Remove ads
750–1258 yılları arasında hüküm süren Müslüman Arap hanedanlığı ve üçüncü İslam hâlifeliği Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Abbâsîler (Arapça: العبّاسيّون; el-'Abbāsīyyūn), Emevî Hanedanı'ndan sonra başa gelerek İslam Devleti'nin yönetimini ve halifeliği beş yüzyıldan daha uzun bir süre elinde tutan Müslüman Arap hanedanı.
Abbâsîler | |||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
750-1517 | |||||||||||||||||||||||||
850 civarında Abbasi Halifeliğinin eyaletleri ve yerleşim yerlerini içeren bir haritası | |||||||||||||||||||||||||
Tür | İmparatorluk | ||||||||||||||||||||||||
Başkent | Kufe (750–762) Bağdat (762-836, 892-1258) Sâmerrâ (836–892) Kahire (1261-1517) | ||||||||||||||||||||||||
Yaygın dil(ler) | Klasik Arapça (merkezi yönetim) | ||||||||||||||||||||||||
Resmî din | Sünnî İslam | ||||||||||||||||||||||||
Hükûmet | Irsî hilâfet | ||||||||||||||||||||||||
Halife | |||||||||||||||||||||||||
| |||||||||||||||||||||||||
Tarihçe | |||||||||||||||||||||||||
| |||||||||||||||||||||||||
Para birimi | |||||||||||||||||||||||||
|
Muhammed'in ölümünden (632) sonra, İslam dünyasını Hulefâ-yi Râşidîn denilen dört halife ve ardından da Emevîler (661-750) yönetti. Muâviye'nin ölümünün ardından hakkı olmamasına rağmen oğlu Yezîd hilafeti ele geçirdi. Yezîd'in hilafette hakkı yoktu çünkü babası Muâviye zamanında Hasan ile bir anlaşma yapılmış ve bu anlaşmada hilafetin saltanata dönüştürülmemesi kararlaştırılmıştı. Aynı zamanda sahabe olan babası Muâviye, oğlunun anlaşmayı bozmamasını vasiyet etmişti. Ancak, Yezîd anlaşmaya uymayarak babası ölünce hilafeti ele geçirdi ve böylece hilafet saltanata dönüşmüş oldu.[1] Emevîler'in iktidarı Muhammed'in amcası Abbas bin Abdülmuttalib'in soyundan gelen Abbâsîlerin, Emevî yönetimine karşı Abbâsî İhtilâli adı verilen ayaklanma ile 750'de halifeliği ve iktidarı ele geçirmesiyle son buldu. Bu tarihten itibaren Abbâsîler 1258'e kadar İslam dünyasının büyük bölümüne egemen oldular.[2][3][4][5][6][7]
İlk Abbâsî halifesi Ebu'l-Abbas Seffâh (750-754) idi. 754'te kardeşi Mansûr (754-775) onun yerine geçti. Bu iki halife döneminde orduda Türk ve İran kökenliler önemli görevler üstlendiler.[8] Mansur, 762'de başkenti Şam'dan Bağdat'a taşıdı. Mansur'dan sonra sıra ile Mehdî (775-785) ve Hâdî (785-786) halife oldular. Abbâsî Devleti Mansur'un torunu Harun Reşid (786-809) döneminde en geniş sınırlarına ulaştı.[8] Harun Reşid, Binbir Gece Masalları'na konu olan görkemli saltanatını Bermekîler'e borçluydu. Bu aileden Yahya Bermekî ve iki oğlu, vezir olarak Abbâsî Devleti'ni 17 yıl boyunca fiilen yönettiler.
