Loading AI tools
ikili ilişkiler Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Türkiye-İran ilişkileri Türkiye Cumhuriyeti'nin İran ile süregelen uluslararası politikaları içerir.
İslam öncesi Türk ve İrani halklar arasındaki ilişkiler konusunda detaylı bilgi alınabilecek resmî belgeler az da olsa bulunmaktadır. Türkler Çin ve Bizans gibi diğer ordularda olduğu gibi Sasani ordusunda da paralı asker olarak yer almışlardır. Ayrıca savaş esiri veya sığınma gibi şartlarda da askerlik yapmış olanlar bulunur. Hun, Kuşan, Akhun-Eftalit, Avar, Sabir, Hazar ve Göktürkler, Sasani ordusunda görev yapmışlar, zamanla da söz sahibi olup askerî alanda, iç ve dış siyasette etkin oldukları da görülmüştür. (İslam öncesi dönemde Arapların Türkleri ilk olarak tanımaları da Sasani ordusu içindeki bu Türkler yoluyla olmuştur.[1]) Sasaniler döneminde İran coğrafyasının kuzey ve kuzeydoğu bölgelerinde yoğunlukla Türk kavimleri bulunuyordu. Türk kavimleri 3. ve 7. yüzyıllar arasında kuzey ve kuzeydoğuda Sasaniler için en tehlikeli hasımları olmuşlardır. Sasaniler döneminde bu bölgeler sık sık el değiştirmiş ve bazı dönemlerde Türklerin bazı kısımları Harzem, Horasan ve Toharistan gibi bölgelerde Sasani egemenliğine girmişlerdir.[2][3][4][5]
Türklerle İranlıların daha yoğun ilişkileri, iki ulusun İslamiyeti kabul etmeleriyle başladı. Türkler bu dönemde Orta Asya'dan batıya akın ederek İranlılarla karşılaştılar. Bu karşılaşma her iki kültürü de çok derin bir şekilde etkiledi.
İki halkın çok daha yakın ilişki içine girdiği dönem, Selçuklu Devleti'nin İran coğrafyasına egemen olmasıyla başlamıştır. Bu dönemde Farsça, Fars sanatı ve Fars bürokrasisi, Selçuklu Devleti içinde önemli bir yer buldu. Bu etkileşim İran coğrafyası ile de sınırlı kalmadı, Anadolu'ya da geçti.[6]
20. yüzyıla kadar İran'da kurulmuş olan hemen hemen her devlet bir Türk hanedanı tarafından yönetildi. Bir yandan da Türk dili çok sayıda Farsça kelimeyi benimseyerek İran kültüründen derin bir şekilde etkilendi. Sanat, bilim ve devlet yönetimi konusunda Türkler İranlılardan birçok bilgi edindiler.
İran İslamiyet dönemindeki tarihi boyunca sürekli bir şekilde Türk hanedanları tarafından yönetilmiş olsa da Anadolu'ya yerleşmiş olan Türklerle, Türkler tarafından yönetilen İranlılar arasındaki çekişmeler hiçbir zaman sona ermedi. İran'ı yöneten Timur Devleti ve Akkoyunlular devamlı Osmanlılarla savaştılar. Ancak Türk-İran ilişkilerindeki en önemli dönüm noktası yine bir Azeri asıllı Türk hanedanı olan Safevilerin işbaşına geçmesiyle meydana geldi. Safeviler 16. yüzyılda İran'da işbaşına geçtiler ve Şiiliği kabul ederek Doğu Anadolu Bölgesi'nde Oniki İmam inancını yayıp Alevi Türkmenleri ve Kızılbaşları kışkırtıp İran'ı dünya Şiiliğinin odak noktası haline getirdiler. Osmanlılar ise Hilâfeti ele geçirerek Sünniliğin önderleri haline geldiler. Bu tarihten sonra Osmanlı-İran çekişmesi aynı zamanda Sünni-Şii ve Sünni-Alevi çekişmesinin de bir parçası haline geldi.
