Safevî İmparatorluğu (Azerice: Səfəvilər İmperiyası, Farsça: شاهنشاهی صفوی, romanize: Şehinşahi-yi Safevî), Safevîler veya Safevî Devleti,[8] 1501 ve 1736 yılları arasında varlığını sürdürmüş, sıkça modern İran tarihinin başlangıcı olarak kabul edilen, Azerbaycan tarihi'ndeki en önemli hanedanlıklardan biri olan Türk kökenli Safevi Hanedanı tarafından yönetilmiş devlet. Bugünkü İran, Azerbaycan, Ermenistan, Irak, Afganistan, Türkmenistan ve Türkiye'nin doğu kesiminde varlığını sürdürmüş, Şiî Onikiciliği resmî mezhep olarak kabul etmiş ve Azerbaycan'ın varisi olduğu Safevî Hanedanı'nın devletidir.[9][10]
Bu maddenin veya bölümün özgün araştırma, doğrulanamaz veya yoruma dayalı ifadeler içerdiği düşünülmektedir. Lütfen iddiaları kontrol ederek ve yeni kaynaklar ekleyerek geliştirin. Özgün araştırmadan oluşmuş ifadeler kaldırılabilir. Ayrıntılar maddenin tartışma sayfasında bulunabilir. |
1501-1736 | |||||||||||
Safevî İmparatorluğu'nun en geniş sınırları | |||||||||||
Başkent | Tebriz (1501-1555) Kazvin (1555-1598) İsfahan (1598-1736) | ||||||||||
Yaygın dil(ler) |
| ||||||||||
Resmî din | Onikici Şii İslam | ||||||||||
Hükûmet | Mutlak monarşi | ||||||||||
Şehinşah | |||||||||||
| |||||||||||
Veziriâzam | |||||||||||
| |||||||||||
Tarihçe | |||||||||||
| |||||||||||
Yüzölçümü | |||||||||||
• Toplam | 2.9 milyon km2 | ||||||||||
Para birimi | Tümen, Abbâsî, Şahı | ||||||||||
| |||||||||||
Günümüzdeki durumu | İran Türkiye Azerbaycan |
Safevî Devleti'nin kuruluşuna destek veren Türkmen boyları şunlardır: Şamlı, Ustaclu, Dulkadirlu, Tekeli, Afşar, Kaçar, Çağırganlı, Karamustafaoğlu, Şadıllı, Beğdili, Humuslu, Varsaklar.[11]
İsmail Safevî, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın torunu olan[4][12] Akkoyunlu Emiri Elvend Mirza'yı Şarur (Nahçıvan) yakınlarında yendikten sonra 1501 yılının Temmuz ayında Tebriz'de kendisini Şah ilan etti. Bundan sonra İran'ın tamamını ele geçirerek, Mayıs 1502'de resmen Safevî Şahı olan I. İsmail sonraki 235 yılda Orta Doğu'ya büyük etki yapacak bir Şiî devletinin temelini atmıştır.
Adı
Osmanlı kaynaklarında Safeviler "Acem" olarak anılırdı. Batılı kaynaklarda ise "Persia" terimi kullanılıyordu. Lakin Safeviler kendilerini tanıtmak için resmi yazışmalarda (Farsça: Mamālik-i Īrān)[13] "İran Memleketi" veya "Korunan Memleket" (Farsça: Mamālik-i Mahrusa) gibi sıfatlar kullanmıştır.[14]
Devletin kuruluşunda rol oynayan oymaklar
Safevî Devleti'nin kurulmasında ve gelişmesinde rol oynayan oymaklara bakıldığında, genelde yaygın olan teze aykırı olarak devletin kuruluşunda esas rolü Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmenlerinin değil, orijinal ve yeni Anadolulu (Rumlu) ve Suriyeli (Şamlu) Alevi Türkmen topluluklarının oynadığı ortaya çıkmaktadır.[8] Devletin kuruluşunda rol oynayan büyük oymaklardan ilki Rumlu olup, Sivas'ın Koyulhisar (Koylahisar) ve Karahisar (Şebinkarahisar - Şimdi Giresun'a bağlı) yöreleri ile Tokat ve Amasya bölgelerindeki köylü Kızılbaş Aleviler tarafından meydana getirilmiştir.[8] Ustacalu oymağı ise Sivas, Amasya, Tokat bölgesinde yaşayan ve bazı oymakları Kırşehir'e kadar yayılan Ulu Yörük topluluğuna ait bir oymaktı.[kaynak belirtilmeli] Adından da anlaşılacağı üzere Antalya bölgesi Türkmenlerinden oluşan Tekelü oymağı içinde Hamit-ili (Isparta, Burdur) ve Menteşe-ili (Muğla) Türkmenleri de yer alıyordu.[8]
Bu üç Anadolulu oymaktan başka, devletin kuruluşunda görev alan bir diğer topluluk Suriye Türkmenlerinden oluşan Şamlu oymağıydı.[15] Bu oymak yazın Sivas'ın güneyindeki Uzun Yayla'da, kışın Halep ile Gaziantep arasında yaşayan ve Osmanlı döneminde Halep Türkmenleri denilen oymaklardan kopmuştu. Devletin kuruluşunda önemli rol oynayan oymaklardan biri de Kahramanmaraş ve Boz Ok (Yozgat) bölgesini içine alan Dulkadir (Ar: Zü'l-Kadr = Tr: Güç, kudret sahibi) elinin bilhassa Boz Ok kesiminde yaşayan Türkmenlerden oluşan Dulkadir (Zü'l- Kadr) oymağıydı. Bu oymak mensuplarının ayrılması ile zayıflayan Dulkadiroğulları Beyliği kolayca Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılmıştır. Bütün bu oymaklar dışında kuruluşa katılan daha küçük topluluklar da şunlardır: Tarsus yöresi Varsakları, Orta ve Doğu Karadeniz Çepni'leri, Arapgirlü, Turgudlu (Karamanoğlu Türkmenlerinden), Bozcalu (Halep Türkmeni), Acirlü, Hınıslu Çemişkezeklü, Şadlu/Şadıllı oymağı (Türkmen)[16][17][18][19]
Devletin kuruluş ve örgütlenmesinin esasını oluşturan bu oymaklardan başka, daha sonra Safevi siyasal örgütlenmesine katılan Akkoyunlu ve Karakoyunlu boyları da olmuştur. Ancak bunların çoğu Kızılbaşlığı kabul ettikleri halde önemli statüler elde edememişlerdir. Bunlardan Kaçarlar 15. yüzyıl sonlarında Bozok'tan Gence'ye göç etmiş bir Akkoyunlu boyudur. Bir diğeri, Karamanlu oymağı, Karakoyunlu Ulusundan olup Karabağ'da yerleşmişti. Devletin kuruluşunda rol almayıp, sonradan dahil olan boylardan en önemli rol oynayan Türkmen boyudur. Bu boy Akkoyunlu bakiyelerinden olup, Akkoyunluların Musullu ve Pürnek (Purnak) boylarına Safeviler, komple Türkmen demişlerdi. Son olarak, İran 'da yerleşmiş olan Afşarlar da kuruluştan sonra önemli sayılan statüler aldılar.
