktadır. Bu madalyonların taşları üzerinde kabartmalı ve oyuk olarak işlenmiş "Ali" ismi yazılıdır. Kapı geçitlerinin üstünde süslemeler yoktur ve giriş geçitlerinin üzerine yazılar için çerçeveler yapılmışsa da bunlar tamamlanmamıştır. Binanın inşasının, 1500-1501 yıllarındaki savaşlar sırasında durdurulduğu düşünülmektedir. Rotondadaki merkezi salon, dekoratif süslemelere sahip değildir; kemer açıklıkları ve kapı geçitlerinde kiriş yerleri hala mevcuttur.
Merkezi salonun ortasında bulunan dörtgen şeklindeki bir merdiven ile zemin katla bağlantı sağlanmaktadır. Buranın amacı hakkında çeşitli görüşler vardır. Buranın bir mezar odası olduğu da öne sürülmektedir. Merkezi salonun karşısında, aşağıda dikdörtgen şeklinde bir koridor bulunmaktadır. Bu koridor, bir ucu görkemli portaldan, diğer ucu ise küçük güney kapısından gelen iki girişten oluşur. Koridorun doğu kısmında küçük bir hizmet odası yer almaktadır. Şirvan bölgesindeki portal kompozisyonları arasında, Divanhane ile Şirvanşahlar Türbesi'nin portalı başlıca yer tutmaktadır. Divanhane, güzelliği ve zarafetiyle sadece Azerbaycan'ın değil, aynı zamanda Yakın Doğu'nun en iyi mimari eserlerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Kız Kulesi, Azerbaycan’ın başkenti Bakü’nün en eski tarihi sembollerinden biri ve ulusal mimarinin nadir örneklerinden biridir. Eser, "İçerişehir" Devlet Tarih ve Mimarlık Koruma Alanı'nda yer almaktadır. Taşla örülmüş devasa silindirik bir yapıda olan bu eserin yüksekliği kuzey tarafından 28 metre, güney tarafından ise 31 metredir. Temel kısmındaki kule duvarlarının kalınlığı 5 metre olup, 8. katın üzerinde ise 4 metreye ulaşmaktadır. Kule, her biri kaleyi sekiz kata bölen 8 kubbeden oluşmaktadır. Her kat, kesme taşlarla inşa edilmiş ve kubbe şeklindeki tavanla kaplanmıştır. Taşla örülmüş bu tavanların ortasında dairesel delikler bulunmaktadır. Bu delikler dikey bir hat boyunca hizalanmıştır. Böyle ki, 8. katın tavanındaki dairesel delikten bakıldığında, birinci katın zeminini görmek mümkündür. Kaleye tek giriş yolu batı tarafındadır ve bu giriş, yerin eski yüzeyinden 2 metre yükseklikte ve 1.10 metre genişliğindeki kemerli bir kapıdan sağlanmaktadır. Kız Kulesi'nin yukarıdan görünüşü, güneşi ve ateşi simgeleyen ve Azerbaycan’da yaygın olan "buta" işaretine benzemektedir. Kız Kulesi, benzersiz yapısal özellikleri nedeniyle sadece Azerbaycan’da değil, aynı zamanda yakın Doğu'da da eşsiz bir eserdir.
Kulenin adının kökeni ve işleviyle ilgili tartışmalar günümüze kadar dinmemiştir. Onun inşa tarihi ve amacı oldukça gizemlidir. Kız Kulesi'nin adının kökeni pek çok efsaneye dayanmaktadır. Bazı yazarlara göre kule, Bakü hanının kızıyla ilgili bir efsaneye dayanarak "Kız Kulesi" olarak adlandırılmıştır. Efsaneye göre, kardeşi (bazı kaynaklara göre hükümdar babası) tarafından kalede tutulan kız, bu acıya dayanamayarak kendini kalenin tepesinden Hazar Denizi’nin sularına atmıştır. Bir başka efsaneye göre ise kule, bir şahın âşık olduğu ve onunla evlenmek için kule inşa etmesini şart koşan bir kıza ithaf edilmiştir. Birçok bilim insanına göre kule, bir gözetleme kulesi veya savunma yapısının bir parçasıdır; bazı araştırmacılar ise onu eski bir tapınak, diğerleri ise bir tür gözlem evi olarak kabul etmektedir. Bu varsayımların her biri, çok sayıda somut delile dayanmaktadır. Bu nedenle Kız Kulesi, devlet tarafından dünya çapında önemli bir eser olarak korunmaktadır.
