İran İslam Devrimi
1979 yılında İran'daki monarşinin yıkılıp İslam Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla sonuçlanan devrim Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
1979 yılında İran'daki monarşinin yıkılıp İslam Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla sonuçlanan devrim Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
İran Devrimi veya İslam Devrimi (Farsça: انقلاب اسلامی, İnkılâb-ı İslâmî), 1979 yılında İran'ın Muhammed Rıza Pehlevi liderliğindeki bir monarşiden, Ayetullah Ruhullah Humeyni yönetiminde İslam hukuku ve Şiî mezhebi görüşlerini esas alan İslam Cumhuriyeti kurulmasına dönüşen popüler hareketin adıdır.
Bu maddede birçok sorun bulunmaktadır. Lütfen sayfayı geliştirin veya bu sorunlar konusunda tartışma sayfasında bir yorum yapın.
|
Devrimin nedenleri arasında Şah yönetiminin halktan destek görmemesi ve son zamanlarda Şah'ın özellikle Amerikalı yetkililerle fazlaca içli dışlı olması sayılabilir. Aslında güç düşüncesi ve Cumhuriyet isteyen Mollalar tarafından güce kavuşmak için Devrim isteği eski zamanlardan beri sürüyordu. Ancak kısa süren ikinci monarşi döneminin ardından Tebriz'den gelen Settar Han ve Bagir Han komutasındaki Kuvayı millî Tahranı ele geçirdikten sonra Cumhuriyet yanlısı mollalar yargılanmış, Şeyh Feyzullah Nuri idam edilmiş ve Devrimciler böylece bastırılmışlardı. Bu baskı şiddetli bir şekilde Rıza şah döneminde de sürmüş oğlunun döneminde ise daha serbest kalmışlardı. 1902 doğumlu Ayetullah Ruhullah Humeyni, özellikle Ak Devrim'in ardından kadınlara oy hakkı verilmesiyle beraber ülke içindeki Batı nüfuzunu bahane ederek, Şah'ın politikalarına açıkça karşı çıktı ve İslam'ın uzlaşmaz bir şekilde devlet politikası olması gerektiğini belirtti. 1960'larda sürgüne gönderilen Humeyni önce Türkiye'de, sonra Irak'ta kaldı. 1978'de Saddam Hüseyin Humeyni'yi Irak'tan kovunca ABD tekelinden çekinen Fransa ona sahip çıktı.
Humeyni devrimden önce Paris'te kaldı. 1 Şubat 1979'da İran'a milyonların katıldığı bir karşılamayla dönen Ayetullah Humeyni, Devlet Başkanlığına getirildi ve ömür boyu devletin dini ve siyasi lideri olarak kaldı. Devrim sırasında ilk önce liberal, sol ve İslamcı gruplar Şah'ı devirmek için birleşmiş, Şah'ın devrilmesinden sonra ise iktidara yükselen Ayetullah Humeyni, liberal, solcu ve ılıman Müslüman muhalif liderleri ve grupları sindirmiştir. Devrimin oluşum sürecinde rantiyeci devlet modelinin petrol krizleri sonucunda çökmesi etkili olmuştur. Muhammed Rıza Şah'ın İranın gereksinimleriyle örtüşmeyen tarım politikaları kırsaldan Tahran'a göçü hızlandırmış ve büyük kentlerde İslam'a yönelen bir sınıf yaratmıştır. İran Devrimi'nin oluşumunda Amerika'nın İnsan Hakları Politikası ivmeyi arttırıcı bir rol oynamıştır. Aydınlar yayınladıkları açık mektuplarla demokratikleşme isteklerini belirtirken, ABD'nin de bu süreçte Şah'a baskı yapacağını düşünmekteydiler. Devrim sürecinde farklı gruplar şahı devirme amacıyla birleşmiş, İslamcılar bu süreç içinde güçlenerek İslam Devrimi ve Demokrasi sloganıyla solcu, muhafazakâr, aydın grup ve halkı birleştirerek zafere ulaştıkları diğer grupları saf dışı bırakarak sonunda İran'daki Monarşi'yi İslam Cumhuriyeti'ne dönüştürmüşlerdir. Devrim sonucunda İran bayrağından değişmeler olmuş eski Şah yönetimini ve Monarşi'yi simgeleyen Aslan ve Güneş amblemi kaldırılmış, yerine İslam Cumhuriyeti amblemi olan "Allah" yazısının logo şekli konmuş ve çeşitli itirazlara neden olmuş ancak varlığını günümüze kadar sürdürmüştür. Devrim zafere ulaştığında 5 yaşında küçük bir kız olan Marjane Satrapi kendi yaşadıklarını kitabının ardından Persepolis (film) adlı animasyon filmi olarak beyaz perdeye taşımış ve dünya çapında geniş yankıya neden olmuş Canes Film festivalinde Jüri özel ödülüne layık görülmüştür.[1] [2][3]
Büyük devrimlerin bütününde olduğu gibi bu devrimde de birçok etmen bir aradadır. Bu sürecin başlamasına yardımcı olan ilk nedenler arasında 1960’lı yıllarda İran toplumunun geçirdiği yapısal sıkıntılar bulunmaktadır. İran Şah’ının ‘ak devrim’ olarak nitelendirdiği olay İran’da büyük sorunlar doğurmuştur. Geleneksel monarşi içinde yer alan sınıflar bu devrimden rahatsızlık duymaktaydı ve siyasi roller sistem içerisinde önem kaybetmeye başlamıştı. Bunlara bağlı olarak 1962-1975 yılları arasında şehirde orta sınıf kavramının oluşması, kırsal alanlardan büyük şehirlere göçlerin başlamış olması ve yanında gelen ekonomik olaylar, yoksullaşan bu halk kitlesinin devrimdeki temel sacayaklarını oluşturmaktaydı.[4] Ak Devrimin ardından memnun olmayan Cumhuriyet için mücadele eden Mollalardan biri olan Ayetullah Humeyni 1963'te Şaha karşı vaaz vermeye başladı. o dönemde kaynaklarını kullanarak ciddi bir ekonomik güce kavuşmaya başlayan İran, SAVAK adında halkına zulüm ve işkence edecek istihbarat örgütü kurdu ve İmam Humeyni çeşitli dönemlerde hapse atıldı. Sonunda idam cezasına çarptırılan İmam Humeyni Ayetullah el-Uzma Şeriatmedari tarafından idam edilmesin diye "en büyük Ayetullah" anlamına gelen ve 12 İmamcıların mezhebinde idamı caiz olmayan merci-i taklid makamına bir gecede getirildi. Şah, İmam Humeyni’yi idam edemeyince onu Irak’a sürdü. Saddam'ın kendisi Sünni olduğu için Şii bir Molla'yı ülkesinde istemedi, bir süre sonra onu sınır dışı etti. İmam Humeyni önce Türkiye'de Bursa’ya daha sonra da Fransa'ya Paris yakınlarına sürüldü. bu süre içinde İran'da çeşitli gelişmeler yaşanıyordu. İran şahı İran’ı kendisine bağlı modern bir ülke hâline getirmek için çabalıyordu.
Farsçada Kıyamet anlamına gelen Rastakhiz partisi Emir Abbas Huveyda başkanlığında kuruldu ve Hüveyda başbakan oldu. Onun başbakanlığı döneminde enflasyona karşı ciddi bir mücadele başladı. Ayrıca dövize doyan İran hazinesi İngiltere dâhil olmak üzere yabancı ülkelere borç vermeye başladı. (yabancı ülkelere verilen borç daha sonra Emir Abbas Huveydanın göstermelik mahkemesinde vatana ihanet olarak tanınacak ve tek celsede idam cezası alması için işlediği suçlardan sayılacaktı). Enflasyona karşı mücadeleden bazari denen İran piyasasına hâkim olan görüntüde küçük ama içeride büyük esnaf zararlı çıkınca onlardan aldıkları destekle şaha karşı çıkan Mollalara daha çok destek olmaya başladılar öte yandan Ak devrimin sonucu olarak hızla şehirlere göçmüş eğitimsiz ve geleneksel dini inançların etkisiyle Mollaların etkisi altında kalan halk Mollaların arkasında işçi tabakası da şaha muhalif Sovyetler yanlısı Tudeh Partisinin arkasında durmaya başladı. 1961'de Komünistler ve Dindarlar bu iki ittifak kurmaya ve şahın aleyhine çalışmaya başladılar. Rastakhiz partisi’nin iktidarı süresince milyonlarca dolar kârdan mahrum kalmış ve özellikle yabancı sermayenin girişi ve büyük fabrikaların kurulmasıyla bu durumun artacağını düşünen Bazari(esnaf)ler Marksizm ile muhalif olsalar da bu fikre destek verdi. 1961'den beri sokak protestoları inişli çıkışlı devam etmekteydi. Kimi zaman bu protestolar Jale meydanı protestosu gibi kanlı bastırılmış ancak günümüz İran hâkimiyetinin şah rejimine sorumluluğu yüklemesine rağmen hala açılan ateşin emrinin kimin verdiği gizemini korumaktadır. Şah yanlısı ordu komutanları kesinlikle bu sorumluluğu kabul etmemiş kayıtlarda da hiçbir şey görünmemektedir. Kimi düşünürler ve yazarlar o dönemde orduya nüfuz etmiş Tudeh partisinin perde arkası faaliyetine ve kimi yazar da bu olayı dindarların işi olduğunu iddia etmektedir.
1971'den beri protestoların hızı giderek artmaya başladı. Üniversite öğrencileri zamanının popüler düşüncesi olan Marksizm-Sosyalizm ile tanışmış çoğu aydın olarak kabul ettikleri Tudeh partisine katılmış ve şah aleyhine düzenlenen protestolara Komünist cepheden katılıyordu. 1979'a doğru Tahran başta olmak üzere çoğu üniversite ders programına devam edemez duruma gelmişti. Devrime Sol kanattan katılan başta Hava kuvvetleri olmak üzere ordu subayları da katılıyordu subayların çoğu Hümafer denilen yurt dışında ileri düzeyde eğitim almış dini Marksizm düşüncesini benimsemiş hava kuvvetleri pilotları idi. Bu grup Devrimin zaferine doğru Silah depolarının kapılarını halka açacak ve devrimcilerin silahlanmasını sağlayacaktı ancak devrimin zaferinin ardından birçoğu ya hapse atılacak ya da idam edilecekti. Hava kuvvetleri 1979'a doğru büyük grevlere sahne olmaya başlamıştı ve durum iyice şahın kontrolünden çıkmak üzereydi. Şah çeşitli aksiyonlarla protestocuları memnun etmeye çalıştı ancak başaramadı. Halkın kışkırtılmasında etkisi olan ana unsurlardan biri de şahın dine karşı olması ve halkı kandırmak için verdiği çabaya karşılık mollaların verdiği tepkiden ibaretti. Şah ve iktidardaki Rastakhiz Partisi özellikle köyler ve Kızların eğitimine ciddi önem veriyor ve bu durum Komünist ve Dindar kesiminin tepkisini çekiyordu. Türkiye’deki Köy Enstitülerine benzer enstitüler oluşturan Rastakhiz partisi köyleri eğitmeye ve dindar Mollaların etkisini eğitim ile azaltmaya çalışıyor ancak bu durum mollaların etkisi altında olan çocuklar ve gençlerin ebeveynlerinin tepkisini çekiyordu.
