Loading AI tools
Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Yirminci yüzyılda proletarya diktatörlüğünü uygulayan rejimler altında katliamlar yapılmıştır. Tahmin etmekte kullanılan yönteme göre katliamlarda ölenlerin sayısı oldukça büyük farklılıklar göstermektedir. Akademik araştırmalar tek bir toplum içinde katliamların nedeni üzerine odaklaşır ancak katliamların bazı ortak sebepleri olduğuna dair iddialar da bulunmaktadır. Katliamlarda ölenlerin sayısının yüksek olduğu tahminler yalnızca siyasi rakiplerin yok edilmesi, iç savaşlar, terör seferberlikleri ve toprak reformları sırasında gerçekleşen katliam ve idamları değil aynı zamanda savaş, kıtlık, hastalık ve çalışma kamplarında tükenme sonucu olan ölümleri de hesaplamalarına dahil etmektedir. Bu facialara hükûmet politikalarının ve idarede yapılan yanlışlıkların neden olduğuna inanan ve dolayısıyla da çeşitli terimlerle tanımlanan farklı ölüm nedenlerini de bir arada değerlendiren akademisyenler vardır. Bu akademisyenlere göre tanımlandığında toplam ölü sayısı onlarca milyonu aşar ancak bu yaklaşımın geçerliliğini kabul etmeyen akademisyenler de bulunmaktadır. Komünizmin Kara Kitabı'nda yer alan tahminlerin özetinde Martin Malia ölü sayısını 85 ila 100 milyon olarak önerir.[1]
2011 yılı itibarıyla aralarında proletarya diktatörlüğü rejimiyle yönetilen devletler de olmak üzere, devletler tarafından yapılan büyük katliamların nedenleri üzerinde akademik bir görüşbirliği sağlanamamıştır. Özellikle nedenler üzerine yapılmış karşılaştırmalı araştırmaların sayısı azdır. Proletarya diktatörlüğünün hüküm sürdüğü ülkelerde en yüksek ölüm sayıları Josef Stalin idaresindeki Sovyetler Birliği'nde, Mao Zedong idaresindeki Çin'de ve Kızıl Kmerler idaresindeki Kamboçya'da kaydedilmiştir. Yalnızca bu üç rejim tarafından öldürülen sivillerin sayısı en düşük tahminlerde 21 milyondan en yüksek tahminlerde 70 milyona ulaşmaktadır.[2] Kuzey Kore, Vietnam ile bazı Doğu Avrupa ve Afrika ülkelerinde daha küçük ölçekli katliamlar kaydedilmiştir.
"Sosyalist rejimler" ile tarihinin bir döneminde kendilerini Marksist-Leninist ya da Maoist tanımlamış ile sosyalist devlet olarak ilân etmiş ülkeler kastedilmektedir.
Akademisyenler sivillerin kasıtlı olarak öldürülmesini tanımlamak için çeşitli terimler kullanmışlardır.[3][4] Aşağıdaki terimler Komünist hükûmetler tarafından yapılan katliamları tanımlamak için kullanılmıştır:
R.J. Rummel'in öne sürdüğü gibi bu katliamlarda komünizmin önemli bir neden olduğuna dair teoriler akademisyenler arasında tartışmaya neden olmuştur;[21] bu maddede bu tür teorilerin akademik geçerliliği irdelenmemektedir.
Klas-Göran Karlsson "İdeolojiler fikirler sistemidir, bağımsız olarak suç işleyemezler. Ancak kendilerini komünist olarak tanımlayan bireyler, topluluklar ve devletler komünist ideoloji adına ya da komünizmin motivasyonlarının doğrudan kaynağı olduğunu belirtmeden suç işlemişlerdir" diye yazmıştır.[22]
Rudolph Joseph Rummel'e göre, komünist rejimler tarafından yapılan katliamlar mutlak güç ile mutlakiyetçi bir ideoloji olan Marksizm'in evliliği ile açıklanabilir.[23]
Rummel "Tim dinler içinde, seküler olsun olmasın" diyerek Marksizm'i "açık ara en kanlısı – Katolik Engizisyon'dan, çeşitli Katolik haçlı seferlerinden ve Katolikler ile Protestanlar arasındaki Otuz Yıl Savaşı'ndan daha kanlı" diye konumlandırır ve "Pratikte Marksizm kanlı terörizm, amansız tasfiyeler, ölümcül hapis kampları ve katledici zorla çalıştırma, ölümle sonuçlanan tehcir, insan tarafından neden olunan kıtlıklar, yargısız insaflar ve düzmece göstermelik mahkemeler, hiçbir sınır tanımayan katliam ve soykırım anlamına gelmektedir" diye devam eder.[24] Marksistlerin ütopyalarının inşaasını pratikte "yoksulluk, sömürü, emperyalizm ve eşitsizliğe karşı bir savaş" olarak gördüklerini söyler ve "... – ve gerçek bir savaşta olduğu gibi ne yazık ki savaşta arada kalan siviller olacaktır. Gerekli düşman telefatı olacaktır: ruhban sınıfı, burjuvazi, kapitalistler, devrimi bozmaya çalışanlar, aydınlar, karşıdevrimciler, sağcılar, tiranlar, zenginler ve toprak ağaları. Savaşta olduğu gibi, milyonların ölmesi muhtemeldir ancak II. Dünya Savaşı'nda Hitler'in yenilgisinde olduğu gibi bu ölümlerin sonunda haklı yere olduğu görülecektir. İktidardaki Marksistler için komünist ütopya ülküsü tüm ölümleri haklı çıkarmak için yeterliydi" diye tamamlar.[24]
Steven Rosefielde, Red Holocaust adlı kitabında komünizmin iç çelişkilerinin yaklaşık 60 milyon insanın ve belki de onlarca milyon daha da fazla insanın "ölmesine neden olduğu"nu ve bu " 'Kızıl Holokost'un - Josef Stalin, Kim Il Sung, Mao Zedong, Ho Chi Minh ve Pol Pot gibi Komünist liderlerin barış zamanındaki katliamları ile insanlığa karşı işlenmiş diğer ilgili suçlarının — komünizmin nihai değerlendirmesinin merkez noktasını oluşturması gerektiğini" öne sürer. Yukarıda adı verilen liderlerin "holokost boyutlarında habisane cinayetlerden kolektif olarak suçlu" olduklarını belirtir.[25]
Robert Conquest Stalin'in tasfiyelerinin Leninizm ilkelerine karşıt olmadığını aksine sınıf düşmanı rehinelerden oluşan yerel grupların öldürülmesi emrini bizzat veren Vladimir Lenin tarafından kurulan sistemin doğal bir sonucu olduğunu vurgular.[26] Perestroyka ile glasnostun mimarı ve sonradan Siyasi Baskı Kurbanları Başkanlık Komisyonu'nun başı olan Aleksander Yakovlev bu noktayı etraflıca açıklayarak "Gerçek şu ki Stalin cezai operasyonlarda Lenin döneminde de var olmayan yeni bir şey düşünmedi: infazlar, rehine alma, toplama kampları ve diğer tüm yöntemler" diye belirtmiştir.[27] Tarihçi Robert Gellately aynı kanıda olduğunu belirterek "Başka bir deyişle Stalin, Lenin'in zaten başlattıklarının ya da öngördüklerinin dışında çok az yenilik getirmiştir" der.[28] Sheila Fitzpatrick'e göre Lenin Bolşevik hükûmetteki arkadaşlarına "eğer bir sabotajcıyı ya da Beyaz Muhafızcıyı vurmaya hazır değilsek, ne biçim bir devrim bu?" demiştir.[29]
