Loading AI tools
Türk şair, yazar ve çevirmen (1931–1990) Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Cemal Süreya, kimlik adıyla Cemalettin Seber (1931, Erzincan - 9 Ocak 1990, İstanbul), Türk şair, yazar ve çevirmen. Türk şiirinde modernist bir hareket olan İkinci Yeni şiirinin öncü şairlerinden biridir. İlk şiir denemelerini ortaokulda eskizlerle, lisede aruzla yapsa da asıl şiir çalışmaları üniversite yıllarında başlamıştır. Üvercinka (1958), Göçebe (1965), Beni Öp Sonra Doğur Beni (1973), Uçurumda Açan (1984), Sıcak Nal (1988), Güz Bitigi (1988) ve Sevda Sözleri (1990)[not 2] adlarındaki şiir kitaplarının yanı sıra deneme, eleştiri, günlük ve antoloji türlerinde de yazmıştır. Eserlerinde en sık işlediği temalar aşk, kadın, yalnızlık, sosyal ve siyasal eleştiriler, ölüm, tanrı düşüncesi, portreler ve manzum poetikadır. Ayrıca Fransızcadan kırka yakın kitabı Türkçeye çevirmiştir. Onüç Günün Mektupları (1990) dışında hiçbir yazısı veya şiiri, dergi ve gazetede yayımlanmadan kitaba dönüşmemiştir. Sosyalist bir dünya görüşüne sahip olan Süreya, Papirüs dergisini çıkarmış ve bu dergide edebî görüşlerini açıklamasının yanı sıra dergiyi bir aydın olarak fikirlerini ortaya koymak için araç olarak kullanmıştır.
Cemal Süreya | |
---|---|
Doğum | Cemalettin Seber 1931[not 1] Erzincan, Türkiye |
Ölüm | 9 Ocak 1990 (59 yaşında) İstanbul, Türkiye |
Defin yeri | Kulaksız Mezarlığı, İstanbul |
Meslek | Şair · yazar · çevirmen · devlet memuru |
Eğitim | Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara |
Dönem | İkinci Yeni |
Önemli eser | Üvercinka |
Evlilik | Seniha Seber (e. 1954; b. 1962) Güngör Demiray (e. 1975; b. 1975) Birsen Sağnak (e. 1980; ö. 1990) |
Partner | Tomris Uyar (1964-1967) |
Çocuklar | 2 |
Dersim İsyanı sebebiyle Erzincan'dan Bilecik'e göç etmek zorunda kalan Alevi Kürt-Zaza bir ailede dünyaya gelen Süreya, devlet memurluğu da yapmıştır. Dört defa evlenen Süreya, bunların dışında "Üvercinka" ve Tomris Uyar dâhil birçok kişiyle ilişkisi olmuştur. Sanat hayatı boyunca çeşitli mahlaslar kullanmış, çocukken kendisine verdiği "Cemal Süreyya" adını kullanırken girdiği bir iddia sonucu adındaki "y" harflerinden birini atmıştır. 9 Ocak 1990'da girdiği şeker koması sonucu ölmüş, cenazesi 11 Ocak'ta Şişli Camii'nde kılınan öğle namazından sonra Kulaksız Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir.[2][3]
Yazdığı kitaplarla 1959'da Yeditepe Şiir Armağanı (Üvercinka), 1966'da Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü (Göçebe) ve 1988'de Necatigil Şiir Ödülü (Sıcak Nal ile Güz Bitigi) kazanmıştır. Kitap-lık dergisinin Türkiye'nin kuruluşunun 75. yıldönümü sebebiyle 1998'de hazırladığı "75 Yılda 75 Kitap listesi"nde iki kitabıyla (Üvercinka ve Sevda Sözleri) yer almıştır. Ayrıca çocuklar için ele aldığı yazılardan oluşan ve daha sonra kitaplaştırılan Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi, Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan 100 temel eser listesinde 30. sırada yer almıştır. 1991'den itibaren Cemal Süreya Kültür ve Sanat Derneği tarafından Cemal Süreya Şiir Ödülü verilmektedir.
“ | Bugün anılarda Erzincan'dan büyük bir bahçenin içinde büyük bir ev kaldı. Hepsi o kadar... Bir de annemin gözlük taktığını anımsıyorum. (...) Bir de bizim evin karşısında büyük bir ev vardı. O evde Perihan diye bir kız vardı… Zaten, onun yüzünden kız kardeşime Perihan adını koydum. Evet, ben koydum, ailede tek erkek çocuktum. Prens gibiydim. El üstünde tutulurdum. Ailede bütün küçüklerin adlarını hep ben verdim. Perihan'la başladık, sonra geleneği sürdürdüm. Komşu Perihan mı? Herhâlde çok güzeldi. Kız kardeşim onun gibi olsun istedimdi.[4] | ” |
— Süreya, çocukluğunu anlatırken |
Asıl adı Cemalettin Seber olan Cemal Süreya, 1931 yılında[not 1] Erzincan'da dünyaya geldi.[6][7] Pülümür'den Erzincan'a göç eden Kürt[8][9] ve Alevi[10] bir ailede doğan Süreya'nın babası Hüseyin Bey, annesi Güllü Hanım'dır.[11] 1905'te Erzincan'da doğan ve nakliyecilikle uğraşan[12] babası Hüseyin Seber Kürt'tür.[13] 1915'te Karatuş'ta doğan ve "Gülbeyaz" olarak bilinen[14] annesi Güllü Hanım Zaza'dır.[15] Karatuş'tan gidip gelirken Güllü Hanım ile karşılaşan Hüseyin Bey, ağabeyi Memo'nun yardımıyla Güllü Hanım'ı kaçırmış ve evlenmiştir.[15] Bu evlilikten Cemalettin, Perihan, Ayten ve Kemal adlarında dört çocuk dünyaya gelmiş, çocuklardan Kemal bir yaşındayken ölmüştür.[16] Ailesi, 1938 yılında Dersim harekâtı sırasında amcası Memo'nun valiyle takışması sebebiyle[not 3][8] Dersim İsyanı sonrası bölgeden sürülünce Bilecik'e yerleşmiştir.
"Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu. Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler."[18]
Güllü Hanım, Bilecik'e yerleştikten altı ay sonra yaptığı düşük sonucu meydana gelen kanamadan dolayı yirmi üç yaşında ölmüştür.[16] Ailenin maddi durumu bu dönemde gittikçe kötüleşmiştir. İlkokula başlamak için halasının yaşadığı İstanbul'a giden Süreya, buradayken ailesinden gelen bir etkiyle cenk kitapları okumanın yanı sıra[19] sık sık sinemaya gitmiştir.[20] Daha sonradan babasıyla kız kardeşleri de İstanbul'a gitmiş; fakat sürgün edilen kişilerin bulundukları muhiti yirmi yıl boyunca[10] terk etmeleri yasak olduğu için bir gece bütün aile Sanasaryan Han'a götürülmüş, ardından Bilecik'e yollanmıştır.[21] Babası makinist olarak karayollarına çalışmaya başlamış ve işi gereği ayın on beş günü dışarıda olduğu için annelik görevini de babaannesi üstlenmiş, babasının boşluğunu ise amcası doldurmuştur.[22] Annesi öldükten sonra babası iki evlilik daha yapmıştır. Babasının ikinci eşi Esma Hanım'dır; Süreya, Esma Hanım'dan kaçmak için gizlice parasız yatılı sınavına girmiştir.[not 4][16] Babasının üçüncü evliliği ise Refika Hanım'ladır.[16]
"Sonunda babam iki kez evlendi, önce Esma, sonra Refika'yla. Esma çok kötü çıktı. Kardeşlerime işkenceli bir çocukluk yaşattı, örneğin saçlarından tutup kuyuya sarkıtırdı. Bu yüzden kız kardeşlerimin saçları gür değildir. (...) Esma deliydi. Bir fırıncıyla kavga edip adama vurup, adamın yerinden kalkamayınca öldü sanıp ve Bilecik'ten kaçtı. Esma kaçınca, babam Refika'yı aldı. O iyi çıktı. Kardeşlerim onu anne bildiler."[21][23]
Babası Hüseyin Bey 1957 yılında bir trafik kazasında ölmüştür.[24]
Süreya, ilkokula başlamadan önce okumayı, yazmayı, matematiği ve resim yapmayı büyük amcası Memo'dan öğrenmiştir.[25] Hastalığı sebebiyle okula bir yıl geç başlayarak 1939'da 37. Beyoğlu İlkokuluna kaydolmuştur.[26] Alevi çevrede din kitapları, Ali üzerine kitaplar çoğunlukla olmak üzere "eline ne geçerse" okumuş,[23] ilkokul 2. sınıftayken yazdığı bir kompozisyonla öğretmeninden Yavrutürk dergisini ödül olarak almıştır.[26] 1941'de, 3. sınıfın ilk dönemini bitirdikten sonra sürgün edildikleri Bilecik'e dönmek zorunda kalınca, Bilecik Birinci İlkokuluna kaydolmuştur.[26] Burada "Kürt damarı tuttu", "Sümüklü Kürt", "Kürt Cemo" şeklinde etiketlenmiştir.[10] Üvey annesi Esma Hanım'dan "kaçmak" için parasız yatılı sınavına girmiş ve sınavı kazanarak 1944-45 eğitim-öğretim döneminde Bilecik Ortaokulunda okumaya başlamıştır. Ortaokulda okuduğu dönemde tatildeyken gece bekçiliği yapmıştır.[27]
"Ben, evden kaçmak için, gizlice parasız yatılı sınavına girdim. Bilecik Ortaokulu için. Gizlice, çünkü babam yoksuldu ama belli etmek istemezdi. Sınavı kazandım. Zaten ömrümce parasız yatılı okudum. Ben oradan, o evden kaçtım ama, kardeşlerimin derdi hep içimdeydi."[23]
1947'de ortaokulu bitirdikten sonra 1947-48 döneminde İstanbul'daki Haydarpaşa Lisesinde parasız yatılı öğrenci olarak öğrenim hayatına devam etmiş ve bu dönemde aruz ölçüsüyle birkaç şiir yazma girişiminde bulunmuştur.[28] Lise son sınıftayken edebiyat ile ilgilenen Süreya, kendini bu dönemde "aruzcu, eski edebiyatçı" olarak görmüştür.[29] 1950'de Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinin maliye ve iktisat bölümünde okumaya ve bu dönemde şiirlerini yayımlamaya başlamıştır.[30] Yine bu dönemde eski şiiri bırakarak yeni şiire geçiş yapmıştır.[30][29] 1954'te mezun olduktan sonra teğmen olarak askerliğini yaparken fark derslerini de vererek hukuk diplomasını da almıştır.[31]
Süreya, 25 Kasım 1954'te Eskişehir Vergi Dairesinde stajyer olarak göreve başlamıştır.[32] 8 Ağustos 1955'te yapılan teftiş kurulu sınavını kazanarak 11 Ağustos 1955'te maliye müfettiş yardımcısı olarak İstanbul'a gitmiştir. Bu dönemde art arda hem şiirleri hem yazıları yayımlanmış ve dergi çıkarma düşüncesi içine girmiştir.[33] 7 Ekim 1958'de girdiği yeterlilik sınavı sonucunda beşinci sınıf maliye müfettişi olmuştur. Bu tarihten itibaren teftiş amaçlı ülkenin çeşitli bölgelerine gitmiştir. Teftiş için gittiği ilk yerler Nazilli ve Söke'dir. Askerlik yaptığı Temmuz 1959-31 Aralık 1960 tarihlerinde memuriyetine ara vermiş ve bu dönemde, beşinci ayın beşinde saat beşte Kızılay'da Demokrat Parti hükûmetini protesto etmek amaçlı toplanan grubun şifresi olan 555K'ye tanık olmuştur.[33] Olay anında Adnan Menderes'in bir protestocu tarafından tartaklanması, yirmi iki gün sonra da 27 Mayıs Darbesi ile görevinden uzaklaştırılıp sonrasında idam edilmesinin sebeplerini Süreya, daha sonraları yazdığı "555K" adlı şiirinde dile getirmiştir.