Şah 1970'lerde Amerika ile ittifak kurmuş, Ortadoğu’nun süper gücü durumuna gelmişti, İran’ın gücünün yanında seslerini çıkartamayan ezeli düşman Arap dünyası bu duruma tepkiliydi. Sol ekibi, şahı halka ait Petrol gelirinin silahlara ve Molla ekibi paranın dini değerlerin aleyhine çalışmak için turistikleşmeye harcamayla suçluyordu ancak her iki ekip de birbirini destekliyordu. 1972-76 arası İran tüm politik çalkantılara rağmen neredeyse sıfır enflasyon ile gidiyordu ve bu durum bazarileri iyice kışkırtmaya yaramıştı. (Bu durumu Emir Abbas Hüveyda'nın göstermelik mahkemede yargılanırken onu yargılayan Molla savcının usulüne uygun olmayan üslup ile suçlamasına yaptığı avukatsız savunmada cebindeki İran yapımı tükenmez kalemi çıkararak söylediği "benim dönemimin başlangıcında bu kalem 1 Riyal idi iktidarım bittiğinde de 1 Riyal idi" sözünden iyice anlaşılabilir.) Nihayetinde 1979'da protestolar çığırından çıktı 16 Ocakta Şah Kahire'ye gitti ve 1 Şubat 1979'da İmam Humeyni İran’a döndü. İmam Humeyni'nin Air France'a ait Boeing 747'de bir gazetecinin "İran’a dönüşte ne duygunuz var?" sorusuna "Hiç" cevabı vermesiyle[5] çoğu aydın onu desteklemekten vazgeçtiği iddia edilir ve birçok İslam Cumhuriyeti muhalifi hala o konuşmayı hatırlatarak İran’ın nasıl bir rejime emanet edildiğini hatırlatır.
İmam Humeyni Tahrana dönüşte yaptığı ilk konuşmada "ben hükûmet tayin ederim, ben yumrukla mevcut şah hükûmetinin ağzına vururum" cümlesiyle Güçlü bir İslam Cumhuriyeti oluşturacağının sinyallerini vermiştir. Ancak 1 Şubat-11 Şubat arası kara kuvvetleri şaha bağlı kalarak dönemin Musaddık yanlısı liberal başbakanı Şapur Bahtiyar hükûmeti resmî hükûmet olarak kalmış, Mehdi Bazergan İmam Humeyni’nin tayin ettiği hükûmet olarak hâkim olmaya çalışmıştır. Nihayetinde 11 Şubat 1979'da Şapur Bahtiyar istifa etmek zorunda kaldı ve üniversite yıllarını geçirdiği Fransa’ya kaçtı, 6 Ağustos 1991'de İslam Cumhuriyeti istihbarat bakanlığı ajanlarınca evinde öldürüldü. Katili hâlen Fransa’da hapiste bulunmaktadır.[6] [7][8]
Devrimin 11 Şubat 1979'da Şapur Bahtiyar'ın istifasıyla zafere ulaşmasını takiben, 24 Şubat 1979'da, Halhali İmam Humeyni tarafından Şeriat Uygulayıcısı (حاکم شرع) ve yeni kurulan Devrim Mahkemeleri Başkanı olarak seçildi. Devrimin ilk günlerinde yeryüzünde sapkınlığı yayma(Arapça: مفسد فی الارض) ve Allah'a karşı savaşma (Arapça: محارب) suçlamalarıyla "yüzlerce eski monarşi görevlisini" idama mahkûm etti. Sanıkların çoğu avukat tutma hakları yoktu. Halhali'nin mahkemelerde kullandığı üslup hukukçularca mahkeme kurallarına aykırı olarak nitelendirilmiştir. Günümüze kadar gelen bazı görüntülerde Savcı, Hâkim ve jüri görevini tek başına üstlendiği mahkemede Sanık hakaretlere maruz kalmaktadır.[9] Devrimden önce 13 yıl İran başbakanlığı görevini yapan Emir Abbas Hüveyda'nın idam kararı onun başlıca yaptığı işlerdendir. Hüveyda herhangi bir avukat tutma hakkından yoksundu ve kendi başına göstermelik mahkemede yaptığı savunmaya rağmen idam kararını aldı ancak idamı diğerlerinden biraz farklı oldu. İmam Humeyni'nin alelacele idam edilmesine muhalif olmasına rağmen idam sahasına gelmeden önce o dönem güce kavuşan mollalardan biri olan Hadi Gaffari tarafından boynuna sıkılan 2 tabanca kurşunu tarafından öldürülmüş daha sonra idam hükmü okunarak idam edilmiştir. Halhali 20 yıl sonra yazdığı anılarda itiraf ettiği gibi en az 2000 kişiyi sadece 1979'da idama mahkûm etmiştir. Bazı yazarlar verdiği idam hükümlerini 8000'e aşkın olduğunu yazmaktadır aynı zamanda birebir tanıklara göre sadece bir kişi ondan müebbet hapis hükmü giymiş geri kalan herkes idama mahkûm olmuştur.[10] 23 yıl sonra 2002'de Pervin dergisiyle röportajında şöyle demiştir: 1980'de İmam Humeyni'nin yanında Solcuları nasıl durduracağımızı tartıştık ve daha sonra eve gitmek için çıktım eve giderken 15-16 yaşlarında iki çocuğun bir şeyi gizlice birbirine verdiklerini gördüm onları yakalamalarını emrettim. Hatırlıyorum yakalanan çocuğun soyadı "Şeriatı" idi. hemen mahallinde sorguladım ve çocuk solcu gazeteleri birbirlerine verdiklerini itiraf etti. Anında silahımı çıkardım, kafasına sıktım ve çevremdekilere dedim ki "işte bu komünistlerle böyle mücadele edilir."[11] BBC ile yaptığı röportajda da hiçbir şekilde yaptığından pişman olmadığını ve aynı kişiler tekrar dünyaya gelseler tekrar onları idam edeceğini açıklamış kendi anılarında geriye dönüp baktığında idama mahkûm ettiklerinden bazılarının idam edilememesinden üzüntü duyduğunu ifade etmiştir.[12] Verdiği sayısız idam hükmü ve tüm bunları böylesine soğukkanlı karşılamasına karşılık İran halkı ona "Devrim Kasabı" ve "Devrim Celladı" lakabı vermiştir. Gerek halk gerek İslam Cumhuriyeti yetkilileri tarafından sevilmez. Mollalar dahi onu sevimsiz olarak nitelemektedir.
Halhali 1979-80'de Mehdi Bazargan ve Ebu'l-Hasan Beni Sadr hükûmetinin tek celsede verdiği idam kararlarına itirazı üzerine verdiği cevapta şöyle demiştir: "Sorun değil hata yaptıysak cennete giderler." Halhali'nin idamlarına itirazın artmasıyla birlikte İmam Humeyni de bir itiraz sunmuş ve muhalefetini dile getirmiş ancak asla onu oturduğu koltuktan almamıştır. O dönemde muhaliflere verdiği cevapta şöyle demiştir: "Muhalifini aynen böyle yakasından tutup bir kenara atıyorsun. Ben aynen bu himayelere sığınarak kendi işime devam edeceğim ve görevimi yerine getirmekten bir an bile geri çekilmeyeceğim." Bu sözüyle aslında devrimin dinci kesiminde aslında devleti tek elden yönetmek için gizli ve eski bir anlaşma olduğunun anlaşıldığı iddia edilmektedir. Ayrıca Halhali Mehdi Basargan’ın Liberal bir devlet kurma çabalarını birçok diplomat ve siyasetçinin idam kararıyla yıkmıştır. Sadık Halhali devrimin ilk günlerinde devrik İran şahı Muhammed Rıza Pehlevi’yi tek celsede idama mahkûm etmiş ancak İran’da bulunmadığı için medyadan Şahı öldürmek için Çakal Carlos ile anlaştıklarını duyurmuştu. 27.06.1979'da Çakal Carlos’a bağlı teröristler o dönem Meksika’da bulunan şaha yönelik helikopter ile suikast düzenlemiş ancak başarılı olamamıştır başarısızlığın ardından kimi kaynağa göre milyonlarca dolar paraya konan Çakal Carlos tüm vaatlerine rağmen bir daha şaha karşı suikast düzenlememiştir.[14] Ve takibinde Halhali Şahın öldürülmesi için Hazine kaynaklarından 140.000$ ödül tayin ettiğini açıklamıştır. Halhali Aralık 1979'da aynı yöntem ancak kendi bünyelerinde yetişen Mücahitler(İslam’ın Fedaileri) ile şahın yeğeni şehriyar şefiki Paris’te yaşamına son verilmiştir ve bunu açıklamaktan çekinmemiştir.[13] Halhali'nin idam kararları devlet büyükleriyle sınırlı kalmamış elbet. Halhali kendi kabul ettiği gibi ayrıca devrimden önce devlete bağlı genel evlerde çalışanlar ve ayrıca alkollü içecek satan ve devrim sonrası İran’ı terk etmeyen kadın ticareti yapanları ve fahişelerin tamamını idama mahkûm etmiştir.