Harun Reşid'in oğulları Emîn (809-813), Memûn (813-833) ve Mutasım (833-842) babalarının politikalarını sürdürdüler.[8] Annesi Harun Reşid'in Türk asıllı bir cariyesinden olan Mutasım Türklerden özel bir askerî güç kurmuş[9] ve Türkleri yönetimde önemli görevlere getirmiştir. Daha sonra bu askerî gücün Bağdat'taki varlığı bazı huzursuzluklara neden olduğundan Samarra adıyla yeni bir kent kurdurarak devlet merkezini oraya taşıdı. 838 yılında Mutasım Bizans'ın Anadolu topraklarına bir sefer düzenlemiş ve ordusunun bir kolu Bizans imparatoru Theofilos ve ordusunu Dazimon Muharebesi adı verilen bir çarpışmada büyük bir yenilgiye uğratmış, Bizans'ın ikinci büyük kenti Amorium'u kuşatıp eline geçirmiş ve Abbâsî orduları İznik kentinin yakınlarına kadar ilerlemiştir.[10]
Yerine geçen oğlu Vâsik (842-847) döneminde Türk emirleri askerî işlerin yanı sıra yönetimde daha etkili oldular.[8] Vâsık'ın ölümünden sonra Abbâsî Devleti parçalanma sürecine girdi. Zaman içerisinde Abbâsî toprakları üzerinde Büveyhîler, Tâhirîler, Samânîler, Şirvânîler, Saffârîler, Hamdânîler, Mervânîler, Mirdâsîler, Ukâyliler, Zengîler, Karahanlılar, Tolunoğulları, İhşîdîler, İdrîsîler, Murâbıtlar, Muvahhidler, Hafsîler, Ağlebîler, Fâtımîler ve Karmatîler gibi bağımsız devlet ve beylikler kuruldu.
İran'da hüküm süren Büveyhîler, 945'te Bağdat'a egemen oldular. Bundan sonra Abbâsî halifeleri Büveyhîler'in izniyle başta kalabildiler. Halife Kâim'in (1031-1075) çağrısı üzerine Büyük Selçuklu Devleti hükümdarı Tuğrul, 1031 yılında Büveyhîler'i Bağdat'tan çıkardı ve Abbâsîlere yeniden saygınlık kazandırdı.
Abbâsîler bu tarihten sonra hiçbir zaman eski askerî güçlerine ulaşamadılar ve Müstazhir dönemindeki Haçlı Seferleri'ne karşı başarılı olamadılar. Büyük Selçuklu Devleti'nin parçalanmasıyla birlikte Abbâsîler yeniden eski güçlerini yitirdiler. Cengiz Han'ın torunu Hülâgû'nun yönetimindeki İlhanlılar 1258'de Bağdat'ı yakıp yıktılar, Halife Mustasım'ı ve yakaladıkları diğer hanedan üyelerini öldürdüler. Böylece 508 yıllık Abbâsî Devleti son buldu. İlhanlı hükümdarı Hülâgû Han, Bağdat'ta içlerinde on binlerce yazma kitap olan kütüphaneleri yakıp yıktırmıştır. Geri kalan kitapları da Dicle Nehri'ne attırmıştır. Eserlerin mürekkebi suya karışmış ve Dicle Nehri günlerce bulanık akmıştır.
Halife Zâhir'in oğlu Ahmed Mısır'a kaçtı ve orada Memlûk Sultanı Baybars’ın koruması altında Müstansır adıyla halife ilan edildi (1261). Mısır Abbâsî halifeliği, siyasal ve askeri yetkiden yoksun, yalnız dinsel otoritesi olan bir kurumdu. Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim 1517'de Mısır topraklarına girerek, halifenin yetkileri ile Kutsal Emanetler'i devraldı ve Memlûkler'in himayesindeki Abbâsî Halifeliği'ne son verdi.
Abbâsîler'de devlet örgütlenmesi, "Divan" adı verilen ve değişik alanlarda görevler üstlenen resmi kurullara dayanıyordu. Maliyesinin ana gelir kaynağı ise toprak vergisiydi. Halktan toplanan zekâtta önemli bir gelir kaynağıydı. Vergi gelirlerinin büyük bölümü orduya ve bayındırlık işlerine ayrılırdı. Halife Ömer döneminde kurulan divanı geliştirdiler. Divanı, devlet yönetiminde en etkili kurum haline getirdiler. Devlet ve memleket sorunları, önce Divanda görüşülerek Divanın önerdiği çözümleri uygularlardı.