Anne Applebaum "istisnasız olarak, tek parti rejimi üzerine olan Leninist inancın her komünist rejimin bir özelliği olduğunu" ve "Bolşeviklerin şiddet kullanımının her Komünist devrimde tekrarlandığını" iddia eder. Lenin ve Çeka kurucusu Feliks Dzerjinski'nin sözleri tüm dünya üzerine yayılmıştır. Applebaum ayrıca 1976 gibi çok yakın geçmişte bile Mengistu Haile Mariam'ın Etiyopya'da Kızıl Terör başlattığına dikkati çeker.[30]
Edebiyat tarihçisi George G. Watson The Lost Literature of Socialism (Sosyalizmin Kayıp Edebiyatı) adlı eserinde sosyalizmi tutucu, liberalizme karşı bir tepki ve geçmiş zamanlara ve hiyerarşiye dönüş girişimi olarak görür. Friedrich Engels ve diğerlerinin yazılarının "Marksist tarih teorisi ilerlemiş uluslarda yerini çoktan kapitalizme bırakan feodalizmin yerine sosyalizmin geçmesi gerekliliğinin nedenlerinin üstü kapalı olarak söylediği üzere soykırımı gerektirdiği ve bunu talep ettiğini" belirtir ve "İşçilerin yaptığı bir devrimden sonra, sosyalist bir devirde feodal kalıntılardan oluşan ulusların tamamı, hızla adım atarak ilerleyemeyecekleri için geride bırakılmadı ve öldürülmelidirler. Engels'in tabir ettiği üzere ırksal çöplerden oluşanların yeri tarihin çöplüğüdür" diye devam eder.[31] Watson'ın iddiaları Robert Grant tarafından "şüpheli kanıt" nedeniyle eleştirilmiştir. Grant "Marx ve Engels'in çağrıda bulundukları ... en azından bir çeşit kültürel soykırımdır; ancak en azından Watson'ın alıntılamalarından [Marx ve Engels'in] terminolojilerini kullanırsak yalnızca 'özümseme' ve 'kaynaşma' olarak kastedilenin gerçek katliam olup olmadığı açık değildir" demektedir.[32]
Daniel Goldhagen[33], Richard Pipes[34] ve John N. Gray[35] popüler okuyucu kitlesi için komünizmin rolü üzerine teoriler hakkında kitap yazmışlardır.
Eric D. Weitz komünist devletlerde görülen katliamların, yirminci yüzyılda toplumsal ayaklanma dönemlerinde genellikle rastlandığı üzere hukukun üstünlüğü ilkesinin ortadan kalkmasının doğal bir sonucu olduğunu söyler. Hem komünist olanların hem de komünist olmayanların yaptıkları katliamlar için "soykırımlar sıklıkla aşırı sosyal krizler sırasında yapılmıştır ve sıklıkla da rejimlerin kendi politikaları ile oluşmuştur" der.[36] Bunlar kaçınılmaz değildi ancak siyasi kararlardı.[36]
Stephen Hicks, yirminci yüzyıl sosyalist yönetimlerinin şiddet içeren özelliklerini bu kolektivist rejimlerin sivil hakların korunmasını bırakmalarına ve sivil toplum değerlerini reddetmelerine bağlar. Hicks "pratikte tüm liberal kapitalist ülkelerin insancıl olma, kişi hak ve hürriyetlerine genel olarak uyma, insanların verimli ve anlamlı bir yaşam kurma gibi somut uygulamaları olmasının yanı sıra" sosyalizm rejimlerinin "pratiğinin yirminci yüzyıl öncesi en kötü diktatörlüklerden daha vahşi olduğu kanıtlamıştır. Her sosyalist rejim diktatörlüğe dünüşmüş ve muaazzam ölçeklerde insanları öldürmeye başlamıştır" diye yazar.[37]
Komünist rejimler altındaki katliamlar üzerine bir dizi akademik makaleden oluşan Komünizmin Kara Kitabı 1917'de Rusya'dan 1989'da Afganistan kadar olan "cürüm, terör ve baskı"yı detaylı olarak açıklar.[38] Courtois komünizm ile cürüm arasında bir bağlantı olduğunu iddia eder:"Komünist rejimler ... kitle cürümlerini tam kapsamlı bir hükûmet sistemine dönüştürmüştür"[39] der ve bu cürmün devletin uygulamasından çok ideoloji düzeyinde olduğunu ekler.[40]
Benjamin Valentino katliam stratejilerinin Komünistler tarafından çok sayıda insanın ekonomik olarak mülksüzleştirilmesi için seçildiğini yazar.[41] "Bu hızda ve büyüklükte sosyal dönüşümler iki ana nedenden ötürü kitlesel katliamlarla ilişkilendirilmiştir. İlki, bu tarz değişiklikler nedeniyle ortaya çıkan muazzam sosyal karmaşa sıklıkla ekonomik çöküşe, salgınlara ve en önemlisi yaygın kıtlıklara yol açmıştır...Komünist rejimlerin toplumun radikal dönüşümünü tercih etmelerinin kitlesel katliamlarla olan bağlantısı izledikleri devrimci değişikliklerin önlenemez bir şekilde nüfuslarının büyük bölümünün temel çıkarlarıyla çatışmasıdır. Çok az sayıda insan bu kadar geniş kapsamlı fedakârlığa yoğun baskıya maruz kalmadan kabul etmeye gönüllü olmuştur."[42]
Michael Mann "Komünistlerin neden olduğu büyük ölüm oranları kasıtlı değildir ve hizipleşme ile daha da kötüleşmiş muazzam yönetim hatalarından ve biraz da olsa kurbanların katı ve kin dolu görüşleri nedeniyle oluşmuştur" diye yazar[43]
Jacques Semelin ise "yirminci yüzyılda ortaya çıkan komünist sistemler yalnızca planladıkları için değil ama tamamen tasfiye etmek ve yeni Prometeci siyasal imgelemlerine uyacak şekilde sil baştan yaratmak anlamına gelse bile 'sosyal yapı'yı tepeden tırnağa yeniden yapılandırmayı amaçladıkları sonunda nüfuslarının çoğunu yok etme durumuyla karşı karşıya kaldılar" diye belirtir.[44]
Martin Malia Rus eksepsiyonalizmi ile Savaş Deneyimini barbarlığın genel nedenleri olarak göstermiştir.[45]
Geleneksel etik standartların ve dinsel inancın bazı savunucuları katliamların en azından kısman inancın zayıflaması ve Aydınlanma Çağı'nı radikal değerlerinin dünya üzerine salıverilmesi nedeniyle olduğunu ileri sürmektedirler. Akademik çevrelerde bu tarz eleştirel akımları gözlemleyen, Oklahama Üniversitesi'nden siyaset bilimci Allen D. Hertzke, Britanyalı Katolik yazar ve tarihçi Paul Johnson'ın fikirlerine odaklanarak şöyle yazar