Halhali ve yandaşları İran'ın İslam öncesi Pers tarihine düşmanlık beslemekteydiler. Halhali devrimin ilk günlerinde başbakan Mehdi Bazargan'ın muhalefetine rağmen Pehlevi hanedanının kurucusu ve İran’ın modernizasyon lideri Rıza şah Pehlevinin mezarını yeni kurulan Devrim Muhafızları birlikleriyle beraber yok etmiş ve ardından Persepolisi yok etmek için Şiraza gitmiş ancak bu kez sadece hükûmetin muhalefetiyle değil Fars Eyaletinin Liberal valisi Nusretullah Amini ve halkın tepkisiyle çatışmaya çekmiş, o dönem Devrim Muhafızlarında silahlanma başlamadığından ve güçsüz olduklarından dolayı yıkımı gerçekleştirememişlerdir. Ancak Halhali'nin İslam öncesi İran tarihiyle olan düşmanlığı asla dinmemiş yıkımı gerçekleştirmek için devamlı başarısız girişimlerde bulunmuştur. Nihayetinde bu düşmanlığını bir kitapta dile getirmiş ve Pers imparatorluğu kurucusu Büyük Kirosu serseri, eşkıya ve zampara olarak tarif etmesiyle yetinmek zorunda kaldı. Bu kitap dünya çapında tarihçiler ve edebiyatçıların tepkisini çekmiş, tarihçi ve edebiyatçı aynı zamanda siyasetçi olan Ali-Akbar Sa'idi Sirjani röportajında onun bu kitabını resmî dil Farsçayı bilmediğinden dolayı olabileceğini söylemiştir. İran tarihiyle olan düşmanlık aslında sadece Halhali'ye özgü değildi. Radikal Dindarlar şiddetle yaşayan birçok İslam Devrimi elemanı bu düşmanlığı besliyordu. Örneğin Mahmud Ahmedinejad Cumhurbaşkanı olduğunda yaptığı reformlardan biri okullarda anlatılan İslam öncesi İran/Pers tarihini ders programlarından kaldırmış ve Tarih dersini İslam sonrasına sınırlamıştır böylece Farsların gurur duyduğu İslam öncesi tarihinden bilgisiz bir genç nüfus kurmayı hedeflemiştir. Daha sonra 2010'da Tahranda yaşanan heykel hırsızlığı olaylarında Pers tarihinde büyük öneme sahip şahısların heykelleri çalınmış ve bu olay çeşitli kuşkulara neden olmuştur ta ki Mayıs 2010'da dini lider Hamenei Tahran Fuarından Pers imparatorluğunun en güçlü olduğu iki dönemden birincisi ve imparatorluğun kurucusu olan Ahameniş İmparatorluğu ordusu askerinin heykelini kaldırmayı emretmiştir. Yaptıklarına gerekçe olarak da İslam öncesi tarihin İslamiyet’e ve Allah’a karşı bir savaş olduğunu söyleyip gençlerin beyninin yıkanmaması gerektiğini açıklamışlardır. Ayrıca Pers imparatorluğu kurucusu Büyük Kirosun mezarı (Ancak savaşta öldürüldüğünden dolayı orada yatmamaktadır) Pasargad'ı baraj oluşturarak su altında bırakma çabaları Ahmedinejad tarafından yapılmış ancak Perslik hayranı Fars ırkçılarının direnci neticesinde hala başarılı olamamıştır.[15] Halhali iki kitaba imzasını atmıştır ancak yazılarında röportajlarında ve kitaplarında hep çelişkili konular yazmaktadır. Örneğin ilk meclisin itiraz namesinde muhalif bir din adamı olan büyük Ayetullah Şeriatmadari için idam istediğini yazmış ancak daha sonra hayatının son yıllarında hem o hem de sevmediği ilk başbakan Mehdi Bazargan'ın methini kitabında yazmış hatta Mehdi Bazargan'ın cenazesinde ağlamıştır.[13]
Aslında İslam devrimi iki bölümden oluşuyor: 1. Pehlevi rejiminin düşüşüyle sonuçlanan Solcu-İslami devrimci gruplarının katıldığı dünya çapında daha çok bilinen devrim ve 2. 1980-83 arası Humeyni ve yandaşlarınca gerçekleşen Kültürel devrim. 1979-80 arası solcuların güç sahibi olmaları mollalar ve özellikle batıyı endişelendiriyordu. Humeyni dini lider olarak İran’a dönüp Shapour Bakhtiyarı istifaya zorladığında çeşitli vaatlerle gelmişti örneğin Humeyni konuşmalarında Su, Elektrik ve Otobüsün bedava olacağını vadetmişti ve devamında sürekli olarak "özgür ülkenin medyasının ve siyasi parti kurmanın özgür olması gerektiğini vurgulamıştı. Bu vaatler devrimin ana çekirdeğini oluşturan yoksul ve eğitimsiz halk tarafından olumlu karşılanıyor ve Humeyni’nin etrafında daha fazla toplanmalarına neden oluyordu zira mollaların konuşmalarında yer alan bilgiler çocukluktan beri kulaktan dolma bilgilerle kökten uyuyor ve kulaklarına hoş geliyordu. Şahın uzun dönem yatırımları, Turist çekmek için yaptığı köklü yatırımlar, bölgenin en büyük gücü olmak için harcadığı döviz ve halkı çalışmaya sevk etmesi de halkı kışkırtmaya yarıyordu.[19] Humeyni İran’a döner dönmez de konuşmalarında Su, Elektrik ve Otobüsün bedava olacağının vurgulamıştı. Ona göre şah halkın parasını silahlanmaya ve dine karşı gelmek için turist çekmeye harcamıştı, halbuki petrolden gelen paraların halka aitti ve bu paranın halka verilmesi gerekiyordu böylece halk yoksulluktan kurtulacak rahat bir yaşam sürecek ve insanlık makamına ulaşmak için ibadet edebilecekti ancak Humeyni’nin İran’a dönüşünde işler pek de anlatıldığı gibi gitmedi Humeyni İran’a döner dönmez verdiği emirlerden birinde "Kadınların tam giyinip kapanmasını" emrediyordu.
Humeyni’nin bu emrini takiben 8 Mart 1979'da Tahranda ve büyükşehirlerde Kadınlar tarafından büyük protestolar düzenlendi ve özgürlüklerini asla feda etmeyecekleri kadınlar tarafından bildirildi.[20] Kadınlar ve siyasi grupların tepkisiyle karşılaşan Humeyni bu emrini hemen yalanladı ve örtünmenin hiçbir zorunluluğunun olmayacağını bildirdi. Ancak diğer taraftan Humeyni yandaşları muhalif grupları bastırmayla uğraşıyor güçsüz kalan idam ediliyor güçlü olan da terör ediliyordu. Ağustos 1979'da Humeyni’nin sözlerinin tam tersi olan ilk bulgu ortaya çıktı: "Ayandegan" adında bir gazete kapatıldı. Bu aksiyon devamı gelecek bir kıyımın ilkiydi. 1980'in sonlarına doğru Humeyni cuma namazında Kültürel devrimin sinyalini verdi. O güne kadar katı şeriat kuralları ve mollaların tek elden ülkeyi yönetmesine direnen üniversiteler Mesij denen milislerin hamlesiyle kana boğuldu devamında olayları bahane eden mollalar üniversiteleri "Batılı görüşlüler dine karşı geliyor" bahanesiyle kapattı.
1983'e kadar süren bu süreçte bir taraftan da halkın İran-Irak savaşıyla meşgul olması neticesinde birçok üniversite ve okul hocası ve devlet çalışanı tasfiye edilmiştir. Tasfiyenin bahanesi seküler-Batılı-modern kültür yandaşı olmak veya dini lider modelini kabul etmemek idi. bu süreçte İran üniversitelerini yurt dışı üniversiteler maksadıyla birçok öğretim görevlisi terk etmiş ve üniversiteler bilimden yoksun üniversiteler halini almışlardır. Ayrıca boşalan kadroları rahatlıkla Humeyni yandaşları doldurmuşlardır. Sürecin sonunda tüm devlet daireleri ve üniversiteler Humeyni yandaşlarının eline geçmiştir. Devrim zaferinin ilk günlerinde geçen yasaya göre Polis üniversitelere giremeyecekti onun için de bir çare düşünülmüştü elbet: istihbarat bakanlığına bağlı Haraset birimleri tüm devlet daireleri ve devlet fabrikalarının yansıra üniversitelerde de olacaktı. Diğer yandan bu olaylar ile beraber Humeyni kadınları örtünmeye mecbur kılmıştır. Kadınların direncine karşı tanıkların ifadesine göre örtünmeyen kadınların saçlarına Besij milisleri tarafından kimi yerde yağlı boya kimi yerde de Asit serpilip zor kullanarak kadınları örtünme zorunda bırakmışlardır. Ayrıca bu süreçten Humeyni’nin emriyle Askeri marşlar dışında tüm müzik türleri haram ilan edilip yasaklanmıştır. Yaşanan bu süreçte üniversitelerden çıkan dünyaca ünlü öğretim üyelerinin yerini dolduran Humeyni yandaşlarının verdiği eğitimin sonucu olarak İran üniversiteleri gün be gün gerilemiş ve dünyada tanınmaz hale gelmişlerdir. Kimi zaman yapılan uluslararası kongrelere katılım neredeyse yok sayılabilir. Örneğin bir zamanlar ülkede ve dünyada, bir orta doğuda yer alan üniversite için büyük üne sahip 1929'da kurulmuş olan Khaje Nasaireddin Tusi teknik üniversitesinde yapılan iletişim kongresine toplam 30 kişilik katılım olmuş, halbuki devlet desteği ile bu kongreye büyük yatırımlar yapmıştı. Dışarı sızan görüntülerde ülkenin devlet Televizyonu muhabirinin sorularına kızan Kongre başkanı, muhabiri şöyle tehdit etmektedir: "Sen buraya bu konuyu düzeltmeye mi geldin yoksa daha da kötüleştirmeye mi? sen işini bilmiyordun; burası İran ben şimdi "Haraset" birimine seni tutuklatacağım."[21] [22][23]
Kültürel Devrim ikinci kez Ahmedinejad’ın ikinci cumhurbaşkanlığı döneminde tekrar gündeme gelmiş tekrar üniversite hocaları ve devlet çalışanları tasfiye edilmeye başlamıştı ancak devrimin ilk günlerindeki bahaneleri bulamadıklarından dolayı bu kez artık üniversite hocaları ve devlet çalışanları zorla emekli ediliyor ve boşalan yerlerine bu kez Devrim Muhafızlarına mensup kişiler getiriliyordu. 2. Kültürel Devrimin bir parçası olarak artık üniversitelere kızlar kimi yerde "Megnia" denen koyu renkli torba tarzında türbanlar ile gelmek zorunda bırakılıyor ve mantolarının da koyu renkte olması isteniyordu. Radikal İslamcı, muhafazakâr ve Ahmedinejad’ın sıkı destekçisi, nazırlar meclisi başkanı Ayetullah Cenneti 21.05.2010 tarihindeki Tahran Cuma namazında şöyle diyerek artık üniversitelere kızların eşarp ile girişinin mümkün kılınmayacağının ve ülkeyi sıkıyönetime alacakları sinyalini iletmişti: "Üniversite öğrencileri geçme puanı almak için örtünme kurallarına uymak zorunda kalacaklardır"[24] bu dönemde artık yavaş yavaş devlet dairelerinden kadınlar "kadının yeri evinde çocuklarına bakmak ve kocasına hizmet etmektir" bahanesiyle tasfiye ediliyor veya evde çalışmak zorunda bırakılıyordu. Çalışmaya devam edecek olanlara ise sıkı örtünme kuralları getirilmiş ve uymayanların tasfiye edileceği tehdidinde bulunulmuştur ancak bu sözleri sarf edenlerin Ahmedinejad’ın "Kadın İşleri" müşaviri olduğu ve kendisinin Müşavirlik makamında çalışan bir kadın olduğu halde kadınların çalışmasıyla muhalif olduğu ve İslam’da kadının çalışmasının caiz olmadığını söylemesi dikkati çekmektedir.
