Loading AI tools
Azerbaycan'da Kurulmuş Bir Türk Atabeyliği Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Eldenizler,[3] ayrıca Eldegezler,[3] İldenizliler[4] veya Azerbaycan Atabeyleri [Azerice: Eldənizlər] - 1136-1225'te Azerbaycan'ı, Doğu Anadolu'yu, Kuzey Irak'ı, İran'ı ve Cibal'ı yöneten tarihi bir devlet. Hanedanlığın kuruluşu Kıpçak asıllı Şemseddin İldeniz ile bağlantılıdır. Böylece Arran'ı Sultan Mesud'dan ikta olarak alan Eldeniz, gücünü kısa sürede tüm Azerbaycan'a yaydı. Eldeniz, oğulluğu Arslanşah'ı 1160 yılında hükümdar yaptıktan sonra Irak Selçuklu Devleti'nde fiilen iktidarı ele geçirdi. Şemseddin İldeniz döneminde Azerbaycan atabeylerinin toprakları Arran, Azerbaycan, Şirvan, Cibal, Hemedan, Gilan, Mazenderan, İsfahan, Rey, Musul, Kirman, Fars, Huzistan, Ahlat, Erzurum ve Meraga topraklarını içeriyordu.[5]
1136-1225 | |||||||||||||
Bayrak | |||||||||||||
Başkent | Nahçıvan (1136-1175) Hemedan (1175-1191) Tebriz (1191-1225) | ||||||||||||
Yaygın dil(ler) | Azerbaycan Türkçesi Farsça | ||||||||||||
Hükûmet | Mutlak Monarşi | ||||||||||||
Atabey; Sultan (1191 yılından itibaren) | |||||||||||||
| |||||||||||||
Tarihçe | |||||||||||||
| |||||||||||||
|
Hanedanın güçlenmesi Muhammed Cihan Pehlevan dönemi ile ilgilidir. Sultan Arslanşah'ın 1175 yılında ölümünden sonra 7 yaşındaki oğlu III. Toğrul'u iktidara getiren Cihan Pehlevan, kendisini atabey ilan etti ve Şemseddin İldeniz gibi asıl gücü eline aldı.[6] Merkezi hükûmete karşı çıkan isyanlar Atabey Muhammed Cihan Pehlevan tarafından bastırıldı ve komşu hanedanlarla dostane ilişkiler kuruldu. Cihan Pehlevan dönemi düzen dönemi olduğundan, İldenizler yönetimindeki topraklarda kültürel alanlar gelişmiştir. İldenizler'in başkenti üzerine konuşulmuş atabey zamanında Nahçıvan'dan Hemedan'a taşınmıştır.[7]
Yüzyılın büyük şairleri Nizami ve Hakanî Atabeyler zamanında yaşamışlardır. Her iki şairin de İldeniz sarayı ile yakın ilişkileri vardır. İldenizliler döneminde mimarlık alanında bir takım ilerlemeler kaydedilmiştir. Arran ve Nahçıvan-Meraga mimarlık okulları bu dönemde gelişmiştir. Nahçıvan-Maraga mimarlık ekolünün gelişmesinde mimar Acemi'nin büyük rolü olmuştur. Yusuf bin Küseyir Türbesi, Mümine Hatun Türbesi, Göy Günbaz Türbesi, Atabayler camisi gibi mimari örnekler İldenizler dönemi ile ilgilidir.[8]
Muhammed Cihan Pehlevan'dan sonra kardeşi Kızılarslan iktidara geldi. Kızılarslan döneminde başkent Tebriz'e taşındı. Kızılarslan hem iç savaşlara son vermiş hem de kendini padişah ilan ederek Azerbaycan atabeylerinin hakim oldukları topraklardaki gücünü yasallaştırmıştır. Sultan Kızılarslan'ın 1191'de ölümü üzerine taht savaşları yeniden başladı. Muhammed Cihan Pehlevan'ın oğulları Ebu Bekir, Amir Amiran Omar ve Kutlug İnanc bu savaşlarda kilit rol oynadı.[9]
İktidardaki son hükümdarlar Ebu Bekir ve Özbey döneminde devlet zayıfladı ve çöktü. Her iki hükümdar da devlet işleriyle ilgilenmezler ve zamanlarını içki meclislerinde geçirmeyi seçerlerdi. Özbey zamanında Azerbaycan atabeylerinin topraklarının çoğu kaybedildi ve gücü sadece Azerbaycan ile sınırlı kaldı. Yabancı istilalara aldırış etmeyen son hükümdar Özbey'in saltanatı sırasında İldenizliler'in bütün toprakları Celaleddin Mengüberti tarafından işgal edildi. Ona karşı herhangi bir direniş göstermeyen Özbek, 1225 yılında Elince kalesinde öldü.[10]
İldenizliler hanedanının kurucusu Şemseddin İldeniz Kıpçaklardandır. Mirhond şöyle yazar: "Bilgili tarihçiler, eski zamanlarda Kıpçaklar ülkesinde böyle bir gelenek olduğunu bildiriyorlar: bir tüccar bir kerede 40 köle satın alırsa, satıcı bunlardan sadece otuz dokuzu'nun parasını alır ve kırkıncıyı bedavaya verirdi". Bu şekilde olmuştur ki, Sultan Mahmud zamanında bir köle tüccarı 39 köle satmış ve kırkıncı köle için para almamıştır. O köle de İldeniz'di.[11]
İldeniz'in kökeni bazı kaynaklara göre Kafkasya Kıpçaklarından, bazılarına göre ise Orta Asya ve Horasan Kıpçaklarından gelmektedir. Harezm tarihçisi Bahaeddin Muhammed ibn Muayyad, Harezmşahların mektupları üzerine yaptığı çalışmasında Atabey Muhammed Cihan Pehlevan'a ait bir mektuptan söz eder ve Atabey'in Harzem ordularının başında Taraz'a gelen Kıpçak Uran kabilesinin reislerinden Kiran'la "akraba" olduğunu yazar. Söz edilen kabilenin çoğu, Harzem ordusuna katılıncaya kadar Müslüman değildi. Yani kabile Türk tanrısına tapınıyordu.[12]
İldeniz'i köle olarak alan Selçuklu veziri Sümeyrami'nin Mayıs 1122'de öldürülmesinin ardından Sultan Mahmud, onun tüm mal varlığına el koydu. İldeniz de padişahın hizmetine keçer. Sultan Mahmud İldeniz'in hünerini görünce yetiştirilmesini Emir Nasr'a emanet eder. İldeniz kısa süre sonra padişahın mutfağından sorumlu oldu. İldeniz bu görevdeyken Sultan Mahmud öldü. Sultan II. Tuğrul'un saltanatı sırasında İldeniz, padişahın kişisel memlükleri saflarına geçirildi. Sultan'ın eşi Mümine Hatun ona özel övgülerde bulundu.[13]
1136 yılında Sultan Mesud Arran'ı, atabay İldeniz'e ikta arazisi olarak verdi ve İldeniz Berde'deki konutuna doğru yola çıktı. İldeniz kısa sürede yerel emirleri yanına çekti, padişah hizmetine bağımlı olmaktan kurtuldu ve nadiren saraya geldi. Yavaş yavaş tüm Azerbaycan'ı fethetti ve küçük emirliklere boyun eğdirdi. Cüzcani, "Eldeniz Azerbaycan toprakları kontrolü altına aldı, çok çalıştı ve faaliyetlerinin izleri bu ülkede hala duruyor" diye yazıyor.[14] Bununla bağımsız İldenizliler devletinin ve bu devleti yöneten İldenizliler hanedanının temeli atılmıştır. İldeniz'in ele geçirdiği topraklara dahil olan Nahçıvan başkent seçildi.[5]
1145-1146'da İran hakimi Boz Aba ile Rey'in hakimi Abbas ittifak kurarak merkezi hükûmete isyan ettiler. Sultan Mesud'un hacibi Abdurrahman ibn Togan Yürek de bu ittifaka katıldı. Sultan Mesud bu ayaklanmayı bastıramadığı için Atabey İldeniz'den yardım istedi. Atabey aceleyle yola çıktı ve Mesud ile birlikte Kaşan çevresindeki isyancılarla karşılaştı. İsyancılar savaşta yenildiler ve geri çekildiler. Eldeniz'in Irak Selçuklu Devleti'ndeki nüfuzu daha da arttı.[15]
1160 yılında, Irak Selçuklu sultanı Süleyman Şah, emirlerin konuşmaları sonucu tahttan indirilip öldürüldüğünde, başta nüfuzlu soylulardan Şerafeddin Muvaffaq Gord-Boz olmak üzere komplonun organizatörleri İldiniz'e başvurarak oğlu Arslanşah'ı Hemedan'a getirmesini ve Irak saltanatının tahtına oturtmasını istediler.[16] Kasım 1160'ta İldeniz, 20.000 kişilik bir ordunun başında Arslanşah ile Hemedan'a girdi. Burada (Rey hükümdarı İnanc hariç) devletin tüm soyluları ve emirleri tarafından karşılandılar ve ciddi bir törenden sonra Arslanşah'ı taçlandırdılar. Padişah idaresi altındaki her yerde onun adına hutbe okunurdu.[17]
1160 yılında Şemseddin İldeniz "Büyük Atabey" unvanını alarak Irak Selçuklu Devleti'nin yönetimini fiilen devraldı. En büyük oğlu Muhammed Cihan Pehlevan sultanının hacibi oldu ve en küçük oğlu Kızılarslan, ordunun başkomutanlığına atandı.[18]
Atabey İldeniz'in Irak Selçuklu tahtını ele geçirmesi kolay olmadı. Arslanşah'ın karşısına 2 taht adayı çıktı. Maraga Atabey'inin kontrolünde olan Mahmud Şah ve Fars hakiminin kontrolünde olan Melik Şah. Bu iki aday, halifenin ısrarı üzerine İldeniz'e karşı harekete geçti. Ancak İldeniz hızlı hareket etti ve onların bireşmeerine izin vermedi. 2 Ağustos 1161'de Rey civarında Mahmud Şah ibn Muhammed'in ordusunu yendi. Rey'i ele geçirdi ve onu Pehlavan'ın iktası ilan etti.[19] Ray hakimi Emir İnanç da İldeniz'in vasalı oldu.[20]
Daha sonra İldeniz, Maraga hakimi Nusretdin Arslan-Aba'ya bir haberci göndererek Şehzade Mahmud Şah ibn Muhammed'in teslim edilmesini ve padişahın hizmetine sunulmasını talep etti. Ancak Nusretuddin, bu talebi yerine getirmeyi reddetti ve şunları söyledi:"Sultan yanımda yaşıyor!". Daha sonra Atabay İldeniz Muhammed Cihan Pehlevan önderliğinde bir ordu toplayarak Maraga Hakim'i Nusretuddin'in üzerine gönderdi. Nusreteddin, Hilat'ın hakimi Seyfeddin Bey Teymur'dan yardım istedi ve o da ordusunu yardıma gönderdi. Muhammed Cihan Pehlevan Safidrud Nehri yakınında yapılan savaşta yenildi ve Hemedan'a kaçtı.[21] Bir süre sonra Maraga'nın hakimi Nusratuddin öldü. İldeniz, mülklerinin çoğuna el koydu ve Aksungurluları etkisi altına aldı.[22]
