Loading AI tools
Avrasya'da hüküm sürmüş eski bir imparatorluk (1721–1917) Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Rus İmparatorluğu (Reform öncesi Rusça: Россійская Имперія, Günümüz Rusçası: Российская империя; Rossiyskaya imperiya) veya Çarlık Rusyası, Büyük Kuzey Savaşı'nı sona erdiren Nystad Antlaşması'nın ardından Rusya Çarlığı'ndan evrilerek 1721'den itibaren Avrasya ve Kuzey Amerika'ya yayılan tarihi bir imparatorluk. Rus İmparatorluğu'nun yükselişi, İsveç İmparatorluğu, Polonya-Litvanya Birliği, İran, Osmanlı İmparatorluğu ve Çin gibi komşu rakip güçlerin zayıflamalarıyla eş zamanlı olmuştur.
Rus İmparatorluğu | |||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
1721-1917 | |||||||||
Rus İmparatorluğu Rus İmparatorluğu (1853) Etki alanı | |||||||||
Başkent | Sankt-Peterburg (1721–1728/1730–1917) Moskova (1728–1730) | ||||||||
En büyük şehir | Saint Petersburg | ||||||||
Yaygın dil(ler) | Rusça | ||||||||
Demonim | Rus | ||||||||
Hükûmet | Üniter Mutlak Monarşi (1721-1906) Üniter Parlamenter Monarşi (1906-1917) | ||||||||
İmparator | |||||||||
| |||||||||
• Devlet Konseyi | Üst kamara | ||||||||
Alt kamara | |||||||||
Tarihçe | |||||||||
| |||||||||
Yüzölçümü | |||||||||
• Toplam | 21.799.825 km2 | ||||||||
Nüfus | |||||||||
• Sayılan | 181.537.800 | ||||||||
Para birimi | Ruble | ||||||||
| |||||||||
Günümüzdeki durumu | Rusya |
İmparatorluk, 1917 Şubat Devrimi'nden sonra iktidara gelen Geçici Hükûmet tarafından Cumhuriyet ilan edilinceye kadar varlığını sürdürdü.[1][2] Rus Çarlığı'nın ardılı olmuş olan Rus İmparatorluğu, 20. yüzyılda Sovyetler Birliği olarak bir "süper güç" hâline gelecek olan Rusya'nın çerçevesini oluşturmuştur. Dünya tarihindeki en geniş imparatorluklardan biri olmuş olan Rus İmparatorluğu, Britanya ve Moğol imparatorluklarının ardından en geniş sınırlara ulaşmış tarihteki üçüncü ülkedir.
1866'da toprakları kuzeyden Arktik Okyanusu'yla, güneyden Karadeniz'le, doğuda Alaska'yla, batıda Baltık Denizi'yle çevrelenmişti. Avrupa'daki son mutlak monarşilerden biridir. 20. yüzyılın başlarında Britanya İmparatorluğu'nun ardından dünyanın en geniş ikinci imparatorluğu durumunda olan Rus İmparatorluğu, 1914 yılında I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde, 5 milyon kişiden oluşan ordusu ile Avrupa'nın beş büyük gücünden biri konumundaydı. Avrupa'nın en büyük askerî güçlerinden biri olmasına karşın savaşın halk üzerinde yol açtığı yıkımın ve İngilizlerin Çanakkale Cephesi'ni kaybetmesi nedeniyle müttefiklerinden yardım almamasının sonucu olarak 1917 yılında meydana gelen Rus Devrimi'yle tarihe karıştı. Yerine önce Rusya Geçici Hükûmeti, ardından Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu.
Çar I. Petro'nun 1721 yılında bütün Rusların imparatoru (imperator) unvanını almış olmasına rağmen Rusya'nın imparatorluk olarak tanımlanmasını III. İvan'ın Novgorod'u fethi veya IV. İvan'ın Kazan'ı fethine kadar götüren görüşler de vardır. Başka bir bakış açısına göre de 1546'de IV. İvan'ın tahta çıkmasından sonra kullanılmaya başlanan Çarlık teriminin zaten o dönem için imparatorluk terimine karşılık geldiği ve çarlık terimi yerine kullanılmaya başlanan "imparatorluk"un çarlık kelimesinin yalnızca Latinleştirilmiş eş anlamlısı olduğudur.
18. yüzyılda I. Petro (Büyük Petro) ve Büyük Katerina'nın (1762-1796) hükümdarlıkları döneminde Rusya'nın öyküsü, batıya doğru genişleme ve Batılılaşma çabalarını anlatır. Her iki monark da Hollandalı, Alman ve İngiliz teknisyenlerin Rusya'ya göç etmelerini teşvik ederek, hem orduyu hem de devlet mekanizmasını güçlendirmek istedi. Batı'nın üstün gücü, ancak onların sahip olduğu araçlar ve anlayışla dengelenebilirdi. Kısaca, Rusya'nın "Doğulu" yüzünün değiştirilmesinde ve bir Avrupa devleti hâline getirilmesinde kararlıydılar.[3]
Bu dönemde sarayda Avrupa giysileri giyilmeye başladı ve Kuzey Avrupa Protestan devletlerinde olduğu gibi, Kilise monarşinin denetimi altına alındı. Petro, reformlarında kararlı olduğunu göstermek için de halkın gözü önünde bazı soyluların sakallarını kesmekten çekinmedi.[4] Prusya'da Büyük Frederick'in yaptığı gibi, devlet ordunun ihtiyaçlarına göre yönetilmeye başlandı. Urallar'da bir silah endüstrisi kuruldu ve Rusya'nın "Batılılaştığının" bir simgesi olarak, başkent batıya, Sankt-Peterburg'a alındı. İmparator I. Petro'nun Büyük Kuzey Savaşı (1700-21) sonunda Letonya ve Estonya gibi iki bölgeyi İsveç'ten almasıyla, Rus gücü Baltık'a tam anlamıyla yerleşti. I. Petro'nun öldüğü 1725 tarihine gelindiğinde, Rusya önemli bir Avrupa devleti olmuştu. İmparatoriçe II. Yekaterina'nın Osmanlılara karşı giriştiği 1768-1774 ve 1787-1792 savaşları sonunda, Rusya Karadeniz'in kuzeyine yerleşti. Böylece 18. yüzyılın sonunda, Baltık'tan Karadeniz'e ve oradan da Pasifik Okyanusu'na kadar geniş Avrasya bölgesi üzerinde, 20. yüzyılın ikinci yarısının "süper gücü" Rusya'nın çerçevesi kurulmuş oldu.
Kremlin dışında, Avrupa kültürüne açık bir bir ortamda yetişen I. Petro, 1689'da bir saray darbesiyle Sofia Alekseyevna'yı naibelikten uzaklaştırdıktan sonra yönetimi bir süre annesinin akrabalarına bıraktı. Kutsal Birlik'in Osmanlılara savaş açması üzerine 1695'te Tatar akınlarını önleme ve Karadeniz'e inme düşüncesiyle Kırım'a bir sefer düzenledi. Bu başarısız seferin hemen ardından ilk Rus filosunu kurdu ve ertesi yıl Don Nehri boyunca ilerleyerek Azak'ı ele geçirdi. Aynı yıl V. İvan'ın ölümüyle tek başına çar oldu.