Ayrıca İran edebiyatının en önemli şairlerinden Firdevsî'nin 33 yılda hazırladığı 60.000 beyitten oluşan Şehnâme eserinde Sasani döneminde (224–651) İranlılarla Turan halklarının ilişkilerinden ve gerçekleştirdikleri savaşlardan söz edilmektedir. İran edebiyatının bu temel eserinde, Sasanilerle Türklerin savaşlarından İran bakış açısıyla söz edilmekle birlikte, bir yandan da Turanlılar ile İranlılar'ın eski İran hükümdarlarından Tur ve İr'in soyundan geldikleri iddia edilerek bu iki halk kardeş görülür.[6][7]
Safevilerle Osmanlılar 16. ve 17. yüzyıllarda defalarca savaştılar. Bağdat, Tebriz, Karabağ, Gürcistan gibi bölgeler defalarca el değiştirdi. Hiçbir taraf kesin bir üstünlük sağlayamadı. Ancak iki ülkenin de büyümekte olan Avrupa tehditine karşı birbirlerini zayıflattıkları söylenebilir. Sonunda 1639 yılında imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması'yla Türk-İran sınırı belirlendi. Günümüzde dahi geçerliliğini sürdüren Orta Doğu'da emperyal cetvelle çizilmemiş yegâne sınırdır.
Eski Türkçede "tat" sözcüğü hem "Fars", hem de "silah üzerindeki pas" anlamına gelir.[8] 11. yüzyıl leksikografı Kâşgarlı Mahmud ayrılmaz Türk-Fars ilişkilerini esprili bir şekilde şöyle özetlemiştir:[8]başsız börk bolmas (Başsız şapka olmaz)
Bazı tarihçiler Jöntürk hareketinin 1906 İran anayasal devrimini, bu devrimin de Osmanlı'nın II. Meşrutiyet ilanını etkilediğini savunurlarsa da genel kabul görmemiştir. Bu dönemdeki küresel bir etkinin bu iki ülkede olduğu gibi, Rusya, Meksika, Portekiz ve Çin gibi ülkelerde de benzer unsurlar gösterecek biçimde etkili olduğu öne sürülmüştür.[9] Buna karşılık 1905-07 yılları arasında Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerinde yoğunlaşan ve Erzurum İsyanı ile en yüksek seviyesine ulaşan toplumsal hareketler üzerinde, özellikle kullanılan yöntemler açısından, çarpıcı benzerlikler bulunmaktadır.[10]
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra Türkiye'yle İran arasındaki ilişkilerde düzelme gözlendi. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanı'ndan 3 gün önce 26 Ekim 1923 tarihinde Rıza Pehlevi kendini şah ilan etti. İran'daki en son Türk hanedanı olan Kaçarlar'a son vererek Pehlevi hanedanını kurdu.
Görece iyi ilişkilere rağmen hayli uzun ve sorunlu bir geçmişin ağırlığını üzerinden atamayan iki ülke arasında azımsanamayacak sorunlar da vardı.
Bu sorunların en önemlilerinden biri, iki ülkenin sınır bölgesinde yaşayan Kürt aşiretlerinin yarattığı sorunlardı. Sınırın bir tarafında güvenlik problemine yol açan aşiretler, kolayca sınır geçerek takibattan kurtuluyorlardı. Sınırın arazi üzerinde tam olarak belirlenmemesi de güvenlik güçleri arasında sınır ihlaline dayanan gerginlikler çıkmasına neden oluyordu. Özellikle Ağrı ayaklanmaları sırasında Türkiye’nin bu konuyla ilgili rahatsızlığı had safhaya ulaştı. 1932 yılında sınır değişikliği yapılarak, Kotur kasabası verilip Küçük Ağrı Dağı’nın tamamen Türk sınırları içine alınmasıyla büyük ölçüde çözülen bu sorun daha sonra sınırın da kesin olarak tespit edilmesiyle ortadan kalktı.[11][12]
Rıza Şah Atatürk'le yakın bir ilişki kurdu. 2 Temmuz 1934'te Türkiye'ye bir ziyaret yaptı, 8 Temmuz 1937 tarihinde de Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Sadabat Paktı imzalandı. Sınır sorunun çözülmesini hemen ardından 1937 yılında Sadabad Paktı kuruldu. Fakat o yıllarda giderek Almanya güdümüne giren İran’la Türkiye’nin yolları çok geçmeden ayrıldı ve bu paktın ömrü kısa oldu. 1941 yılında İran’ın müttefiklerce işgali, Türkiye’nin bölgede Sovyet nüfuzunun artmasından endişe duymasına neden oldu. İşgal döneminde iki ülke ilişkileri fiilen askıya alındı. Zaten karar sahibi olan merci işgal güçleriydi; bu noktada Türkiye İngiltere ile bağlantı kurmayı seçti. Türkiye’nin İran’la ilgili olarak İngiltere ile ilişki kurduğu iki mesele İran’ın Türk asıllı etnik grubu Kaşkaylara yönelik baskının sona erdirilmesine ilişkin talep ve Sovyet işgalinin devam etme olasılığına karşı Türkiye’nin duyduğu kaygı oldu.
