Remove ads
Kürt kökenli Türk siyasetçi Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Selahattin Demirtaş (d. 10 Nisan 1973, Palu), Zaza asıllı Türk avukat, siyasetçi ve yazardır. 22 Haziran 2014'te seçildiği Halkların Demokratik Partisi eş genel başkanlığı görevini 11 Şubat 2018'e kadar yürütmüştür. 4 Kasım 2016'dan beri Edirne F Tipi Cezaevi'nde tutukludur.
Selahattin Demirtaş | |
---|---|
2018'de Demirtaş | |
Halkların Demokratik Partisi Eş Genel Başkanı | |
Görev süresi 22 Haziran 2014 - 11 Şubat 2018 | |
Yerine geldiği | Ertuğrul Kürkçü Sebahat Tuncel |
Yerine gelen | Pervin Buldan Sezai Temelli |
Barış ve Demokrasi Partisi Eş Genel Başkanı | |
Görev süresi 4 Eylül 2011 - 30 Nisan 2014 | |
Yerine geldiği | Hamit Geylani |
Yerine gelen | Emine Ayna Kamuran Yüksek (DBP adıyla) |
Barış ve Demokrasi Partisi Genel Başkanı | |
Görev süresi 1 Şubat 2010 - 11 Nisan 2011 | |
Yerine geldiği | Demir Çelik |
Yerine gelen | Hamit Geylani |
Türkiye Büyük Millet Meclisi 23, 24, 25 ve 26. Dönem Milletvekili | |
Görev süresi 23 Temmuz 2007 - 16 Mayıs 2018 | |
Seçim bölgesi | 2007 - Diyarbakır 2011 - Hakkâri Haziran 2015 - İstanbul (I) Kasım 2015 - İstanbul (I) |
Kişisel bilgiler | |
Doğum | 10 Nisan 1973 Palu, Elazığ, Türkiye |
Partisi | Demokratik Toplum Partisi (2007-2008) Barış ve Demokrasi Partisi (2008-2014) Halkların Demokratik Partisi (2014-2020) |
Evlilik(ler) | Başak Demirtaş |
Akraba(lar) | Nurettin Demirtaş (ağabeyi) |
Çocuk(lar) | 2 |
Yaşadığı yer | Edirne Cezaevi, Edirne, Türkiye |
Bitirdiği okul | Hukuk Fakültesi, Ankara |
Mesleği | Avukat · Siyasetçi · Yazar |
Takma adı | Selo Başkan[1] |
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Demirtaş, siyaset öncesi serbest avukatlık ve İHD (İnsan Hakları Derneği) Diyarbakır şubesinde yöneticilik yapmıştır. Uluslararası Af Örgütü Diyarbakır şubesi ve Türkiye İnsan Hakları Vakfının kurucuları arasındadır.[2]
2007'de DTP'de grup başkanvekilliği yaptıktan sonra DTP'nin kapatılması sürecinde yeni kurulan Barış ve Demokrasi Partisine geçerek partinin 1 Şubat 2010 tarihinde yapılan olağanüstü kongresinde genel başkan seçildi. BDP'nin Halkların Demokratik Partisine katılması sürecinde 2014 yılında yapılan 2. Olağanüstü Kongre'de Figen Yüksekdağ ile birlikte HDP eş genel başkanlığına seçilmiştir.
2007 Türkiye genel seçimlerinde Diyarbakır, 2011 Türkiye genel seçimlerinde Hakkâri ve Haziran 2015 Türkiye genel seçimlerinde İstanbul milletvekili olarak Meclise girdi.[3]
4 Kasım 2016'da HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ve dokuz HDP'li milletvekili ile birlikte "suç işlemek amacıyla örgüt kurmak", "terör örgütü üyesi olmak", "silahlı terör örgütüne üye olmak", "örgüt adına suç işlemek" iddialarıyla gözaltına alındıktan sonra tutuklanarak Edirne F Tipi Cezaevi'ne götürüldü.[4]
Mayıs 2023 seçimlerinden sonra aktif siyaseti bıraktığını açıklamıştır.[5]
Zaza kökenli bir aileden gelen Demirtaş'ın[6] ailesi o küçük yaşlarda iken Palu'dan Diyarbakır'a yerleşti,[7][8] gençliğinde babası Tahir Demirtaş'a ait tesisatçı dükkanında çalışmıştır. İlk, orta ve lise öğrenimini Diyarbakır'da tamamladı. 1990 yılında liseden mezun olduktan sonra 1991 yılı üniversite sınavında Dokuz Eylül Üniversitesi Denizcilik İşletmeleri Yönetimi bölümünü kazanmış ancak 1993 yılında tekrar üniversite sınavına girmiş ve bu kez Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanmıştır. Hukuk okumaktaki motivasyonunun, Diyarbakır'da kaybolan HEP İl Başkanı Vedat Aydın'ın 3 gün sonra cesedinin bulunması ertesinde çıkan olaylar ve bu süreç sonrasında Muğla'da üniversitede okuyan abisi Nurettin Demirtaş'ın PKK'nın gençlik örgüt sorumlusu olarak gözaltına alınıp 22 yıl hapse mahkûm edilmesi ve ailesinin içinde bulunduğu yoksulluk sebebi ile avukat dahi tutamamaktan oluşan sahipsizlik duygusu olduğunu belirtmiştir.[9]
Hukuk Fakültesinden mezuniyetinin ardından 2000 yılında Osman Baydemir'in Diyarbakır İHD başkanı olmasıyla İHD Diyarbakır yönetimine girdi. Bu dönemde pek çok "insan hakları ihlali" davasında çalıştı. O dönemde kendisini en çok etkileyen olayın, Silopi HADEP İlçe Başkanı Serdar Tanış ve Yardımcısı Ebubekir Deniz’in kaybolması olduğunu belirtmiş, Silopi ve Şırnak'taki araştırmaların olumsuz sonuçlanması sonrası Diyarbakır'a dönüş yolunda yol kenarında cesetlerini bulma korkusuyla aracını yavaş sürdüğünü hatırladığını anlatmıştır.[2]
2004 yılında Osman Baydemir'in belediye başkanı seçilmesiyle İHD Diyarbakır Şube Başkanı oldu.[kaynak belirtilmeli]