“ | Laik projenin algılanan hataları ve gözbağlarının eleştirisiyle entelektüel ortamda bir hava değişikliği oluşmuştur. Elbette bu eleştiriler evrensel olarak genel kabul görmüş olmamakla birlikte hızla yayılan fikir savunucusu dergiler ve araştırma merkezlerinin sempozyumlarıyla birlikte akademik çevrelerde geniş olarak ulvî toplumsal değerlerin terkedilmesinin beklenmeyen sonuçları listelenmeye başlamıştır. Bu düşüncenin önde gelen temsilcilerinden biri olan Paul Johnson'ın yetkin kitabı Modern Times Aydınlanma'nın daha az dini inancın daha çok özgürlük ve demokrasi anlamına geldiğine yönelik olan varsayımını şiddetle eleştirir. Yirminci yüzyılın başında Avrupa'nın eğitimli sınıflarında görülen dini dürtülerin çöküşünün geride bıraktığı boşluğu kan ve toprak Faşizmi ile ateist Komünizm gibi totaliter ideolojilerin bayrağı altında gücü elinde bulunduran siyasetçilerin doldurduğunu öne sürer. Dolayısıyla Tanrısız yaşama girişimi ortaya siyaset putları çıkarmış ve 'durdurulamaz, insanlığı kontrol altına alma iştahlarının' hayâl edilemeyecek dehşetler saçtığı Stalin, Hitler, Mao, Pol Pot gibi yüzyılın 'gangster devlet adamları'nı doğurmuştur. Ya da T.S. Eliot söylediği gibi 'Eğer Tanrı'nız olmayacaksa (ki o kıskanç bir Tanrıdır) o zaman Hitler'e ya da Stalin'e saygınızı göstereceksiniz.'[46] | „ |
Rus ve Dünya tarihçisi akademisyen John M. Thompson Stalin döneminde gelişen terör sistemini "muamma" olarak tanımlar; Rus tarihini incelerken 1930'lar Sovyetler Birliği'nde katliamların doruğa ulaşmasını Sovyet lideri Josef Stalin'in özel olarak kişiliğine bağlar:
“ | Bu kâbus gibi olan dönemi Stalin'in gücü yeniden şekillendirme ve sağlamlaştırması ile, ya da bir şekşlde kontrolden çıkmış Stalinist sistemin evrilen bir parçası olarak partinin temizlenmesi ile ya da Stalin'in ülkeyi savaşa hazırlamak ve dış politikada özgür bir alana sahip olmak amacıyla merhametsiz hesapları ile, ya da bunların hepsi ile açıklama çabaları basitçe bu dönemi açıklamakta ikna edici olmamaktadır. Stalin hem kayıtları hem de olaylara karışan üst düzey yçneticilerin çoğunu yok ettiğinden ötürü bu tasfiyelere ve teröre gerçekten neyin sebep olduğunu muhtemelen hiçbir zaman kesin olarak öğrenemeyeceğiz. Makul ve siyasi aöıklamalar şüphesiz ki vardır ancak bu dönemin herhangi bir inandırıcı açıklaması mutlaka Stalin'in kişiliğini ve tutumunu göz önünde tutmalıdır. Olanların çoğu ancak Stalin'in rahatsız zihniyeti, patolojik zalimliği ve şiddetli paranoyasından kaynaklanması durumunda akla yatkın gelmektedir.Parti ve ülke üzerinde bir diktatörlük kurmuş olmasına rağmen endişeli; kolektivizasyonnun aşırılıklarının ve yüksek tempolu sanayileşmenin eleştirisi ile karşılaştığında savunmaya çekilen ve saldırganlaşan; geçmiş, mevcut ve hatta bilinmeyen gelecek muhaliflerin kendisine karşı planlar yapmasından derin şüphe duyan Stalin kapana kısılmış bir insan gibi davranmaya başlamıştır. Gerçek ya da hayâli düşmanlarına karşı kısa sürede saldırıya geçmiştir.[47] | „ |
Tarihçi Helen Rappaport, Büyük Temizlik sırasında NKVD'den sorumlu bürokrat olan Nikolay Yejov'u "sınırlı bir zekâya sahip" fiziksel olarak ufak tefek olan, "dar bir siyasi anlayış"a sahip ve "tarih boyunca diğer kitlesel katliamların kışkırtıcıları gibi fizksel cüssesinin eksikliğini patolojik zalimlik ve vahşi bir terör uygulayarak telâfi etmeye çalışan" bir kişi olarak tanımlar.[48]
Daniel Goldhagen yirminci yüzyıl Komünist rejimlerinin "diğer rejim türlerinden daha fazla sayıda insan öldürdüğü"nü iddia etmektedir.[49] Komünizm ve soykırım alanlarında çalışan Steven Rosefielde, Benjamin Valentino ve R.J. Rummel gibi akademisyenler de benzer sonuçlara ulaşmışlardır.[50][24][51] Rosefielde "Kızıl Holokost"un, "Ha Shoah" ve "Japonya'nın Asya Holokostu"nun toplamından daha fazla sivil öldürdüğünün mümkün olduğunu belirtir ve "Hitler'in soykırımının özelliği ile kıyaslandığında en az onun kadar menfur olduğu"nu ekler. Rosefielde ayrıca "yirminci yüzyılda kapitalizmin esas olarak insan eliyle neden olunan kuraklıklar ile sömürge halklarından milyonlarca kişiyi öldürdüğünü göstererek Kızıl Holokost'u hafifletmeye çalışmak moda olduysa da bu tarz caniyane ihmalkâr cinayetlerin toplamları Kızıl Holokost'un toplamının yanına yaklaşamaz" olduğunu da belirtir.[51]
Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, Stalin yönetimi altında siyasi ya da adli suçlar yüzünden yaklaşık 800.000 tutuklunun idamı, Gulaglarda olan 1,7 milyon civarında ölüm ile birlikte kulak tehciri sırasında 390.000 ölüm olmak üzere resmî olarak kaydedilmiş 3 milyon civarında insanın ölümüyle ilgili kanıtlara Sovyet arşivlerinden ulaşmak mümkün olabilmiştir.[52]
Stalin'in idaresinin neden olduğu ölümlerin miktarı Sovyet ve Komünist araştırmaları yapan akademisyenler arasında ateşli bir tartışma konusudur.[53][54] Yayınlanmış sonuçlar tahminlerin yapıldığı tarihe, tahmin yapmak için alınan kıstaslara ve yöntemlere göre ve tahminlere temel olan kaynaklara göre farklılıklar gösterir. Bazı tarihçiler Sovyet tarihinin farklı dönemleri için ayrı tahminler yapmaya çalışmışlardır ve Stalinist dönem için olan tahminler 8 ila 61 milyon arasında değişiklik göstermektedir.[39][55][56] Aralarında Stalin biyograficisi Simon Sebag Montefiore, eski Politbüro üyesi Aleksander Nikolaeviç Yakovlev ile Yale'in "Annals of Communism" serisinin yöneticisi Jonathan Brent'in de bulunduğu çeşitli akademisyenler ölü sayısını 20 milyon olarak belirtir.[57][58][59][60][61][62][63] Robert Conquest, The Great Terror adlı kitabının 2007 tarihli son revizyonunda gerçek sayıların hiçbir zaman bilinemeyeceğini ama SSCB'nin komünist liderlerinin en az 15 milyon ölümden sorumlu olduğunu tahmin etmektedir.[64]