Ekonomik ve kültürel alanda bilgi toplamak amacıyla çıktığı Avrupa gezisinde Osmanlılara karşı yeni bir ittifak girişiminden sonuç alamayan Petro, Karadeniz yerine Baltık Denizine yönelmeye karar vererek İsveç'e karşı ünlü Büyük Kuzey Savaşı'na (1700-21) girişti. Başlangıçta alınan yenilgilere karşın Poltava Çarpışması'yla (1709) Rusya'nın lehine dönen bu savaş, ortaya çıkan eksiklikleri kapatmak ve bütün kaynakları herekete geçirmek için köklü önlemler alınmasını gerektirdi. Rusya'nın eski kurumlarında Petro'nun başlattığı büyük dönüşümler özellikle askerî zaferin belirginleştiği dönemde hız kazandı. Bu arada İsveç'in çabalarıyla savaşa katılan Osmanlı ordusu karşısında 1711'de düştüğü güç durumdan Azak'ı vererek kurtulan Petro, sonunda denizlerde de üstünlüğü sağlayarak İsveç'e boyun eğdirdi ve Baltık bölgesinin doğusunu Rusya'ya kattı. Böylece Batı'yla doğrudan ticaret yollarına kavuşan Rusya, Avrupa'nın büyük devletleri arasına girdi. Doğu Avrupa'da kilit bir konumu olan Polonya büyük ölçüde Rus nüfuzunu tanımak zorunda kaldı. İzleyen dönemde Orta Asya, Hazar bölgesi ve Sibirya'ya yönelik seferlerin öne çıkmasıyla Doğu'ya doğru genişleme dönemi de başladı.
Savaş koşulları nedeniyle geniş çaplı reformlar için çoğu kez sert ve baskıcı önlemlere başvuran Petro, toplumsal sınıflar arasındaki geleneksel ayrına modern ve rasyonel bir yapı kazandırmaya yöneldi. Soyluların devlete hizmet yükümlülüğünü kalıcı ve düzenli bir temele kavuşturdu; askerî ve idari görevlerin dağıtımında devletin gereklerini ön plana çıkardı. Toprak sahibi soyluların arazilerini ve serfler üzerindeki haklarını genişletirken, mülkiyetin babadan en büyük oğluna geçmesini sağlayan düzenlemeyle geniş toprakların bölünmesi önlendi. Köylülerin aile başına ödediği vergiyi kişi başına vergiye dönüştürerek serflik sistemini daha da katılaştırdı. Kentlere belediye kurma hakkı tanımanın yanı sıra tüccar ve zanaatçıların loncalarda örgütlenmesini sağladı. Bu arada merkezî otoritenin denetimine esneklik kazandırmaya yönelik bir yerel yönetim sistemi geliştirildi.[5]
Petro, reformlarının asıl odak noktasını oluşturan devlet yönetimi alanında, çok daha kapsamlı düzenlemelere gitti. Sayısız ve karmaşık devlet dairelerinin (prikazi) yerine daha düzenli ve tutarlı bir işleyişe dayanan kurullar (kollegi) oluşturdu. Boyar Dumayı kaldırarak devlet organları arasında eşgüdüm sağlama, mali denetim ve yasama işlerini Senato adlı yeni bir kuruma verdi. İlk düzenli ordunun temellerini atmanın yanı sıra etkili ve yaygın bir kolluk ağı kurdu.
Patriklik makamına son vererek kilise hiyerarşinin başına kendisine bağlı Kutsal Sinod'u getirdi ve kiliseyi mutlakiyetçi rejimin başlıca dayanaklarından birine dönüştürerek, dinî kurumları (kilise) yönetim bürokrasisinin bir parçası olarak kontrol altına aldı.[6] Bütün devlet görevlerini kademelere ayıran bir sistem çerçevesinde bürokraside eğitim, liyakat ve kıdemi esas alan bir yapıyı egemen kıldı.
Uzun süreli savaşların getirdiği ağır yük Petro'yu ekonomik alanda da yeni atılımlara yöneltti. Özellikle silah ve gemi yapımı açısından madenciliğin ve sanayinin gelişmesine büyük önem veren Petro, yerli ve yabancı yatırımcılara çeşitli destekler vermenin yanı sıra serfleri bayındırlık ve imalat işlerinde zorla çalıştırma olanağını sağladı. Kendi kurduğu ve 1712'de başkenti taşıdığı Petersburg ile Riga ve Reval (bugün Tallinn) limanlarını Batı'ya açılan ticari kapılar durumuna getirdi.
Petro döneminde devletin eğitim alanına girmesi Rus kültüründe geniş çaplı bir dönüşümün yolunu açtı. Eğitim kanalıyla Batı'ya özgü birçok kurum ve gelenek Rusya'ya girmeye başladı. Petro'nun 1724'te temelini attığı Petersburg Bilim ve Sanat Akademisi (bugün Rusya Bilimler Akademisi) daha sonraları bilimsel ve teknolojik gelişmede öncü bir rol oynadı. Slavonik alfabeden Yunan harflerine geri döndü, matbaa kurdurdu, gazete çıkardı. 1705'te Papaz Ernst Glück tarafından Moskova'da klasik lise (gimnazyum) kuruldu (okul 1715'te öğrenci kaydolmadığı için kapandı). Matematik ve Denizcilik Okulu, Mühendislik ve Topçuluk Okulu (1712), Denizcilik Akademisi (1715). Buralarda ders vermek üzere Avrupa'dan bilginler getirildi. 1714’te soylular için zorunlu öğretimi getirdi; büyük şehirlerde 50 kadar ilkokul kurdu, devlet memurlarına matematik ve geometri öğrenmeyi zorunlu tuttu. Gemiciliğin yanı sıra yabancı dil öğrenme, ekonomi, tıp, güzel sanatlar ve mimari alanlarında da Batıya öğrenciler gönderdi. Halkı "eğitim vasıtasıyla aydınlatmaya" çalıştı. Geleneksel Rus takvimi yerine protestan takvimini kabul etti. Petro Rusya'yı geleneksel ortodoks geçmişinden laik akılcılık temeline geçirdi.[6]
Kuzey Seferi'nden sonra bütün Rusların imparatoru (imperator) unvanını alan Petro, ertesi yıl da çarların kendi ardıllarını belirleme ilkesini koydu. Ama bu hakkını kullanamadan öldüğü için, yerine 1724'te imparatoriçe tacını giydirdiği kârısı I. Yekaterina geçti.
Petro'nun ani ölümünün geride bıraktığı boşluk oldukça uzun süren bir çekişme ve karışıklık dönemi getirdi. Yekaterina'nın çariçe ilan edilmesini sağlayarak fiilen yönetimi eline alan Aleksandr Daniloviç Menşikov, çok geçmeden iktidarı Petro döneminin öteki güçlü devlet adamlarıyla paylaşmak zorunda kaldı. Böylece Senato'nun yerini almak üzere bir Özel Danışma Kurulu oluşturuldu. Bu kurul Yekaterina'nın ölümünden (1727) sonra Petro'nun torunu olan küçük yaştaki II. Petro'yu başa geçirdi. Bu dönemde yönetime egemen olarak Menşikov'u sürgüne gönderen Dolgoruki ailesinin üstünlüğü, Petro'nun 1730'da ölmesiyle, çok kısa sürdü. Özel Danışma Kurulunun, yönetimin kendi elinde kalması koşuluyla tahta çıkardığı I. Petro'nun yeğeni Anna İvanovna, soyluların ve muhafız birliği subaylarının oligarşik iktidara tepki göstermesinden yararlanarak bu planı bozdu. Ardından Özel Danışma Kurulunu dağıttı ve E. J. Biron ile öteki Alman danışmanlarına dayanarak mutlakıyetçi yönetimi yeniden kurdu. Alman danışmanların sert ve acımasız yöntemleri ve Rusya'yı savaşlara sokan dış politikaları, soyluların muhalefete geçmesine yol açtı. Çocuğu olmayan Anna, ölümünden (1740) kısa bir süre önce iki aylık yeğeni VI. İvan'ı vârisi ilan etti. İvan'ın annesi Anna Leopoldovna'nın gene Alman danışmanları aracılığıyla yürüttüğü naibelik yönetimine, ertesi yıl bir saray darbesiyle son verildi ve I. Petro'nun kızı Yelizaveta tahta çıkarıldı.