2006 yılında Roj TV’de bir tartışma programına telefonla katılan Demirtaş, yaptığı konuşmada, hapiste bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan için, “Kürt sorununun çözümünde rolünün değerlendirilmesi gerekir.” dediğinden ötürü hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından "terör örgütü propagandası yapmak" suçlamasıyla soruşturma açıldı. 2010 yılında sonuçlanan davada kendisi 1 yıl hapis cezasına çarptırıldı ancak Mahkeme, "hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına" karar vererek Demirtaş’ın 5 yıl boyunca denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulmasını kararlaştırdı.[10]
2006 yılı sonunda kısa dönem askerlik yapan Selahattin Demirtaş, askerlik dönüşü ailesinin desteğiyle bir avukatlık bürosu açtı. Fakat 2007 yılında alınan erken seçim kararı ve kapatılan DEP'in eski Milletvekili Hatip Dicle'nin siyasi yasağından dolayı milletvekili adaylığının kabul edilmemesi ile Selahattin Demirtaş, çevresinin de telkini ile DTP ve EMEP, ÖDP ve SDP’nin katıldığı "Bin Umut Adayları" hareketinin desteklediği Diyarbakır bağımsız milletvekili adayı oldu ve seçilerek Meclise girdi.[11]
2004 yılında hapisten çıkan kardeşi Nurettin Demirtaş'ın hızla yükselerek 2007 Şubat'ında önce genel başkan yardımcılığına ve daha sonra genel başkanlığa yükseldiği DTP'de Selahattin Demirtaş henüz daha 34 yaşında iken grup başkanvekilliğine getirildi. Abisi sahte çürük raporu alarak askerden kaçmaya çalıştığı iddiasıyla başlayan soruşturma neticesinde gözaltına alındı ve daha sonrasında 2008 yılının nisan ayında uzun dönem askerliğini yapmak üzere birliğine teslim oldu.[12] Boşalan DTP genel başkanlığına Mayıs 2008'de Emine Ayna getirildi. Anayasa Mahkemesi’nin 2009 yılında DTP'yi "eylemleri yanında, terör örgütüyle olan bağlantıları da değerlendirildiğinde, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak hâline geldiği" gerekçesi ile kapatmasının[13] ardından bu davanın sürdüğü süreçte kurulan BDP'ye katıldı.
DTP'nin kurucuları ve önde gelen isimlerine uygulanan 5 yıllık siyaset yasağının da etkisi ile BDP'ye geçtikten sonra yapılan ilk olağanüstü genel kurulda 289 oyun 288'ini alarak 1 Şubat 2010'da genel başkanlığa seçildi.[14] BDP'de genel başkan olarak DTP'ye göre daha aktif bir siyaset izleyen Selahattin Demirtaş, başlangıcı 2009 yılı Oslo görüşmeleri olarak kabul edilen Çözüm Süreci'nde en başından itibaren aktif rol aldı. Uludere Olayı ve KCK davalarına aktif şekilde katıldı. Kürtçe savunmanın serbest bırakılması, uzun tutukluluk sürelerinin kısaltılması gibi konularda KCK davalarının sürdüğü 5 yıl boyunca önde gelen isimlerden oldu. 2011 seçimlerinde partisi ve Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku tarafından desteklenen bağımsız aday olarak Hakkâri'den aday oldu ve milletvekili seçildi.[11]
2012 yılında daha geniş tabanlı bir siyasi oluşum amacını güden HDP'ye geçen BDP kadroları ile birlikte hareket etti. 22 Haziran 2014'te Figen Yüksekdağ ile birlikte HDP eş genel başkanlığına seçildi. HDP Eş Genel Başkanı iken cumhurbaşkanlığı için partisi tarafından aday gösterildi. 7 Haziran 2015 Türkiye Genel Seçimleri için partisi tarafından İstanbul milletvekili adayı gösterildi.[15]
2014 yılının ağustos ayında ilk defa referandum yoluyla yapılan cumhurbaşkanlığı seçimine katılan 3 adaydan biri olan Selahattin Demirtaş, %9.76 oy alarak 3. sırada kaldı.
Seçim kampanyası süresinde devlet kanalı olan TRT'nin kendisine yeterli süre ayırmadığı yönünde eleştiriler yönelten Demirtaş bu konuda seçim kampanyasının sürdüğü dönemde TRT Haber, TRT 1, TRT Türk, TRT Avaz ve TRT ile RTÜK hakkında suç duyurusunda bulundu.[16] Seçim kampanyası süresince TRT'nin adaylara ayırdığı süreye ilişkin eleştirisini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik, "TRT senin kölendir, gece gündüz çalışsın." sözüyle ifade etti ve kendisi ile TV'de canlı yayına çıkma önerisine cevap vermeyen Başbakan'a bu konuda, "Sen daha bizimle el sıkışmayı, bizimle selamlaşmayı zulüm sayıyorsan, sen herkesin Cumhurbaşkanı nasıl olacaksın?" eleştirisinde bulundu.[17] Seçim boyunca kadın nüfusun daha etkin rol oynaması üzerine yaptığı ve yüzde 50 kadın oyunun tümünü hedefledi ve, "Seçmenlerin yarısı kadın. Yüzde 50 artı 1 alan kazanacak. 1 erkeğe ihtiyacımız var. Ben de kendime oy veririm." dedi.[18]
2018 yılının haziran ayında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimine katılan adaylardan biri olan Selahattin Demirtaş, %8.40 oy alarak seçimi 3. sırada bitirdi. 6 Şubat 2020'de parti üyeliğinin düşürüldüğü öğrenildi.[19]
Başlangıcı 2009 yılındaki MİT-PKK Oslo görüşmeleri olarak kabul edilen Çözüm Sürecinde önce DTP Grup Başkanvekili, daha sonra BDP ve HDP Eş Genel Başkanı olduğu tüm dönemlerde aktif olarak yer aldı.
