Loading AI tools
Türk tiyatrosunun gelişimi Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Türk tiyatrosu, Türkiye'de kırsal kesimlerdeki köy tiyatrosu ile kentlerdeki halk tiyatrosunu içeren geleneksel Türk tiyatrosu ve 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti'ndeki Batılılaşma hareketi ile ortaya çıkan batılı tarzdaki Türk tiyatrosunu ifade eder.
Başka toplumlarda olduğu gibi Türk toplumunda da tarih öncesi kimi ritüeller, ayin ve dini törenler yanında masal, destan, efsane gibi türlerle şekillenen geleneksel tiyatro; Osmanlı topraklarındaki halkın katkılarıyla Karagöz, Meddah, Orta oyunu, köy seyirlik oyunları, kukla ve çengi gibi oyun türlerini ortaya çıkarmıştır. Bunlar, çıkış noktaları güldürü olan, sözlü gelenek ürünü türlerdir. Geleneksel halk tiyatrosu 19. yüzyılda Batı tiyatrosuyla birleşerek Tulûat tiyatrosu adında yeni bir tarza dönüşmüş; metinli tiyatroya geçiş aynı yüzyılda gerçekleşmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra Devlet Konservatuvarı 1940'lı yıllarda ilk mezunlarını vermiş; Halkevleri ve Köy Enstitüleri tiyatroyu İstanbul ve Ankara dışında yaygınlaştırmaya hizmet etmiştir. 1970’lerde pek çok topluluk, politik tiyatro üstünde durmuştur. 1970'li yılların sonlarında, daha çok eğlencelik bir tiyatro anlayışı yaygınlaşmış; 1980'lerde tek kişilik oyun türünde bir patlama yaşanmıştır.
Türk tiyatrosunun başlangıcı konusunda iki ayrı yaklaşım vardır; birinci yaklaşıma göre Osmanlı İmparatorluğu içinde kentlerde doğmuş meddah Karagöz, ortaoyunu gibi sanatları ve Ortadoğu'daki bolluk törenlerinin kalıntısı olarak Anadolu köylerinde yaşatılan köy seyirlik oyunları Türk tiyatrosunun başlangıcı kabul etmelidir. İkinci yaklaşıma göre Türk toplumunda tiyatronun Osmanlılar'dan ve İslamiyet'ten önceki devirlere ait önemli bir geçmişi vardır.[1] Bu ikinci yaklaşımı benimseyen bazı yazarlara göre Orta Asya'da şamanizme dayalı bir yaşam sürdüren Türkler arasında tiyatro, din ile beraber doğmuştur. Başka topluluklar gibi Türk toplulukları da inançları doğrultusunda Tanrıları memnun etmek adına onları taklit etmek, varlıklarını temsil ve hikâye etmek şeklinde teatral törenler düzenlenmiştir.