Stephen G. Wheatcroft'a göre, Stalin rejiminin "suç sayılacak ihmali" ve "insafsızlığı" nedeniyle oluşan ölümler Hitler'in neden olduğu ölümlerden fazla olsa bile yalnızca bir milyon kadar insanın "kasıtlı ölümü"nden sorumlu tutulabilir.[4] Wheatcroft kıtlık nedeniyle olan tüm ölümleri "kasıtlı ölüm" kategorisinden çıkarır ve bu kategorinin "cinayet"ten çok "idam"larla değerlendirilmesi gerektiğini iddia eder.[4] Ancak Stalin rejiminin yalnızca Holodomor değil dekulakizasyon ve belirli etnik grupların hedeflendiği operasyonları da en azından geniş anlamıyla soykırım olarak sayılabilir.[65][66][67]
Soykırım üzerine çalışmalar yapan akademisyen Adam Jones "1917'de Bolşeviklerin iktidara geçmesi ile 1953'te Stalin'in ölmesiyle Sovyetler Birliği'nin daha ölçülü ve büyük ölçüde şiddet içermeyen iç politika uygulamaya başlaması arasında geçen zaman içinde görülen şiddetin benzerine insanlık tarihi içinde nadiren rastlanır" diye iddia eder. Buna istisnaların göreceli olarak Kızıl Kmerler ve mutlak ölçüde de Çin'de Mao iktidarı dönemi olduğunu da belirtir.[68]
Rus İç Savaşı sırasında her iki tarafta Kızıl Terör ve Beyaz Terör adı verilen terör operasyonlarında bulunmuştur. Kızıl Terör, siyasi polis Çeka tarafından on binlerce "halk düşmanı"nın yargısız infazıyla sonuçlanmıştır.[69][70][71][72] Kurbanların çoğu sözde karşı devrimci provokasyonlara karşı toparlanmış ve yargısız infaz edilmek üzere hazır tutulan burjuva rehinelerdi.[73] Çoğu, Kronstadt Ayaklanması ve Tambov Ayaklanması gibi ayaklanmaların bastırılması sırasında ya da bastırıldıktan sonra öldürülmüştür. Donald Rayfield "yalnızca Kronstadt ve Tambov ayaklanmalarını takip eden baskılar on binlerce yargısız infazla sonuçlanmıştır" diye iddia eder.[74] Çok sayıda Ortodoks din adamı da öldürülmüştür.[75][76]
Nicolas Werth'e göre Sovyet liderlerinin dekazakizasyon politikası "bir bölgenin nüfusunun tamamını bertaraf etmek, yok etmek ve tehcir etmek" anlamına gelmiştir.[77] 1919'un başlarında 10.000 ila 12.000 arasında kazak idam edilmiş[78][79] ve çok daha fazla sayıda kazak köyleri yakılıp yerle bir edildikten sonra tehcir edilmiştir.[80]
Stalin'in Sovyetler Birliği'nin lideri olarak konumunu sağlamlaştırma çabaları çok sayıda insanın tutuklanmasına ve infazına yol açmış ve bu durum özellikle bazen "Yejovşçina" ya da Yejov dönemi denen 1937-38 yılları arasında doruğa ulaşmış ve 1953 yılında Stalin'in ölümüne dek devam etmiştir. Yaklaşık 700.000 kişi enselerine sıkılan birer kurşunla infaz edilmiş[82] çok sayıda kişi de "soruşturma için gözaltı"na alındığı sırasında yedikleri dayak ve gördükleri işkence nedeniyle[83] ve açlık, hastalık ile aşırı çalıştırma nedeniyle yorgunluktan Gulaglarda ölmüştür.[84]
Tutuklamalar genellikle karşı devrimci yasalara atıfta bulunarak yapılıyordu. Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti'nin ceza yasasının 58. maddesi ihanet eylemlerini bildirmeme ve 1937'de yapılan eklemeyle de verilen görevleri yerine getirmeme gibi konuları devrime karşı işlenmiş suç olarak kabul ediyordu. NKVD'nin Devlet Güvenlik Şubesi tarafından Ekim 1936 ila Kasım 1938 arasında soruşturulan olaylarda en az 1.710.000 kişi tutuklanmış ve 724.000 kişi idam edilmiştir.[85]
Michael Ellman, din adamlarına uygulanan baskılar konusunda "...Rus Ortodoks Kilisesi din adamlar ile diğer dinlere 1937–38 yıllarında uygulanan terör (Binner & Junge 2004) de soykırım olarak nitelendirilebilir" görüşündedir.[86] Kiliseye ait dokumanlara atıfta bulunan Aleksander Nikolaeviç Yakovlev bu dönemde 100.000'den fazla rahip, keşiş ve rahibenin idam edildiğini tahmin etmektedir.[87][88]
Kurbanların çoğu eski "kulaklar" ve ailelerinden oluşmaktadır. Bunlardan 669.929 kişi tutuklanmış ve 376.202 kişi idam edilmiştir.[89]
1930'larda NKVD karşı devrimci eylemler içinde olduğundan şüphelenilen bazı "ulusal gruplar"ı hedefleyen kitlesel operasyonlarda bulunmuştur.[86] Toplan 350.000 kişi tutuklanmış ve 247.157 kişi idam edilmiştir.[90] Bunların arasında artık ortadan kalkmış olan Polska Organizacja Wojskowa üyelerine yönelik Leh operasyonu en genişleridir ve bu operasyonda 140.000 kişi tutuklanmış, 111.000 kişi idam edilmiştir.[86] Her ne kadar bu operasyonlar BM konvansiyonuna göre soykırım[86] ya da Montefiore'ye göre "mini soykırım" olarak tanımlanabilecek olsa da bu olayların hukuksal yönü hakkında yetkililerin aldığı bir karar yoktur.[86]
1937 yılının yaz ve sonbahar mevsimlerinde Josef Stalin NKVD ajanlarını Moğolistan Halk Cumhuriyeti'ne göndererek Moğol Büyük Temizliğini organize etti.[91] Bu baskılar sırasında 22.000[92] ya da 35.000[93] kişi idam edilmiştir. Kurbanların 18.000 kadarı Budist lamalardı.[92]
1939 Eylülünde Sovyetlerin Polonya'yı işgalini takiben NKVD ekipleri işgal edilmiş bölgelerden "Sovyet karşıtı elemanlar"ın ortadan kaldırılmasına başladı.[94] NKVD sistematik olarak genelde ölümle sonuçlanan işkence uyguladı.[95][96]
En çok bilinen katliam 1940 baharında meydana gelen ve NKVD'nin 21.857 Polonyalı savaş esiri ve aydını öldürdüğü Katyn Katliamıdır.[97][98][99] Polonya Anma Enstitüsü'ne göre savaş sırasında Sovyet baskısı nedeniyle 150.000 polonya vatandaşı yok olmuştur.[100][101]
Baltık devletlerinin ilhakından sonra da idamlara devam edilmiştir.[102] Barbarossa Harekâtı'nın ilk safhalarında, NKVD ve bağlı Kızıl Ordu kuvvetleri birimleri ilerleyen Mihver kuvvetlerinden kaçmadan önce onbinlerce tutuklu ve siyasal muhalifi katletti.[103]
