Loading AI tools
Türkiye ve insanlarına özgü kültürel kurum, kalıp, davranış, gelenek-görenek ve sanat eserleri Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Türk kültürü kökeni Orta Asya'nın kültürel birikimine dayanan bir kültürdür. Selçuklu döneminden itibaren Doğu Akdeniz ve İslam kültürleri ile etkileşim halinde olup Modern Türkiye'ye kadar gelişti.
Anadolu Selçuklu Kervansaray, Cami ve Saray mimarisinin yanında Çini, bezeme ve kabartma figür usullerini de geliştirmiştir. Kervansaray ve sarayların yapımında en çok kullanılan malzeme taştır. Taş; dini, sivil ve ticari eserlerde sıkça kullanılmıştır. Özellikle taş bezeme sanatı 13. yüzyıl Konya ve Sivas şehirlerinde sıklıkla kullanıldı ve gelişti. Çini sanatı saray ve dini mimaride en çok kullanılan usullerden biridir. Gelişen bu sanat daha sonraki dönemde Osmanlı mimarîsinde yer bulacaktır. Bozkır stili hayvan figürleri özellikle çift başlı kartal ve kaplan olmak üzere cami kabartmalarında kullanılmıştır.[1]
Erken dönem mimarisinin ilk kayda değer yapıları İznik ve Bursa şehirlerinde inşa edilmiştir. Bursa'daki Orhan Gazi Camii Osmanlı dini mimarisinin ilk önemli yapısıdır. Anadolu Selçuklu mimarisindeki tonoz usulü yerine kubbeler kullanılmıştır. Bunun yanında hisarlar, hanlar, hamamlar, medreseler ve zaviyelerde inşa edilmiştir. Kervansaraylardan ziyade ticaret konaklama hizmetlerini karşılayacak iki katlı hanlar tercih edilmiştir.[2]
XV. yüzyılın ortalarında belirginleşen klasik dönem mimarisinde sivil mimaride ahşap, dini ve ticari mimaride ise taş tercih edilmiştir. İstanbul'un Fethinden sonra Roma ve Rönesans mimarisi önem kazanmıştır. Buna rağmen Osmanlı'da belli bir ortak mimari stil görülmemiştir.[3] Mimar Sinan dönemin önemli mimarlarındandır. Sedefkar Mehmet Ağa, Mimar Davud Ağa ve Dalgıç Ahmed Paşa dönemin önemli mimarları olarak kabul edilir. Dönemin ünlü mimarlarının çoğu Mimar Sinan'ın öğrencileridir.
18. yüzyılın başında III. Ahmet ile başlayan Batılılaşmaya yönelme dönemin mimari anlayışına da etkide bulunmuştur. Lale Devrindeki mimari değişim sadece saray ve zengin konaklarına yansıdı. Mahalle ölçeğindeki değişim ancak 19. yüzyılda gerçekleşebildi.[4]
1927-1939 yıllarındaki mimari anlayış eleştirilmiş ve ikinci ulusal mimarlık akımı hakim olmuştur. II. Dünya Savaşının getirdiği ekonomik kriz sebebiyle 1939 yılından itibaren Türkiye’deki mimari faaliyetler 1950'deki liberalizm dönemine kadar durağan kalmıştır. 1950 sonlarına kadar uluslararası mimari üslup kullanılmıştır ve betonarme tasarımlar artmıştır.[5] 1960'lı yıllarda OECD ve Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ilişkilerin geliştirilmesi mimari kültürüne de yansımıştır. Bu dönemde yüksek yapılar, holding binaları ve bürolar artış göstermektedir. Kırsal göçün etkisiyle şehirlerde kontrolsüz büyüme yaşanmış ve bu durum kentleşmede konut sorunu meydana getirmiştir.[6]