Ahmedinejad devrinde devam eden Kültürel devrim bunlarla sınırlı kalmadı. Devrimin sonucu olarak ortaya çıkan 30 yıllık İslam cumhuriyetinin iktidarında gün be gün artan şeriat baskısıyla gençler devamlı olarak Hristiyanlığa ilgi duymaya başlamış devamlı olarak din değişerek Hristiyan olmaya başlamışlardır.[25] İslam cumhuriyeti yetkilileri karşı atağa geçere din değişimin İslam’da cezasının idam olduğunu söyleyerek din değişenlere baskı uygulamaya ve dünyanın tepkisini çekmeye başlamışlardı. 2. Kültürel Devrim olarak değişim rüzgârı gündeme gelmeden önce aslında daha radikal bir Şii baskının oluşacağı önceden belli olmaya başlamıştı. Ahmedinejad’ın ilk cumhurbaşkanlığı döneminden itibaren Hristiyan ve Yahudi azınlıkların okudukları okullarda Kuran okutulmaya başlanmış ve Hristiyan okullarında dâhil Kuran dersini geçmek sınıfı geçmek için zorunlu kılınmıştı. Elbet Ahmedinejad bununla da yetinmedi. Onun döneminde Sünni Müslümanların baskın oldukları şehirlerde ve onların gittikleri okullarda Şii mezhebine ait din dersleri okulda okutulmaya başlamış ve sınavını geçmek sınıfı geçmek için zorunlu kılınmıştı. Sünni imamlara git gide baskı artıyor kimi yerde cuma namazı kılmalarına izin verilmiyordu.[26][27]
Devrim solcu-İslamcı koalisyonu olarak zafere ulaştı yalnız tek başlarına iktidar özlemini yıllardır sürdüren mollalar yönetimden solcu-liberal kesimi uzaklaştırmak için çeşitli oyunlar oynamaya başladı. İlk oyun geçici hükûmet başbakanı ve devrimin zaferinde etkin bir rolü olan Bazarganı saf dışı bırakmaktı bu oyunda başarılı olan mollalar küçük bir yenilgiye uğrasalar da yollarına devam ettiler. İlk cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Liberal Ebu'l-Hasan Beni Sadr ezici çoğunlukla seçimleri kazandı ancak mollalar bu durumdan pek memnun değillerdi. Ayetullah Humeyni ve yandaşlarına rağmen parlamentodan birçok liberal yasa geçiyordu ancak Ayetullahlar bu durumdan pek de memnun değillerdi. Beni Sadr ve ekibi hapishanelerde devrimin zaferini takip eden ilk günden itibaren yapılan gelişigüzel idam ve işkenceler ile mücadele ediyordu bu durum Ayetullahları daha da sinirlendiriyordu. Yıllar sonra 2009 olaylarından sonra ortaya çıkan hapishanelerde tecavüz skandalına Beni Sadr Fransa’dan yaptığı söyleşide "devrimin ilk yıllarında Ayetullah Humeyni’nin işkencecileri halk arasında korkuyu oluşturmak için hapishanelerde bu işkence yöntemi uygulanıyordu" demiştir. 1980 yazında Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak İrana saldırmaya başladı. Cumhurbaşkanı Ebu'l-Hasan Beni Sadr kargaşa içeresindeki ülkesini savaşa sokmadan durumu politik yöntemlerle çözmeye çalışıyordu ancak başarılı olamadı. Ayetullahlar bu durumdan yararlanarak Ebu'l-Hasan Beni Sadri saf dışı bırakmak için yeterli bahaneyi ele geçirdi ve Ayetullah Humeyni dünyada geniş yankı uyandıran ünlü cümlesini kurdu "Eğer 20 Milyon ona evet dese de ben ona hayır diyorum" (İran'ın o dönemde 34 Milyon kişi nüfusu vardı) Ebu'l-Hasan Beni Sadr göstermelik mahkemelerden idam kararı çıkacağı kesin olarak gördüğünden canını kurtarmak için yurt dışına kaçtı ve Fransa’ya gitti. Fransa’dan yaptığı açıklamalarda çeşitli mahkemelerde İslam cumhuriyetinin aleyhine tanıklık yaptı ve birçok idam ve işkence olayının aydınlanmasına aracılık etti. Beni Sadr'ın kaçışıyla beraber Liberallerin etkinliği sıfıra inmiş oldu ve Ayetullahlar tam olarak ülke yönetimini tekelden ele geçirmiş oldular. Ayetullahlar ilk günden beri ülkede göstermelik mahkemeler kurarak çeşitli bahanelerle onlara engel olabilecek veya şahlık döneminde makam sahibi olanları idama mahkûm edip hiçbir onay almadan çöllerde kurşuna dizdiler.[28] bu durum dünya çapında geniş yankı uyandırırken 1984'te bu duruma son vermek zorunda kaldılar ama o güne kadar muhaliflerin önde gelenleri -devrimde onlara yardım etmiş olan hatta Humeyni’nin Paris’teki danışmanı, geçici devletin dış işleri bakanı ve seçimlerde Beni Sadr’ın rakibi olan Sadık Kutbizade gibi kişiler dâhil- idam edilmişti. Ancak İran-Irak savaşı bittikten sonra 1988'de Ayetullah Humeyni’nin ani bir emriyle çoğu solcu-Komünist olan siyasi suçlardan hüküm giymiş hapishanede bulunan mahkûmlara mahkemesiz idam kararı çıkardılar. Bu olayın kurbanları çeşitli yerlerde farklı sayılarda anlatılmaktadır. Ancak bu yöntem ile Temmuz-Aralık 1988'de İslam Cumhuriyeti hapishanelerinde idam edilmiş mahkûmların sayısının 1600'den fazla olduğu bilinmektedir. Dönemin dış işleri bakanı yardımcısı, günümüzde İslam cumhuriyeti yargı kurumu insan hakları komisyon başkanı Mohammad Javad Larijani BBC muhabirin konuyla ilgili sorusuna verdiği cevapta bu konu hakkında bilgi sahibi olmadığını ancak konuyu yalanlayamadığını söylemiş ve eklemiş: biz günlük 2 milyon Afgan ve yarım milyon Iraklıya yemek veriyoruz. Birkaç bin kişi büyük bir rakam değildir ve İslam cumhuriyeti bünyesindeki idamların artmasından korkmadıklarını da konuşmasına eklemiştir. (13 Şubat 1989) Aynı kişi günümüzde Obama’yı İran’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerini takip eden olaylarda insan hakları ihlaline verdiği cevapta şöyle demiştir: "Bu siyahi işin başına geçtiğinde İran ile müzakerelerden bahsediyordu nasıl olur da şimdi İran’da rejim değişiminden söz ediyor?"[29] [30] [31]
Devrimden sonra yıllardır merkez devlete karşı herhangi bir eylemde bulunmayan Kürt azınlık devrim sonrası Sünni oldukları gerekçesiyle onlara karşı yapılan kıyımdan dolayı ayaklanmış İsviçre’nin aracılığıyla müzakere yoluyla sorunun çözülmesi öngörülmüştür. Eylül 1992'de İslam cumhuriyeti ve Kürt liderler arasında yapılması planlanan müzakere için Berlin’e giden Kürt liderler Sadık Şerefkendi, Homayun Ardalan, Fallah Abdli, Nuri Dehkurdi 17 Eylül 1992'de gittikleri Berlin Mykonos restaurant assassinations'de Lübnan asıllı terörist tarafından makineli tüfek ile taranarak terör edilmişlerdir. Olayı takiben Mykonos'da İslam Cumhuriyetine suç duyurusunda bulunulmuş mahkemelerde çeşitli tanıklar dinlenmiştir. Tanıklardan biri ilk cumhurbaşkanı Ebu'l-Hasan Beni Sadr idi. İslam Cumhuriyeti çeşitli politik yöntemlerle Almanya’ya baskı yapıp süreci durdurma çabası sonuca ulaşamamış İslam cumhuriyeti şiddetli bir yenilgiye uğrayarak ilk kez Terörist olarak tanınmış dönemin Cumhur Başkanı Hashimi Rafsanjani, Dini Lider Ali Hamenei, Dış işleri bakanı Ali Akbar Velayati, devlet istihbarat bakanı Ali Fallahiyan suçlanmış Interpol tarafından arama emri çıkartılmıştır. Mahkeme sonucu 4 İslam cumhuriyeti diplomatı Almanya’dan sınır dışı edilmiş, birçok Avrupa ülkesi büyükelçilerini ülkeden geri çağırmıştır. Kriz Reformcu Mohammad Hateminin ezici çoğunlukla cumhurbaşkanlığı seçimini kazanana kadar sürmüştür. Günümüzde Kendini Cumhurbaşkanlığı seçiminin galibi olarak ilan edip cumhurbaşkanı olan Mahmud Ahmedinejad o dönemde Tahran belediye başkanlığı görevinde olduğundan, Almanya’nın Mykonos restaurant assassinations'ın önünde terörü bir anıt ile temsil etmesine karşılık olarak Saddam Hüseyinin Iraklı Kürtlere karşı İran-Irak savaşı döneminde kullanmış olduğu kimyasal bombaların orijininin Almanya olduğu belirtecek bir anıtı Alman Büyükelçiliği önüne dikmiştir. Yeni cumhurbaşkanı Hatemi'nin aracılığıyla olaylara son verilirken aralarında Ahmedinejad’ın da bulunduğu Radikal dinci grup hâlen olayı canlı tutup mahkeme sonuçlarını kabul etmemekteler ve tüm olayı batı ülkelerine ait bir komplo olduğunu öne sürmekteler. Ayrıca daha önce 1989'da devrim muhafızlarının Kürt köylerinde yaptıkları, sivilleri de kapsayan katliamdan sonra Kürdistan demokrat partisi başkanı Abdul Rahman Ghassemlou ve diğer liderlerin İsviçre ve Avusturya’nın aracılığıyla silah bırakma müzakerelerine gittiklerinde, Ahmedinejad İslam cumhuriyeti diplomatlarının korumasından sorumluydu, liderlerin müzakereden önce otel odalarında feci şekilde katledilmiş olduğu ortaya çıktığından Ahmedinejad karanlık geçmişi göz önünde tutulduğunda zan altında kaldı. Birçok istihbarat örgütü verdiği raporda Ahmedinejad cinayeti bizzat kendi elleriyle işlemişti. Ancak ülke dışına bir daha en azından yasal yollarından çıkmayan Ahmedinejad cumhurbaşkanı seçildikten sonra İslam cumhuriyetiyle batı arasında yapılan müzakerelerin devamına bir umut ışığı olması niyetiyle tekrar gündeme gelmemesine rağmen örtbas edilmiş, CIA raporunda bu durumu kanıtlayacak bir belgenin olmadığına dikkat çekmiştir.