Loading AI tools
İstanbul'da Sarayburnu ve çevresine (Fatih) tekabül eden tarihî şehir, Doğu Roma ve daha sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Konstantinopolis veya Kostantiniyye (Osmanlıca: قسطنطينيه, romanize: Kostantînīyye; Grekçe: Κωνσταντινούπολις, romanize: Kōnstantinoúpolis; Latince: Constantinopolis), Roma İmparatorluğu (330–395), Bizans İmparatorluğu (395–1204 ve 1261–1453), Latin İmparatorluğu (1204–1261) ve Osmanlı İmparatorluğu'na (1453–1922) başkentlik yapmış tarihî bir şehir. Günümüzde şehir, Atatürk'ün inkılaplarından biri olarak 1928'de Latin harflerine geçilmesi sonrası, kentin Türkçe adının Latin harfleriyle yazılmış hali olan İstanbul olarak adlandırılmaktadır.
Konum | Fatih, İstanbul, Türkiye |
---|---|
Bölge | Marmara Bölgesi |
Parçası | |
Tarihçe | |
Kurucu | I. Konstantin |
Kuruluş | 11 Mayıs 330 |
Kültür(ler) | |
Olay(lar) | Konstantinopolis kuşatmaları şehrin düşüşü dahil (1204 ve 1453) |
Bizans döneminde kullanılan adıyla Konstantinopolis; 1453'te Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet'in fethinden sonra Kostantiniyye, Dersaadet, İstanbul gibi değişik adlarla anılmıştır. Bunlardan resmî amaçlarla en çok kullanılanı Kostantiniyye'dir.[1]
Şehir Osmanlıların eline geçtikten sonra da Konstantinopolis (Kostantiniyye) ismi kullanılmaya devam edilmiştir, bunun yanında İstanbul adı da yaygın olarak kullanılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun sonlarına doğru İstanbul dışındaki adlar kullanımdan kalkmıştır. Buna karşın diğer dillerde Konstantinopolis adlandırması devam etmiş, kent Osmanlı Türkçesinde استانبول (İstanbul) olarak adlandırılırken Latin harfleriyle yazıldığında Konstantinopolis kullanılmıştır. Türkçede Latin harflerine geçiş sonrasında Türk Devleti diğer ülkelerden kentin Türkçe adını kullanmalarını talep etmeye başlamış, zamanla dünya genelinde İstanbul adı yaygınlaşmıştır.[2]
Modern Yunancada İstanbul'un adı hâlâ Konstantinopolis olarak geçmektedir.
MÖ 667 yılında Antik Yunanistan'dan gelen Megaralı kolonistler bugünkü tarihî yarımadanın en doğusuna Byzantion (Yunanca: Βυζάντιον) adlı şehir devletini kurdular. Byzantion, MÖ 196'da Romalılar tarafından işgal edilinceye kadar şehir devleti özelliğini korumuştur. Bu antik Yunan şehri bugünkü İstanbul'un kentsel ilk atası olarak kabul edilir.
İstanbul'un başkentlik tarihi Roma İmparatorluğu'nun Doğu-Batı ayrılmasından 65 yıl önce başlamıştır. 11 Mayıs 330 tarihinde Roma İmparatoru I. Konstantin Byzantion'u imparatorluğun yeni başkenti seçmiş ve Yeni Roma (Latince: Nova Roma) diye tekrar isimlendirmiştir. İlk zamanlarından itibaren yeni başkentin tarihçileri kurucusunun adından dolayı onu Konstantin'in Şehri; Konstantinopolis diye anmaya başlamışlardır (Yunanca: Κωνσταντινούπολις veya Κωνσταντίνου Πόλις). Şehir hızla eski site sınırlarından taşarak batıya doğru yayılmaya başlamıştır.
Büyük Konstantin döneminden başlayarak Roma İmparatorluğu'nun başkenti ve Roma İmparatorluğu yıkıldığı MS 395'ten itibaren ardılı olan Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkenti olur.
