Loading AI tools
Osmanlı İmparatorluğu'nda kullanılan dil Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Osmanlıca veya Osmanlı Türkçesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk anayasası olan 1876 tarihli Kânûn-ı Esâsî'de geçtiği hâliyle Türkçe (Osmanlıca: لسان توركى Lisân-ı Türkî; توركى Türkî; توركجه Türkçe; لسان عثمانى, Lisân-ı Osmânî), 13 ile 20. yüzyıllar arasında Anadolu'da ve Osmanlı Devleti'nin yayıldığı bütün ülkelerde kullanılmış olan, Arapça ve Farsçanın etkisi altında kalan Türk dili.[2] Alfabe olarak çoğunlukla Arap alfabesinin Farsça ve Türkçe için uyarlanmış bir biçimi kullanılmıştır. Halk arasında bazen bu dil dönemi için "Eski Türkçe" de kullanılmaktadır.[3]
Bu maddenin tarafsızlığı konusunda kuşkular bulunmaktadır. (Ağustos 2022) |
Osmanlıca | |
---|---|
Osmanlı Türkçesi | |
Lisân-ı Osmânî / لسان عثمانى Lisân-ı Türkî لسان توركى | |
Ana dili olanlar | Osmanlı İmparatorluğu |
Etnisite | Osmanlı Türkleri |
Dil ailesi | |
Önceki formlar | Eski Anadolu Türkçesi
|
Ardıl | |
Yazı sistemi | Osmanlı alfabesi Çeşitli azınlık alfabeleri |
Dil kodları | |
ISO 639-2 | ota |
ISO 639-3 | ota |
Türk yazı dilleri ve ağızları hakkında ilk bilgileri söz varlığı verileriyle ve sözlü edebiyat ürünleriyle sunan, Türk dilinin ilk sözlüğü ve dil bilgisi kitabı Dîvânu Lugâti't-Türk’te, Kutadgu Bilig adlı ünlü eserde, Ali Şîr Nevaî’nin Muhakemetü'l-Lugateyn’inde, Harezm-Kıpçak, Anadolu ve Çağatay sahasında XIX. yüzyıla kadar bu dilin adı Türk tili, Türkî, Türkçe şeki. Bu yüzyıla dek Türk lehçeleri arasındaki farklar çok büyük değildi. Özellikle XVI. yüzyıldan başlayarak klasik gelişimini sürdüren Türk dili, Doğu Türkçesi veya Çağatay Türkçesi ile Batı Türkçesi veya Osmanlı Türkçesi diye adlandırılan iki büyük yazı dili hâlinde Türk dünyasında varlığını sürdürüyordu.[4]
Osmanlıcanın “lisan-ı Osmani”, “Osmanlı lisanı” diye adlandırılmasına özellikle Osmanlı'da 19. yüzyılda Osmanlıcılık akımının ortaya çıktığı dönemde rastlanır. Bu adlandırmaya ünlü sözlükçü, yazar Şemseddin Sâmi şu sözlerle karşı çıkmış ve tıpkı Kaşgarlı Mahmud, Yusuf Ulug Has Hacib, Ali Şir Nevai gibi dilin adının “Türkçe” olduğunu ifade etmiştir:[4]
Söylediğimiz lisan ne lisanıdır ve nereden çıkmıştır? Osmanlı lisanı tabirini pek de doğru görmüyoruz çünkü bu unvan Selâtin-i Osmaniye’nin birincisi, fatih-i meşhurun nam-ı âlilerine nisbetle müşarünileyhin tesis etmiş oldukları bir devletin unvanıdır. Hâlbuki lisan ve cinsiyet müşarünileyhin zuhurundan ve bu devletin tesisinden eskidir. Asıl bu lisanla mütekellim olan kavmin ismi “Türk” ve söyledikleri lisanın ismi dahi “lisan-ı Türkî”dir. Cühela-yı avam indinde mezmum addolunan ve yalnız Anadolu köylülerine ıtlak edilmek istenilen bu isim intisabıyla iftihar olunacak bir büyük ümmetin ismidir.[5]
Şemseddin Sami, Osmanlı lisanı, Çağatay lisanı gibi adlandırmaların yakışıksız olduğunu, Çağatay adının da Türk kavimlerinden birinin adı olması dolayısıyla dil adı olmayacağını belirtmiştir. Sami’nin bu ifadesiyle Osmanlı İmparatorluğu’nda kullanılan yazı dili Türkî-i Garbî yani Batı Türkçesi, aktar-ı baidede ‘uzak ülkelerde’, Türkistan coğrafyasında kullanılan yazı dili ise Türkî-i Şarkî yani Doğu Türkçesidir. Düşüncelerini kendi sözleriyle şöyle açıklamıştır:[4]
