Remove ads
Kuzeydoğu Afrika'da varolmuş bir antik medeniyet Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Antik Mısır (veya Eski Mısır), Antik Çağ'daki medeniyetlerden biridir. Kuzeydoğu Afrika'da Nil Nehri'nin denize ulaştığı yarısı çevresinde yayılmış antik bir uygarlıktır. Uygarlığın yayıldığı bölge, bugünkü Mısır toprakları içinde yer almaktadır. MÖ 3.050 yılları civarında kuruluşundan önce, "Aşağı Mısır" (Nil Deltası ve güneyi, şimdiki Kuzey Mısır) ve "Yukarı Mısır" (Teb kenti merkez olmak üzere günümüz Güney Mısır'ı) olarak ikiye ayrılmaktaydı. Uygarlık, MÖ 3.150[1] yılında ilk firavunun yönetimi altında Aşağı Mısır ve Yukarı Mısır'ı politik olarak birleştirdi. Bu politik birlik, izleyen 3 bin yıl boyunca sürdü.[2]
Antik Mısır tarihinde, arada Orta Krallık olarak adlandırılan görece istikrarsız dönemlerin yaşandığı bir dizi istikrarlı krallık dönemi yer almaktadır. Antik Mısır, Yeni Krallık döneminde en gelişkin düzeyine ulaştı. Ardından, ağır seyreden bir gerileme dönemine girdi. Mısır, son dönemlerine doğru dış güçler karşısında art arda yenilgilere uğradı ve MÖ 31 yılında, erken Roma İmparatorluğu tarafından istila edilerek firavunların egemenliğine son verildi, Roma'nın bir eyaleti haline getirildi.[3]
Antik Mısır uygarlığının başarısı, kısmen Nil Vadisi'nin koşullarına uyum sağlamakta gösterdiği beceriden gelmektedir. Taşkınların öngörülmesi ve verimli vadinin kontrollü sulanması, toplumsal ve kültürel gelişmeyi besleyen ürün fazlasının üretilmesini sağlamıştır. Ürün fazlasının kullanılmasıyla siyasi otorite, Nil vadisi ve civarındaki çöl arazisindeki madenleri işletmek, özgün bir yazı sistemini erken evrelerde geliştirmek, karmaşık inşaat ve tarım projelerini hayata geçirmek, dış dünya ile ticareti geliştirmek ve yabancı istilacıları uzak tutmaya ve Mısır üstünlüğünü kabul ettirmeye yönelik bir askeri yapılanışı sağlamak için gerekli kaynakları sağlamıştır. Bu yöndeki faaliyetleri harekete geçiren ve planlayıp örgütleyen, seçkin yazmanlardan oluşan bir bürokrasi, dini liderler, bir firavunun denetimi altındaki yöneticiler topluluğuydu. Bu unsurlar, aynı hedeflere yönlendirildi ve bölgede yerleşik insanları, ayrıntılı düzenlenmiş bir dini inançlar sistemi çerçevesinde bir araya getirdi.[4][5]
Antik Mısır'ın birçok başarısı, bu uygarlık içinde ortaya çıkan çeşitli gelişmelere, uygulamalara dayanmaktadır. Taş ocaklarının işletilmesi, anıtsal piramit ve tapınakların, dikilitaşların yapımına olanak sağlayan ölçümleme ve inşaat teknikleri, taşkın sonrası kaybolan arazi sınırlarının tespitinde harita ve kadastro bilgisi, pratik ve etkili bir tıp bilgisi, sulama ve tarım teknikleri, bilinen ilk geminin yapımı,[6] Mısır fayans ve cam tekniği, yeni yazın biçimleri ve bilinen en eski barış antlaşması gibi.[7] Sonuçta Mısır, kalıcı bir miras bıraktı, sanat ve mimarisi yaygın olarak örnek alındı ve eski yapıtları dünyanın uzak köşelerine kadar taşındı. Anıtsal kalıntıları, yüzyıllar boyunca gezginlerin ve yazarların ilham kaynağı oldu. Erken Modern Dönem'deki kazılar, Mısır Uygarlığı'nın yapıtlarına karşı ilgi uyanmasına, giderek bu yönde bilimsel araştırmalara yol açtığı gibi dünya ve Mısır için bıraktığı kültürel mirasa karşı daha büyük bir takdir oluştu.[8]
Antik Mısır; Augustus Caesar'in liderliğindeki Roma İmparatorluğu tarafından MÖ 30 yılında ele geçirilmiştir. MS 7. yüzyılda Araplar burada egemen olmuş; 1250 yılında Memlükler; 1517 yılında ise Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına katılmıştır. 1882 yılında da Mısır; Birleşik Krallık'ın kolonisi olmuştur.
Geç Eski Taş Çağı'nda Kuzey Afrika'nın kurak iklimi giderek ısındı ve kuraklaştı. Bu yörelerde yaşayan insanlar, Nil vadisine yakınlaşmak zorunda kaldılar. Avcı-toplayıcı Modern İnsan, göçebelikten itibaren, Orta Buzul Çağı boyunca bu bölgede yaşamını sürdürdü. Böylece neredeyse 12 bin yıllık bir dönem boyunca Nil vadisi, insan türünün yaşam alanlarından biri oldu.[9] Nil vadisinin verimli toprakları, bu bölgede yaşayan insanlara, yerleşik bir tarım ekonomisi ve daha uzmanlaşmış, merkezileşmiş toplumsal yapı geliştirme olanağı sağladı. Dolayısıyla bu bölgedeki gelişmeler, uygarlık tarihinin temel taşlarından bazılarını oluşturdu.[10]
3000 yıldan daha fazla olan Antik Mısır tarihini incelemek için bölümlere ayırmak şarttır:
Mısır'da insan paleolitik zamandan beri vardı. Bu dönemin Mısır toplulukları merkezi bir yönetim kuramamışlardı. Siyasal birlik adına ise ilk gelişme bu dönemin sonunda Yukarı Mısır'ın kuzeyinde yer alan Hierakonpolis merkezi oldu.
Hanedanlık öncesi ve Erken Hanedanlık Dönemi'nde Mısır iklimi bugünkünden çok daha az kurak bir iklimdi. Mısır topraklarının geniş bir bölümü, toynaklı hayvan sürülerinin otladığı savanlarla kaplıydı. Flora ve Fauna (yaban hayatı), tüm bölgede çok daha verimliydi ve bu durum çok sayıda su kuşu türünün ve popülasyonunun yaşamasına olanak sağladı. Doğal olarak bu bölgede yaşayan insan toplulukları için avlanma yaygındı ve bu durum birçok hayvan türünün süreç içinde ilk kez bu bölgede evcilleştirilmesine olanak sağladı.[11]
MÖ 5.500 dolaylarında Nil vadisinde yaşayan küçük insan toplulukları, tarım üzerinde etkili bir denetim, hayvan yetiştiriciliği, özgün çömlekçilik ve boncuk, tarak, bilezik gibi kişisel eşyalar yapımı olarak kendini gösteren bir dizi kültürel gelişme sağlamış bulunuyorlardı. Yukarı Mısır'daki bu kültürlerin en yüksek gelişme göstermiş olanı, Badari Kültürü, yüksek kalitede çömlekçiliği, taş aletleri ve bakır kullanımıyla bilinmektedir.[12] Kuzey Mısır'da Badari Kültürünü, bir dizi teknolojik gelişme sağlayan Armatyan ve Gerzyan kültürleri izledi.[13] Gerzyan zamanında Biblos sahili ve Filistin bölgesi ile temaslar kurulmaya başlandığı gösteren bulgular vardır.[14]
Güney Mısır'da Badari Kültürü'ne benzer özellikler gösteren Naqada Kültürü, yaklaşık olarak MÖ 4. binli yıllarda Nil Vadisi boyunca yayılmaya başlamıştı. Hanedanlık öncesi Mısırlılar, Naqada I dönemi kadar eski tarihlerde, Etiyopya'dan kesici ağızlar ve diğer yonga aletlerin yapımında kullanılmak üzere obsidyen getirmekteydiler.[15] Yaklaşık bin yıllık bir süre içinde Naqada Kültürü, birkaç küçük tarım toplumundan güçlü bir uygarlık yönünde gelişme gösterdi. Öyle ki bu uygarlığın siyasi otoritesini temsil eden hükümdarlar, bölgede yaşayan tüm nüfus ve bölgenin kaynakları üzerinde bir hakimiyet kurdular.[16] Naqada III hükümdarları, hükümranlıklarının etki alanını Nil boyunca Mısır'ın kuzeyine doğru geliştirirken önce Nekhen, daha sonra da Abidos gibi güç merkezleri oluşturdular.[17] Ayrıca güneyde Nübye ile batıda Libya Çölü'nün vahalarıyla ve doğuda Doğu Akdeniz kültürleriyle ticari ilişkiler geliştirdiler.[17]
Naqada Kültürü, artan gücünü ve seçkin bir sınıfın zenginliğini yansıtan birçok eşya üretmiştir. Bunlar arasında, boyanmış çömlekler, yüksek kalitede dekoratif taş vazolar, kozmetik paletler, altın Lapis lazuli ve fildişi'nden yapılma mücevher sayılabilir. Ayrıca çok sonraları Mısır'ın Roma hakimiyeti döneminde yaygın olarak kullanılan çeşitli işlemeli içecek kapları, muskalar ve küçük heykelciklerin üretiminde kullanılacak olan seramik sırı olarak bilinen fayansı geliştirdiler.[18] Hanedanlık öncesi dönemin son evresinde Naqada Kültürü, yazıyı kullanmaya başladı ki, bu yazı sistemi sonunda eski Mısır dilini yazmak için gelişkin bir Hiyeroglif sistemi halinde geliştirildi.[19]
Hierakonpolis'te yaşayanlar diğer Mısır topluluklarına göre daha ileri bir kültüre sahiptiler. Dikdörtgen planlı evler yapıyor, seramik üretiyor ve küçük hacimli değiş-tokuş ticareti yapıyorlardı. Ancak MÖ 3500 yıllarında meydana gelen iklim değişikliği nedeniyle Hierakonpolisliler Nil Nehri'nin taşkınlarına maruz kalan bölgelere inmek zorunda kaldılar.
Hierakonpolis'i terk etmeyenler ise belli bir zenginliğe sahip olan elit sınıfıydı. Bu elit sınıfı göç eden toplulukları örgütlediler. Böylece sel sularını kontrol altında tutacak sulama projeleri gelişmeye başladı. Yani, sulu tarım ekonomisi keşfedilmiş oldu. Bu keşfi kentlerin kurulması izledi. Bu süreç, MÖ 3.000'li yılların sonunda Aşağı ve Yukarı Mısır'ın birleşmesiyle sonuçlandı.
Mısır'ın tarihi ilk kez Mısırlı tarihçi ve rahip Manetho tarafından yazılmıştır. Manetho Mısır hanedanlık tarihini, uzun firavunlar dizisini Menes'den başlayarak kendi zamanına kadar 30 Hanedana bölmüştür (Bazı kaynaklarda 31 hanedanlık görülmektedir. Bunun nedeni Pers bir sülalenin devleti yönetmiş olmasıdır. Bazı tarihçiler bu sülaleyi hanedan sayısına katarken bazıları katmamıştır.). Bu hanedanlık dizisi bugün için hâlen kullanılmaktadır. Maneto, kendi resmi tarihini Menes adlı kralla başlatmayı seçti. Daha sonra onun, MÖ 3.200 dolaylarında, Aşağı Mısır ve Yukarı Mısır krallıklarını birleştiren kral olduğuna inandı.[20] Birleşik bir devlete geçiş, aslında antik Mısır yazarlarının bize aktardıklarından daha yavaş bir süreç içerisinde, aşama aşama gerçekleşti ve Menes'le ilgili olarak günümüze ulaşan bir kayıt bulunmamaktadır. Ancak bugün için bazı bilim insanları, efsanevi Menes'in, Narmer Paleti'nde aşağı ve yukarı Mısır'ın birleşmesini simgeleyen bir törende kraliyet takılarıyla resmedilen firavun Narmer olabileceğine inanmaktadır.[21]
Hanedanlık Dönemi'nin başlarında (MÖ 3.150 dolayları), ilk firavun Memphis'te bir başkent kurarak Aşağı Mısır üzerindeki hakimiyetini sağlamlaştırdı. Bu başkente dayanarak verimli deltanın tarımsal potansiyeli ve işgücü kaynakları üzerinde denetim kurabildi. Aynı zamanda Doğu Akdeniz'e uzanan riskli ve kazançlı ticaret yolu üzerinde de kontrol oluşturulabildi. Erken Hanedanlık Dönemi boyunca Firavunların artan güç ve zenginliği, onların özenle inşa edilmiş anıtsal höyüklerinde (Mastaba) kendini dışa vurmaktadır. Bunlar, ölümlerinden sonra tanrısallaştırılan firavunları kutsamayı ve kalıcı kılmayı amaçlayan çabalardı.[22] Firavunlar tarafından geliştirilen krallığın güçlü kurumları, arazi, işgücü ve kaynaklar üzerinde siyasal otoriteyi meşru kılmaya hizmet etti. Siyasi otoritenin güçlü kurumlarca meşrulaştırılması, Mısır Uygarlığının ayakta kalabilmesi ve gelişmesi için gerekliydi.[23]
Mısır Tarihi boyunca 190 Kral hüküm sürmüştür. 30 hanedanlık Mısır'ın tarihi, Eski Krallık Dönemi (MÖ 3.100-MÖ 2.150), Orta Krallık Dönemi (MÖ 2.050-MÖ 1.650), Yeni Krallık Dönemi (1570-935) ve Geç Dönem (MÖ 935 - MS 343) olmak üzere 4 döneme ayrılır. Her dönemin ardından karışıklıkların yaşandığı bir ara dönem gelir. Bu ara dönemlerin sayısı 3'tür.