847-861 yılları arasında Abbâsî halifeliği yapan Mütevekkil Alellah kendisinden önceki kardeşi Vâsik'in kimseyi veliaht göstermeden vefatından sonra Abbâsî ordusundaki Türk komutanların da desteğiyle devlet adamları tarafından halife seçilen[11][12][13] Mütevekkil 'in halife olmasında annesinin Şucağ adlı Harezmli Türk asıllı bir cariye olmasının da etkisi olmuştur.[11][14][15][16][17] Mütevekkil her ne kadar Türk komutanlarının desteği ile halife olabilmişse de Türklerin kendisi ve devlet yönetimi üzerindeki baskılarından rahatsızlık duymaktaydı. Mütevekkil halifelik yaptığı dönem boyunca devletin idare mekanizmasını ele geçirmiş olan Türk komutanların devlet üzerindeki etkisini yıkmak ve kendi otoritesini sağlamak için mücadele etmiştir.[11]
Mütevekkil, devlet yönetimindeki Türk nüfuzunu yok etmek için ilk olarak kendisinden sonra yönetimdeki en güçlü kişi olan Türk komutanların lideri olan ordu komutanı İnak et-Türkî'yi diğer Türk komutanları kullanarak öldürtmüştür.[18][19] Mütevekkil, Türkler için kurulmuş olan Sâmerrâ şehrinde iktidar mücadelesini kazanamayacağını biliyordu ve bu sebepten dolayı da başkenti Arap milliyetçiliğinin daha yoğun olduğu Şam'a taşımak istemiş ama başarısız olmuştur.[11][20] Mütevekkil'in devlet yönetimindeki Türk nüfuzunu kırmak için ordudaki Türk gücünü dengelemek amacıyla Berberi, Arap ve Ermeni gibi milletlerden askerî birlikler kurmuştur. Ancak Halife Mütevekkil'in bu girişimi, devlet bünyesinde birbirine rakip iki ordunun oluşması sebebiyle devletin bütünlüğünü tehdit eder bir hale gelmiştir.[11]
Mütevekkil, Türk komutanların devlet üzerindeki baskı ve etkisini bozma çabaları öldürülmesine sebep olmuştur. Türk komutanlar, Mütevekkil 'in oğlu ile işbirliği yapıp 11 Aralık 861 (4 Şevval 247) tarihinde hilafet sarayını basarak Mütevekkil'i öldürmüşlerdir.[21]
Bu eylem İslam tarihinde özel koruma birlikleri tarafından halifeye karşı işlenen ilk cinayettir. Bu durum Abbâsî devletinde Türklerin iktidarı tamamen ele geçirdiklerini göstermektedir. Halife Mütevekkil'in Türklerden oluşan özel birliklerce öldürülmesiyle Abbâsî Devleti gerileme dönemine girmiştir. Bu dönemde Türk komutanların adeta kuklaları haline gelen Abbâsî halifeleri, Türklerin iradesi yönünde hareket edecekler, aksi takdirde makamlarından hatta hayatlarından olacaklardır.
İslam dininin sanata getirdiği en büyük yenilik cami mimarisidir. İslam'da her sınıf halkın ayrım gözetilmeden ön saflarda namaz kılabilmesi safların geniş tutulması isteğini uyandırmış ve bu nedenle de kiliselerin aksine camilerde enine mekân tercih edilmiştir. Bu planlama gibi, mihrap, minber, minare türünden mimari ögeler de İslam'ın gelişmesine paralel olarak zamanla ihtiyaçtan doğmuşlardır.