Safevî Hanedanı
Wilhem Barthold, Safevîlerin Farslıktan ziyade Türk menşeli olduğu kanaatindedir.[20] Rus tarihçisi Petruşevski ise benzer görüşte olup “ilk Safevî şeyhleri Erdebil’de yaşamış ve onların anadili Azerice olmuştur” demektedir.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Safevîlerin nesebiyle ilgili olarak; “Halis Türk olan bu ailenin siyasetlerine alet olmak üzere yayınladıkları silsilenamelerine göre kendilerini Sâdât-ı Hüseyniyye’den göstermişlerdir”[21] diye yazmaktadır. Bu konuda benzer bilgileri ise, Saffetü’s-Safa’daki verilerden hareketle Safiyüddin Erdebilî’ye “Türk’ün piri” denildiğini, şeyhin “Türk köyünde” yaşadığını ve misafir gelen Türk müritlerine daha iyi hizmette bulunarak onlara beyaz ekmek ve bal sunduğu birçok kaynaklarında bile Şeyh Safi’nin 1272 yıllarında aslen Fars olan birçok çağdaşlarının da ona, ey Türk Piri, diye hitap ettikleri görülmektedir.[22][23]
Safevî Hanedanı'nın kökeni, 13. yüzyılın sonunda Şah İsmâil'in altıncı dereceden dedesi olan[24] Safiyüddin İshak'ın Erdebil'de kurmuş olduğu Safevî tarikatı’ndan gelmektedir.[25] Gilan'da mürşidi Şeyh Zahid-i Gilanî'nin müridi olmuş Safiyüddin, şeyhin kızı ile evlenerek Zahidiyye tarikatının başına gelmiş ve Zahid'in ölümünden sonra tarikat Safevîyye olarak tanınmıştır.[26] Şeyh Cüneyt'in tarikat başkanlığı döneminde, Akkoyunlular koruması altında olan Safevîler, büyük sayıda Azeri ve Anadolu Türk'ünü Şiîliğe çevirmeye başlamışlar.[27] Bu Şiî [Alevî] Türkmenler genelde başlarına kırmızı sarık giydikleri için, tarihi kızılbaş adını almışlar.[27]
Tarihçe
Erdebil Şeyhliğinden Safevî Şahlığına
Timur, Ankara Savaşı'nda Yıldırım Beyazıt'ı yendikten sonra Anadolu'dan aldığı 30 bin esiri Azerbaycan'a götürerek Erdebil'e yerleştirdi.[kaynak belirtilmeli] Erdebil şeyhi Ali'nin (Şeyh Cüneyd'in dedesi) isteğiyle Timur, esirleri serbest bıraktı ve esirler zamanla ona bağlanarak ondan tarikat dersi aldılar ve böylece Şeyh Ali'ye bağlılıklarını sürdürdüler.[kaynak belirtilmeli] Başlangıç tarihinden beri bu toplum, Şeyh Ali'nin etkisiyle Şiî-Bâtınî, yani tasavvuf'un Alevî-Bektâşî tarikatına bağlı oldukları bilinmektedir.[28]
1447'de tarikatın başında bulunan Şeyh Cüneyt İran'da siyasi bir güç halinde olan Alevî-Bektâşî, yani tasavvufun Şiî-Bâtınî tarikatına mensup bir müslümandır. Akkoyunlular'ın elinde bulunan Doğu Anadolu Bölgesi'ne gelerek bölgedeki yerel güçleri etrafına toplamaya başlamıştı. Karakoyunlular ile mücadele halinde olan Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yanına giden Cüneyt, onun kız kardeşi Hadice Begim ile evlenmişti. Bu evlilik ile Uzun Hasan, Cüneyt'in Türkmenler üzerindeki nüfuzundan yararlanmayı düşünürken, Cüneyt de bu sayede amaçlarını gerçekleştirmek için serbestiyet elde etmişti. Etrafına topladığı güçle Azerbaycan'da Şirvan ülkesine saldıran Cüneyt yapılan savaşta yaşamını yitirdi. Yerine geçen oğlu Şeyh Haydar, dayısı Uzun Hasan'ın kızı Halime Begim/Alemşah ile evlendi. Bu sayede Anadolu'da Alevî müslümanların nüfûsu daha da artırdı.[kaynak belirtilmeli] Osmanlı hükümdarı II. Bayezit'in gerekli önlemleri almaması da Safevîlerin güçlenmesinde önemli bir rol oynadı. Anadolu'dan sürekli göçlerle güçlenen Erdebil şeyhi Haydar, Akkoyunluların Otlukbeli yenilgisinden sonra düştüğü bunalımlı durumdan yararlanmaya çalıştı.[kaynak belirtilmeli] Fakat dayısının oğlu Akkoyunlu Yakup Bey ile yaptığı bir savaşta yaşamını kaybetti. Oğlu Şeyh İsmail, Akkoyunluların iç savaşından yararlanarak 1500 yılında Erzincan'a geldi. Etraftaki bütün müritlerinin toplanmasını emredince Ustacalu, Şamlu, Rumlu, Dulkadir, Tekelü ve Karaman-Turgutlu Türkmenleri ile Varsaklar'dan binlercesi etrafında toplandı. 1501'de Akkoyunlu emiri Elvend Mirza'yı Nahçıvan'da yenilgiye uğratan İsmail, Azerbaycan'ın tamamını ele geçirerek Tebriz'de kendini şah ilan etti. Böylece dedesinin başlattığı Şiî devrimci-siyasi[kaynak belirtilmeli] girişim, İsmail tarafından başarıyla sonuçlandırılmış oldu. Artık Erdebil Safevîye Şeyhliği'nin yerini Safevî Şahlığı alıyordu.
Yükselişi
Anadolu'da 15. yüzyıl boyunca Osmanlı ilerlemesi devam etmiş, Türkmenler de kontrol altına alınmıştı. Kuruluş döneminde Heterodoks zümrelere daha müsamahakar davranan Osmanlı Devleti, bu sıralarda kontrol etmekte zorlandığı göçebe Türkmen boylarını yasa dışı ilan ederek baskı altına almıştı.[kaynak belirtilmeli] İşte bu ortamda Erdebil Safeviye şeyhi İsmail, Azerbaycan'dan Anadolu içlerine kadar yayılmış bulunan küskün Oğuz-Türkmen boy ve oymaklarını ruhani otoritesiyle birleştirerek 1501'de zamanın en güçlü Sünni-Türkmen federasyonu olarak bilinen Elvend Mirza liderliğindeki Akkoyunlular'dan Tebriz şehrini kendi yönetimine aldı.
Safevî Devleti'nde önemli görevlere Türkmenler getirildi. Göçebe Türkmenler, Osmanlı'da yitirdiği yerini Safevi Devleti'nde buldu. Bundan sonra Türkmenler akın akın Safevî yolunu tuttular ve onunla da kalmayarak yaşadığı toprakların Safevilere bağlanması için sık sık ayaklanmalar çıkardılar.[29]
Safeviler, kendilerinin 7. Şia imamı Musa el-Kazım yoluyla Ali ve Fatma soyundan gelirler. İsmail, ayrıca şahlığını ilan ettikten sonra, otoritesini İran'da daha da güçlü kılmak için Sasani İmparatorluğunun mirasında da hak iddia etti.
Tebriz'in zaptıyla Safevi hanedanlığı başlamış oluyordu. I. İsmail 1501'de Tebriz'i başkent, kendini Azerbaycan Şahı ilan etti ve buradan İran içlerine doğru yayılmasını sürdürdü.[30][31] Kuruluşu takip eden ilk on yıl boyunca bir yandan devletini Osmanlı saldırılarından korumaya çalışan İsmail, öte taraftan Akkoyunlu kalıntılarını ezerek onların topraklarındaki yayılmasını sürdürdü. 1503'te Hemedan, 1504'te Şiraz ve Kirman, 1507'de Şia'nın kutsal mekanları Necef ve Kerbela, 1508'de Van, 1509'da Bağdat, 1510'da Özbek Şeybani Hanlığının kurucusu Muhammet Şeybani Han'ı hezimete uğrattığı bir savaş neticesinde Horasan ve Herat (Sistan'ın merkezi) şehirlerini zaptetti. 1511'de Özbekler bu yenilgi üzerine Maveraünnehir'e çekilerek Safevilere karşı uzun yıllar sürecek saldırılarını devam ettirmişlerdir.
Uzun yıllardır Şah İsmail'in faaliyetlerini yakından izleyen ve onun 1511'de Anadolu'da çıkarttığı Şah Kulu ayaklanmasıyla ne kadar etkili olabileceğini gören Osmanlı sultanı Yavuz Sultan Selim, nihayet 1514'te Safevileri ezmek maksadıyla Doğu Anadolu Bölgesi ve Azerbaycan üzerine yürüdü.[kaynak belirtilmeli] Ve bununla, iki Türk devletine sonuçları çok ağır olan savaşa yol açtı. Osmanlıların top ve tüfeklerine karşın Safevi ordusu çok daha ilkel silahlarla savaşa hazırlanmıştı. İki tarafın ordusu başlarında bizzat hükümdarları olduğu halde Tebriz'in batısında Çaldıran'da karşılaştı. Safeviler yenilgiye uğradı. Tebriz'i kolayca ele geçiren Osmanlı kuvvetleri, I. Selim'in bütün ısrarlarına karşın Safevi ordusunu izlemeyi reddettiler. Kışın yaklaşmasıyla Tebriz terk edildi. Bu savaş yıllar sonra Şah I. Tahmasp ile Sultan I. Süleyman (Kanuni) arasında aynen kendini tekrarlayacaktı.