Senato'yu yeniden eski konumuna kavuşturan, ama daha yakın danışmanlarına dayanan Yelizaveta'nın 21 yıllık hükümdarlık dönemi, Petro'nun reformlarından alınmaya başlanan sonuçlarla devlet ve toplum yaşamında yeni bir yapılanmaya sahne oldu. Bürokrasi içindeki hiyerarşik düzen en tepede yer alan ve generalitet olarak adlandırılan güçlü bir kesim doğurdu. Kilit devlet makamlarını elinde tutarak hükümdarın çevresini kuşatan ve bürokraside yükselme yolunu denetim altında tutan bu kesimin başlıca dayanağı, daha alt kademedeki soylularla kurulan ittifak bağlarıydı. Sistemin işleyişinde eğitimin belirleyici bir rol oynaması nedeniyle, soyluları devlet görevleri için yetiştiren kurumlar büyük önem kazandı. Bürokrasi içindeki eski bölge ve aile bağlarının yerini alan bu kurumlar, aynı zamanda Batı Avrupa'dan gelen düşünce ve akımların yayılmasına öncülük eden bir işlev kazandı.
Dönemin bir başka önemli gelişmesi devlet hizmetindeki soyluların giderek malikanelerinden kopmasıydı. Bu süreçle birlikte Yelizaveta'nın başdanışmanı Pyotr Şuvalov, madenciliği ve imalat sektörünü geliştirmek amacıyla bazı soylulara tekeller ve ayrıcalıklar tanımaya yöneldi. Ayrıca devletin ekonomik alandaki denetimini gevşeterek iç ticaretin önündeki engelleri kaldırdı. Öte yandan kırsal kesimde toprak sahiplerine tanınan geniş yetkiler serfliğin daha da kökleşmesine ve tarımda modernleşme çabalarının tıkanmasına yol açtı.
Yelizaveta'nın yerine geçen yeğeni III. Petro, Senato'yu arka plana atarak yetkileri yakın çevresinde topladı. Öte yandan geleneksel dış politikayı terk ederek Prusya ile ittifak kurmaya yöneldi. Bu adımların yarattığı yaygın tepki üzerine bir saray darbesiyle karısı II. Yekaterina tahta çıkarıldı.
Yekaterina'nın güçlü yönetimi önceki hükümdarlar döneminde izlenen yayılma politikasını daha da ileri götürdü. Ukrayna'yı Rusya'ya bağlama ve güneydeki geniş boş toprakları yerleşime açma süreci tamamlandı. Ardından Avusturya ve Prusya ile varılan anlaşma (1772) çerçevesinde parçalanan Polonya'nın doğu kesimi ile eski Litvanya Grandüklüğü toprakları Rusya'nın yönetimine geçti. Öte yandan Osmanlılara karşı kazanılan askerî başarılarla Karadeniz'in kuzey kıyıları bütünüyle Rus egemenliği altına girdi (1774). Bunu Kırım'ın ilhakı (1783) ve Urallar'ın doğusunda ve Hazar Denizi kıyıları boyunca sürdürülen fetihler izledi. Osmanlılara karşı sağlanan askerî üstünlüğün bir sonucu da Balkanlar'da dolaylı bir nüfuzunun kurulması oldu.
Yekaterina'nın gözdelerinden Grigoriy Potyomkin'in başlıca mimarı olduğu bu yayılma politikasına, özellikle güneyde yürütülen geniş çaplı bir kolonileşme eşlik etti. Bu süreçte kurulan kent ve limanlar kısa sürede canlı birer ticaret ve kültür merkezi durumuna geldi. Devlet görevlilerine ve soylulara dağıtılan geniş arazilerle Rus serflik sistemi yeni ele geçirilen topraklara da yayıldı. Serflik konusunda daha liberal bir profil çizen II. Katerina serfliğin bir sorun teşkil ettiğini buna rağmen kaldırılması için erken olduğunu belirtmekle birlikte kölelere mülkiyet hakkı verilebileceğini ifade etti.[5] Ayrıca belirli bir özerklikten yararlanan Kazakların geleneksel askerî demokrasilerine son verilerek oturdukları ırmak vadilerinde etkili bir denetim sağlandı. Egemenlik altına alınan yabancı halkları imparatorluk düzeni altında bütünleştirmede genellikle Rus yöneticilere dayanarak eski siyasi ve toplumsal yapıları ortadan kaldırma politikası benimsendi. Bu çabaların din, dil ve kültür alanlarında baskılara yol açması boyunduruk altındaki halklar arasında ulusal kimliği koruma temelinde bir direniş doğurdu.
Rusya'nın merkezden atanan memurlara, toprak sahiplerine ve mir (köy komünü) sistemine dayanan yerel yönetim mekanizmasının yetersizliği, Yekaterina dönemindeki köylü ayaklanmalarıyla açık bir biçimde ortaya çıktı. Bunun üzerine bir reform programı hazırlayan (1775) Yekaterina, ülke topraklarını guberniya denen birimlere ayırarak doğrudan çarlık adına görev yapan valilerin yönetimine verdi. Ayrıca toprak sahibi soyluların ve kentlerin seçtiği görevlilerin yerel yönetimde belirli ölçüde söz sahibi olmasını sağlayan bir sistem geliştirdi (1785). Yekaterina'nın merkezî yönetim alanındaki düzenlemeleri ise Senato'nun denetim yetkilerinin genişletilmesi, çeşitli devlet işlerini yürüten kurulların başkanlarına daha büyük bir güç kazandırması ve konumu tam belirlenmemiş bir tür kabinenin oluşturulması gibi değişikliklerle sınırlı kaldı. Eski yasaları yenilemeye yönelik çalışmaların tamamlanamamasına karşın, Yekaterina tarafından ortaya konan yol gösterici ilkeler daha sonraki reformlara temel oluşturdu. Otokratik bir devlet anlayışını önde tutan bu ilkeler, gene de devletçe çizilen sınırlar içinde kişi haklarının kullanılmasına olanak tanıyordu.
III. Petro'nun daha önce aldığı bir karar doğrultusunda soyluların devlet hizmeti yükümlülüğünü azaltarak ekonomiyle ilgili alanlara yönelmelerini sağlamaya çalışan Yekaterina, genel bir kadastroyla arazilerin sınırlarını kesin biçimde belirleyerek soylulara arazilerindeki yer altı ve yerüstü kaynakları işletme, ürünlerini serbestçe piyasada satma hakları tanındı. Taşra eşrafının örgütlenmesine yönelik düzenlemelerle birlikte toprak sahibi soyluları malikanelerine daha sıkı bağlayan bu önlemler, serfler üzerindeki sömürü ve baskının daha da ağırlaşmasına yol açtı. Böylece artan hoşnutsuzluklar toplumsal bir patlama getirdi. Kazak kökenli Yemelyan Pugaçov önderliğinde ülkenin bütün doğu kesimini saran köylü ayaklanması güçlükle bastırılabildi (1774). Yekaterina dönemine damgasını vuran bir başka gelişme, kentlerin ticaret ve kültür alanlarında büyük bir canlılık kazanması oldu.
I. Petro'nun eğitim alanında başlattığı atılım sonraki hükümdarlar döneminde de sürdürüldü. Böylece okullar yaygınlaşırken, bilimsel düşünce ve kültür düzeyi de hızla yükseldi. Bu süreçte Batı'dan gelen doğal hukuk öğretileri, Pietizm ve masonluk akımları Rus aydınları üzerinde derin bir etki bırakmaya başladı. Aydınlar arasında gelişen sorumluluk duygusu, imparatorluk düzenine yönelik ahlaki ve toplumsal bir eleştiri anlayışını doğurdu. Bu yeni tavır, özellikle Pugaçov'un köylü ayaklanmasından sonra serflik kurumunu hedef alan bir içerik kazandı. Öte yandan Avrupa'nın düzeyine ulaşma çabaları aydınlar arasında "ulusal gurur"u harekete geçirerek, Batı'yı doğrudan taklit etme yerine Rus tarihine eğilme yaklaşımını güçlendirdi.