Askerliğini bitirdikten sonra maliye müfettişi göreviyle Ankara'ya atanmış ve 1961'de Maliye Denetim Usulleri ve İktisadi Devlet Teşekkülleri'ni incelemek üzere Paris'e gönderilmiştir. Paris'teyken hem Fransızcasını geliştirmiş[34] hem de "Göçebe" adlı şiirini tamamlamıştır.[35] Burada bir yıl kaldıktan sonra Türkiye'ye dönerek Kars, Ağrı, Çanakkale ve Tekirdağ gibi yerlere teftiş turnesine çıkmıştır. Müfettişlik yaptığı dönemde Çanakkale Muharebelerinin yapıldığı bölgenin korunmasını ve anıt halinde günümüze gelmesinde olağanüstü gayretleri olmuştur.[36] 1964'te İstanbul'a atandıktan sonra hem edebiyata hem de dergi çıkarma işlemine ağırlık vermek için 31 Temmuz 1965 tarihinde Maliye Teftiş Kurulundan arkadaşları Sezai Karakoç ve Doğan Yel'le beraber istifa etmiştir.[37] Memuriyetten ayrıldıktan sonra dergi çıkarıp dergi yönetimlerinde bulunan Süreya,[38] 12 Mart Muhtırası'nın meydana gelmesiyle memurluğa geri dönmek zorunda kalmıştır.[35] 7 Şubat 1975'te darphane ve damga matbaası müdürü olmuş fakat dönemin Maliye Bakanı Yılmaz Ergenekon ile "takışması"yla görevinden ayrılarak Ankara'ya, Tetkik Kurulu üyeliğine dönmüştür.[39]
"Bakan, Darphaneye gazap içinde girdi. Boyuna bağırıyordu: 'Kapalı yerleri görmek istiyorum! Kapalı yerleri gösterin bana!' Maliye Bakanı için kapalı yer mi olur! Her yer gösterildi. (...) Ertesi gün arşiv de gezildi. Bu kez yüzü gülüyordu Yılmaz Ergenekon'un. Şaka bile yaptı. Görevden alınacağımı sezince rahatlamıştım ya, Bakan tam arabaya binerken parmağımı kaldırarak herkesin duyabileceği bir sesle şöyle dedim: 'Beyefendi bir kapalı yer daha vardı, ama onu size gösteremeyiz...' Ergenekon şaşırdı, bir an ne yapması gerektiğine karar veremedi. Hemen ekledim: 'O da bizim gönlümüz...' İki gün sonra bakanlıktan bir yazı geldi. Şöyle başlıyordu: 'Darphaneyi gezdim, pis buldum.' Aynen böyle. Sekiz on maddelik bu yazıya verdiğim yanıtın ilk maddesini bugünmüş gibi anımsıyorum: Evet o gün darphane gerçekten pisti, ama tarihinde ilk kez olarak ve bir iki saat..."[40]
Süreya, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı çıkaracağı kitapların basımında yer alan dokuz kişilik Kültür Kurulu üyeliğine de seçilmiş[37] ve 2 Şubat 1982 tarihinde yüksek bir bürokrat olarak emekli olmuştur.[41] Emeklilikten sonra batmak üzere olan Odibank'ı (Ortadoğu İktisat Bankası) kurtarmak için yönetim kurulu üyeliğine getirilmiş fakat bankanın batmasıyla mahkemeye sevk edilmiş, ardından aklanmıştır. Devlet işi dışında Yurt, Meydan Larousse ve ANSA Omnis ansiklopedilerine redaktörlük yaparak emekli olduktan sonra daha çok zaman ayırmayı düşündüğü yayın dünyasının içine dâhil olmuştur.[41]
Toplam dört kez evlenen Süreya'nın, bu evlilikler dışında çeşitli ilişkileri olmuştur. Bilecik'te ortaokul ikinci sınıf öğrencisiyken tanıştığı ve "âşık olduğu" Seniha Nemli ile ilk evliliğini yapmıştır. Süreya'nın babası bu evliliğe razı olmamasına rağmen Süreya, Seniha Hanım ile 1952'te nişanlanmış, ertesi yıl nikâhlanmış ve 7 Kasım 1954'te de evlenmiştir.[42] Nikâh döneminde Süreya'nın gelgitli karakteri, beklentileri, öfkesini kontrol edemeyişi; gereksiz yere çıkan ilk kavga sonrasında kendi bileklerini jiletle kesmesi ile sonuçlanmıştır.[43] İlk evliliğinden Ayçe (d. 1955) adında bir kızı olmuştur. Eşiyle arası problemli olan Süreya, stajyer olarak çalıştığı[44] Eskişehir Vergi Dairesinde tanışıp bir süre beraber olduğu kadın için "Üvercinka" adını kullanmıştır.[45][46] 11 Ağustos 1955'te Maliye Müfettiş Muavini olarak İstanbul'a atanan şairin "Üvercinka"yla ilişkisi bitmiştir.[47] Süreya'nın babası Hüseyin Bey'in ölümü sonrasında Süreya'yla Seniha Hanım yeniden birleşmiş fakat bu ikinci beraberlik de uzun sürmemiştir.[48] 1958'de evi terk ederek boşanmak için yedi yıl uğraşmıştır. [49] Seniha Hanım ise zaman zaman şiddet gördüğü eşine daha fazla dayanamayıp kızını da alarak baba evine dönmüştür.[45]
1961'de Hilmi Ziya Ülken'in yeğeni Suna Lokman ile nişanlanmış ancak Süreya'nın Paris'e gitmesiyle evlilikleri ertelenmiştir. Paris'ten dönen Süreya, nişanlısından ayrılmıştır.[50] 1964'te İstanbul'a atandığında R. Tomris (Tomris Uyar) ile tanışmış ve birlikte yaşamaya başlamış fakat 1966'da ilişkileri bitmiştir. Süreya'nın Papirüs'ü ikinci defa çıkardığı 1966'da Zühal Tekkanat ile tanışmış ve ikili, Ağustos 1967'te evlenmiştir. Bu evlilikten Memo Emrah (d. 23 Kasım 1969) adından bir oğulları olur. Maddi sıkıntılar nedeniyle memuriyete dönen Süreya'ya Ankara'ya gidince eşiyle mektuplaşmış, Beni Öp Sonra Doğur Beni kitabını eşine ithaf etmiş ve aile şairin yanına, Ankara'ya, taşınmıştır.[51] Aynı evi paylaşmalarına rağmen geçinememişler, sürekli aldatıldıklarını düşünmüşlerdir. Süreya'nın tepkisi zaman zaman şiddete dönüşmüştür.[52] Evliliği sırasında Gazi Eğitim Enstitüsünde Fransızca hocalığı yapan Güngör Demiray ile tanışan Süreya, Tekkanat'tan 1975'te boşanarak aynı yılın şubat ayında Demiray ile evlenmiş fakat on ay sonra boşanmıştır. 1976'da Tekkanat ile tekrar nişanlanmış ve 1977'de bu beraberliği bitirmiştir. Darphane Genel Müdürlüğünde çalışırken 1980'de tanışıp evlendiği ve kitabevi sahibi dört çocuklu dul bir olan ve Süreya'nın "Bayan Nihayet"[53] dediği Birsen Sağnak, şairin son eşidir ve ölene kadar bu evliliğini devam ettirmiştir.