Konstantinopolis, önce Doğu Roma İmparatorluğu adıyla kurulan ve Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra zamanla adı Bizans İmparatorluğu'na dönüşen devletin de 395'te başkenti olmuştur. Konstantinopolis erken Orta Çağ'da da dünyanın en parlak ve zengin şehridir. Şehir ve güneyindeki Theodosius Limanı, 13. yüzyıla dek dünyanın en büyük ticaret merkezlerinden biri olur.
1204-1261 yılları arasında Latinlerin işgaline uğrayan Konstantinopolis Latin İmparatorluğu'nun bir parçası haline gelmiştir.
Latin egemenliğinden sonra Konstantinopolis daha sonra tekrar 1453'e kadar Bizans İmparatorluğu'nun başkenti olmuştur. 29 Mayıs 1453 tarihinde Fatih Sultan Mehmet'in Konstantinopolis'i ele geçirmesiyle şehir Osmanlı Devleti'nin başkenti olmuştur.
Kostantiniyye ve daha sonra İstanbul adlarını alan şehir, bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti olmuştur.
Sultan III. Mustafa 1762 yılında Konstantiniyye adının kullanılmasını yasaklar.[3]
1923'te Ankara'nın yeni Türkiye Devleti'nin başkenti ilan edilmesiyle, MS 330'dan beri sürdürdüğü yaklaşık 1600 yıllık başkentlik özelliğini kaybetmiştir.
İstanbul'un stratejik özelliklerinin başında Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlaması gelmektedir. Bir nevi köprü vazifesi görmektedir ve tarih boyunca kültürler arası köprü vazifesini başarıyla yerine getirmiştir. Doğu Roma İmparatorluğuna ve Osmanlı Devletine başkentlik yapmıştır. Tarih boyunca birçok devlet tarafından kuşatmaya uğramıştır ama emsali görülmemiş surlarını kimse aşmayı başaramamıştır. Bu surlar üç aşamadan oluşuyordu ve aralarında boşluklar bulunuyordu bu boşluklara da hendekler kazılmıştı ve içlerinde göletler oluşturulmuştu. Bu surları Osmanlı padişahlarından Fatih Sultan Mehmet geçmeyi başarmıştır ve Osmanlı'nın yeni başkenti olmuştur.
İstanbul ayrıca Yunan mitolojisinde de geçer ve "Altın Boynuz" olarak da bilinen Haliç'in oluşumu mitolojide anlatılagelir.
İstanbul'un Dünya haritasına bakıldığında hem Asya hem de Avrupa'ya hakim bir yapısı bulunmaktadır. İstanbul Boğazı'ndan geçerek Rusya Federasyonu'na deniz yolu ile geçilebilir ya da Akdeniz havzasına inilebilir.