Rıza Şah Atatürk Devrimlerini İran'a örnek aldı. Oğlu Muhammed Rıza Pehlevi de babasının izini takip etti. Pehleviler döneminde Türkiye-İran ilişkileri olumlu bir düzeyde gelişti. 3 Kasım 1955'te İran Türkiye'nin de üyesi olduğu Bağdat Paktı'na katıldı.
Sovyet işgalinin sona ermesiyle birlikte iki ülke ilişkileri tekrar normalleşmeye başladı. Gitgide gerilimi artan Soğuk Savaş’ta seçimini batı Bloğu’ndan yana yapan Türkiye ve İran’ın kaderi bir kez daha, bu kez Sovyet tehlikesi ekseninde kesişmekteydi. Fakat bu durum da uzun sürmedi. 1950’lerin başında Musaddık’ın iktidara gelmesi Türkiye’de büyük rahatsızlık yarattı. Musaddık rejiminin Batı’ya karşı mesafeli bir politika izlemesi ve bu dönemde İran’da etkinliğini artıran solcu Tudeh’le iş birliği yapması Türkiye’nin rahatsızlığının sebeplerini oluşturuyordu. Türkiye bu dönemde batılı devletlerin İran’a yönelik her türlü önlemini destekledi, hatta Musaddık’a karşı düzenlenen operasyon için ABD ve İngiltere’yi teşvik etti.
Musaddık’ın devrilmesi ve Şah’ın ülkede iktidarını sağlamlaştırmasının ardından iki ülke ilişkileri kaldığı yerden devam etti. Ortak Sovyet tehdidi algılaması daha önce Sadabat Paktı’nda iyi bir sınav veremeyen Türkiye ve İran’ı yeni bir ittifaka yöneltti. ABD’nin Sovyetler’in yayılmasına karşı ortaya attığı Kuzey Kuşağı (Northern Tier) projesi çerçevesinde 1955 yılında Irak ve Türkiye’nin ortaklığı ile Bağdat Paktı kuruldu. İran’ın bu pakta sonradan ve ülkedeki sol muhalefetin tepkisinden çekinerek biraz gönülsüzce katılması Türkiye’de başta bir rahatsızlık yarattı fakat bu durum kısa sürede aşıldı. Irak’ın 1958’deki darbenin ardından pakttan çekilmesi sonucunda Bağdat paktı feshedilerek yerine CENTO (Central Treaty Organisation) kuruldu ve merkezi Ankara olarak belirlendi.
Fakat bu kez işler tersine dönmüştü. NATO üyesi olmayan İran, Irak örneğini de göz önünde bulundurarak CENTO’nun güçlendirmesini istiyor; fakat NATO’ya da üye olmanın rahatlığını taşıyan, ayrıca askerî birliklerinin tamamını NATO’ya tahsis etmiş olan Türkiye bu kez isteksiz davranıyordu. Bu durum, önce dönemin başbakanı Adnan Menderes’in Moskova ziyaretiyle, ardından gerçekleşen 27 Mayıs Darbesi ile Şah’ın iyice telaşlanmasına neden olmuştur. Darbeden sonra yönetimi eline alan Millî Birlik Komitesi’nin NATO ve CENTO’ya bağlıyız açıklaması Şah’ı kısmen rahatlatsa da CENTO emrine asker verilmesi meselesi yine çözümsüz kalmıştır.