Dönemin en ünlü kralı 3. Hanedan'ın 2. Kralı olan Zoser'dir. Başkent Memphis kenti yakınındaki Sakkara'da Mısır'ın ilk piramidi olan Zoser Piramidi'ni inşa ettirmiştir. Bu piramidin mimarı Zoser'in veziri İmhotep'tir. Zoser'den sonraki krallar da piramit yaptırmaya devam etmişlerdir. Bunların en görkemlisi ise 4. Hanedan Kralları zamanında yapılan Keops Piramidi'dir.
Mimarideki, sanattaki ve teknolojideki çarpıcı gelişmeler Eski Krallık döneminde gerçekleşti. İyi gelişmiş merkezi otorite, tarımsal verimlilikteki artışı olanaklı hale getirdi. Tarımsal verimlilikteki artış ise söz konusu gelişmeleri, bir anlamda finanse etti.[24] Vezirin yönetimi altındaki kamu görevlileri, vergileri topladı, ürün verimliliğini arttırıcı sulama projelerini düzenledi, inşaat projelerinde çalışmak üzere işçi topladı ve barışı ve düzeni sürdürmek için bir adalet sistemi oluşturdu.[25] Verimli ve istikrarlı bir ekonomi tarafından sağlanan kaynak fazlasıyla siyasi otorite, devasa anıtsal inşaatları finanse etmeyi ve kraliyet işliklerinden olağanüstü sanatsal çalışmalar çıkartmayı başardı. Zoser, Khufu ve onun soyundan gelen diğerler firavunlar tarafından yaptırılan piramitler, Eski Mısır Uygarlığı'nın gerçekten anılmaya değer sembolleridir ve onların yapımını sağlayan firavunların gücüydü.
Merkezi yönetimin artan önemi ve ağırlığı ile birlikte, hizmetleri karşılığında firavun tarafından kendilerine arazi bahşedilen yeni bir eğitimli yazıcılar ve bürokratlar sınıfı ortaya çıktı. Firavunlar ayrıca, kendi anıtsal mezar kompleksleri ve yerel tapınaklara da arazi vermiştir. Böylece ölümlerinden sonra kendilerinin yüceltilmesi ve bir bakıma tapınılması için gerekli olan kaynaklar da sağlanmış oluyordu. Beş yüz yıl boyunca süren bu feodal uygulamalar, Eski Krallık'ın sonlarına doğru firavunların ekonomik gücünü yavaş yavaş aşındırdı ve firavunlar daha uzun bir süre bu geniş merkezi yönetiminin giderlerini finanse edemez duruma geldiler.[26] Firavunun gücü azalırken, nomark olarak bilinen bölge valileri, firavunun otorite ve gücünü meydan okumaya başladılar. Bu durum, MÖ 2.200 - 2.150 yılları arasında[27] yaşanan şiddetli kuraklıklarla birleşince, sonuçta Mısır'ın, Birinci Ara Dönem olarak bilinen bir yoksulluk ve toplumsal çalkantılar dönemine girmesine yol açtı.[28]
Eski Krallık'ın sonunda merkezi yönetimin çökmesi ardından yönetim, Mısır ekonomisini artık destekleyemedi ve dengede tutamadı. Yerel valiler, kriz döneminde kral için güvenilir değildi. Yaşanan gıda maddeleri kıtlığı ve politik çekişmeler, ülkeyi yoksulluğa ve küçük çaplı iç savaşlara sürükledi. Yaşanan güç sorunlara karşın yerel yöneticiler firavuna hâlen bir haraç ya da vergi yükümlülüğü altında değillerdi ve yeni elde ettikleri bağımsızlığı, taşrada serpilip gelişen bir kültür oluşturmakta kullandılar. Kendi kaynakları üzerinde denetim sağladıkları andan itibaren taşra giderek daha varlıklı oldu. Taşradaki tüm sınıflardan insanların yaptırdığı daha büyük ve daha iyi mezarlar da bunu göstermektedir.[29] Yaratıcılıktaki atılımlarla taşradaki zanaatkarlar kültürel motifleri, Eski Krallığın dar çerçevesine uyarladı. Yazıcılar, dönemin özgünlüğünü ve iyimserliğini yansıtan yazım stilleri geliştirdiler.
Firavuna bağlılıkları kalmayan yerel yöneticiler, bölgesel denetim ve politik güç için birbirleriyle rekabete giriştiler. Sonuçta MÖ 2.160 dolaylarında Teb'de Intef hanedanlığı Yukarı Mısır'a hakim olurken, Aşağı Mısır ise rakip Herakleopolis hükümdarının denetimine geçti. 1. İntef, güç ve etki alanını kuzeye doğru geliştirirken iki rakip hanedanlık arasında bir çatışma kaçınılmaz hale geldi. Yaklaşık olarak MÖ 2.055'te, Teb hükümdarı Nebhepetre Mentuhotep (2. Mentuhotep), sonunda Herakleopolis hükümranlığını yenilgiye uğrattı. Bu olay, iki Mısır'ı birleştiği, kültürel ve ekonomik bir rönesansın başladığı Orta Krallık olarak adlandırılan bir dönemi açtı.[30]
Orta Krallık Dönemi, 2. Mentuhotep'in Mısır'da siyasal birliği yeniden kurmasıyla başlar. Firavunlar bu dönemde devleti eyaletlere bölmüşler ve bu eyaletlere valiler atamışlardır. Asya ve Nübye sınırlarını korumak ve bu topraklarda ticari ihtiyaçlarını karşılamak amaçlı seferler yapmışlardır. Yük taşıma aracı olarak eşeklerden faydalanan Mısırlılar Girit ile de ticari ilişki içine girmişlerdir. Bu dönemde Eski Krallık Döneminden farklı olarak köle ticareti yapılmıştır. [kaynak belirtilmeli] Bu dönemde Asyalı kölelerin sayısı çok fazladır. [kaynak belirtilmeli]
Orta Krallık firavunları, ülkenin refah ve istikrarını yeniden düzenledi. Bunun devamında, sanat, edebiyat ve anıtsal yapı projelerinde bir canlanış uyarılmış oldu.[31] 2. Mentuhotep ve onunla başlayan 11. Hanedanlık, Mısır'ı Teb'den yönetti fakat tahtı yaklaşık MÖ 1.985 civarında ele geçirerek 12. Hanedanlık'ı kuran vezir I. Amenemhat, başkenti Feyyum Vahası'ndaki Itjtawy'ye taşıdı.[32] 12. Hanedanlık'ın firavunları, Itjtawy'den başlamak üzere giderek genişleyen bir bölgede tarımsal üretimi artıracak ileri görüşlü bir arazi ıslahı ve sulama düzenine giriştiler. Ayrıca işçiler, Delta'nın doğusunda, dıştan gelecek saldırılara karşı savunma amaçlı, "Hükümdarın duvarları" olarak adlandırılan bir savunma mevzii inşa ederken, ordu da güneyde, taş ve altın madenleri yönünden zengin Nübye'yi yeniden ele geçirdi.[33]
Sağlamlaştırılmış olan askeri ve politik güvenlik, geniş tarımsal ve maden varlığı, bölge nüfusu, sanat ve din sağlıklı bir biçimde gelişti. Eski Krallık'ın tanrılar konusundaki seçkinci tutumunun tersine Orta Krallık döneminde, kişisel dindarlığın dışa vurumunda bir artış yaşandı ve yaşam sonrasının demokratikleşmesi denebilecek tüm insanların bir ruhu olduğu ve ölüm sonrası tanrıları karşısında kabul görebileceği tarzında inanışlara yönelindi.[34] Orta Krallık edebiyatı gelişmiş ve karmaşık konular benimsedi ve karakterler kendine güvenen, güzel konuşan tarzda,[35] yazıldı. Kabartma ve insan yontularında ince ve özel ayrıntılar yakalandı ve teknik yetkinliğin doruklarına ulaştı.[36]
Orta Krallık döneminin son firavunu 3. Amenemhat, özellikle madenlerde ve inşa işlerinde yeterli işgücü sağlamak için Asyalı göçmenlerin Delta'ya yerleşmelerine izin verdi. Ancak bu iddialı inşaat ve madencilik faaliyetleri, dönemin sonlarına doğru Nil taşkınlarının yetersiz olması ile birleşince ekonomiyi fazlasıyla zorladı İkinci Ara Dönem'in sonlarına doğru, 13. ve 14. Hanedanlık yıllarında yavaş seyreden bir çöküşe yol açtı. Bu gerileme döneminde yabancı Asyalı yerleşimciler Delta'da kontrolü ele geçirmeye başladılar ve sonunda Mısır'da, Hiksoslar olarak iktidarı ele geçirdiler.[37] Göçebe bir Asyalı kavim olan Hiksoslar, Mısır'ın yabancısı olan ilk hanedanıydı. Hiksos Kralları'na Çoban Krallar denirdi. Mısırlılara göre daha ileri silah ve savaş tekniğine sahiptiler. Mısırlıları atlı savaş arabalarıyla tanıştırmışlardır.
MÖ 1.650 dolaylarında Orta Krallık firavunlarının gücü zayıflarken, Delta'nın doğusunda Avaris kentinde yerleşmiş olan Asyalı göçmenler, bölgenin kontrolünü ele geçirdiler ve merkezi yönetimi Teb'e çekilmeye zorladılar. Teb'deki firavun, bağlı olmaya ve haraç ödemeye zorlandı.[38] Antik Mısır dilinde "yabancı krallar" anlamına gelen Hiksoslar, Mısır yönetim modelini benimsediler ve kendilerini firavun olarak gösterdiler. Böylece Mısır kültür unsurları, Hiksoslar'ın Orta Bronz Çağı uygarlığıyla kaynaştı.[39]
Bu gerilemeden sonra Teb kralları kendilerini kuzeyde Hiksoslar'la güneyde Hiksoslar'ın Nübyeli müttefiki olan Kuş Krallığı arasında tuzağa düşmüş durumda buldular. Bu durumu MÖ 1.555 yılından öncesine kadar hemen hemen 100 yıl nispeten sakin bir dönem izledi. Bu tarihte artık Teb askerî gücü, Hiksoslar'a meydan okumaya yeterli gücü toplamıştı. Hemen ardından 30 yıldan fazla sürecek bir çatışma başladı.[38] Firavun Sekenenra Taa ve Kamose sonunda Nübyelileri yenilgiye uğratmayı başardı fakat Hiksoslar'ın Mısır'daki varlığını kalıcı olarak sona erdiren, I. Ahmose'nin birbiri ardına giriştiği başarılı seferler oldu. İzleyen Yeni Krallık'ta ordu, firavunların Yakın Doğu hakimiyetini güven altına alınmasını sağlamak ve Mısır sınırlarını genişletmek istemesiyle merkezi bir önem kazandı.[40]
Yeni Krallık Dönemi'nde I. Thutmose ile Mısır'ın dış politikası değişmiş ve Mısır emperyalist bir dış politika izlemiştir. Yeni Krallık'ın firavunları, sınırların güvenliği ve komşularıyla ilişkileri güçlendirme yoluyla görülmemiş bir refah dönemi getirdiler. Fırat Nehri’nin ötesine geçen ilk Mısır Firavunu olan I. Thutmose'nin torunu III. Thutmose zamanında kuzeyde Suriye, güneyde ise Nübye içlerine kadar Mısır hakimiyeti altına alınmıştır. Bu dönem egemenlik politikası kapsamında diğer devletlerle evlilik yoluyla bağlar kurulmuş ve vasal devletler oluşturulmuştur. Sonuçta bu firavunlar, Mısır'ın etkisinin yayıldığı alanda sadakati pekiştirdi ve bronz ve ağaç gibi dışarıdan getirilebilecek malların Mısır'a akışının sürmesini sağladı.[41] Yeni Krallık firavunları, tanrı Amon'u yücelten ve ona tapıncı geliştiren büyük ölçekli inşaat işlerini Karnak merkezli olarak başlattılar. Hem hayali hem gerçek başarılarını yüceltmek için de anıtlar inşa ettiler. Kadın firavun Hatşepsut da taht üzerindeki iddiasını yasallaştırmak için bu tür propagandayı kullandı.[42] Somali-Puntland'a yaptığı bir ticaret seferinin başarılarını, zarif bir anıtsal mezar-tapınak, devasa bir çift dikilitaş ve Karnak'taki bir şapel ile anıtlaştırdı.