2008 yılında, DTP grup başkanvekilliği yaptığı dönemde, Zaman gazetesine verdiği röportajda, "Dağa çıkmış gençleri indirmek sadece DTP'nin sorunu mudur?" dedi. DTP'nin PKK'yı bitirebilecek bir olgu olarak görülmesinin hata olduğunu, DTP'nin PKK'nın etki alanındaki insanlara doğru üslupla ve elinde hükûmetten aldığı argümanlar ve vaatlerle gitmesi gerektiğini, aksi takdirde DTP'nin hiçbir misyonunun kalmayacağını, Kürt sorununun çözümü için "demokratik özerklik" çözümü hazırladıklarını ancak bu önerilerin toplumda bölünme olarak algılanmasından ötürü ilerlemenin sağlanamadığını söyledi.[20]
2009 yılının haziran ayında çözüm sürecinin başlaması için Başbakan Erdoğan'ın, "Önce terörle aralarına mesafe koysunlar." cümlesine karşılık, "Başbakan çözüm için ya DTP ya PKK ya da Abdullah Öcalan’la görüşmek zorundadır." dedi.[21] Eylül ayında İçişleri Bakanı Beşir Atalay tarafından açıklanan "Demokratik Açılım" paketinin içeriğinin yetersiz olduğunu söyleyerek Kürt sözcüğünü kullanmadan bir demokratik açılım yapmaya çalıştıklarını söyledi. Atalay’ın açıklamalarından sonra hükûmetin açılımla ilgili iyi niyetinden kuşku duymaya başladıklarını belirten Demirtaş, “Süreç tıkanmıştır veya bitmiştir demiyoruz. Yaptığımız değerlendirmeler hükûmete bu anlamda bir uyarıdır." dedi.[22]
Çözüm sürecinin başlamasında illa da muhalefet desteğinin şart olmadığını öne sürdü ve, "Baykal ve Bahçeli'nin ikna olacağı bir çözüm planı DTP'yi ikna edebilir mi? Herkesi ikna etmekten vazgeçmeli Başbakan. Baykal'ı ikna çabası kriz demek. Baykal'ı ikna eden çözüm inanın ki sorunu çözmez. Baykal'ın ikna olacağı bir proje de Kürtleri ikna etmez." dedi.[23]
2009'un mayıs ayında başlayan KCK operasyonları çerçevesinde hazırlanan iddianamede adı Gültan Kışanak ile birlikte KCK'nın Avrupa sorumlusu olduğu iddia edilen Sabri Ok tarafından mazeret belirtmeksizin bazı görüşmeler için Avrupa'ya gelmesi yönünde talimat aldığı iddiasıyla geçti.[24]
2010 Ekim ayındaki bir röportajında Çözüm Sürecinde 1.5 senedir somut bir adım atılmadığını bildirdi. 2009 yılında başlayan operasyonlar ile hedef alınan KCK'nın ne olduğu şeklinde bir soruya da verdiği yanıtta bunun sivil yerel ve bölgesel meclisler şeklinde yapılanan silahsız bir oluşum olduğunu belirtti. Sınır ötesi operasyonlar için hükûmete verilen yetkilerin süreçle ilgili kafa karışıklığına neden olduğunu ve kendi görebildikleri kadarıyla PKK'nın eylemsizlik kararını uzatmaya eğilimli olduğunu belirtti.[25]
2011 Genel Seçimleri ve Suriye İç Savaşı sebebiyle yavaşlayan görüşme süreci Selahattin Demirtaş'a göre 2010 yılında başlayan Arap Baharı rüzgârından korkulduğu için 2011 seçimlerinden sonra rafa kaldırıldı. Arap Baharı yaşayan toplumlarda örgütlü bir yapı ve lider olmadığı için hükûmetin Kürt hareketi temsilcileri ile resmî müzakereler yapmasının Arap Baharı'ndaki diğer örgütsüz hareketlere örnek oluşturacağından korkulduğunu bu sebeple uluslararası güçler ve AK Parti'nin ortak kararı ile müzakere yerine sindirme ve tasfiye politikasına geçiş yapıldığını söyledi.[26]
2009 yılından beri artarak devam eden KCK ile ilgili tutuklamaların sürece zarar verdiğini savundu ve pek çok BDP'linin bu davalar kapsamında tutuklanmasını "KCK operasyonları adı altında Parti Meclis üyemiz, belediye başkanımız, bütün parti çalışanlarımız tutuklanıyor. Eğer KCK buysa, KCK genel başkanı ben oluyorum." sözleriyle eleştirdi. Tutuklamaların vardığı boyutu "İstanbul il teşkilatımız 50 kişiden oluşuyordu. Bunlardan 48'i tutuklandı. 48 kişiyi KCK atamış kalan 2 kişiyi yönetsin diye"[27] sözleriyle eleştirdi ve KCK tutuklamalarının MİT-PKK Oslo görüşmelerindeki tavır ile uyumlu olmadığını "Bu tutukladıklarınızın yüzde 99'unun KCK ile hiçbir alakası yoktur. Bunu Başbakan da savcı da biliyor. Nereden biliyorlar? Kendilerini tanıyorlar. Kandil'de, Oslo'da, Ankara'da görüştüler. Kendileri KCK'lı kim biliyorlar" sözleriyle ifade etti.[28]
2011 yılı sonunda gerçekleşen Uludere Olayı, KCK operasyonlarının devam etmesi ve PKK'ya yönelik askerî operasyonlar sebebi ile durma noktasına gelen süreç ile ilgili 2012 Haziran'ında verdiği röportajda sürecin hükûmet kanadının PKK'nın 6 ay gibi kısa sürede bitirileceği gibi bir kanaate inandırılmış olmasına bağladı. Mart ayında AK Parti-BDP arası heyetler bazında görüşme önerdiklerini ancak AK Parti kanadının diplomatik yöntemler, ekonomik açılımlar ve demokratikleşmeyi içeren farklı metotların bir arada kullanımı sayesinde PKK’nın bahar-yaz döneminde kökünün kazınacağı yönünde kendilerine yapılan telkinler sonucu bu önerilerini kabul etmediğini söyledi. 2012 yazıyla birlikte bu senaryonun tutmadığının anlaşıldığını belirtti. Gelinen noktada Çözüm Sürecinin ilerlemesinin ön koşulunun Oslo görüşmeleri sonrası hazırlandığı söylenen protokolün devreye girmesi ve Öcalan ile direkt görüşmelerin başlaması olduğunu söyledi.[29]