Soyluların Avrupa kültürüyle donanmasını olumlu bulmakla birlikte, yeni düşüncelerin kolaylıkla siyasal sistemin aleyhine dönme tehlikesini içermesi nedeniyle aydınlar arasındaki gelişmelere karşı kararsız bir tutum takınan Yekaterina, Fransız Devrimi'nden sonra devlet denetiminin dışına çıkan akımların otokrasiyi tehdit etmesinden kaygı duymaya başladı. Devlete hizmet idealinin halka hizmet anlayışına dönüşmesi, seçkin tabakanın devletten kopması imparatorluk için kabul edilebilir bir durum değildi. Bu dönemde yazdığı eleştirel bir kitapla Yekaterina'nın tepkisini çeken Aleksandr Radişçev'in Sibirya'ya sürgün edilmesi, Rus aydınlara karşı 19. yüzyılda daha da sertleşecek olan tutumun ilk örneği oldu.
19. yüzyılın başlarında tahta oturan İmparator I. Pavel, Fransız Devrimi benzeri bir ayaklanmanın kendi ülkesinde de gerçekleşebileceğinden duyduğu korkuyla bütün gününü kendisine sadık subay ve askerlerin arasında geçirmeye başlamıştı. Annesinin yerine geçtikten sonra reformları tersine çevirerek otokrasiyi yeniden güçlendirmeye çalışan Pavel (hükümdarlığı 1796-1801), serüvenci bir dış politikaya da yönelerek Rusya'yı yalnızlığa itti. Ayaklanma korkusu giderek paranoyaya dönüşen Pavel'in artan baskıcı önlemleri, sonunda kendi ailesinin düzenlediği bir saray darbesiyle öldürülmesine yol açtı.[4] Pavel'den sonra tahta çıkan oğlu Aleksandr (hükümdarlığı 1801-25), Rusya'yı kuşatan düşmanlık çemberini kırmak için Büyük Britanya ve Fransa ile ilişkilerini düzeltmenin yanı sıra Prusya ve Avusturya'ya karşı yakınlaşma politikası izledi. Ama bu barış ortamında gerçekleştirmeye çalıştığı reformlar, Bonapart'ın 1805'te Avrupa'daki savaşı yeniden başlatmasıyla kesintiye uğradı. Birbirini izleyen yenilgiler üzerine Tilsit Antlaşması'yla (1807) sağlanan barış, Napoléon'un 1812'de Rusya'ya saldırmasıyla bir kez daha bozuldu.
1814 yılında Napolyon'u yendikten sonra Avrupa siyasetine giderek daha fazla müdahil olan Rusya, Avrupa'nın büyük devletleri arasında yer aldı ve diğer devletlerle ilişkilerini geliştirdi; Napoléon'u bozguna uğratan Rus ordularının batıya doğru başarılı ilerleyişi ve Aleksandr'ın yeni bir ittifakın yaratılmasında oynadığı büyük rol, Rus İmparatorluğu'nu Avrupa'nın önde gelen devletleri arasına soktu.[5] Aleksandr'ın ardından çar olan kardeşi I. Nikolay (hükümdarlığı 1825-55) daha çok İran, Osmanlı Devleti, Polonya ve Kafkasya halkları gibi zayıf düşmanlara karşı yürüttüğü savaşlarla Rusya'nın bu konumunu iyice pekiştirdi. Avrupa'yı sarsan 1848'deki devrim dalgası yalnızca Rusya'da etkisiz kaldı. Dahası, imparatorluk orduları Macarların ayaklanmasını bastırarak monarşik düzenleri koruma gibi bir görevi yerine getirdi. Rusya'nın korkulan bir güce dönüşmesiyle Nikolay "Avrupa'nın jandarması" olarak nitelendirilmeye başladı. Ama Kırım Savaşı'nda (1853-56) uğranan askerî başarısızlık, dev imparatorluğun hantallığını ve geriliğini açıkça ortaya koydu.
Rusya'nın zayıflığı büyük ölçüde, köhnemiş askerî ve bürokratik bir otokrasiyle yöneltilmesinden geliyordu. Başlangıçta liberal görüşlere yakınlık duyan I. Aleksandr'ın 1801-03 ve 1807-12 arasında giriştiği reformlar, bazı yenilikler getirmekle birlikte köklü bir değişim sağlayamamıştı. Rusya'nın geniş insan gücünü ve sınırlı mali kaynaklarını tüketen savaşların ardından, kendini daha çok Avrupa diplomasisine ve dinsel işlere veren Aleksandr, giderek tutucu bir eğilime yöneldi. İmparatorluk yönetimine karşı gizli örgütlenmelerin yaygınlaşmaya başladığı bu dönemde her türlü muhalefet acımasızca sindirildi. Aleksandr'ın ölümünden hemen sonra Aralıkçıların düzenlediği başarısız ayaklanma, I. Nikolay'ı otokrasiyi ayakta tutmak için daha da sertleşmeye yöneltti. Siyasi baskılar özellikle 1848'deki devrimci dalgayla birlikte doruğa ulaştı.
Sonuç olarak Aleksandr ve Nikolay dönemleri Rusya'nın Avrupa sahnesine çıktığı, ama içeride koyu bir karanlığa gömüldüğü bir dönüm noktası oldu. Bu sürecin temel özellikleri siyasi ve toplumsal yaşamın hemen her alanına yansıdı.
Yekaterina sonrasında Senato'ya temsili bir nitelik kazandırarak bu organı iktidarın odağı durumuna getirmeye çalışan soyluların çabaları sonuçsuz kaldı. Böylece otokratik yönetim yapısı korunurken, temsili kurumlar danışma organlarıyla sınırlandırıldı. Aleksandr döneminde devlet işlerini yürütmek üzere oluşturulan bakanlıklar eşgüdümü sağlama açısından bir komite altında bir araya getirildi. Gerçek anlamda bir kabineye denk düşmeyen bu düzenleme, yalnızca içişlerinin bütünüyle Aleksey Arakçeyev'e bırakıldığı dönemde etkili bir işlerlik kazandı. Komitenin varlığına son vermemekle birlikte bakanları doğrudan kendine bağlama yoluna giden Nikolay, iktidar yetkilerini önemli ölçüde özel kalemine ve bu kalem bünyesinde oluşturulan dairelere kaydırdı. İç güvenlikten sorumlu üçüncü daire, otokrasi karşıtı güçleri sindirmede ve halkı denetim altında tutmada en önemli araç durumuna geldi.
İmparatorluk düzeninin başlıca dayanağı, imparatora bağlılık temelinde örgütlenmiş olan bürokrasiydi. Rus bürokratları arasında paye ve statü önde geldiğinden, katı hiyerarşik sistem yetenekli kişilerin yükselmesine pek olanak vermiyordu. 19. yüzyılın ilk yarısında alt kademede memurların sayısının üç kat artmasıyla bürokraside büyük bir şişkinlik başladı. Genelde yetersiz bir öğrenimden geçen ve düşük ücretler alan geniş memurlar ordusunda kayırıcılık, rüşvet ve yolsuzluk son derece yaygındı. Yetki ve sorumlulukların aşırı merkezîleşmesi nedeniyle bürokrasi çok ağır işliyordu.
Rusya'nın toplumsal yapısının temel taşı olan serflik kurumu aynı zamanda geriliğin başlıca kaynağıydı. Ama soyluların tepkisinden çekinen ve bir otorite boşluğunun doğmasından korkan dönemin her iki imparatoru da bu kuruma dokunamadı. İmparatorluk bürokrasisinin kırsal alanda uygulayabildiği tek reform, devlete ait arazileri eken köylülerle ilgili olarak bir bakanlığın kurulması oldu. Köylüleri volost denen birimler çerçevesinde örgütleyen bu bakanlık, tarım ve eğitimin geliştirilmesinde belirli ölçüde başarıya ulaştı.
Rus aydınlarının serflik sistemine karşı çıkmasının temelinde yatan düşünce, bu kurumun ekonomik gelişmeyi kösteklediği noktasında toplanıyordu. Toprakların verimli, işgücünün bol ve tahıl ticaretinin kazançlı olduğu güney bölgelerindeki durum bu yaklaşıma oldukça uygundu. Ama ülkenin öteki kesimlerinde toprak sahiplerinin tek işgücü dayanağını serfler oluşturuyordu. Ayrıca kuzeydeki bazı yörelerde zanaatçılıkla uğraşan serflerin ödediği vergiler toprak sahiplerine önemli bir gelir sağlıyordu. Sonuç olarak toprak sahiplerinin büyük çoğunluğunun çıkarları serfiliğin korunması yönündeydi.