Kraliçe Hatşepsut ticari ilişkilere önem vermiş, Punt'a (Somali) gemiler göndererek Ümit Burnu'na ulaşılmasını sağlamıştır. Bu ülkeden Mısırlılar değersiz mallar karşılığında değerli mallar almışlardır. Alınan malların listesi Hatşepsut Tapınak Duvarı'na yazılmıştır. Bu listede fildişi, abanoz, maymun, leopar derileri, köleler gibi maddeler yer alır. Bu başarılarına karşın yeğeni ve aynı zamanda üvey oğlu olan III. Thutmose, kendi hükümdarlığının sonlarına doğru, belki de tahtı gasbetme girişimine misilleme olarak onun mirasını silmeye çalıştı.[43]
MÖ 1.279 civarında tahta çıkan ve Büyük Ramses olarak bilinen II. Ramses, Mısır tarihindeki diğer firavunlardan daha çok tapınak, daha çok yontu ve dikilitaş inşa ettirdi ve daha çok çocuk sahibi oldu.[44] Atılgan bir askeri lider olan II. Ramses, ordusunu Kadeş Savaşı'nda Hititler'in üstüne yürüttü. Kazanan tarafın belli olmadığı savaşın sonunda, tarihin ilk yazılı antlaşması MÖ 1.258 tarihinde akdedildi. Ancak Mısır'ın zenginlikleri, özellikle Antik Libya'lılar ve Deniz kavimleri açısından bölgeyi istila için cazip bir hedef haline getirdi. Başlangıçta Mısır ordusu bu istila girişimlerini püskürtmeyi başardı. Ama sonunda Mısır, Filistin ve Suriye'nin kontrolünü kaybetti. Dış tehdidin etkisi, yolsuzluk, mezar soygunculuğu ve sivil huzursuzluk gibi iç sorunları ağırlaştırıcı yönde oldu. Teb'deki Amon tapınak kompleksindeki yüksek rahipler, çok geniş ölçüde arazi üzerinde güç elde ettiler ve geniş bir servet topladılar. Öyle ki onların gelişen gücü, Üçüncü Ara Dönem boyunca tüm Mısır'a yayıldı.[45]
Mısırlılar Ege Göçleri'yle gelen kavimleri Deniz Kavimleri olarak adlandırmışlardır. MÖ 1.208 yılında Mısır'a saldıran kavimler başarılı olamamışlardır. Mısırlılar bu savaş başarısını unutulmaz kılmak için bu gün adına İsrail Anıt Taşı denilen anıtı dikmişler ve bu anıtın üzerine de egemen oldukları bölge ve halkların adlarını yazmışlardır. İsrail adının ilk kez geçtiği belge bu anıt taşıdır.
Deniz Kavimleri 20. Hanedan (Ramsesler) Dönemi'nin son önemli hükümdarı III. Ramses zamanında farklı yerde ve zamanlarda birçok saldırı düzenlemişler fakat başarısız olmuşlardır.
Tanis hükümdarı Smendes, XI. Ramses'in MÖ 1.078 tarihinde ölümünün ardından Mısır'ın kuzey kesiminde yönetimi ele geçirdi. Güney ise, Smendes'i sadece ismen tanıyan Teb'deki Amon yüksek rahipleri tarafından kontrol edildi.[46] Bu süre boyunca Delta'nın batısına Libyalılar yerleşiyordu ve Libyalı kabile şefleri özelliklerini artırmaya başlamıştı. MÖ 945'te Sirenayka'dan bir Berberi kabile şefi olan I. Şeşonk, Delta'nın kontrolünü ele geçirdi ve yaklaşık 200 yıl hüküm sürecek olan Libya ya da Bubastit hanedanlığını kurdu. Şeşonk önemli dini konumlara ailesinden bireyleri yerleştirerek güney Mısır'ın kontrolünü de ele geçirdi. Libya hakimiyeti, Delta'dan Leontopolis ve Kuş'ta yerleşik rakip hanedanlıklar yönünden gelişen tehditlerle sarsılmaya başladı. MÖ 727 olaylarında Kuş kralı Piye, kuzeye yönelen akınlarla Teb'in, dolayısıyla sonuçta Delta'nın kontrolünü ele geçirdi.[47]
Mısır'ın geniş kapsamlı ve uzak erimli itibarı ve nüfuzu, büyük ölçüde Üçüncü Ara Dönem'in sonlarına doğru azaldı. Yabancı müttefikleri, Asur İmparatorluğu'nun etki alanına girmiş, iki ülke arasında savaş kaçınılmaz olmuştu. MÖ 671 ile 667 yılları arasında Asur orduları Mısır topraklarına saldırmaya başladılar. Kuş kralları Taharqa ve onun halefi Tantamani'nin hükümdarlıkları, Nübye yöneticilerinin birkaç zaferine karşın Asurlularla sürekli çatışmalarla geçti.[48] Sonuçta Asurlular Kuş hakimiyetini Nübye içlerine doğru geri atarak, Memphis'i istila ettiler ve Teb tapınaklarını yağmaladılar.[49]
Kesinleşmiş ve sürekli bir istila planlarının olmaması sonucu Asurlular, Mısır'ın kontrolünü birçok vasala bıraktılar. Bu yöneticiler, Yirmi altıncı Hanedanlık'ın Saite kralları olarak bilinir. Saite kralı ve aynı zamanda Mısır'ın ilk donanmasını Yunan paralı askerlerin de katkısıyla oluşturan I. Psamtik, MÖ 653 yılında Asur hakimiyetine son verdi. Yunan etkisi, büyük ölçüde Delta'da Naukratis'de bir Yunan yerleşimi olarak gerçekleşti. Saite krallarının hüküm sürdüğü yeni başkent Sais, ekonomik ve kültürel yönden kısa fakat canlı bir yeniden dirilişe tanıklık etti fakat MÖ 525'te II. Kambises önderliğindeki güçlü Pers orduları, Mısır'ı ele geçirme girişimlerine başladılar. Sonuçta Pelisyum Muharebesi'nde firavun III. Psamtik'i Pers kuvvetlerine esir düştü. II. Kambises, daha sonra resmi olarak firavun unvanını aldı fakat İran / Huzistan'a dönerek Mısır'ın yönetimini atadığı bir satrap'a bıraktı. MÖ 5. yüzyılda birkaç başarılı ayaklanma yer almıştır fakat Mısır, asla Pers hakimiyetini kırmayı başaramadı.[50] Perslerin istilası ardından Mısır, Ahameniş İmparatorluğu'nun Kıbrıs ve Fenike ile birlikte altı satraplığına katıldı. Mısır'daki Pers hakimiyetinin bu ilk dönemi aynı zamanda 27. Hanedanlık olarak bilinir. 27. Hanedanlık MÖ 402 yılında sona erdi ve MÖ 380 - 343 tarihleri arasında 30. Hanedanlık, son Mısırlı kraliyet hanedanlığı oldu. Mısır, II. Nektanebo'nun krallığıyla sona erdi. Pers hakimiyetinin kısa bir düzenlemesi bazı kaynaklarda 31. Hanedanlık olarak yer alır. Bu dönem, MÖ 343 - 332 tarihleri arasında yer aldı. Mısır, MÖ 332 yılında Pers yöneticisi Mazaces tarafından savaşmadan Büyük İskender'e teslim edildi.[51]
MÖ 332 tarihinde Büyük İskender Mısır'ı az bir Pers direnmesiyle karşılaşarak istila etti ve Mısırlılar tarafından kurtarıcı olarak karşılandı. Yeni başkent İskenderiye'de Büyük İskender'in yönetimi bıraktığı Ptolemaios Hanedanı tarafından kurulan yeni yönetim, Mısır modeline dayandırıldı. Başkent, Yunan gücünün ve nüfuzunun bir ifadesiydi. Ünlü İskenderiye Kütüphanesi'yle bilimin ve kültürün yeşerdiği bir kent haline geldi. İskenderiye Feneri, kente ulaşan deniz ticaret yolunu aydınlattı.[52] Kentle dış dünya arasında gelişen, papirüs üretimi ve diğer karşılaştırmalı üstünlüğü olan malları konu alan geniş ticari ilişkiler, kente önemli ölçüde gelir sağladı.[53]
Mısır halkının bağlılığını sürdürmek amacıyla Ptolemaios Hanedanı hükümdarları, eski gelenekleri desteklediler ve böylece Yunan kültürü, Mısır kültürünün yerini almadı. Mısır tarzı yeni tapınakların yapımı geleneksel kültürel değerleri destekledi ve yeni hanedanlığın hükümdarlarını halkın gözünde firavunlar kadar saygın duruma getirdi. Mısır ve Yunan tanrıları, örneğin Serapis gibi karma tanrılar olarak birleştirildi (Senkretizm). Yontularda klasik Yunan formu, geleneksel Mısır motiflerini etkiledi. Mısırlıların tepkilerini yumuşatma, soğutma çabalarına karşın Ptolemaios yöneticileri, yerel başkaldırılara, aileler arasındaki sert rekabete ve 4. Ptolemi'nin ölümünden sonra İskenderiye'de ortaya çıkan yoksul kesim arasındaki örgütlenmelere karşı tavır da almıştır.[54] Bu arada Antik Roma'nın tahıl gereksiniminin önemli bir bölümü Mısır'dan karşılanıyordu. Doğal olarak Roma, Mısır'daki siyasi durumla yakından ilgilenmekteydi. Mısırlıların süregelen tepkileri, hırslı yöneticiler, güçlü rakip Suriye, Mısır'ın durumunu istikrarsızlaştırdı. Bu durum Roma'yı, imparatorluğun ister istemez ilgi alanı olan Mısır'daki durumu güven altına almak üzere kuvvet göndermeye yöneltti.[55]
Ptolemaios Hanedanından Kleopatra ile Marcus Antonius komutasındaki Mısır donanmasının Caesar Divi Filius Augustus komutasındaki Roma donanmasına yenildiği Aktium Savaşı ardından Mısır, MÖ 30 yılında Roma İmparatorluğu'nun bir eyaleti oldu. Roma, Mısır'dan gelen tahıl yüklü gemilere bel bağlamıştır ve İmparator tarafından atanan yüksek rütbeli bir komutanın idaresi altındaki Roma ordusu, bu başkaldırıyı bastırmıştı. Aynı ordu, katı bir biçimde ağır vergileri dayattı ve o dönemde önemli bir sorun haline gelen eşkıya faaliyetlerini önledi.[56] Roma'da Mısır'dan gelen lüks mallara yönelik talebin yükselmesiyle İskenderiye'nin doğu ile ticaret hattındaki önemi giderek arttı.[57]
Bununla birlikte Roma yönetimi, mumyalama ve Mısır'ın geleneksel tanrılarına süregelen tapınma ritüelleri konularında Yunanlara oranla daha düşmanca bir tutum sergiledi.[58] Feyyum mumya portreleri gelişme gösterdi ve bazı Roma imparatorları, Yunan yöneticiler kadar yaygın ve kapsamlı olmasa da kendilerini bir firavun gibi betimlediler. Mısır gelenekleri, Mısır dışında yaşadı. Bölgedeki Roma yönetimi, Roma tarzını aldı ve geleneksel Mısır tarzı sona erdi.[58]
MS 1. yüzyılın ortalarında, kabul edilebilir bir diğer din olarak Hristiyanlık İskenderiye'de kök saldı. Ancak Hristiyanlık, "paganlık"'tan Hristiyanlığa geçişler sağlamak konusunda taviz vermez bir dindi ve bu şekliyle geleneksel yaygın dinsel gelenekleri tehdit ediyordu. Bu durum Hristiyan inançlarını benimseyen kitleler üzerinde baskıya yol açtı. Hristiyanların tasfiyesi yönündeki bu baskılar MS 303 yılında imparator Diocletianus'la doruğa ulaştı fakat Hristiyanlığın yayılması önlenemedi.[59] MS 391 yılında Hristiyanlığı kabul eden Roma İmparatoru I. Theodosius, Hristiyanlığı yasal hale getirdi, pagan tapınç yasaklanarak tapınakları kapatıldı.[60] İskenderiye, gerek genel gerekse kişisel yontuların imha edilmesiyle sonuçlanan geniş çaplı pagan karşıtı ayaklanmalara sahne oldu.[61] Sonuç olarak Mısır'da pagan kültürü sürekli olarak geriledi. Yerli halk kendi dilini konuşmayı sürdürürken Mısır tapınaklarındaki rahip ve rahibeler azaldı ve hiyeroglifi okuyup yazabilme becerisi giderek ortadan kalktı. Mısır tapınakları ise, bazıları kiliseye dönüştürüldü, bazıları ise çölde terk edildi.[62]
Firavun, ülkenin mutlak hükümdarıydı ve en azından teoride, tüm kaynakların ve toprakların üzerinde hakim görünüyordu. Kral en yüksek askeri komutandı ve devletin başkanıydı. Belirlediği işlerin yürütülmesi için atanan görevlilerden oluşan bir bürokrasiye dayanmaktaydı. Yönetimin üstlenilmesinde onun hemen altındaki yönetim kademesindeki "Vezir", firavunu temsilen hareket etmekteydi. "Vezir", arazi kullanımını, devlet hazinesini, büyük inşaat projelerini, yasal sistemi ve arşivleri koordine etmekteydi.[63]
Ülke, bölgesel düzeyde Ptolemaios Hanedanı döneminde sayıları 42'ye yaklaşan nom adı verilen yörel yönetim birimine ayrılmıştı. Bu yörel birimler, yetki alanlarında vezire karşı sorumlu olan yarı feodal yönetimlerdi. Antik Mısır'da nom olarak adlandırıldılar. Her bir nom, nomark adı verilen bir yetkilinin yönetimindeydi.