İldeniz'in son düşmanı, Arslanşah'ın üstün otoritesini tanımak istemeyen Pers hakimi Sungur ibn Madud 1161'de öldü. Sadece kendisinden sonra gelen Zengi ibn Madud, 1162'de padişah ve Atabey İldeniz'e vassal bağımlılığı kabul etti ve onlar adına para kesti. Aynı yıl Atabey İldeniz, Erdebil vilayetini Muhammed ibn Ağ Gush'tan aldı ve o bölgeyi oğlu Muhammed Cihan Pehlevan'ın mülküne ekledi.[23]
1161 yılında Gürcü birlikleri İldeniz komutasındaki Dabil şehrine saldırarak 10.000 kişiyi kılıçtan geçirmiş, kadın ve çocukları çıplak olarak Gürcistan'a götürmüştür. Gürcü kadınların protestosu üzerine kıyafetleri kendilerine iade edildi.[5] Olayı duyan Atabey İldeniz, Hilat, Maraga, Arzan al-Rum hakimlerini ve diğer emirlerini Gürcülere karşı birleştirdi. Ocak 1163'te Atabey İldeniz'in birlikleri Gürcistan'a girdi. İldeniz ve III.George birlikleri arasındaki askeri operasyon 1 ay sürdü. Aynı yılın Temmuz ayında, emirlerin birleşik kuvvetleri Gürcülere karşı ikinci bir sefer başlattı ve Eldeniz, Dabil şehrini onlardan alarak III. George'u ağır bir yenilgiye uğrattı. Ancak bu yenilgiye rağmen, Nisan 1164'te Gürcü birlikleri tekrar Dabil şehrine saldırdı ve yağmaladı. Eldeniz onları tekrar şehir dışına sürdü ve aynı yılın sonunda şehri Şeddadi emiri Fazlu'nun kardeşi Şahenşah'a verdi.[24]
1167'de Musul Atabeyleri, Zengiler de Arslanşah'ın egemenliğini kabul ettiler. Kirman ve Huzistan hakimleri de Atabey İldeniz'in egemenliğini kabul ettiler. Böylece Atabey İldeniz döneminde Azerbaycan Atabeyleri Irak Selçuklularının bütün topraklarını ele geçirdi. Atabey'e itaat eden iller arasında Arran, Azerbaycan, Şirvan, Cibal, Hemedan, Gilan, Mazenderan, İsfahan, Rey, Musul, Kirman, Fars, Huzistan, Ahlat, Erzurum ve Maraga vardı. Selçuklu tarihçisi el-Hüseyni, "Gerçek hükümdar Atabey İldeniz'in kendisiydi. Emirleri o verdi, ikta topraklarını o dağıttı, devlet hazinesini o kontrol etti. Sultan Arslanşah ibn Toğrul'un sadece bir adı vardı".[22]
1167-1168'de Kirman hükümdarı Tuğrul Şah öldü ve oğulları arasında iktidar mücadelesi başladı. Tuğrul Şah'ın ortanca oğlu II. Arslanşah kaçarak Hamedan'a geldi - Sultan Arslanşah'a ve Atabey İldeniz'e sığındı. 1168'de Atabey'in kuvvetleri Kirman'a girdi. II. Arslanşah Atabey'in vasalı olarak Kirman'a hakım tayin edildi.[25]
1166'da çok sayıda Gürcü askeri Azerbaycan'a girdi ve Gence'ye ilerledi. Şehir yağmalandı. Bu müdahaleden sonra iki taraf da 1174 yılına kadar aktif askeri operasyonlar yürütmedi. Ancak 1174 yılı başlarında Nahçıvan'dan Hemedan'a gelen Atabey'in eşi Mümine Hatun, Gürcü birliklerinin yeni bir saldırı haberini getirdi. 1175 Ağustos'unda Atabey İldeniz, Sultan Arslanşah, Hilat hakimi Şah Armen ve Diyarbakır hakiminden oluşan birleşik güçler,Muhammed Cihan Pehlevan önderliğinde Gürcülere karşı bir sefer daha başlattılar. Ravandi'ye göre, Gürcüler "yenildiler ve Müslümanlar öyle bir zafer kazandılar ki böylesini kimsenin hatırlayamayacağı bir zaferdi". Bu yenilginin ardından Gürcüler, Dabil'e ve İldenizliler'in kontrolündeki diğer topraklara yönelik saldırılarını geçici olarak durdurdu.[26]
1166-1167'de Atabey'e bağlı bir vassal olan Nişabur hakimi Ay-Aba, Hamedan'a geldi ve Atabey İldeniz'e Harezmşahlı İl-Arslan'ın birliklerini Nişabur'u ele geçirmek için yönlendirdiğini bildirdi. Atabey İldeniz, Hamedan'dan Rey'e gitti ve oradan Harezmşah İl-Arslan'a şu mektupla bir elçi gönderdi:"Gerçekten de bu Muayid Ay-Aba padişahın memlukudur ve Horasan da padişahın memleketi, babalarının ve dedelerinin yeridir. Aynı şekilde, sizin kaldığınız Harezm de onun malıdır! Nişabur'a hareket edersen sana karşı bir saldırı ve aramızdaki savaş olacak. Sen kendini düşünmüyor musun?"[27]
Kuşatma 2 ay sürmesine rağmen şehir teslim olmadı. Atabey'in ve Harzemşah'ın birlikleri arasındaki savaş sonuç vermedi. Ancak İldenizliler kısa süre sonra Nişabur'u kaybetti. Böylece, daha önce İldenizlilerin bir vasalı olan Nişabur hakimi Ay-Aba, bizzat Harezmşah'ın tarafına geçti.[28]
1168'de Maraga'nın hükümdarı Arslan-Aba, iktidara karşı tekrar isyan etti, ancak bu isyan Maragha'yı kuşatan Muhammed Cihan Pehlevan tarafından bastırıldı. Kısa bir süre sonra, ilgili tarafların eski vasallığını geri getiren bir ateşkes imzalandı.[27] 1170 yılında Rey'ehareket eden Atabey, bu vilayeti devralarak oğlu Muhammed Cihan Pehlevan'nın iktasına kattı. Rey hakimi İnanç, Atabey'in emriyle öldürüldü.[29]
Şemseddin İldeniz 1175 Ekim-Kasım, Arslanşah ise Aralık-Ocak aylarında öldü.[30]
Atabey İldeniz'in ölüm haberi Muhammed Cihan Pehlevan'a ulaşır ulaşmaz hemen Hemedan'dan Nahçıvan'a geçerek devlet hazinesinin ve tahtın mülkünün kontrolünü ele geçirdi. Tüm birlikleri bir araya toplayan Atabey, Sultan Arslanşah'ın kendisine karşı tavrının amacı olan olayların gidişatını beklemeye başladı.[31][32]
İldeniz'in politikasından memnun olmayan emirler, Muhammed Cihan Pehlevan'nın Hamedan'dan ayrılmasından yararlanarak Sultan Arslanşah'ı büyük bir orduyla Azerbaycan'a saldırması için kışkırttı.[33] Ancak Zencan'da hastalanıp Hemedan'a dönen Sultan Arslanşah, Muhammed Cihan Pehlevan'ı başkente davet ederek onunla barışmış ve devletin idaresini kendisine emanet ettikten kısa bir süre sonra ölmüştür. Kaynaklardan alınan bilgiler, Arslanşah'ın Muhammed Cihan Pehlevan'ın emriyle zehirlendiğini doğruluyor. Rakibini bu şekilde ortadan kaldıran Atabey, 1177'de Arslanşah'ın 7 yaşındaki oğlu III. Tuğrul'u saltanat tahtına oturttu ve kendisi de onun atabeyi oldu.[34]
Muhammed Cihan Pehlevan, emrinden ayrılan Huzistan hakimi Aydoğdu Şimla'nın isyanını bastırmak zorunda kaldı. Atabey İldeniz, yaşamı boyunca Halife'nin saldırılarını önleme gücüne sahip olan bu vasala her zaman yardım etmiştir. Şimla Atabey İldeniz'in ölümünden yararlanarak Nahavandi'ye gizlice girerek şehri yağmaladı, vali ve hakimi idam etti. Muhammed Cihan Pehlevan tarafından gönderilen orduyla yapılan bir savaşta Şimla'nın ordusu yenildi ve ağır yaralanan Şimla yakalandı ve iki gün sonra öldü. Huzistan'da iktidara gelen oğlu Şerafeddin Amiran, Atabey'e itaat etti.[35]
Atabey'in Selçuklu hanedanından tek engeli Sultan III. Tuğrul'un amcası Şehzade Muhammed idi. Şehzade III. Muhammed Toğrul iktidara geldikten sonra İsfahan'a giderek Atabey Cihan Pahlavan'a karşı asker toplamaya başladı. Ancak yenilerek esir alındı ve Sarcahan kalesine hapsedildi.[36] Atabey Pahlavan, 1175'te Maraga'nın atabeyi Arslan-Aba ibn Aksungur'un ölümünden yararlanarak topraklarını ele geçirmek için harekete geçti ve kısa süre sonra Maragha kuşatıldı. Aynı zamanda Arran ve Azerbaycan hakimi kardeşi Kızıl Arslan da Tebriz'e saldırdı. Marağa şehrinin gaziül-güzatı[q 1] Sadreddin ile yapılan barış anlaşmasına göre, Maraga atabeylerinin diğer toprakları, Maraga ve Ruindej kalesinin Aksungurlulara verilmesi şartıyla İldenizliler'e devredildi. Arran ve Azerbaycan hakimi kardeşi Kızıl Arslan ikametgâhını Nahçıvan'dan Tebriz'e taşıdı.[37]
Atabey'in yönetsel yeteneği ve acımasız talepleri, devlet yönetim sisteminin her alanında güçlü kuralların oluşmasına neden olmuştur. İktidardaki 10 yıllık süreçte devlet herhangi bir dış müdahaleye maruz kalmamıştır. El-Hüseyni, Muhammed Cihan Pehlevan'ın saltanatı sırasında "Gürcüler onun taleplerini kabul ettiğini ve barıştığını" yazıyor.[38][39]
Atabey güçlendikten kısa bir süre sonra, onunla Harzemşah Tekiş arasında dostane ilişkiler kuruldu. Harezmşah Tekiş'in "Irak'ın büyük atabeyi Şems ed-Dövle ve-d-Din Pehlevan'a" yazdığı mektuplardan sadece dördü zamanımıza ulaşmıştır. Bunlardan bir tanesinde (Ağustos 1181), "Hümayun Bey" padişahının elçilerinin sayısını azalttığı üzüntüyle söylenmiştir. Bir başka mektupta Harzemşah, "Bu hediyeler samimi bir kalple gönderildiği için hediyelerini kabul etmesini ister. Harezmşah, sevinç kapılarının her zaman açık olacağını ve aralarında şüphe kapılarının kapanacağını umduğunu ifade ediyor."