19. yüzyılın ilk yarısında madencilik alanında öteki Avrupa devletlerinin gerisine düşen Rusya, daha çok pamuk dokumacılığı ve şeker üretimi gibi sanayilerde gelişme gösterebildi. Sanayiyi geliştirmeye yönelik yüksek gümrük tarifeleri de bu dönemde gündeme geldi. Tahıl ihracatında sağlanan önemli artışa karşın, Rusya'nın dış ticaret hacmi eski düzeyini aşamadı. Rusya'nın ilk demiryolu hattı ancak 1851'de hizmete açıldı ve karayolları ağı son derece yetersiz kalmaya devam etti. Sanayi ve ticaretteki cılız gelişmeye göre hızla büyüyen kentlerde, devlet korumasından yararlanan varlıklı tüccarlar önemli bir güç kazandı. Orta Rusya'daki İvanovo gibi bazı merkezlerde sanayi işçisi olarak nitelendirilebilecek bir kesim ortaya çıktı. Bununla birlikte kentlerin ağırlıklı öğelerini küçük esnaf ve zanaatçılar ile serfler oluşturuyordu.
Aleksandr döneminde yasayla düzenlenen eğitim sisteminin yeni üniversite ve okullarla yaygınlaşmasına, aynı zamanda "zararlı düşünceler"i önlemeye yönelik sıkı bir denetim eşlik etti. Nikolay'ın yönetiminde okullarda daha özgür bir ortama izin verilmesine karşın, üniversite öğrenimini soylu ve varlıklı çevrelerin çocuklarıyla sınırlamaya yönelik sistemli bir çaba başladı. Gene de küçük memur, esnaf ve papazların oluşturduğu bir kesimden gelen yeni bir aydın tabaka ortaya çıktı.
Doğrudan siyasi eleştirilerin sert cezalarla karşılaştığı ağır baskı ve sansür ortamında, düşünce akımları ancak felsefe ve edebiyat alanında ifade olanağı buldu. Aydınlar arasındaki değişik eğilimler Slavofiller ve Batılılaşma yanlıları biçiminde bir kutuplaşma yarattı. Aleksandr Herzen, Vissarion Belinski ve Mihail Bakunin gibi adların temsil ettiği Batılılaşma akımı, Avrupa tipi bir burjuva liberalizminden çok, radikal bir siyasi dönüşümü savunuyor ve otokrasinin dayanağı olan Ortodoks Kilisesi'nin etkisini kırmayı hedef alıyordu. Buna karşılık Petro döneminde Batı'ya açılmanın sağlam geleneksel yapıyı bozduğunu öne süren Slavofillerin programı Rusya'ya özgü kurumları ve Ortodoksluğu temel alan evrimci bir gelişme çizgisine dayanıyordu. İki akımın temsilcileri zaman zaman belirli noktalarda buluşabiliyor, ayrıca bazı görüşlerle birbirlerini etkiliyebiliyordu.
Topraklarının genişlemesiyle değişik milliyetleri ve dinleri barındırmaya başlayan Rusya'da toplam nüfusun ancak yarısını oluşturan Ortodoks Rusların ayrıcalıklı bir konumu vardı. Otokrasi, Ortodoksluk ve Rus halkına inanç (narodnost) ilkelerine dayalı şoven ve asimilasyoncu Rus milliyetçiliği gene de imparatorluk yönetiminden tam bir destek görmüyordu. Bütün halkların imparatora bağlılığını önde tutan Nikolay, asi Polonyalılara karşı Ruslaştırma politikasını onaylarken, yönetimle uyumlu Baltık Almanlarının Estler ve Letonlar üzerindeki kültürel egemenliğini ayakta tutmaya çalışıyordu.
İmparatorluk yönetimi 19. yüzyılın ilk yarısında özellikle Asya'da geniş topraklar kazandı. Gürcü İmereti Krallığı'nın 1801'de Rusya'ya bağlanmasını öteki küçük Gürcü prensliklerinin ilhakı izledi. İran 1813'te Gülistan Antlaşması'yla Azerbaycan'ın kuzey kesimini Rusya'ya bırakmak zorunda kaldı. Ermenilerin yaşadıkları topraklar da 1828'de Rus yönetimine girdi. Şeyh Şamil önderliğindeki Çeçenlerin ve Dağıstan halklarının direnişi ancak 1834-59 arasındaki seferlerle kırılabilirken, Çerkeslerin denetim altına alınması 1864'e değin sürdü. Kazakistan'daki göçebe halklar ise 1840'larda egemenlik altına alındı.
17. yüzyılda Uzak Doğu'da Rus kuvvetleri Pasifik Okyanusu kıyılarına kadar ulaştı. 1707'de Japon adalarının kuzeyindeki Kamçatka yarımadası Rus bölgesi ilan edildi. 18. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Ruslar Bering Boğazı'nı geçerek Alaska'ya girdiler. Rus-Amerikan Kumpanyası Alaska ve Kaliforniya'nın bazı kıyı ve adalarını ele geçirdi. Bu genişleme, Amerika'nın doğu ucunda bağımsızlığını kazanıp batıya doğru tüm kıtayı egemenliği altına alma uğraşı veren Amerika Birleşik Devletleri tarafından durduruldu.[3]
19. yüzyıl başlarında Rus dış politikasının en önemli hedefleri Rusya'nın öteden beri çatıştığı İsveç, Polonya ve Osmanlı Devleti oldu. Tilsit Antlaşması'ndan sonra İsveç'e açılan savaş, 1809'da Finlandiya'nın Rus İmparatorluğu'na bağlanmasını sağladı. İzleyen dönemde İsveç, Rusya için bir tehlike olmaktan çıktı. Polonya'nın birliğinden yana bir politika izleyen Aleksandr'ın Rusya'yla müttefik bir krallık yaratma girişimleri ise sonuçsuz kaldı. Litvanya üzerindeki hak iddiaları üzerine Polonya'ya karşı sertleşen tutum, Rus korumasına son vermeye yönelik ayaklanmayla (1830) bir sindirme politikasına dönüştü. Ayaklanmanın bastırılmasından sonra Polonya'nın özerkliği kaldırılarak yoğun bir Ruslaştırma politikasına girişildi. Polonya sorununda Prusya ve Avusturya'dan güçlü bir destek gören Rusya, bir ölçüde Fransa ve Britanya'yla karşı karşıya geldi.
Rus yayılmasının başlıca hedefi olan Osmanlı Devleti'ne karşı izlenen politika ise ikili bir nitelik taşıdı. Daha çok Karadeniz üzerinden tahıl ihracatı için güvenli bir yol oluşturmayı amaçlayan imparatorluk yönetimi, öncelikle güçlü bir müttefik olarak Osmanlı Devleti üzerinde nüfuz kurmaya yöneldi. Bu politikanın uygulandığı 1798-1806 ve 1832-53 arasında Osmanlı Devleti'nin bütünlüğünü destekleyen Rusya, toprak taleplerinden kaçınma yolunu tuttu. Avrupa'daki güç dengelerinin bu politikayı güçleştirdiği dönemlerde ise Balkan halklarını kışkırtma ya da doğrudan savaş açma (1806-12, 1828-29, 1853-56) yolu seçildi. Osmanlılarla ittifak politikası Türk Boğazları üzerinde denetim kurma ve Akdeniz'e inme açısından daha büyük kazançlar sağladı. Çatışma dönemlerinde ise Boğdan ve Eflak prensliklerini ele geçirme çabası öne çıktı. Bu çabanın Avrupa'da yarattığı kaygı, Rusya'nın Avrupa'nın dışında tutulmasını düşünen Britanya ve Fransa'nın Osmanlı Devleti'nin yanında Kırım Savaşı'na girmesinde önemli rol oynadı.[3] Sivastopol'un bir yıl başarıyla savunulmasına karşın savaşta ortaya çıkan ciddi yetersizlikler, Nikolay'ın yerine geçen II. Aleksandr'ı (hükümdarlığı 1855-81) öncelikle Rusya'nın geri kalmışlığının üstesinden gelmeye yöneltti.