Tapınaklar ekonominin temel dayanağını oluşturdu. Tapınaklar sadece dini merkezler değildi. Aynı zamanda, bu konulardaki yetkililer tarafından yönetilen kraliyet hazineleri ve tahıl ambarları sistemindeki ulusal servetin toplanmasından, depolanmasından ve yeniden dağıtılmasından da sorumluydular.[64]
Ekonomi büyük ölçüde merkezi olarak düzenlenmişti ve işleyişi sıkı bir biçimde denetlenmekteydi. Antik Mısır'da Son Dönem'e kadar madeni para kullanılmadı. Ancak mal değişimlerinde bir tür takas sistemi kullanirdılar.[65] Takas sisteminde standart hacimde tahıl ve bir "deben" ağırlığında altın ya da gümüşü ortak bir payda oluşturacak şekilde kullandılar.[66] Antik Mısır'da kullanılan bir ağırlık birimi olan "deben" kabaca 91 gr. ağırlıktı. İşçilere tahılla ödeme yapılırdı. Bir ustabaşı ayda 250 kg. tahıl kazanırken sıradan bir işçinin aylık kazancı 200 kg. kadar olurdu. Fiyatlar ülke genelinde narhla sabitlenmişti ve ticareti kolaylaştırmak üzere listeler halinde belirlenmişti. Örneğin bir gömlek beş gümüş deben, bir sığır fiyatı ise 140 debendi.[66] Tahıl diğer mallarla, belirlenmiş olan listelere göre işlem görebilir, değiş tokuş edilebilirdi.[66] Madeni para Mısır'a ilk kez MS 5. yüzyılda dışarıdan getirildi. İlk sikkeler gerçek para yerine standart hale getirilmiş değerli maden parçaları olarak kullanıldı. Daha sonraki yüzyıllarda uluslararası ticaret gerçek sikkelerle geldi.[67]
Mısır toplumu belirgin biçimde tabakalaşmış bir toplumdu ve sosyal statü kesin olarak katıydı. Çiftçiler toplumun ana gövdesini oluştururdu fakat tarımsal üretim, doğrudan doğruya kraliyet, tapınak ya da toprak sahibi soylu aileler tarafından sahiplenilirdi.[68] Çiftçi de bir işgücü vergisine konuydu ve bir angarya sistemi içinde sulama ya da inşaat projelerinde çalışması gerekirdi.[69] Sanatçılar ve esnaf, çiftçilerden daha yüksek bir statüdeydi, ama onlar da hükümdarlığın kontrolü altındaydı, tapınağa bağlı işliklerde çalışır ve doğrudan hükümdarlık hazinesinden ücret alırlardı. Yazıcılar ve kamu görevlileri Antik Mısır'da üst sınıftı. Bulundukları üst sınıfın bir işareti olarak giydikleri beyazlatılmış keten giysilere atfen "beyaz etek sınıfı" olarak bilinirlerdi.[70] Üst sınıf, sosyal statülerini sanat ve edebiyatta açıkça ortaya koyardı. Onların bir alt sınıfı, kendi alanlarında gördükleri eğitimle uzmanlaşmış rahipler, hekimler ve yapı ustalarıydı. Antik Mısır'da kölelik vardı ancak, yaygınlığı ve köle emeğinin kullanım tarzı çok net olarak bilinmemektedir.[71]
Antik Mısırlılar, tüm sınıflardan insanları (kadın ve erkek), esasen hukuk önünde eşit olarak kölelerden ayrı tuttu. Tüm Mısırlıların, hatta en alt tabakadan köylülerin dahi, yapılan bir haksızlığın düzeltilmesi için vezire ve onun mahkemesine dilekçe verme hakkı vardı.[72] Her kadın ve erkeğin kendi mallarını satmaya, mal edinmeye, sözleşme yapmaya, evlenmeye ve boşanmaya, mirasçılığa ve mahkemelerdeki hukuki itilafları takip etmeye hakkı vardı. Evli çiftler, ortaklaşa mal sahibi olabilir ve boşanma durumunda önceden yapılmış olan evlilik sözleşmesiyle haklarını koruyabilirdi. Böylece evliliğin sona ermesi durumunda erkeğin, eşine ve çocuklarına karşı olan mali yükümlülükleri düzenlenebilmekteydi. Antik Yunan, Roma, hatta dünya yüzündeki daha gelişkin uygarlıklarla karşılaştırıldığında Antik Mısır'da kadınlar, daha geniş başarı fırsatlarına ve daha geniş kişisel karar ve tercih alanına sahiptiler. Bir yanda, Hatshepsut ve Kleopatra gibi kadınlar firavun dahi olurken diğer yanda yine bir kadın, Amon kültünün en yüksek mevkiine çıkabilmiştir. Bu özgürlüklere karşın Antik Mısır'da kadınlar yönetimde resmi olarak bir rol oynamadı, tapınaklarda da ikincil düzeydeydiler ve herhangi bir kadının, herhangi bir erkek derecesinde eğitim alması olağan bir durum değildi.[72]
Hukuk sisteminin başı resmi olarak firavundu. Firavun, yasama işlemlerinden (yasa çıkarma), adalet dağıtmaktan, hukuku ve düzeni korumaktan sorumluydu. Firavun bir bakıma doğruluk ve adalet tanrıçası Ma'at'ın yeryüzündeki temsiliydi.[63] Antik Mısır'dan elimize ulaşan yasal düzenlemeler yoksa da, mahkeme kayıtları Mısır yasal düzeninin, doğru ve yanlışa ilişkin sağduyuya dayandığını göstermektedir. Bu sağduyu, konuyu karmaşık yasal düzenlemelere uydurmak yerine uzlaşmaya varmaya, anlaşmazlıkları çözmeye yönelmiştir.[72] Yeni Krallık döneminde, Kenbet olarak adlandırılan yerel yaşlılar meclisleri, mahkemelerde ufak çekişmeleri ve küçük davaları çözümlemekle görevliydiler.[63] Daha büyük davalar ise, örneğin cinayet, büyük emlak işlemleriyle ilgili uyuşmazlıklar ve mezar soygunculuğu gibi, Büyük Kenbet olarak adlandırılan, vezir ya da firavunun başkanlık ettiği mahkemede görülürdü. Davalı ve davacı kendilerini savunabilirlerdi ve gerçeği söyleyecekleri üzerine bir dini yemin etmeleri gerekirdi. Bazı davalarda devlet, davacı ve yargıç rollerini birlikte üstlenir ve işkence / dayak ile suçludan bir itiraf ya da suç ortaklarının adının alınması yoluna gidilebilirdi. Dava önemli ya da önemsiz de olsa mahkeme kâtipleri, suçlamaları, tanıklıkları ve mahkeme kararını, gelecekteki davalara dayanak olmak üzere kayda geçirirlerdi.[73]
Küçük suçlara verilen ceza, suçun ağırlığına göre para cezası, dayak, burun ya da kulak vb. kesme ve sürgün olabilirdi. Cinayet ve mezar soygunculuğu gibi ciddi suçlar, başın kesilmesi, suda boğma ya da kazığa oturtma suretiyle idamla cezalandırılırdı. Cezalandırma, suçlunun ailesini de kapsayabilirdi.[63] Hukuk sisteminde, hem sulh hem de ağır ceza davalarında adalet dağıtmada kahinlerin büyük rol oynaması, Yeni Krallık'la başladı. Kahin, tanrıya bir konu hakkında, cevabı "evet" ya da "hayır" olabilecek bir soru sorardı. Yargılama, bir grup rahibin hazır bulunduğu bir oturumda, tanrının birini ya da diğerini seçmesi, ileri ya da geri hareket ettirmesi ya da bir papirus ya da çömlek parçası üzerine yazılmış yanıtlardan birini işaret etmesiyle yapılırdı.[74]
Uygun coğrafi koşulların bir araya gelmesi, Mısır uygarlığının başarısında önemli bir rol oynamıştır. Bu coğrafi koşullar arasında en önemlisi Nil nehriydi. Nil, her yıl yenilenen taşkınlarıyla bölgeye verimli topraklar kazandırıyordu. Bu sayede antik Mısırlılar, bol gıda maddesi üretmeyi başardılar. Böylece toplum, kültürel etkinliklere, teknolojik ve estetik yönelimlere daha geniş zaman ve kaynak ayırabildi. Arazi yönetimi antik Mısır'da önemliydi çünkü vergiler, her kişinin sahip olduğu arazi ölçüsüne göre belirlenirdi.[75]
Mısır'da tarım, Nil'in döngüsüne bağımlıydı. Bunun doğal sonucu olarak da Mısırlılarının üç iklimi vardı, Akhet (taşkın), Peret (ekim) ve Shemu (hasat) Taşkın mevsimi Haziran'dan Eylül'e kadar sürerdi ve Nil nehri kıyılarında mineralce zengin bir alüvyon tabakası yığılırdı. Bu alüvyon, bitki yetiştirmek için son derece uygun bir toprak oluşturmaktadır. Taşkın suların gerilemesinden sonra ürünlerin gelişme mevsimi Ekim'den Şubat'a kadarki dönemdi. Bu dönemin hemen başında çiftçiler tarlaları sürer ve tohum ekerdi. Devamında, ark ve kanallar yardımıyla tarlalar sulanırdı. Mısır, o zaman için de kurak bir iklime sahipti ve çiftçiler bu yüzden tarlaların sulanmasında Nil'e bel bağlamak zorundaydılar.[76] Mart - Mayıs aylarında çiftçiler orak kullanarak hasat yaparlardı. Daha sonra samanla tohumu ayırmak için bir döven kullanarak harman dövülürdü. Daha sonra kepek ve tahıl ayrılır, un ve bira üretmek ya da daha sonra kullanmak üzere depolanırdı.[77]
Eski Mısırlılar, verimi düşük bir tahıl olan emmer, arpa ve bazı diğer tahılları yetiştirirlerdi. Bu tahıllar, iki temel gıda maddesi olan ekmek ve bira yapımında kullanılırdı.[78] Yetiştirilmeye başlanılmadan önce açık araziden köklenen keten, elyaf olarak kullanıldı. Bu lifler iplik olarak bükülür, giysi ya da diğer kullanımlar için dokunurdu. Nil kıyılarında yetişen Papirus ise bir tür kâğıt yapımında kullanılırdı. Sebze ve meyve, hazırlanan bahçelerde, civar yerleşimlerde, kısmen yüksek arazide yetiştirildi ve insan gücüyle sulandı. Eski Mısır'da yetiştirilen sebzeler pırasa, sarımsak, kavun, karpuz, bakliyat, marul, kabak ve bunların yanı sıra şarap yapımında kullanılan üzümdü.[79]
Eski Mısırlılar, insanlarla hayvanlar arasındaki ilişkilerdeki dengenin, evrensel düzenin ana unsurlarından biri olduğuna inanıyorlardı. Diğer deyişle, insanların, hayvanların ve bitkilerin, tek bir var oluşun unsurları olduğu kabul ediliyordu.[80] Bu nedenle, evcil ya da vahşi tüm hayvanlar, tinsel yaşamın önemli bir hareket noktasıydı. Büyükbaş hayvanlar en önemli çiftlik hayvanıydı. Yönetim, düzenli nüfus sayımlarında çiftlik hayvanlarından vergi topladı. Arazinin ve tapınağın önemi ve sahip olunan sürülerin büyüklüğü, saygınlığın ölçüsü sayılıyordu. Eski Mısır'da büyükbaş hayvanlarını yanı sıra koyun, keçi ve domuz da beslenmiştir. Ördek, kaz ve güvercin gibi kümes hayvanları ağlarla yakalandı ve çiftliklerde yetiştirildi. Bu tür hayvanlar, hamur yutmaya zorlanarak iyice semirtilirdi.[81] Ayrıca Nil, balık yönünden zengin bir kaynak sayılırdı. Arılar da, balmumu ve bal elde etmek için en azından Eski Krallık'tan itibaren yetiştiriliyordu.[82]