Osmanlı'da ilk film gösterimi 1896'da Bertrand adlı iki Fransız'ın sarayda yaptığı yayınlar ile başlamış; aynı yılda İstanbul ve Beyoğlu'nda da halka film gösterilmiştir. Gösterilen filmler genel olarak güldürü türündedir. Halkın rağbet etmesi üzerine Sigmund Weinberg 1908'de Pathé Sineması'nı açtı. Daha sonradan Beyoğlu'nda Palas Sineması ve Majik Sineması açıldı. 1914'te ise Kemal Seden ve Ali Seden kendi salonlarını açtılar. Aynı yıl Murat ve Cevat beyler tarafından "Milli Sinema" kuruldu. İzmir'de açılan ilk sinemalar ise Asri Sinema, Ankara Sineması, Lale Sineması, Milli Sinema ve Elhamra Sineması olmuştur. Bir Türk'ün çektiği ilk film ise "Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı" adlı belgesel filmdir. I. Dünya Savaşı sıralarında Enver Paşa Almanya seyahatinden sonra "Ordu Film Dairesi"ni kurmuştur.[7][8] İlk konulu Türk filmleri Leblebici Horhor Ağa ve Himmet Ağa'nın İzdivacı olmasına rağmen bunlar yarım kalmış veyahut sonradan tamamlanmıştır. Tamamlanan eserler ise 1917'de Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti tarafından çekilen Pençe ve Casus adlı filmlerdir. Cumhuriyet dönemi sinemasında ise taşralı halkı eğitmek için sinemanın propaganda gücünden yararlanılmıştır. Ateşten Gömlek filmi Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında çevrilmiş en iyi öykülü film olarak kabul görmüştür. 1950'li yıllarda film üretimi artmış ve Türk sinemasının "altın çağı" olarak kabul edilen 1960-1975'li dönemin temelini hazırlamıştır. 1971-1980 arasındaki siyasi ve ekonomik olaylar sinema kültürünü de etkilemiştir. 1990'lı yıllar sinema sektörü için bir kriz dönemi olmuş ve bu dönemde film üretimi oldukça azalmıştır.[9] 2000'li yıllarda köklü değişimler olmuş, filmlere ayrılan bütçeyle birlikte seyirci sayısı da artmıştır. Dram türünde Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz filmleri dünya çapında bilinmektedir.
Eski Altay kültürlerinden doğan Türk müzik aletleri ve sanatı 9 ve 10. yüzyıl Uygur Kağanlığı döneminde gelişme göstermiştir. Telli çalgı olarak Dombra, Tobşur, Kopuz; vurmalı çalgı olarak Davul; yaylı çalgı olarak Kıyak ve Iklık; üflemeli çalgı olarak da Kuray ve Kaval kullanılmıştır.[10] Bunlardan Davul'a dini ritüellerde ve savaşlarda; Kıyak ve Kopuza ozanların destan anlatımlarında ihtiyaç duyulmuştur. Telli çalgıların tel malzemesi at kılı veya koyun bağırsağından yapılır. Tellerin renklerin ak veya kara oluşu dini bir sembolü ifade etmektedir.[11][12] Eski Türk müzik kültürü özellikle Çin ile etkileşim halinde olmuştur. Hunlardan elde edilen Sancak ve Davul Çinlilerce ganimet sayılmış ve Çin askeri geleneğine davul girmiştir.[10] Davul özellikle Göktürklerde bir hakimiyet belgesi haline gelmiştir.[13]
Anadolu'da Türk kültürünün yayılmasından itibaren gelişme gösteren ve halk tabakasında yaygın olan geleneksel müzik türüdür. Koşma, Destan, Varsağı, Mani, Semai, Kalenderî gibi şiir türleri ozan ve aşıklar tarafından Saz ve Bağlamayla icra edilmiştir.[14] Geleneksel üsluplara uyan şiirler Türk ezgisiyle icra edildiği zaman türkü (Türki/ Türk'e ait) adını alır. 17. yüzyılda yaşamış olan Karacaoğlan ve Köroğlu ise Türk halk müziği için bir sembol haline gelmiştir.