Zengi Atabeylerinin Halep'teki en büyük temsilcisi Nureddinin'nin ölümü üzerine Mısır'ı eline alan Selahaddin Eyyubi, askerî gücünü önce Zengilerin Halep kolunu kendi yönetimi altına almak için kullanmış, ardından Muhammed Cihan Pahlavan'ın bir vasalı Musul Zengilerini etkilemeye başlamıştır. Musul valisi Zengili İzzeddin Mesud, Selahaddin Eyyubi'ye bir elçi göndererek barış teklifinde bulundu, ancak Eyyubi bunu kabul etmedi. Selahaddin Eyyubi'nin cevabı üzerine Musul atabeyi İzzeddin, padişahın tebaası oldukları için Muhammed Cihan Pehlevan'dan onları korumasını istedi. Bunu duyan Eyyubi, Nisan 1185'te Musul'u kuşattı. Ancak 10 Temmuz 1185'te Ermenşahlardan II. Sökmen'in ölüm haberini alan Selahaddin Eyyubi, kuşatmayı durdurarak Ahlat yönüne hareket etti. Eyyubi'nin gelişine kadar Ahlat'takiErmenşahlarının reisi olan Seyfeddin Bey Teymur, Muhammed Cihan Pahlavan'dan yardım istedi. Hem Musul'daki hem de Ahlat'taki durumu dikkate alan Atabey Cihan Pahlavan, hemen Doğu Anadolu yönüne hareket etti. Atabay'ın yardıma gelmesi ile ve güçler arasındaki farkın aleyhine olduğunu anlayan Selahaddin Eyyubi geri çekildi.[40]
1185 yılında Hilat hükümdarı Cihan Pahlavan'ın vasalı II. Nasıreddin Muhammed ibn İbrahim'in vefatından sonra Seyfeddin Bey Teymur Memluk'u onun eline geçirmiştir. II. Sökmen'in veziri Macduddin ibn el-Muvaffak liderliğindeki Hilat valileri, Memlüklerin muhalifleri olan Selahaddin'e başvurdu ve ondan Hilat'ı Teymur'dan geri almasını istedi. Selahaddin bu teklifi kabul etti ve Hilat'a asker gönderdi. Fakih İsa Hilat'a keşif amacıyla bir haberci gönderildi. II. Sökmen'in veziri ona şunları söyledi: "Seyfeddin Bey Teymur ve II. Sökmen'in eşi Pahlavan'ın kızı Hilat Kalesi'ndedir, belki buraya Pahlavan da gelmiştir." Fakih İsa sonuçsuz geri döndü.[41]
Kısa süre sonra atabey Muhammed Cihan Pehlevan da koruması altındaki toprakları korumak adına ordusuyla birlikte Hilat'a yetişdi. Atabay'ın birlikleri şehrin doğusunda mevzi aldı. Muhammed Cihan Pehlevan, Salahuddin'e bir mektup yazdı ve şöyle dedi: "Bu ülke benim kızıma ait ve o şu anda kalede. Tavsiyem şudur: Aramızdaki dostane ilişki kalsın ve devam etsin". Bundan sonra Selahaddin El Cezire'ye döndü ve Pahlavan da ülkesine döndü. Seyfeddin Bey Teymur, Ataba'ya para ve hediyeler göndermiş, Hilat'ta Cihan Pahlavan adına hutbe okunmuştur.[42]
Bu olaylar sırasında atabay Muhammed Cihan Pehlevan'ın midesinde şiddetli bir ağrı vardı. Atabey, onu yaptırdığı Tabarak kalesine, ailesinin yanına götürmelerini emretti. Doktorların tüm çabalarına rağmen Atabey'i ölüm döşeğinden kaldıramadılar. 1186'da 50 yaşında öldü.[43]
Muhammed Cihan Pehlevan, ölümünden önce hakimiyyeti çocukları arasında paylaştırdı. Azerbaycan ve Arran'ın yönetimini oğlu Ebu Bekir'e emanet etti ve kardeşi Kızıl Arslan'ı onun Atabeyi olarak atadı. . Ray, İsfahan ve Acem Irak'ın idaresi Gutluk İnanç ve Amir Amiran Omar'a, Hamedan ise Özbey'e verildi.[44] Ancak atabeyin ani ölümü, koyduğu kuralları bozdu. Halefi Kızıl Arslan, yalnızca Sultan III. Tuğrul değil, aynı zamanda kardeşinin dul eşi İnanç Hatun'un ve onun Irak Selçuklu emirleri arasında yandaşlarının direnişiyle yüzleşmek zorunda kaldı.[44][45]
Muhammed Cihan Pehlivan'ın ölümü saltanatın yönetici çevresinde kafa karışıklığına neden oldu. Ayanlar ve Atabay'ın akrabaları (İnanç Hatun ve yandaşları) Muhammed Cihan Pehlivan'ın ölümünü tebaasından gizlediler ve iki üç ay boyunca hastalığıyla ilgili haberler yaydılar. Bunca zaman, Cihan Pehlivan'ın yerini kimin alabileceği konusunda istişareler yapıyorlardı. Sonunda Sultan III. Tuğrul'a giderek Kızıl Arslan'ın ikta toprakları sayılan Azerbaycan ve Arran'ı kendi idaresi altında tutmaya ve ordunun başkomutanlığını da ona emanet etmesi için onu ikna etmeye karar verirler.[46]
Cihan Pehlivan'ın komutasındaki Memlükler ve emirler de tahtta hak iddia edenler arasında bölünmüştü. Ordunun büyük bir kısmı Kızıl Arslan'ın yanındaydı. Amirbar[q 2] Mahmud Anasioğlu, Kazvin emiri Nureddin Gara, Natanz hakimi Nureddin Kiran Huvan, Rey emir Siraceddin Kaymaz, Karac valisi Ebu Dulaf, Farrazin hakimi ve Atabey Pahlavan'ın malikul-ümera'sı Cemaleddin Uluğ Barbey Ay-Aba el-Farrazin Kızıl Arslan'ın atabeyliyi'ni destekledi. Camaladdin Ay-Aba, Seifaddin Rus ve Camaladdin Oz-Aba, Gutluq Faith ile birlikte Amir Amiran Omar, Izzeddin Miyak al-Atabey, Garagoz al-Atabey, Bashir ve Sevinc Aba Sultan III. Tuğrul'un yanında yer aldı.[47]
İnanç Hatun'un hoşnutsuzluğuna rağmen, emirlerin çoğu, Muhammed Cihan Pehlevan'ın halefinin Kızıl Arslan olması gerektiği sonucuna vardı. 1186'da Kızıl Arslan'a bağlılıklarını ifade ederek ondan Hemedan'a gelmesini ve devletin yönetimini devralmasını istediler. Sultan III. Tuğrul Atabeyi olarak Kızıl Arslan'ı atamak zorunda kaldı.[48]
Kızıl Arslan'a yönelik bu tavır, konumunun güçlenmesi, İnanç Hatun'u hiç memnun etmedi. Rahmetli kocasının eski Memlükleri Emir Cemaleddin Ay-Aba ve Seyfeddin Rus ile gizli görüşmelere girerek onları Sultan III. Toğrul tarafına geçirmeyi başardı.[49] Zencan, Ebher ve Maraga hakimleri de onlara katıldı. 1187'de, birleşik kuvvetler ile Kızıl Arslan'ın ordusu arasında Hamedan yakınlarında birkaç gün süren çatışmalardan sonra, Kızıl Arslan'ın ordusu geri çekildi.[50]
Bundan sonra padişahın emriyle yandaşları Kızıl Arslan'ın yandaşlarına saldırmaya başladı. Böylece III. Tuğrul'un veziri İzzeddin, Hamada reisi Fahreddin, Kızıl Arslan'ın emirleri, Sirajeddin Kaymaz, Bedreddin Karagöz ve diğerleri öldürüldü. Bundan sonra mahalli hâkimler, özellikle çevredeki hâkimler, padişahla bağlarını kesmeye başladılar.[51]
Kızıl Arslan ilk olarak Bağdat Halifesi Nasır Lidinillah'a başvurdu. Halife el-Nasır, Kızıl Arslan'ın teklifini kabul etti ve Celaleddin ibn Yunis önderliğinde Hemedan'a asker gönderdi. Hamedan yakınlarındaki Day-Marg'da yapılan savaşta Kızıl Arslan'ın gelişini beklemeden savaşa giren halifenin kuvvetleri, 6 Mayıs 1188'de III. Tuğrul'a yenildi.[52]
Yenilgi haberini duyan halife, hemen ikinci bir ordu kurdu ve Mücahid el-Din Halis el-Kassi'yi komutan olarak atadı. Aralık 1188'de Halife ile Sultan arasında ikinci bir savaş gerçekleşti. Bu kez III. Tuğrul Hemedan'dan ayrılarak İsfahan'a kaçtı ve Abbasi ordusu başkenti işgal etti. Kızıl Arslan da buraya geldi. Halifenin emriyle Hamedan'da tahta Kızıl Arslan geçti. Bağdat'ta adına "müminlerin emirinin hükümdarı ve yardımcısı" olarak bir hutbe okundu.[53]
Kızıl Arslan'ın Hemedan'daki varlığından yararlanan Sultan III. Tuğrul, ordusuyla Uşnu, Hoy, Urmiye ve Selmas şehirlerine girerek her yeri yağmaladı.[54] III. Tuğrul Selahaddin Eyyubi'den yardım etmesini istedi. Selahaddin, Kızıl Arslan ile III. Tuğrul'u uzlaştırmaya çalışsa da sonuç getirmedi. Önce barışı kabul eden III. Tuğrul, Kızıl Arslan ile tekrar savaşa girmeye karar verdi ve 1190 Ekim'inde Kızıl Arslan'a saldırdı. Kızıl Arslan, bir diğer rakibi İnanç Hatun'un oğulları ile bir barış anlaşması imzalayarak onları hizmetine aldı ve sonunda merhum kardeşinin dul eşi İnanç Hatun ile evlendi. Böylece ancak bu tedbirlerden sonra 1191 yılında III. Tuğrulla karşılaşan Kızıl Arslan Sultanı yenerek hapse attı.[55]
1191 yılında Kızıl Arslan aktif Gürcüleri durdurmak için harekete geçti. Atabey'in birlikleri Van Gölü'ne yaklaşarak yol üzerinde Bitlis şehrini ele geçirdi. Aynı zamanda Kızıl Arslan, Gürcü sarayından ihraç edilen Kraliçe Tamara'nın ilk kocası Georgi Rus'a askeri yardımda bulundu. Gürcistan'ı işgal eden Kızıl Arslan'ın güçleri ülkeyi yağmaladı ve çok sayıda esir ve ganimetle geri döndü.[56]
Kızıl Arslan Hamedan'a dönüşünde Nahçıvan'da hapsedilen Selçuklu tahtının varislerinden Sancar ibn Süleyman'ı getirip Irak Selçuklu tahtına oturttu. Daha sonra Halifenin tavsiyesi ile Sancar'ı tekrar tutukladı ve saltanat tacını kendi başına taktı. Böylece İldenizliler'in iktidar mücadelesi Nahçıvan'ın iktidarından Selçuklu saltanatının tahtına bir yol geçmişt ve gelişiminin zirvesine ulaşmıştır. Böylece Azerbaycan Atabeyleri resmi gücü, yani Sultan unvanını ele geçirdiler.[57]