[33] [34] Devrim ilk günlerinden beri sürekli yandaşlarını kaybetmiş ancak Devrimin getirdiği İslam cumhuriyetinin sert sopasına karşı gelenlerin kaderi 2009'a kadar çoğu zaman belli olmuyordu. Devrimden sonra İslam cumhuriyetini yıkmaya yönelik tek büyük girişim mevcuttur ve başarısızlığı 30 yıldır belirsizliğini korumaktadır. "Noje" Hava karargâhında bir takım asker tarafından planlanan bir darbede Humeyni tahtından indirilecek ve devrim gerçek sahipleri yani liberallere geri verilecekti. İslam cumhuriyeti kaynaklarına göre bu darbenin amacı Shapour Bakhtiyarı geri getirmekti ve dini lider olarak da Ayetullah-il uzma Shariatmadarii seçilmişti ancak bu iki isim daima İslam cumhuriyeti tarafından karalanmak istenen isimlerdendi ve ikisi de hiçbir zaman bunu kabul etmemiş ve bunu gösterecek hiçbir gerçek belge sunulamamıştır. Plana göre Ayetullah Humeyni’nin evi uçaklar ile bombalanacak ardından Komandolar diğer Mollaları tutuklayacak devrim muhafızlarını etkisiz kılacaktı. Senaryo son 48saate kadar yolunda gitmiş ancak İslam cumhuriyetinin bildirisine göre Allah’ın gaybi yardımları ama diğer bazı kaynaklara göre 2 iddia ortaya atılmıştır: 1. Humeyni’nin evini bombalayacak olan pilotun tereddüde düşmesi 2. bu olaydan haberi olan bir takım asker darbeyi bildirmişlerdir. Ancak hiçbir zaman gerçek açıklanmamıştır. Devrim Muhafızlarından oluşan bir kriz yönetim merkezi oluşturulmuş ve ani baskınla tüm darbeci askerler yakalanmış ve istisnasız tamamı "vatana ihanet", "Allah ile savaşma", "Allah’ın seçtiği lider ile savaşma" suçlarından idama mahkûm edilmiş kurşuna dizilmişlerdir. Bu olayın son bulmasıyla son umutlar da sönmüş 30yıla aşkın sürecek bir diktatörlüğün muhalif cephesi ciddi kan kaybına uğrayacaktı zira aynı sene patlak veren İran-Irak savaşı ordunun gün be gün kan kaybetmesi ve Devrim Muhafızları’nın günden güne güç kazanmasına sebep olacaktı.[35]
Devrim sonucu Aydın kesim zengin kesim ile beraber yurt dışına kaçmıştır. Özellikle aydın kesimin yurt dışına kaçması Kültürel devrim ile beraber ivme kazanmıştır. Hızla Aydın ve okumuş kesimini elinden kaçıran İslam cumhuriyeti yönetimindeki İran’da bu durum defalarca meclis gündemine gelmiştir. En son 2010'da bu durumu tartışan meclise verilen raporda her gün 3 yüksek lisans/doktora sahibi gencin yurt dışına kaçtığı rapor edilmiştir. Ancak mollalar devamlı kaçışın yolunu açık bırakarak aydın kesimin muhalefet yapmasını engellemek siyasetini benimsemişlerdir. Bu durumu Ayetullah Humeyninin devrim sonrası Liberalleri tasfiye edip şeriat benzeri hükûmet kurma çabası olan kültür devrimi sırasında yaptığı konuşmadan iyice anlaşılmaktadır: "Münafıklar (aslında ilk yıllarda mollalardan olmayan herkes ancak daha sonra sadece Halkın Mücahitleri'ne verilen ad) da beyinlerin ülkeden kaçtığını iddia ediyorlar, defolsunlar gitsinler. Bu üniversiteye gitmişler, bunlar ki bilimden, kültürden, Batılı inançtan konuşuyorlar, bırakın gitsinler. Biz bu Batılı bilimi istemiyoruz. Eğer ki siz de yerinizin burası olmadığını biliyorsanız gidin, yolunuz açıktır." Durumu açıklayan bir rapor daha Kanada’dan 1999'da çıkmıştır. 1999'da Kanada kabul edilecek Göç talebi sayısını 180.000 olarak açıklamış hâlbuki sadece İran’dan 220.000 kişi göç talebinde bulunmuştur. Yıllardır yurt dışındaki İranlıların sayısını 200.000 olduğunu iddia eden İslam cumhuriyeti hükûmeti ilk kez 2010'da dış işleri bakanının yaptığı bir konuşmadan 2 milyon kişi olduğunu kabul etmiştir ancak günümüzde bu rakamın 5milyonu aştığı ve sade Los Angelestaki İranlı popülasyonun 2 milyona aşkın olduğu iddia edilmektedir. Günümüzde bakıdan ve işsizlikten yakınan İranlı gençler iş ve özgür yaşam özlemiyle yurt dışına kaçmaktadır. Ancak İslam cumhuriyeti cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad bu göçün önemsiz olduğunu ve kimsenin İran’dan kaçmak istemediğini klasik yanıltıcı konuşmalarında iddia etmiştir ancak IMF'nin raporuna göre dünyanın 91 gelişmekte olan ülkesi arasında okumuş gençlerinin göçü, en fazla İran’dan gerçekleşmektedir. Mahmut Ahmedinejad 2006'da yeni bir politika oluşturarak gözden kaçmış liberal-seküler düşüncelere sahip üniversite hocalarının tasfiyesi adlı aksiyonda birçok üniversite hocasını zorla emekli etmiş yerine devrim muhafızlarına mensup bir gecede doktora almış hocalar atamaya başlamıştır. Bu durum da kaçışların hızlanmasına neden olmuştur. Mahmut Ahmedinejad ile hız kazanan diktatörlüğün sonucu bunlarla sınırlı değil özellikle onun Cumhurbaşkanlığının ikinci döneminde İslam cumhuriyeti tam anlamıyla eski günlerine geri dönmüş ve devlet mafyası hâline dönüşmüştür. Bu dönemde muhalifler eski Sovyetler gibi kaçırılıyor, belirsiz yerlerde tutuluyor kimi zaman hiçbir zaman eve geri dönmüyorlardır. Kimi zaman da işkencelere dayanan muhalifleri ailelerine zarar vererek tehditte bulunup itirafa zorlanıyorlardır. Mahmut Ahmedinejad devrim muhafızlarına mensup grubuyla birkaç kez meclisi basmış ve koruma ekibiyle konuşma yapmış meclise istediği yasaları kabul ettirmek için tehditte bulunmuştur. Ayrıca onun döneminde devrimin ilk yıllarından sonra idamlar tekrar hız kazanmış nüfusuna göre idam sayısı dünyada tekrar ilk sırada toplam idama göre ise Çinden sonra ikinci sırada yer almıştır. Onun döneminde yıllar sonra İran tekrar birleşmiş milletlerden defalarca uyarı almış, insan hakları ihlaliyle suçlanmıştır tüm ihlallere rağmen Ahmedinejad geleneksel tavrıyla Birleşmiş Milletler insan hakları konseyinde yer almak için talepte bulunmuş, bu telabei dünyada ve İran’da muhalefet tarafından geniş çaplı itirazlara sebep olmuş o da cevap olarak Kanadayı Kadın hakları ihlaliyle suçlamıştır. Aynı zamanda onun döneminde yıllar önce Ayetullah Humeyninin en büyük arzularından olan ancak o dönemde hâlen az da olsa liberallerin hâlen gücü bulunduğu için yapamadığı kadınları iş ortamından uzaklaştırmak ve dışarıda Kara çarşaf veya Magnea denen koyu renkli türban benzeri bir örtüye örtme ve ayrıca üniversitelerde dâhil tamamıyla toplumda kadın-erkek temasını engelleme arzusunu gerçekleştirmeye yönelik girişimlerde bulunmuş muhalefet tarafından ciddi protestolara uğramıştır. Ayrıca onun döneminde birçok muhalifin uyuşturucu kaçakçısı damgasıyla idam edildiği iddia edilmektedir. Ayrıca haber kanallarının raporuna göre 2009'dan sonra patlak veren itirazlara istihbarat bakanlığı ve Devrim muhafızları birliğinin cevabı cep telefonlarında SMS servisinin kesilmesi veya GSM şebekelerinin çalışmaması, İnternetlerin kesilmesi, yavaşlatılması ve kimi zaman sabit telefonların da kesilmesi ile iletişimi engellemeye çalışmak olmuş ve bu durum istihbarat bakanlığının birebir Rus gizli servisi FSB ve Çin Devlet Güvenlik bakanlığı ve olağanüstü gizli ve adı dâhil duyulmamış gizli servisinin uyguladığı yöntemleri akla getirmektedir. Özellikle Mayıs 2010'da Kürtlerin yaşadığı eyaletlerde ortaya çıkan genel grevlerde, grevin yaşandığı şehirde sabit telefonlar dâhil kesilmiştir. Ayrıca Devimin ilk yıllarından beri muhalifler tutuklanmış ve hemen daima işkence tiplerinden biri ailenin tehdidi ve özellikle ailenin kız üyelerinden birinin tacize uğrayacağı olmuştur. 2010'da Ahmedinejad ile muhalefet suçuyla tutuklanan ünlü yönetmen Cafer Penahi 70 gün hükümsüz ve avukatıyla görüşmeden mahrum tutuklu tutulduktan sonra açlık grevine girmiş ve ailesinin tehditlerle karşı karşıya kaldığını o yüzden röportaj veremediklerini açıklamış ve Avukatı ve ailesiyle görüşme talebinde bulunmuştur. Yargı gücünü de bünyesinde bulunduran İslam cumhuriyeti yargıçları hemen daima İslam cumhuriyeti lehine yasal olmasa da hükümler vermekte ve devrimin ilk günlerinden sonra dâhil muhaliflerin idama götürmekteler. Bu davranış birçok kez muhalif grupların tepkisini çekmiş ve kimi zaman kabarık bir geçmişi bulunan yargıçların öldürülmesiyle sonuçlanmıştır. Örneğin Tahran savcı yardımcısı ve benzeri idamlar ile kabarık bir sicili olan Gazi Mukaddes(Yargıç Mukaddes) 2005'te Majid Kavousifar ve Hüseyin Kavousifar adlı iki genç tarafından adliye çıkışı öldürülmüş ve Dubai'ye kaçan katiller Dubai polisi tarafından yakalanıp İslam Cumhuriyetine iade edilmiş takibinde Mahkemeye çıkarılmışlardır. Öncelikle para cezası hükmü aldırttığı için onu öldürdüklerini ifade etseler de daha sonra savcı tarafından işlemedikleri suçlar (silahlı soygun, gasp vs.) ile suçlandıklarında Majid Kavousifar şöyle demiştir: "Ben ve arkadaşlarım zulmün kökünü kurutmaya yemin ettik" İdam cezası cinayetin yaşandığı mahalde umum gözü önünde gerçekleşmiş Reuters muhabirinin Mecit Kavusiferin yeğeni Hüseyin'e idam ipi boynuna atılmış ve elleri arkadan bağlı güler yüzle el sallamaya çalışırken ve ardından ikisinin de cansız bedeni havada sallanırken çektiği fotoğraf "yılın fotoğrafına layık görülmüştür.[36][36][37] Yargı sistemindeki bu olaylar 2010'da 2009-10 arası halk protestolarında yakalanan protestocuların mahkemelerinde tekrar şiddetlenmiş ve 2010 Mayısta 150 milletvekilinin imzasıyla Tahran İslam Devrimi Mahkemesi Başsavcılığına gönderilen muhalefet lideri Mir Hüseyin Musevi ve Kerrubi’nin yargılanma talebine Yargı sisteminin başkanı tarafından verilen cevapta şöyle gelmiştir: "Bizim birimimiz dini lider Hameney’in emrindedir. Biz neyi ne zaman yapacağımızı Dini liderimizle beraber çok iyi biliyoruz. Lütfen bize neyi ne zaman yapacağımızı öğretmeyin"[38] [39] [40] [41] [42] [43] [44] [45] [46] [47]