Çin Komünist Partisi Çin'de iktidarı 1949 yılında, komünistler ile milliyetçiler arasında uzun süredir devam eden kanlı iç savaşın Çin komünist devrimiyle sonlandırılmasıyla eline geçirmiştir. Mao Zedong'un iktidarı eline geçirmesinden sonra politikaları ve siyasal tasfiyelerinin doğrudan ya da indirekt olarak onlarca milyon insanın ölümüne neden olduğu konusunda tarihçiler arasında genel bir görüşbirliği vardır.[104][105][106][107] Sovyet deneyimini örnek alan Mao, Marksizm'den kaynaklanan ideal topluma ulaşmak için şiddetin gerekli olduğuna inanarak büyük çaplı şiddet eylemlerini planlayıp gerçekleştirmiştir.[108][109]
Mao'nun yönetimi altında ilk büyük çaplı katliam toprak reformu ve karşıdevrimcilere karşı girişilen harekât sırasında meydana gelmiştir. 1948'de yayımlanan resmi araştırma belgelerinde Mao tarım reformunun kolaylaştırılması için "köylülerin onda birinin" (yaklaşık 50.000.000 kadar) "yok edilmek zorunda olunduğu"nu planlamıştır.[109] Toprak reformu sırasında öldürülenlerin sayısının çok daha az olduğuna ama en az bir milyon olduğuna inanılır.[108][110]
Karşıdevrimcilerin tasfiyesi asıl olarak eski Kuomintang resmî görevlilerini ve sadakatinden şüphelenilen aydınları hedeflemiştir.[111] En azından 712.000 kişi idam edildi, 1.290.000 kişi çalışma kamplarına gönderildi ve 1.200.000 kişi "çeşitli zamanlarda kontrole tabi tutulmuşlar"dır.[112]
Benjamin Valentino Büyük İleri Atılımın Büyük Çin Kıtlığının nedeni olduğunu ve kıtlığın en kötü etkilerinin rejim düşmanlarına doğru yönlendirildiğini söyler.[113] Daha önceki kampanya sırasında "kara ögeler" olarak etiketlenen dinî liderler, sağcılar ve zengin köylüler kıtlık sırasında besin dağıtımında en düşük öncelik verilmesi nedeniyle bu gruplarda ölenlerin sayısı çok yüksektir.[113] Mao's Great Famine (Mao'nun Büyük Kıtlığı) adlı kitabında tarihçi Frank Dikötter "baskı, terör ve sistematik şiddet Büyük İleri Atılımın ana temelleriydi" ve Büyük İleri Atılım "insanlık tarihinin en ölümcül katliamlarından birini tetiklemiştir" diye yazar.[114] Yerel ve bölgesel Çin arşivlerinde yaptığı araştırmalar ölü sayısının en az 45 milyon olduğunu gösterir ve "Çoğu durumda parti kendi insanlarını açlıktan öldürdüğünün farkındaydı" diye belirtir.[115] 1959'da Şanghay'da yapılan gizli bir toplantıda Mao kırsal bölgelerde bulunan tahılın üçte birinin toplanması emrini verdi. "Yeteri kadar yiyecek olmayınca insanlar açlıktan ölür. Halkın yarısını ölmeye bırakmak diğer yarısının doymasını sağlamak için iyidir" der.[115] Dikötter bu dönem sırasında en az 2,5 milyon insanın yargısız infazla ya da işkence ile öldürüldüğünü tahmin eder.[116]
Sinologilar Roderick MacFarquhar ve Michael Schoenhals, Kültür Devrimi sırasında şiddet nedeniyle yalnızca kırsal kesimde 750,000 ila 1,5 milyon kişinin öldüğünü tahmin ederler.[117] Mao'nun Kızıl Muhafızlarına devrimin düşmanlarını suiistimal etmek ve öldürmek için açık çek verilmiştir.[118] Örneğin 1966 Ağustos'unda yalnızca Batı Pekin'de 100'den fazla öğretmen öğrencileri tarafından öldürülmüştür.[119]
Soykırım akademisyeni Helen Fein, her ne kadar Kamboçya liderleri tarımsal komünizm doktrininin alışılmamış bir türüne bağlı olduklarını bildirseler de Kızıl Kmerlerin zenofobik ideolojisinin daha çok bir nasyonal sosyalizm ya da faşizm olgusuna benzediğine dikkati çeker.[121] Daniel Goldhagen, Kızıl Kmerlerin Kmer halkının "gerçek komünizmi kurmaya muktedir tek gerçek halk" olduğuna inanmaları nedeniyle zenofobik olduklarını açıklar.[122] Sosyolog Martin Shaw ise Kamboçya soykırımını "Soğuk Savaş döneminin en mutlak soykırımı" olarak tanımlar.[123]
Ölüm Tarlaları, Vietnam Savaşı'nın bitişinin hemen ardından 1975 ila 1979 yılları arasında ülkeyi yöneten Kızıl kmerler rejimi sırasında katledilerek gömülen çok sayıda insanın toplu mezarlarının bulundukları yerlere verilen isimdir. En azından 200.000 kişi Kızıl Kmerler tarafından idam edilmiştir[124] ve hastalık ile açlıktan ölümler de dahil olmak üzere Kızıl Kmerlerin uyguladığı politikalar yüzünden ölenlerin toplam sayısına ait tahminler 1,4 ila 2,2 milyon arasında değişmektedir ki ülke nüfusu 7 milyon civarındaydı.[125]
Demokratik Kampuçya (Kızıl Kmerler yönetimi altında Kamboçya) savaşın etkileri ve ekonomik aktivitelerin sekteye uğraması nedeniyle ciddi zorluklara maruz kalmıştır. Michael Vickery'e göre nüfusu 7 milyon civarında olan Kamboçya'da 740.800 kişi hastalık, aşırı çalışma ve siyasal baskılar nedeniyle ölmüştür.[126] Diğer tahminler yaklaşık olarak 1,7 milyon insanın öldüğünü önermektedir ve Yale Üniversitesi Kamboçya Soykırımı Programı bu soykırımı "son yüzyılın en kötü insanlık trajedilerinden biri" olarak tanımlar.[127]
Kamboçya Dokumentasyon Merkezi'nde araştırmacı Craig Etcheson ölenlerin toplam sayısının 2 ila 2,5 milyon arasında olduğunu ve "en olası" rakamın 2,2 milyon kişi olduğunu önerir. 5 yıl boyunca 20.000 civarında toplu mezarı araştırdıktan sonra "bu toplu mezarlar infaz edilen 1.112.829 kurbanın kalıntılarını içermektedir" diye sonuca ulaşır.[126]
Steven Rosefielde kişi başına düşen ölüm temel alındığında Demokratik Kampuçya'nın komünist rejimler içinde en ölümcül rejim olduğunu iddia eder çünkü esas olarak "sürdürülebilir bir üretici grubu yoktur" ve "katliamlara sınırlama getirmeyi başaramamıştır."[128]
1997 yılında Kamboçya hükûmeti soykırım mahkemesi kurmak için Birleşmiş Milletler'den yardım istemiştir.[129][130][131] İddia makamı tarafından soruşturma yargıçlarına beş olası şüphelinin adı verilmiştir.[129] 19 Eylül 2007'de Kızıl Kmerlerin iki numaralı adamı ve yaşayan en kıdemli üyesi Nuon Chea savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarla itham edilmiş ama soykırım suçlaması yapılmamıştır.