Şah Tahmasp (1524-76)
I. Tahmasb küçük yaşta tahta geçtiğinde ülke doğudan ve batıdan baskı altına alınmıştı. Kızılbaş reisleri arasında devlet kademelerinde etkinliklerini artırmak amacıyla kuvvetli bir rekabet bulunuyordu. Şah İsmâil zamanındaki şaha tam bir itaatle bağlanma anlayışı büyük ölçüde sarsılmıştı. Bu yüzden onun saltanatının ilk yılları iç mücadeleler ve merkezî otoritenin tesis edilmesiyle geçti. Şah İsmâil’in ölümünden sonra emîrülümerâlık makamına yükselen Dîv Sultân-ı Rûmlu devlet işlerini bütünüyle ele geçirdi. Ancak bu durum uzun sürmedi. 932’de (1526) Kuzeybatı İran’da başlayan iç karışıklıklar kısa sürede bütün İran’a yayıldı. Bu mücadeleler sırasında Ustaclular ağır bir darbe alırken Tekelü aşiretinin gücü arttı. 1527’de Dîv Sultân-ı Rûmlu’nun öldürülmesinin ardından iktidar Tekelü aşiretinden Çuha Sultan’a geçti. 1530’da Şamlular ile Tekelüler arasında meydana gelen savaşta Çuha Sultan öldürüldü. Hüseyin Han Şamlu onun yerine geçti, ancak o da üç yıl sonra ortadan kaldırıldı.
Öte yandan doğuda ve batıda ülkenin sınırları tehdit altında idi. Eskiden beri Horasan’a hâkim olmaya çalışan Özbekler iç karışıklılardan istifade ederek Şah İsmâil’in ölümünden hemen sonra saldırıya geçmişti. 1524’ten 1536’ya kadar defalarca Horasan’a saldıran Ubeydullah Han nihayet Timurlular devrinin en önemli şehirlerinden olan Herat’ı ele geçirdi. Ancak Şah Tahmasb’ın büyük bir ordu ile Horasan’a yürümesi üzerine bölgeyi terketti. Safevîler herhangi bir direnişle karşılaşmadan Herat’ı ve çevresini geri aldı. Kandehar’a giden Şah Tahmasb burayı zaptettikten sonra Kaçar Budak Han’ı vali tayin edip Herat’a döndü. Kandehar ertesi yıl tekrar Safevîler’in elinden çıktı. 951’de (1544) Bâbür’ün oğlu Hümâyun, Tahmasb’dan aldığı yardımlara karşılık Kandehar’ı Safevîler’e teslim ettiyse de şehir kısa bir süre sonra elden çıktı ve 965’te (1558) yeniden Safevî hâkimiyetine girdi.
Batıda Osmanlılar Azerbaycan’ı tehdit altına almışlardı. 1531’de Tekelü aşiretinin iktidardan uzaklaştırılması üzerine Osmanlı Devleti’ne sığınmış olan eski Azerbaycan beylerbeyi Ulama Han, Kanûnî Sultan Süleyman’ı İran’da meydana gelen iç karışıklılarla Özbekler’in saldırıları konusunda bilgilendirdi ve onu İran’a sefer düzenlemeye ikna etti. Osmanlı sultanı Ulama Han’ı paşa unvanıyla Bitlis’e gönderdi. Osmanlılar’ın bu tutumundan rahatsız olan Bitlis hâkimi Şeref Han bölgesindeki kaleleri Rujeki ağalarının muhafazasına verip Tahmasb’a sığındı. Sünnî İslâm dünyasının koruyuculuğu misyonunu üstlenen ve Safevîler’i büyük bir tehdit unsuru olarak gören Kanûnî Sultan Süleyman bu olayları bahane edip Tebriz Seferi’ne çıktı. Vezîriâzam Pargalı İbrahim Paşa, Tebriz’e yürüyerek burayı ele geçirdi (941/1534). Kanûnî Sultan Süleyman iki ay sonra Tebriz’e geldi. Bu sırada Tahmasb, Özbekler ile savaş halinde idi ve Şamlular da ayaklanmıştı. Dulkadırlı ve Tekelü Türkmenleri’ne mensup bazı grupların Osmanlılar’a katılması kızılbaşların mukavemetini biraz kırdıysa da kışın erken bastırması yüzünden Kanûnî Sultan Süleyman Bağdat’a çekildi ve burayı herhangi bir direnişle karşılaşmadan ele geçirdi. Buna karşılık Şah Tahmasb da Tebriz ve çevresini geri aldı. Daha sonra Şah Tahmasb’ın Osmanlılar’a barış teklifleri olduysa da Kanûnî Sultan Süleyman bunları dikkate almadı (bk. Irakeyn Seferi).
Şah I. Tahmasb’a karşı isyan hareketine girişen Safevî şehzadesi Elkas Mirza başarısız olunca İstanbul’a sığındı ve Kanûnî Sultan Süleyman’ı İran’a karşı yeniden harekete geçmeye teşvik etti. 954’te (1547) başlayan İran seferi Elkas Mirza’nın vaadlerinin gerçekleşmemesi yüzünden beklenen faydayı sağlamadı, hatta onun gözden düşmesine sebep oldu. Osmanlılarla süregelen savaşlar nedeniyle 1548'de Şah I. Tahmasp başkentini Tebriz'den bir iç bölge şehri olan Kazvin'e taşıdı. Daha sonra Şah I. Abbas (Büyük Abbas) buradan da vazgeçerek, Orta İran'da yer alan eski İsfahan şehrinin hemen yanına inşa ettiği yeni İsfahan'ı başkent yapacaktır. 1549’da Erdelan yakınlarındaki Mihriban Kalesi’ne sığınmak zorunda kalan Elkas Mirza burada Safevîler tarafından yakalanarak Kahkaha (Alamut) Kalesi’ne hapsedildi ve bir yıl sonra zehirlenerek öldürüldü. 961’de (1554) Osmanlılar’ın İran’a yöneldiği haberi üzerine Şah Tahmasb, Kanûnî Sultan Süleyman’a elçiler gönderdi. Mektuplar teâti edilmek suretiyle 1555 yılından itibaren Osmanlılar’la barış dönemi başladı. Şehzade Bayezid’in İran’a sığınması ilişkilerde küçük bir krize yol açtıysa da onun Osmanlılar’a teslimi ve katledilmesinin ardından yeniden eski duruma dönüldü.
Öte yandan Osmanlılar’a karşı İran’dan destek sağlamayı düşünen Avrupalı devletler, elçiler gönderip Safevîler’i Osmanlılar’a karşı kışkırtmaya çalıştıysa da Şah Tahmasb bunlara fazla itibar etmedi. Habsburg İmparatoru V. Karl tarafından Şah İsmâil’e gönderilen elçi onun ölümünün ardından İran’a ulaşmış ve mektubu Şah Tahmasb’a sunmuştu. 1571’de İnebahtı Deniz Savaşı’ndan biraz sonra Papa Pius, Tahmasb’a elçiler yollayarak kendilerinin karadan ve denizden Osmanlılar’a karşı harekete geçeceklerini, bu arada Safevîler’in de Suriye ve Irak’a saldırarak daha önce kaybettikleri toprakları geri alabileceklerini bildirdi; ancak bu teklif de Safevî hükümdarınca makbul karşılanmadı. Hint denizinde Osmanlılar’la mücadele halinde olan Portekizliler’in 958 (1551) ve 982’de (1574) girişimleri de Şah Tahmasb tarafından geri çevrilmişti. Şah I. Tahmasb’ın 984’te (1576) zehirlenerek ölümü üzerine tahta kimin geçeceği hususunda yeniden rekabet başladı.