Eski Mısır'da yük hayvanı olarak eşekler ve öküz kullanıldı. Bu hayvanlar aynı zamanda toprağın sürülmesi ve ekim işlerinde de kullanılıyordu. Ayrıca, besili bir öküzün kesilmesi, kurban törenlerinin ana temasını oluşturuyordu.[81] At, İkinci Ara Dönem'de Hiksos'lar tarafından Mısır'a getirildi. Deve de Yeni Krallık'tan itibaren biliniyor olduğu halde, bir yük hayvanı olarak deveden yararlanılması Geç Dönem'e kadar yaygınlaşmadı. Fillerin de Geç Dönem'de kısa bir dönem kullanıldığını gösteren bulgular vardır fakat otlaklarını filler için yetersiz olması nedeniyle bu hayvanın yetiştirilmesinden vazgeçildi.[81] Köpek, kedi ve maymun gibi ev hayvanları sıradan evlerde beslenirken, Afrika'nın içlerinden getirilen yabancı ırk köpekler ve aslan, kraliyet ailesine ayrılırdı. Heradot Mısırlıların, hayvanlarını kendi evlerinde tutan biricik toplum olduğunu gözlemlemiştir.[80] Hanedanlık öncesi ve Geç Dönemler boyunca hayvan şekilli tanrılara inanç, oldukça yaygındı. Örneğin kedi tanrıça Basted ve ibis tanrı Thoth. Bu hayvanlar, çiftliklerde kurban törenleri için çok sayıda yetiştirilirdi.[83]
Bölge, yapı ya da dekoratif amaçla kullanılabilecek taşın yanı sıra bakır ve kurşun cevheri, altın ve yarı değerli taşlar yönünden zengindi. Bu doğal kaynaklar eski Mısırlılara anıtlar inşa etme, heykeltıraşlık, araçlar yapma ve mücevhercilik konularında çalışma olanağı sağladı.[84] Mumyacılar Natron Vadisi'nden gelen natron tuzunu kullanırlardı. Aynı yerden sıva yapmakta kullanılan alçı da gelmekteydi.[85] Maden cevheri içeren kaya oluşumları uzakta bulunmakta idi. Bu tür bölgeler daha çok doğu çölü ve Sina'daki aşırı kurak vadilerdi ve bulundukları yerden çıkarılıp getirilmeleri, devletin yönetebileceği büyük çaplı düzenlemeleri gerektiriyordu. Nubya'da zengin altın madenleri vardı ve bilinen ilk harita, bu altın madenlerinden birinin haritasıdır. Hammamat Vadisi'nde dikkate değer granit, sert bir tür kumtaşı ve altın kaynakları vardı. Çakmaktaşı, Nil vadisinde ilk çıkarılan ve alet yapımında ilk kullanılan malzemeydi. Nil vadisinde yerleşimler olduğunun ilk delilleri, çakmak taşından yapılma el baltalarıdır. Çakmaktaşı parçaları dikkatlice inceltildi ve orta sertlikte ok başları, kesici yüzeyler elde edildi. Daha sonraları bu aletlerin yapımında bakır kullanıldı.[86]
Mısırlılar, Gebel Rosas'taki kurşun cevherinden elde ettikleri kurşunla şakül, olta kurşunu ve küçük heykelcikler yaptılar. Bakır, eski Mısır'da alet yapımında kullanılan en önemli madendi. Sina'daki maden ocaklarında malahitin fırınlarda ergitilmesiyle elde ediliyordu.[87] İşçiler, alüvyon birikintilerdeki çökeltilerde külçe altın topladılar ya da daha faza işgücü kullanılarak altın içeren parçalar öğütüldü, yıkandı ve altın elde edildi. Geç Dönem'de yukarı Mısır'da demir yatakları bulundu ve işletildi.[88] Yüksek kalitede yapı taşları Mısır'da bolca vardı. Mısırlılar, Nil vadisi boyunca kireçtaşı ocakları işlettiler, graniti Aswan'dan, bazaltı ve kumtaşını doğu çölü vadilerinden getirdiler. Dekoratif amaçlı kullanılacak taşlardan porphyry, alabaster ve benekli carnelian yatakları doğu çölünde bulunuyordu ve 1. Hanedanlık Dönemi'nden beri getiriliyordu. Yunan ve Roma Dönemi boyunca Mısırlı madenciler, Sikait Vadisi'ndeki zümrüt ve el Hudi Vadisi'ndeki ametist yataklarında çalıştılar.[89]
Eski Mısırlılar ender olarak komşularıyla ticari ilişkilere girdiler, yabancı mallar Mısır'da pek bulunmazdı. Hanedanlık Öncesi Dönem'de Nubya ile, altın ve tütsü sağlamak için ticari ilişkiler geliştirmişlerdi. Ayrıca Filistin'le de ticaret yapıldığı, 1. Hanedanlık Dönemi firavunlarının mezarlarında bulunan Filistin tarzı yağ testilerinden anlaşılmaktadır.[90] 1. Hanedanlık Dönemi'nden kısa süre önce güney Kenan (bölge)'da bir Mısır kolonisi kurulmuştu.[91] Narmer, Kenan'da Mısır çömlekleri ürettirerek Mısır'a getirtti. 2. Hanedanlık Dönemi sonlarında, Mısır'da bulunmayan kaliteli kerestenin önemli bir kaynağı olan Biblos'la ticari ilişki kurdu. Dördüncü Hanedanlık döneminde altın, kokulu reçine, abanoz, fildişi ve vahşi hayvan (maymun ve babun gibi) sağlamak için de Punt'la ticaret kuruldu.[92] Mısır Anadolu ile ticarete önem vermişti. Anadolu, önemli miktarda kalayın yanı sıra bakır da sağlıyordu. Her iki metal, bronz üretimi için gerekliydi. Afganistan'ın uzak kesimleriyle de mavi taş lapis lazuli için ticaret yapmaktaydı. Ayrıca Akdeniz ticaretine de katıldılar. Özellikle Antik Yunanistan ve Girit Uygarlığı ile diğer malların yanı sıra zeytinyağı sağlamak için ticaret yapıldı.[93] Bu hammaddeler ve lüks mallar karşılığında Mısır esas olarak tahıl, altın, keten, papirüs ve mamul ürünlerden cam ve taş eşyalar ihraç etmiştir.[94]
Mısır dili, Afro-Asya dilleri içinde yer alan berberi diller ile Sami dil ailesine dahil bir dildir.[95] MÖ 3.200'lü yıllardan Orta Çağ'a kadar yazıyı kullanan Mısır dili, yazıyı en uzun süre kullanan ikinci dildir (Sümerce'den sonra).[96] Ayrıca çok daha uzun bir süre konuşma dili olarak kullanılmıştır. Antik Mısır dilinin çağları, Arkaik Mısır dili, Eski Mısır dili, Klasik Mısır dili, Geç Mısır dili, halk dili ve Kıpti dilidir.[97] Mısır yazısı, Koptik öncesinde lehçe farklılığı göstermez fakat muhtemelen Memphis ve daha sonra da Teb çevresinde konuşulan lehçelerdir.[98]
Mısırlılara ait ilk yazı örneklerine MÖ 3.200 dolaylarından başlayarak Hanedan Öncesi Dönemi mezarlıklarının üzerinde rastlanır. Bu durum bize yazının Mısır'da ölü kültüyle ilişkili olarak geliştiğini gösterir. Mısır yazısı sembollerden oluşuyordu. Bu semboller bazen bir heceyi, bir kelimeyi hatta bir cümleyi bile ifade edebiliyordu. Bu nedenle Mısır yazısında sembollerin sayısı 700 civarındadır. Şiir ve düz yazı halinde din, hukuk, hikâye, efsane gibi pek çok edebi eser yazılmıştır. Yazının günlük kullanımlarında, hieratik denilen daha hızlı ve daha kolay yazmayı sağlayan bir alfabe kullanıldı. Hiyeroglif normal olarak sağdan sola yazılmakla birlikte sütunlar ya da satırlar halinde yazılabilirken hieratik, daima sağdan sola, genellikle de yatay olarak yazıldı. Yazı malzemesi olarak taş, tahta, deri ve papirüs kullanılmıştır. Papirüs bitkisi, Nil kıyısındaki bataklıklarda çokça yetişen bir bitkiydi.
MS 1. yüzyıldan itibaren Koptik alfabeyle Demotik yazı da kullanılmaya başlandı. Koptik alfabe, Mısır'da Hristiyanlığın yayılması sırasında, altı demotik simgenin eklenmesiyle değiştirilmiş olan Grek alfabesidir.[99] Her ne kadar resmi hiyeroglif, MS 4. yüzyıla kadar törensel olarak kullanıldıysa da az sayıda rahibin okuyabildiği bir yazıydı. Geleneksel dini kurumlar dağıtılınca hiyeroglif yazı bilgisi, büyük ölçüde kayboldu. Gerek Bizans'ta,[100] Eski Mısır yazınından bazı iyi bilinen parçaları[101] hiyeroglifleri çözme girişimleri olmuştu fakat ancak 1822 yılında Rosetta Taşı'nın bulunuşu ardından, Thomas Young ile Jean-François Champollion tarafından çözülmüştür.[102]
Ayrıca bakınız Eski Mısır edebiyatı
Yazı, başlarda kraliyet mezarlarında, elipstik bir etiket içine alınan kral adlarında görüldü. Daha sonra devlet kurumları, kütüphaneler (Kitap Evi denirdi) ve gözlemevleri oluştu.[103] Eski Mısır yazınından bazı iyi bilinen parçalar, Piramit metinleri ve Koffin yazıtı, klasik Mısır dilinde yazıldı ve MÖ 1.300 dolaylarına kadar bir yazı dili olmaya devam etti. Geç Mısır dili Yeni Krallık'tan itibaren konuşuldu ve Demotik ve Kıptice metinler olarak Ramses Dönemi (19. ve 20. hanedanlık) belgelerinde, aşk şiirlerinde, öykülerde kullanıldı. Bu dönem boyunca yazı geleneği, anıt mezarlardaki özgeçmişlerde gelişme gösterdi. Sebayt olarak bilinen tarz, ünlü soyluların ders ve öğütlerini iletmek için geliştirildi. Ipuwer papirüsü olarak bilinen, doğal felaketleri ve sosyal çalkantıları anlatan ağıt, Mısır yazını konusunda en ünlü örnektir.
Orta Mısır dilinde yazılan Sinuhe'nin hikâyesi, Mısır yazınının en klasik yapıtı sayılır.[104] Aynı dönemde yazılan Westcar Papirüsü de, rahipler tarafından gerçekleştirilen bir dizi mucizenin öyküsünü, oğullarının ağzından Khufu'ya anlatır.[105] Amenemope Yönergesi, Yakın Doğu edebiyatının başyapıtı sayılır.[106] Yeni Krallık'ın sonuna doğru, argo dil daha sık olarak, Wenamun'un Öyküsü gibi popüler parçaları eski hikâyelerde, Lübnan'dan sedir ağacı almak için yolculuk ederken soyulan ve Mısır'a dönmek için uğraşan bir soylunun başından geçenleri anlatır. MÖ 700'lerden itibaren öykülerin, yönergelerin yanı sıra kişisel ve iş yaşamıyla ilgili belgeler, demotik alfabeyle yazıldı. Yunan ve Roma etkilerinin sürdüğü dönemlerde yazılan birçok öykü, ülkenin II. Ramses gibi büyük bir firavun tarafından yönetildiği bağımsız Mısır'ın günlerinden kalmadır.[107]
Mısır Uygarlığı'ndaki heykeltıraşların ve ressamların birçok eseri günümüze kadar ulaşmıştır. Ancak sanatçıların adları bilinmemektedir. Bu eserler daha çok Orta ve Yeni Krallık Dönemi'nden kalmadır. Maden, taş, tahta, fildişi gibi malzemeleri kullanmışlardır. Heykeltıraşlık alanında firavun büstleri özellikle ilgi çekicidir. Heykeltıraşlar ve ressamlar devletin desteğini almışlardır.