Devrim öncesi İran hızla sanayileşmeye doğru gitmekteydi, solcu akınının bir ürünü olarak ortaya çıktığı düşünülen ve 1963'te tamamlanmış Muhammed Rıza Pehlevi'nin Ak Devrimi, köy ağasının zoruyla da olsa bir araya toplanıp çalışan çiftçilere köy ağasının arazisinin bölünüp verilmesiyle beraber baskı altından kurtulan köylüler büyükşehirlere akmaya başladı böylece İran’da çiftçilik sektöre sürekli gerileyerek buğday ihracatçısı durumunda olan İran hızla ithalatçı durumuna düştü. Şehirlerde hızla işsiz-günlük işçi popülasyonu artarken bir taraftan devrimin alt gruplarını oluşturdu diğer yandan da sanayileşmeyi halkı memnun etmeyi ön planda tutup Ak Devrim deneyiminden yenilgiye uğrayan devlet için vazgeçilmez kılmıştı. Siyasi istikrar ve Ortadoğu’nun en özgür ve en güvenilir ülkesi olmasıyla beraber işçinin bol ve ucuz olması yabancı sermayeyi cezbediyordu. Hızla araba fabrikaları kuruluyor hükûmetin desteği ile küçük yerel sanayiler kendilerini geliştiriyordu. İhracatın önünün açık olmasıyla beraber hızla sanayileşme yaşanıyordu. O dönemde 34Milyon kişi civarından nüfusu olan bir Ortadoğu ülkesi için oldukça iyi bir başarıydı. Ancak yabancı sermayenin gelmesi solcuları Turistlerin gelmesi ise dincileri rahatsız ediyordu. İran’a gelen turistler, o dönemde hâlen zamanımızdaki gibi umuma açık iletişim teknolojisinin sağlanamadığı topluma kendileriyle beraber yenidünyanın kültürünü getiriyor gençleri dinci ve mollaların emirlerinden uzaklaştırıyordu. İran’ın ne denli turistik bir ülkeye dönüşmek üzere olduğu günümüzde hâlen ününü koruyan dönemin ünlü çizgi filmi Pembe Panter filmlerindeki bir bölümde İran sahillerine yaptığı gezide anlaşılabilir. Ayrıca sanayileşme ve zenginleşme gençleri üniversitelere ve okullara yönlendiriyor toplumu iyice medreselerden uzaklaştırıyordu bu durum Dinci kesimi iyice rahatsız ediyor gençler ve bir nesil öncesi arasındaki kültürel açıktan yararlanarak insanları şaha karşı kışkırtıyorlardı. Solcu düşüncenin halkça tutulma kazandığı o dönemde gençler hızla sol fikrini benimsiyor ve gençler de solcu gruba katılarak şaha karşı nefret besliyorlardı.[49]
Humeyni'den sonra erki ve ekonomiye elinde bulunduran zengin zümre yurt dışına kaçmış, yabancı yatırımcılar ülkeyi terk ettirilmiştir. Küçük işletmeler ve "Çarşı" (Bazari) denilen grup yönetime hâkim olmuştur.[50] Bankalar %1,0 devletleştirilmiştir. Bu durumdan memnun olan küçük ve büyük esnaf ayrıca diğer taraftan da solcu ekip kısa sürede hüsrana uğramışlardır. Zoraki 4 Kasım 1979 tarihinde ABD büyükelçiliğini basan İslamcı/komünist grup diplomatik dokunulmazlığı bulunan Amerikalı diplomatları rehin tutarak dünya çapında ciddi bir krize neden olarak kurulan yeni rejimin güvenilmezliğine göstererek ambargoların konmasına ve daha sonra İran-Irak savaşı başlamasıyla beraber ticaretin iyice kısıtlanmasına ve birdenbire Ortadoğu’nun en zengin ülkelerinden biri olan ve ayrıca Ortadoğu’nun en özgür ve en yaşanılır ülkesi olan İran’ı borç batağında sürüklenen gereksizce 8 yıl sürecek yıprandırıcı bir savaşın ortasında bulmuşlardır. Savaşın bitiminde ise bu memnuniyetsizlik içinden çıkılmaz bir sürecin başlangıcına girmiş günümüze kadar uzanmaktadır. Özellikle Mahmut Ahmedinejadın cumhurbaşkanı olmasıyla beraber 1979'da Ayetullah Humeyni’nin bizzat emriyle kurulan ve devrimi karşıdevrime koruma amacını güden Devrim Muhafızları ordusu kendini ülkenin yegâne gücü olarak perde arkasında da olsa ilan etmiş ve yarı devlet mafyasına dönüşerek iyice ülkeye hâkim olmuştur. Bu olay ülke genelinde önceden askeri hapishane olarak kurulan Devrim Muhafızları hapishanelerinin sivil halka açılarak muhaliflerin işkence edildiği yere dönüştürülmesine kadar gitmiştir. Devrim muhafızları bu süreç içerisinde muazzam bir yarı askeri mafyaya dönüşerek kendilerinden olmayanlara ekonomik boyutta iş şansı tanımamakta ve ülkenin ekonomik kalbini yapılanmasının ortasında tutmaktadır. Tüm sansürlere rağmen çeşitli skandalla neden olan bu süreçte Mahmut Ahmedinejad hükûmeti devlet ihalelerini dini gerekçeleri bahane göstererek tek elden Devrim Muhafızlarına bağlı şirketlere devretmiş ve nadiren açılan davalar da dini lider Hameney tarafından geri çekilmiş örtbas edilmiştir. Aynı zamanda petrol zengini olarak tanınan ve dünyanın Rusyadan sonra en büyük ikinci doğalgaz rezervlerine sahip olan İran 1979 öncesi Şahlık rejiminde yaşadığı zengin yaşamın aksine vatandaşlarına tam bir sağlık sigortası ve emeklilik dâhil sunamamaktadır. Ülke genelinde işsizlik resmî kanallardan %12 olarak açıklanmış olsa da bu rakam Mahmut Ahmedinejad hükûmeti tarafından ücret karşılığı haftalık bir saat çalışan kişiye "Çalışan" olarak tanınarak sağlanmıştır ve gerçek rakamın %25in üzerinde olduğu söylenmektedir. Ayrıca Mahmut Ahmedinejad ikinci kez kendini cumhurbaşkanı ilan ettikten sonra Kadınları en azında devlet daireleri ve fabrikalarından çıkarmaya yönelik başlattığı çabada çeşitli senaryolar ile kadınların devlet memurluğundan çıkarılmasına yönelik çalışma başlatılmıştır. Dini ve kültürel gerekçeleri bahane göstererek kadınların evde oturarak çocukların yetişmesi için çalışması gerektiğini söyleyen Ahmedinejad ülkeyi şimdiye kadar görülmemiş bir ekonomik, siyasal ve kültürel batağa sürüklediği konuşulmaktadır. İslam devrimi sonucu devleti ve hükûmeti her ikisini birden elinde tutan rejim Petrol gelirlerinden elde edilen dövizin önemli bir kısmını Hamas gibi örgütlere devrimi ihraç etme amacıyla aktarmaktadır ve bunu da medyadan gizleme gereği dâhil duymamaktadır. İran, Afganistan’dan Avrupa ve Amerika’ya giden uyuşturucunun 3 güzergâhından birinin başlangıç rotasıdır. Devrimden önce özellikle Gizli servis SAVAK'ın kapalı perdeler arkasında yaptığı anlaşmalar gereği uyuşturucu parselleri İran’da açılmama şartıyla İran’ı transit geçiyor özellikle Türkiye üzerinden Avrupaya geçiyordu. Devrim ile beraber güzergâh büyük sorunlar ile karşılaştı zira güç dengeleri iyice sarsılmış yeni hükûmet bu işe pek sıcak bakmıyordu. Ancak Liberallerin tasfiyesiyle beraber para kokusuna mest olmuş mollalar hızlıca rotayı tekrar kurmuş hatta Avrupa ve Türk Mafyası uyuşturucuyu artık daha ucuza ve daha kolay temin ediyordu. Uyuşturucu işinde iyice pişen kökten dinci grup daha sonraki yıllarda yani savaş sonrası halkı uyutup muhalif gençleri güçsüz bırakma amacıyla aynı uyuşturucuyu yurt içinde büyük miktarda ve çok ucuza gençlerin ulaşabileceği şekilde el altından satmaya başlamışlardır. Günümüzde İran uyuşturucu piyasasında uyuşturucu komşu Türkiye’den onlarca kat ucuza temin edilebilmektedir. Bu durumun neticesinde Birleşmiş Milletler raporunda gençler arsında uyuşturucu kullanımının yaygınlığı açısından İran’ın dünyada ilk sırada yer aldığını rapor etmişlerdir. Muhalefetin ender olarak yaptığı konuşmalar ve çıkardığı gazetelere manşet olan bu konuda yer alan cümlelerde Ayetullah Humeyni’nin devrim sırasında şahın kardeşi Eşref Pahlevi’yi uyuşturucu kaçakçılığıyla suçlamasına istinaden "o zamanlar ülkedeki az miktardaki uyuşturucu kullanımı için suçlanacak biri bulunuyordu ancak günümüzde bu rekorlar için suçlanacak hiçbir makam bulunmamaktadır" deseler de Mahmut Ahmedinejad klasik olarak onun için de batıyı ve uydu televizyonlarını suçlamıştır.[44] [51]
Tüm olaylar göz önünde bulundurulduğunda sadece Merkez Bankası verilerine bakılarak devrimin ekonomik boyutu şöyle değerlendirilebilir: 1976'da yani devrimden 3 yıl önce kişi başına düşen millî gelir 8847100 Riyal (İran parası), tüm enflasyon ve devalüasyonlara rağmen 1997'de kişi başına düşen millî gelir ise 2497790 Riyal. Bu rakam 2005'e gelindiğinde 5878110 Riyal'e çıkmıştır. Ahmedinejad dönemi geldikten sonra sağlıklı kayıtlar tutulmamış veya bu rakamlar yayınlanmamıştır. Yapılan eleştirilerin 2009'da maksimuma ulaşmasıyla beraber Ahmedinejad hükûmetinin tayin ettiği Merkez Bankası müdürü, eleştirilerin yapıldığı kaynakları kurutma amacıyla hiçbir açıklama getirmeden geçmiş kayıtları dâhil web sitesinden kaldırtmıştır.