Bize kalırsa o aktar-ı baidedeki Türklerin lisanıyla bizim lisanımız bir olduğundan ikisine de “Lisan-ı Türkî” ism-i müştereki ve beynlerindeki farka da riayet olunmak istenildiği hâlde onlarınkine “Türkî-i Şarkî” ve bizimkine “Türkî-i Garbî” unvanı pek münasiptir.[5]
Klasik devirde "Osmanlı Türkçesi" ayrı bir dil olarak algılanmamış, üç dilden (elsine-i selase) oluşan bir karışım olarak görülmüştü. "Türkçe" ise, evde, sokakta ve köyde konuşulan basit dile verilen addı.[6] Ancak 19. yüzyılda standart bir yazı dili ihtiyacının belirmesiyle birlikte Osmanlı dili tartışmaları yoğunlaştı. Bu dilin belkemiğini oluşturan Türkçenin güçlendirilmesi ve yazı dilinin Türkçe konuşma diline yaklaştırılmasına ilişkin talepler Şinasi, Ali Suavi, Ahmet Vefik Paşa gibi yazarlarca dile getirildi. 19. yüzyıl sonlarında doğan Türkçülük akımı, Osmanlı yazı dilinin esasen Türkçe olduğu ve "Türkçe" diye adlandırılması gerektiğini vurguladı.[6]
Cumhuriyet döneminde ise "Osmanlı Türkçesi" deyimi genellikle olumsuz bir anlam kazandı. Harf Devrimi ile beraber Dil Devrimi'ni izleyen kültürel ortamda Osmanlıca Türkçeden ayrı ve yoz bir dil olarak görüldü. Türk Dil Kurumu'nda 1983'e dek bu görüş egemendi. Buna karşılık Osmanlı kültürüne yakınlık duyan muhafazakâr kesim, Osmanlı yazı dilinin de Türkçenin bir lehçesi olduğunu vurgulamak amacıyla "Osmanlı Türkçesi" deyimini tercih etti (örneğin Faruk Kadri Timurtaş, Mustafa Özkan vb.).[6]
Öte yandan, Osmanlı yazı diline "Osmanlı Türkçesi" adı verildiği zaman, bundan çok farklı bir dil olan Osmanlı dönemi konuşma Türkçesine ne ad verileceği konusu, çözülmemiş bir sorun olarak kalmaktadır.[6]
23 Aralık 1876'da ilan edilen Osmanlı İmparatorluğu ilk anayasası olan Kanun-i Esasi'nin 18. maddesinde devletin resmî dilinin "Türkçe" olduğu belirtilmiş ve Türkçe bilmeyenlerin devlet memuriyetine alınmayacağı ifade edilmiştir:
“ | Madde 18 - Tebaa-i Osmaniyenin hidemat-ı devlette istihdam olunmak için devletin lisan-ı resmîsi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır. | ” |
Murat Bardakçı, doğru kullanımın "Eski Türkçe" olduğunu belirtmiştir.[7]
Osmanlı Türkçesi kendi arasında kronolojik esasa göre sınıflandırılmıştır:[kaynak belirtilmeli]
20. yüzyıl başlarında daha da gelişen Türkçülük hareketi dilde sadeleşme ve öz Türkçe sözcüklerin kullanılması fikrini doğurmuş, modern Türkiye Türkçesi dönemi başlamıştır. 1928 yılında yapılan Harf Devrimi'nin sonucunda Latin alfabesi kaynaklı yeni Türk harfleri kullanılmaya başlanmış, böylelikle Osmanlıcanın kullanımı son bulmuştur.
Osmanlıcanın yazıldığı alfabe, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışının ardından kullanımdan kalkmışsa da, Türk tarihinin son 1000 yılına yakın bir dönem bu yazı ile yazılmış olduğu için araştırmacılar, edebiyatçılar ve tarihçiler tarafından birinci derecede önemli ve bilinmesi zorunlu bir alfabe ve dönem olarak nitelenir.