Eski Mısırlılar işlevsel amaçlara hizmet eden bir sanat ürettiler. Sanatçılar 3.500 yıldan fazla, Eski Krallık dönemi içinde geliştirilen sanatsal formlara ve ikonografiye bağlı kaldılar. Öte yandan, dikkatlice ve katı bir tarzda belirlenmiş ilkeler, dış etkilere ve iç değişimlere direnç gösterdi.[108] Bu sanatsal standartlar - basit çizgiler, biçimler bileşik renkli düz alanlar, şekillerin keskin izdüşümü ile mekansal derinliğin olmaması- düzenleme içinde bir denge ve düzen duygusu yarattı. Şekiller ve metinler, mezarlarda ve tapınak duvarlarında, tabut, dikilitaş ve hatta heykellerde yan yana birlikte örüldü. Örneğin Narmer Paleti'nde, aynı zamanda hiyeroglif olarak da okunabilecek şekiller yer almaktadır.[109] Katı kurallar nedeniyle son derece stilize ve sembolik anlatımı seçen antik Mısır sanatı, kesin ve açık olarak politik ve dinsel amaçlara hizmet etti.[110]
Mısırlı sanatçılar, heykeller ve zarif kabartmalar oymakta taş kullandılar fakat ucuz ve işlenmesi kolay bir alternatif malzeme olarak tahtayı da kullandılar. Boyalar, demir cevheri (kırmızı ve sarı aşı boyası), bakır cevheri (mavi ve yeşil), is ya da mangal kömürü (siyah) ve kireçtaşı (beyaz) gibi minerallerden elde edildi. Boyalar, bağlayıcı madde olarak arap reçinesi ile karıştırılabiliyor ve kalıplarda presleniyordu. Daha sonra, kullanıldığında suyla nemlendiriliyordu.[111] Firavunlar, savaşlardaki zaferleri, kraliyet kararnamelerini ve dini sahneleri ölümsüzleştirmek için kabartmalar yaptırdılar. Sıradan yurttaşların kendi cenaze törenleri için, uşabti adı verilen küçük heykelcikler ve Mısır ölüler kitabı gibi eşyalar edinme olanakları vardı. Bu tür parçaların öbür dünyada onları koruyacağına inanılıyordu.[112] Orta Krallık dönemi boyunca tahta ya da kilden yapılan ve günlük yaşamı sergileyen modellerin mezarlara konulması adet olageldi. İnsanlar öbür dünyada sahip olmayı hayal ettikleri şeylere ilişkin bu tür imgelerin mezarlarına konulmasını istiyorlardı. Örneğin işçiler, evler, tekneler ve hatta askerî birlikler gibi. Tüm bunlar, antik Mısırlının öteki dünya yaşamına ilişkin ideal saydığı bir "yaşam"ı temsil ediyordu.[113]
Eski Mısır sanatının homojen yapısına karşın, belirli zaman ve yörelere ilişkin tarzlar, değişik kültürel ya da siyasi tutumları da yansıtıyordu. Örneğin Hiksos işgalinin ardından gelen İkinci Ara Dönem'e ilişkin, Girit Uygarlığı tarzı freskler Avaris'te bulunmuştur.[114] Siyasal odaklı değişimlerin en çarpıcı örneği, Amarna dönemine tarihlenen sanatsal biçimlerde görülmektedir. Bu dönemin sanatında biçimler ve tarzlar, Akhenaton'un devrimci dinsel görüşlerine uydurularak temelden değiştirilmişti. Amarna sanatı olarak bilinen bu sanatsal tarz, Akhenaton'un ölümünden hemen sonra hızla silindi ve yerini geleneksel sanat tarzı aldı.[115]
Mısır Uygarlığı'nın sahip olduğu pek çok güzellik bilimle şekillenmiştir. Gökyüzünü izlemişler ve böylece yön tayini, mevsim bilgileri, zaman geçişini hesaplama gibi konularda bilgi sahibi olmuşlardır. Bugün kullandığımız Güneş'e dayalı takvimi yapmışlardır. 365 günün 12 aya bölünmesiyle oluşan 5 günlük farkı da bayram günleri olarak kutlamışlardır.
Sel sularını kontrol etme ve sulama sistemleri oluşturarak matematik ve geometri bilgilerini ilerletmişler ve piramitlerin inşası neticesiyle ilk defa Pi sayısının tam değerini bilen bir formül bulmuşlardır.
Mumyalama tekniği sayesinde Mısırlılarda tıp bilimi çok gelişmişti. Ayrıca piramitlerin inşası sırasında yaşanan kazalar da bu bilimin gelişimine katkı sağlamıştır.
Mısırlılar müzik bilgisine de sahiptiler. Yedi sesli notayı icat etmeseler de onu kullanmasını biliyorlardı. Bunu bize kadar ulaşan kabartma resimlerde görüyoruz.
Teknolojide, tıpta ve matematikte antik Mısır, üretkenlik ve çok yönlülük açısından görece yüksek bir standart sağlamıştı. Mısırlılar, kendi alfabelerini ve ondalık sistemlerini oluşturdular.
Eski Krallık'tan bile önce eski Mısırlılar fayans olarak bilinen bir cam malzeme geliştirmişlerdi. Fayansı, yarı değerli bir taş olarak kabul ediyorlardı. Kil olmayan seramik olarak fayans, silisyum dioksit, az miktarda kalsiyum oksit ve sodadan (sodyum oksit) yapılır ve renklendirici olarak bakır kullanılır.[116] Bu malzeme tespih tanesi, çini, heykelcikler ve diğer küçük eşyaların yapımında kullanıldı. Bu malzeme tespih tanesi, çini, heykelcikler ve diğer küçük eşyaların yapımında kullanıldı. Fayans üretmek için çeşitli yöntemler kullanılabilir fakat tipik üretim tekniği, kilden bir kalıp üzerine sıvanan toz malzeme daha sonra fırınlanmasıdır. Mısırlılar, bu tür işlerde kullandıkları "Mısır mavisi" olarak bilinen bir boya maddesi ürettiler.[117] Eski Mısırlılar büyük bir beceriyle camdan çok çeşitli eşyalar üretebildiler fakat işlemin tüm üretim süresi boyunca bağımsız olarak yürütülüp yürütülmediği çok net değildir.[118] Ham camı kendilerinin üretip üretmediği de bilinmiyor. Külçe halinde dışarıdan getirmiş, işlemiş de olabilecekleri düşünülüyor. Oysa cam eşyalar yapma konusunda teknik ustalıkları olduğu gibi, tamamlanmış camın rengini belirlemek için eklenecek mineraller konusuna da yabancı değillerdi. Sarı, kırmızı, yeşil, mavi, pembe ve beyaz renkleri elde edebiliyorlardı ve camı, şeffaf ya da opak (buzlu cam) olarak yapabiliyorlardı.[119]
Antik Mısırlıların üzerinde çalıştıkları tıbbi sorunlar, doğrudan doğruya çevreden kaynaklanan tıbbi sorunlardı. Nüfusun büyük kısmının Nil'e yakın yaşıyor olması, karaciğer ve bağırsak yıkımına yol açan sıtma ve Şistozomiyaz gibi riskler getirmişti. Timsah ve hipopotam gibi saldırgan olabilen yaban hayvanlarının varlığı da genel bir tehdit oluşturuyordu. İnsanların yaşam boyu ağır işlerde çalışması eklem ve omurga üzerinde ağır baskı ve sonuçta travmatik yaralanmalar yaratmaktaydı. Ayrıca savaşlar da nüfus üzerinde önemli bir baskı yarattı. Kullanılan undaki kum ve taş gibi küçük fakat sert parçacıklar dişleri aşındırdı ve apselere karşı savunmasız kıldı. Bununla birlikte çürük, ender görülmektedir.[120]
Varlıklı kesim, şeker yönünden zengin besinler tüketmekteydi ve bu durum dişeti hastalıklarına neden oluyordu.[121] Mezar duvarlarındaki resimlerde vücut yapılarının düzgün gösterilmesine karşın, varlık sınıfların mezarlarında kilolu çocuk mumyalarının fazlalığı, aşırı beslenmenin yaygın olduğunu göstermektedir.[122] Yetişkin yaşam beklentisi erkekler için 35, kadınlar için 30'du. Ancak yetişkinliğe ulaşmak güçtü, nüfusun üçte biri çocuk yaşlarda ölüyordu.[123]
Antik Mısır hekimleri iyileştirme becerileriyle antik Yakın Doğu'da ünlendiler. Bu hekimler içinde en ünlüsü İmhotep'tir.[124] Herodot, Mısır tıbbının önemli ölçüde uzmanlaşmış olduğunu belirtmektedir. Bazı hekimler sadece baş ya da mide üzerinde çalışırken, göz doktorları ve dişçiler vardı.[125] Tıp eğitimi veren kurumlar da oluşturulmuştu. Örneğin "Per Ankh" ya da "Yaşam Evi" bunlara örnektir. Özellikle Per-Bast ya da Bubastis olarak bilinen yerleşimde Yeni Krallık döneminde, Abidos ve Sais'te Geç Dönemde bu tür kurumlar oluşturulmuştu. Kazılarda bulunan tıbbi bir belge, Mısırlı hekimlerin geliştirdikleri anatomi, hastalıklar ve pratik tedavi hakkındaki deneysel bilgileri göstermektedir.[126]
Yaralar, enfeksiyonu önlemek için bal emdirilmiş bezle,[127] çiğ etle, keten sargı bezleri, ağlar, petlerle sarıldı ve tedavi edildi. Ağrıları gidermek için afyon ve güzelavrat otu kullanıldı. Yanık tedavisiyle ilgili bulunan en eski kayıtlarda, yanık bölgeye erkek bebek sahibi annelerden alınan anne sütü uygulandığı yer almaktadır. Tanrıça İsis için dua edilir ve küflü ekmek, bal ve göztaşı yanıklarda meydana gelecek enfeksiyonlardan korunmak için kullanılırdı.[128] Sarımsak ve soğan, sağlık için kullanıldı ve astımlı hastaları rahatlatacağı kabul edildi. Mısırlı cerrahlar yaraları diktiler, kırık kemik uçlarını hizaladılar ve hastalıklı kol ve bacakları kestiler fakat bazı hastalıklar onlar için de fazlasıyla ciddi idi. Yapabilecekleri tek şeyin, hastayı ölene kadar rahat ettirmek olduğunu kabul ettiler.[129]
Eski Mısırlılar, MÖ 3.000 yıllarından itibaren bir gemi gövdesinin içine kalasların nasıl yerleştirileceğini biliyorlardı. Amerikan Arkeoloji Enstitüsü raporunda, Abidos'ta yapılan kazılarda en eskilerinin henüz kazılıp çıkarılmadığı 14 gemi kalıntısının bulunduğunu, çıkarılan geminin tahta plakaların bir araya getirilerek adeta "dikilmesi" suretiyle inşa edilmiş olduğu bildirilmektedir.[130] Kalasları birbirine bağlamak için örülmüş kayışlar,[130] bağlantı yerlerini yalıtmak için kamış ya da kuru otlar kullanıldığı,[130] New York Üniversite'nden Mısır bilimci David O'connor tarafından bulundu.[131] Gemi, firavun Khasekhmwy'nin kişisel mezarı yakınlarında,[131] bir bütün halinde gömülü bulunduğu için tümünün O'na ait olduğu düşünüldü fakat bu gemilerden biri, MÖ 3.000'li yıllara tarihlenmektedir[131] ve gemilerle ilişkili çanak çömlekler daha eski tarihleri göstermektedir.[131] MÖ 3.000'li yıllarda yapılmış olduğu düşünülen tekne, yaklaşık 23 metre uzunluğundadır[131] ve artık daha eski bir firavuna ait olduğu düşünülmektedir.[131] Profesör O'Connor'a göre, 5 bin yıllık olan bu teknenin, firavun Hor-Aha'ya ait olması bile mümkündür.[131]
Ayrıca eski Mısırlılar ahşap çivilerle kalasları birbirine nasıl tutturacaklarını biliyorlardı. Bağlantı yerlerini kalafatlamak için de reçine kullandılar. Keops gemisi, 43,6 metre uzunluğunda bir gemiydi. MÖ 2.500 dolaylarında Dördüncü Hanedanlık döneminin Keops Piramidi'nin altında bulundu. Tüm parçalarıyla sağlam kalan bir örnektir ve muhtemelen güneş tanrısı sembolünü ifade etmektedir. Eski Mısırlılar ayrıca parçaları, geçme parçalar halinde yapmayı da biliyorlardı.[130] Eski Mısırlıların gemi inşası konusundaki bu teknik gelişmişlik düzeyleri, yine de çok büyük tekneler yapmak için yeterli değildi. Yaptıkları tekneler, Nil'de kolayca seyir yapabiliyordu fakat hem iyi denizci olarak biliniyor değillerdi hem de, Akdeniz ve Kızıl Deniz'de denizcilik faaliyetlerinde bulunmuyorlardı.