15-16. yüzyıllarda dönemin usta müzisyenlerinin başkent İstanbul'a getirilmesi saray müziğine katkı sağlamış ve gelişmesine yol açmıştır. Tekkelerde önemli bir konumda olan "Dedeler" müzik sanatına oldukça ilgi göstermiştir. Bu ilginin sonucunda müzik kuramları üzerinde çalışmalar geliştirilmiştir ve çalışmalar kısa sürede Tekke Müzisyenleri arasında yaygınlaşmıştır. Tüm bu olaylar karşısında yeni bir bakış açısının doğması; ilk Türkçe Nazariyat Kitapları ve müzik konusu ile ilgili çalışmaların artmasına sebep olmuştur. 15. yüzyıl'da Yusuf Kırşehri’nin Edvar veya Musiki Risalesi isimli eseri yeni bir ekol yaratmıştır.[15][16] Bu dönemde telli çalgı olarak Santur, Kanun, Ud, Tambur, Lavta ve Keman; vurmalı çalgı olarak Zil, Def ve Kudüm; yaylı çalgı olarak Kemençe, Kabak Kemane ve Rebab; üflemeli çalgı olarak da Ney kullanılmıştır. Osmanlı Klasik ve Halk Musikîsinde çoğu telli/sapı çalgıların kökeni olan Kopuz’un kullanımı 18. yüzyıla kadar devam edebilmiş, 10 ila 16. yüzyıl arası çok revaçta olan Ud çalgısının yerini 19. yüzyıl sonunda yeniden almak üzere 17. yüzyıldan itibaren Tambur’a bırakmış, Santur ise 20. yüzyılda Klasik Musikî'ye girmiştir.[17] Çalgıların kökeni Orta Asya, İtalya, Orta Doğu ve İran'a dayanır. 16-17. yüzyıllarda Türk Musikî'si oldukça gelişme göstermiştir. Kutb-ı nâyî Osman Dede 28 Ağustos 2022 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., Buhûrîzâde Mustafa Itrî ve Köçek Derviş Mustafa Dede 28 Ağustos 2022 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. önemli isimler bu devirde yaşamıştır. III. Selim dönemindeki saray çaplı musiki kültürü dönemin kapanmasıyla geleneksel müzik önemini kaybetmeye başlamıştır.
Hacı Arif Bey ile keder ve karamsarlık teması yaygın olmakla birlikte batılılaşma hareketleri de yoğunluk göstermiştir. Bu ekolü bazı müzikbilimciler uygunsuz bulmuştur. Romantik dönemin seçkin bestecileri Hacı Arif Bey (1831-1884) Şevki Bey (1860-1891), Nikoğos Ağa (1836-1885), Tanburi Ali Efendi (1836-1902), Giriftzen Asım Bey (1851-1929) ve Ahmet Rasim Bey (1864-1932)'dir.[18]
20. yüzyılda Hüseyin Sadettin Arel ile başlayan bu dönemin başlıca özelliği Türk Musikîsi'ndeki hataların düzeltilmesi ve topyekûn batılılaşma yerine düzenli şekilde çağdaşlaşmaktır.[18] Çağdaşlaşmanın ön planda olduğu bu dönemde Hüseyin Sadettin Arel'in öğrencileri İstanbul Türk Mûsikîsi Konservatuarı'nı kurmuştur.
İslamiyet öncesi döneme ait ilk kayda değer metinler Orhun ve Yenisey Yazıtlarıdır. Türk Runiki ile taş kitabelere kazınan bu metinlere genel olarak siyasi olaylar kaydedilmiştir. Bu dönemde yaygın olan şiir türleri genel olarak sözlü ürünler olan Savlar, Sagular ve Koşuklar oluşur. Yazılı edebiyat kültürü 8-9. yüzyıl Uygur Kağanlığı döneminde oldukça yaygınlaşmıştır ve masallar, dini öğretiler ve Hece Ölçüsünün bulunduğu ilk yazılı eserler ve şairler bu dönemde ortaya çıkmıştır.[19] Arpın Çor Tigin bilinen ilk Türk şair olarak kabul edilmektedir.[20] Bu dönemde Kül Tarkan, Singku Seli Tutung, Asıg Tutung, Kalım Keyşi ve Çuçu 31 Ağustos 2022 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.[21] gibi şairler çıksa da bir kısmının kendi şiirleri bulunamamıştır. Fal kitabı olup Türk Runiki kullanılan Irk Bitig ilk Türkçe kitap niteliğindedir. Ardından Budist öğretileri konu alan Altun Yaruk, Sekiz Yükmek, Kalyanamkara ve Papamkara adlı eserler gelmektedir. Yaratılış Destanı, Türeyiş Destanı, Göç Destanı, Bozkurt miti (Aşina,[22] Suoguo[23]) ve Uygurca Oğuz Kağan Destanı[24] bu dönemde yazılmıştır. Destanlarda genel olarak kurt, geyik, ışık, demircilik, ağaç, ok-yay ve dağ motifleri kullanılmıştır.[25]
İslamiyet'in Türkler arasında yayılmasından sonra oluşan kültürel ortam Türk edebiyatınıda etkilemiştir. Bu durumdan dolayı yazılan Oğuz Kağan Destanı gibi milli destanlara İslami ögeler eklenmiştir. Şu ve Satuk Buğra Destanı'da aynı dönemde yazılmıştır. Bu dönemdeki etkili yazarlar ve eserler Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig mesnevi ve siyasetnamesi; Edip Ahmet Yükneki'nin Atabetü'l-Hakayık ahlak ve dini öğretisi; Kaşgarlı Mahmut'un Divanu Lugati't-Türk sözlüğüdür. Divanu Lugati't-Türk eseri içinde içeriğinde Türkçe atasözleri ve Türk boylarının yazılmasından dolayı önemli bulunmaktadır ve ilk Türkçe ansiklopedik sözlük niteliğindedir. Şairler ve yazarlar aruz ölçüsünü tercih etmiştir. Geleneksel hece ölçüsü halk kitlesinde yaşamaya devam etmiştir. Bu dönem 12. yüzyıla kadar sürmüştür.