Vietnam[132] Kuzey Kore[133] ve Romanya'da[134] da kitlesel katliamlar yapılmıştır. Bulgaristan ve Doğu Almanya gibi komünist devletlerde da daha küçük çaplı kitlesel katliamların yapıldığı önerildiyse de belge ve kanıt eksikliği nedeniyle bu katliamları boyutu ve yapanların neden yaptığı hakkında kesin yargıya varmak mümkün olamamıştır.[135]
Benjamin Valentino'ya göre kendilerini Komünist olarak tanımlayan rejimlerin çoğu kitlesel katliam yoluna başvurmamıştır.[50] Bazı Doğu Avrupa ülkelerinde kitlesel katliamlar yapılmıştır ancak yetersiz belgesel kanıtlar nedeniyle bu olayların nedenleri ve boyutları hakkında kesin kanıya ulaşılamamaktadır.[135]
Benjamin Valentino'ya göre, elde bulunan belgesel kanıtlar, 1944 yılından başlayarak tarımsal kolektivizasyon ve siyasal baskılar nedeniyle 50.000 ila 100.000 kişinin öldürülmüş olabileceğini göstermektedir ancak kesin bir yargıya ulaşabilmek için elde bulunan belgeler yetersizdir.[135] Dinyu Sharlanov, История на комунизма в Булгария (Bulgaristan'da Komünizmin Tarihi) adlı kitabında, 1944 ila 1989 yılları arasında komünist rejim altında 31.000 kadar kişinin öldürüldüğünü belirtir.[136][137]
Valentino'ya göre 1945 yılından itibaren Doğu Almanya'da Sovyetler Birliği tarafından siyasal baskılar sonucunda 80.000 ila 100.000 kişi öldürülmüştür.[135]
Valentino'ya göre Romanya'da 1945'ten itibaren tarımsal kolektivizasyon ve siyasi baskılar nedeniyle 60.000 ila 300.000 kişi öldürülmüştür.[135]
R.J. Rummel'a göre, 1948 ila 1987 yılları arasında Kuzey Kore'de zorla çalıştırma, idamlar ve toplama kampları bir milyondan fazla ölüme neden olmuştur;[138] diğer araştırmacılar yalnızca toplama kamplarında 400.000 kişinin öldüğünü tahmin etmektedir.[139] Pierre Rigoulot ise 100.000 kişinin idam edildiğini, 1,5 milyon kişinin toplama kamplarında ve zorla çalıştırılma sonucu öldüğünü, 500.000 kişinin kıtlık nedeniyle öldüğünü ve 1,3 milyon kişinin de Kore Savaşı nedeniyle öldüğünü tahmin etmektedir.[140] Son Kuzey Kore nüfus sayımı temel alınarak yapılan tahminler ise 1990'larda görülen kıtlık nedeniyle 240.000 ila 420.000 arasında kişinin öldüğünü ve 1993 ila 2008 yılları arasında 600.000 ila 850.000 fazladan kişinin öldüğünü göstermektedir.[141] Bir milyon kadar kişinin ölümüne neden olan kıtlığın Kuzey kore hükûmetinin ekonomik politikalarının neden olduğu belirtilmektedir.[142] Kıtlık Stephen Rosefielde tarafından "açlık terörü" olarak tanımlanmıştır.[143] 2009 yılında Steven Rosefielde Kızıl Holokost'un "Kuzey Kore'de hâlâ sürdüğünü" çünkü Kim Jong Il'in "kitlesel katliamlardan vazgeçmeyi reddettiğini" belirtmiştir.[144]
1950'lerin başında Kuzey Vietnam'da Komünist hükûmetin başlattığı toprak reformu programı Steven Rosefielde'e göre "sınıf düşmanlarını yok etme amacı taşıyordu."[145] Yüzde dört ila yüzde beşlik bir kota izlenerek, kurbanlar gelişigüzel seçiliyordu.[146] İşkence öyle geniş çaplı olarak kullanılmaktaydı ki 1954'te Ho Chi Minh bu durumdan rahatsız olarak işkenceyi yasakladı.[146] Varlıklı çiftçiler ve toprak sahiplerine karşı yürütülen bu kampanya sırasında 50.000[146] ila 172.000[145] kişinin yok olduğu tahmin edilmektedir. Rosefielde, Ulusal Halk Partisi üyelerinin yargısız infazları da katıldığında 200.000 ila 900.000 kişinin öldüğünü gösteren daha yüksek tahminlerin de olduğunu belirtir.[145]
Uluslararası Af Örgütü 1977-78 yılları arasında "Kızıl Terör" nedeniyle toplam yarım milyon insanın öldürüldüğünü tahmin etmektedir.[147][148][149] Terör sırasında insanlar gruplar hâlinde kiliselere sokulmakta ve kiliseler yakılarak içindekiler öldürülmekteydi; askerler tarafından sistematik olarak kadınların ırzına geçilmekteydi.[150] Save the Children Fund "Kızıl Terör" kurbanlarının yalnızca erişkinlerden oluşmadığını, cesetleri Addis Ababa sokaklarına bırakılmış, on bir ila on üç yaşları arasında 1.000'den fazla çocuğunda öldürüldüğünü rapor etmiştir.[147] Mengistu Haile Mariam'ın siyasi muhaliflerini kendi elleriyle öldürdüğü iddia edilmiştir.[151]
Macaristan Sovyet Cumhuriyeti'nin kısa süren iktidarı sırasında 1919 yılında Lenin-fiúk (Lenin'in delikanlıları) siyasi muhaliflere karşı çeşitli cürümlerde bulunmuşlardır.[152] II. Dünya Savaşı'ndan sonra Macar gizli polisi olan Devlet Muhafaza Kurumu toplama kampları idare ederek kitlesel katliamlarda bulunmuştur.