Abbâsîler'den önceki İslam şehirciliği konusundaki bilgilerimiz çok kısıtlıdır. Bu konuda bilinen ilk örnek, 762-765 yıllarında Abbâsî halifesi Mansur'un kurdurduğu Bağdat şehridir. Kaynaklardan edinilen bilgilere göre ilk Bağdat kenti daire planlıydı ve iç içe iki sur duvarı dıştan bir hendekle çevrelenmişti. Kentin dört kapısına bulundukları yöndeki komşu kentlerin adı verilmişti. Haç planlı saray ve yanındaki cami kent merkezinde yer alıyordu.[22][23] 766 yılında yapılan Bağdat Ulu Cami kerpiç duvarlı, ahşap sütunlu ve düz damlı basit bir yapıydı. Halife Harun Reşid, 808'de yapıyı planını değiştirmeden tuğla duvarlı olarak yeniden yaptırmıştır. Bağdat 892'de Abbâsîlerin başkenti olunca, artan nüfus nedeniyle camiye aynı planda ikinci bir bölüm eklenmiştir. Ancak, Bağdat kentinin bu dönem yapılarından günümüze, ilk camiye ilişkin basit bir mihraptan başka hiçbir şey gelmemiştir.
Samarra, Dicle kıyısında Bağdat'ın yakınındadır. Bağdat'ın dairesel ve düzenli planı burada yerini araziye uydurulmuş, uzun bir plana bırakmıştır.[23] Dicle kıvrımlarına paralel olarak uzanan kentin büyük bölümü kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Buluntular, Abbâsî cami, saray, türbe ve ev mimarisi ile zengin süsleme sanatı hakkında bilgi vermektedir. Samarra, 836 yılında Halife Mutasım tarafından Abbâsî hizmetindeki Türk birlikleri için “ordugâh kenti” olarak kurdurulmuştur.[24]
Samarra Ulu Cami, öteki adıyla Mütevekkiliye Cami, İslam dünyasının en büyük cami yapılarından biridir.[24] 150.000 kişi burada bir arada namaz kılabiliyordu. Basit mimarisi, ilk İslam cami planının anıtsal ölçüler içinde tekrarından ibarettir. Yapımında tuğla ve kerpiç kullanılan caminin ilginç bir minaresi vardır. Kare tabana oturan dev boyutlu bu anıtsal minareye geniş bir rampa ile çıkılır. Bu minare formu, yine Samarra’da Ebu Dulaf Cami’sinde ve Kahire'deki Tolunoğlu Ahmet Cami'sinde de kullanılmıştır.
Samarra’nın ikinci büyük camisi olan Ebu Dulaf Cami, 860 yılında yapılmıştır.[25] Kalıntılar daha gelişmiş bir mimarinin varlığını ortaya koymaktadır. Harem bölümü, kemerli duvarlarla birbirinden ayrılan neflerden oluşmuş ve üzeri düz bir çatıyla örtülmüştü.
Samarra’nın saray ve evlerinde kullanılan çeşitli süsleme arasında mermer tozu ve alçı karışımıyla yapılan “ıtuk” kabartmalar önemli bir yer tutar. Bu kabartmalarda iki değişik teknik kullanılmıştır: Dik kesim ve eğri kesim. Dik kesimde motifler yaş sıva üzerine dikine olarak oyulmakta, böylece ışık-gölge kesin çizgilerle birbirinden ayrılarak güçlü bir kontrast etkisi sağlanmaktadır. Eğik kesimde ise daha yumuşak bir plastik etki söz konusudur. Eğik kesim, Türklerin İslam sanatına belki de ilk katkısıdır.[kaynak belirtilmeli] Bu teknik daha önceleri Orta Asya sanatında Türkler tarafından kullanılmıştır. Dik kesimde daha natüralist, eğik kesimde ise daha stilize bir üslup görülür.
Abbâsîler'de devletin başı halife tarafından oluşturulmuş bir yönetim örgütü söz konusudur. Abbâsîler ve bazı Müslüman devletlerde devlet memurluğu iki kademe şeklinde olmuştur. Bu kademelerden ilki herhangi bir nitelik ve yeterlilik koşulu koşulmadan kişisel yönetim, uyum ve denetime dayanmıştır. Bu tarzdaki memurlara "Erbab-ı Seyf" yani kılıç sahipleri denmekteydi. Diğer bir memurluk kademesinde ise bunun tam tersi bir durum söz konusudur. Niteliğe göre atanan memurlara ise "Erbab-ı Kalem" yani kalem sahipleri denmiştir. Bu gruba Osmanlı İmparatorluğu'nda İlmiye sınıfı denmiştir.[26]
Abbâsî devletinin merkez örgütü divanlar ve divanları oluşturan diğer yönetim birimlerden oluşmuştur.