11-13. yüzyılda Orta Asya'dan şeyh, derviş ve halk ozanlarının Anadolu'ya göç etmesi Anadolu Türk edebiyatının temelini oluşturmuştur. Bunun sonucu gelişen tasavvufi düşünce ve vahdetivücut fikirleri Türk mutasavvıflarının divanlarında yer verdiği baş konu olmuştur.[26] Ahi Evran, Ahmet Yesevi, Sultan Veled, Ahmet Fakih, Yunus Emre bu dönemin başındaki ilk temsilciler olarak kabul edilmektedir. 14. yüzyılda Türkçe eser ve şiir sayısı artmış ve tasavvufi-ahlaki konu özelliklerini korunmuştur. Birinci Anadolu beylikleri döneminde Kırşehir bazı şairlerin yetiştiği Orta Asya kültür ve geleneklerinin yaşatıldığı bir kültür merkezi olarak kabul edilmektedir. Bu dönemde Hoca Dehhani, Aşık Paşa, Gülşehri, Şeyyad Hamza, Şeyhoğlu Mustafa, Kadı Burhaneddin ve Seyyid Nesimi şair ve yazarlar yaşamıştır. 15. yüzyılda Klasik Türk edebiyatının temeli atılmıştır. Bu dönem Türkçenin oldukça geliştiği ve yeni ekollerin girdiği bir dönem olarak kabul edilmektedir. Hüseyin Baykara ve Ali Şir Nevai Türk edebiyatı ve Türkçenin gelişmesine büyük katkı yapmıştır. Şeyhi, Ahmet Paşa, Sinan Paşa divan edebiyatında; Eşrefoğlu ve Kaygusuz Abdal ise halk edebiyatında önemli isimler olarak kabul görülür. 16. yüzyılda klasik üslup şairler ve yazarlar tarafından sıklıkla kullanılmış ve gelişmiştir. Kaside, gazel, kıt'a, müstezat, tuyug, rübai, musammat, mesnevi gibi alanlarda önemli eserler verilmiştir. Nesirdeki gelişme ise ancak bu dönemde gerçekleşebilmiştir. Fuzuli, Baki, Zati, Hayali Bey, Bağdatlı Ruhi, Taşlıcalı Yahya divan edebiyatında; Pir Sultan Abdal ve Köroğlu ise halk edebiyatında önemli ustalar olarak kabul edilir. Bu dönem klasik üslubun olgunluk çağı olarak tanımlanır. 17-18. yüzyılda oluşan siyasi istikrarsızlık edebiyat ortamınada yansımıştır. Bu dönemde hiciv ve hezel alanında eserler artmış ve dönemin sosyokültürel sorunlarından dolayı müstehcen olacak yönde değişiklik göstermiştir. Şairler geleneksel divan üslubunu uygun görmemeye başlamaları divan edebiyatında değişime yol açmıştır. Ses esasına dayalı açık ve doğal bir anlatım, mahalle tasvirleri ve halk yaşantısı bu değişimlere örnek gösterilir. Bu yüzyıllarda önemli şair ve yazarlar divan edebiyatında Nef'i, Nabi, Neşati (17. yy.), Atayi, Sabit, Nedim ve Şeyh Galib (18. yy.); halk edebiyatında ise Aşık Ömer ve Karacaoğlan önemli ve son temsilcilerdir. Dönemde yayınlanmış en ünlü eser Evliya Çelebi'nin seyahatnamesidir. Sanat bakımından batı uygarlığına yöneliş gittikçe hızlanmış, Şeyh Galib'den sonra Divan edebiyatı tercih edilmemeye ve yeni edebi akımlar çıkmaya başlamıştır.[27]