Muhammed Hudâbende
Ustaclular’ın desteğiyle Haydar Mirza tahta oturdu. Fakat Avşar, Rumlu ve Türkmen beylerinin muhalefetiyle tahttan indirildi ve yerine II. İsmâil geçti. II. İsmâil kısa süren saltanatında kendisine rakip olarak gördüğü kardeşlerini ortadan kaldırdı. Bu sırada henüz altı yaşında olan Herat hâkimi Abbas Mirza, onu öldürmeye gelen Ali Kulı Hân-ı Şamlu’nun tereddüt göstermesi sayesinde ölümden kurtuldu. II. İsmâil’in 13 Ramazan 985’te (24 Kasım 1577) ölümü pek çok yönden karanlıkta kaldıysa da gerek saray çevresinde gerekse halk arasında memnuniyetle karşılandı. Bu esnada Şîraz’da bulunan Muhammed Hudâbende Kazvin’e gelerek tahta geçti (3 Zilhicce 985 / 11 Şubat 1578). II. İsmâil’in kardeşlerini öldürttüğü ve Safevî tahtının vârisi kalmadığı haberini alan Özbek Celâl Han büyük bir ordu ile İran topraklarına girip Meşhed’e kadar ilerledi. Ancak Meşhed hâkimi Murtaza Kulı Hân-ı Pürnek ile yaptığı savaşta hayatını kaybetti.
İran-Osmanlı sınır boylarında yaşayan Kürtler, II. İsmâil’in ölümünden sonra ortaya çıkan karışıklıktan faydalanıp Osmanlılar’ı İran topraklarına saldırmaları için kışkırtmaya başladılar. Şirvan şahı da Sünnî mezhebine geçtiğini bildiren bir elçilik heyetini İstanbul’a göndererek Safevîler’e karşı Osmanlılar’dan yardım istedi. Bu durum 1555’te yapılan barışın bozulmasına ve Osmanlılar’ın İran’a saldırmasına yol açtı. Sokullu Mehmed Paşa’nın karşı çıkmasına rağmen III. Murad, Vezir Lala Mustafa Paşa’yı İran üzerine gönderdi. Tebriz, Güney Kafkasya, Karabağ, Azerbaycan, Luristan gibi batı toprakları Osmanlılar’ın eline geçti. Bu gelişmeler, kızılbaş Türkmen kabileleri arasındaki çekişmelerin bir müddet ortadan kalkmasına ve devletin yeniden toparlanma sürecine girmesine ortam oluşturdu. Ferhad Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşa kumandasındaki Osmanlı ordularının Azerbaycan topraklarına girmesi üzerine Hamza Mirza zayıf bir ordu ile karşı koymaya çalıştı. Osmanlılar Tebriz’e girdi (1585). Hamza Mirza, Tebriz’i geri alamadığı gibi 994’te (1586) ordugâhta öldürüldü. Onun ölümü Abbas Mirza’nın tahta geçmesinin yolunu açtı. Ancak bu durum Türkmen reisleri arasındaki iç mücadelelerin yeniden canlanmasına sebep oldu. Abbas Mirza, Ustaclu Mürşid Kulı Han’ın desteğiyle Kazvin’e gelerek tahta oturdu (Ekim 1587). Tahtını yeniden ele geçirmek için bazı teşebbüslerde bulunduysa da başarılı olamayan Muhammed Hudâbende Kazvin’de öldü (1596).
Şah Abbas dönemi
Safevîlerin en ihtişamlı hükümdarı Şah I. Abbas (1587-1629) Kızılbaş (Alevî) Türkmen ümeranın (askeri ve sivil bürakratlar) saray entrikaları ve cinayetleri arasında hayatta kalmayı başararak babası Muhammed Hüdabende'nin zorunlu olarak tahtan çekilmesi üzerine 16 yaşında Safevî tahtına çıktı.
Hükümdar olduğunda ilk fark ettiği şey, savaş meydanlarında Osmanlılar ve Özbekler (Şeybaniler) tarafından sürekli mağlup edilen ordusunun acizliği oldu. Nitekim Osmanlılar Gürcistan ve Ermenistan'ı zaptederken, Özbekler de doğuda sekizinci İmam Ali Rıza'nın bulunduğu Meşhed ve Sistan'ı ele geçirmişlerdi. İlk olarak kuzeydoğudaki topraklarının Osmanlılara bırakmak zorunda kaldı ve onlardan barış istedi. Bu sırada Safevi Devleti'ne seyahat amacıyla gelmiş Robert ve Anthony Sherley adındaki iki İngiliz gezgini, şah ordusunun Avrupa modeline benzer paralı ve iyi eğitim görmüş daimi bir orduya dönüştürülmesinde Şah'a yardım ettiler.[kaynak belirtilmeli] Rakibi olan Osmanlı padişahları bu işi çok öncelerden beri başarmış ve ordularını sürekli modernize etmişlerdi. Abbas barutun kullanımını hararetli bir biçimde benimsedi. Yeni reformlarla birlikte ordusu, Kızılbaşlar yanında, Gürcistan, Ermenistan ve Çerkez ülkelerinden devşirilen Gulamlar, Tofenkçiler (Tüfenkçiler) ve Topçiler (Topçular) gibi bölüklere ayrılmıştı.[kaynak belirtilmeli]
İlk olarak Özbeklerle savaşan I. Abbas (İranların verdiği isimle Abbas-i Bozorg=Büyük Abbas, Azeri'lerin verdiği isimle Şah oğlu Şah Abbas) Herat ve Meşhed'i geri aldı. Daha sonra Osmanlılara döndü. 1603'te başlayıp aralıklarla süren savaşlar sonunda 1622'de daha önce Osmanlılara bırakmak zorunda kaldığı Irak-ı Acem (Doğu Irak) ve Kafkas Berisi (Trans Kafkasya) ülkelerini geri aldı. Ayrıca Bağdat da ele geçirildi. Yeni kurduğu askerî birliklerini kullanarak, 1602'de Portekizlileri Bahreyn'den, 1622'de İngiliz donanmasını Hürmüz Boğazı'ndan çıkardı. Böylece Portekizlilerin Hindistan'la ticaretlerinde şah damarı değerindeki İran (Basra) Körfezi'ni kontrolü altına aldı. İngiliz Doğu Hindistan Şirketi ve Hollanda Doğu Hindistan Şirketi ile ticari ilişkilerini genişletti.
Abbas, çoğu Ermeni, Gürcü ve Hint kökenlilerden oluşan ve ekonomik gücüyle etkinleşen bir tüccar sınıfı yarattı. Bunları kul sistemi ile bürokrasinin içine sokan şah, bu sayede devletin kurulup genişlemesinde oynadıkları rol ile her zaman yönetsel-askeri yetkeyi elinde tutan Kızılbaş ümeraya karşı bağımlılığını kırarak merkezi otoriteyi kurabildi. Nitekim ölümü sıralarında Safevi saray tarihçisi İskender Bey Türkmen'in verdiği bilgilere bakılırsa 93 bürokratının (emir) 21'i kul (devşirme) olmak üzere, geri kalan 72 emirin yalnızca 48'i Kızılbaş Türkmen idi.[kaynak belirtilmeli] Bu durum Şah Abbas'ın oymakları ile feodal bağlarını hep canlı tutan Kızılbaş ümeranın devlet mekanizmasındaki siyasi gücünü ne derece kırdığını gözler önüne sermektedir.
Osmanlılar ile Safevîler, 150 yıldan daha uzun bir süre Irak'ın verimli toprakları uğruna savaştılar. 1509'da Bağdat'ın I. İsmail tarafından zabtını, kısa bir süre sonra Osmanlı sultanı I. Süleyman'ın zaptı izledi. Daha sonra silsile halinde devam eden saldırılar akabinde Safeviler 1623'te Bağdat'ı henüz geri almışlardı ki, 1638'de Bağdat'ı tekrar Osmanlı sultanı IV. Murat'a bırakmak zorunda kaldılar. 1639'da Kasr-ı Şirin Antlaşması'nda Osmanlılar ile Safeviler arasında sınırları belirleyen bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşmanın çizdiği sınır her iki tarafın sınırları eskisine nazaran çok daralmış olsa da günümüze kadar hiç değişmeden Türkiye-Safevî sınırı olarak kaldı.