Matematik hesaplamalarla ilgili bulunmuş en eski kanıtlar, Hanedanlık Öncesi dönemin Naqada evresine aittir ve tam olarak gelişmiş bir sayı sistemini göstermektedir.[132] Eğitimli bir Mısırlı için matematiğin önemini, Eski Krallık döneminden bir roman-mektup açıkça göstermektedir. Bu belgede, yazar muhatabına bir bilgi yarışmasında kendisiyle yarışması öneriliyor. Yarışmanın konusu, toprak, işgücü ve tahıl konularındaki günlük hesaplamalardır.[133] Rhind Matematik Papirüsü ve Moskova Matematik Papirüsü; Antik Mısırlıların dört işlemi -toplama, çıkarma, çarpma ve bölme- ve kesirleri kullandığını, dikdörtgen, üçgen ve dairenin alanını, kutuların, sütunların ve piramitlerin ise hacimlerini hesaplayabildiklerini gösteriyor. Cebir ve geometrinin temel kavramlarını anlamışlardı ve basit eşzamanlı denklemleri çözebiliyorlardı.[134]
Matematiksel gösterim ondalıktı ve hiyerogliflere dayanıyordu. Bir milyona kadar 10'un her kuvveti için bir hiyeroglif sembolü kullanılmıştır. Bunların her biri, yazılmak istenen sayının gerektirdiği kadar kez yazılmış olabilir. Böylelikle 80 ya da 800 rakamını yazmak için on ya da yüz sembolü sekiz kez yazılırdı.[135] Çünkü hesaplama yöntemleri, birden büyük paylı fazla sayıda kesirlerin üstesinden gelemiyordu. Eski Mısırlılar kesirleri, birkaç kesirin toplamı olarak yazmak zorundaydı. Örneğin iki bölü üç kesri, bir bölü beş ve bir bölü on beş kesirlerinin toplamı olarak ele alıyorlardı. Bu işlem, standart değer tablosu yardımıyla kolaylaştırıldı.[136] Ancak bazı basit kesirler hiyeroglifle yazılırdı. İki bölü üç kesrinin hiyeroglifle yazılışı yanda gösterilmiştir.[137]
Hiyeroglif olarak: 2⁄3 | ||
Eski Mısır matematikçileri, Pisagor teoremi'nin altında yatan ilkelere ilişkin bir kavrayışa sahiptiler. Örneğin dik açılı bir üçgende kenarlar arasında 3-4-5 oranının geçerli olduğunu biliyorlardı.[138] Dairenin alanını, dairenin çapının dokuzda bir eksiğini alarak ve kareden hareketle hesaplayabildiler:
Alan ≈ [(8⁄9)D]2 = (256⁄81)r2 ≈ 3,16r2,
Sonuç, bilinen dairenin alan formülüne (πr2) çok yakın bir değerdi.[139][140]
Altın oran, piramitlerde de olduğu gibi birçok Mısır mimari eserinde görünmektedir. Ancak bu durum, ahenk ve uyumun sezgisel bir kavranışı ile düğümlü ipler kullanılarak yürütülen eski Mısır uygulamalarının birlikte ortaya çıkardığı fakat hesaplanmamış, öngörülmemiş bir sonuç da olabilir.[141]
Papirüs, Mısır'da Nil Deltası’nda yetişen Cyperus papyrus adlı su bitkisinin gövdesinden yapılan bir tür kağıttır. Bilinen en eski yazı papirüsü M.Ö.2900 Yılından kalmadır, Üst düzey bir memur olan Hemeka'nın mezarından çıktı. Ayrıca papirüs, Antik Mısır'da bilimin gelişimine katkı sağladı ve tıbbi papirüslerin yazımı ile günümüz modern tıbbına katkıları oldu.[142][143]
Tanrısal ve ahirete ilişkin inançlar, başlangıcından beri antik Mısır Uygarlığı'nda desteklendi. Bu inançlar, firavunların otoritesinin tanrısal olduğunu, tanrısal düzene dayandığını anlatmaktaydı.
Mısırlılar çok tanrılı bir dine sahiptiler. Mısır panteonu, doğaüstü güçleri olan ve yardım ya da koruma için yakarılan tanrılardan oluşturuluyordu. Ancak tanrılar her zaman yardımsever olarak görülüyor değildi. Mısırlılar, tanrıların doyurulması için onlara bir şeyler sunmak ve dua etmek gerektiğine inanıyorlardı. Bu panteonun yapısı, hiyerarşiye yeni tanrıların eklenmesiyle sürekli olarak değişti fakat rahipler, gerçekleşen değişmeleri ve zaman zaman ortaya çıkan tutarlı bir sistemle uyuşmayan mitler ve öyküleri düzenlemek için hiç çaba harcamadılar.[144] Dinsel alandaki bu çeşitli kavram ve anlayışlar bir tutarsızlık olarak görülmedi, daha çok, gerçeğin çeşitli yüzeylerindeki kesitler olarak kabul edildi.[145]
Tanrılara, firavunların lehine hareket eden din adamlarının yönetiminde ibadet edildi, tapınıldı. Tapınakların merkezinde, bir ayrı bölümde, o tapınca ait bir yontu vardı. Tapınaklar, bir topluluğun ya da genel olarak toplumun ibadet yerleri değildi. Tapınaklarda ibadet edilmez, sadece belirli bayram ve kutlama günlerinde tanrının yontusu genel ibadet için dışarı taşınırdı. Normalde, tanrıyla iletişim alanı dış dünyaya kapatıldı ve sadece tapınak yetkililerince ulaşılabilir durumda tutuldu. Sıradan yurttaşlar evlerindeki kendilerine ait tanrı yontularına ibadet edebiliyorlardı ve bir diğer ibadet nesnesi olarak muskaların, kaosun güçlerine karşı koruma sağladığına inanılıyordu.[146] Yeni Krallık'tan sonra firavunun manevi bir aracı olarak rolü zayıfladı ve dini gelenekler, doğrudan tanrılara ibadet yönüne kaydı. Sonuçta rahipler, insanlara doğrudan doğruya tanrıların iradesini bildirecek kahinler sistemini geliştirdiler.[147]
Eski Mısırlılar, her insanın ruhsal ve fiziksel parçalar ya da boyutlardan oluştuğuna inanıyorlardı. Bedenine ek olarak her kişinin, gölgesi (ya da hayaleti), bir kişiliği ya da ruhu, bir yaşam gücü ve bir adı vardı.[148] Düşünce ve duyguların merkezi, beyin değil, kalp olarak görüldü. Ölümden sonra manevi yönler bedenden serbest kalır ve bir iradeye sahip olabilirdi fakat bu manevi yönler, fiziksel dayanağa, kalıntıya (deyim yerindeyse bir pozisyona), sürekli bir barınak olarak gerek duyardı. Ölünün nihai yönelimi, kişilik ya da ruhun yaşam gücüyle yeniden birleşmesi ve kişinin bir "mübarek bir ölü" olmasıdır. Bunun olması için ölünün, bir mahkemede, "gerçeğin tüyü" kadar hafif bir kalbi olduğunu kanıtlamalıdır. Eğer layık görülürse, ölü yeryüzünde ruhsal düzeyde varlolmaya devam edebilir.[149]
Firavunları için Osiris ayinleri yaparlardı. Osiris, Doğa Tanrıçası İsis'in kocasıydı. Onlar, doğanın doğumunu ve ölümünü temsil ediyorlardı. Tapınağı Abidos'ta bulunan Osiris firavunla özdeştirilmişti. Piramitlerin iç duvarlarındaki resimlerde de firavuna Osiris denilmiştir. Mısır'ın tanrı ve tanrıçalarının her biri bir hayvanın adını taşıyor ve adlarını taşıdıkları hayvan biçiminde gösteriliyordu.
MÖ 1.350 civarında 4. Amenofis tahta çıktığı ve bir dizi radikal fakat düzensiz reformlara giriştiğinde, bir bakıma Yeni Krallık'ın istikrarı tehdit altına girdi. Adını Akhenaton olarak değiştirdi ve önceki gizemli güneş tanrısı Aton'u en üstün tanrı olarak lanse etti, diğer tanrı tapınçlarını bastırdı ve din adamlarının kurumsallaşmış gücüne saldırdı.[150] Başkenti Akhenaton'a, günümüzdeki Amarna'ya taşıyan Akhenaton, dış ilişkilere kendini kapadı ve tümüyle yeni din ve sanat tarzıyla ilgilenir oldu. Ölümünden sonra Aton kültü hızla terk edildi ve sonraki firavunlar Tutankhamun, Ay ve Horemheb, Akhenaton'un yerleşik dinsel geleneklere aykırı tüm izlerini sildiler. Akhenaton'un hükümdarlık dönemi, Amarna Dönemi olarak bilinir.[151] 4. Amemofis'in diğer tanrı ve tanrıçaları dışlayarak, Mısır'da tek tanrılı bir din inancı yerleştirmek çabasında olduğu kabul edilir. Amenofis'e göre Heliopolis'in baş tanrısı olan Aton-Ra (Güneş Tanrısı) tek bir tanrıydı ve firavunun da babasıydı. Mısır, tek bir firavunun otoritesi altında birleşmeden önce her krallığın kendi tanrısı vardı. Mısır birleşince, ister istemez çok tanrılı bir din ortaya çıkmış oldu. Akhenaton, tek bir hükümdarlıkta, tek bir tanrıya (o da, firavunun tanrısı) dayalı bir inanç sistemi kurmaya çalıştı.
Nil Nehri'nin düzenli taşkınlıkları ve geri çekilmesi Mısır'da ölü kültürünün doğmasında etkili olmuştur. Mısırlılar ekinin kuruduktan sonra tekrar yeşermesini gözleyerek bu sürecin insanlar için de geçerli olduğunu, yani insanın fiziki yaşamının ölümden sonra da devam edeceğine inandılar. Bu ölümle yaşam arasındaki sınır onların firavunları için görkemli mezarlar, yani piramitler yapmalarını sağlamıştır. Firavunların öbür dünyaya geçişine de önem verdikleri için onları mumyalamışlardır. Kuşkusuz bunları firavunların çabasıyla, baskısıyla yapmışlardır. Ayrıca kendileri için de, olanakları elverdiği ölçüde gömütler yapmışlar, mumyalanmalarını sağlamışlardır. Mumyalamanın ilk izlerine Hierakonpolis mezarlığında rastlanmıştır.
Eski Mısırlılar, ölümden sonra ölümsüzlüğün sağlanması için gerekli olduğuna inandıkları ayrıntılı ölü defnetme geleneklerini sürdürdüler. Bu gelenekler, mumyalama ile bedeni koruma, defin törenlerini yapmak ve toprağa verme şeklindeydi. Böylece öteki dünyada ölünün, bedenini ve eşyalarını kullanacağına inanılıyordu.[112] Eski Krallık öncesinde, çölde maden ocaklarına gömülen bedenlerin kurumayla doğal olarak korunmuş kaldığı görüldü. Antik Mısır tarihinin başından sonuna kadar kurak çöl koşulları, yoksul halkın gömülmesinde bir nimet olarak görülmeye devam etti. Çünkü, zengin sınırların yaptığı gibi ayrıntılı ve dolayısıyla pahalı defin işlemlerine olanakları yoktu. Varlıklı Mısırlılar ölülerini taş mezarlarda gömmeye başladılar. Sonuçta insan eliyle mumyalamayı kullandılar. Bu işlemlerde iç organların çıkartılması gerekiyor, beden ketenle sarılıyor ve dikdörtgen biçimli taş lahitle ya da tahta tabutla gömülüyordu. Dördüncü Hanedanlık'tan itibaren bazı iç organlar, özel toprak kavanozlarda korundu.[152]
Yeni Krallık'la itibaren antik Mısırlılar mumyalama işlemlerini yetkinleştirdiler, bir sanat haline getirdiler. En gelişkin teknikte, işlemler 70 günü buluyordu. İç organların yine çıkarılması gerekiyordu. Beyin, burun kanalından özel aletlerle çıkarılıyor ve vücut, natron adı verilen bir tuz karışımı içinde kurutuluyordu. Beden daha sonra ketenle sarılıyor, koruyucu muska kuşaklarıyla donatılıyor, insan şeklinde ve boyanmış, süslenmiş bir tabuta yerleştiriliyordu. Geç Dönem mumyaları da keten ya da papirüs katmanlarından yapılan ve koruyucu bir macunla kaplanan özel malzemelerle defnedildi. Kullanılan koruma uygulamaları Ptolemaik ve Roma dönemlerinde geriledi, süslenen mumyanın dış görünüşü daha fazla önem kazandı[153]
fakat tüm ölülerin mezarlarına, sosyal durumları ne olursa olsun bir şeyler kondu. Yeni Krallık'la birlikte mezarlara Ölüler Kitabı da bırakıldı. Ayrıca, öbür dünyada kendilerine hizmet edeceğine inandıkları küçük biblolar olan Uşabtiler de konuldu.[154] Daha sonra mezar yakınları tarafından zaman zaman mezara yiyecek götürülüyor ve ölü adına dualar okunuyordu.[155]
Yeni Krallık Dönemi'nde Mısır'da bürokrasi ayrıcalıklı bir sınıf oluşturmuştu. En önemli makamlardan birisi kâtiplikti. Katipler bir okul sistemi kurmuşlar ve soyluların eğitimiyle ilgilenmişlerdir. Eğitim ise dil ve hitabet üzerineydi. Diğer güçlü kesim ise rahiplerdir. Ancak kâtipler zorunlu askerlikten muaf iken, rahipler değildi. Yine de rahiplerin ayrıcalıklı bir konumu vardı.