Süreya; çocukluğunda zayıf, sıska ve hastalıklı (sıtma) olduğu için kafasının bedenine göre oldukça büyük göründüğünü belirtmiştir.[54] Utangaç bir yapıda olduğunu "utangaç bir adamım ben; bir şeyin fiyatını bile soramam; ayrıca, sorarsam, almak zorundayımdır sanki" sözleriyle dile getirmiştir.[55] Baki Süha Ediboğlu tarafından "tıknaz, orta boylu, esmer, kara kaşlı kara gözlü, hareketli bir insan" olarak betimlenmiştir. "Kişiliğine hâkim olan durgunluk ve itidal, düşünmeden, bir fikri kafasında yoğurup pişirmeden sere serpe konuşan bir his adamı olmadığı kanısını yaratıyor insanda. (...) Konuşmalarında iyiden iyiye hissedilen bu diyalekt, şiir okurken kayboluyor, sanki bir başka tatlı, yumuşak, zaman zaman da tonlu bir İstanbul ağzı ile inşaat yapıyor." diye eklemiştir.[56] Tekin Gönenç ise Süreya'yı "ağır başlı, yumuşak, söylediklerini çok iyi tartan, öte yandan oldukça çekingen bir insan" olarak tanımlamıştır.[56] Ali Püsküllüoğlu, şairle ilk tanıştıklarında şairin çekingen olduğunu belirtirken Mehmet Kemal ise şairin yalnız, kimsesiz, durağan ve çekingen kimliğini bir türlü atamadığını dile getirmiştir.[56] Osman Numan Baranus[57] ile Zeynep Oral[4] da şairin utangaç bir kişi olduğunu belirtmiştir.
Kalabalıkta küçük düşme fobisi ve kusursuz olma endişesi taşıyan Süreya, kalabalık toplantılarda konuşmaktan pek hoşlanmamıştır.[58] Dost ve içki ortamlarında "şairane konuşma",[59] kendi kendine konuşma, mektup yazma, alınganlık gibi huylara sahipttir.[60] Halasının oğluyla yazma eskizlerine başlayan şair, küçük düşmekten ve beğenilmemekten korktuğu için yazdıklarını kimseyle paylaşmamıştır.[61] Sezai Karakoç, Süreya'nın yazdıklarını en yakın arkadaşı olan kendisine bile göstermemesini "kıskançlık" olarak yorumlarken eşi Zühal Tekkanat ise Süreya'nın çalışmalarını sürekli gizli yaptığını açıklamıştır.[61] Süreya, beraber olduğu kadınları kıskanırken kendisi evliyken kaçamak yapmıştır.[62] Süreya, bohem bir hayat sürerken bu yaşantısından oğlu Memo etkilenmiştir. Oğluna karşı "dengesiz" davranmış ve hem kızıp döverken hem sevgi gösterisinde bulunmuştur.[63] Alkol ve sigaraya düşkün olan Süreya, mesleğinde oldukça ciddi ve titiz bir şekilde çalışmıştır.[64] Özel hayatında ise sade ve "yoksul denilebilecek" bir hayat sürmüştür.[65] Maliye bakanına verdiği cevap ya da 12 Eylül Darbesi'nin mimarı olduğunu, sanata karşı tavır aldığını ve Türk Dil Kurumunu kapattırdığı için Kenan Evren'in Çankaya Köşkü davetini reddederek ya da Turgut Özal'ın kapitalist sermayeyi desteklediğini düşünmesiyle Süreya iktidar yanlısı olmamıştır.[66]
Süreya'nın anne tarafı Zaza baba tarafı da Kürt olmasına rağmen evde Türkçe konuşulduğundan ötürü Kürtçe bilmeyen şair,[13] ilerleyen dönemlerde bu durumdan ötürü "üzüldüğünü" belirtmiş ve son eşi Birsen Hanım'ın desteğiyle Kürtçe öğrenmeye karar vermiştir.[67] Kürtçe öğrenmek için alfabe bularak derslere başlamak üzereyken 12 Eylül Darbesi'yle ortadan kaldırılan kitaplarla birlikte bulduğu alfabe de ortadan yok olmuştur.[67] Cemal Süreya bunun üzerine "Kısa Türkiye Tarihi IV" şiirini yazmıştır.[not 5]
Süreya, kendini "sol sempatizanı demokrat aydın" olarak nitelerken düşünce olarak da "formalist" olarak tanımlamıştır.[68] Herhangi bir siyasi partiye dâhil olmayan veya herhangi bir eylemde bulunmayan Süreya, düşüncesini daima koruduğunu ve Türkiye'nin sosyalizmle kurtulup gelişeceğini dile getirmiştir.[68] Kendini feministlerden yana hissetmiş ve feminizm sorununun dünyada ancak sosyalizmle ve kendiliğinden çözüme kavuşacağı kanısında olduğunu fakat "dünyanın hiçbir yerinde gerçek anlamda bir sosyalist toplum kurulamadığı için kendi payına bu umudumu yitirdiğini" açıklamıştır.[69] Devlet, aydın, halk, politika, sanat, sanatçı gibi konuları sosyalist bir perspektifle ele almış ve iktidar sahibi olarak itham ettiği devlet, sağ görüşlü, gerici, demokrasiyi "burjuvanın enstrümanı" olarak sunan, kültürü ve sanatı baltalayan kişilerden oluşmuştur.[70] Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Anavatan Partisi eleştirdiği hükûmetlerin başında gelmiştir.[70] Eski eşi Zühal Tekkanat, Süreya'yı Ecevitçi ve Atatürkçü olarak tanımlamıştır.[71]
Annesi öldüğü zaman mevlid okumuş[72] ve müezzin ödülü olarak Cihangir Camii'nin minaresinde iki defa ezan okumuştur.[73]