Ancak Kızıl Arslan, gerçek hakimiyyetini güçlendirmek için mevcut tüm fırsatları kullanmadı. Sonunda Kızıl Arslan'a karşı bir suikast düzenlendi. İnanç Hatun bu suikastda aktif rol oynadı. Eylül 1191'de Kızıl Arslan öldürüldü.[58][59]
Sultan Kızıl Arslan öldürülür öldürülmez, Ebu Bekir Azerbaycan'a doğru yola çıktı ve kısa bir süre sonra Nahçıvan'a, Şemseddin Eldeniz döneminde Azerbaycan'ın Atabeylerine bağlı topraklardan toplanan vergilerin toplandığı Elince kalesi ulaştı. Kale, tüm hazinelerle birlikte Ebu Bekir tarafından ele geçirildi. Azerbaycan'daki tüm yerel hakimler onun otoritesini tanıdı.[60] Hemedan ve çevre iller, Muhammed Cihan Pehlevan'ın İnanç Hatun'dan olan çocuklar Kutlug İnanç Mahmud ve Emir Emiran Omar tarafından ele geçirildi. İnanç Hatun kendisi Rey'de kaldı.[37]
1192'de Muhammed Cihan Pehlevan'ın silah arkadaşlarından Mahmud Anas, Sultan III. Tuğrul'u hapisten çıkardı. Kutlug İnanç'a saldıran III. Tuğrul, Kazvin yakınlarındaki bir savaşta 15.000 İnanç askerini yendi. Ordusu tarafından ihanete uğrayan Kutlug İnanç Ray'e çekildi. Bu zaferden sonra, Sultan III. Tuğrul kutlamalı bir şekilde Hemedan'a girdi ve sultan tahtını geri aldı.[61]
Mağlup Kutlug İnanç, elçiler aracılığıyla III. Tuğrul ile mücadelede Harzemşah Tekiş'ten yardım istedi. Ecem Irak'taki gergin durumdan yararlanan Harzemşah Tekiş, 1193'ün başlarında Ecem Irak'ı işgal etmek için asker gönderdi. Harezm birlikleri Rey ve Tabarkak kalesine saldırdı ve ele geçirdi. Kutlug İnanç, Harezmşah'ın askerlerinin gücünden korkarak kaçarak Sarcahan kalesine sığındı. Bundan yararlanan III. Tuğrul, Tekiş'e çok miktarda hediye göndererek Kutluğ İnanç ile mücadelede yardımını istedi. III. Tuğrul kızını Tekiş'in kardeşi Yunus Han'a yardımlarından dolayı hediye etti ve hatta onun adına para kesip onun adına bir hutbe okuyacağına söz verdi.[62]
Bu sırada Harzemşah Tekiş'in kardeşi Sultanşah ona isyan ederek Gürgenci'yi ele geçirdi ve Harezm'i kuşattı. Bu nedenle Tekiş, fethedilen topraklardan haraç topladı, Harezm birliklerini Rey ve Tabarak'ta Emir Tamgaç liderliğinde bıraktı ve kısa süre sonra Harezm'a döndü.[63] III. Tuğrul, geleneğine uygun olarak, müttefikine tekrar ihanet etti ve Harezmşah'ın ayrılmasından yararlanarak, Mart-Nisan 1193'te Harezmşahların birliklerine saldırdı ve onları kılıçtan geçirdi. Rey ve Tabarak kalesini ele geçirdi ve mağlup Emir Tamgaç'ın başını Harezm'e gönderdi.[64]
Olayların böyle bir resmi, İnanç Hatu'nun III. Tuğrul ile ilgili politikasını değiştirmesine neden olur. III. Tuğrul'a başvurdu ve ondan arkadaşlık ve servet karşılığında evlilik teklifini kabul etmesini istedi. Ancak, evliliklerinden kısa bir süre sonra Tuğrul'a İnanç Hatun'un kendisini zehirlemeyi planladığı bilgisi verildi. Bu haber Tuğrul'a ulaşır ulaşmaz İnanç Hatun'un düzenlediği suikast, İnanç Hatun'un kendisine karşı kullanıldı ve İnanç Hatun öldürüldü. İşte İldenizliler devletinin siyasi hayatında çok fazla suikast ve entrikanın işlenmesinde korkunç bir rol oynayan o kadının hayatı bu şekilde bitiyor.[65]
Annesinin akıbetinden sonra Kutlug İnanç Mahmud, babasının kölelerinden oluşan bir grupla kaçarak kardeşi Emir Emiran Ömer'in yanına sığındı. Kardeşler birlikte Tebriz'i ele geçirdiler ve diğer kardeşleri Ebu Bekir'e saldırmak için hazırlanmaya başladılar. 1193 yılı sonunda Tebriz yakınlarındaki savaşı Ebu Bekir kazandı. Kutlug İnanç Zencan'a, Emir Emiran Ömer ise Şirvan'a döndü.[37] Kutlug İnanç, Harezmşah Tekiş'e bir mektup göndererek tekrar III. Tuğrul'a karşı mücadelede yardım istedi. Aynı zamanda halife el-Nasır da Takiş'e bir mektup gönderdi. Bu teklifi kabul eden Tekiş, 1193 yılında ordusuyla Harzem'den yola çıktı. Simnan'da Kutlug İnanç, yandaşları ve III. Tuğrul'dan ayrılan Iraklı emirlerle birlikte Tekiş'e katıldı.[66]
Harezmşah'ın saldırı haberini duyan III. Tuğrul, birlikleriyle birlikte hemen Rey'e yöneldi ve ana kuvvetlerinin yaklaşmasını beklemeden Harezmşah ile savaşa girmeye karar verdi. 4 Mart 1194'te III. Tuğrul 60 köle ile Rey yakınlarında Kutlug İnanç liderliğindeki Harezm ordusunun ileri müfrezelerine saldırdı. Çatışma sırasında gözünden okla yaralanan ve atından düşen Sultan, Kutlug İnanç tarafından öldürülmüş ve başı Harzemşah'a götürülmüştür.[67]
III. Tuğrul'un ölümünden sonra, Temmuz 1194'te Tekiş, Ecem Irak'ın şehirlerinin çoğunu ve Hemedan'ı ele geçirdi ve ele geçirilen toprakları emirleri arasında paylaştırdı. İsfahan'ı Kutlug İnanç'a verdi ve onu Irak'ın en baş emiri olarak atadı. Hemedan Emir Karagöz el-Atabeyi'ye, Rey ise Tekiş'in oğlu Yunus Han'a verildi. Emir Mayaçuk, Yunis Han'ın Atabeyi olarak atandı.[66]
1195 yılı başında Huzistan hakimi İl-Doğdu öldü. Halife bundan yararlanarak veziri İbn el-Kassab'ın önderliğinde Huzistan'a asker gönderdi. Abbasi birlikleri, Huzistan şehirlerini işgal ettikten sonra, halifenin emriyle kargaşa içindeki Ecem Irakı'na saldırmaya başladılar.[68]
O yıl, Kutlug İnanç ve Yusif han'ın Atabeyi Mayaçuk arasında bir çatışma çıktı. Zencan yakınlarındaki muharebede mağlup olan Kutlug İnanç, grubuyla birlikte Hulvan geçidine halifenin veziri ve aynı zamanda Abbasi ordusunun komutanı İbn el-Kassab'a sığındı ve ondan yardım istedi. Vezir Kutlug İnanç'ı bir şeref cübbesi ile onurlandırdı ve süvarilerini emrine verdi. Hamedan'a tekrar saldıran Kutlug İnanç, kısa bir savaşın ardından Yunis han ve Mayaçuk'u şehirden sürmeyi başardı.[69]
Bu olayları öğrenen Alâeddin Tekiş, halife birliklerinin Ecem Irakın'tan çekilmesini talep ederek birlikleriyle Harzem'den Ecem Irakın'a doğru yürüyüşe başladı. Temmuz 1196'da vezirin ölümünden sonra, halifenin birlikleri arasındaki anlaşmazlıktan yararlanan Harzemşah Hemedan'ı kuşattı. Şehir ele geçirildi ve Kutlug İnanç öldürüldü.[70]
Şirvanşah I. Ahsitan'a sığınan Emir Emiran Ömer'e I. Ahsitan askerî güçle yardım etti. Gürcü kraliçesi Tamar'dan da askeri destek alan Ömer, birleşik birliklerle Şemkir ve Beylegan muharebelerinde Ebu Bekir'i mağlup etti. Emir Emiran Ömer ve Gürcü askerî güçleri Gence'ye saldırdı. Gence halkı "kafirlerle" geldikleri için teslim olmayacaklarını söylediler.[71] Emir Emiran Ömer Gence'yi hile ile ele geçirdi. Gürcü birliklerinin Gence'den ayrılmasının ardından halkın saldırısına uğrayan Emir Emiran Ömer öldürüldü. Şehir yeniden Ebu Bekir'in yönetimine girdi. Bunu öğrenen Gürcü birlikleri Azerbaycan sınırlarını geçti. Devletin savunmasını yalnız bırakan Ebu Bekir, Nahçıvan'a, oradan da Tebriz'e gitti. Gence'yi alamayan Gürcü birlikleri 1203'te Debil'e girerek şehri yağmaladılar.[72]
Güçlü bir rakibe direnmenin boşuna olduğunu anlayan Ebu Bekir, Harezmşah Takiş'e boyun eğdiğini ilan etti ve Ecem Irakı ve Azerbaycan yönetiminin kendisine verildiğini belirten bir izin aldı. Ancak Harezmşah'a gitmedi ve kardeşi Özbey'i gönderdi. Özbek, Hamedan'da Harezmşah tarafından büyük saygı ve onurla karşılandı. Tekiş Irakı Arap, Irakı Ecemi'nin idaresini Özbey'e emanet etti ve Cemaleddin Ay-Aba'yı onun veziri olarak atadı.[73]
Harezmşah Tekiş'in Harezm'e dönüşünden sonra Irak Memlükleri bir araya gelerek Harzemşahlara karşı savaşmaya başladılar. Birliğin başında bulunan Muhammed Cihan Pehlevan'ın vasalı Gökçe el-Türki ile birlikte Halife el-Nasır da Harezmşahlar'a karşı harekete geçti. Harezmşah'ın Özbey'e verdiği eski Irak Selçuklu toprakları halife ile Gökçe arasında paylaştırıldı. Rey, Save, Kum, Kaşan Gökçe'nin, İsfahan, Hemedan, Zencan ve Kazvin Halifenin eline geçti. Özbek, Hemedan'ın kontrolünü ele geçirdi.[74]
27 Ocak 1197'de hizmet adına Özbey'e gelen vezir Cemaleddin'in yandaşları, Özbey'i Hemedan'ın dışına sürdü ve şehri ele geçirdi. Bu arada 1197 yılında Eyyubi komutanlarından Emir Ebul Hayc el-Sami, Eyyubi sultanı ile ilişkilerinin bozulması üzerine halifeye sığınmıştır. Halife onu ordunun komutanı olarak atadı ve Hemedan'a saldırıya hazırlanmasını emretti. Abbasi birlikleri Hemedan'a yaklaştığında Özbek ordusuyla onlara katıldı. Ancak askeri istişare sırasında Özbek, Ebul Hayc'ın önerisine katılmadı ve taraflar arasında bir anlaşmazlık çıktı ve Özbek tutuklandı. Halife bunu öğrenince, Özbey'in derhal serbest bırakılmasını emretti ve ona bir fahri elbise ve altın bir kılıç gönderdi. Ebul Hayc, durumun bu böyle şekillendiğini görmekten korktu. Ordusunu bırakarak Erbil'e kaçtı ve orada öldü.[75]