Oslo görüşmelerinin içeriğinin basına sızdırılmasının da sürecin ilerlemesine engel olmak isteyen güçler tarafından hükûmeti zora sokmak için yapıldığını iddia etti.[30]
2013 Ocak ayında PKK lideri Abdullah Öcalan ile İmralı Adası'nda direkt görüşmelerin başlaması sonrasında adaya giden 3. HDP heyetinde olan Demirtaş PKK lideri Abdullah Öcalan'ın "40 yıldır devam eden isyan" olarak tanımladığı Kürt Sorunu'nu bitirmekte karalı olduğunu ancak parlamentonun çatışmaların durması ve bunun sürekli hale gelebilmesi için gerekli kararları alabilme kararlılığı konusunda kuşkuları olduğunu belirtti.[31]
2013 yılının Haziran ayında sürecin 2. kısmının başladığını ifade etti. Bu süreç içinde hala KCK tutuklularının serbest bırakılmamasını eleştirdi.[32]
Yerel seçim ve Cumhurbaşkanlığı seçimi sebebiyle yoğun bir gündem ile ilerleyen 2014 yılının Temmuz ayında yürürlüğe konan Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun'u olumlu bir gelişme olarak gördüklerini söyleyen Demirtaş Ekim ayında Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) güçlerinin Kuzey Suriye'deki Kobani (Ayn el-Arap) bölgesine ilerleyişleri sonrası bölgedeki PYD güçleri ile IŞİD militanları arasında yaşanan çatışmada Türkiye'nin PYD güçlerine geçiş koridoru açması için hükûmete baskı oluşturmak amacıyla HDP Merkez Yürütme Kurulu imzalı 6 Ekim 2014 tarihli bir çağrı yayınlandı. Bu çağrıda “IŞİD saldırılarını ve AK Parti iktidarının Kobani'ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz" dendi.[33] Bu çağrı sonrası gelişen Kobani Eylemleri'nde 35 kişi yaşamını yitirdi. Bu çağrıyı kendisinin yapmadığını, parti yürütme kurulu kararı olduğunu belirten Demirtaş yine de sorumluluğu üstlendiğini ancak bu konunun kendisini kişisel karalama amaçlı kullanıldığını söyledi. Eylemler sonrası bu süreçte uyguladıkları siyasetin yüzde yüz doğru olmadığını kabul ettiğini fakat olayların tüm sorumluluğun partisinde olmadığını söyledi. Çözüm Sürecinin zorlaştığını fakat tekrar yürütülmeye başlanmasının imkânsız olmadığını savundu.[34]
2014 Kasım ayında sürecin bitip bitmediği yönündeki bir soruya da "Öcalan ya da hükûmet süreç bitti demedikçe karşılıklı olarak devam eder" yanıtını verdi.[35] 2015 28 Şubat'ta Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ve HDP heyeti arasında sağlanan 10 maddelik Dolmabahçe mutabakatının sonunda HDP'den PKK'ya yapılan silah bırakma için kongre çağrısının ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın “Ne Kürt sorunu, artık böyle bir şey yok”[36] ve daha sonrasında 10 maddeye ithafen "Bu metnin demokrasi adına neresini kabul edeceğim" sözlerini ve izleme heyetine karşı çıkışını[37] seçime yönelik propaganda olarak gören Demirtaş "Kapalı kapılarda kabul edilenler, açık kapıya çıkıldığında reddediliyor. Hükümet İmralı'da söylenen her şeyi dışarıda inkâr ediyor" dedi.[38] HDP grup toplantısında söylediği "Recep Tayyip Erdoğan! Seni Başkan yaptırmayacağız" sözü ve PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Nevruz mesajında silahsızlanma çağrısına yer vereceğini düşünmediğini belirten açıklamaları[39] Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan tarafından "Öcalan'ın iradesine ipotek koyma" amaçlı "menfi" ve "ön kesmeye yönelik CHP tarzı siyaset anlayışı" olarak nitelendirildi.[40]
4 Mayıs'ta FOX TV'de katıldığı Liderler FOX'ta programında Çözüm Süreci'nin dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın güçlü liderliği sayesinde başladığını fakat kendisinin liderlik egosunun şu an Çözüm Sürecinin önünde en önemli engel olduğunu söyledi.[41] Dolmabahçe metninin hükûmet tarafından sahiplenilmediğini söyledi ve bunun sebebinin yapılan mutabakatın AK Parti'ye kendi seçmen tabanında oy getirmediğinin görülmesi olduğunu söyledi. Buna kanıt olarak da Çözüm Sürecinin AK Parti'nin seçim bildirgesine dahi girememiş olması ve bunun Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından "Matbaaya giderken yolda düşmüş" şeklinde açıklanması olduğunu söyledi.[42]
Bu alt başlığın genişletilmesi gerekiyor. Sayfayı düzenleyerek yardımcı olabilirsiniz. |
Selahattin Demirtaş hakkında sokağa çıkma yasağının sürdüğü Sur için yaptığı yürüyüş çağrısı nedeniyle soruşturma başlatıldı.[43][44]
93 kez PKK propagandası yapmakla suçlanan Demirtaş hakkında 2013 yılında İstanbul'da yapılan nevruz kutlamasında yaptığı konuşmada PKK'yı ve örgütün kurucusu Abdullah Öcalan’ı övdüğü gerekçesiyle “Terör örgütü propagandası” suçundan 5 yıl hapis istemiyle iddianame hazırlandı.[45][46][47][48] 7 Eylül 2018'de Selahattin Demirtaş'a "terör örgütü propagandası yapmak" suçundan 4 yıl 8 ay hapis cezası verildi.[49] Ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hakkında verilen 4 yıl 8 aylık hapis cezasının bozulmasını istedi.[50] 22 Aralık 2020'de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Demirtaş'ın ifade özgürlüğü ve seçme-seçilme hakkının ihlal edildiğine hükmetti.[51][52]