Ayrıca bakınız Köylü serfliğinin kaldırılması
Kırım Savaşı'ndaki mağlubiyet Rusya’nın geri kalmışlığının bir eseriydi. Bu nedenle Çar II. Aleksandr bir takım reform hareketlerine girişti. Bunların en başında ise kendisinin daha sonra "Özgürlükçü Çar" olarak anılmasını sağlayacak olan serflerin özgürleştirilmesiydi.[5] Rusya'yı ileri Batı ülkelerinin düzeyine çıkarmak amacıyla köklü değişiklikler yapılması gerektiğini gören II. Aleksandr, toprak sahiplerinin sert muhalefetini belirli ödünlerle yumuşatarak 3 Mart 1861'de serfliği kaldıran bir kararname yayımladı. Bu kararnamede on milyonlarca kişi özgürlüğe kavuşturulurken, uzun vadeli bir ödeme programıyla eski serflere belirli ölçüde toprak dağıtıldı. Ama mülk sahibi geniş bir köylü sınıfı yaratma çabası, toprak sahiplerine verilen tazminatları karşılamak için köylülerin ağır bir borç altına sokulması ve birçok bölgede köylülerin topraklarını ellerinde tutamaması gibi nedenlerle başarısızlığa uğradı. Buna karşılık toprak sahiplerinin ekonomik dayanaklarının zayıflamasıyla feodal ilişkilerde hızlı bir çözülme süreci başladı.
Serfliğin kaldırılmasıyla birlikte toprak sahiplerinin yerel yönetimdeki ağırlığı da kırıldı. Daha önce toprak sahiplerince seçilen yerel yöneticilerin, merkezden atanması ilkesi getirildi. Kökeni çok eskiye dayanan köy komünü sistemi, devlet adına vergi toplamayı sağlayan bir araç olarak düzenlendi. Bu reformların ardından 1864'te zemstvo denen yerel yönetim meclisleri oluşturuldu. Üyeleri seçimle belirlenmekle birlikte oy ve sandalye dağıtımı sayesinde toprak sahibi soyluların büyük bir ağırlık taşıdığı zemstvo'lara eğitim, sağlık, yol yapımı ve başka yerel işlerle uğraşma yetkisi tanındı. Aynı yıl yargı alanında yapılan geniş çaplı bir reformla düzenli ve modern bir adli sistem kuruldu.
Aleksandr bu tür reformların yanı sıra siyasi alanda da bir yumuşama başlattı. Birçok mahkûm ve sürgünü bağışlayarak baskı ve kısıtlamaları hafifletti. Ama liberal çevrelerin temsili bir yönetim oluşturulması yönündeki isteklerine sert bir biçimde karşı çıkarak, otokratik düzeni koruma yoluna gitti.
Serfliğin kaldırılmasından sonra köylülerin karşılaştığı yeni güçlükler Nikolay Çernişevski gibi radikal aydınların yönelttiği sert eleştiriler doğrultusunda devrimci bir hareketin gelişmesine zemin hazırladı. 1863'te Polonya'da patlak veren ayaklanmanın ve 1866'da çara karşı girişilen suikastın ardından yönetimde tutucular ağırlık kazanmaya başladı. Bu dönemde reformlar, kentlerde sınırlı seçime dayalı belediye örgütlerinin kurulması (1870) ve zorunlu askerlik hizmetiyle birlikte ordunun modernleştirilmesi (1874) gibi adımlarla sınırlı kaldı. Devrimci hareketin Avrupa'daki sosyalist akımlardan da etkilenerek yeniden canlandığı 1870'lerde Narodnikler olarak adlandırılan gençler, siyasal propagandayla köylüleri ayaklandırma hedefine yöneldi. Bunu izleyen yaygın tutuklama ve sürgünler hareketin daha radikalleşmesine ve yeraltına geçmesine yol açtı. Sıkı bir örgütlenmeyle ortaya çıkan Zemlya i Volya (Toprak ve Özgürlük), zamanla şiddet eylemlerine başvurmaya başladı. Örgütün 1879'da ikiye bölünmesinden sonra Narodnaya Volya (Halkın İradesi) adını alan şiddet yanlısı kanat, 13 Mart 1881'de bombalı bir suikastle imparatoru öldürdü.
Başa geçen III. Aleksandr (hükümdarlığı 1881-94) babasının bir süre önce ele aldığı meşruti düzene geçiş tasarısını bir yana atarak eğitimi sınırlama, zemstvoların çalışmalarını engelleme ve köy komünleri üzerinde daha sıkı bir denetim kurma gibi baskıcı önlemler aldı. Olağanüstü yetkilerle donatılan ve maddi koşulları düzeltilen bürokrasi, etkili bir baskı aracı durumuna geldi. Ama ekonomik gelişmenin yarattığı yeni toplumsal güçler ve gerginlikler yeniden etkili bir muhalefet doğurdu. Merkezî hükûmetin otoriter tutumunun da etkisiyle zemstvolar içinde güçlenen ılımlı liberal hareket, otokrasiyi korumada direten II. Nikolay'ın (hükümdarlığı 1894-1917) imparator olmasından sonra daha da yaygınlaştı. Aydınlara ve serbest meslek sahiplerine dayanan radikal akımlar boy gösterirken, sosyalist harekete temel oluşturan sanayi işçileri ile özellikle Orta Volga bölgesindeki köylüler arasında da bir hareketlenme başladı.
Eski serflerin kendilerine dağıtılan toprakların borçlarını ödeyerek ve toprak satın alarak mülk sahibi bir sınıf durumuna gelmesi oldukça ağır ve sancılı bir süreç izledi. Bu süreçte köylüler arasında da belirgin bir farklılaşma ortaya çıkarken, soylu toprak sahiplerinin konumu gittikçe sarsıldı. Belirli bir köylü kesimin daha yüksek bir refah seviyesine ulaşmasına karşın, tarımdaki gerilik ve yoksulluk yaygın varlığını sürdürdü. Bunun başlıca nedenleri devletin tarımı ihmal etmesi, ağır borç yükü, çeşitli temel gereksinim mallarından alınan vergiler, üretim araç ve tekniklerinin eksikliği, düşük verimlilik düzeyiydi. Kırsal kesimdeki yaygın yoksulluğun bir başka kaynağı, Sibirya'daki yeni yerleşim alanlarıyla zengin tarım bölgelerine ve kentlere yönelik göçlerin hızla artan işgücü fazlasını eritememesiydi. Köy komünü sisteminin girişimci çiftçilerin gelişmesini köstekleyen katı kuralları da tarımdaki güçlükleri artırıyordu. Sonuç olarak feodalizmin çözülmesine eşlik eden ağır sorunlar köylerde bir altüst oluş başlattı ve özellikle yoksul köylüler arasındaki toprak talebini daha da keskinleştirdi.
Serfliğin kaldırılması ve kırsal kesimin pazara açılması sınırlı düzeyde de olsa kapitalizmin serpilmesine elverişli koşullar yarattı. Bankalar ve kredi kuruluşları küçük köylere kadar ulaştı, tahıl ticareti önemli ölçüde canlandı. Özellikle 1870'lerde hızlı yürütülen demiryolu yapımı, bölgeler arasındaki ekonomik bütünleşmeyi ileriye götürdü. Askerî geleneklerin ve demiryollarının demir ve çelik için yarattığı yüksek talep, bu ürünlerin içeride karşılanmasını zorunlu kıldı. Böylece 19. yüzyılın sonlarına doğru yaygın kömür üretiminin de yardımıyla geniş çaplı bir metalurji sanayisi doğdu. Orta Asya'daki yeni topraklardan sağlanan bol miktarda hammadde, dokumacılık ve şeker üretimi gibi sanayilere daha sağlam bir temel kazandırdı. Özellikle Petersburg'da makine yapımı ve elektrik donanımıyla ilgili sanayiler doğmaya başladı. Azerbaycan'da çıkarılan petrol önemli bir kaynak durumuna geldi. Öte yandan Fransız ve Belçika sermayesi metalurji sanayisinde, Britanya sermayesi petrol üretiminde, Alman sermayesi de elektrik alanında yoğun yatırımlara girişti.