Süreya, 1982'de kalp spazmı olduğunu belirtmiştir.[74] Sağlık problemi, oğlu Memo'nun annesini alarak Birsen Hanım'la yaşadığı eve taşınmasıyla başlamış ve oğlunun fiziksel şiddetine maruz kalarak bunalımın eşiğini gelmiştir.[75] Kendini içkiye vermeye başlayan[76] Süreya, 6 Ocak 1990'da kalp krizi geçirmiştir. 8 Ocak 1990'daki Gazeteciler Cemiyeti'ndeki son hâli, Muzaffer Buyrukçu tarafından "bitkin, zayıflamış ve tam bir moral çöküntüsü içinde" şeklinde aktarılmıştır.[75] Gece evinde rahatsızlanan Süreya, önce Haydarpaşa Göğüs Hastanesine, ardından Numune Hastanesi Acil Servisine götürülmüş fakat 9 Ocak 1990 Salı günü şeker komasından dolayı hayatını kaybetmiştir.[not 6] Cenazesi, 11 Ocak 1990 günü Şişli Camii'nde kılınan öğle namazından sonra, amcası Memo'nun yattığı Kulaksız Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir.[77][2][3]
Cemal Süreya, İkinci Yeni hareketinin şairlerinden biridir. İlkokul sıralarında Ali cenkleri ile birtakım dinî içerikli eserleri okumuş ve dergi çalışmaları yapmıştır. Şairliğe ilk adımını, ortaokul arkadaşı ve sonradan eşi olan Seniha Hanım'a yazdığı şiirler oluşturmaktadır.[78][79] Lisedeyken divan edebiyatıyla ilgilenen şair, Osmanlı Türkçesini kendi kendine öğrenmiş ve şiirlerini aruz ölçüsüyle yazmıştır.[80] İlk şiiri "Şarkısı-Beyaz"ı, 8 Ocak 1953 tarihli Mülkiye dergisinde yayımlamıştır.[81] Derginin Nisan 1953 sayısında "Di Gel", Mayıs 1953 sayısında "Çıkmaz Sinir" yer almıştır.[82] Ayrıca Asır, Yeditepe, Yenilik dergilerine de şiirler göndermeye başlamıştır.[83] Şairlik duygusunu yaratan ilk etken, annesinin ona anlattığı Kerem ile Aslı hikâyesi, ikinci etken de Ali cenkleri ve Köroğlu kitaplarıdır.[81] Başlarda Garip hareketine ilgi duymayan Süreya'nın yeni şiire ilgisi Ahmet Muhip Dıranas'ın "Kar" şiiriyle başlamıştır.[78] Yeni şiire yönelmesi Dıranas ve Özdemir Asaf'a[not 7] olan ilgisiyle gelişmiştir.[85] Süreya'yı şöhrete kavuşturan şiir Yeditepe dergisinde Haziran 1954'te yayımlanan "Gül" şiiridir.[86] Eserlerini Yeditepe'nin yanı sıra Şiir Sanatı, Evrim, Yenilik, Şimdilik, Pazar Postası gibi yerlerde yayımlamaya devam etmiştir. Şairin en sık işlediği temalar, aşk, kadın, yalnızlık, sosyal ve siyasal eleştiriler, ölüm, Tanrı düşüncesi, portreler ve manzum poetikadır.[87] Onun şiirlerinin içeriğinde bireyselden sosyal olana doğru bir genişleme mevcuttur. Şiirlerinin çoğunda serbest nazım biçimlerini kullanmıştır. Bunlarla birlikte, divan şiirinden geliştirilen nazım biçimlerini de kullanan şair, halk şiirinden alınan nazım biçimlerine ise fazla rağbet etmemiştir. Şiirlerin büyük bir kısmında da, farklı nazım biçimlerini bir arada kullanmıştır.[88]
Süreya, birden fazla takma ad kullanmıştır. Fakülte dergisi Kazgan'ın yayın kurulu başkanı olmuş ve dergide Cemasef takma adını kullanmıştır. Pazar Postası ve Vatan gazetesindeki yazılarında Osman Mazlum, Ali Fakir, Dr. Suat Hüseyin; Papirüs dergisindeki şiir çevirilerinde Hasan Basri; Mülkiye dergisindeki karikatür ve desenlerinde Charles Suares; Çağrı gazetesinde Suna Gün; Su dergisinde Ali Hakir, Hüseyin Karayazı, Adil Fırat takma adlarını kullanmıştır.[89]
Ortaokul ikinci sınıftayken karayollarında çadır bekçiliği yaptığı sıralarda boş vakitlerini hep hayal kurarak geçiren Süreya, o günlerde kendine Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Falih Rıfkı Atay gibi yazarların adına benzeyecek ve üç isimden oluşacak bir isim arayışına girmiştir.[90] "Cemalettin"i kısaltarak ve yanına sevdiği bir sözcüğü, Süreyya'yı, ekleyerek yeni ismini, Cemal Süreyya Seber'i, oluşturmuştur fakat zaman içinde "Seber"den de vazgeçip "Cemal Süreyya"yı kullanmaya başlamıştır.[91] 1956'da yayımlanan "Elma" şiirinin son dizesinde adının bir harfini attığını duyurarak bunun sebebini o tarihlerde belleğine çok güvendiğini, telefon numaralarını bile ezberinde tuttuğunu, bir telefon numarası yüzünden arkadaşıyla bahse tutuştuğu ve kaybettiği şeklinde belirtmiştir. Kaybederse adından bir harf atacağına söz vermiş, iki tane olduğu için de "y"lerin birini feda etmeyi uygun görmüştür.[not 8][91] Ece Ayhan'la 1987'de Şehir dergisinde yaptıkları "Kıyı Bucak" başlıklı konuşmalarda Beyoğlu 37. İlkokulu'nun ikinci sınıfındayken adından, soyadından, okulundan, mahallesinin adından, sokağının adından utandığını söylemiştir:[92]
"Biliyor musun, ilkokulda ben adımdan, soyadımdan, okulumdan, mahallemizin adından, sokağımızın adından utanırdım. Düşün: Adım Cemalettin, soyadım Seber (ki anlamı yok, herkes yanlış anlıyor); Pürtelaş Mahallesi'nde oturuyoruz, sokağımızın adı da: Tavukuçmaz ... Okulum da ahşap bir yapı; A, B, C, diye şubeleri olmayan çok küçük bir okul. Pürtelaş'ın anlamını da bilmiyordum. Yıllar sonra anladım gerçeği: O adlar (benim kendi adım dışında) ne güzel adlarmış."