2016 yılından beri tutuklu bulunan Selahattin Demirtaş'ın yargılandığı Kobani Davası'ndan 16 Mayıs 2024'te karar çıktı. Demirtaş için tutukluluk halinin devamına ve 28 yıl hapis cezasına karar verildi.[53]
Diğer suçları da ele alınarak Demirtaş için toplamda 42 yıl hapis cezasına karar verildi.[54]
Selahattin Demirtaş; Zazaları, Kürt olarak nitelendirmekte ve Zazacayı, Kürtçenin bir lehçesi olarak görmektedir.[55] Kendisini de bu doğrultuda hem Kürt hem de Zaza olarak tanımlamaktadır.[6][55][56]
1915 Ermeni Kırımı konusunda CNN Türk'te Hakan Çelik ile konuşmasında; geçmişte "insan hakları avukatlığı" yaptığı dönemden beri "soykırım" kavramını savunduğunu belirtmiş, bölgede yaşayan Türklerin ve Kürtlerin de sorumluluğunun olduğunu fakat bu konuda asıl sorumlunun dönemin İttihat ve Terakki Partisi olduğunu söylemiştir. Osmanlı mirasını en çok sahiplenen AK Parti'nin bu mirası da sahiplenmesi gerektiğini, eğer sahiplenmek istemiyorlarsa da ortak bir araştırma komisyonu vasıtasıyla bu dönemin acı ve travmaları ile yüzleşilmesi gerektiğini söylemiştir.[57] "Ermeni Soykırımı'nın inkârının Türkiye'deki tüm halkların omzuna bir yük olarak hükûmetler tarafından bindirildiğini" söyleyen Demirtaş, Almanya'daki Nazi Soykırımı'ndan ötürü günümüz Alman toplumunun sorumlu tutulmamasını örnek göstererek, "1915 Ermeni Soykırımı'nın da İttihat ve Terakkinin sorumluluğunda gerçekleşmiş olduğunun kabulüyle toplumun sürekli olarak zan altında bırakılmasının ve olayların yükünü taşımasının önüne geçilmesi gerektiğini" belirtmiştir. Hükûmetin başka konularda İttihat ve Terakkinin "bu topraklara zulüm getirdiği" yönündeki açıklamalarına rağmen bu konuda İttihat ve Terakkiyi savunan tavrını da anlamadığını belirtmiştir:[58]
"Yüz yıldır; 1915 yılında bu yaşanan İttihat Terakki siyasetinin, o dönemki anlayışın bu topraklara mal ettiği bu onursuzluğu omzumuza yıkmaya çalışıyorlar. Ben merak ediyorum. Özellikle de hükûmet ve diğer muhalefet partilerine, siz İttihat ve Terakkinin başka hangi faaliyetlerini üstleniyorsunuz ki şu Ermeni meselesindeki durumunu omuzlarımıza ve toplumun omzuna yük olarak katıyorsunuz? İttihat Terakkiye yeri geldiğinde söylemediğiniz laf kalmıyor. Yeri geldiğinde, 'İttihat Terakki anlayışı bu topraklara zulüm getirmiştir.' diyorsunuz. Ama her ne hikmetse mesele Ermeni meselesine geldiğinde Enver'den daha çok Enverci, Talat'tan daha çok Talatçı olabiliyorsunuz. Hayretle karşılıyorum."[58]
Agos gazetesine verdiği demeçte de, "Ermeni sorunu çözülmeden Türk ve Kürt nüfus arasında varılacak bir uzlaşmanın da Türkiye Cumhuriyeti ile Kürtler arasında diğer halkların kanı üzerine kurulmuş kaypak bir uzlaşma olacağını" söylemiştir.[59]
İmralı Adası'na giden 3. BDP Heyetinde bulunan Selahattin Demirtaş; Abdullah Öcalan ile İmralı'da ilk karşılaşmasının kendisi için çok heyecan verici olduğunu, ayakta el sıkıştıktan sonra bir süre Öcalan'ın elini bırakamadığını, Öcalan'ın kendisine karşı büyük bir sevgisi ve sempatisi olduğunu hissettiğini söylemiş, Öcalan 1999 yılında yakalanıp Türkiye'ye getirildiğinde TV başında ağladığını belirtmiştir.[60] FOX TV'de yayınlanan Liderler FOX'ta programında ise ondan etkilendiğini, kitaplarının tamamını okuduğunu, İmralı savunmalarındaki perspektifin partisinin kuruluşunun ana temellerini oluşturduğunu, Türkiye'de Öcalan'a ön yargıyla yaklaşıldığını fakat Öcalan'ın Orta Doğu toplumlarının yarasına merhem olacak çözümler sunduğunu; mezhepçilik, ulus-devlet, egemenlik, kadın hakları gibi konularda gerçekleşebilir çözümleri olduğunu söylemiştir. Öcalan'ın, İmralı savunmasına, "Türkiye halklarından yol açtığım acılardan ötürü özür diliyorum." diyerek başlamasının kendi öz eleştirisini yapabildiğini gösterdiğini ancak devletin henüz buna karşılık vermediğini belirtmiştir.[61]
2009 yılında Star gazetesine verdiği röportajda; PKK'nın DTP'den önce var olmuş, teşkilatlı, Avrupa'dan ABD'ye örgütlü, eli silahlı bir örgüt olduğunu ve Kürt sorununun çözümünde PKK'nın çözüme engel olmadığına, tam tersine PKK'nın çözüm isteyen, savaşı istemeyen bir güç olduğuna inandığını belirtmiştir.[23]
2012 yılında verdiği röportajda PKK'da herhangi bir hâkimiyet sorununun olmadığını, liderinin Abdullah Öcalan olduğunu belirtmiştir.[29]
2012 yılında BBC'ye verdiği demeçte; PKK’nın yürüttüğü askerî hamlelerin partisi ile ilişkisi olmadığını ve BDP'nin demokratik, legal siyaset yapan bir siyasi parti olduğunu, dolayısıyla PKK’nın herhangi bir hamlesinin, herhangi bir girişiminin BDP’yle ortak yapılmasının mümkün olmadığını belirtmiştir. Buna karşılık PKK’nın yürüttüğü bütün faaliyetlerin BDP’nin tabanını doğrudan etkilemesi sebebiyle BDP'nin siyasetini bu gelişmeleri dikkate alarak oluşturduğunu söylemiştir.[62]
2012 yılında Mardin Kızıltepe'de yapacağı miting öncesinde Abdullah Öcalan'ın posterlerini açan kişilere polisin müdahale etmesi sonucu mitingde şöyle demiştir:
"Demişler ki: 'Öcalan posteri asamazsınız.' Bak, onu diyenlere açıkça sesleniyorum: Kürtlerin katili Kenan Evren'in heykelini dikebiliyor da Kürt halk önderinin posterini niye asamıyorlar? Bu halkı için 14 yıldır İmralı'da bir beton çukurda direnen Kürt halk önderinin posterini Kürdistan'a asamayacak da nereye asacak bu halk? Buna alışsanız iyi olur. Çünkü daha biz Başkan Apo'nun heykelini dikeceğiz, heykelini!"[63]
2015 yılında PKK'lıların cenazesine katılan milletvekilleri ile ilgili şöyle demiştir:
"Bir milletvekilimiz, bir PKK'linin cenazesine katıldı diye linç edilebiliyor yahu medyada. Ben çok açık söyleyeyim: Halkımızın acısına sahip çıkmayan milletvekiliyle ilgili, kusura bakmasınlar, ben soruşturma açtırırım parti disiplini gereği."[64]
Eylül 2016'da, Almanya'da yayımlanan Süddeutsche Zeitung adlı gazetede yer alan konuşmasında, "Biz PKK'yı terör örgütü olarak tanımlamıyoruz. Ancak sivilleri hedef alan eylemlerini terör olarak nitelendiriyoruz. Bunu protesto etmekten de geri kalmıyoruz." ifadelerini kullanmıştır.[65]
18 Temmuz 2022 tarihinde Murat Sabuncu ile yaptığı röportajda, HDP'nin PKK'nin uzantısı, sözcüsü ya da destekçisi olmadığını ve HDP'nin PKK ile bir bağı olmadığını belirtti. Ayrıca PKK'nın silah bırakmasını istediğini ifade etti.[66]
Alevilik tanımının devlet tarafından yapılmasının doğru olmadığını belirtmiş, bunun Alevilerin kendi kararı olması gerektiğini ve devletin de bunu kolaylaştırıcı olması gerektiğini, Aleviler için Cemevi bir ibadethane ise devletin, "Değildir." deme hakkının olmadığını söylemiştir.[67] Alevi nüfustan alınan verginin Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla sadece cami yapımında kullanılmasının doğru olmadığını, farklı din ve mezheplerden toplanan vergilerin tek bir din ve mezhebin ihtiyaçları doğrultusunda harcanmasının Anayasa'ya aykırı olduğunu söylemiştir.[68] Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, "Eğer Alevilik Hz. Ali'yi sevmekse ben dört dörtlük bir Alevi'yim." sözlerine karşılık bu tanımın Alevilerin geçmişte çektiği acıları ve toplumdaki dışlanmalarını yok saydığını belirtmiştir:
"Alevilik sadece Ali'yi sevmek değildir. Alevilik; Kerbela'da, Çorum'da, Maraş'ta katledilmektir. Sivas'ta yanmaktır. Alevilik; Türkiye'de ikinci sınıf yurttaş olmak, sırf Alevi olduğundan okulda ve iş yerinde hor görülmektir. ... Başbakan bunları olabiliyorsa Alevi olabilir, olamıyorsa kusura bakmasın. Kendine mikrofonun önünde, 'Alevi'yim.' demekle dört dörtlük Alevi olunmaz."[69]
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun da Alevilerle ilgili sorunlara seçim mitinglerinde az yer ayırmasını CHP'nin parti politikasına bağlayarak "Alevi" tanımının "Kürt" tanımında olduğu gibi bölücülük olarak görülmemesi gerektiğini söylemiştir:[70]
"Tam 104 miting, iki büyük kurultayda; bu ülkenin temel sorunları arasında yer alan Alevi sorununu, Alevi sözcüğünü ağzınıza almadan geçiştirdiniz. Bu bir yetenek, maharet ister. Merak ediyorum, 'Alevi sorunu' derken hangi kavramı kullanacaksınız? ‘O şeylerin şey sorununu şey yapacağız.’ mı diyeceksiniz? Alevi'ye Alevi, Kürt'e Kürt denir. Aleviler cemevine gider, Kürtler Kürtçe konuşur. Bu böyledir, bunu öğreneceksiniz. Bu bir ayrışma, bölme değil. Önce farklılıkları kucaklayacak kadar yürekli olacaksınız."
2012 ve 2014 yıllarında Sivas'ta yapılan Sivas Katliamı'nı anma törenlerine katılan Selahattin Demirtaş, 2012 yılındaki katılışı ile bu törene parti başkanı düzeyinde katılan ilk isim olmuştur.[71]
Kendisinin bilimsel açıdan bakıldığında anadilinin Türkçe olduğunu çünkü anne babasının kendi aralarında Zazaca konuşmasına rağmen çocuklarına Türkçe öğrettiklerini ve kendisinin Zazacayı daha sonra kendi imkânıyla öğrendiğini belirtmiştir.[20] Kürt toplumunun eğitim seviyesindeki düşüklüğün sebeplerinden birinin anadilinde eğitim alamaması olduğunu, bunun sonucunda da toplumda yoksul, hırsız denince akla Kürt toplumunun gelir olduğunu söylemiştir. Yine de savundukları demokratik özerklik çözümünün anadilinden önde geldiğini söyleyerek sadece anadili veya bazı kültürel haklar ile Kürt toplumunun demokrasiye geçişinin mümkün olamayacağını belirtmiştir.[23] Çözüm Süreci sırasında CHP tarafından hazırlanan raporda Kürtçe eğitime karşı çıkılmasını ve CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun Alevi bir Kürt olmasına rağmen bu şekilde bir rapora imza atmasını eleştirmiştir.[72]
2010 yılındaki Anayasa değişikliğini kendi anayasa taleplerinin uzağında bulduğunu, Anayasa'nın tümüyle değişmesi gerektiğini belirtmiştir.[73] Anayasa'daki Türk tanımının ayırıcı bir unsur olduğunu ifade eden Selahattin Demirtaş, 1924 Anayasası ile getirilen Türklük tanımının bu tarihten önceki Türk toplumlarını yok sayarak Türk tarihinin 1924'te başladığını varsaydığını savunmuştur. Anayasa'daki tanımın kapsayıcı nitelikte olmadığını savunan Demirtaş, "Biz Kürtler, Orta Asya'dan gelmedik." diyerek Anayasa'daki tanımların diğer etnik grupları dışladığını ve onlara politika olarak bugüne kadar, "Siz yoksunuz." dendiği için geçmişteki sıkıntıların yaşandığını söylemiştir.[74] Anayasa'daki "Türk Bayrağı" gibi bazı tanımların da ülke yerine etnik kimlik temelli olmasından ve bunun gibi konuların geçmişte etnik kimliğini inkâr amaçlı kullanılmasından ötürü bölge halkında bazı kırılmalara yol açtığını belirtmiştir.[23]