Divan sözcüğü Farsça kökenlidir fakat daha sonraları Arapçada kullanılan bir sözcük haline gelmiştir. Abbâsî devletinde divanlar en yüksek icra kurulu sayılmıştır. Zamanla yönetim örgütünün diğer bölümlerine de divan adı verilmiştir. Abbâsîler divana "Divan-üs Saltanat" ve "Divan-ül Adl" adını vermişlerdir. Vezirler, Kadil-Kutadlar ve benzeri yüksek memurlar divan kurumunun birer üyeleridir. Halifeler divan toplantılarına bazen katılır bazen de istedikleri özel bir yerden yapılan toplantıyı izlerdi. Divan-ı Saltanat'ın görevlerini dört başlık altında toplamak olanaklıdır. Birincisi: orduya ilişkin kişilerin alacağı ücretleri belirleyerek tahsis etmek. İkincisi: devlete ilişkin vergi ve diğer hakların tahsili; haraç, cizye ve madenler gibi. Üçüncüsü: devlet memurlarının atanması ve azli. Dördüncüsü ise: Beytü'l-mal'a yani hazineye giren ve çıkan malların denetimi. Divanda bu dört ana başlık altında müzakereler yapılıp kararlar alınmıştır. En yüksek icra kurulu olan divanın yanında yönetim özelliği bulunan diğer divanlar da vardır. Bunlar;
Vezirlere bakanlıklar da denir ve günümüzdeki başbakanlık makamına eş değerdir. Vezir sözcüğü yardımcı, sığınak ve yük yüklenen gibi anlamlara gelmektedir. Vezirlik makamı ilk olarak Abbâsîler'de oluşturulmuştur. Abbâsî vezirleri halifeden sonra ülke içerisindeki en yetkili kişidir ve divanın (icranın) başıdır. Vezirlik makamı da tıpkı memurluk gibi iki kısıma ayrılmıştır. Birincisi; "Vezaret-i Tefyiz"dir. Bu mevkideki vezirler halifenin tayin veya azlettiği memurlar hakkında karar alması söz konusu olmamıştır fakat halifeye ait çoğu yetkiyi kullanmıştır. Bu vezirler halife adına devleti yönettikleri için yetkileri oldukça geniş ve etkindir. Bu vezirlere Osmanlı İmparatorluğu'nda Vezir-i Azam denmiştir. İkinci vezirlik unvanı ise "Vezaret-i Tenfiz"dir. Bu makamdaki vezirler bağımsız yetkiye sahip olmamışlardır. Halife ile halk arasında köprü rolü üstlendiğine ilişkin görüşler vardır. Bu tarzdaki vezirlere Osmanlı İmparatorluğu'na "Kubbealtı Vezir"i denmektedir. Vezirlik makamı iki başlı bir yapı göstermesine karşın en yüksek mertebeli memurluk makamı olmuştur. İki vezirlik arasındaki farklar yalnızca yetki farklılığı ile sınırlı değildir. Atama ve diğer adaylıklarda da mevki farkı öne çıkmaktadır. Halk arasından Müslüman olmayanlar birincil vezirliğe tayin edilmemiştir ancak ikincil vezirliğe Müslüman olmayan kişiler de tayin edilmiştir.[28]
Vezirlerden sonra haciplik (hicabet) makamı gelmektedir. "Sahib'üs Sitare" veya "Perdedâr" denen hacib, Abbâsî halifesinin özel kalem müdürüdür. Halifeye bağlıdır ve nüfuz alanı geniştir. İslam peygamberi Muhammed'in soyundan gelenlere (seyyidler) ilişkin sorunlara bakanlara ise "Nakib'ül Eşraf" denir ve bu kişiler devlet yönetiminde önemli bir yere sahip olmuşlardır. Nazır-ul Ceyş denen kişiler ise ordunun başındaki kumandanlardır. Muhtesip'ler, yani belediye başkanları da diğer memurluk görevleridir.[29]