Bir süre sonra Abbasi ordusuna güvenmeyen Özbek, Hemedan'dan ayrılarak kardeşi Ebubekir'in yanına Azerbaycan'a döndü. Harzemşah Tekiş'in 1220'de ölümünden sonra tahta oğlu Alaeddin Muhammed geçti.[76] Harezm tahtındaki hükümdar değişikliğinden yararlanan Gökçe, Özbek ve Ebu Bekir, Irak Ecem bölgesinde faaliyetlerini artırdı. Hemedan'a gelen Atabey Ebu Bekir, buranın yönetimini kardeşine vererek İsfahan'ı eline aldı. Rey'in yönetimi Gökçe'ye verilir. Ancak İldenizliler ile vassalları arasındaki çatışma yeniden canlanır. Atabey Ebu Bekir'in içki ve sefa partilerine karıştığı için, onun vazifesini ülkenin gerçek sahibi gibi olan Cemaleddin Ay-Aba üstlenmişti. Bu durum Gökçe'nin gücünün artmasına neden oldu. Pek çok saray mensubu Gökçe'nin tarafına geçmeye başladı.[77]
"Alimlere ve iyi insanlara sahip olduğunu ve onlara merhamet ettiğini duyduk. Bu yüzden seni iyi kalpli ve dindar biri olarak gördük. Ama şimdi bunun tam tersini görüyoruz. İslam topraklarını işgal eder, Müslümanlarla savaşır, onların mallarını soyar ve fitne çıkarırsınız. Eğer gerçekten öyleysen, aklın yok. Bir köy sahibi olduğunuzda, Hemedan kapılarından Hilat ve Erbil'e kadar olan toprakların yöneticilerine, üzerine mi saldırırsınız? Farz edin ki onu (Ebu Bekir'i) kaçırtacaksınız, onun Memlükleri olduğunu bilmiyor musunuz ve ben onlardan biriyim? Ebu Bekir, her köyden bir grup veya her şehirden on kişi çağırsaydı, ordusu sizinkinden birkaç kat fazla olurdu! Sana tavsiyem şehrine geri dönmen! Bunu sana sadece acıdığım için söylüyorum!" |
Şemseddin Aydoğmuş'un Muzaffereddin Göy-Böri'ye Mektubu.[78] |
Kısa süre sonra Atabay Ebu Bekir'in yandaşları ve ordusunun çoğu Gökçe'nin tarafına geçti. Ebu Bekir, İsfahan'a çekildi ve Gökce, kutlama ile Hemedan'a girdi. O sırada yanında kalan diğer emirlerin ihaneti sonucu Ebu Bekir tamamen Azerbaycan'a çekildi. Ancak 1203-1204'te Muhammed Cihan Pehlevan'ın eski vasallarından Şemseddin Aydoğmuş Gökçe aleyhine çıktı. Meydana gelen savaşta Gökçe öldürülür ve bütün toprakları Aydoğmuş'un eline geçer. Aydoğmuş'un saltanatını meşrulaştırmak için İldeniz şehzadesi Özbey'i padişah ilan etti, ancak tüm gücü elinde topladı.[79]
1204-1205'te Gürcüler Azerbaycan'a seferler düzenledi. Ali İbnü'l-Esîr'e göre, Azerbaycan'da "çok fazla şiddete, yıkıma, yağmaya neden oldular ve çok sayıda esir aldılar". Direnmeden ilerleyen Gürcüler, İldenizliler'in batı kesimlerinde Hilata, Malazgirt ve Erciş'e saldırılar düzenlediler. Burada Gürcü ordusu, Gürcüler ile yerel hakimlerin birlikleri arasındaki savaşta yenildi. Ancak ertesi yıl Gürcü birlikleri yeniden Azerbaycan'ın batı vilayetlerine saldırdı ve birçok yerleşim yerini harabeye çevirdi. Hilat'ı tekrar ele geçirmeye çalıştılar ama yine yenildiler. Ebu Bekir sonunda Gürcü saldırısını önlemek için Gürcü hükümdarının kızıyla evlendi ve bundan sonra Gürcü saldırıları durdu.[80]
Azerbaycan'da Maraga hakimi Bebek Arslan, Erbil'in atabeyi Göy-Böru ile sözleşme imzalayarak Tebriz'i ele geçirmeye hazırlanıyordu. Atabay Ebu Bekir korktu ve Aydoğmuş'tan yardım istedi. Ebu Bekir'in isteğini kabul eden Aydoğmuş, ordusuyla Ebu Bekir'in kampına geldi ve onunla güçlerini birleştirdi. Bunu duyan Göy-Börü hemen Azerbaycan'dan ayrıldı. Aydoğmuş ve Ebu Bekir, Maraga'yı kuşattı. Ancak Alaaddin Bebek Arslan'ın barış teklif etmesi üzerine kuşatma durdurulmuş ve anlaşmaya göre Marağa kalelerinden biri Ebu Bekir'e, Uşnu ve Urmi de Bebek Arslan'a verilmiştir.[81]
1208 yılının ortalarında, Aksungurlu el-Ahmadili'nin soyundan gelen Maraga hakimi Bebek Arslan'ın ve bir süre sonra küçük oğlunun ölümüyle, Maraga hakimlerinin tahta geçecek bir temsilcisi kalmamıştı. Atabey Ebu Bekir bundan yararlanarak Maragan'ı ve Ruindej kalesi dışında el-Ahmadili ailesinin tüm topraklarını ele geçirdi. Ruindej kalesi, tüm serveti kendine mal eden Bebek Arslan'ın hacesi tarafından ele geçirildi. Aynı yıl Harzemşah Tekiş'in oğlu Taceddin Alişah, Ebu Bekir'in topraklarına saldırmış, fakat yenilmiş ve öldürülmüştür.[82]
Atabay Nusretuddin Ebu Bekir'in ölümü 1210'un sonu ve 1211'in başına denk geliyor. 1211 yılında amcası Kızıl Arslan'a ait dinarların yeniden basılması kararı, onun ölümünün 1211 yılının başında olduğunu göstermektedir. Kardeşinin ölümünden sonra Özbek, İldeniz tahtına oturdu.[83]
Gürcü birlikleri 1210-1211'de Azerbaycan'a yıkıcı baskınlar yaptı. Nahçıvan'ı kuşattılar ama ele geçiremediler. Sonra Merend'i yağmaladılar ve Tebriz'i kuşattılar. Muhammed Cihan Pehlevan'ın eşi Zahida Hatun, bol miktarda para, mücevher ve zanaat vererek şehri yıkımdan kurtardı. Miyane'nin yanı sıra Tebriz halkının tüm eşyaları alındı ve çevresi yağmalandı. Gürcü birlikleri geri çekilirken Miyane halkı isyan ederek Gürcü garnizonunu yıktı. Kente tekrar saldıran Gürcü çeteleri, kent hakimi ve ailesini kılıçtan geçirip, derilerini yüzerek minarenin tepesinden astıktan sonra kenti yağmalayıp yaktı. Zencan, Kazvin ve Abhare halkını da aynı şekilde katlettiler. Kervanlarla Erdebil Uçhan şehrinin bütün servetini kervanlarla alıp götürdüler. 12 bin erdebilli kılıçtan geçirildi. Özbey döneminde İldenizliler devletinin düşüşü hızlanmıştır.[84]
Tahta geçtiği sırada, Ecem Irakın'takı durum korkunçtu. Muhammed Cihan Pehlevan'ın bir başka memlûku olan Nasreddin Mangli, Irak Ecemi'ni bir süre tek başına yöneten Aydoğmuş'a karşı çıkı ve onu yenerek Irak Ecemi topraklarını eline aldı. Rey, İsfahan, Hemedan ve diğer vilayetlerde kendi adına vaazlar vermiş ve "Sultan" adıyla para bastırmıştır. Halife el-Nasır, Azerbaycan Atabeyi Özbek ve İsmaili hükümdarı Celaleddin Hasan da Mengli'nin elindeki Irak Ecemi topraklarını kendi aralarında paylaştırdı. Erbil'in Atabeyi Muzaffereddin Göy-Böru da onlara katıldı. Müttefiklerin birleşik orduları Hemedan'a doğru ilerledi. 1215 Ağustos-Eylül aylarında gerçekleşen savaşta Mangli yenildi ve kaçtığı Saveda'da şehir hakimi tarafından öldürüldü. Başı Atabey Özbey'e gönderildi. Atabay Özbek, Tebriz'e dönerek, Muhammed Cihan Pehlevan'ın vasallarından biri olan Seyfeddin Oğlamış'ı Mangli'den alınan topraklarda vali olarak atadı. Ancak daha önce Harzemşahların hizmetinde bulunan Oğlamış'ın vali tayin edilmesinden sonra Harzemşah Alâeddin Muhammed adına hutbeyi okumaya başlamıştır. Bu nedenle 1217 yılının baharında Oğlamış öldürüldü ve Ecem Irakın'da Harezmşahlar adına vaaz verilmesi ve para basılması durduruldu.[85]
O sırada İran hükümdarı Atabay Özbek ve vasalı Atabay Sad ibn Zengi, Oğlamış'ın ölümünden ve Harezmşah'ın yokluğundan yararlanarak birliklerini İran Irakı topraklarına gönderdi. Özbek, İsfahanlıların rızasıyla şehre girdi. Aynı zamanda Sad ibn Zengi, Rey, Kazvin, Hüvar ve Semnan şehirlerini ve ilçelerini ele geçirdi. Kumis'te İran topraklarının büyük bir bölümünün Atabey Özbek ve Atabey Sad tarafından işgal edildiğini duyan Harzemşah, 12 bin seçkin atlıyı askerlerinden ayırarak Rey'e gönderdi. Heili-Buzurg yakınlarında Harzemşah'ın ordusu Atabey Sad'ı yakaladı ve savaşta mağlup olan Sad esir alınarak Hamedan'a, Harzemşah'a götürüldü.[86]
Bunu duyan Özbek, Eher hakimi Nuruddin Muhammed'i Tebriz'e gönderdi ve dağlarda bulunan kalelerden birine kaçtı. Ancak Nuruddin Muhammed, Miyane yakınlarında Harzemşahlar'a yenildi ve vezir Rabibuddin Dan da esir alındı. Harzemşah Alaeddin Muhammed veziri Nasireddin Devletyar'ı Atabey Özbey'e göndererek teslim olmasını ve Harzemşah adına bir hutbe okuyup para basmasını emretti. Harezmşah'ın bu tekliflerini kabul eden Özbek, Arran ve Azerbaycan'da gücünü korumasına rağmen Alaeddin Muhammed'in vassalı oldu.[87]