Her ne kadar komünist soykırıma bir örnek olarak gösterilse de Frank Wayman ve Atsushi Tago'ya göre Afganistan Demokratik Cumhuriyeti sınırda bir vaka olarak değerlendirilmelidir.[11] Sovyet işgalinden önce, Afganistan Demokratik Halk Partisi çoğu Puliçarki hapishanesinde olmak üzere 10.000 ila 27.000 kişiyi idam etmiştir.[153][154][155] 1979'da işgalden sonra Sovyetler kurdukları kukla hükûmetin başına Babrak Karmal'ı geçirdi ancak sürekli bir savaş hâlinde olunduğundan iktidar tam bir komünist rejim olarak kabul edilememktedir. 1987'de ülkenin %80'i ne komünizm yanlısı hükûmet ve destekleyen Sovyet birlikleri ne de silahlı muhalifler tarafından kontrol edilmekteydi. Dengeleri değiştirmek için Sovyetler Birliği sistematik olarak isyankâr eyâletlerdeki ekin hasatlarını yakarak ve köyleri yok ederek toptan yakıp yıkma politikası ile birlikte direnişçileri sakladığı ve yardım ettiği düşünülen köyleri bombalayarak yerel halkı Sovyet kontrolü altındaki bölgelere göç etmeye zorlayarak direnişçilere olan desteği yok etmeye yarayan "göçsel soykırım" politikası uyguladı.[156] 1988'de Sovyetler ülkeden çekildiğinde çoğu Afgan siviller olmak üzere 1 ila 1,5 milyon arasında kişi öldürülmüş ve ülkenin nüfusunun üçte biri göç etmişti. M. Hassan Kakar argued that "Afganların bir süpergüç tarafından yapılan soykırımın son kurbanları" olduğunu iddia etmiştir.[157] Sovyet dönemine kadar ulaşan infaz edilmiş tutukluların toplu mezarları açığa çıkarılmıştır.[158]
Sovyetler Birliği'nde tarımsal politikalarda zorla yapılan değişiklikler (kolektivizasyon) ve kuraklıklar 1932-33 Sovyet kıtlığına neden olmuştur.[159][160][161][162] Kıtlık en büyük yıkıma Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nde neden olmuştur ve bu olaydan Holodomor diye söz edilmektedir. Sovyetler Birliği'nde bu kıtlık nedeniyle ölenlerin sayısı 6 ila 8 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir ve kıtlık kurbanlarının önemli bir miktarı (3–3,5 milyon) Ukraynalıydı.[163][164]
Bazı akademisyenler Stalinci politikaların neden olduğu kıtlığın Ukrayna milliyetçiliğinin yükselişine karşı bir saldırı olarak tasarlandığını[165] dolayısıyla da soykırımın yasal tanımı içerisine girdiğini iddia etmektedirler.[159][160][166][167][168] Ekonomist Michael Ellman Sovyet rejiminin 1930 ila 1934 arasındaki eylemlerinin "insanlığa karşı işlenmiş bir dizi suç" olduğunu iddia eder.[164] Benjamin Valentino "Sovyet yetkililerinin açlığı kolektivizasyona karşı olan köylü direnişini kırmak için bir silah olarak kullandıkları yönünde kuvvetli kanıtlar vardır" diye belirtir ve "bu tarz politikalar nedeniyle olan ölümler kitlesel katliam kriterlerine uymaktadır" diye iddia eder.[169] Timothy Snyder, 1933'te "Avrupa'nın kitlesel katliam dönemini başlatan acımasız el koyma kampanyaları ile Josef Stalin'in bilinçli olarak Ukrayna'yı aç bıraktığını" iddia etmiştir.[170]
Viktor Yuşçenko idaresindeki Ukrayna, bu kıtlığın dünya tarafından soykırım olarak tanınması için çaba sarf etmiştir.[171] Bu çabalar bazı ülke hükûmetleri tarafından da desteklenmiştir.[172] Rus hükûmeti bu fikre şiddetle karşı çıkarak Yuşçenko'yu yaşanan trajediyi siyasallaştırmak, propaganda ve belge yaratmakla suçlamıştır.[173] 2010 yılında, Ukrayna başkanı Viktor Yanukoviç, Yuşçenko'nun Holodomor politikasını tersine çevirmiştir ve günümüzde Holodomor hem Rusya hem Ukrayna tarafından "Stalin'in totaliter rejimi" nedeniyle olan Rus ve Ukrayna halklarının ortak trajedisi olarak tanınmakta ve etnik Ukraynalıları yok etmek için bir soykırım eylemi olduğu kabul edilmemektedir.[174] Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi aldığı bir kararla kıtlığa "Sovyet rejiminin zalim ve bilinçli eylemleri ile politikasının" neden olduğunu ve Ukrayna, Belarus, Kazakistan, Moldova ve Rusya'da "milyonlarca masum insanın" ölümüne yol açtığını ilân etmiştir.[174][175] Kazak olayına istinaden Michael Ellman BM konvansiyonu dışında "ihmâl nedeniyle soykırım"a örnek olduğunu iddia eder.[164]
Josef Stalin yönetiminde Sovyet hükûmeti muaazzam ölçülerde bir dizi tehcir organize ederek SSCB'nin etnik haritasını önemli ölçüde değiştirmiştir. Tehcire tabi tutulanlar sıklıkla davar taşıyan vagonlarla oldukça zor şartlar altında yer değiştirmişler ve yüzbinlerce muhacir yolda ölmüştür.[176] Bazı uzmanlar tehcir edilenlerin üçte birinin yolda öldüğünü tahmin etmektedir.[177][178] Kırım Tatarlarının kaderini göz önüne alan Amir Weiner bu politikanın "ethnik temizlik" olarak değerlendirilebileceğini yazar. Lyman H Legters Century of Genocide (Soykırım Yüzyılı) adlı kitabında "tam anlamıyla tamamlanmış bir soykırımdan söz edemeyiz, ancak potansiyel olarak soykırıma yol açabilecek bir süreçten" söz edebiliriz diye yazar.[179]
Komünizmin Kara Kitabı'na göre Çinli Komünistler Tibetlilere karşı kültürel soykırım uygulamışlardır. Jean-Louis Margolin öldürülenlerin orantısal olarak Tibet'te Çin'den daha fazla olduğunu belirterek "soykırımsal katliamdan söz etmek ölenlerin sayısı göz önüne alındığında haklı bir ifadedir" diye iddia eder.[180] Dalay Lama ve Merkezî Tibet Yönetimi'ne göre, "Tibetans yalnızca vurularak öldürülmedi aynı zamanda ölene kadar dövüldü, çarmıha gerildi, canlı canlı yakıldı, suda boğuldu, sakat bırakıldı, aç bırakıldı, boğazları sıkılarak boğuldu, asıldı, canlı canlı kaynar suya atıldı, canlı canlı gömüldü, kolları ve bacakları kesildi ve başları kesildi."[180]