“ | [Papirüs'ü] Önce, bir yıl çıkarırım dedim. Ama bir çevrem vardı, arkadaşlarım; girdik bir çarka, dört yıl gitti. Bugüne kadar da gelebilirdi. Ama 12 Mart'tan sonra yayın işleri öylesine bozuldu ki ... Sıfırla başlamıştım, sıfırla sürdürdüm. Bir gün baktım, değil derginin masrafları ev kiramı veremiyorum, kapattım.[93] | ” |
— Süreya'nın Papirüs'ü ikinci defa çıkardığı dönemi özetlemesi |
Cemal Süreya, ilk dergilerini ilkokuldayken sınıfta arkadaşıyla birlikte Yumurcak, Kahkaha, Çocuk Duygusu adlarıyla çıkarmıştır.[94] Ağustos 1960'ta maliye müfettişliği yaptığı dönemde Papirüs dergisinin ilk sayısını yayımlamış fakat devlet memurluğu yaptığı için Suna Lokman derginin sahibi olarak görünmüştür.[95] İlk sayının baskısında, araya çizgi kanmadığı için sayfalar birbirine yapışmıştır ve böylece yayına ara verilmiştir fakat teftiş için çıktığı turneden dönen Süreya; Mayıs, Haziran ve Temmuz-Ağustos olmak üzere derginin üç sayısını art arda 1961'de piyasaya sunmuştur.[95][96] Papirüs, bu dönemde toplam dört sayı olarak yayımlanırken Haziran 1966'da ikinci kez yayımlanmaya başlamış ve Mayıs 1970'e kadar toplam 47 sayı olarak basılmıştır.[97] 12 Mart Muhtırası'nın yayın hayatını durdurması sonrası "aç kalan" Süreya, yeniden memuriyete dönmüştür.[24] Dergi üçüncü ve son dönemini Nisan 1980'de basılmasıyla yaşamış fakat tek sayı olarak çıktıktan sonra, 12 Eylül Darbesi gerekçesiyle yayınına son verilip tekrar Mart 1981'de bir seçki olarak yayımlanmıştır.[96] Süreya ayrıca Türkiye Yazıları ve Maliye Yazıları'nın yazı kurulunda, Saçak ve Oluşum'un sanat ve kültür yönetmenliğinde bulunmuştur.[98]
Çocukluğunda halasının oğluyla yazma eskizlerine başlayan Süreya, bunları kimseyle paylaşmamıştır. Üniversite yıllarından itibaren hem şiirlerini, hem de yazılarını çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlatmıştır. Onüç Günün Mektupları (1990) dışında hiçbir yazısı veya şiiri, dergi ve gazetede yayımlanmadan kitaba dönüşmemiştir. 1953-1957 yılları arasında yayımladığı şiirlerden sadece yirmi dokuzuna yer verdiği Üvercinka (1958), Süreya'nın yayımlanan ilk şiir kitabıdır.[98] Yeditepe Yayınları tarafından yayımlanan kitabın sonraki basımlarında "Şiir", "Sürek Avı" ve "Gazel" başlıklı şiirleri de eklenerek kitapta otuz iki şiir yer edinmiştir. Bu dönemde yazılan "Şarkısı-Beyaz", "Hafta Sekiz", "Di Gel", "Çıkmaz Sinir", "Ölmüştük", "Şiir", "Yüzükoyun", "Aşktan İndim İncire","Eski Kadınlar", "Piyale, "Gölge Oyunu" ve "Kesik" kitapta yer almamıştır.[99] Kitabın adı, eşiyle arası problemli olan Süreya'nın Eskişehir Vergi Dairesi'nde tanışıp bir süre beraber olduğu kadından gelmektedir.[45][46] Asım Bezirci'ye verdiği bir röportajda "üvercinka"nın anlamı için şunları söylemiştir:[46]
"Üvercinka anılması güvercinle karışık bir ad. Bir kadın adı. Barışa, aşka, dayatmaya dönük bir kavram: Kitaba ad olarak seçmeme gelince bunun iki nedeni var: Birisi belli: günümüz şiiri ve bu arada benim şiirim kelimeyi zorlayan bir şiir. O adla şiirimi özetlemiş ya da bir parça belirtmiş oluyorum galiba. İşin ikinci nedeni son derece özel, salt günlük yaşamama ilişkin bir şey."
1959'da Yeditepe Şiir Armağanı'nı kazanan kitabın[100] ilk baskısı altı ay içinde tükenmiştir.[99] Kitap-lık dergisinin Türkiye'nin kuruluşunun 75. yıldönümü sebebiyle 1998'de hazırladığı "75 Yılda 75 Kitap listesi"nde 36. sırada yer almıştır.[101] Nisan 1965'te Göçebe, de Yayınları tarafından on yedi şiirlik bir kitap olarak piyasaya sürülmüştür. Göçebe'deki şiirler, 27 Mayıs Darbesi sonrasında yazılmıştır.[35] Kitaba adını veren şiiri Paris'teyken yazan Süreya, bu kitabında kendini "daha bilinçli" olarak görmüştür.[35] Yayımlandıktan bir yıl sonra Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü'nü almıştır.[102]
Ekim 1973'te E Yayınları tarafından Beni Öp Sonra Doğur Beni, Cevat Çapan yönetmenliğindeki "Türk ve Dünya Şiir Dizisi"nin ikinci kitabı olarak yayımlanmıştır.[103] Otuz şiirden oluşan kitaptaki çoğu şiir, 1966-1970 yıllarında Papirüs'te çıkmıştır[103] ve Süreya'nın memuriyetten ayrıldığı 1965 ile 12 Mart Olayı (1971) tarihleri arasında yazdığı şiirlerden oluşmaktadır.[35] Beni Öp Sonra Doğur Beni, "Bir Kentin Dışardan Görünüşü", "Sevda Sözleri", "Ortadoğu" ve "Üçbin Yaprak Yüzbin İpekböceği" olmak üzere dört bölümden oluşmakta ve ilk bölümü oluşturan tek şiir, 1965'te Yeni Dergi'de; diğerleri ise 1972-1973 yıllarında Soyut ve Yeni A dergilerinde yayımlanmıştır.[103] Gösteri dergisine verdiği röportajında Süreya, Beni Öp Sonra Doğur Beni hakkında şunları söylemiştir:[104]
"Beni Öp Sonra Doğur Beni'de elbet daha ustayım. Ayrıca şiirimi daha bir yayıyorum. Tarihsel bir çizgi yakalıyorum. Anadolu'yu divanece dolanıyorum. Göçebe'deki soyut yalınlıktan daha "gayrisafi", ama daha ağırlıklı bir aşamaya geçiyorum. Bir yerde Şeyh Galip'i, bir yerde Yunus Emre ve Pir Sultan'ı yoklayışım da bu kitaptadır. Her kitabımda çok sevdiğim şiirler vardır. Ama en çoğu Beni Öp Sonra Doğur Beni'de. En çok öykünülmüş şiirler de oradadır."