Osmanlı yönetici sınıfının ve eğitimli seçkinlerin kullandığı bir yazışma ve edebiyat dili olan Osmanlıca, günlük hayatta konuşulan bir dil olmamıştır. En belirgin özelliği, Türkçe cümle altyapısı üzerinde, İslam dünyasının klasik kültür dilleri olan Arapça ve Farsçayı serbestçe kullanma olanağı tanımasıdır.
Osmanlı yazı dili belirgin anlamda 15. yüzyıl ortalarında biçimlenmeye başladı ve 16. yüzyıl başlarında klasik biçimine kavuştu. 19. yüzyıl ortalarından itibaren gazeteciliğin ve Batı etkisindeki edebiyatın gelişmesiyle hızlı bir evrime uğrayan Osmanlıca, Türkiye'nin kurulmasından kısa bir süre sonra gerçekleştirilen Harf Devrimi (1928) ve Dil Devrimi (1932-) sonucunda yazı dili ve gramer olarak kullanımdan kalktı ancak, konuşma ve yayın alanındaki kullanımı Türk Dil Kurumu'nun yabancı kelimeleri Türkçeleştirme uğraşları ve Batılılaşmanın ivme kazanması ile kullanıma giren yeni kelimeler sayesinde değişime uğrayarak devam etti ve bugün kullanılmakta olan modern Türkçeye dönüştü.
Yıl | Edebiyat | Müspet İlim | Din | Yönetim |
---|---|---|---|---|
1820-39 | 56 | 89 | 59 | 13 |
1840-59 | 217 | 230 | 310 | 55 |
1860-76 | 583 | 583 | 372 | 118 |
1876-1908 | 2950 | 3891 | 1307 | 946 |
Bu devirde Eski Anadolu Türkçesinin söz varlığı kadar açık bir Türkçe söz varlığı yoktur. Ancak, dilin yapısındaki yabancı sözlerin kullanımı metinden metine, muhitten muhite değişebilmiştir. Örneğin, sanat yapmak kaygısıyla saray muhitinde yazılan ve sadece dar aristokrat kesime hitap etmesi amaçlanan şiir ve nesir örneği eserlerin dili oldukça ağırdır. Halk arasında “Osmanlıca” denince algılanan o Türkçenin dışında farklı dil düşüncesi bunun gibi kullanımların sonucu olmuştur.
Sanatsal kaygı ve dar kesime hitap durumlarının dışında kalan, bu muhit dışında yazılan dönem eserlerinin dili Türkçenin bir döneminde olabilecek normallikte yabancı öge içermiştir.
Türkçe yazı diline Arapça ve Farsça sözcüklerin girişi İslamiyetin kabulüyle başlar. Türkiye Türkçesinde 13. yüzyıla ait en eski metinlerde toplam kelime hazinesinin üçte biri ila yarısı Arapça ve Farsça alıntılardan oluşur. Ancak 15. yüzyıl ortalarına dek kullanılan yazı Türkçesi, günümüz konuşma dilinden yapıca çok uzak değildir. Dönemin şiir ve düzyazı örneklerinden birçoğu, konuşma Türkçesine yakın yapıdadır.
11 Osmanlıca sözlük incelenerek yapılan bir çalışmada toplamda kelimelerin kökenlerinin %62'sinin Arapça, %21'inin Farsça, %13'ünün Türkçe ve %4'ünün ise Batı dilleri olduğu tespit edilmiştir. Toplamda yabancı kelimelerin oranı %87 ve Türkçe kelimelerin oranı %13'dür. Örnek olarak Şemşeddin Sami'ye ait Osmanlıca-Türkçe sözlük Kamus-ı Türkî'de kelimelerin kökeni %46 Türkçe, %38 Arapça, %13 Farsça ve %3 Batı dilleridir.[9]
Osmanlı İmparatorluğu'nda orta ve yüksek eğitim sistemi Fatih Sultan Mehmet döneminde (1451-1481) yapılanıp Yavuz Sultan Selim (1512-1520) döneminde olgunlaştı. Eğitim dili sadece Arapça idi.[kaynak belirtilmeli] Dolayısıyla bu dili bilmek ve rahatça kullanabildiğini göstermek, eğitimli olmanın gereği sayılırdı. Seçkin bir azınlık, klasik edebiyat dili Farsçayı da öğreniyordu. Klasik Arap ve Fars literatürünün kaynaklarını tanımak, bu iki dilin gramer ve söz varlığının nüanslarına hâkim olmak, kültürlü bir Osmanlı'yı basit halktan ayırt eden özelliklerdi.