Abbâsîler'de taşra örgütlerinin başında valiler görev yapmıştır. Gereksinim duyulması durumunda kumandanların, kadıların ya da belediye başkanlarının da bu görevi yürüttüğü bilinmektedir. Abbâsî devleti egemenliği altındaki yerleri eyalet sistemi ile yönetmiş, valilere de sosyal ve siyasi denetim görevini yüklemiştir. Abbâsîler'de eyaletlerdeki emirlik makamı ise üç şeklide ele alınmaktadır. Birincisi: genel imarettir ve tayin olduğu yerde halifeyi tam yetkiyle temsil ederler. Bu valiler bulundukları bölgede bağımsız hükümdar gibi görev yapmışlardır. İkincisi: özel imarettir ve bu makamdaki valiler yalnızca yönetimsel işlevlere sahiptirler. Kadıların tayin edilmesi ve halktan alınan vergi tahsil etme yetkileri olmamıştır. Üçüncüsü ise: cihat imaretidir, yani ordu kumandanı olarak değişik bölgelere tayin edilen valilere verilen addır.[30]
Hindistan kralının çok sayıda askeri var, ancak onlara düzenli asker olarak para ödenmiyor; bunun yerine, onları kral ve ülke için savaşmaya çağırır ve onlar kendi pahasına ve krala hiçbir bedel ödemeden savaşa giderler. Buna karşılık Çinliler, Arapların yaptığı gibi birliklerine düzenli maaş veriyor.[31]
- Ebu Zeyd el-Hasan el-Sirafi
Bağdat'ta Arap asıllı olan ya da olduğunu söyleyen birçok Abbasi askeri lideri vardı. Bununla birlikte, safların çoğunun İran kökenli olduğu, büyük çoğunluğunun Batı İran veya Azerbaycan'dan değil, Horasan ve Maveraünnehir'den olduğu açıktır.[32] Abbâsîler' iktidara getiren Horasanlı askerlerin çoğu Arap'tı.[32] Horasan'daki Müslümanların daimi ordusu ezici çoğunlukla Arap'tı. Abbâsîler'in birim organizasyonu, taraftarlar arasında etnik ve ırksal eşitlik hedefiyle tasarlandı. Ebu Müslim, İpek Yolu boyunca subayları işe aldığında, onları aşiret veya etnik-ulusal bağlılıklarına göre değil, şu anki ikamet yerlerine göre kaydettirdi.[33] Abbasiler döneminde, İran halkları orduda ve bürokraside eskiye kıyasla daha iyi temsil edildi. Abbâsî ordusu, Horasan Abna al-dawle piyadeleri ve Abbâsî kaynak hibeleriyle kendi adamlarını toplayan ve konuşlandıran kendi yarı özerk komutanları (kaid) tarafından yönetilen Horasaniye ağır süvarileri üzerine odaklandı. el-Mu'tasım, Sâmânîler'den Türk köle askerlerini özel bir orduya alma uygulamasına başladı ve bu da onun Halifeliğin dizginlerini ele geçirmesine izin verdi. Ömer tarafından oluşturulan eski cund sistemini kaldırdı ve asıl Arap askeri soyundan gelenlerin maaşlarını Türk köle askerlerine aktardı. Türk askerleri, çocukluktan ata binmek için eğitilmiş yetenekli atlı okçular olarak bilindikleri için savaş tarzını değiştirdiler. Bu ordu artık uzak sınır bölgelerindeki etnik gruplardan oluşuyordu ve toplumun geri kalanından tamamen ayrıydı. Bazıları Arapçayı doğru düzgün konuşamıyordu. Bu, "Samarra'da Anarşi" ile başlayan Halifeliğin gerilemesine yol açtı.