Sanayinin işgücü kaynağını büyük ölçüde kırsal kesimden kopan köylüler oluşturdu. Kentlerde hızla büyüyen işçi sınıfı ağır bir sömürüyle karşı karşıya kaldı. Düşük ücretler, uzun iş saatleri ve kötü barınma koşulları işçiler arasında tepkiler doğurmada gecikmedi. İmparatorluk polisinin sıkı yasak ve baskılarına karşın, gizli sendikal örgütlenmeler ortaya çıktı ve giderek yükselen grev eylemleri başladı.
Devletin koruyucu şemsiyesi altında gelişen Rus burjuvazisi kaçınılmaz olarak otokratik yönetimle bütünleşme yoluna gitti. Bürokratik ve askerî bir nitelik taşıyan Rus kapitalizminin itici gücünü de büyük ölçüde resmî devlet politikaları oluşturdu.
Rusya'da ilk modern sayımın yapıldığı 1897'de toplam nüfus içindeki oranı ancak yüzde 0,1'i bulan üniversite öğrencilerinin yaklaşık dörtte üçünü, soyluların ve memurların çocukları oluşturuyordu. Ortaöğretim kurumlarında okuyanların oranı da ancak yüzde 1'e yaklaşıyordu; bu kesimin içinde soylu ve memur çocuklarının oranı beşte ikiye ulaşıyordu. 1904'teki verilere göre ilköğrenim çağındaki çocukların ancak yüzde 27'si okula gidebiliyordu. Bu rakamların ortaya koyduğu olumsuz tablo, ülkenin geriliği ve kaynak yetersizliğinden çok, imparatorluk yönetiminin izlediği politikanın sonucuydu.
19. yüzyılın ikinci yarısında Rus düşünce dünyasında entelejansiya olarak adlandırılan bir kesim öne çıktı. Çekirdeğini hukukçu, hekim, öğretmen ve mühendislerin oluşturduğu entelejansiya içinde bazı bürokratlar, toprak sahipleri ve subaylar da yer alıyordu. Toplumsal ve siyasi konularla yakından ilgilenen bu kesim, imparatorluk rejiminin otokratik ve baskıcı yapısına kökten karşıydı. Her konuyu toplumun ilerlemesi açısından ele alan bu muhalefeti belirleyen temel çizgi toplumsal yararcılık anlayışıydı.
Dönemin devrimci hareketlerinin pek çok önderi entelejansiya çevresi içinden çıktı. Ağır polis baskısı ve özgürlüklerden yoksunluk, bu önderleri kitlelere yol gösterecek sıkı disiplinli bir örgütlenme modeline yöneltti. Bu dönemde devrimci ve radikal eğilimlere damgasını vuran Rus sosyalizmi iki ana akım çerçevesinde gelişti. Kökeni Narodnaya Volya'ya dayanan grupların 1901'de partileşmesiyle ortaya çıkan Sosyalist Devrimcilerin programı, kapitalizmin aşamasından geçmeden köy komünlerine dayalı sosyalist bir düzen kurmayı öngörüyordu. Bu hareketin bir kanadı şiddet yöntemlerini esas alırken, öteki kanadı radikal orta sınıf liberalizmiyle birleşme yoluna yöneldi. Çeşitli gizli işçi gruplarının 1898'de kurduğu Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDRP) ise kapitalizmin gelişmesini kaçınılmaz görüyor ve sosyalizm yolunun burjuva demokratik devrimle açılacağını savunuyordu. RSDRP'nin 1903'teki ikinci kongresinden sonra Sosyal Demokrat hareket de başını Vladimir İlyiç Lenin'in çektiği Bolşevikler ve Julius Martov'un öncülük ettiği Menşevikler olarak iki kanada ayrıldı.
Polonya'da imparatorluk yönetimine karşı direnişin kırıldığı 1863'ten sonra toprak reformuyla birlikte başlatılan Ruslaştırma politikası, Ukrayna'daki benzer uygulamaların ardından 1890'larda genel bir niteliği büründü. Gücünü daha çok bürokrasiden alan ve Ortodoksluğu dayatma çabalarıyla atbaşı giden bu politikanın yürütülmesinde Rus Ortodoks Kilisesi de önemli rol oynadı. Ruslaştırmanın ilk hedeflerinden biri olan Baltık bölgesinde, yerel halkların Alman toprak sahiplerine ve zenginlerine duyduğu tepki, dil, eğitim ve kültür alanında Alman etkisinin kırılmasını büyük ölçüde kolaylaştırdı. Buna karşılık Ortodoksluğu benimsetme çabaları sonuçsuz kaldı. Finlandiya ve Kafkasya'daki Ruslaştırma girişimleri etkili bir pasif direnişle karşılaştı. İmparatorluğa bağlı Müslüman halklar arasında ekonomik ve kültürel bakımdan daha gelişmiş bir düzeyde bulunan Tatarlar, yoğun bir Ruslaştırma politikasına hedef oldu. Orta Asya'da ise Rus sömürgeci yönetimi dolaylı yöntemlere dayandığından, benzer bir uygulamaya gidilmedi ve eski düzenin sürmesine izin verildi.
Ruslaştırmanın bütün şiddetiyle sürdüğü dönemde Yahudilere yönelik ayrımcı politikalar da doruğuna çıktı. Böylece imparatorluğun kışkırtmasıyla girişilen pogromlar aynı zamanda halk arasındaki hoşnutsuzluğu başka yönlere çekmede kullanıldı.
19. yüzyılda Rus dış politikasının ağırlık noktalarını Balkanlar ve Uzak Doğu oluşturdu. Bu doğrultuda yürütülen nüfuz ve yayılma mücadelesi, Rusya'yı batıda Avusturya ve Almanya, doğuda da Japonya'yla karşı karşıya getirdi.
Kırım Savaşı'nın ardından konan askerî kısıtlamaların 1871'de kaldırılmasından sonra Karadeniz donanmasını yeniden kuran Rusya, geleneksel stratejisi doğrultusunda Balkanlar'da daha ekin bir rol oynamaya başladı. Panslavizm akımının da etkisiyle 1877'de Osmanlı Devleti'ne açılan savaş (93 Harbi), Bulgaristan'ın bağımsızlığını sağlayan Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması'yla (1878) noktalandı. Ama Berlin Kongresi'ni toplayarak Rus kazançlarını sınırlandıran Britanya ve Avusturya, izleyen dönemde de Balkanlar'da Rus nüfuzunu engellemeye çalıştı. Bu durumun yarattığı çatışma, Avusturya, Almanya ve İtalya'nın Üçlü İttifak'ı oluşturmasıyla daha da derinleşti. Destek için Fransa'ya dönmek zorunda kalan Rusya, 1891'de bu ülkeyle mali ilişkilerini geliştirmenin yanı sıra askerî bir ittifak kurdu.
Bu arada 1860'larda Türkistan'da başlayan Rus yayılması 1880'lerde Hazar Denizinin doğu kıyısındaki Türkmen topraklarına kadar ulaştı. Britanya'nın Hindistan'daki konumunu tehdit eden bu gelişmeler, iki ülke arasında Afganistan üzerinde başlayan çekişmeyle yeni bir boyut kazandı. Orta Asya'daki Rus-Britanya çekişmesi Eylül 1885'te nüfuz sınırının belirlenmesiyle yatıştı.