1214-1215'te Gürcü saldırıları arasındaki aradan yararlanan Özbek, malikanesinde işleri yoluna koymaya karar verir. Bu amaçla atabey hazinesine vergi ödemeyi reddeden yerel hakimleri cezalandırmak için Karabağ'a yürür. 13. yüzyılın kimliği belirsiz bir yazarına göre, "atabey'in birlikleri galip geldi ve herkesi kılıçtan geçirdi. Çok para ve zengin askeri ganimet getirdiler".[88]
1222'de Şirvan'a saldıran Kıpçakları yendikten sonra Gürcüler oradan dönerek 1222 Kasım'ında Beylegan'a saldırdılar. Kasaba halkı, her zamanki gibi, Gürcülerden tazminatla kurtulacaklarını varsaydılar. Ama Gürcüler Moğollardan da acımasızca katletmeye başladılar. Şehri yağmaladıktan sonra geri döndüler.[89][90]
Atabey Özbek ve İldenizlilerin egemenliğinin son döneminde Moğolların Orta Asya, Ortadoğu ve Kafkasya'ya ilk seferleri gerçekleşti. Cebe Cormagon Noyan ve Subutay Bahadır[q 3] komutasındaki Moğollar, 1221 yılının Ocak ayında Horasan ve Irak Ecemi topraklarından geçerek Tebriz'e ulaştılar. Atabey Özbek, Moğollara bir elçi göndermeyi ve barış imzalamayı teklif etti. Moğollar, Tebriz garnizonlarındaki Harezmlilerin kendilerine teslim olmasını istediler. Atabay Özbek, Harezmlerin bir kısmını kendisi öldürmüş, kalanını da Moğollara göndermiştir. Ayrıca Özbek onlara tazminat olarak para, giysi ve sığır verdi.[91]
Moğolların artan tehlikesini gören Gürcü hükümdarı IV. George Laşa, atabey Özbek, Hilat ve Cezire hakimi el-Malik el-Eşref dahil komşu hakimlere başvurdu. Atabey Özbek ve Georgi, bir barış anlaşması ve Moğollara karşı ortak bir eylem anlaşması imzaladılar.[92] Ancak ortak eylem konusundaki müzakereler Moğollar tarafından biliniyordu ve tekrar Gürcistan ve Arran'ı işgal ettiler. Gürcü birlikleri yenildi.[93]
Bundan sonra Azerbaycan topraklarına dönen Moğollar tekrar Tebriz'e saldırdılar. Ancak şehir halkı bu sefer tazminat ödeyerek şehrin işgalini engellemeyi başardı. Bundan sonra Moğollar yüzlerini Marağa'ya çevirdiler. Mart 1221'de Özbey'in eşi Sülafa Hatun'a ait olan Marağa şehri kuşatıldı. Ağır kuşatmaya dayanamayan Marağalılar yenildi. Moğolların eline geçen şehir yakılıp yağmalandı.[94]
Daha sonra uzun süre İldenizliler'in başkenti olan Hemedan'a saldırdılar. Hemedan'ı ele geçiren Moğollar, şehri harabeye çevirerek Erdebil'e yöneldiler. Şehri yerle bir eden Moğollar tekrar Tebriz'e geldiler. Atabey Özbek Nahçıvan'a kaçtı. Tebriz hakimi Şemseddin el-Tugrayi, Moğollara hediyeler vererek şehri saldırılarından kurtardı.[95] Moğollar buradan Sarab'a hareket ettiler, Sarab'da da Moğollar Erdebil'de yaptıklarını tekrarlayarak buradan da Nahçıvan'a hareket ettiler. Nahçıvan köylerinin ahalisini öldürmeye başladıklarında Atabey Özbey'in oğlu Hamus onlara bir haberci göndererek özür diledi. Moğollar ayrıca onlara dokunulmazlık işareti olarak üzerinde bir işaret bulunan oymalı bir tahta baygu[q 4] da verdiler.[96]
Nahçıvan'dan sonra Moğollar kuzeye, Gence ve Beylagan'a doğru ilerlemeye başladılar. Beylagan'ı yağmaladıktan sonra Gence'ye saldırdılar ve şehri kuşattılar. İbn el-Asir, "Bu şehrin birçok savunucusu olduğunu, Gürcülerle sürekli mücadelede kazanılan cesaretlerini ve şehir surlarının aşılmazlığını öğrendiklerini" yazıyor. Moğollar sadece tazminatla yetinerek şehirden çekildiler. Sonra Moğollar Derbent geçidinden kuzeye geçmeye çalıştılar. Derbent'in kapılarını tutan Kıpçaklar onlara direndiği için ilk girişimleri başarısız oldu. Bu durumda Moğollar, Şirvanşah I Guştasb'a bir elçi göndererek barış yapmak için birkaç kişi göndermesini istediler. Şirvanşah, soylularından 10 kişi gönderdi. Moğollar bir tanesini öldürdüler ve diğerlerinden kuzeye geçişi göstermelerini istediler. Böylece Derbent'den kuzeye hareket ederek Azerbaycan'ı terk ettiler.[97]
Atabey Özbek'in hareketsizliğine ve nüfuz kaybına rağmen, babası .Muhammed Cihan Pehlevan'ın vassalları geleneksel olarak Azerbaycan Atabey hanedanına saygılarını sürdürdüler. Böylece 1222'de II. İmadeddin Zengi, Musul Atabeylerinin toprak sahipleri arasında bir anlaşmazlık çıkınca, Musul hakimi Bedreddin Lulu tarafından mülkünden kovuldu. II. İmameddin Zengi atabay Özbek'e sığındı, Özbek iltifat ederek mallarını ortak topraklara yani iktaya böldü ve sarayda hizmet etmek için kendisini aldı.[98]
Harezmşah Alaeddin Muhammed'in vefatından sonra oğulları belli bölgelerde güçlerini yeniden kazandılar. Bunların en güçlüsü Giyaseddin Pir Şah'dı. Ecem Irak'nı ele geçirdi ve diğer kardeşi Celaleddin Mengüberti[q 5] Hindistan'a hareket etti. Bir süre Hindistan'da kaldıktan sonra Celaleddin İran'a gitti. Celaleddin'den önce kardeşi Pir Şah, İldenizliler'in mülklerine saldırmıştı. Atabay Özbek, Maraga'yı eline alan Pir Şah'a barış teklifinde bulundu ve ona kız kardeşi Celaliyya Hatunu onunla evlendirdi.[99]
Bundan sonra Qiyaseddin Pir Şah birliklerini Rey'e çekti. Burada kendisi ile atabeyi ve kayınbiraderi İghan-Taisi arasında bir çatışma çıktı ve bunun sonucunda İğan-Taisi 50.000 kişilik bir orduyla geri çekildi. Aralarındaki anlaşmazlıktan yararlanan Özbek Pir, Şah'a boyun eğmeyi reddetti ve ona karşı çıktı. Aynı zamanda Pir Şah, İgan-Taisi'yi yendi ve onu Azerbaycan'a çekilmeye zorladı. Azerbaycan'a giren İgan-Taisi yağma ve katliama başladı.[100] Daha sonra Halife el-Nasır'ın emriyle diğer vilayetlerle birlikte Halife tarafından kendisine ikta adı olarak Hemedan'a doğru hareket etti. Burada İğan-Taisi, Hindistan'dan gelen Celaleddin Mengüberti'nin askerleri tarafından kuşatıldı ve yenildi ve kendisi esir alındı. Bundan sonra Celaleddin, Abbasilere saldırmaya hazırlandı.[101]
Halife birliklerini bozguna uğratan Celaleddin, 12 gün boyunca Bağdat çevresinde kaldı ve Maraga halkının daveti üzerine Azerbaycan'a doğru bir saldırı başlattı. Mayıs 1225'te Maraga, Celaleddin'e direnmeden teslim oldu. Bundan sonra Celaleddin, Moğollar tarafından harabeye çevrilen Uçan'ı geçerek Tebriz şehrini kuşattı. Şehrin reisi Nizam el-Din el-Tuğray liderliğindeki Tebriz ordusu, yedi günden fazla savunamadı. 25 Haziran 1225'te Harzemşah henüz Maraga'da iken Atabey Özbey'in terk ettiği Tebriz şehri Harezm birlikleri tarafından ele geçirildi.[102][103]
İvane Mkhargrdzeli komutasındaki Gürcüler, Azerbaycan'daki kargaşadan yararlanarak 60.000 kişilik bir orduyla Azerbaycan'a saldırmak için Debil yakınlarındaki Garni kalesinde toplandılar. Gürcülerin asıl amacı Bağdat ve Tebriz'i ele geçirmekti. Birkaç hafta Tebriz'de kalan Celaleddin'in veziri Şeref el-Mülk'ü, buraya hakim olarak atadı ve Debil'e doğru ilerlemeye başladı.[104] Celaleddin, Garni'deki Gürcü ordusuyla savaşa gitti. Meydana gelen muharebede Gürcüler yenildiler ve 20.000 kayıpla geri çekildiler.[105] Bu olaylar sırasında Azerbaycan Atabeylerinin eski vasalları - Sürmeli hakimleri Şerafeddin Uzdara ve Hüsameddin Hızır, Celaleddin'in emrinde görev yaptı.[106]
Bundan sonra Tiflis yönüne hareket eden Celaleddin, Beylegan, Berde, Gence, Şemkir şehirlerini ve Berde ile Gence arasında bulunan Şutur kalesini ele geçirdi. Padişahın bu yürüyüşü arifesinde Gence'de kalan Atabey Özbek, ondan Gence ve bölgelerinin mülkiyet haklarını aldı, ancak kısa süre sonra Nahçıvan yakınlarındaki Elince kalesine sığındı. Bu kaynaklara göre, eşi Maleyka'nın Sultan Celaleddin ile evlendiği haberi Atabey'e ulaştığında, "başını yastığa koydu, ateşi yükseldi ve birkaç gün sonra öldü".[107][108]
Azerbaycan Atabeyleri, Atabey Muzaffardin Ebu Nasr Özbek ibn Muhammed ibn Atabey Eldeniz el-Turki el-Selçuki el-Tuğrul'un ölümüyle varlıklarını kaybettiler. İldenizliler'in çocuklarının yönetimi altındaki topraklar - Azerbaycan, Arran, Şirvan - Harezmşah Celaleddin Mengüberti'nin egemenliğine girdi. Bu, Celaleddin'in birliklerinin Moğollar tarafından bozguna uğratıldığı ve kendisinin öldürüldüğü 1231 Ağustos ortasına kadar devam etti.[109][110]
Atabay Özbey'in tek oğlu Kızıl Arslan Hamus, babasının ölümünden sonra Gence'ye gelerek Celaleddin'e hizmet etmek istediğini açıkladı. Doğuştan "sağır ve dilsiz" olan ve dolayısıyla "Hamush" lakapı alan melik, Aksunguri ailesinin soyundan Maragh hükümdarı Alaeddin Bebek Arslan el-Ahmadili'nin torunu Sülafe Hatun ile evlenmişti.[108]