1962’de Türkiye’nin İran ve Yunanistan’la ilişkilerini geliştirme yönündeki kararı ilişkileri giderek daha sıkı hale getirdi. Karşılıklı açıklamalarla pekiştirilen bu süreç 1964’te Pakistan’ı da içeren Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği’nin (RCD) kurulmasıyla sonuç verdi. Böylece o güne dek genellikle askerî ve siyasi iş birliği alanında tutulan ilişkiler ticaret, ulaşım ve iletişim gibi alanlara da taşınmış oldu.
1960’lı yıllarda Türkiye’de özellikle sol hareketin büyümesine paralel olarak Şah karşıtı söylemin güçlenmesi İran’da rahatsızlık yaratan bir durum oldu. Ayrıca bu dönemde, CENTO’ya asker tahsisinin hâlen çözülmemiş olması, ekonomik iş birliği çabalarının beklenen başarıyı göstermemesi İran açısından; İran’ın Irak’taki Kürt grupları desteklemesi ve bölgedeki askerî nüfuzunu giderek artırması da Türkiye açısından ortaya konan sorunlar olarak göze çarpmaktadır. Bu sorunlar 1970’lerde de varlığını sürdürür; 1973 petrol krizleriyle birlikte Türkiye’nin önce ekonomik, ardından siyasi krize girerken İran’ın ekonomik, askerî ve siyasi etkinliğinin artması da ilişkilerin durgunlaşmasına sebep olur.
1979 yılında İran İslam Devrimi meydana geldiğinde Türk-İran ilişkilerinin geçmişine bakan herkes ilişkilerin kötüye gideceğini tahmin ediyordu. Ancak ilişkiler kötüye gitmedi aksine daha da iyi bir seyir takip etti. İran'ı terk ederek Sovyet Rusya'nın nüfuzuna girmesine yol açmak istemeyen Türkiye, açıkça İran karşıtı bir tutum içine girmedi. Bu yüzden, Tahran'da bulunan ABD büyükelçilerinin rehin alınmasının ardından, Kasım 1980'de İran'a ambargo koyan ABD'nin uygulamalarını takip etmeyi kabul etmedi. Türkiye’de 12 Eylül Darbesi’nin gerçekleşmesiyle bir ara bozulur gibi olan ilişkiler, İran-Irak Savaşı’nın çıkmasıyla tekrar rayına oturdu. Bu dönemde Türkiye’nin izlediği tarafsızlık siyaseti sonucunda Türkiye, İran’ın en önemli ticari partnerlerinden biri haline geldi.
Bu dönemde Türkiye, İran-Irak Savaşı’nın Türkiye ile ticari ilişkilere zarar vermemesi ve Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) desteklenmemesi yönündeki isteklerini İran’a iletti. İran bu konularda hassasiyet gösterdi, hatta savaş döneminde Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattının bulunduğu bölgeleri ele geçirmekten özellikle kaçındı. Fakat savaşın sona ermesiyle, ticari kaygıların gölgesinde sırasını bekleyen kimi sorunlar bir anda patlak vermiştir. Hem ticari ilişkiler önemli bir ölçüde gerilemiş hem de siyasi ilişkiler ciddi bir krize girmiştir.