İslamiyet'in kabulünden sonra doğum şenlikleri, sünnet düğünleri, evlilik törenleri, bayramlar, meslek şenlikleri, Mevlevî ve Bektaşî törenleri, savaş oyunları ve zafer şenlikleri ile ölümlerin arkasından yapılan dinî törenler Türk tiyatrosunun kaynakları arasında gösterilirler.[1]
12. asrın başında tiyatro sanatının Selçuklu Türkleri'nde oldukça ilerlediği, dinî niteliğinden sıyrılıp bir halk eğlencesi haline geldiği düşünülür. Selçuklu saraylarında, Bizans imparatorlarını taklidini yaparak sultanları eğlendiren mudhik (güldürücü) ve mukallidler (taklid edici) bulunduğu bilinmektedir.[2] Bizans prensesi Anna Komnini'nin, Bizans topraklarına Selçuklu Türkleri'in akınlarını durdurmak üzere babası imparator I. Aleksios'un düzenlediği seferden hastalığı nedeniyle vazgeçip geri dönmesinin Selçuklu sarayında aktörler tarafından alay edilerek canlandırıldığını Aleksiad adlı eserinde anlatmıştır. Osmanlılar'daki orta oyunu nun da Selçuklu saraylarında görülen bu tür temsillerin bir devamı olduğu iddia düşünülür.[2]
Türkler arasında çok eski devirlerden beri devam ettiği düşünülen dram sanatı; hafıza gücüne dayanan, daha çok meydanlarda, insan topluluklarının ortasında sürdürülen bir temsil sanatı idi. Osmanlı toplumunda tiyatro ihtiyacı gülmeye dayalı geleneksel meddah, Karagöz ve Ortaoyunu gibi Osmanlı halklarının kendi kültürlerinden beslenmiş hicvedici ve taşlayıcı kendine özgü türlerle karşılandı. Bu tiyatro türleri, Osmanlı Devleti'nin egemenlik kurduğu topraklardaki halkların hepsinin katkılarıyla, toplumlararası iletişimlerle, eski imparatorlukların mirasıyla gelişti.[3]
Geleneksel tiyatrodan farklı olarak meydanlarda değil, kendisine ait binalarda oynanan sahneli, dekorlu, metne dayalı tiyatroya kaynaklık eden, 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti'nde gerçekleşen Batılılaşma hareketi oldu.[1] Bu dönemde Batılı tiyatro tarzı ile uyumlulaştırılmaya çalışılan Ortaoyunu ise, sahne üstünde oynanan fakat yazılı metne dayanmayan ‘Tulûat’ adında yeni bir tarza dönüştü. Tulûat tiyatrosunda Ortaoyunu’nun eski metinleri değil, özellikle Batı tiyatrosunun komedi türündeki ünlü oyunlarının metinleri yine doğaçlama olarak oynanmaktaydı. Böylece tulûat giderek yerini batılı tarzdaki tiyatroya bıraktı.[3]
1839 yılında Tanzimat Fermanı'nın ilan edilmesi ile resmen başlayan Batılılaşma hareketi sırasında kültür-sanat faaliyetleri içinde özellikle tiyatro ön plana çıkmıştı. Osmanlı yönetimi, saraya getirtilen yabancı tiyatrocular ile Batılı tarzdaki tiyatroyu başlattığı gibi, saray dışındaki tiyatro faaliyetlerini de destekledi. Tiyatro faaliyetleri başlangıçta ülkedeki yabancılar, daha sonra Osmanlı vatandaşı gayrimüslimler ve son olarak Müslüman tiyatrocular tarafından icra edildi. Ermeniler tarafından padişah fermanıyla kurulan Naum Tiyatrosu ile Güllü Agop'un kurduğu Gedikpaşa Tiyatrosu Osmanlı’nın Batılı anlamda ilk tiyatro örnekleri idi. Tiyatro hem halkın, hem de okur yazar olmayan halka ulaşma imkanı verdiği için edebiyatçıların büyük ilgisini çekti. Şinasi, Abdülhak Hamit, Namık Kemal gibi devrin önemli Müslüman edebiyatçıları Batı tarzı tiyatro edebiyatı örnekleri verdiler. Geleneksel tiyatronun güldürü ağırlıklı olmasının etkisiyle başlangıçta daha çok komedi türünde eserler verildi; aile, gençlerin eğitimi, imkansız aşklar, batıl inançlar, vatan sevgisi, batı hayranlığı gibi konuları ele alan eserler sahneye taşındı.