İstanbul bütün Ortaçağ dünyasının ilgisini önce kilise ve manastırlarıyla kendisine çekmektedir. Özellikle Ayasofya. O tek başına bir efsanedir. Ayasofya'sız bir İstanbul, İstanbul'suz bir Ayasofya düşünülemez. Bünyesinde barındırdığı altı bin rahip ve on yedi bin cemaatle Ayasofya, şehrin en büyük kilisesi ve patriğin merkezidir. Kilisenin ana kapısının üstünde Hz. İsa'nın çarmıhının bir parçası olduğu söylenen tahta bir haç bulunmakta olup tüm Hristiyan seyyahlar bu haçın önünde istavroz çıkarır, daha sonra kiliseye girerler.[4]
Seyyahlar kilisenin içindeki altın ve gümüşün bolluğundan, kullanılan mermerlerin, porfirlerin ve diğer kıymetli taşların güzelliğinden ve özellikle mozaik süslemenin letafetinden dolayı şaşıp kalırlar. Ayasofya'nın çan kulesi yoktur. Novgorodlu Antonius'un belirttiği üzere, ibadete sementron (tahta levhaya vurulan tahta tokmak) ile davet edilmektedir.[4]
Ayasofya sadece mabetten ibaret değildir. O, şehir hayatının, hatta imparatorluk hayatının merkezinde yer almaktadır.[4]
Doğu Roma dönemi İstanbul'unun ikinci büyük abidesi, bugün, yerinde Fatih Camii'nin ve II. Mehmet'in türbesinin bulunduğu yerdeydi. Kilise, ismini, kilisede medfun bulunan Hz. İsa'nın üç havarisinden; Aziz Timotheus, Aziz Andreas ve Aziz Lukas ile meşhur din adamı Aziz Ioannes Hırisostomos'tan almaktadır.[4]
Venedik'teki San Marcos Kilisesi ile Efes'teki Agios Ioannes'in (Aziz Yahya) kiliseleri, Havariyyun Kilisesi örnek alınarak yapılmıştır. 1028'e kadar Doğu Roma imparatorlarının gömüldükleri anıt mezar kompleksi olarak kullanılmıştır. Şehrin kurucusu I. Konstantinos ile annesi Helena'nın, II. Theodosius'un ve I. Justinianus'un lahitleri burada bulunmaktadır. Kilise, paraya ihtiyacı olan Doğu Roma İmparatoru III. Aleksios tarafından 1197 yılında "soyulmuş", 1204'te Haçlılar tarafından yağmalanmış, 15. yüzyılın başındaysa neredeyse harabe haline gelmiştir.[4]
Doğu Roma İmparatorluğu'nun daha sonraki hanedanlarının, Komnenos ve Paleologos hanedanlarının defin yeri olmuştur. Kiliseyi yaptıran İmparatoriçe Iriene, 1134'te ölmüş ve buraya defnedilmiştir.[4]
Şehrin Haliç'e yakın surlarının içinde yer alan bu kiliseden bugüne hiçbir iz kalmamıştır. Clavijo, kiliseyi şöyle anlatmıştır: "Kilise, Blakharne Sarayı'ndan pek uzakta değildi. Girişindeki kapıda Vaftizci Yahya'nın mozaikle işlenmiş bir resmi göze çarpıyordu. Kapıdan girince dört direğe dayanan ve içi altın yaldızlı mozaikler, mavi, yeşil, kırmızı renklerle boyanmış resimlerle süslü bir kubbenin altından geçiliyordu. Asıl kilise binasının içinde, en büyüğü ortada yer alan, üç bölme ile karşılaşıyordunuz. Duvarlar, tavandan zemine kadar en muhteşem mozaiklerle işlenmişti. Bu kilisede muhafaza edilen mukaddes eşya pek çoktu."[4]
Şehrin güneybatısında bulunan bu kilise, bir manastırın iç bahçesinin ortasında yer almaktadır. Clavijo burayı da anlatmıştır: "Kilisenin asıl binasının dışı da birçok resim ve tasvirle süslenmişti. Kiliseye girerken sol tarafta Hz. Meryem'in ayaklarının dibinde otuz kale ve şehrin temsil olunduğu ve isimlerinin Yunan harfleriyle yazılı olduğu bir tasvir dikkatimi çekti. Anlatıldığına göre bu kale ve şehirler, İmparator Romanos (1028-1034) tarafından bu kiliseye vakfolunmuştu. Kilisenin bir köşesinde İmparator Romanos'un mezarı görülmekteydi. Burada Vaftizci Yahya'nın diğer kolunu gördük. Aynı kilisede bize küçük bir haç gösterdiler. Papazların anlattığına göre bu haç, bizzat İsa Efendimiz'in, üzerinde çarmıha gerildiği asıl haçtan yapılmış. Tahtanın rengi siyahtı. İstanbul'u kuran İmparator I.Konstantinos'un annesi Kudüs'e giderek hafriyat yaptırmış ve asıl sahibin bu parçasını buldurmuş."[4]