Devrimi takiben devletleştirilen kurumların birçoğu Ahmedinejad döneminde hızla özelleştirilmiştir. Özelleştirmelerin birçoğunun Devrim Muhafızlarına bağlı şirketlere veya Devrim muhafızları komutanlarının sahibi olduğu şirketlere verilmesi üzerine devlet mafyası iddiaları güçlenmiş birçok skandala neden olmuştur ancak Ahmedinejad ve dini lider Hamenei durumu örtbas etmeye çalışmış ve kimi zaman da açık açık dini gerekçeleri bahane ederek İslam’ın geleceği için şirketlerin devrim muhafızlarına bağlı olmasında yarar var demiştir. Günümüzde iddialara göre İran piyasası 3 grup tarafından yönetilmektedir: 1. Mahmut Ahmedinejad ve devrim muhafızları en büyük maddi rant ekibi olarak, 2. Hakkında uluslararası İnterpol arama kararı bulunan eski cumhurbaşkanı Hashimi Rafsancani, çocukları ve ekibi, 3. Müslüman olmuş bir Musevi’nin oğlu olan devrim döneminde Bazarilerin başkanı olan "Transfer Hacı" lakaplı Asgaroladi ve ekibi. İddialara göre bunlar devlet/özel bankalardan büyük krediler çekmiş ve geri ödememiştir.
Bu devrimle ABD, Orta Doğu'daki müttefikini kaybetmiştir. Devrim sonrası İran Fransa'ya dolayısı ile Avrupa'ya yakın bir anlayışa dönüşmüş ABD'den uzaklaştığı sanılmış ancak devrimden sadece bir yıl sonra bu anlayışın temelli yanlış olduğu kesinlik kazanmıştır. Devrimden önce politik ve askeri anlamda Ortadoğu’nun en güçlü ülkesi, Devrim öncesi şah tarafından satın alınan 202 adet "F-14 Tom cat"ler ile dünyanın en güçlü hava kuvvetleri arasında 5. sırada yer alan hava kuvveti durumuna gelen ve aynı zamanda Ortadoğu’nun en eski devleti ve dünyanın en eski devletlerinden biri olan İran, uluslararası arenada giderek güç kaybetmiş ve terörü destekleyen ülkeler arasında yer almıştır. Terör devletine dönüşeceği ABD büyükelçiliği baskını ve 444 günlük rehine krizi döneminden belli olan İslam cumhuriyeti terör olaylarını vatandaşlarından da esirgemeyip çeşitli dönemlerde muhaliflerini göstermelik mahkemeler yerine yetiştirdiği teröristlerce öldürmüştür. 2009 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, seçimlere hile karıştırıldığı gerekçesiyle çıkan olaylarda rejim yetiştirdiği kökten dinci ajanlar ve milislerini çeşitli olaylarda kullanmış ve ayaklanmış halkı sokaklarda öldürmüştür. Söz konusu ajanlar polis arabasıyla protestocuları ezerek öldürmekten dahi çekinmemişlerdir.[58] bu konu çeşitli haber ajanslarında halkın cep telefonlarıyla çekmiş olduğu filmler vasıtasıyla haber konusu olmuş ve dünya çapında yankı uyandırmıştır. Ancak İslam cumhuriyeti polisi konuyu tamamıyla yalanlamış ve tekrar olayın yabancı ajanlar tarafından yapılmış olduğunu öne sürmüştür. Ahmedinejad Cumhurbaşkanı olmadan önce Tahran belediye meclisi ve milletvekili olmaya da yeltenmiş seçimleri kaybetmiştir, ancak o dönemlere ait hile iddialarıyla da karşılaşmış durum örtbas edilmiştir. Pehlevi rejiminin son yıllarında özellikle ABD’nin desteği ile SSCB ve Arap dünyası özellikle Irak’a karşı silahlanan İran son dönemde satın aldığı 202 adet F-14 Tomcatler ile dünyanın en güçlü 5. hava kuvvetine sahip olmuş ve elindeki güç ile SSCBnin çok yüksek irtifalarda İran üzerinde uçurduğu bir adet insansız casus uçağını düşürmeyi başarmıştı. Olayın ardından SSCB bir daha İran üzerinde uçak uçurmayacağını açıklamak zorunda kalmıştı. Ancak SSCB tarafından destek gören solcular mollalar gibi silahlanmaya harcanan paraya verdikleri tepkiye bu olaydan sonra şiddet vermeye başlamışlardı. Humeyni’ye göre silahlanmaya harcanan para yoksul halka nakit aylık olarak verilebilirdi ayrıca aynı paradan elektrik ve su bedava yapılabilirdi. Bu vaatler anlatıldığı gibi yoksul halkın ilgisini çekiyor Humeyninin çevresinde kitlelerin toplanmasına neden oluyordu. Ancak verilen bedava elektrik ve su vaadi sadece Humeyni’nin İran’a dönüşündeki ilk gün Beheşt-i Zehra mezarlığında yaptığı konuşmada bir daha dile getirildi ve bir daha açılmamak üzere dosyası kapatıldı. Devrim sonrası Şah rejimine satılmış olan inanılmaz güçteki askeri malzeme başta ABD olmak üzere batı ülkelerini ayrıca komşu ülkeleri de korkutuyordu. Devrimin zaferini takiben geçici hükûmet başkanı olan Mehdi Bazargana ABD tarafından sunulan teklifte F-14 Tomcatler ve AIM-54 Phoenix füzeleri başta olmak üzere birçok güçlü ve pahalı silah ABD’ye iade edilecek ve ABD İran’a ödediği parayı iade edecekti. Orduya ihtiyacı olmadığını söyleyen ve Ortadoğu’nun en güçlü ordusuna sahip olmayı istemeyen bir rejim için iyi bir fırsat olarak değerlendirilen plana verilen olumlu yanıta rağmen iki taraf üzerinde fiyat üzerindeki anlaşmazlık nedeniyle asla bu değiş tokuş gerçekleştirilemedi ancak ABD teslim etmesi gereken son F-14 Tomcati İran’a teslim etmedi.[59] Aslında değiş tokuşun gerçekleşmemesi İran için çok büyük bir şansın habercisiydi zira bütçesinin %85ini silahlanmaya ayİran Irak gelecek sene karışık ve savunmasız kalan İran’a saldıracak ve bu silahlar saldırı karşısında şaşkın kalan ülkeyi kurtarmakta çok önemli bir rolü üstleneceklerdi.
İslam devrimi sonucu olarak iş başına gelen ilk hükûmet liberal-İslami bir hükûmet olsa da mollaların çeşitli oyunlarıyla saf dışı bırakılan liberal kesimden kalan son yasalar ise Mahmut Ahmedinejad hükûmeti tarafından yok edilmiş, ülke diplomatları tasfiyeye edilmeye başlanmıştır. Dini lidere bağlı olamayan kimse kamu personeli olarak çalışamayacak sloganıyla harekete geçen Ahmedinejad tarafından tasfiye edilmeden önce yurt dışındaki birçok diplomat elçiliklerden kaçmış ve sığınma talebinde bulunmuştur. Haber ajanslarına verdikleri demeçlerle yankı uyandıran İran diplomatların kaçışını hiçbir zaman Ahmedinejad hükûmeti kabul etmemiştir. Dünya çapında 2009 Kasım aynında yapılan nükleer pazarlık olayı İran’ın son diplomatik çabasının yıkımı olarak kabul edilen olayda diplomatların yaptığı anlaşma dini lider tarafından protestosuyla sonuçlanmış ülke geniş çaplı bir ambargoya sürüklenmiştir. Devrim sürecinin sonucunda 1979'dan sonra ilkenin politik geçmişine bakıldığında ülke bir Ortadoğu ülkesi olarak zirveden düşüşe geçmiş teröre verdiği destekle uluslararası arenada aciz bir ülke halkının gözünde düşman olarak benimsenen, neredeyse politikacı olarak tepede bulunanların tamamı Devrim muhafızlarına mensup askerlerden oluşan karanlık geçmişlere sahip kimi zaman devletin tepesinde yer alan kişilerin isimlerinin dâhil sahte olduğu (örn. Humeyni’nin gerçek soyadı Müstafi Hashimi Rafsancani’ninki ise Behbahani olduğu ortaya çıkmıştır.) kişilerce yönetilen bir devlet durumuna gelmiştir. Mahmud Ahmedinejadın ise devrim muhafızlarına mensup bir asker olarak İran Irak savaşında cepheye gidip gitmediği, istihbarat teşkilatına mensup olup olmadığı, yurt dışı operasyonlarda tetikçi olarak görev alıp almadığı hâlen meçhul olsa da bir kısmı kendi tarafından diğerleri ise istihbarat örgütleri ve muhalifler tarafından iddia edilmektedir.