Aralık 2000'de Kız Kulesi, İçerişehir ve Şirvanşahlar Sarayı ile birlikte Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı yardımcısı Mihriban Aliyeva'nın çalışmaları sonucunda UNESCO Dünya Mirası listesi'ne alınmıştır.
XII–XIII yüzyıllarda mimari eserlerde dekoratif sanatlar yüksek bir gelişim seviyesine ulaştı. Geometrik ve bitkisel süslemelerin yanı sıra, "çiçeklenen kufi" veya nesih yazıları ile ustalıkla işlenmiş kitabeler oluşturuldu. Pirsaatçay dergâhı camisinin güney duvarındaki mihrab ve onun her iki yanındaki küçük panolar, alçı üzerine sanatsal oymalarla süslenmişti. Mihrabın dikdörtgen şekli ve panoların yüzeyi "Çiçeklenen kufi" kitabelerle ve bitkisel desenlerle kaplanmış, üzerine küçük renkli çiniler serpilmiştir. Pirhüseyin'in türbesi ve mezar taşının çini süslemeleri ise özellikle büyük sanatsal değere sahiptir. Bu çiniler, altın işlemelerle kaplanmış, kobalt ve yeşil firuze renkli desenlerle süslenmiştir. V. A. Kraçkovskaya'nın görüşüne göre, çiniler Kaşan şehrinde yapılmıştır[102].
Azerbaycan resim sanatının ilk örnekleri XIII yüzyılın başlarına ait minyatür resimlerinde de kendini göstermiştir. Bu sanat dalının sonraki gelişimi, XIII yüzyılın sonu ile XIV yüzyıl minyatürlerinde göze çarpmaktadır. Azerbaycan'da el yazması kitap, tüm Müslüman Doğusunda olduğu gibi, bir dizi zanaatkarın emeğiyle oluşturulan gerçek bir sanat eseri idi. El yazması kitabın kâğıdı özel bir yöntemle hazırlanır ve cilalanırdı. Daha sonra usta hattatlar, güzel yazı ile el yazmasının metnini kopyalarlardı. En eski yazı türü kufi yazısı idi. Sonraları nesih, sülüs gibi yazı türleri ortaya çıktı. Kitapların oluşturulmasında güzel yazı yazan hattatların rolü özellikle büyüktü. Hattatın adı genellikle el yazmasının kolofonunda belirtilirdi. Yazı tekniğinin sanatsal nitelikleri uzun süreli deneyimlerle elde edilirdi. Metin kopyalandıktan sonra, el yazması, illüstrasyonlar için ayrılan alanlar ve ayrı sayfalar üzerinde çalışan minyatür ressama verilirdi. Kitabın süslenmesinde müzehhibler ve süsleme ustaları da çalışırdı. El yazması kitabın son işini ciltçiler yapardı. Onlar, kitaba deriden baskılı veya lake boyalı kapak yaparlardı. Timuriler hanedanının Ming hanedanı ile ticari ilişkiler kurmasının ardından Çin'den kaliteli kağıtlar getirilmeye başlandı. Bu dönemde, Şirvanşahlar devletinde de el yazması sanatı gelişmişti. Öyle ki, Kamal Hocaendî'nin "Divan"ı, 1468 yılının ekim ayında Farruh Yasar'ın saray ressamı Şerefeddin Hüseyin Sultani tarafından Şamahı'da yeniden yazılmış, 1468 yılındaki bir divan kitabının girişinde ise Farruh Yasar'ın kendisi tasvir edilmiştir. El yazmalarının her ikisi de Britanya Kütüphanesi'nde saklanmaktadır[103].