Japonya ve Çin'le bir dizi antlaşma imzalayarak Uzakdoğu'da Sahalin ve Kuril adalarıyla Amur Nehri vadisi gibi önemli köprübaşlarını ele geçiren Rusya, Kore üzerindeki Çin-Japon çekişmesinde (1894-95) Çin'in yanında yer aldı. Japonya'nın yayılmasını önlemeye yönelik bu politika, Mançurya'da ve ardından Liaodong Yarımadasında liman ve demiryolu ayrıcalıkları elde edilmesini sağladı. Boxer Ayaklanması sırasında Mançurya'ya Rus birliklerinin girmesi (1900), Japonya'yla rekabeti açık çatışmaya dönüştürdü. Çin'deki çıkarlarını korumak isteyen Britanya 1902'de Japonya'yla ittifaka girdi. Gerginliği azaltmaya yönelik görüşmeler sürerken, Japon kuvvetleri Şubat 1904'te Port Arthur'daki (Lüshun) Rus savaş gemilerine ani bir baskınla saldırdı. Böylece Rus-Japon Savaşı başladı.
Japonlar karşısında hem karada, hem denizde alınan ağır yenilgiler, imparatorluk düzenine karşı hoşnutsuzluğu açığa çıkaran yaygın protesto hareketlerine yol açtı. Petersburg'da Kışlık Saray'a yürümek isteyen göstericilere ateş açılmasıyla yaşanan Kanlı Pazar, olayları tırmandırarak 1905 Devrimi'nin kıvılcımını oluşturdu. İşçi grevleri, sokak çatışmaları, köylü hareketleri ve askerî isyanlar biçiminde gelişen genel ayaklanma, özellikle azınlık milliyetlerin yaşadığı bölgelerde hızla yükseldi. Bu arada Kara Yüzler ve benzeri karşıdevrimci örgütler halkı sindirmeye yönelik saldırılara giriştiler. Ekim 1905'te başlayan demiryolu grevinin ülke çapında yaygınlaşarak bir genel grev biçimini alması ve Petersburg Sovyeti'nin oluşturulmasıyla devrimci hareket doruğuna ulaştı. Güç durumda kalan II. Nikolay, Ekim Manifestosu'nu yayımlayarak meşruti bir anayasa ve seçilmiş bir meclis (Duma) sözü verdi. Ardından Japonya'yla elverişli bir barış yapılmasında önemli rol oynayan ve halka ödün politikasının başlıca savunucuları arasında yer alan Sergey Vitte'yi başbakanlığa getirdi. Bunu izleyen siyasi manevralarla muhalefetin bölünmesi ve devrimci dalganın düşüş içine girmesi, karşı saldırıya geçen imparatorluk yönetimine adım adım ayaklanmaları bastırma olanağı verdi.
Radikal muhalefetin taleplerini karşılamaktan uzak yasal düzenlemelerden sonra Nisan 1906'da seçilen Birinci Duma'da, beklenenin tersine, Kadetler ve İşçi Grubu (Trudovikler) gibi liberal ve sol muhalefet örgütleri çoğunluğu elde etti. Ayrıca Rus olmayan milliyetler de geniş bir temsil olanağı buldu. Köklü reformlar istediği için imparatorluk hükûmetiyle çatışmaya giren Birinci Duma iki ay geçmeden dağıtıldı. Başbakanlığa atanan Pyotr Stolipin ülkeyi kararnameler aracılığıyla yöneterek son direniş noktalarını ortadan kaldırdı ve ordu ile polis örgütünü etkili bir işleyişe kavuşturdu. Şubat 1907'de İkinci Duma için yapılan seçimlerde İşçi Grubu ile Kadetler ilk iki sırayı alırken, boykot taktiğinden vazgeçen Sosyal Demokratlar üçüncü güç olarak Duma'ya girmeyi başardı. Ilımlı liberalleri temsil eden Oktobristler ile tutucu gruplar ise azınlıkta kaldı. Böylece daha da sola kayan İkinci Duma'nın ömrü ancak üç ay sürdü. Köylülerin ve azınlık milliyetlerin oy hakkının kısıtlanmasıyla tutucuların belirgin bir ağırlık kazandığı Üçüncü ve Dördüncü Duma'lar genelde imparatorluk hükûmetinin politikalarını desteklediler. Bu dönemde askerî ve bürokratik bir yapıya dayanan otokrasinin temel özellikleri ayakta kalmakla birlikte, siyasal partiler, basın, sendikalar ve eğitim kurumları görece bir serbestlikten yararlandı.
İmparatorluk düzenini yeniden pekiştirmede önemli rol oynayan Stolipin, tarımı modernleştirerek köylüler arasında imparatorluk için yeni bir dayanak yaratmaya çalıştı. Aynı yıllar sanayide de sürekli bir gelişmeye sahne oldu ve Sibirya'da geniş topraklar yerleşime açıldı. Devrim sırasındaki kazançları geri alınan azınlık milliyetlere karşı yeniden yoğun bir Ruslaştırma politikası uygulanmaya başladı. Orta Asya'da Rus göçmenlerin kurduğu koloniler hızla arttı.
Bürokratların entrikalarıyla konumu sarsılan Stolipin'in Eylül 1911'de öldürülmesinden sonra, hükûmet imparatorun çevresini kuşatan danışmanların eline geçti. Grigori Rasputin gibi serüvenci bir mistik, imparatorluk sarayında büyük bir nüfuz kazandı.
Asya'da Japonya ve Britanya ile çatışmaya son veren Rusya, 1906'dan sonra Balkanlar üzerinde nüfuz kazanmak için Avusturya'ya karşı yoğun bir mücadeleye girdi. Balkanlar'da giderek kızışan ortam, Rusya'nın çok geçmeden Britanya ile Fransa'nın yanında I. Dünya Savaşı'na katılmasını getirdi. Bir süre sonra Osmanlı Devleti'nin Almanya ve Avusturya'nın müttefiki olarak savaşa girmesiyle Kafkasya'da yeni bir cephe açmak zorunda kalan Rusya, aynı zamanda Boğazlar'ın açık olmasına bağlı olan ikmal desteğini büyük ölçüde yitirdi. Ciddi silah ve mühimmat sıkıntısı çekmeye başlayan Rus orduları batıda birbirini izleyen ağır yenilgilere uğradı. 1915 sonbaharına gelindiğinde Rusya'nın kayıpları bir milyonu aşmış bulunuyordu.
Savaşın yol açtığı yıkımla birlikte basında ve Duma'da "halkın güvenine sahip bir hükûmet" talebi yükselmeye başladı. Ama Nikolay'ın dar bir hizbe dayanan beceriksiz yönetimi, ekonominin hızla bozulmasına ve imparatorluğa karşı tepkilerin derinleşmesine yol açtı.
1917 yılına gelindiğinde Rus ekonomisi iflas etmiş durumdaydı. Vergi sistemi karışık, bozuk ve adaletsizdi. Savaşın finansmanı ancak erimekte olan altın rezervleri ile dış borçlarla sağlanmaktaydı. Buna ek olarak Rusya'da, devlet kurulduğundan bu yana demokratik gelenek ve örgütlerin olmaması, hiçbir biçimde sesini duyuramayan Rus halkına, İmparatorluk rejimine karşı şiddetli başkaldırıdan başka bir seçenek bırakmamıştı.[3]
Birinci Dünya Savaşı'nın bütün bu koşulları, imparatorluğu yıkmayı hedefleyen liberaller, reformcular ve Bolşevikler için bulunmaz bir fırsat oldu. Her şeyden önce, ülkede genel seferberlik ilan edildiği için, silah bu kez Rus halkının eline geçmişti.[4]
Mart 1917'de başkentte yayılan grev ve sokak gösterileri, çarlık subaylarının emirlerini dinlemeyen askerî birliklerin de protestoları desteklemesiyle, Şubat Devrimi olarak bilinen bir ayaklanmaya dönüştü. Petrograd İşçi ve Asker Delegeleri Sovyeti ile Duma'nın vardığı anlaşma sonucunda, Prens G. Y. Lvov başkanlığında, ağırlığını Kadetler ve Oktobristlerin oluşturduğu bir Geçici Hükûmet oluşturuldu. Hükûmete bağlı birliklerce Pskov'da kuşatılan Nikolay'ın 15 Mart 1917'de tahttan çekilmesiyle imparatorluk rejimi sona erdi.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.