Krizin patlak vermesi, 10 Kasım’da İran’ın Ankara Büyükelçiliği’nde bayrağın yarıya indirilmemesiyle başlar, Türkiye’deki İranlı rejim muhaliflerinin kaçırılmak istenmesi, karşılıklı açıklamalarla tırmanır. Kriz, Başbakan Turgut Özal’ın gönderdiği dostluk mesajıyla aşılır. Humeyni’nin ölümüyle birlikte ideolojik çelişkiler bir ölçüde yumuşar. 1990’ların başındaki iki gelişme Türk-İran ilişkilerini de etkiler. Bunlardan bir Körfez Savaşı’dır. Savaş sırasında önemli bir fikir ayrılığı yaşamayan Türkiye ve İran savaşın ardından Saddam Hüseyin’in müdahalesinden kaçan Kürt nüfusun güvenliği için Türkiye’nin sınır bölgesine yerleşen ABD güçlerinin (Çekiç Güç) varlığı İran’ı rahatsız etmişti. Diğer olay ise Sovyetler Birliği’nin dağılması olmuştur. Orta Asya ve Kafkaslarda ortaya çıkan yeni devletlerin kimin nüfuz alanına gireceği sorunu iki ülke arasında kısa süreli de olsa bir rekabet içine sokmuştur.[kaynak belirtilmeli]
1990’ların ortasında ilişkiler yine bozulmuştur. Bunun başlıca nedeni Türkiye’de yaşanan siyasi cinayetler ve bu cinayetlerde İran’ın parmağı olduğuna yönelik iddialardır. Yine bu dönemde Türkiye ile İsrail arasında imzalanan askerî iş birliği anlaşması rahatsızlığı artırır. Necmettin Erbakan’ın Başbakan olması ve ilk gezisini İran’a yapması Rafsancani’nin Türkiye’yi ziyaret etmesi, Müslüman ülkeleri kapsayan iş birliği projesi D-8’in gündeme gelmesiyle düzelen ilişkiler; Sincan’daki Kudüs Gecesi’ne İran Büyükelçisi’nin katılması, İran sınırından PKK üyelerinin sızması, İslami silahlı örgütlerine karşı yürütülen operasyonlarla ilgili spekülasyonlar gibi konularla gerilimini korudu.[kaynak belirtilmeli]
1990'lı yıllarda Sovyetler Birliği'nin dağılması üzerine Orta Asya'daki Türk Cumhuriyetlerinde hangi ülkenin daha fazla etki sahibi olacağı konusunda İran'la Türkiye arasında bir rekabet dönemi yaşandı. İki ülke, Pakistan ile birlikte Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'nı kurarak Orta Asya'daki Türk devletleri, Afganistan ve Tacikistan ortak bir iş birliğine girdiler.[13][14]
Günümüzde Türkiye ve İran arasında geniş bir ekonomik iş birliği ve yüksek bir ticaret hacmi mevcuttur. Ayrıca her yıl çok sayıda İran vatandaşı turist olarak Türkiye'yi ziyarete gelmektedir. İki ülke arasındaki ticaret hacmi ise yıllık 10 milyar dolardan fazladır.[kaynak belirtilmeli]
13 Ağustos 2008'de İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Hüseyin Kaşkavi, Türkiye ve İran’ın ikili ilişkileri geliştirme azmi olduğunu söyledi. Haftalık basın toplantısında yerel ve yabancı basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Kaşkavi, İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad’ın Türkiye ziyaretine değinerek, bu ziyaretin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün resmî daveti üzerine yapıldığını söyledi.Ziyaretin çok önemli olduğunu ifade eden Kaşkavi, ziyarette ikili ilişkilerin gelişmesi yollarının araştırılmasının ön planda olacağını belirtti.Ziyarette gündeme gelecek diğer önemli konunun da bölgesel sorunlar hakkında görüş alışverişi olduğunu belirten Kaşkavi, İran nükleer konusunun da gündeme gelebileceğini fakat bunun Türkiye’nin arabuluculuk yaptığı anlamına gelmediğini söyledi.Ziyaretin İstanbul’da yapıldığını ifade eden Kaşkavi, her iki cumhurbaşkanının programlarının dolu olmasından dolayı bu tarihlere denk geldiğini ve Türkiye Cumhurbaşkanı’nın bu tarihte İstanbul’da olacağından ziyaretin İstanbul’a yapılacağını ifade etti.[15]
15 Ağustos 2008'de İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, üç yıl önce bu göreve seçilmesinden sonra ilk kez Türkiye'yi ziyaret ediyor. İki ülke heyetlerinin görüşmelerinde, uyuşturucu kaçakçılığı, organize suçlar ve terörizmle mücadele ile diğer bazı konularda iş birliği anlaşması imzalandı.[16] Aynı tarihte Guardian, Ankara'nın Tahran ile doğal gaz anlaşması imzalamaması karşılığında, Washington'un da İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad'ın ziyaretine göz yumduğunu yazdı,[17] 16 Ağustos 2008 tarihinde ise İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Türkiye'yle en kısa sürede enerji anlaşmaları imzalamayı umduğunu söyledi.[18]
İran üzerinde nükleer programından dolayı baskının arttığı bir dönemde Ankara sürpriz bir çıkış yaparak arabulucu olabileceğini açıkladı. Benzer bir açıklama Brezilya'dan da geldi. Bu süreçte Brezilya'ya daha yakın duran İran, 16 Mayıs 2010'da iki ülkenin Dışişleri Bakanlarını Tahran'a davet etti. Yaklaşık 16 saat süren görüşmelerin ardından 3 ülke arasında Tahran Deklarasyon'u imzalandı. Anlaşma Batı tarafından değerli bulunmadı ancak özellikle Türkiye ve İran anlaşmanın hala masada olduğunu savunuyor. İki komşu ülke, anlaşmanın ardından ikili ilişkilerin sadece nükleer sorun çevresinde değil, ekonomik ve sosyal alanda da artırılacağı sözü verdi.
Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki 2020 Dağlık Karabağ Savaşı'nın Azerbaycan'ın askerî zaferi ile sonuçlanmasının ardından 10 Aralık 2020'de Bakü'de Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da katıldığı askerî bir geçit töreni düzenlendi.[19][20] Erdoğan buradaki konuşmasında Azeri şair Bahtiyar Vahapzade'nin "Topraktan Pay Olmaz" adlı şiiri okudu. Şiirin bir bölümünde geçen "Aras'ı ayırdılar, kum ile doldurdular. Ben senden ayrılmazdım. Zor ile ayırdılar" kısmının, günümüz Azerbaycan topraklarının ve İran'a bağlı Doğu Azerbaycan Eyaleti'nin Sovyetler Birliği ve İran arasında bölünmesine gönderme yaptığını savunan İran hükûmeti tarafından tepkiyle karşılandı ve iki ülke arasında diplomatik krize yol açtı.[21] Türk ve İranlı büyükelçiler karşılıklı olarak Dışişleri bakanlıklarına çağrıldı ve diplomatik nota verildi.
İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif 11 Aralık'ta Twitter üzerinden yaptığı açıklamada, "Cumhurbaşkanı Erdoğan'a, Bakü'de kötü anlattığı şeyin, Aras'ın kuzeyindeki bölgelerin İran anavatanından zorla ayrılmasına atıfta bulunduğu bilgisi verilmedi mi? Azerbaycan Cumhuriyeti'nin egemenliğine zarar verdiğini fark etmedi mi? Kimse sevgili Azerbaycan'ımız hakkında konuşamaz." ifadelerini kullandı. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise "Erdoğan'ın İran'ın ulusal egemenliğine ve toprak bütünlüğüne tam saygı duyduğunu" belirtti.[21] Şiir tartışmasından günler sonra İran cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İran'ın Erdoğan'ın şiiriyle Türkiye ile tartışmanın ötesine geçebileceğini söyledi.[22]
Türkiye ile İran'ın kara sınırı 560 km'dir. Karadan Gürbulak Sınır Kapısı iki ülkeyi birbirine bağlar. Ekonomik İşbirliği Teşkilatı kurucu üyelerinden olan Türkiye ve İran arasındaki ticaret hacmi 2000 yılında 1 milyar dolarken 2005 yılında 4 milyar dolara 2011 yılında ise 14,9 milyar dolara yükselmiştir.[23] Türkiye %30'u bulan yaklaşık 10 milyar metreküp doğalgaz ihtiyacını İran'dan Tebriz-Ankara boru hattı ile karşılamaktadır. Ayrıca İran petrolünün Avrupa pazarına açılması için Türkiye üzerinden geçecek olan Pers Boru Hattı (yeni adıyla Nabucco pipeline) projeside 2010 yılında atılan imzalarla onaylanmıştır.
İran'ın kuzeyi Türkiye'nin ise güney doğusunda varlığını sürdüren ve PKK'nın da bağlı olduğu Kürdistan Topluluklar Birliği'nin (KCK) üyesi olan Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK) zaman zaman iki ülkenin topraklarında eylemler gerçekleştirmektedir. PJAK'a karşı İran ve Türk Silahlı Kuvvetleri ayrı ayrı mücadeleler yürütmekte ancak İran'ın PKK'ya olan bakış açısı Türkiye tarafından tartışılmaktadır.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.