Şirvanşahlar devletinde sosyal ilişkileri, sınıf mücadelesini ve şehir yapısını incelemek açısından yazılı kaynakların verdiği bilgiler dağınık ve sınırlıdır. Bu boşluğu, esasen Bakü ve Abşeron'daki, Şamahı'daki, Derbent'teki ve Şirvan'ın diğer şehir ve yerleşim yerlerindeki çok sayıda mimari eserdeki taş kitabeler ve o dönemin Şirvan yöneticilerine ait numismatik bilgiler doldurmaktadır. XI–XIV yüzyıllara ait anlatı kaynaklarında, XII yüzyıl şairlerinin (Nizami Gencevi, Felaki Şirvani, Hakanî Şirvani vb.) eserlerinde çeşitli sosyal terimlerin, epigrafik eserlerde ve sikkelerin üzerinde şirvanşah, emir, hakan, han, sultan, melik, vezir, hacib, sadr, sipahsalar, şeyh, kadı, elguzat, reis, amid, amil vb. unvan ve rütbelerin anılması, o dönemde Şirvan şehirlerinde gelişmiş feodal bir topluma ait karmaşık bir sosyal yapının mevcut olduğunu göstermektedir. Bu toplumun temel sınıfları feodallar, köylüler ve zanaatkarlardı. Büyük şehirlerin halkı, bir yandan asillere ve büyük tüccarlara, diğer yandan küçük satıcılara ve zanaatkarlara kesin bir şekilde ayrılmıştı. Hâkim feodal tabakanın başında Şirvanşahlar devletinin lideri bulunuyordu – Şirvan'ın başkenti Şamahı'da ikamet eden Şirvanşah, şehir depremden yıkıldıktan sonra ise 1192 yılından itibaren Bakü'de yaşamaya başlamıştır. Şirvanşah, kendi devletinde hem askerî açıdan hem de halk üzerinde sınırsız bir hakimiyete sahipti. O, feodal düzenin sembolü ve dayanağı, emirlerin merkeze itaatsizlik etme girişimlerini engelleyen bir güçtü[104]. XII yüzyılda Şirvanşahların, Aran bölgesini işgal etmeye çalışan Türk ve Türkmen ordu liderlerine karşı tavırları olumsuzdu. Şirvanşah, yalnızca yerel hanedanlardan birinin yönetim hakkına sahip olduğuna inanıyordu:
"Siz Yezid soyundan değilsiniz ne Revvadilerin varisisiniz ne de Şeddadilerin halefleri sayılırsınız."
Şirvan'ın feodal soylularının petrol kuyuları, tuz madenleri, tarım arazileri, bağları, sığırları, kaleleri, evleri, kervansarayları vb. vardı. Devlette ve şehirlerde üst düzey idari otorite, askeri ve yüksek rütbeli devlet memurlarının, üst düzey dini liderlerin elindeydi. Şirvan'ın askeri soyluları, yerlerde tüm askeri ve idari otoriteyi ellerinde toplayan askeri liderler – emirlerdi. Emirler, Şirvan'ın vilayet, şehir ve köylerinde hüküm sürüyor, savunma yapılarının inşasını denetliyorlardı. XI–XII yüzyılın başlarında ordu liderine, komutana "sahib el-ceyş" deniliyordu. Sipahsalar – askeri lider, baş komutan rütbesi, XIII yüzyılın başlarında da en yüksek askeri rütbe idi. Şirvanşah ve emirlerin yanında, onların kişisel koruması görevini üstlenen gulamlar bulunurdu. Bu gulamlar, Şirvanşah'ın emriyle onun akrabalarını öldürüp kan davasını alır ve diğer tehlikeli görevleri yerine getirirdi.
Şirvan'ın veziri, Şirvanşah'ın iltifatı ile olsa da devletin tam yetkili yöneticisiydi. Vezirlerin yetkisi, öncelikle memur sınıfı temsilcileri için bir bağış kaynağıydı. Halktan vergi toplama iznini (daman) vezir verirdi. Bakü kalesindeki Cuma Camii minaresinin temel taşındaki Farsça kitabe, Şirvan'da, büyük olasılıkla XI-XII yüzyıllarda Şamahı'da, XIII-XIV yüzyıllarda ise Bakü'de vezirler divanının (divan-ül vüzera) mevcut olduğunu gösterir. Sultan Muhammed Olcaytu'nun (1304-1316) fermanının metninden ibaret olan bu kitabe, Bakü'deki divandan bahsetmektedir.
Şehir yönetiminde memurlar önemli görevlerde bulunuyorlardı. Mesud bin Namdar, Şirvan'da müstevfi olarak, yani vergilerin gelir ve gider hesaplarını tutan, şehrin gelir-gider defterini hazırlayan maliye muhasebe dairesinin sorumlu memuru olarak görev yapmıştır. Aynı zamanda, müşrif yani denetleme memuru olarak da çalıştığından bahseder. Onun mektupları arasında Beylegan'ın müşrifi görevine atanmak için yazdığı bir dilekçe de bulunmaktadır. Bu memurun görevi, halkın gelirleri hakkında bilgi toplamaktı.