Sulu tarım yapan halkın kendilerine ait arazileri vardı. Özel mülk gelişmişti ancak bu kişilerin zengin ya da güçlü olması zordu çünkü tarımın kaynağı sulama sistemi Firavunların kontrolündeydi. Ticaret ise rahiplerin elindeydi. Bu nedenle tüccar ve zanaatçıların etkinliği yerel, küçük pazarlarla sınırlı kaldı. Ordunun en büyük askeri kaynağı ise köylülerdi. Mısır'da köle sistemi vardı;ancak angarya işlerini özgür köylüler yapmak zorundaydı. Köleler daha çok üst sınıfı oluşturan ailelerin evinde yer alıyordu.
Erkek egemen bir toplum olan Mısır'da kadının konumu, erkeğe mutlak bağlılık değildi. Mısır yasaları boşanmak hakkını kadına da tanımıştı. Özellikle ölü gömme kültünde kadınların erkeklerle eşit muamele görmesi, kadının toplumdaki yerinin önemini gösterir.
Antik Mısır'ın en eski dönemlerinde çiftçiler toprağa bağlıydı. Kerpiçten, gündüzün sıcağında görece serin kalacak barınaklarında, en yakın aile üyeleriyle sınırlandırılmış olarak yaşamaktaydılar. Her barınakta, ekmek pişirmek için küçük bir ocak ve tahılı öğütmek için bir değirmen taşı bulunan açık çatılı bir mutfak bulunurdu.[156] Duvarlar beyaz boyalıydı ve boyalı keten duvar kumaşları ile kaplı da olabiliyordu. Taban, hasırla kaplı olurdu ve ev eşyası olarak tahta tabureler, sedirler ve sehpalar bulunurdu.[157]
Eski Mısırlılarda temizlik ve görünüm, büyük önem taşırdı. Çoğunlukla Nil'de, hayvansal yağ ve kireçtaşı tozundan yapılan yumuşak sabun kullanılarak yıkanılırdı. Erkekler temiz kalmak için tüm bedenlerini tıraş eder, kötü kokuları gidermek ve cildi yumuşatmak için kokulu merhem ve parfüm kullanırlardı.[158] Giysiler beyazlatılmış basit keten kumaştı. Üst sınırlardan hem kadınlar hem de erkekler peruk takar, mücevher ve kozmetik malzemeler kullanırlardı. Çocuklar, ergenlik çağına kadar, çoğu kez 12 yaş, çıplak dolaşırlar ve erkek çocuklar sünnet edilir ve başları kazınırdı. Babalar ailenin geçimini sağlarken anneler çocukların bakımından sorumluydular.[159]
Günlük beslenmenin en önemli kısmı ekmek ve biraydı. Ek olarak soğan, sarımsak gibi sebzeler ve hurma, incir gibi meyveler de yenilirdi. Balık, et ve kümes hayvanlarının eti, tuzlanmış ya da kurutulmuş olarak tutulur, güveçte pişirilir ya da ızgarada kızartılırdı.[160] İmkanları olanlar için, müzik ve dans aranan eğlencelerdi. İlk müzik aletleri flüt ve arptı. Daha sonraları trompet, obua ve boru benzeri müzik aletleri yaygınlaştı. Yeni Krallık döneminde Mısırlılar zil, tef, davul ve Asya'dan getirilen lavta ve lir gibi çalgıları da kullandılar.[161] Sistrum adı verilen bir çalgı ve çıngırak da, özellikle dini ayinlerde önem taşıyordu.
Eski Mısırlılar, oyun ve müzik gibi çeşitli boş zaman etkinliklerinden büyük hoşnutluk duymaktaydılar. Senet, şans faktörü ağırlıklı bir oyun olarak eskiden beri yaygın olan bir masa oyunuydu. Benzer bir oyun olan mehen'in dairesel bir oyun tahtası vardı. Hokkabazlık ve top oyunları çocuklar arasında yaygındı. Güreş de Beni Hasan'daki bir mezarda resmedilmiştir.[162] Eski Mısır toplumunun varlıklı sınıfları, ayrıca tekne gezileri ve avcılıktan hoşlanırlardı.
Set Maat'ın işçi evlerinde yapılan kazılar, antik dünyadaki yaklaşık dört yüz yıla yayılan dönemde toplum yaşamının en kapsamlı bulgularının ortaya çıkarılmasıyla sonuçlandı. Bir toplumdaki toplumsal örgütlenme, sosyal etkileşmeler, çalışma yaşamı ve yaşam koşulları hakkında böylesine ayrıntılı malzeme sunan başka bir kazı çalışması bulunmamaktadır.[163]
Piramitler dünyanın tek ayakta kalan yedi harikasından biridir. Piramitlerin en büyüğü Firavun Keops'un kendisi ve karısı için yaptırdığı Gize'de yer alan Keops Piramidi'dir. Bu piramidin inşası için iki milyon üç yüz bin taş blok kullanılmıştır. Herodotos'a göre bu piramidin tamamlanması 20 yıl sürmüştür. Piramitin inşasında çalışanlar köleler değil, ziraatla uğraşan Mısırlı yerli halktır. Bu nedenle, ziraat işlerinin yoğun olmadığı zamanlarda inşaat yapılabiliyordu.
Eski Krallık Döneminden sonra ise piramit yapımı durmuştur. Güçlü bir konumları olan valiler (vezirler), firavun iktidarına karşı her zaman alternatif iktidar adayı durumundaydılar. Bu valiler, elde edilen zenginliklerin halkın refahı için kullanmak yerine piramit yapımı için kullanılmasına karşı çıktılar. İsyan eden valiler dolayısıyla 4. Hanedan yıkılmış ve Eski Krallık Dönemi sona ermiştir. Halkın hoşnutsuzluğuyla ilgili efsaneler Yunan tarihçilerin eserlerine de yansımış, MÖ 1. yüzyılda yaşamış olan Diodorus, firavun mumyalarının soylu Mısırlı aileler tarafından piramitlerden aşağıya atıldığını anlatmıştır.
Piramitler, Antik Mısır mimarisi dünyanın en ünlü yapılarının bir kısmıdır: Gize Piramitleri ve Karnak tapınakları gibi. Devlet tarafından finanse edilen dini ya da anıtsal amaçlı inşaat projeleri organize edildi fakat tüm bunlar esas olarak, firavunun gücünü pekiştirmekteydi. Eski Mısırlılar basit ama etkili aletler ve ölçüm araçlarıyla çalışan usta inşaatçılardı ve mimarları, büyük taş yapıları kesin doğru bir biçimde inşa edebiliyorlardı.[164]
Gerek seçkin, gerek sıradan Mısırlıların oturdukları konutlar, kerpiç ve ahşap gibi dayanıksız malzemelerden inşa edildiği için günümüze ulaşamamıştır. Köylüler basit evlerde yaşarken varlıklı sınıfların evleri daha özenle inşa edilmiş ve daha fazla ayrıntıyla donatılmış yapılardı. Günümüze ulaşan Malkata ve Amarna'daki gibi birkaç kraliyet sarayı, zengin bezemeli duvarları ve havuzlar, insan, kuş tanrı ve tanrıça motifleri, geometrik desenleriyle dikkati çeker.[165] Tapınak ve mezar gibi önemli yapılar, sonsuza dek ayakta kalması istenerek kerpiç yerine taş kullanılarak inşa edildi. Bu dünyanın ilk büyük ölçekli yapısı olan Zoser'de, papirus ve lotus desenli sütun ve kirişleri içeren mimari unsurlar kullanıldı.
Günümüze kadar ayakta kalan en eski mısır tapılanları, örneğin Giza, tavan örtüleri sütunlarla desteklenen ayrı salonlardan oluşur Yeni Krallık döneminde mimarlar anıtsal kapılar, açık avlular ve etrafı çevrili, tapınakların kutsal mekanlarına sütunlarda desteklenmiş tavanlar eklediler. Bu mimari stiller, Yunan ve Roma dönemlerine kadar değişmeden kullanıldı.[166] Eski Krallık döneminde en yaygın ve en eski mezar mimarisi olan mastaba, kerpiç ya da taş bir yer altı mezar odasının üzerinde inşa edilen bir düz çatılı dikdörtgen yapı şeklinde inşa edilmekteydi. Zoser'in basamaklı piramidi, birbirinin üstüne inşa edilen bir dizi mastabadan oluşmaktadır. Piramitler, Eski Krallık ve Orta Krallık dönemleri boyunca inşa edildiler fakat daha sonra firavunlar, daha az göze batan kaya mezarları tercih ettiler.[167]
Mısır ordusunun işlevi, ülkeyi dış istilalara karşı savunmak ve Mısır'ın Yakın Doğu üzerindeki hakimiyetini sürdürmekti. Ordu, Eski Krallık dönemi boyunca Sina'daki maden seferlerini askeri yönden destekledi ve Birinci ve İkinci Ara Dönemler'de iç ayaklanmaları bastırdı. Ayrıca, önemli ticaret yolları üzerinde ulaşımın güvenliğini sağlamak için kurulmuş olan ana müstahkem mevkileri (kalelerin) korumayı da üstlenmişti. Nubya yolundaki Buhen bunlara örnek gösterilebilir. Diğer bir örnek Levant'a yapılan seferlerde operasyon üssü olarak kullanılan Sile'deki kaledir. Yeni Krallık döneminde bazı firavunlar Mısır ordusunu, Kuşan İmparatorluğu'nun ve Doğu Akdeniz'in bir kısım topraklarını istila etmek için kullandılar.[168]
Orduda standart teçhizat; ok, yay, mızrak ve yuvarlak bir ahşap çerçeve üzerine hayvan derisi gerilerek yapılan kalkandı. Yeni Krallık döneminde, daha önce Hiksos ordularında gördükleri savaş arabaları da kullanıldı. Bronzun yaygın kullanımına başlanmasından sonra silah ve zırhlarda kullanılması yaygınlaştı. Artık kalkanlar bronz bir toka ile som ahşaptan, mızrakların temrenleri tunçtan yapılmaya başlanmıştı. Ayrıca genelde kullanılan ters orak şeklindeki kılıçlar terk edilerek, Asyalı askerlerinkilere benzer kılıçlar kullanılmaya başlandı.[169] Firavunlar sanatta ve edebiyatta, genellikle ordunun başında ilerlerken betimlendi ve en azından Sekenenra Taa ve oğulları gibi birkaç firavunun bu tarzı benimsediği görülmektedir.[170] Askerler yerli nüfustan alınıyordu fakat Yeni Krallık döneminde ve özellikle de sonrasında Nübye'den ve Libya'dan paralı askerler alınmıştır.[171]
Eski Mısır kültürü ve anıtları, dünya üzerinde kalıcı bir miras bıraktı. Örneğin tanrıça İsis kültü, dikilitaşlar ve diğer taşınabilir eserler, götürüldüğü Roma İmparatorluğu'nda popüler oldu.[172] Romalılar da Mısır'dan Mısır tarzı yapılar kurmak için inşaat malzemesi ithal ettiler. Erken dönem tarihçilerinden Herodot, Strabon ve Diodorus, gizemli bir ülke olarak gördükleri Mısır üzerinde çalıştılar ve yazdılar.[173] Orta Çağ ve Rönesans boyunca Mısır'ın pagan kültürü geriledi. Sonra Hristiyanlık ve ardından İslam yaygınlaştı fakat Orta Çağ bilim insanlarının yazılarında eski Mısır'a ilgi devam etti. Örneğin Dhul-Nun al-Misri ve al-Maqrizi gibi.[174]
Avrupalı seyyah ve turistler, 17. ve 18. yüzyıllarda Mısır'dan antika eşyalar getirdiler ve gözlemlerini, izlenimlerini yazdılar. Böylelikle Avrupa'da Mısır'a yönelik bir ilgi yayılmaya başladı. Bu yeni ilgi Mısır'a koleksiyoncuları çekti. Sonuçta Mısır'dan çok değerli antik eserler çalındı, satın alındı ya da verildi.[175] Her ne kadar Mısır'da Avrupalı sömürgecilerin istilası, ülkenin tarihi mirasının büyük bir bölümünü tahrip ettiyse de bazı yabancıların Mısır'a olumlu yönde etkileri de olmuştur. Örneğin Napolyon Bonapart Mısır bilimdeki ilk çalışmaları düzenledi. Yaklaşık 150 bilim insanı ve sanatçıyı, Mısır tarihi üzerinde çalışmaları ve belgelemeleri için Mısır'a getirdi ve bu çalışmalar daha sonra Description de l'Ėgypte adıyla yayımlandı.[176] 19. yüzyılda Mısır Hükûmeti ve arkeologlar, kazılarda bütünlüğün ve kültüre saygının önemini aynı şekilde fark ettiler. Eski Eserler Yüksek Konseyi şimdi hazine yerine bilgi bulmayı amaçlayan tüm kazıları onaylamakta ve izlemektedir. Konsey ayrıca, Mısır tarihi mirası korumak için tasarlanmış müze ve anıt yeniden inşa programları denetlemektedir.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.