Klasik Osmanlı kültürünün önceliklerine ilginç bir örnek, dönemin en popüler Farsça sözlüğü olan Burhan-ı Katı lügatidir. Farsça temel kelimeleri kısaca geçen bu sözlük, Farsça kelimelerinin en az bilinen anlamlarını, gün yüzü görmemiş nüanslarını, az duyulmuş şiirlerdeki özel kullanımlarını açıklamakla övünmekteydi.[10]
Müstakil hali | Bitiş | Orta | Başlangıç | Adı | ALA-LC Harf Çevirisi | Güncel Türkçesi | Fenike-Latin Karşılığı |
---|---|---|---|---|---|---|---|
ﺍ | ﺎ | — | elif | a, â | a, e, â | A | |
ﺀ | — | hemze | ˀ | ', a, e, i, u, ü | A | ||
ﺏ | ﺐ | ﺒ | ﺑ | be | b, p | b | B |
ﭖ | ﭗ | ﭙ | ﭘ | pe | p | p | - |
ﺕ | ﺖ | ﺘ | ﺗ | te | t | t | T |
ﺙ | ﺚ | ﺜ | ﺛ | se | s | s | - |
ﺝ | ﺞ | ﺠ | ﺟ | cim | c, ç | c | C |
ﭺ | ﭻ | ﭽ | ﭼ | çim | ç | ç | - |
ﺡ | ﺢ | ﺤ | ﺣ | ha | ḥ | h | H |
ﺥ | ﺦ | ﺨ | ﺧ | hı | ẖ, x | h | - |
ﺩ | ﺪ | — | dal | d | d | D | |
ﺫ | ﺬ | — | zel | z | z | - | |
ﺭ | ﺮ | — | re | r | r | R | |
ﺯ | ﺰ | — | ze | z | z | Z | |
ﮊ | ﮋ | — | je | j | j | - | |
ﺱ | ﺲ | ﺴ | ﺳ | sin | s | s | - |
ﺵ | ﺶ | ﺸ | ﺷ | şın | ş | ş | S |
ﺹ | ﺺ | ﺼ | ﺻ | sad | ṣ | s | - |
ﺽ | ﺾ | ﻀ | ﺿ | dad | ż, ḍ | d, z | - |
ﻁ | ﻂ | ﻄ | ﻃ | tı | ṭ | t | - |
ﻅ | ﻆ | ﻈ | ﻇ | zı | ẓ | z | - |
ﻉ | ﻊ | ﻌ | ﻋ | ayın | ʿ | ', h | O |
ﻍ | ﻎ | ﻐ | ﻏ | gayın | ġ | g, ğ | - |
ﻑ | ﻒ | ﻔ | ﻓ | fe | f | f | P |
ﻕ | ﻖ | ﻘ | ﻗ | kaf | ḳ, q | k | Q |
ﻙ | ﻚ | ﻜ | ﻛ | kef, kâf-ı arabî | k, g, ñ | k, g, ğ, n | K |
ﮒ | ﮓ,ﻚ | ﮕ | ﮔ | gef**, kâf-ı fârisî | g | g, ğ | - |
ﯓ | ﯔ | ﯖ | ﯕ | nef***, kâf-ı nûnî, sağır kef* | ñ | n | - |
ﻝ | ﻞ | ﻠ | ﻟ | lam | l | l | L |
ﻡ | ﻢ | ﻤ | ﻣ | mim | m | m | M |
ﻥ | ﻦ | ﻨ | ﻧ | nun | n | n | N |
ﻭ | ﻮ | — | vav | v, w, o, ô, ö, u, û, ü | v, o, ö, u, ü, û | F | |
ﻩ | ﻪ | ﻬ | ﻫ | he | h, e, a | h, e, a | E |
ﻻ | ﻼ | — | lamelif | lâ | la | - | |
ﻯ | ﻰ | ﻴ | ﻳ | ye | y, ı, i, î | y, ı, i, î | I |
*Sağır kef, Alfabe cetvellerinde genellikle müstakil bir harf olarak gösterilmez. Daha çok kef'in Türkçeye mahsus bir varyantı olarak bahsedilir. Burada sağır kef harfi müstakil bir harf olarak kabul edilmiştir.