Roma İmparatoru Septimus Severus'un inşasını başlattığı bu mekan, I. Konstantinos tarafından hem bir tören hem de bir yarış alanı olarak tamamına erdirilmiştir. Tahminen seksen bin kişilik hipodromun çevresinde, atlı arabaların yarıştıkları bir parkur, parkurun orta yerinde de arabaların çevresinde dönerek turlarını tamamladıkları çeşitli abide ve heykellerle anlamlı kılınmış bir ara set, bir spina bulunmaktadır. Boyu dört yüz yirmi metre olan meydanın ortasında bir de arena vardır. Boyu üç yüz yetmiş, eni yüz seksen metredir. Clari, halktan izleyiciler için otuz-kırk sıra olan ve imparator ailesiyle saraylılara mahsus locaların olduğu bir amfiden söz etmektedir.[4]
Bugün Venedik'teki San Marco Kilisesi'nin üst katındaki müzede muhafaza edilen "Dört At" kompozisyonu hipodromdan Latin İşgali sırasında İtalya'ya götürülmüştür. M.Ö. IV. yüzyılda Grek heykeltıraş Lisipos tarafından yapılan altın varaklarla kaplanmış tunçtan atlar I. Konstantinus tarafından önce Korent'den Roma'ya Trajanus kemerine taşınmış, sonra İstanbul'a getirilerek dört atlı yarış arabalarını temsilen Hipodrom'a yerleştirilmiştir.[4]
M.Ö. 479'da Delfi'de Greklerin Perslere karşı kazandığı zaferin anısına, savaşta ölen Pers askerlerinin bronz kalkanlarının eritilmesiyle yapılan ve bir zamanlar üç ayaklı bir kaide üzerine konulmuş altın bir kazanı taşıyan bu burmalı anıtın kıvrımlarında, savaşı kazanan otuz bir Grek şehir devletinin isimleri yazılıdır. Apollon'a ithaf edilen abidenin altın kazanı, Delfi'yi yağma eden Phokisliler tarafından çalınmış, anıtın temeli olan üçlü burmalı sütun ise M.S. IV yüzyılda I. Konstantinos tarafından İstanbul'a getirilmiştir. I. Konstantinos getirttiği sütunu hipodroma diktirmemiştir. Bununla birlikte sütunun Paleologoslarla Hipodrom'a konulmuş olduğu yaygın olarak kabul edilmektedir. Konstantinopolis'i gören ve anlatan seyyahlar özel günlerde yılan başlarının ağzından halka şarap dağıtıldığını yazmıştır.[4]
Hipodromda bulunan en eski eserlerden birisi olan Dikilitaş, yaklaşık 3500 yaşında olup, Mısır'daki Karnak Mabedi'nden getirilmiştir. M.Ö. 1547'de III. Thoutmosis'in emriyle dikilen bu taş, yekpare pembe granittendir. I. Theodosius'un emriyle Haliç'ten taşınarak M.S. IV. yüzyılda İstanbul'a getirilmiştir.[4]
Dikilitaş, Konstantinos VII. Porphyrogenitus tarafından bronz levhalarla kaplatılmıştır. Fakat Haçlıların şehri istilasından sonra bu levhalar eritilip para yapılmıştır.[4]