Soykırım uzmanı Adam Jones,1959 Tibet ayaklanmasından sonra, tepki gösterenlere Çinliler tarafından "mücadele celse"leri düzenlenmesine onay verdiler ve bu celselerde "...komünist kadrolar halk düşmanlarını açıkça suçladı, işkence etti ve sıklıkla da idam etti" diye belirtir. Bu celselerin sonucunda 6 milyonluk nüfusun içinde 92.000 kişi öldürülmüştür. Jones bu ölümlerin yalnızca soykırım olarak değil aynı zamanda Tibet nüfusunda daha iyi eğitimli ve liderlik vasfına sahip olanların hedeflendiği bir "elitisid" olduğunun altını çizer.[181]
Gazeteci ve yazar Seumas Milne, kıtlık sonucu oluşan ölümler için kullanılan demografik verilerin güvenilir olamaması nedeniyle bu ölümlerin devletler tarafından yapılan katliamlar arasına alınıp alınmamasını sorgulamıştır. Milne, kıtlıkların katliam sayılması durumunda Büyük Britanya'nın 19. yüzyılda Hindistan'da kıtlık nedeniyle ölen 30 milyon insanın ölümünden sorumlu olduğunu iddia eder ve "sömürge dönemine ait kapsamlı bir suçlama" yapılmamasından duyduğu esefi dile getirir.[182]
Benjamin Valentino "Her ne kadar kıtlık nedeniyle olan ölümlerin tamamı kasdî olmasa da komünist liderler kıtlığın en kötü etkilerini bilerek şüphelendikleri düşmanlarına yönelterek milyonlarca insanın devlet direktiflerine uyması için açlığı bir silah olarak kullanmışlardır" diye yazar.[42]
Daniel Goldhagen bazı durumlarda kıtlık nedeniyle ölümlerin kitlesel katliamlardan ayrı tutulmaması gerektiğini iddia eder: "Hükûmetler kıtlık koşullarını azaltma yoluna gitmeyince siyasi liderler kitlesel ölümlere hayır dememeyi tercih etmişler ya da diğer bir deyişle evet demişlerdir." Kıtlığın Sovyetler, Almanlar, komünist Çin, Kenya'da Büyük Britanya, Nijerya'da İbolara karşı Hausalar, Kızıl Kmerler, komünist kuzey Koreliler, Eritre'de Etiyopyalılar, siyasal muhalefetin bölgelerine karşı Zimbabve, Güney Sudan ve Darfur'da siyasal islamcılar tarafından ya bilinçli olarak kullanıldığı ya da kasten göz yumulduğunu iddia eder.[183]
Josef Stalin'in Lubyanka hapishanesindeki baş cellâdı Sovyet generali Vasiliy Blohin kişisel olarak binlerce tutukluyu vurarak öldürmüştür ve bazı tarihçiler tarafından tarihin en çok öldüren cellâdı olarak görülür.[184][185]
Etiyopya'nın eski yöneticisi Mengistu Haile Mariam soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar ile itham edilmiş ve Etiyopya mahkemesinde Kızıl Terördeki rolü nedeniyle ölüm cezasına çarptırılmıştır; Kızıl Kmerlerin yaşayan en yüksek yetkilisi de bu suçlarla itham edilmiştir.[186][187][188][189][190] Ancak hiçbir komünist ülke ya da iktidarda bulunmuş kurum soykırım nedenşyle hüküm giymemiştir. Etiyopya kanunlarının soykırım tanımı yalnız etnik grupları değil siyasi grupları da yok etmeyi kapsadığı için Birleşmiş Milletler'in soykırım tanımı ile diğer soykırım tanımlarından farklılık gösterir. Bu açıdan Etiyopya'da kullanılan tanım politisid tanımına benzerlik göstermektedir.[191]
Çekya kanunlarına göre Nazi ya da Komünist soykırımlarını ya da Naziler ile Komünistlerin diğer suçlarını kamu önünde inkâr eden, şüphe olduğunu belirten, bu suçların işlenmesini onaylayan ya da doğru olduklarını kanıtlamaya çalışan kişi 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılabilir.[192] 2005 yılının Mart ayında Polonya Parlamentosu'nun alt kanadı Sejm, Josef Stalin'in NKVD'si tarafından 21.000 Leh savaş esiri ve entelektüel liderlerinin infaz edildiği Katyn Katliamı'nı Rusya'nın soykırım suçu olarak kabul etmesi için oybirliğiyle karar alarak çağrıda bulundu.[193] Rusya Federasyonu Başsavcılığı'ndan Alexander Savenkov: "Soykırım versiyonu incelenmiştir ve bu konuda yasal anlamda konuşmak için kesinlikle bir temel olmadığı konusunda kesin yargıya vardım."[194] 2010 yılının Mart ayında Memorial derneği Rusya başkanı Dmitry Medvedev'e çağrıda bulunarak katliamın insanlığa karşı işlenmiş suç olarak kabul etmesini istedi.[195] 26 Kasım 2010'da Rus Devlet Duması arşivdeki belgelerin “yalnızca bu korkunç trajedinin boyutunu ortaya koymadığı aynı zamanda Katyn cürmünün Stalin ve diğer Sovyet liderlerinin doğrudan emirleriyle gerçekleştirildiği"ni söyleyen bir bildiri ilân etti.[196]
2007 Ağustos ayında, Estonyalı Kızıl Ordu eski mensubu olan ve Estonya başkanı Lennart Meri'nin kuzeni Arnold Meri, Estonyalı yetkililer tarafından 1949 yılında Hiiuma'da Estonyalıların Sovyetler tarafından tehcirine katılması nedeniyle soykırım suçlaması ile karşı karşıya kaldı.[197][198] Meri 27 Mart 2009'da 89 yaşında ölünce davanın görülmesi durduruldu. Meri suçlamaları reddederek siyasi amaçlı karalama kampanyası olarak tanımladı: "Kendimi soykırım nedeniyle suçlu olarak görmüyorum" demiştir.[199]
25 Temmuz 2010'da, 14.000'den fazla kişinin işkence edildikten sonra öldürüldüğü Demokratik Kampuçya S-21 tutuklu kampının Yoldaş Duch olarak da bilinen müdürü Kang Kek Iew insalığa karşı suçlar ile itham edilerek 35 yıl hapse mahkûm edilmiştir. 11 yıldır tutuklu olduğu için cezası 19 yıla düşürülmüştür.[200]
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.