1226'da Atabey Özbey'in Memlükleri Beklik es-Sadidi ve Seyfeddin Sungurca, Sultan Celaleddin'e karşı ayaklandı. Ayaklanmaları başarısız oldu - Sultan Celaleddin onları Hoy bölgesinde kuşattı ve teslim olmaya zorladı. Mağlup Memlükler Sultan'a hizmet etmeye başladılar. Ancak 1229'da Baklik es-Sadidi ve Seyfeddin Sungurca, Nasiruddin Ağ Guş ve diğerleri de dahil olmak üzere Atabey'in diğer Memlükleri ile birlikte Hamuş'un oğlu Nusreddin'i hapishaneden çıkardı ve İldenizliler'in gücünü geri getirmek için bir ayaklanma başlattı. Ancak bu ayaklanma da başarısızlıkla sonuçlandı, Ağ Guş ve Bekli'yi çarmıha gerdiler.[111]
Azerbaycan Atabeyleri'ndeki idari yönetim, Irak Selçuklu saltanatı ile aynıydı. Hanedanın kurucusu Şemseddin İldeniz, devletinin idari veya askeri yapısında hemen hemen hiçbir değişiklik yapmamıştır. İldeniz, yönetim ve idari olarak Irak Selçuklularının sistemlerini kullanmıştır.[112]
Kızıl Arslan'a kadar İldenizliler'de "büyük atabey" veya "atabey al-azam" denilen makam vardı. Divan yönetimi vezirin elindeydi. “Eshab el-Divan” olarak anılırdı. Vezir, memurları atama ve görevden alma, emekli maaşlarını ve maaşları belirleme, vergi idaresini ve hazineyi kontrol etme hakkına sahipti. Vezir her zaman hükümdarın yanındaydı, gezilerde ve yürüyüşlerde ona eşlik etti, asker gönderip onlara önderlik edebilirdi. Devlette büyük saygı duyulan vezirler, eshab el-divan, vezir, sadr, dastur, hoca-bozorg unvanlarını taşırlardı. Bir hokka ve belli bir mahuddan yapılmış sarık, onların vazife alâmetleriydi.[113]
Devletteki üçüncü makam, büyük veya "Ulu Hacib" makamıydı. Bu görevi yerine getiren kişi, emîr-i hacib-i kebir veya hacib-i hass-ı hazret unvanına sahipti. Önemli işleri devlet başkanına haber verir, ihtiyaçlarını giderir ve saray merasimlerini tayin ederdi.[114]
Muhammed Cihan Pehlevan döneminden başlayarak, başda vezir olmakla daha yüksek bir makam, yani "divanü'l-ala" kurulmuştur. Bu makamın altında devlet dairesi, yani divan al-insha veya divan al-tughra, mali yönetim veya hazine yönetimi, yani "divan al-istifa" vardı. Devlet dairesi hem iç hem de dış yazışmaları yapıyordu. Bu dairenin başkanına "munşi" veya "tugrayi" denirdi. Bu makam kalıtsaldı, bunu yapanlar ve sonraki nesiller "et-tuğrayi" lakabını aldılar. Mali departmandan veya hazineden sorumlu mali baş görevli, yani "mustavfi al-memalik", devletin mali yönetim sisteminin başındaydı. Askeri yönetim, yani "divan el-ceyş veya divan el-arz", "divanü'l-arz" tarafından yönetiliyordu. O askeri iktaya nezaret etti, her rütbeden askerî personelin maaş ve giderlerinin ödenmesiyle ilgilendi. Askerlik görevleri ve orduyla ilgili her şey hizmette bulunan Türk soylularının elindeydi.[115]
Her ilin başına bir "vali", yani "canişin" atandı. Valiler, bu pozisyonu üstlenmeden önce genellikle ordu komutanları olarak görev yapmıştır. Vali, kendi eyaletinin hakimidi. Dini hakimler - kadılar valiye bağlıydı. Eyaletteki tüm yetkililerin başı ve başkomutanı olan vali, aynı zamanda maliye dairesi de bağlıydı. Validen sonra vilayette ikinci sırada yer alan kişi onun veziriydi. Reisler, şehirleri vali adına yönettiler. Kural olarak, önde gelen bir yerel soydan gelen kasaba reislerinin konumu kalıtsaldı. Reisin kendisi tarafından atanan ve görevden alınan istihbarat reisleri ona tabiydi.[116]
İldenizliler'in ordusu, merkezi hükûmetten ikta alan emirlerin kuvvetleri ile onların yönettiği topraklardan valilerin gönderdiği kuvvetlerden oluşuyordu. Ayrıca, askerî güçlerin yanı sıra, hükümdarın kendisi 50 bin kişilik düzenli bir süvari gücüne sahipti.[117] El-Hüseynî, "Akhbar al-Devle al-Selcuqiyyah" adlı kitabında şöyle yazar:[118]
“ | "Sultan, Arslanşah'ın ölümünü duyduğunda, Huzistan valisi ve vilayetindeki birliklerin komutanı olan atabeyi Şarafuddini Emiran ibn Şimli'den onunla birlikte Irak üzerine yürümesini istedi. Ve o dedi ki: - Atabey Muhammed Cihan Pehlevan ile tek başıma savaşamam ve seni sensiz koruyamam. Kısa bir süre önce babam Karmis'te savaştı ama beni yendi ve babamı öldürdü. Şimdi Irak ve Azerbaycan'ın Arran birlikleri onun yanında ve atlı sayıları 50 binden fazla". | ” |
Atabey hükümdarlarının bilime, sanata ve sanatçıya değer vermesi bu dönemde bilim ve kültürün gelişmesini sağlayan etkenlerden biriydi. Kaynaklarda yazıyor: "Dönemin en iyi alimleri Şirvanşahlar ve İldenizliler saraylarında toplanmıştır. Matematik, doğa bilimleri, tıp, kimya, felsefe, mantık, hukuk, astronomi, Arap ve Fars edebiyatı vb. alanlarda büyük başarılar elde etmiş, birçoğu Müslüman kültür ve biliminin en güzel şahsiyetleri olarak kabul edilmiştir".[119]
Bu dönemde Azerbaycan'da tıp bilimi de üst düzeyde gelişmiş, Azerbaycanlı tıp bilim adamları tarafından tıp araştırmaları yapılmış, bir takım hastalıkların tedavisi ve farmakoloji üzerine çalışmalar yazılmıştır. Bunlar arasında Mevlana Kemaleddin Hüseyin'in oğlu Nureddin, Kafieddin Ömer ibn Osman,[q 6] Atabey Özbey'in özel hekimi Celaleddin Tabib, tıp üzerine "El-Muhtar" ve "Kitabi tibb al-Camali" kitaplarının yazarı, Muhzadbeddin Tebrizi, Mahmud ibn İlyas, Akmeleddin Nahçıvani, Fakhreddin Ebu Abdullah Ahmed ibn Arabşah ibn Cebrail el-Nahçıvani, Akmalled ve Nahçıvani vb. gibi büyük bilim adamları dahil. Celaleddin Tabibi hakkında konuşan Atabay Özbek, şunları söyledi:[120]
“ | "Bu benim hayatımı kurtaran adam. O sadece hastaların mucizevi bir şifacısı değil. Hastalığı önceden belirler ve ilaçları o kadar hazırlar ki, kelimenin tam anlamıyla iyileştirirler. Varlığı insanlara muazzam faydalar sağlıyor ve onun gibi hiçbir doktor doğmadı". | ” |
Kelime hazinesi, söz dizimsel ifadelerin zenginliği, metafor ve kompozisyonların anlatımı ve özgünlüğü - tüm bu şiirsel biçim belirtileri ile 12. yüzyıl Azerbaycan şairleri çağdaşları ve sonraki nesil şairler arasında öne çıktılar. Nizami ve Hakani'nin eserleri, içeriklerinin zenginliği nedeniyle insan dehasının en güzel başarıları arasındadır. Selçuklu sultanlarının ve daha sonra Azerbaycan Atabeylerinin saray şairleriydiler. Selçuklu sultanları ve daha sonra onların yerine geçen Atabeyler, aşiret yapısını koruyan ve yazısız Türk dillerini konuşan göçebelerin temsilcileriydi.[121]
Dönemin büyük şairlerinden Afzaleddin Hakani'nin şiirinin önemli yönlerinden biri de şairin Farsçanın hâkim olduğu şiir diline Azerice-Türkçe kelimeleri kazandırmasıdır. Bunlar arasında şairin ünlü "Mera der parsi fohshi ke guyand, be torki cherkheshan guiad ke sensen" (çeviri: "Farsça lanetlerlerse çarkı felek onlara Türkçe söyler ki bu sensin") ve kendi şiir'inde su, Tanrı, çocuk, chukha, kunduz, hatun, siyah kız, dağ, han vb. gibi sözler söylenebilir.[122]
Atabeylerin saray şairlerinden biri de Asireddin Ebul-Fazl Muhammed'dir. Orta Asya'nın Akhisket şehrinde doğdu ve Kağan üslubunda yaratılan şiirsel formun ustasıdır. Şaire "Sultan el-Fuzala"[q 7] lakabı verildi. Ayrıca "Melikü'l-kelam" lakaplı Zahireddin Tahir el-Faryabi, Atabeyler'in Orta Asya şairlerinden biriydi. O 1189'da Muhammed Cihan Pehlevan'ın, daha sonra Kızıl Arslan ve Ebu Bekir'in himayesine girdi. Hakani ile Tebriz'de arkadaş olan Faryabi, ilahilerinde onu taklit etmiştir. Şair Tebriz'de ölmüştür ve mezarı Hakani'nin mezarının yanındadır. Seyyid Zülfügar Şirvani, Qivami Mutarerizi, Farrukh Şirvani, Cevhari, Yusif Fuzuli, Kemaleddin Nahçıvani, Seyyid İzzeddin al-Alavi ve benzeri şairler Azerbaycan atabeylerinin sarayında yaşamışlardır.[123]
Nizami Gencevi, 1180-1181'de bitirdiği ikinci şiiri "Hüsrev ve Şirin"i Irak'ın son Selçuklu sultanı III. Tuğrul'a adamıştır. Ama bu bir tür resmi adanmışlıktı. Aslında şiir atabey Muhammed Cihan Pehlevan'a ithaf edilmiştir. Cihan Pehlevan 1186 yılında öldüğünden dolayı şiirin kasidesi kardeşi Atabay Kızıl Arslan adına yazılmıştır. Nizami'ni Gence yakınlarındaki kampına davet eden Kızıl Arslan, onu çadırına aldı. Kızıl Arslan, şiir karşılığında Nizami Hamdünyan köyünü ve şeref elbisesi takdim etti.