1860'dan sonra batılılaşma hareketlerinin güçlenmesi edebiyat dahil birçok alana etki etmiştir. Şiir, roman, tiyatro ve gazetecilik alanında büyük gelişmeler kaydedilmiştir. Geleneksel edebiyattan ilk uzaklaşma İbrahim Şinasi'nin çalışmaları ile ile başlamıştır. Mustafa Reşid Paşa’nın tavsiyesi üzerine Paris şehrinde maliye tahsili yaparken bir yandan da edebiyatla ilgilenmiş, İstanbul'a geri döndüğünde ise Fransızüslubunu ve şiirlerini Tercüme-i Manzume adında yayımlamıştır. Daha sonraları Ziya Paşa ve Namık Kemal dil, söyleyiş ve biçim bakımında geleneksel şiirden kopmuşlar ve yeni harekete dahil olmuşlardır. Şiir ve kurgusal hikâyelerde klasik aşk teması yerine Fransız tipi yeni temaya uygun vokabüler de benimsenmiştir. Hece ölçüsü aydınlar tarafından daha çok kullanılmaya başlanmışsa da aruz yaygın ve kabul edilen bir şiir ölçüsü olarak kalmaya devam etmiştir. Batılı roman çevirileri daha sonradan yerli romanlara referans eser olmuştur. İlk batılı roman çevirisi Yusuf Kamil Paşa'nın (Tercüme-i) Telemak (1862) adlı eserdir. İçerik bakımından anlaşılmayan yönleri göz ardı edilmiş ve fazlasıyla rağbet görmüştür. Divan edebiyatındaki kuralcı ve ortak olaylar içeren manzum üslubu bırakılmış ve romanlara rağbet gösterilmiştir. İlk yerli roman Şemsettin Sami tarafından yazılan Taaşşukı Talat ve Fitnat adlı eserdir. Bu dönemde Namık Kemal'in İntibah eseri ilk edebi roman kabul edilmektedir. Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Şemsettin Sami, Ahmet Cevdet Paşa ve Ahmet Mithat Efendi dönemin etkili yazarlarındandır.
Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit Tarhan toplumsal konulardan çok mistisizm, ölüm-yaşam, tanrı-ruh, varoluşun özellikleri ve sonu gibi konulara yer vermesi bir ayrışma oluşturmuştur ve realizm, romantizm ve natüralizm gibi akımlar benimsenmiştir. I. Tanzimat'a göre aruz ve ağır dile daha çok önem gösterilmiştir. Nabizade Nazım (Karabibik ve Zehra), Recaizade Mahmut Ekrem (Araba Sevdası) veSamipaşazade Sezai (Sergüzeşt) dönemin önemli yazar ve şairleridir. Bu dönemde Avrupai edebiyat tarzı temel kazanmıştır ve güçlenmiştir.
Servet-i Fünun'u meydana getirenler arasında Tevfik Fikret, Cenab Şahabeddin, Hüseyin Siyret, Hüseyin Suat, Ali Ekrem, Ahmet Reşit, Süleyman Nazıf, Halid Rıza ve Mehmet Rauf yer alır. 1891'de kurulan fen bilimleri odaklı bu dergi Tevfik Fikret'in yazı işleri müdürlüğüne gelmesinden sonra edebiyat ve sanat dergisi haline gelmeye başladı. Dergi ve getirdiği edebi akım 1901 yılında edebiyatçıların ayrılması ve açılan davalar sebebiyle tekrar fen dergisi haline gelmiştir.[28]
Türkiye Türkçesi, Türk dillerinin Oğuzca grubuna mensuptur. Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs'ta ulusal resmî dil statüsüne sahiptir. Yaklaşık 83 milyon konuşuru ile dünyada en çok konuşulan 16. dildir.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.