Şehirlerde vergi ve harçları amiller topluyordu. Orduların kayıtlarını tutan ve maaşlarını ödeyen memur ise arid olarak adlandırılıyordu. Amid ve şehir yöneticisinin yanında katiplik görevleri de vardı. Feodal şehir idaresinin önemli şahsiyetlerinden biri, şehrin pazarlarına, ticaret-zanaat mahallelerine, ürünlerin kalitesine, temizlik ve düzenine, ölçü ve tartı aletlerinin doğru kullanılmasına nezaret eden muhtesipti. Ayrıca, şehirde kamu düzenini sağlama, suçların soruşturulması ve suçluların cezalandırılması gibi polis fonksiyonlarını da yerine getiriyordu. Muhtesip, ayrıca, şehir halkının Kur'an'ın emirlerine ve İslam dini kurallarına uymasını da denetliyordu. Şehna, XI-XII yüzyıllarda sultanın askeri valisiydi. Şehirdeki inşaat işlerine mimar başkanlık ediyordu. Bu unvanı taşıyan zanaatkar, inşaatta görev alan işçiler- duvarcı, mühendis, ustabaşı, taş oymacısı ve diğer zanaatkarlar arasında sorumlu kişi olduğundan, kitabelerde sadece onun adı geçmektedir. Mirab, şehrin su temini ve bu suyun şehir sakinleri arasında dağıtımını sağlıyor, sulama kanallarının bakımını, çeşme ve su kuyularının temizliğini denetliyordu.
Feodal sınıfın diğer önemli grubunu ise yüksek din adamları- şeyhülislam, kadı ve kadı el-hudat, yani vilayetin baş kadısı oluşturuyordu. Bu kişiler mülkiyet haklarını iptal edebiliyor, şeriat kanunlarına göre mahkemeleri yürütüyorlardı. Aynı zamanda miras paylaşımı yapıyor, nikah kıyıyor ve diğer çeşitli medeni işleri yürütüyorlardı. Vergi toplama yetkisi verilen kişiye damin denirdi. Vergi toplayıcının yetkisi, şehrin sivil yöneticisinin görevlerine uygun düşüyorsa, kiracı yönetici amid olarak adlandırılır ve bu görev şerefli sayılırdı. Şehirlerin vergi veren halkını oluşturan reaya- şehir zanaatkarları, feodallere bağlı köylüler ise sömürüye maruz kalıyordu. Kaynaklar, Moğol istilasından önce Şirvan'da kölelerin varlığını bildirmektedir. XIII. yüzyılın 20'li yıllarında yazmış olan bilinmeyen bir yazar, Şirvan'ın mallarını sayarken, ilk sırada "cariye kızları, Türk kölelerini" anmaktadır. XI-XIV yüzyıllarda feodal Şirvan toplumunda, savaşlarda esir alınıp götürülen köleler önemli bir yer tutuyordu. Köleler topraklara bağlı hale getiriliyordu. Köle emeği, ev işlerinde ve tarımda ucuz iş gücü olarak kullanılıyordu. Köle bolluğundan dolayı, Derbend'in ünlü köle pazarında çok ucuza satılıyorlardı.
Şirvanşahlar devletinin askeri sistemi hakkında bilgiler azdır. 1066 yılında Ebülesvar Şavur, Şirvan'a sefer düzenlerken "Lekz zorbaları ve Diduvan soyluları"ndan 50 kişiyi öldürmüştü. Normal askerlerin yanı sıra, şehirlerde her ay bir kez değişen nöbetiye adlı şehir muhafız kuvvetleri vardı. Şahların ve prenslerin kişisel korumalarına kulam denirdi[105].