Abbâsîler hiçbir zaman önemli bir düzenli orduya sahip olmamalarına rağmen, halife, gerektiğinde topçulardan kısa sürede önemli sayıda asker toplayabilirdi. Ayrıca sabit ücret alan düzenli birlik grupları ve bir özel kuvvetler birimi de vardı. Her an, herhangi bir huzursuzluğu bastırmak için Bizans sınırı, Bağdat, Medine, Şam, Rey ve diğer jeostratejik konumlar boyunca 125.000 Müslüman asker toplanabilir.[34]
Abbâsî ordusu, mancınıklar, mangoneller, koçbaşılar, merdivenler, kıskaçlar ve kancalar gibi bir dizi kuşatma makinesi topladı. Tüm bu silahlar askeri mühendisler tarafından işletiliyordu. Bununla birlikte, birincil kuşatma silahı Batı Orta Çağ zamanlarında kullanılan mancınık ile karşılaştırılabilir bir kuşatma silahı türü olan mangonel idi. 7. yüzyıldan itibaren, büyük ölçüde burulma topçularının yerini aldı. Harun Reşid'in zamanında, Abbâsî ordusu ateş bombaları kullanıyordu. Abbâsî'ler sahra hastanelerinden ve develerin çektiği ambulanslardan da yararlandılar.[34]
Abbâsîler'in düşüşünden yüzyıllar sonra, birkaç hanedan, "Müslüman toplumlarda kişinin ahlaki veya maddi amaçlarını soyağacı kimlik bilgileriyle desteklemenin en yaygın yolu." Muhammed ya da Abbâsî'ler gibi Hâşimi akrabası ile olan bu tür süreklilik iddiaları, bir aday hanedan için “içsel bir kitleye hizmet etme” (ya da başka bir deyişle, ülkede meşruiyet kazanma) niyetiyle “siyasi uygulanabilirlik” duygusunu besler.[35] Vaday Sultanlığı, Pakistan'daki Khairpur ve Bahavalpur eyaletleri ve Bastak Hanlığı'nın yanı sıra günümüz Sudan'ının bazı kısımlarını yöneten de Abbasi soyundan geldiğini iddia etti.[36][37][38]
Abbâsî hanedanları arasında ortak bir mecaz, onların 1258'deki Moğol istilasıyla "dağıtılan" Bağdat'ın Abbasi prenslerinin soyundan gelmeleridir.[39] Hayatta kalan bu prensler, Moğollar tarafından kontrol edilmeyen güvenli bir sığınak için Bağdat'tan ayrılacak, yeni toplumlarına asimile olacak ve onların soyundan gelenler, yüzyıllar sonra Abbasi "kimlik bilgileri" ile kendi hanedanlarını kurmak için büyüyeceklerdi.[40][41] Bu, Bağdat'ın düştüğü yıl olan 1258'de ve şehrin yağmalanmasının ardından, Abbâsî hanedan ailesinin hayatta kalan birkaç üyesinin, en büyüğü tarafından yönetilen, hayatta kalan birkaç üyesinin olduğunu anlatan Bastak Hanlığı'nın köken mitiyle vurgulanır. aralarında Muhammed oğlu Ahmed oğlu Hamza oğlu II. İsmail, Khonj köyünde Güney İran'a ve daha sonra MS 17. yüzyılda hanlıklarının kurulduğu Bastak'a göç etti.