"Türk milleti artık kapsayıcı bir tanım olmaktan çıktı. 1921 Anayasası'nda böyleydi, 1924'te değiştirildi. Türk milleti birden o tarihte başladı ise Türk tarihinin 1924 öncesine gitmemesi lazım. Ama açın bakın kitaplara. Türk tarihi; Orta Asya'dan, Uygurlardan başlar. Dil, edebiyat da Orta Asya'dan başlar. Eğer Kürtler Türk milletinin bir parçası ise şuna cevap vermek lazım: Biz Kürtler, Orta Asya'dan gelmedik. Araplar, Ermeniler ve Rumlar da gelmedi. Hepsinin ortak tarihi, edebiyatı, folkloru değil orası. Her birinin ayrı bir kültürü, dili var. 1924'te, 'Biz yeni bir milletiz ama hepimizin farklı dilleri var, bu korunacak, Türkçe ortak dil olacak, Türkçe bizi millet yapacak.' denseydi sorun olmazdı. 'Siz Türk'sünüz, herkes Türkçe konuşacak, başka dilde eğitim yasak, siz yoksunuz.' dendi ve sorun yaşandı. Artık yeniden başa dönemeyiz."[11]
Dinin devlet eliyle yönetilmesine karşı olduğunu belirtmiş, Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılmasını ve yerine farklı mezhepleri de kapsayan bir inanç kurumu oluşturulmasını savunduklarını söylemiştir.[75] Diyanet İşleri Başkanlığının yayımladığı hutbelerin büyük çoğunluğunun devlet sevgisini Allah sevgisinden daha fazla öne çıkardığını öne süren Demirtaş, görevden alınan eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu'nun da, "Başörtüsü takmayan bir kadın da Müslüman olabilir." sözü sebebiyle görevden alındığını ve hükûmetin başörtü meselesini oy aracı olarak kullandığını öne sürmüştür.[76] İmamların terörle mücadele gibi bir görevi olmayacağını fakat hükûmetin imamları tek millet, cemaat ve AK Parti propagandası için kullandığını belirtmiştir.[77] Mısır'ın eski Cumhurbaşkanı Mursi hakkında verilen idam kararının onay için Mısır Müftüsü'ne gönderilmesine de atıfta bulunan Demirtaş, "... bir din adamı devletin emrinde olursa dinin, Allah'ın emirlerini değil, yöneticilerin emirlerini uygular." diyerek kendisinin inançların özgürleşmesi adına bu konuyu savunduğunu ve bu sebeple dinsiz ilan edildiğini söylemiştir.[78]
Gezi Parkı protestoları için söylediği, "Biz Gezi Parkı’nda yaşananların müzakere karşıtlığına çevrilmesine izin vermeyeceğiz. Çünkü biz onlarla hareket etmiyoruz. Kesinlikle ırkçı ve faşistlerle aynı etkinlikler içinde olmayız. Bizim tabanımız ne yapacağını bilir."[79] sözlerinin "Gezi'deki darbeciler"[80] şeklinde yoğun tepki çekmesinin ardından, "Gezi direnişiyle değil; bu halk hareketini askerî darbeye kadar götürebilir miyiz, diyenlerle aramıza mesafe koyduk."[81] demiştir.
Olayların ilerlediği dönemde ise, "Gezi Parkı’ndaki insanlar ağacın dallarında, yapraklarının arasında özgürlük aramışlardır, o ağaca baktıklarında özgürlük görmüşlerdir." sözleriyle daha ılımlı bir çizgi izlemiştir. Olaylar süresindeki Başbakan ve Hükûmetin katı tutumunu, "İnsanların kişiliklerine bu kadar egemen, üstten bakış açınız bu isyanın nedenidir." sözleriyle ve eyleme katılanların Başbakan Erdoğan tarafından "3 5 çapulcu" olarak nitelenmesini, "Ülkenin bir tek çapulcu tarafından yönetilmesindense 3 5 çapulcu tarafından yönetilmesi daha demokratiktir." diyerek eleştirmiştir.[82]
Özellikle cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında ön plana çıkardığı kadın hakları konusunda; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kadının toplumdaki yeri konusundaki söylemlerine istinaden kadını bir kuluçka makinesi gibi erkeklerin zevkine sunulacak bir mal gibi gören, "Gördüğünüz ilk erkekle uzatmayın, evlenin." diyen bir zihniyeti kadınların oy verirken değerlendirmesi gerektiğini söylemiştir.[83] Türkiye'deki erkek egemenliğinin "devlet baba" sözündeki gibi devlet işleyişine egemen olduğunu ve toplumun yarısını oluşturan kadınların devlet tarafından olduğu gibi baba, kardeş tarafından da ikinci sınıf insan muamelesi gördüğünü, bunun da egemenliğin kadın bedeni üzerinden tekrar tekrar yanlış şekilde üretilmesine yol açtığını ve toplumun genelinde özgürlük ve demokrasinin yerleşmesine engel olduğunu söylemiştir.[84]
2009 yılında Star gazetesine verdiği röportajda, "Kürt toplumunun günümüzde bölünme yerine demokratik bir toplum örgütlenmesine yönelik bir çözüm istediğini" belirtmiştir.[23] Kendi Twitter hesabından yaptığı açıklamada ise ulus-devlet anlayışını bir çözüm olarak görmediğini, bu sebeple Kürt nüfus için de ulus-devlet modelinin uygun bir çözüm olmadığını söylemiştir:
"Ulus-devleti çözüm olarak görmek, havuzun dibinde boğulmak üzereyken bir bardak su içmeye çalışmak gibidir. Oysa senin ihtiyacın su değil, oksijendir. Havuzdan çıkıp nefes alman gerekir. Ulus-devleti azaltıp toplumsal özgürlüğü çoğaltmak gerekir. Bu nedenle; devlet talebi, toplumsal ve köklü bir demokrasi talebinden daha ileri bir talep değildir."[85]
2011 yılı sonunda yaşanan Uludere Olayı'nın ardından düzenlenen anma töreninde yaptığı konuşmada geçmiş yıllara göre çok daha sert bir ton ile bu olayın tekrarlanmamasının tek yolunun özerklik veya benzeri bir bölgesel yönetim çözümü olduğunu söylemiştir:
"Kürdistan yok diye mi bize bu zulmü yapıyorsunuz? O zaman Kürt halkı onu tamamlamalıdır. Kürt halkının da bir Kürdistan'ı olmalıdır. Ama özerk, ama federal, ama bağımsız. Bu halkın devleti yok diye bu zulüm politikalarını dayatacaksanız, eksiklik bu ise Kürt halkı artık bu eksikliği tamamlamalı."[86]
2013 yılında Agos gazetesine verdiği röportajda; "Kürt toplumundaki kopmanın geçmişe göre daha fazla olduğunu, devletin Türk kimliğinin geçmişe göre daha fazla hissedildiğini, devletin artık Kürt nüfus adına tek başına yönetim yetkisini kullanmak yerine özerk yönetim, bölgesel yönetim gibi çözümlere yönelmesi gerektiğini veya Kürtlerin toplum olarak bağımsızlık talebi var ise devletin bunun müzakeresini yapması gerektiğini ancak kendi arzusunun ortak sınırlar içinde egemenlik paylaşımı olduğunu" söylemiştir.[59]
2011'in aralık ayının sonlarında gerçekleşen Roboski Katliamı'nın (Uludere Olayı) üstünün örtülmeye çalışıldığını savunmuş, Uludere Kaymakamı'nı olayın üstünün kapatılacağı ve delillerin karartılacağı konusunda uyardıklarını fakat kendisinin bu uyarıları dikkate almadığını ve olaydan sonra Kaymakam'ın tayin edildiğini söylemiştir.[87] Olaydan Başbakan'ın bilgisi olduğunu ve bu sebeple sorumluluğu olduğunu söylemiş,[15] daha sonrasında Başbakan Erdoğan'ın, "Vur emrini ben vermedim." sözlerine, "Kendisi vermediyse kimin emri verdiğini biliyor demektir."[88] şeklinde yanıt vermiştir. Köylülerin kaçakçı olarak tanımlanmasına da karşı çıkmış ve, "Burada kaçak olan bu yapay sınırdır. Kürt'ün, kardeşiyle yaptığı alışveriş kaçakçılık değildir." diyerek bunun bölge coğrafyasında sonradan oluşturulmuş sınırların bir sonucu olduğunu belirtmiştir.[86]
Olaydan 2 yıl sonraki anma töreninde, bölgedeki insanların olaydan ötürü sahipsizlik duygusuna kapıldıklarını ve savundukları özerk yönetimin gerekliliğini bu olayın daha net şekilde ortaya koyduğunu belirterek, "Uludere Hastanesi'nde olayı kapatmak için uğraşan savcıları gördüğümüz zaman; kaymakamı, emniyet amirlerini gördüğümüz zaman anladık ki Kürt'ün tek eksiği Kürdistan'dır." demiştir. 17-25 Aralık sürecinde ortaya çıkan AK Parti-Gülen Hareketi çatışmasına atıfta bulunarak takipsizlik ile noktalanan yargılama sürecini eleştirmiştir.[15]
Vicdani reddi savunduğunu belirtmiş; bedelli askerlik politikalarını, "Parası olan, durumu iyi olan, zengin olan, bu parayı bir çırpıda verebilecek olan askere gitmesin; fakir-yoksul askere gitsin, demek adaletsizliktir." diyerek eleştirmiş ve askerliğin gönüllü olarak yapılmasını savunmuştur.[89]
Türkiye'de 15-16 Temmuz 2016 tarihleri arasında kendilerini "Yurtta Sulh Konseyi" olarak adlandıran bir grup asker tarafından askerî darbe girişimi gerçekleşmiştir. 16 Temmuz tarihinde yaptığı açıklamada, "darbeye karşı olduğunu, girişimin Türkiye'de hâlâ demokrasi olmadığının göstergesi olduğunu" söylemiştir.[90]
10 Nisan 1973 Palu, Elazığ doğumlu Selahattin Demirtaş'ın; babası Tahir, annesi ise Sadiye Demirtaş'tır. Annesi ev hanımıdır, babası Diyarbakır'da kendi tesisatçı dükkânını açmıştır ve hâlen kendi dükkânını işletmektedir. 2'si erkek, 4'ü kız olmak üzere toplam 6 kardeşi bulunmaktadır. Kız kardeşi Aygül Demirtaş da kendisinden 2 yıl sonra hukuk bölümünü kazanmıştır ve mezuniyetinden sonra bir süre kendisi ile birlikte serbest avukatlık yapmıştır. Diğer 3 kız kardeşinden 2'si öğretmenlik, 1'i tasarımcılık yapmaktadır. Erkek kardeşlerinden Nurettin Demirtaş 22 yaşında iken PKK üyeliğinden 22 yıl hapis cezasına çarptırıldıktan sonra 2004 yılında tahliye olmuş, BDP'nin 2007'de genel başkanı olmuş ancak bugün hakkındaki hapis kararları sebebiyle Erbil'de yaşamaktadır.[96] Diğer kardeşi Süleyman Demirtaş ise tekstil mühendisi olarak çalışmaktadır. Çocukluk yıllarında tanıştığı Başak Demirtaş ile evlenmiştir, eşi anaokulu öğretmenidir[97] ve bu evlilikten 2004 doğumlu Delal ve 2007 doğumlu Dılda isimli iki kızı bulunmaktadır. Aile bireyleri; kendisini "Selahattin" adıyla değil, "güzel bir bebek olduğu için" koyulması düşünülen ancak resmî olarak kayıtlara geçmeyen "Eser" adıyla çağırmaktadır.[23][98] 31 Aralık 2023 tarihinde babası Tahir Demirtaşı 78 yaşında kaybetti.[99]
Cezaevine girdikten sonra kitap yazmaya başlayan Selahattin Demirtaş'ın ilk kitabı Seher, 16 Eylül 2017 tarihinde yayımlanmıştır.[102] Yeni Yaşam gazetesinde köşe yazarlığına da başlayan[103] Demirtaş'ın kitapları şunlardır:
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.