XIII. yüzyılın sonu ve XIV. yüzyılın başları, Azerbaycan'ın uluslararası ticaret ilişkilerinin oldukça genişlediği bir dönemdir. İçerişehir'de XIV. yüzyıla ait eski Buhara kervansarayı günümüze ulaşmıştır. Bu, Bakü'nün Orta Asya şehirleriyle ticaret ilişkileri sürdürdüğünü doğrular. Şirvanşahlar Sarayı'nda bulunan XIV. yüzyıla ait bronz Kubaçi kandilleri ve Rey seramiklerinin bulunması, Dağıstan ve İran ile ticaret ve ekonomik ilişkilerin olduğunu gösterir. Şirvanşahlar döneminde Hazar Denizi üzerinden deniz ticareti büyük bir gelişme göstermiştir. Karadeniz'de gemileri dolaşan Cenova ve Venedik tüccarlarının, sahillerde faktörlükler kurduklarına dair bilgiler bulunmaktadır. 1293 yılında İran ve Güney Azerbaycan'ı ziyaret etmiş Venedikli seyyah Marco Polo, Gürcistan ve Şirvan şehirlerini tarif eder. O, Cenovalıların Hazar Denizi'nde kısa süre önce denize açılmaya başladıklarını ve Gilan ipeği olarak adlandırılan ipeği getirdiklerini bildirir. "Burada şehirler ve kaleler oldukça çoktur, bol miktarda ipek vardır. Burada ipek ve zerkâre kumaşlar dokunur; böylesine güzel kumaşları dünyanın hiçbir yerinde göremezsiniz" demektedir.
Marco Polo'nun haritasında, Hazar Denizi kıyısında ticaret yolu üzerinde bulunan gemi durakları olan şehirler ve yerler de işaretlenmiştir: Mahmudabad (Mamutaga), Güştasbi (Gostazz), Pirallahi (Cap de Preala). Hamdullah Kazvini, 1340 yılında şöyle bildirir: "Bakü'nün karşısındaki Allah Ekber Adası, şu anda yerleşimlidir ve bu denizin limanıdır". XIII. yüzyıldan itibaren İtalya ve Fransa'ya büyük miktarda Gilan ve Şirvan ipeği ihraç ediliyordu.
Reşideddin'in bildirdiğine göre, Şirvan şehirleri ile Rusya arasında ticaret ilişkileri XIV. yüzyılın başlarından itibaren gözlemlenmektedir. Bu dönemde Şirvan şehirlerinde, özellikle Şamahı'da, Rusya'dan getirilen çeşitli değerli kürklerden çok sayıda mamul- samur yakalık, kürk için vaşak, sincab, sincap ve tilki kürkünden astarlık yapılmaktaydı.
Abdullah bin Muhammed bin Kiya el-Mazandarani'nin XIV-XV yüzyıllarda Yakın Doğu ve Kafkasya ülkelerinin devlet ve maliye idareciliğine dair geniş materyaller topladığı "Risale-i Felekkiye" eserinin 8. bölümünde h.751 (1350) yılında İlhanlılar Divanı hazinesine bir dizi vilayetten girmiş olan gelirlerin yer aldığı "Son hesap defteri örneği" bölümünde şunlar yazılıdır: "Aran, Muğan, Kevberi (Mahmudabad ve Bakü şehirleri, veya petrol kaynaklarıyla birlikte) ve Şirvan'ın Demirkapı'ya kadar olan mukatiaya (vergi toplama hakkı) göre Huca Fesihi Şirvani'nin sorumluluğunda olan gelir belgesi 82 tümen - 820.000 dinardır".
Moğolların Azerbaycan'a seferleri sırasında Beylegan, Şabran, Bacervan, Güştesbi ve diğer bu tür önemli ekonomik ve kültürel merkezler büyük yıkıma maruz kalarak önemlerini yitirmiş ve nihayetinde düşüşe geçmiştir. Uluslararası ticaret yolları üzerinde bulunmalarına rağmen, bu şehirler bir daha eski parlak dönemlerine dönememiştir. Buna rağmen, Şirvan ve Bakü'nün ekonomik yaşamı yeniden canlanmış ve güçlenmiştir. Gazvini'nin bildirdiğine göre, "Bakü şehri deniz kenarında yer almaktadır ve altı tarafı surlarla çevrilidir; nüfusu fazladır, güzel çarşıları, zanaatları ve meyveleri bulunmaktadır". XIII. yüzyılın 60'lı yıllarında yazmış olan diğer bir Arap coğrafyacısı Yakut el-Hamavi'nin bildirdiğine göre, Bakü'de "yılan balıkları çok boldu ve çok lezzetliydi". XIII-XIV yüzyıllarda Ceneviz ve Venedik'le sıkı ticaret ilişkileri sürdürülmekteydi.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.