Bu arada, Vaday Sultanlığı, babası Abdullah'ın Moğol istilası üzerine Bağdat'tan Hicaz'a kaçan bir Abbasi prensi olan Salih ibn Abdullah ibn Abbas adlı bir adamın soyundan geldiğini iddia ederek benzer bir köken hikâyesi anlattı. Büyüyüp "güçlü bir hukukçu" ve "çok dindar bir adam" olacak olan Salih adında bir oğlu vardı. Mekke'de hacca giden Müslüman ulema onunla karşılaştı ve bilgisinden etkilenerek onu Sennar'a dönmeye davet etti. Nüfusun İslam'dan saptığını görünce, Wadai'deki Ebu Sinun dağını buluncaya kadar "daha ileri gitti" ve yerel halkı İslam'a dönüştürdü ve onlara kurallarını öğretti, ardından onu sultan yaptılar., böylece Wadai İmparatorluğu'nun temellerini atıyor.[42]
# | Adı | Adı + Lakâbı | Künyesi | Babası |
---|---|---|---|---|
0 | Hâşim bin Abdümenâf | Hâşim bin Abdümenâf | Hâşimoğulları | Abdümenâf bin Kusay |
1 | Abdülmuttalib bin Haşim | Abdülmuttalib bin Haşim (Muhammed ve Ali'nin dedesi) |
- | Hâşim bin Abdümenâf |
2 | Abbas bin Abdülmuttalib | Abbâs (Muhammed ve Ali'nin amcası) |
- | Abdülmuttalib bin Haşim |
3 | Abdullah bin Abbas | Abdullah bin Abbas (Muhammed ve Ali'nin kuzeni) |
- | Abbas bin Abdülmuttalib |
4 | Ali bin Abdullah bin Abbas | Ali bin Abdullah bin Abbas (Abbâsîler Halifeliği'nin adını aldığı Abbâs'ın torunu) |
- | Abdullâh bin Abbâs |
5 | "İmâm" Muhammed | Muhammed "İmâm" bin Alî bin Abdullah bin Abbas | - | Ali bin Abdullah bin Abbas |
6 | "İmâm" İbrahim '[43] | İbrahim "İmâm" bin Alî bin Abdullâh bin Abbas | - | Ali bin Abdullah bin Abbas |
Kureyş | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Hâşim bin Abdümenâf | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Hâşimoğulları | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
ʿAbdülmuttalib bin Haşim | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
ʿAbdullâh | Abbâs bin Abdülmuttalib | Ebu Talib | Hamza | Ez-Zûbeyr | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Muhammed | ʿAbdullâh bin Abbâs | Ali | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
'Alî bin Abdullâh | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Muhammed İmâm | İbrahim İmâm[43] | Mûsa bin Alî bin Abdullâh | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
ABBÂSÎLER HÂLİFELİĞİ | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Abdullâh Seffâh 1. (750-754) | Abdullâh Mansûr 2. (754-775) | İsâ bin Mûsa bin 'Alî bin Abdullâh | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Muhammed Mehdî 3. (775-785) | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Mûsâ Hâdî 4. (785-786) | 'Harun Reşid 5. (786-809) | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Muhammed Emîn 6. (809-813) | Abdullâh Memûn 7. (813-833) | 'Abbâs Mutasım 8. (833-842) | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Hârûn Vâsik 9. (842-847) | Câfer Mütevekkil 10. (847-861) | Muhammed bin Mutasım | Ahmed Müstaîn 12. (862-866) | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Muhammed Muhtedî 14. (869-870) | Muhammed Müntasır 11. (861-862) | Muhammed Mutez 13. (866-869) | Ahmed Mutemid 15.(870-892) | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Ahmed Mutazıd 16. (892-902) | Tâha el-Muvaffak bin Câfer Mütevekkil | Alî Müktefî" 17. (902-908) | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Câfer Muktedir 18. (908-932) | Muhammed Kahir 19.(929)(932-934) | Abdullâh Müstekfî 22. (944 – 946) | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Muhammed Râzî 20. (934–940) | İbrâhîm Müttaki 21. (940–944) | Fadıl Mutî 23. (946–974) | İshâk bin Câfer Muktedir bin Ahmed Mûtedîd | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Abdülkerîm Tâi 24. (974–991) | Ahmed Kâdir 25. (991–1031) | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Abdullâh Kaim 26. (1031–1075) | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Muhammed Zâhîre bin Abdullah Kaim | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Abdullâh Muktedî 27. (1075–1094) | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Ahmed Müstazhir 28. (1094–1118) | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Fadıl Müsterşid 29. (1118–1135) | Muhammed Muktefî 31. (1136–1160) | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Mansûr Râşid 30. (1135–1136) | Yûsuf Müstencid 32. ( 1160–1170) | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Hasan Müstazî 33. (1170–1180) | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Ahmed Nâsır 34. (1180–1225) | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Muhammed Zâhir 35. (1225–1226) | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Mansûr Müstansır 36. (1226–1242) | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
'Abdullâh Müstasım Billâh" 37. (1242–1258) | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Kahire Abbasileri Memlûk Devleti' nin himayesi | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.