Bu arada 1609-1610 yıllarında Mahâbât Kürt kabileleri Safevilere karşı ayaklandı. Kanlı mücadeleler sonucunda, Şah Abbas, Osmanlı yönetiminden kaçıp kendisine sığınan Kalenderoğlu Celalileri'nin isyanını bastırdı.
Şah Abbas suikaste uğramak saplantısından hiçbir zaman kurtulamadı. Bu nedenle şüphe uyandıran hanedan üyelerini ya katletti ya da gözlerine mil çekmek suretiyle saf dışı bıraktı. Nitekim bu şekilde oğullarından birini idam ederken, ikisini de gözlerine mil çektirerek kör bıraktı. Bundan başka iki oğlunu da kendi ölümünden önce kaybedince, sonuç Şah Abbas için bir trajediye dönüştü. 1629'da öldüğünde geride ardılı olabilecek yetenekte hiçbir oğul bırakmamıştı.[kaynak belirtilmeli]
Şah Abbas'ın uzun hükümdarlığı sonunda devletin sınırları bugünkü İran, Irak, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan ile Türkmenistan, Özbekistan, Afganistan ve Pakistan'ın bazı kısımlarını içine almaktaydı.
Safevî Devleti'nin çöküşü
Safevîler, 17. yüzyılda geleneksel düşmanları Osmanlı İmparatorluğu ve Şeybani Hanlığı ile savaşını sürdürürken, iki yeni komşu ile de rekabete girişmek zorunda kaldı. Rusya Çarlığı, bir önceki asırda Altınorda Hanlığı'nın devamı olan Astrahan, Kazan, Sibir (Küçüm ve Nogay) Hanlıklarını ortadan kaldırmış, nüfuzunu Kafkasya ve Orta Asya'ya dek yaymıştı. Babür Devleti ise, Kandahar ve Herat'ı alarak daha önce İran kontrolündeki Afganistan'a sızmaya başlamıştı.
Bütün bunlardan başka 17. yüzyıl boyunca Doğu - Batı arasındaki ticaret güzergâhı değişmiş, Avrupalıların keşifleri ve Osmanlıların deniz aşırı seferleri sonucunda İran'dan uzaklaşmıştı. Şah Abbas'ın ordusunu ücretli gulam (devşirme) sistemine dönüştürmesi kısa vadede işe yaradıysa da, sonraki yüzyılda eyaletler üzerindeki baskı ve ağır vergilerle birlikte ülkenin sosyo - ekonomik gücünün zayıflamasına yol açtı.
Şah Abbas'tan sonraki Safevi hükümdarları Şah II. Abbas hariç silik karakterliydi. Nitekim II. Abbas'ın hükümdarlığının sonu olan 1666 yılı, aynı zamanda Safevi hanedanı için de sonun başlangıcına işaret eder. Vergi gelirlerindeki düşüş ve büyüyen askeri tehlikelere karşın sonraki şahlar bu durumu düzeltememişlerdir.
Ülke sık sık, merkezden uzak sınır boylarında baskın ve yağmalara uğramaya başladı. 1698'de Kirman Eyaleti Beluciler tarafından, 1717'de Horasan Afganlar tarafından ve Mezopotamya Arap bedevilerince istila ve yağmalara uğradı. Afganlar, Safevilere karşı geldiler. Gilzai Peştunları'nın reisi Mir Veys Han, Kandahar'ın Safevi valisi Gürcü Gürgen Han'a (Gürcüce adı Giorgi) karşı ayaklanma başlattı. Üzerine gelen bir Safevi ordusunu bozguna uğrattı. 1722'de Mir Veys'in oğlu Mahmud'un komuta ettiği bir Afgan ordusu doğudan İran'a girerek başkent İsfahan'ı kuşatıp yağmaladı. Daha sonra kendisini İran Şahı ilan etti.
Afganlar, on yıldan fazla bir süre istila ettikleri İran topraklarından çıkarılamadılar. Horasan'daki Afşar Türkmenlerinin beyi ve Safevilerin en etkili komutanı Nadir Han (sonraki Nadir Şah) nihayet 1729'da Damgan Muharebesi'nde Afganları bozguna uğrattı ve İran'dan çıkardı. Buna rağmen ertesi yıl Afganlar hâlâ İran topraklarına yağma hareketlerini sürdürüyorlardı. 1738'de Nadir Şah başta Kandahar olmak üzere tekrar Doğu İran'ı fethetti. Aynı yıl Gazne, Kabil ve Lahor'u fethetti. Delhi üzerine yürüdüyse de İran'dan gerekli desteğin gelmemesi üzerine başarılı olamadı. Şah II. Tahmasp döneminde (1722-1732) gerçekte erk onun elindeydi. Çocuk yaşta tahta çıkan III. Abbas'ın saltanat naipliğini yaptı. Nihayet 1736'da, zaten elinde olan iktidar erkini kullanarak kendisini İran şahı ilan etti. Böylece 1736'dan 1747'ye kadar Azerbaycan ve İranda'da kısa süreli Afşar Hanedanı kurulmuş ve Safevi hanedanı kesintiye uğramıştır.
1747'de Nadir Şah'ın bir suikast neticesinde öldürülmesi üzerine, Safeviler tekrar şahlığı ele geçirdiler. Fakat bu, gelişmekte olan Zend Hanedanı'nın gerçekte iktidarı ele alarak meşruluğunu pekiştirmesini sağlamasından başka bir işe yaramadı. III. İsmail'in kısa süreli rejimi, Zend hanedanının kurucusu Kerim Han'ın ülkede iktidarı ele geçirecek meşruluğu sağlaması ile 1760'ta resmen son buldu.
Devlet yapısı
Safevî Devleti’nin kurulması İran tarihi için dönüm noktası olmuştur. Bu tarihe kadar küçük çaplı ve mahallî beylikler tarafından temsil edilen Şiîlik, Safevîler’le birlikte İran’ın resmî mezhebi haline gelmiş, devlet eliyle hızlı bir Şiîleştirme politikası takip edilmiştir. Şiî ezanı tesis edilmiş, hutbelerde ilk üç halifeye ve Âişe’ye lânet okunması gelenek haline gelmiştir. Muhammed Hudâbende zamanında bu gelenek yasaklandığı gibi bu tür davranışların ortadan kalkması için tedbirler alınmış, fakat onun tahttan indirilmesinin ardından yeniden başlamıştır. Devlet kademelerinde yapılan görevlendirmelerde samimi Şiîler’e öncelik verilmiştir (Abdî Beg Şîrâzî, s. 55). Şiîliğin her alanda geniş tesirlerine karşılık İran Devleti kavramı Safevîler’in ilk dönemlerinde biraz müphem kalmıştır. Her ne kadar Osmanlılar’ın İran’a gönderdiği mektuplarda ve İskender Bey Türkmen’in eserinde Mülk-i Îrân, Memâlik-i Îrân gibi tabirler geçmişse de gerçek anlamda Şah Süleyman zamanında Memleket-i Îrân tabiri kullanılmaya başlanmıştır. Safevîler, devlet teşkilâtında İlhanlı ve Akkoyunlu geleneğini devam ettirmekle birlikte kadim İran devlet anlayışının da canlanmasına imkân sağlamıştır. Şah İsmâil, tıpkı İslâm öncesi dönemlerde olduğu gibi hem dinî hem siyasî otoriteyi temsil etmekteydi ve “zıllullah fi’l-arz, naîb-i imâm mehdî (imam gāib)” gibi unvanlar taşıyordu. Onun zamanında tesis edilen vekîl-i nefes-i nefîs-i hümâyun şahın vekilliğini yerine getirmekte olup kızılbaş reisler arasından seçiliyordu. Bu makam aynı zamanda mürşid-i kâmil sayılan şahın temsilcisi durumundaydı. Öte yandan Safevîler’in ilk dönemlerinde şehzadeler devlet tecrübesi edinmeleri için bir kızılbaş reisin lalalığında eyaletlerde görevlendirilirdi. Ancak Şah I. Abbas’tan itibaren bu geleneğe son verilmiştir.