Sevda Sözleri adıyla diğer şiir kitaplarını da içine alan ve ilk baskısı 1984 yılında Can Yayınları tarafından yapılan Uçurumda Açan; "Üzerinden Sevişmek", "Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir" ve "Taşıran Damla" adlı üç bölüm ve otuz beş şiirden oluşmaktadır.[105] "Üzerinden Sevişmek" bölümünde aşk şiirleri varken "Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir" bölümündeyse roma rakamlarıyla altı şiir yer almaktadır. Süreya bu bölümdeki seriyi yirmi ila otuz ay sürdürmeyi planlarken eşi Zühal Tekkanat'a yazdığı mektupta bu seriyle yazmadığı şiirleri telafi edeceğini söylemiştir ve bu serideki şiirler Süreya'nın Ankara anılarını ve izlenimlerini taşımaktadır.[105] "Taşıran Damla" bölümündeyse portre şiirler ağırlıktadır. Yayımlandığı zaman ses getiren bir kitap olmamıştır.[105][106]
Sıcak Nal (1988) ile Güz Bitigi (1988), bir gün arayla yayımlanmıştır.[107] Sıcak Nal, 31 Mart'ta; Güz Bitigi ise 1 Nisan'da Dönemli Yayıncılık tarafından piyasaya sürülmüştür.[108] Süreya, ilk kitap için "şimdiye dek yazdığım şiirlerin doğal uzantısı" derken ikinci kitap için ise "yeni bir deney" demiştir.[107] Sıcak Nal'da yer alan şiirler şairin son dört yılda Milliyet Sanat, Gergedan ve Gösteri dergilerinde[109] yazıp yayımladığı şiirlerden oluşmaktadır.[110] Kitap, "Sıcak Nal", "Kısa Türkiye Tarihi" ve "Söz Yitimi" olmak üzere üç bölümü ve toplam yirmi dört şiiri içinde bulundurmaktadır. Güz Bitigi'nin adı Doğu Perinçek'e göre Dîvânü Lugati't-Türk'teki "Ay Bitigi"nden alınmıştır.[111] "Ay Bitigi", Karahanlılar devletinde askerlerin adlarının ve azıklarının yazıldığı defterdir. Kitap; 1 düzyazı, 20 şiir, 1 şarkı, 11 beyit, 16 dize başlıklı yirmi dört şiirden oluşmaktadır.[112] Süreya, Güz Bitigi'ni "tek bir şiir" olarak nitelendirmiştir.[107] Her iki kitap, aynı yıl Necatigil Şiir Ödülü'nü almıştır.[113]
Şapkam Dolu Çiçekle (1976), Süreya'nın şiir ve şairler üzerine düşüncelerini ortaya koyduğu eleştirel deneme türünde bir kitaptır. Şairlerin hayatının, dünya görüşünün, edebî anlayışının şiirlere nasıl yansıdığını, şairin ilk şiirlerinden başlayarak son şiir kitabına kadar nasıl bir süreçten geçtiğini, etkilendikleri yerli ve yabancı şairleri de referans göstererek benzerlik ve farklılıkları göstermeye çalışmaktadır. Birinci baskısı Ada Yayınları tarafından yapılan kitabın 2000 yılında Yapı Kredi Yayınları (YKY) tarafından basılan edisyonu, Şapkam Dolu Çiçekle ve Şiir Üzerine Yazılar adıyla yayımlanmıştır. "Şiir Üzerine Yazılar" bölümünde Süreya'nın 1956-1989 yılları arasında çeşitli dergi ve gazetelerde yazdığı yazılar kronolojik olarak yer almaktadır.[114] 1982'de Adam Yayınları tarafından eleştirel deneme kitabı olan Günübirlikler yayımlanmıştır. Günübirlikler'de Süreya'nın 1975-1976 yılında Politika gazetesinde yazdığı yazılar yer almaktadır. Kitap 1992'de Uzat Saçlarını Frigya adıyla Yön Yayıncılık tarafından basılmıştır. Kitapta; roman, hikâye, deneme ve eleştiri kuramları ve kitapları üzerine, Türk ve dünya şairleri, edebiyat dergileri, dil, sanat, cinsellik konularına yer verdiği doksan beş yazı mevcuttur.[115] 2005 yılındaki YKY basımında kitap iki bölüme ayrılmış ve ilk bölümde doksan beş, ikinci bölümdeyse seksen üç yazıya yer verilmiştir. 1982 yılındaki ilk baskısı Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından yasaklanmıştır.[116] Süreya'nın ölümünden iki yıl sonra Can Yayınları, Folklor Şiire Düşman (1992) adıyla Süreya'nın eleştiri ve denemelerini yayımlamıştır. "Türkçe Bilenin İşi Rast Gider" ve "Edebiyatımızda On İnsan Bin Yaşam" adıyla iki bölümden oluşan kitapta ayrıca Enver Ercan'ın Süreya ile yaptığı bir röportaj yer almaktadır. Aynı yıl Cem Yayınevi tarafından Papirüs'ten Başyazılar (1992) adıyla bir kitap piyasaya sunulmuştur. Kitapta Süreya'nın Papirüs'ün birinci (2 yazı), ikinci (34 yazı) ve üçüncü (1 yazı) döneminde yazdığı yazıların seçkisi yer almaktadır. Kitabın girişinde Papirüs'ün nasıl çıktığına, dergiciliğin Cemal Süreya için ne ifade ettiğine dair Atilla Özkırımlı'nın, Tomris Uyar'ın ve Muzaffer Buyrukçu'nun yazıları bulunmaktadır.[117] Yine 1992'de Süreya'nın 1974'ten 1987'e kadar Oluşum dergisinde çıkan yazıları Oluşum Yayınları tarafından Oluşum'da Cemal Süreya adıyla kitaplaştırılmıştır. Aynı yıl bir başka kitap Kaynak Yayınları tarafından Aydınlık Yazıları/Paçal adıyla basılmış ve bu kitapta Süreya'nın 12 Mart 1979'dan 11 Eylül 1980'e kadar Aydınlık gazetesinde "Paçal" başlığı altında yazdığı yazılar yer almıştır. Bu köşe yazılarında Süreya, şiir başta olmak üzere dergi, roman, öykü, portre, resim, müzik, piyango, ödül ve reklam gibi konuları ele almaktadır.[118]