“ | Hüsrev ve Şirin, Nizami Gencevi Tacı aydan yüksek olan Altın Arslan |
” |
Atabeyler zamanında ve Orta Çağ'da okul, Azerbaycan'da ilköğretim kurumu olarak biliniyordu. Okullar temel eğitim veriyor ve daha çok medreseler için öğrenci yetiştiriyordu. Okullara kabul 5-6 yaşından itibaren yapılır ve 15 yaşına kadar orada eğitim görürler.[125] Okullarda okuma ve yazmanın yanı sıra, ana yön diniydi, Kuran'ı ezberlemeye ve dini doktrinleri öğretmeye odaklandı. Ayrıca bireysel konular hakkında bilgi verildi. Bu dönemlerde, yetimlerin eğitimi için "beyt et-telim" adı verilen ayrı okullar da faaliyet gösteriyordu. Burada her 10 çocuğa bir öğretmen-atabey atanıyordu. Yetimlerin geçimini, yemeklerini, giyeceklerini, eğitimlerini sağlarlar ve yetiştirilmesinden sorumluydular.[126]
Orta Çağ'da Azerbaycan'da da mazhar denilen bir eğitim şekli vardı. Bu eğitim biçiminde bir veya birden fazla öğrenciye tek tek konu öğretmek yerine her usta onları genel olarak yönlendirirdi. Bilimin çeşitli alanlarında bağımsız olarak çalışan öğrenciler, periyodik olarak tavsiye için ustaya geler ve derslerini dinlerdiler.[127]
Orta öğretim kurumları olan medreseler laik bilimlerin yanı sıra dini öğretileri de öğretmiştir. 12-15. yüzyıllarda Müslüman Doğu'da medreseler, bilim merkezlerinin yanı sıra eğitim merkezlerinin rolünü oynadılar.[128]
Dönemin alimlerinden Fahreddin Ebulfazl İsmail ibn al-Musanna al-Tebrizi Bağdat'ta "en-Nizamiye" medresesinde ders veriyordu. O Azerbaycan Tarihi kitabının yazarıdır. Ne yazık ki bu eser zamanımıza ulaşmamıştır. Tebrizî dışında, İldenizliler devrinde ilim tahsil edip Azerbaycan'da, ayrıca Şam, Yemen, Kahire ve Bağdat'ta ders veren pek çok âlim vardı. Mahmud el-Ardabili, Az-Zaki el-Beylagani, Aminuddin Muzaffar al-Tebrizi, Muhammad al-Urmavi, Fakhreddin al-Razi, Muhammad al-Tebrizi, Abu Hafs Ömer al-Canzi, İsmail al-Cenzavi, Haddad al- Nahçıvani, Şemseddin Muhammed el-Tebrizi, Şeyh Ebu Hamid Tac el-Din el-Urmavi, Gazi Şemseddin el-Huvayyi, Ebu Muhammed el-Tebrizi, İsmail el-Maragi, Muhammed el-Hasan el- Maraghi ve diğerleri dahildir.[129]
Azerbaycan'ın en büyük ekonomik, siyasi ve kültürel merkezleri Şamahı, Bakü, Gence, Nahçıvan, Beylegan, Tebriz, Meraga, Urmiye vb. şehirlerde çeşitli karakteristik anıtlar inşa edildi. Orta Çağ Azerbaycan mimarisinin gelişimini belirleyen 3 ana üslup yönünü yansıtan Şirvan-Abşeron, Nahçıvan-Marağa ve Arran mimarlık okulları kuruldu. Bölgenin etnik ve sosyal yapısı da dahil olmak üzere yerel unsurlar bu okulların tarzında belirleyici bir rol oynamıştır.[130]
Mimar Acemi tarafından geliştirilen Nahçıvan-Maraga mimarlık okulu - üslup sadece Nahçıvan'ı kapsamakla kalmadı, aynı zamanda Güney Azerbaycan'daki Maraga şehrine, kuzeyde Berde şehrine ve aynı zamanda Doğu Anadolu topraklarına yayıldı. Genel olarak, bu mimari üslup Doğu dünyasının büyük bir bölümünde devam etti ve kompozit anıtların yaratılmasına ivme kazandırdı.[130][131]
İldenizliler dönemi mimarisinde yer alan en büyük kültür örneklerinden biri, 1186 yılında Acemi Abubakr oğlu tarafından Nahçıvan şehrinin batı kesiminde yaptırılan Mümine Hatun Türbesidir. Pişmiş tuğladan inşa edilen anıtın üzeri zengin desenlerle süslenmiş küçük tuğlalarla kaplanmıştır. Bu türbenin prizma şeklindeki yapısı ile çadır örtüsü arasındaki boşluk, figürlü kâgir formda yapılmış bir yazıt ile çözülmüştür. Türbenin yer altı bölümünde köşeli formlu ve zengin sanatsal tasarıma sahip bir tonoz yer almaktadır.[132]
Dönemin dini mimari örneklerinden biri de günümüze ulaşamamış Atabayler Camii'dir. 19. yüzyılda yaşamış bir Alman gezgin olan V. A. Engelgard şöyle yazar:[133]
“ | Bu Türk camii, kesme taştan yapılmış kemerli büyük bir yapıdır ve içinde çeşitli oyma desenler görülebilir. Binanın bir kısmı çoktan çöktü ve geri kalanı çökme tehlikesiyle karşı karşıya. Ondan 50 sajen[q 8]
uzaklıkta, bir zamanlar bu camiye ait olan, her biri 10 sajen[q 9] yüksekliğinde çift minareli bir kapı vardır. Cami ile kapı arasındaki boşluk daha önce camiye ait yardımcı binalar tarafından işgal edilmişti, ancak şimdi bu binalar artık orada olmadığında, kapının çok özel bir kuleye (Mümine Hatun Türbesi) ait olduğu izlenimini veriyor. |
” |
O dönemin yapılarından biri de mimar Acemi'nin "şeyhlerin reisi" Yusif Küseyir oğlu için 1162 yılında yaptırdığı türbedir. Bu türbenin hem ana yapısı hem de dekoratif duvarcılığı, tek bir malzemeden - pişmiş (kırmızı) tuğladan yapılmıştır. Türbe iki katlı olup, her iki tabaka da sekizgen planlıdır. Yeraltı tonoz sekizgen plana uygun olarak ortası düz bir kubbe ile örtülmüştür. Türbenin köşelerindeki geometrik bezemeler, çapraz yerleştirilmiş tuğlalardan oluşturulmuştur. Usta, renkli malzeme eklemeden ışık ve gölgenin maksimum sanatsal etkisini elde etmeye çalışmıştır.[134]
İldenizliler dönemine ait bir diğer mimari eser ise 1194 yılında Maraga'da inşa edilen Mavi Kubbe'dir. Mavi Kubbe kulesinin plan-mekansal yapısı Karahan İkiz Türbeleri'ne benzer - oktahedral prizmanın açıları dışta silindirik desteklerle güçlendirilmiştir. Ancak sütunlar ile korniş arasındaki sivri kemerlerde sarkıt kullanımı açısından Mavi Kubbe'deki Mümine Hatun Türbesi'nden etkilendiği açıktır.[135]
Hamdullah Kazvi'nin "Nuzhatul-Kulub" adlı eserindeki rakamlara göre, Azerbaycan'ın doğrudan devlet geliri Atabeyler döneminde, yani 12. yüzyılda 25 milyon dinardı. İldenizliler'in en güçlü olduğu dönemlerdeki vergi gelirleri (dinar ile) aşağıdadır.[136]
Azerbaycan'ın tarihi topraklarının büyük bir bölümünü kaplayan Eldeniz ve ülkenin kuzeydoğu eyaletlerini kapsayan Şirvanşahlar devletinin yanı sıra Moğol istilaları sonrasında ortaya çıkan Hulakiler devletinin varlığı, önce Marağa şehirlerini, ardından merkez olarak Tebriz'i seçmiş, birleşik ölçü aletleri sistemi de dahil olmak üzere Azerbaycan'ın ekonomik yaşamının gelişmesine katkıda bulunmuş, yaratılmasına ve uygulanmasına yol açmıştır.[137]
Atabey hanedanlığı döneminde gelişiminin zirvesine ulaşan Gence, İldenizliler'in başkentlerinden biriydi. Bu döneme ait anıtların verdiği bilgilere göre Gence, "önemli bir şehir", büyük bir şehir ve başkent, yani "daru'l-mülk" idi. Gence, Yakın ve Orta Doğu'nun en önemli ticaret ve sanat merkeziydi. Kent yakınlarında demir ve bakır cevherlerinin bulunması nedeniyle demircilik, metal işleme, silah yapımı, sofra takımı yapımı, metal oymacılığı ve diğer sanatlar gelişmiştir.[138]
Berde Eyaleti, Yakın ve Orta Doğu'da tekstil için ana hammadde kaynaklarından biri olan ham ipek üretimi için önemli bir üsdü. Berde'nin yanı sıra Azerbaycan'ın Beylegan, Tebriz, Şabran ve daha birçok il ve bölgesinde ham ipek üretimi yaygındı. Ayrıca Tebriz, Maraga, Hoy, Beylegan, Erdebil şehirleri de önemli dokuma merkezleriydi. Bu dönemde Azerbaycan'da halı dokumacılığı yaygınlaşmıştır. Merend'de ve Kur-Araz havzasının doğusunda yer alan şehir ve yerleşimlerde halı dokumacılığı gelişmiştir. 12. yüzyılda Tebriz ve Erdebil, demircilik de dahil olmak üzere metal işlemenin önemli merkezleriydi. Azerbaycan'ın tüm bölgelerinde çanak çömlek sanatı büyük bir gelişme göstermiştir.[139]
Azerbaycan'ın önemli bir ekonomik merkezi olan Nahçıvan, Atabeyler döneminde zanaat üretimini geliştirmişti. Şehirde farklı sanat dallarını temsil eden çok sayıda zanaatkar vardır - dokumacılar, porselen ve ağaç işleme ustaları, kuyumcular vb. çalışıyorlardı. Kentin el sanatları üretiminde, dokumacılık ve ilgili alanlarda - Çin kumaşı, ince örtü, halı, keçe, yünlü kumaş, banyo kilimleri için ince şallar ve pamuklu kumaş üretimi önemli bir rol oynamıştır.[140]
Tarımda ve genel olarak ülkenin tüm ekonomik yaşamında önde gelen alan tahıl yetiştiriciliğiydi. Buğday ve arpa ekimi esas olarak kuru tarım karakterindeydi ve ülkenin hemen hemen tüm illerini kapsıyordu. Kuru tarımının yanı sıra sulama tarım da vardı. Kanal ve hendek sistemi yaygın olmuştur. Beylegan'da bahçecilik, nar, üzüm ve diğer meyve tarlaları gelişmiştir. Azerbaycan, Orta Çağ'ın başlarından beri pirincin yaygın olarak yetiştirildiği ülkelerden biriydi. Pirincin ana ekim bölgesi Şeki, Nahçıvan, Muğan, Tebriz ve diğer iller olmuştur.[141]
Azerbaycan şehirleri ve illeri, yoğun bir iç ve dış ticaret yolları ağıyla birbirine bağlandı. Örneğin, bu ticari ilişkilerin ne kadar yoğun ve kapsamlı olduğu, Beylagan bölgesinde yapılan arkeolojik kazılar sırasında ortaya çıkarılan sikke buluntuları tarafından kanıtlanmaktadır. Burada çok miktarda (1500 adet) İldeniz sikkesi bulunmuştur. İldeniz sikkelerinin neredeyse yarısı, Erdebil de dahil olmak üzere Güney Azerbaycan şehirlerinde basılmıştır.[142]
Ayrıca Astara ilinin Meşkan köyünde bulunan sikke hazinesi de tamamen "düzgün" basılmış bakır sikkelerden - Azerbaycan'ın son Atabeyleri adına basılmış bakır dirhemlerden ve onların vassalları adına basılan bakır dirhemlerden oluşur. Kasım 1974'te Masallı bölgesindeki Hırmandalı köyünde bulunan ikinci hazine, aynı hükümdarların sadece "düzgün olmayan" basılmış küçük bakır paralarını içerir.[143]
Birkaç feodal toprak mülkiyeti türü vardı. Malikane arazileri kalıtsaldı, sahipleri araziyi satabilir ve bağışlayabilirdi. Ortak (topluluk) topraklar - meralar, çayırlar, ormanlar, bataklıklar ve bazen bazen tarlalar vardı. Topluluk arazileri devlete aitti ve devlete arazi vergisi ödediler. Hassa hükümdarlarına ve hanedanlarına ait büyük toprak parçaları vardı. Devlete ait arazilere yani doğrudan hazineye gelen gelire divani veya divan arazisi denirdi. Şartlı arazi mülkleri-iqta sistemi de gelişiyordu. Devlete hizmet karşılığında ikta veriliyordu. İkta sahipleri-yöneticileri doğrudan çiftçilikle uğraşmıyorlardı, kural olarak iktalarını kiraya veriyorlardı. Zamanla, iktadarların özel mülkiyeti haline geldiler. Bu dönemde vakıf arazileri de yaygındı. Bu topraklar bireysel din adamlarına, dini ve hayır kurumlarına, camilere, medreselere vb. verilmişti.[144]
12. yüzyılda ve 13. yüzyılın başlarında ve onlardan önce "haraç" ana vergi olarak önemini korumuştur. Toprağın kullanımı karşılığında köylüden para veya natura[q 10] alınıyordu. Şahıs arazilerinden ve ikta sahiplerinden "Üşr"[q 11] tescil vergisi tahsil edilirdi. Alaf, bir garnizonu veya bir memuru desteklemek için yiyecek ve diğer doğal masraflardan alınan bir vergiydi. Tahakkumat, dini kurum ve mülklerin ödemekten muaf tutulduğu bir vergi türüdür. Gümrük ve bekleme ücretleri de bu Tahakkumat'a aitti. "İnanç",[q 12] hükümdarın talimatlarına dayanan ücretle birlikte tebaadan alınan ek ödeme türlerinden biriydi. Ayrıca ikta sahipleri tarafından "manal", "marafik", "daraib" gibi vergiler de toplanmıştır.[145]
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.