Günlük işlerin yürütüldüğü divanın başkanlığını vezîriâzam yapıyordu. Divanda çok sayıdaki vezirden başka bir de vak‘anüvis bulunurdu. Vak‘anüvis aynı zamanda şahın münşisi idi. Divanda vezîriâzamdan sonra kurçibaşı, eşik ağasıbaşı ve kullar ağasıbaşı gelirdi. Maliye işleri müstevfî-i memâlik unvanı altında bir vezirin uhdesinde idi. Sarayın bütün işlerinin yürütülmesi nâzır-ı büyûtât veya büyûtât-ı hâssa-i şerîfe aitti. Safevîler’in ilk dönemlerinde hem dinî kurumların hem “adâlethâne”nin başında sadr bulunuyordu. Ne zaman tesis edildiği belli olmamakla beraber sonraları adalet işleri divan beyinin uhdesine verildi. Divan beyi en yüksek mahkeme görevini yürütüyordu. Bu görevin başında çoğunlukla Türk kökenliler bulunmaktaydı.
Bürokrasi Tacik olarak da adlandırılan Fars kökenlilerin elindeydi. Bununla birlikte bu zümre arasında İskender Bey Türkmen, Budak Münşî, Hasan-ı Rûmlû gibi Türkmen kökenliler de bulunmaktaydı. Buna karşılık askerî sınıfı meydana getiren kızılbaşlar hem merkezdeki hem eyaletlerdeki üst düzey görevleri ellerinde tutuyordu. Kızılbaş reisleri emîrü’l-ümerâ veya beylerbeyi unvanı ile eyaletlerde görevlendirildiğinde maiyetlerinde bulunan kabileleriyle birlikte gidiyor, kabilesinin erkekleri aynı zamanda onların askerî gücünü oluşturuyordu. Bu vesile ile eyaletlerin gelirlerini tasarruf ediyor, savaş halinde kendilerine tâbi askerlerle orduya katılıyordu. Bununla birlikte iç huzursuzluklar veya kendi aralarında meydana gelen çekişmeler ordunun savaş gücünü büyük ölçüde azaltıyordu.
Ülke Şirvan, Karabağ, Azerbaycan, Hemedan, Irâk-ı Arab, Fars, Kûh, Gîlûye, Kirman, Kandehar, Belh, Herat, Merv, Meşhed, Esterâbâd gibi çok sayıda eyalete bölünmüştü. Eyalet idaresine genellikle bey, han veya sultan rütbesiyle Türkmen kökenli reisler gönderilirdi. Bazı eyaletler ise şehzadelere tahsis edilirdi. Safevîler’in ilk dönemlerinde eyaletlerin idaresini elinde bulunduranlar hangi rütbeye sahip olursa olsun hâkim olarak nitelendirilirdi. Ancak sonraları en yüksek idarî makamı tanımlamak için beylerbeyi unvanı kullanılmaya başlanmıştır. Bununla birlikte kaynaklarda nâdiren emîrü’l-ümerâ ve hân-ı hânân unvanlarına rastlanmaktadır.
Topraklar şahın malı sayılırdı. Geniş arazilere sahip hânedan üyeleri ve saray ileri gelenleri gelirlerinin bir bölümünü, bazan tamamını müsadere edilmesi korkusu yahut dinî gerekçelerle vakıflara bağışlardı. Öte yandan Selçuklular’da da uygulanan iktâ geleneğinin bir devamı olarak idarecilere veya askerî sınıfa “tuyul” adıyla araziler tahsis edilirdi. Tuyul toprakları ya dâimî veya bir yıllık sürelerle verilirdi. Askerî sınıftan olup kendisine tuyul tahsis edilenler sipahiliği terketmediği müddetçe ömür boyu toprağı tasarrufunda tutar ve erkek evlâdına devredebilirdi. Yıllık olarak tahsis edilen tuyullar her yılın sonunda yenilenir veya başkasına verilirdi.
Askeriye
Safevî şahlarının başvuracakları aşiretleri olmadığından, ilk yıllarda yalnızca, eski Moğol adıyla, "sadak taşıyan" diye anılan kişisel korumaları doğrudan emirleri altında olan tek birlikti. Savaşa gittiklerinde "sadak taşıyanlar"ın çevreledikleri safın tam ortasında yer alırlardı. Kızılbaşlar, her aşiretin bir birlik olarak yer aldığı savaş düzeninde, doğrudan kendi aşiret reislerinin koruması altında savaşırlardı. Her aşirete, saygınlığına ve gücüne göre sağ ya da sol, iki kanattan birinde yer verilirdi. Kızılbaşlar ordunun büyük bölümünü oluştururlardı ve at sırtında savaşırlardı. Lurlardan da destek alınırdı. Şehname'deki minyatürlere bakıldığında tüm askerlerin kılıç da mızrak da kullansalar sadakları ve okları olduğu görülür. Yani Safeviler ordularını hafif süvarilerden oluştururdu. Safeviler batıda Osmanlı Devleti gibi Avrupa'nın düzenli, gelişmiş ve ateşli silahlar ile donatılmış ordularından birine karşı savaşırken doğuda ise Özbeklerin Moğollar kadar tehlikeli aşiret atlılarına karşı başarılı olmak zorundaydılar. Çaldıran Muharebesi'nde yeğeni Durmuş Han Şamlu'nun Şah İsmail'e Osmanlı ordusunun mevzilenmesini beklemeyi önermesi ve bunun sonucunda alınan ağır yenilgi Safevilerin Osmanlı Devleti'ne karşı bundan sonraki tüm savaş taktiklerini değiştirmiştir. Safeviler, Osmanlı ordularına karşı genel olarak meydan savaşlarında karşı karşıya savaşmak yerine Osmanlı ordularının zayıf noktası olan lojistiğine saldırma taktiğini kullandı ve ateşli silahlar, daha etkin yönetim, daha fazla nüfus gibi dezavantajlarına rağmen başarılı da oldu. Safeviler top kullanımını fazla önemsemediler. Büyük ihtimal ile bunun nedeni çevik Safevi süvarisinin top kullanılması durumunda yavaşlayacak olmasıdır. Osmanlı Devleti'ne göre çok daha zayıf olan Safevi Devleti bu anlayış sayesinde Osmanlı Devleti'nin güçlü olduğu sahaya girmemiş ve böylece bağımsızlığını korumuştur.[32]
Birlikler
Kızılbaşlar
Eski dinî inançlarını ve geleneklerini kendilerine has bir İslâmî anlayışla birleştirip sürdüren Türkmenler’in bazı bâtınî-Şiî anlayışları benimsemesiyle ortaya çıkan terimdir.[33] Safevî Devleti’nin kurucusu Şah İsmâil’in babası Şeyh Haydar (ö. 894/1488), büyük bölümünü Azerbaycan ve Doğu Anadolu Türkmen boylarının oluşturduğu taraftar kitlesine, kendilerini diğerlerinden ayırmak için her biri bir imamı temsil eden on iki dilimli kırmızı börk giydirmiş ve bu kitleler zaman içinde kızılbaş diye anılmıştır. “Tâc-ı haydarî” veya kısaca “taç” diye anılan bu baş giysisi, üzerine beyaz bir tülbent sarılan sürahi biçiminde on iki dilimli kırmızı bir kavuktur.[33] Safevi Devleti kaynaklarında Kızılbaş tabiri Safevi Devleti'nin ordusunu oluşturan Türkmenler için kullanılır[34]
Kızılbaşlar, Safevi Devleti'nin kuruluşunda ve İran'ın fethinde ana etkendi. Gulam birliklerinin aksine, Kızılbaşlar devlet hazinesinden ödemeye güvenmediler, bunun yerine onlara toprak verildi. Karşılığında Safevi şahlarına asker ve erzak sağladılar.[35]
Korçu
Özellikle Safevîler’de hassa asker topluluğuna verilen ad.[36] İlk olarak İlhanlılarda, daha sonra Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletlerinde kullanılmıştır.[36] Safevilerde ise şah'ın kraliyet muhafızı olarak biliniyorlardı . Korçular teorik olarak Kızılbaş aşiretlerinden askere alındı ve maaşlarını devlet hazinesinden alınan parayla aldılar . Esas olarak Kızılbaşlar arasından askere alınmış olsa da, Kızılbaş ordu birimlerinden bağımsız ve farklı bir birlikti.[37] Kumandanları korçubaşıydı.