Süreya, 1984'te Milliyet Sanat'ta numaralandırdığı günlüklerini yazmaya başlamıştır. 650. günden sonra 651'den Mayıs 1989 tarihli 993. güne kadar Hürriyet Gösteri'de yazmıştır.[119] Bu yazıların birçoğu otobiyografik özellik taşımaktadır. Bu yazılar Günler adıyla 1991'de Broy Yayınları tarafından 999. Gün/Üstü Kalsın adıyla yayımlanırken YKY tarafından Günler (1996) adıyla basılmıştır.[120] Nisan 1984'ten Mart 1985'e kadar Çocukça dergisinde çocuklar için Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi köşesinde on iki yazı yazmıştır.[121] Süreya'nın ölümünden sonra bu on iki yazı 1993'te Broy Yayınları'nca, YKY tarafından da 1996 yılında kitap olarak basılmıştır. Kitap, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan 100 temel eser listesinde 30. sırada yer almıştır.[122] Süreya, Çocukça dergisinde yazdığı bu yazılarda "başlangıçta zorlansa da sonradan büyük bir keyif aldığını ancak işine son verilmesiyle yazıları noktaladığını" belirtmiştir.[123]
Süreya, 1980'den sonra portre yazmaya başlamış ve Doğu Perinçek'le çıkarmaya başladığı 2000'e Doğru dergisinde yazacağı portreleri politikacılardan seçeceğini duyurmuştur.[124] Başlangıçta "99 Yüz" olarak yazmayı tasarlasa da bu yazımdan "büyük keyif almasıyla" bu sayıyı 126'ya çıkarmıştır.[125] 4-11 Ocak 1987 tarihli ilk portre Turgut Özal hakkındadır. Semih Poroy, metne uygun karikatürleri çizmiştir. Ayrıca Poroy dışında Tan Oral, Levent Kuruca, Hasan Seçkin Turgay Karadağ ve kimi kez de kendisi Charles Suarez takma adıyla metni resme dökmüştür.[125] Portreler, ölümünden sonra Kaynak Yayınları tarafından Ocak 1991'de 99 Yüz İzdüşümler/Söz Senaryosu adıyla kitap olarak yayımlanmıştır.
1972 yılında Ankara'da Maliye Tetkik Kurulunda görev yapan Süreya, İstanbul'da memur olarak çalışan ve eşi Zühal Tekkanat'ın ameliyat olacağı haberiyle İstanbul'a gitmiş ve eşinin hastanede kaldığı 12-24 Temmuz 1972 tarihlerini kapsayan on üç gün boyunca Onüç Günün Mektupları'nı kaleme almıştır.[126] Bu mektuplarda eşi ve oğlu Memo Emrah'a olan sevgisi, geleceğe yönelik kız çocuğu (isminin Elif Zeyno olmasını istemiştir) özlemi, günlük hayata ait küçük detayları, anıları, şiirlerinin yazılışı ve dergiciliği gibi konulardan bahsetmiştir. Mektuplar Türk Dil Kurumunun 40. yıl dönümü dolayısıyla bastırdığı ve üyelerine dağıttığı bloknot sayfalarına yazılmıştır.[127] Kitap, Zühal Tekkanat'ın mektupları Erdal Öz'e vermesiyle yayımlanır. İlk kez Can Yayınları tarafından 1990'da basılmıştır. YKY tarafından yapılan 2000 yılı baskısında ise, bu mektuplara ilaveten 1994 yılında Varlık dergisinin ocak, şubat ve mart sayılarında üç bölüm hâlinde yayımladığı yirmi dört mektubu da yer almaktadır.[127]
Süreya ayrıca antolojiler de yazmıştır. 1966'da Mülkiyeli Şairler ve 1967'de 100 Aşk Şiiri adlarında iki antoloji yayımlamıştır. Bunların dışında Fransızcadan roman ve fikir kitapları olmak üzere yaklaşık kırk kitap çevirmiştir.[128] Bu çeviriler arasında Küçük Prens (Tomris Uyar ile birlikte; 1965), Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması (1969), Vadideki Zambak (1971), Goriot Baba (1974) gibi eserler yer almaktadır. Ayrıca Pierre Reverdy'ye ait bir şiir olan "Yürek Ki Paramparça", Süreya'nın Fransızcadan çevirdiği şiirlerin bir seçkisini oluşturan kitaba adını vermiştir. İlk baskısı YKY tarafından 1995'te yapılmıştır. Kitapta toplam 44 şairden 77 şiir bulunmaktadır. Bunlardan 41'i Fransız, diğer 3 şair ise Belçikalı, İspanyol ve Çektir.[129]
Süreya'nın ölümünden sonra 1997'de YKY tarafından Süreya'nın çeşitli dergi, gazete ve radyolarda yaptığı konuşmalarının ve soruşturmalarının Nursel Duruel tarafından hazırlanıp bir araya getirildiği bir kitap olan Güvercin Curnatası yayımlanmıştır. Kronolojik olarak yazıların tertip edildiği kitap, konuşmalar ve soruşturmalar olarak iki bölüme ayrılmaktadır.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.