Ayasofya meydanında bulunan bu atlı heykel I. Justinianus'a atfedilmiştir. Doğu Romalılar, yıllarca bu anıtın şehri koruyan bir tılsım olduğuna inanmışlardır. Olağanüstü yükseklikte ve gerçeklikte olan bu sütunu birçok dönem gezgini anlatırken sütuna karşı olan hayretlerini gizleyememişlerdir. İmparator, barbarlara sınırları içerisinde kalmalarını emredermişçesine elini doğuya doğru uzatmaktadır. Diğer elindeyse üzerinde haç olan altın bir küre tutmaktadır. Bu küre, 1316'daki bir fırtınada düşmüştür. 1325'te tekrar yerine konulan küre, varlığını kısa bir süre daha devam ettirmiştir. Fetihten sonra heykel indirilmiştir. Sütun ise 1520 yılında çıkan bir fırtınaya kadar varlığını sürdürmüştür.[4]
Çemberlitaş Meydanı'nda bulunan bu anıt I. Konstantinos tarafından 328'de diktirilmiş olup, üstünde imparatorun heykelini taşımaktadır. 1106'daki bir fırtınaya kadar ayakta kalmıştır. Birçok seyyah, sütunun içinde Hristiyanlığa ait kutsal emanetlerin barındırıldığını söylese de bu henüz kanıtlanabilmiş değildir.[4]
Beyazıt Meydanı'nın yerinde bulunan Tauri Forumu'nda kırk metreyi aşan bir sütunun üzerinde I. Theodosius'un heykeli bulunmaktadır. Anıtın üzerinde kabartmalarla I. Theodosius'un savaşları tasvir edilmiştir. İçinde merdiven bulunan bu sütunun üzerinde ise bir hücre bulunmaktadır ve bu hücrede bir keşiş yaşamaktadır. Haçlılar şehri zapt ettikten sonra imparatoru şehir ahalisinin önünde bu sütundan aşağı atmışlardır.[4]
Büyük İmparatorluk Sarayı, Sultanahmet Meydanı'ndan Marmara Denizi'ne kadar olan çok geniş bir alanı kapsar ve bütün çevresi yüksek surlarla çevrilidir. Ana giriş kapısı, bugün Sultanahmet Türbesi ile Ayasofya arasında bulunan saray, altın mozaiklerle süslü beş yüz odası, birbiri ile bağlantılı olan saray yavruları, büyüklü küçüklü otuz kilise ve şapeli ve bahçeleriyle karmaşık bir saray kompleksidir. Sarayın ilk binaları I. Konstantinuas döneminde inşa edilmeye başlanmıştır ve sonraki dönemlerde çeşitli eklemeler yapılmıştır. Büyük Saray'ın en önemli mekanları damı ve kapı kanatları altın yaldızlı bakırlarla kaplı olan Halki, büyük bir kabul salonu olan on dokuz sedirli Triklinos, yılda bir kez senato üyelerini toplandığı ve sarayın ilk yapılarından birisi olan Daphne, İmparator Theophilos'un yaptırdığı üç yapraklı yonca biçiminde kubbe ve yarım kubbeleri altın yaldızlarla süslü Trikonkhos, II. Justinianus'un yaptırdığı sekizgen biçiminde Altın Triklinos, kırmızı porfir ile döşemeli olduğundan Porphyra olarak adlandırılan ve imparatoriçelerin lohusalığına mahsus olan salon, kıyıda önünde bir boğayı parçalayan bir aslan heykeli olan ve bir dizi pencereleri ve tonozları bugün tren ile içinden geçilirken dikkati çeken Bukoleon Sarayı'dır.[4]
Büyük Saray'ın XI. yüzyıldan sonra değerini yitirmesiyle imparatorların ikametgâhı olarak kullanılmaya başlanmıştır. En çok ziyaret edilen ve tasvir edilen saray olmuştur. Altın Boynuz'un yanı başındadır. Sarayın her tarafı değerli taşlar ve mozaiklerle işlenmiştir. İmparator kendine altın ve kıymetli taşlarla sülü bir taht yaptırmış, tahtın hemen üstüne ise altın zincirlerle aşağıya doğru sarkan bir taç, İmparator tahtında otururken başına geçebilecek şekilde yerleştirilmiştir. Sarayda her biri altın mozaiklerle süslü iki yüz oda ve yirmi şapel bulunmaktadır. Hazine dairesinde ise daha eski imparatorlara ait olan pek çok taç korunmaktadır.[4]
Başlangıçta bağımsız bir saray olan ve adını küçük limandaki dövüşen aslan ve boğa heykelinden alır.[4]
Sırasıyla:
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.