Gulam
Gulamlar, eski İslâm devletlerinde orduda, idarede ve sarayda çalıştırılmış köle ve esirlerdir.[38]
Safevilerde gulamlar,, Kafkasya'dan gelen eski Hristiyanlardan , özellikle Gürcülerden , Çerkezlerden ve Ermenilerden oluşan bir birimdi.[39] Kumandanları kullar ağasıydı.
Topçu
Toplar Şah İsmail döneminde de vardı ancak Şah Abbas'ın ordu reformlarına kadar pek gelişmemişti.[37] Kumandanları topçubaşıydı.
Tüfengçi
Şah İsmail zamanında vardı ve Şah Abbas zamanında yeniden düzenlendiler.[40] Kumandanları tüfengçi ağası idi. Tüfengciler, geldikleri yerlere göre adlandırıldılar. Mesela İsfahan'dan gelenler "tüfengciyan-ı İsfahan" olarak adlandırıldılar. Bu birlik 12000 kişiydi ve esas olarak Acemleri, Arapları ve Türkmenleri içeriyordu.[39][41]
Mülazım ve Çerik
Safevilerdeki toprakların(tuyul) sahiplerine mülazım, onların askerlerine ise çerik denirdi.[42][43] Safevi Devletindeki Mülazım ve çerikler; Osmanlı Devleti'ndeki sipahi ve cebelilere benzemekte.
Dil
Safevi devletinin resmi dili Farsça idi. Saray ve ordu dili Azerbaycan Türkçesi, bürokrasi dili Safevilerin resmî dilinin Türkçe olduğuna dair kaynaklarda şu bilgiler vardır:
"Kızılbaşlar sarayda normal olarak Türkçenin Azeri lehçesi konuşmaktaydılar. Safevi Şahları da onlar gibi Azeri lehçesi konuşmaktaydılar. Şahların ve devlet ve hükûmet ileri gelenlerin Farsçayı anadili gibi konuşmamaları Safevi hanedanı döneminde Farsçanın eski klasik saf klasik standartlarından ayrılıp bozulmasına yol açmıştır."[44]
"Günlük işlerin görülmesinde, Safeviler sarayında ve yüksek dereceli askeri komutanlar ve politik idareciler arasında ve aynı zamanda yüksek dinsel hiyerarşi mensuplarının hepsi tarafından kullanılan dil Farsça değil Türkçe idi."[45]
"Safevi sarayında Türkçenin Azeri lehçesi, özellikle hanedanda dahil ilk Safevi hükümdarlar dönemlerinde, ekseriyetle kullanılmakta idi. Bu dönemde Türkçe dilbilgisi kuralları ve sözcükleri Farsça diline büyük etki yapmıştır ve bunun aksini de, yani Farsçanın grameri ve sözcüklerinin Türkçeyi etkilediğini de, söylemek mümkündür."[46]
Safevilerin resmî dilinin Farsça olduğuna dair ise kaynaklarda bu bilgiler vardır.
Safevi tarihi uzmanı Roger Savory: ''Şah İsmail zamanında bile sarayda Türkçe konuşulduğu halde bütün resmî belgeler ve diplomatik yazışmalar, hatta Türkçe konuşan devletlerle yapılan yazışmalar bile tamamen Farsçayla kaleme alınmıştır.''[47]
Arnold J. Toynbee: "Hindistan'da Gurganı Moğol (Babürlüler), Azerbaycan'da Safevi ve Türkiye'de Osmanlı İmparatorluğu rejimlerinin en ileri gelişmeye vardıkları dönemde Yeni Farsça bu geniş alanda rejimlerin en başta gelen edebi şahsiyetlerinin tercih ederek kullandığı dil olmuştur. Yeni Farsça bu büyük alanın 2/3'si içinde, yani Gurganı Moğol ve Azerbaycanlı Safevi rejimlerinin sınırları içinde, devlet idaresinin de resmî dili olmuştur."[48]
1722'ye kadar hüküm süren Safevî devleti esastan bir Türk hanedanı idi. Azerbaycan'ın şahın ailesinin anavatanı olması dolayısıyla Türkçenin Azerbaycan şivesi hükümdarların, yüksek idarecilerin ve sarayın ve en nihayet Kızılbaş askeri komutanlarının ana konuşma dili idi. Şah İsmail Türkçe şiirler yazmakta idi. Buna rağmen genel olarak devlet idaresi için kullanılan dil Farsça idi ve Farsça dili diplomatik yazışmalar (inşa); edebi denemeler (adab) ve tarih yazmak için kullanılan tek dildi.[49]
Din
Devlet Mezhebi Olarak Şiîlik'in Tesisi
Şah İsmail, Kızılbaş Alevî olmasına ve On İki İmamcı Şiilik inancıyla uzlaşması pek kolay olmayan Şiî (On iki imamcı Tasavvuf, Alevi) inancına rağmen, Şiâ'nın mezhepsel ileri gelenlerini ülkesine getirerek, onlara sadakatleri karşılığında toprak ve paralar hediye etti. Safevi döneminden sonra ve özellikle Kaçar Alevî-Türkmen hanedanı döneminde Şiî ulemanın rolü artmış, ulema bağımsız ya da hükûmetlerle ortaklaşa rol oynamaya başlamıştır. Safevîler, Alevî-Bektâşî Türkmen tasavvufî geçmişine sahiptirler. Devlet feodal bir teokrasi haline geldi fakat bu din ve devlet ayrılığı biçiminde değildi.[kaynak belirtilmeli] Şah dinsel ve dünyevi yetkilerin her ikisini birden elinde tutuyordu.[kaynak belirtilmeli]
Osmanlı devleti ile süren güç mücadeleleri sırasında Orta Asya'dan Anadolu'ya göç etmekte olan Türkmenler, güzergâhları üzerinde olan Safevî İmparatorluğu'dan geçmekteydiler. Bu nüfus kitlelerini kendi tarafına çekmeyi düşünen Safevîler, Alevilik inancının Türkmenler arasında asimilasyona karşı sabit tutabilmeyi sağladılar.[50] Şah İsmail'in öncelikli hedefi Doğu Anadolu olduğundan burada yaşayan halkların özellikle Zaza Türkmenlerin büyük çoğunluğu ve bir kısım toplulukların İslam'ın Alevî-Bektâşî Tasavvuf silsilesine mensupturlar.[50]
Safevîlerin İran'ı Şiileştirmesi
Safevîler, mücadele ederek İran'ı 1501'de bağımsız bir devlet olarak birleştirmişler ve İslam tarihinde en önemli dönüm noktalarından birini oluşturan, İsnâaşeriyye mezhebini İmparatorluğun resmî dini olarak belirlemişlerdir. 1502'ye kadar I. İsmail, İran'da Tebriz'in yanı sıra Ermenistan, Azerbaycan ve Dağıstan bölgelerini ele geçirdi. İran'ın çoğunluğunun hâlâ Sünni olduğu bölgelerdeki kontrolünü sağlamlaştırmak için önündeki on yıl boyunca mücadele verecekti. Ordusu ilk 1504 yılında orta bölgelere yayılmıştı. 1510 yılında nihayet Horasan bölgesini ve Herat şehrini fethedip, 1505-1508 yılları arasında güneybatı İran'ı ele geçirdi.
Kültür
Azerbaycan'ın ve İran'ın kültürü Safevî himayesinde gelişti. I. İsmail'in bizzat kendisi Hıtayi daha sonradan da Hatayî ya da Şah Hatayi mahlasıyla Azerice pek çok şiirler yazdı. Şah Tahmasp bir ressamdı. Şah II. Abbas ise Tanî mahlasıyla Türkçe şiirler yazan bir şair olarak da tanınmıştı.