**Kahir ekseriyetle müstakil bir harf olarak cetvellerde bulunmayan ve çoğu durumda ayrı harf değil, gef harfinin bir fonksiyonu şeklinde telakki olunan, Türkçeye mahsus olan, gef harfinin bir varyantı olan bir başka harf de "Kâf-ı yâyî( yumuşak y)" harfidir. Bu harf gef harfi kullanılarak gösterilebileceği gibi Gef(گ) harfinin kuyruğunun üstündeki paralel çizginin, çizginin şekli değişmeksizin, kuyruğun üstü yerine altına konulması ile de gösterilebilir.
Türki ve Farsi orijinli kelimelerde hece sonunda veya iki sesli arasında bulunan bazı g'ler, yumuşamış ve y şekline girmiştir. Bugün yazıda ğ harfi ile gösterilir.[11] Mesela:
اگری-eğri
بك-bey(beğ)
ایگنه-iğne
اگلنجه-eğlence
اوگوت-öğüt
ییگیت-yiğit
***Kâf-ı nûnî ve kâf-ı yâyî'ye kâf-ı Türkî adı da verilmektedir. Bu terimi sadece kâf-ı yâyî için kullananlar da vardır.[11]
Şeyhülislam Esad Efendi'nin 1725-32 yılları arasında yazılan Lehcet-ül Lugat isimli sözlüğünün önsözü 18. yüzyıl Osmanlıcanın özellikle rafine bir örneği olarak alıntılanmaya değer:
"Amed-i medid ve ahd-i ba'iddir ki daniş-gâh-ı istifadede nihade-i zanu-yı taleb etmekle arzu-yı kesb-i edeb kılıp gerçi irre-i ahen-i berd-i gûşiş-i bî-müzd zerre-i fulad-ı fu'ad-ı infihamı hıred edemeyip şecere bî-semere-i isti'daddan yek-bar-ı imkân intişar-ı nüşare-i asar-ı hayr-ül me'ad as'ab-ı min-hart-ül katad olup ancak piş-nigâh-ı ihvan ve hullanda hem-ayar-ı nühas-ı hassas olan hey'et-i danişveriyi zaharif-i tafazzul ile temviye ve tezyin edip bezm-gâh-ı sühan-gûyanda iksar-ı sersere ile ser-halka-i ihvab-ı hava-ayin olmuş idim."[12]
1790 dolayında yazılan bir yemek kitabından alınan aşağıdaki bölüm, Osmanlıcanın nispeten sade bir örneğidir:
"Türkîde turunc dediğimiz mîveye Farisî'de narenc denir. Portakal derler, İstanbul'da şekerden leziz zuhur etmeye başladı. Hatta nev-zuhur Frenk hekimleri 'Asitane sahil-i bahr ve ahalisi et'ime-i mütenevvia ile aluf ve fesad-ı dem hasebiyle iskorpit illetine mübtelalardır. Elbet beher yevm bir dane portakal ekli lazımdır ve vacibdir.' Maa-haza kendüleri illet-i müstekreh-i frengîden muallel olup bahusus oldukları arzda portakalı ancak kibarı görebildiğinden Asitane'de kesreti kendülerini hayran eylediğinden hezeyan-ı gûna-gûn ederler. Maa-haza alil-ül mizac olan ihvana muzır olmak melhuzdur."[13]
Dönemin konuşma Türkçesinin sesini, klasik Osmanlı eğitimi almış yazarların metinlerinde tanımak çok güçtür. Buna karşılık Osmanlı eğitimi almamış bir İstanbullu Ermeniye ait olan aşağıdaki metinde, günümüz Türkçesinden hemen hemen farksız bir sokak diliyle karşılaşırız. 1736 yılında İran sefaret heyetine müzisyen olarak katılan Tamburi Artin Efendi'nin seyahatnamesi, Ermeni harfleriyle Türkçe olarak kaleme alınmıştır.
"Yezd ile Kerman arasında kum deryası dedikleri vardır ki inceliği ve beyazlığı saat kumu gibidir ve bir köyleri vardır ki yolcular konar. Damlara ve sokaklara bir adam nazar etse gûya kar yağmış sanır. Yol üzerinde bir buçuk, iki saat çekecek kadar yerde kule gibi miller yapılıdır ki karşına tutar da öyle gidersin. Eğer o milleri sağına veya soluna alır isen, yolu şaşırırsın ve birer ikişer minare derinliğinde kum ile dolmuş hendekler vardır ki hiç belli değil. Atın ayağı eğer oralara basacak olursa kurtulmak muhaldır. Çabalandıkça batar gider."[14]
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.