Şu anda Ahmedinejad’ın 21 bakanından 16’sının Devrim Muhafızı askeri oldukları iddia edilse de 5'inin durumu kesindir. Savunma bakanı olarak atanan Ahmad Vahidi Arjantin'de Musevilerin derneğinde 85 kişinin ölümüne neden olan bombalama olayından zanlı olarak incelemeye alınıp mahkemede suçlu bulunmuş İnterpol tarafından kırmızı bültenle arama kararı bulunan eski devrim muhafızları yurt dışı operasyon birimi olan Kudüs ordusu komutanı. Bu olayda Vahidi ile beraber 2 kez cumhurbaşkanlığı yapmış dünyanın en zenginleri arasında çeşitli iddialar olsa da ilk 50'de bulunan Ali Ekber Hashimi Rafsanjani, dönemin Dış işleri bakanı Ali Akbar Velayati, İstihbarat bakanı Ali Fallahiyan, Devrim muhafızları komutanı Mohsen Rezai, İran Arjantin büyükelçiliği görevlileri Ahmad Reza Asghari ve Mohsen Rabbani ve bir de Hamas operasyon komutanı İmad Mughniyah'ye arama emri çıkartıldı ancak politik baskılarla beraber Cumhurbaşkanı Hashimi Rafsanjani ve dış işleri bakanı Velayati’nin arama emri kaldırılmıştır. Ancak yıllar sonra Kasım 2009'da konuyla ilgilenen Arjantin yargıçlarından Carlos M. İslam cumhuriyetiyle iş birliği yaparak söz konusu kişilerin olayla bağlantılarını kanıtlayan belgelerin gizlenmesinde ve olayın aydınlanmasını engellenmesinde rolü olduğu iddiasıyla yargılanmıştır. İran İnterpol ülkesi olmasına rağmen günümüze kadar diğer 5 kişi tutuklanamamıştır.[60] [61] [61]
İslam Devrimi sonucu anlatıldığı gibi İran’da yaşam koşulları iyice zorlaşmış ve giderek diktatörlüğün şiddeti artan hükûmetin halka baskısı artmaktadır. Bu baskının sonucu 2009'da bir halk isyanına dönüşmüş ancak bu isyan da kanlı bir şekilde bastırılmaya çalışılmıştır.[66] Devrimden önce monarşik bir hükûmete sahip olsa da halkın temel geçimini sağlayan hükûmetin yerini devrime destek veren eğitimsiz halkı arttırmaya çabalayan bir hükûmet almıştır. Devrimin ilk yıllarında Humeyni tarafından doğum kontrol yöntemlerinin haram ilan edilmesiyle başlayan nüfus arttırma politikası Ahmednejad tarafından yenilenmiş 2010'da Ahmedinejadın açıklamasına göre her yeni çocuğa 10.000.000 Riyal (~1.500 TL) para ödeneceği bildirilmiş sürgündeki muhalifler tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir. Devrim öncesi 34.000.000 nüfusa sahip olan bir ülke olarak İran’da sağlık hizmetleri devlet bünyesinde gerçekleşip sağlık hizmeti için hiçbir şekilde sigorta primi dâhil alınmaz iken günümüzden ülkede sigorta primini ödeyen vergi mükelleflerine dâhil tam bir sağlık hizmeti verilememektedir. Ayrıca devrimden önce piyasada gençler ve özellikle üniversite mezunu gençler için bol iş bulunur iken günümüzde Ahmedinejad hükûmetinin haftada bir saat ücret karşılığı çalışan kişiyi çalışan hesaplamasıyla dâhil işsizlik oranı %25i aşmaktadır. Ahmedinajda yönlendirilen eleştirilere yanıt olarak şöyle demiştir: "herkes bizim %25lik işsizlik oranımızı görüyor ama hiç kimse kalan %75i İslam cumhuriyeti çalıştırıyor demiyor." Ayrıca fabrikaların kapanması veya maaş vermemesini takiben oluşan protestolar özellikle onun döneminde kanlı bastırılmış ve aylarca birçok fabrika maaş ödememiştir.[67] Devrimi takiben yaşanan ABD büyükelçiliğini basıp rehine olayının yaşanmasıyla beraber Amerika tarafından Ambargo uygulanan İslam Cumhuriyetine uygulanan ambargo yasaları devamında gelen muhaliflerin ve Shapour Bakhtiyar gibi eski devlet büyüklerinin İran dışında terör edilmesi, Arjantin Museviler merkezi bombalama olayı, Avusturya’da bizzat Ahmedinejad tarafından yapıldığı iddia edilen Kürt liderlerinin terörü ve özellikle Myconos olayı ile beraber Ambargo Avrupa’ya sıçramış, Ahmedinejadın nükleer politikalarıyla beraber Birleşmiş Milletler tarafından art arda sıkı ambargo planları uygulanmıştır. Bu ambargolar her ne kadar hükûmet tarafından önemsiz tasvir edilse de şüphesiz ki ülkede geniş ticari kayıplara neden olmuştur. Ayrıca bu ambargolar ve özellikle Devrim muhafızları’nın yoksullaştırıp sahiplenme politikası olarak bilinen aksiyonlarıyla fabrikalar art arda kapanmış petrol dışı ülke ihracatı 2009'da 1978'in 3te birini dâhil görememiştir. Özgürlük yönünden değerlendirildiğinde İslam devrimi Medyanın özgürleşeceği sloganıyla zafere ulaşmış ancak Ağustos 1979'dan günümüze kadar yüzlerce gazete kapatılmış hiçbir özel TV/Radio yayınına izin verilmemiştir. Besij adı verilen Devrim Muhafızları’nın sivil kolu kurulduğu günden beri İslam cumhuriyetinin gayriresmî baskı kolunu oluşturmuş muhalifleri bastırmakta başrolü oynamıştır. Örneğin 1998'de ilk kez sesini yükselten Tahran üniversitesi öğrencileri kaldıkları yurtta baskına uğramış baskın 3 gencin ölümüyle sonuçlanmıştır. Başka bir örnek dünyanın tepkisini çeken 2009'da Ahmedinejadın seçimi kazandığını ilan etmesi üzerine çıkan protestocular da Besij tarafından kanlı bastırılmaya çalışılmıştır. Olaylar halkın tepkisini çekmiş ve Besij Karargâhı önünde toplanmışlardır. Besaij yasal olarak Devrim muhafızlarına bağlı olsalar da sivil kol olduklarından barış zamanında silah bulundurma yetkisi olamayan bir kurum olmasına rağmen karargâhın çatısına çıkan milisler halka direkt kurşun yağdırmaya başlamışlar ve birçok kişinin ölümüne neden olmuşlardır. Besij komutanı Ayetullah Talib, Shapour Bakhtiyar'ın 1979'da verdiği bir röportajda, muhabirin "neden karakola giren devrimcilere ateş açıldı?" sorusuna verdiği "eğer devrimciler askeri bir alanı basarlarsa asker silahını korumak zorundadır" cevaba istinaden "orası askeri bir alandır BEsij silahını korumak zorundadır]] demiştir. Halbuki Besijin silah bulundurma yetkisi yok ayrıca protestolar Besij karargâhının önünde sessiz bir şekilde sürüyordu bu olay dünya çapında geniş bir tepkiye neden olmuştur.[68] Tabi besij bununla yetinmedi, özellikle 2009dan itibaren uyguladığı baskıya hız veren milisler özellikle Ahmedinejada tepkisini ilan etmek için çareyi her akşam çatıdan "Allah-u Ekber" demekte bulan halkın -Allahu ekberin duyulduğu evleri- basıp tüm evi dağıtmışlardır. Olayın yansıması Birleşmiş milletler insan hakları konseyi ve dünya af örgütüne kadar gitmiş Besij komutanı Ayetullah Talib Besijin sivil bir kuruluş olup herhangi bir üniformaya sahip olmadığını unutarak şöyle açıklama getirmiştir: "onlar yabancı güçlere bağlı kimseler ve Besijin adını bozmak için Besij üniforması giyerek bu işleri yapıyorlar"[69][70] olaylar bunlarla sınırlı kalmamış Ayetullah Talibin sözlerinin devamı diğer devlet büyüklerinden de gelmiştir ve birçok tutsak TV’de yabancı güçler ile irtibatta olduklarını itiraf etme zorunda bırakılmış olay trajik komik bir hal almıştır zira adayların birçoğu bir biriyle uyuşmayan ve sadece İslam cumhuriyeti yararına olan komik itiraflara imzalarını atmak zorunda kalmış devamında kimi idama mahkûm edilmiştir. Aslında bu itiraflar yeni bir olay değildi Devrimin ilk yıllarından beri muhalifleri Televizyona çıkarıp bu itiraflar tarzında cümleleri onların ağzından umuma yayınlıyorlardı hapisten bir türlü kurtulup kaçan muhalifler yurt dışında röportajlarında bu itirafları ailelerine dokunulmasın diye söylediklerini ve imzaladıklarını anlatmışlardır. 2003'te Medhi Bazarganın da içinde bulunduğu bir ekip Mehdi Bazarganın kurucusu olduğu "İran halkının özerklik ve Özgürlüğü savunucuları topluluğuna mensup olma suçuyla tutuklanmış ve TV’de buna benzer itiraflarda bulunmuşlardı. Bu olay ile ilgili yazılan "Hacının ziyafetinde" kitabında yurt dışına kaçan bu kişiler onları itirafları imzalamaya zorlayan işkencecilerin içinde günümüzde radikal bir İslam cumhuriyeti, dini lider Hamaney ve Ahmedinejad yanlısı olan ve devamlı protestocuların yargılanıp idama mahkûm edilmesi gerektiğini vurgulayan devlet gazetesi Keyhanın genel yayın yönetmeni Hüseyin Şeriatmedarinin de bulunduğunu ifade etmişlerdir. Bu grupta hapisten kurtulanların çoğu kısa süre sonra ölmüşlerdir.[71] Devrim ile beraber İran’a dönen Humeyni’nin yanında oturan ve yabancı muhabirlerin sorularını Humeyni için Farsçaya çeviren Humeyni’nin Paris’teki danışmanı (ve hakkında KGB ajanı olduğuna dâhil iddialar da bulunan) Sadık Kutbzade seçimleri Beni sadr'e kaybettikten sonra iktidara ulaşmaya çalışan mollalar tarafından inzivaya sürüklenmiş ve 1982'de Humeyni’nin evini bombalamaya çalıştığı gerekçesiyle tutuklanmış devamında televizyonda benzer şekilde itiraflarda bulunmuş idama mahkûm edilmişti. Daha sonraki Kutpzadenin CBC muhabiri olan eski nişanlısı tarafından yazılan "Aynadaki Adam" adlı kitapta şöyle yazmaktadır: "olaylar çığırından çıkmıştı, Sadığa artık bu ülkenin onun yeri olmadığını ve devrimin onların amacından fazlaca saptığını söyledim ve İran’ı terk etme teklifinde bulundum ancak sadık aynen şöyle cevap verdi: bu devrim İran için bir kâbusu armağana getiri ve ben bu kâbusun İran getirilmesi için büyük bir rolü üstlendim o yüzden cezamı çekmem gerekiyor ve İran’da kalıp kaderimle yüzleşeceğim."[72] ce daha sonra Ayetullah Hüseyin Ali Müntaziri kendi anılarında idamıyla ilgili şöyle yazmaktadır: "Duydum ki hacı Ahmet (Humeyni’nin oğlu) hapiste Kutbzadeye sen bunu kendi iyiliğin için söyle ben babamı seni affetmesi için ikna edeceğim demiş ve devamın kutbzade ona güvenerek bu itirafları etmiş ve kurşuna dizilmişti. Yine de olayın takibinde aldığım haberlere göre Humeyni’nin evindeki kuyuya patlayıcı dökme olayı tamamen yalan olup Ayetullah-il uzma Shariatmadarinin gücünü elinden almak için bir bahaneymiş." (çünkü hükûmet kutbzadenin amacını Humeyni’yi öldürüp Shariatmadariyi yerine geçirmek olduğunu iddia etmişti).[73] [74]
2016 çıkışlı 1979 Revolution: Black Friday adlı video oyununda oyuncular, İran İslam Devrimi sırasında Rıza Şirazi adında foto muhabirini canlandırmaktadır.[75]
2007 yapımlı animasyon filmi Persepolis, İslam Devrimi'ndeki küçük bir kızı anlatır.
2012 yapımlı Ben Affleck'in yönettiği ve oynadığı aksiyon filmi Operasyon: Argo, İran rehine krizi'ni konu etmektedir.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.