Bu dönemde kiremit imalatı, çömlekçilik, dokumacılık gibi el sanatları gelişirken, minyatürcülük, ciltçilik, dekorasyon ve hattatlıkta büyük ilerlemeler kaydedildi. 16. yüzyılda halı dokumacılığı bir göçebe ve köylü sanatı olmaktan çıkarak, profesyonel tasarım ve imalata dayalı iyi işleyen bir sanayi haline dönüştü. Tebriz bu sanayinin merkezi konumundaydı. Erdebil halıları yalnızca hanedana hasredilmişti. Yanlış adlandırılmış meşhur Polonez Halıları 17. yüzyılda İran'da imal edilirdi.
Geleneksel formlar ve malzemeler kullanan Rıza Abbasi (1565-1635) İran resmini, yarı çıplak kadınlar, gençlik ve aşıklar gibi yeni temalarla tanıştırdı. Onun resim ve hat tarzı Safevi döneminin pek çok sanatçılarını etkileyerek, İsfahan ekolü olarak bilinir hale geldi. 17. yüzyılda uzak kültürlerle - özellikle Avrupa ile gelişen ilişkiler İranlı sanatçılara yeni fikirler verdi. Kısa sürede üç boyutlu görünümü, perspektif ve gölgeyi, yağlı boya kullanmayı benimsediler. O kadar ki, Şah II. Abbas Muhammed Zaman adlı ressamını eğitim görmesi için Roma'ya göndermişti.
İsfahan, Büyük Abbas'ın 1598'te başkentini daimi olarak oraya taşımasından sonra Safevi mimarisinin en seçkin örnekleriyle doldu. 1630'da yapımı tamamlanan imparatorluk camisi Mescid-i Şah ile Mescid-i İmamî, Lütfullah Camii ve İmparatorluk sarayı Âlî Kapu (Osmanlı’daki Bab-ı Âli'ye nispeten) en önemli yapılardır.
En meşhur İslam filozoflarından Molla Sadra, Şah I. Abbas döneminde (1587-1629) yaşadı. En önemli eseri Esfar'dır. Tasavvuf gizemciliği, Şii ilahiyatı ile Aristo ve İşrakiyyun felsefelerini (en önemli temsilcileri İbni Sina ve Sühreverdi idi) sentezleyen ve Hikmetü'l Müte'âliye (Metafilozofi = Transcendent Theosophi) denilen bir düşünüş ortaya koydu.
Abbasi döneminin en önemli tarihçisi Türkmen İskender Bey Münşi'dir. Şah Büyük Abbas dönemini anlattığı Tarih-i Âlemârâ-i Abbasî adlı eseri, Abbas'ın ölümünden birkaç yıl sonra kaleme alınmış olup, tarihi olayların ve şahısların nüanse edilmiş derinliklerini gözler önüne seren çok değerli bir yapıttır.
Safevî şahları
Safeviler Hanedanı (1501-1786) | ||||||||||
Taht ismi | Asıl isim | Resim | Unvan | Doğum-Ölüm | Hükümdarlık başlangıcı | Hükümdarlık sonu | Aile bağlantıları | Not | ||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
I. İsmail | Şah, Sultan | 1487-1524 | 7 Kasım 1502 | 23 Mayıs 1524 | Şeyh Haydar'ın oğlu, Uzun Hasan'ın torunu | |||||
I. Tahmasp | Şah, Sahib-i-Kıran, Sultan bar Salatin | 1514-1576 | 23 Mayıs 1525 | 25 Mayıs 1576 | I. İsmail'in oğlu | |||||
II. İsmail | Şah | 1537-1577 | 25 Mayıs 1576 | 24 Kasım 1577 | I. Tahmasp'ın oğlu | Zehirlenme (?) | ||||
Muhammed Hüdabende | Hüdabende, Eşref, Sultan | 1532-1596 | 25 Mayıs 1576 | 1 Ekim 1587 | I. Tahmasp'ın oğlu | Tahttan indirme | ||||
I. Abbas | Şahenşah, Sultan, Büyük | 1571-1629 | 1 Ekim 1587 | 19 Ocak 1629 | Muhammed Hüdabende'nin oğlu | |||||
Safi | Sam Mirza | Şah, Mirza | 1611-1642 | 19 Ocak 1629 | 12 Mayıs 1642 | I. Abbas'ın oğlu Mohammed Bekir (Safi) Mirza'ın oğlu | ||||
II. Abbas | Şah | 1632-1666 | 12 Mayıs 1642 | 26 Ekim 1666 | Safi'nin oğlu | |||||
I. Süleyman | Safi Mirza | Şah, Hakim-ül Hükema | 1645-1694 | 26 Ekim 1666 | 29 Temmuz 1694 | II. Abbas'ın oğlu | ||||
Sultan I. Hüseyin | Şah, Sultan, Sadr-ül Hakim | 1668-1726 | 29 Temmuz 1694 | 11 Eylül 1722 | I. Süleyman'ın oğlu | Mahmud tarafından tahttan indirilme ve sonra öldürülme | ||||
II. Tahmasp | Şah | 1704-1740 | 11 Eylül 1722 | 16 Nisan 1732 | Sultan I. Hüseyin'in oğlu | Nadir Şah tarafından tahttan indirilme ve sonra öldürülme | ||||
Ahmed | Şah, Sultan | 1687-1728 | 28 Eylül 1726 | 30 Mart 1728 | I. Süleyman'ın kızı Sehrbanu Begum'un oğlu Mirza Abulkasim'in oğlu | Eşref Hotaki tarafından öldürülme | ||||
III. Abbas | Şah | 1730-1739 | 16 Nisan 1732 | 22 Ocak 1736 | II. Tahmasp'ın oğlu | Nadir Şah kontrolü altında. Nadir Şah tarafından tahttan indirilme ve öldürülme | ||||
Sam | Şah | ?–1743 | 1743 | 1743 | Sultan I. Hüseyin'in oğlu (?) | Düzmece. Nadir Şah tarafından tahttan indirilme ve öldürülme | ||||
III. Ismail | Mirza Abutorab | Şah | ?–1772 | 1749 | 1749 | Sultan I. Hüseyin kızı Meryem Begüm (veya Han Aga Begüm)'ün oğlu | Kerim Han Zend'in kontrolü altında. Tahttan indirilme | |||
II. Süleyman (Afşar) | Seyyid Muhammad | Şah | 1723 veya 1725–? | 1749 | 1750 | I. Süleyman (Safavi)'nin kızı Şehrbanu Begüm'ün oğlu | Şahruh tarafından tahttan indirilme ve kör edilme | |||
III. Ismail | Mirza Abutorab | Şah | ?–1772 | 1752 | 1756 | Sultan I. Hüseyin kızı Meryem Begüm (veya Han Ağa Begüm)'ün oğlu | Kerim Han Zend'in kontrolü altında. Tahttan indirilme | |||
Sultan II. Hüseyin | Şah | ?–1753 | 1753 | 1753 | Sultan I. Hüseyin'in oğlu (?) | Düzmece. Öldürülme | ||||
II. Mohammad | Abulfath Sultan Muhammed Mirza | Şah | ?–? | 1786 | 1786 | II. Tahmasp oğlu Sultan Mirza Huseyin'ın oğlu | Ağa Muhammed Han'ın kontrolü altında. | |||
Safevî Hanedanı Aile Ağacı
I. İsmail (1501-24) | |||||||||||||||||||||||||||
I. Tahmasp (1524-76) | |||||||||||||||||||||||||||
II. İsmail (1576-78) | M.Hüdabende (1578-87) | Haydar - | |||||||||||||||||||||||||
I. Abbas (1587-1629) | Hamza - | ||||||||||||||||||||||||||
Safi Mirza - | |||||||||||||||||||||||||||
I. Safi (1629-42) | |||||||||||||||||||||||||||
II. Abbas (1642-66) | |||||||||||||||||||||||||||
I. Süleyman (1666-94) | |||||||||||||||||||||||||||
I. Hüseyin (1694-1722) | |||||||||||||||||||||||||||
II. Tahmasp (1722-32) | |||||||||||||||||||||||||||
III. Abbas (1732-36) | |||||||||||||||||||||||||||
Ayrıca bakınız
Kaynakça
Wikiwand in your browser!
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.