Müslüman tiyatro toplulukları II. Meşrutiyet döneminde yaygınlaştı. 1914’te Darülbedayi’nin kuruluşu ile tiyatro faaliyetleri kurumsallaştı. Darülbedayi Muhsin Ertuğrul'un sanat yönetmeni olduğu 1927 yılından sonra düzenli bir yönetime kavuştu.[4]
Cumhuriyet'in ilanından sonra yeni devlet, yeni bir toplum kimliği oluşturmada tiyatronun etkin gücünden yararlanmak istedi ve bütün ülkeye yaygınlaştırmaya çalıştı.[3][5] 1930'lu yıllarda, modern bir ulus inşa etme sürecinde geliştirilmiş yeni tarih tezini destekleyecek mahiyette oyunlar yazılmaya ve sahnelenmeye başladı[4]
1940’lı yıllarda Devlet Konservatuvarı ilk mezunlarını verdi; şehir tiyatroları gelişti, özel tiyatrolar yurt çapında turnelere çıktı; çocuk tiyatroları kuruldu. 1949’da Devlet Tiyatro ve Operası Yasası yürürlüğe girdi. Çeşitli kentlerde perdelerini açan Devlet Tiyatroları; turneler düzenleyerek Türkiye’nin her yanında izleyiciye ulaşır hale geldi. İstanbul Şehir Tiyatroları adını alan Darülbedayi çeşitli semtlerde 5 sahneye sahip oldu. Halkevleri ve Köy Enstitüleri tiyatroyu İstanbul ve Ankara dışında yaygınlaştırmaya hizmet etti. 1951'de halkevlerinin kapatılması, 1954'te Köy enstitülerinin klasik öğretmen okullarına dönüştürülmesi ile kültür-reform hareketlerini tüm Anadolu'ya yaygınlaştırılması çabası yarım kaldı. Tiyatro tarihinin en önemli toplulukları olan Dostlar Tiyatrosu ve Arena Tiyatrosu'nun çekirdeğini oluşturan Ankara Deneme Sahnesi 1955'te kuruldu.[6] 1958’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde bir tiyatro enstitüsü kuruldu; 1964'te dört yıllık eğitim veren bir tiyatro kürsüsüne dönüştü.
1960-1980 arasında özel tiyatroların sayısı arttı. Amatör tiyatro toplulukları kuruldu. 1960'ların sonunda oyun yazarlarının sayısı artarken oyunların konuları da çeşitlendi. Brecht'in Göstermeci üslupta oyunları Türkiye'de sahnelendi ve yerli yazarları etkiledi.[7] Kabare türü ve müzikaller gibi yeni türler de denendi. 1970’lerde pek çok topluluk politik tiyatro üstünde durdu. Ankara Sanat Tiyatrosu'nun ve Dostlar Tiyatrosu'nun başını çektiği ve kendilerini "devrimci tiyatrolar" olarak adlandıran gruplar tiyatro hayatının önemli bir adımı idi. Bu dönemde Devlet Tiyatroları Adana, Antalya, Trabzon, Diyarbakır gibi kentlerde yayılmayı sürdürdü. 1970'li yılların sonlarında daha çok eğlencelik bir tiyatro anlayışını temsil eden bulvar komedileri, vodviller, kaba güldürüler oynayan özel tiyatrolar dönemin yükselen tiyatro anlayışı haline geldi.[8]
1980'li yıllarda oyun yazarlığında bir durgunluk görüldü.[7] Tek kişilik oyun türünde bir patlama yaşandı. Dönemin üretkenlikleriyle ve yapıtlarının yarattığı etki nedeniyle öne çıkan beş yazar, Turgut Özakman, Ferhan Şensoy, Tuncer Cücenoğlu, Murathan Mungan ve Memet Baydur'dur.[9] Tiyatro izleyicilerinin vaktini televizyon karşısında geçirmeye başladığı bu dönemde ideloojik olarak sakınca görülmeyen oyunlara devlet yardımı verildiği görüldü. Özel tiyatrolar, salt güldürü odaklı oyunlar üretmeye yöneldi.1990'lı yılların başında deneysel çalışmalara yönelen birkaç yeni topluluk kuruldu. İkinci dalga alternatif tiyatro olarak anılan bu toplulukların başlıcaları Bilsak, Kumpanya, Tal, Stüdyo Oyuncuları ve Birim Tiyatro idi.[10]
2000'li yıllarda yabancılaşmış bireyin kendini sorgulaması, kadın erkek ilişkileri ve domestik komediler, en popüler konu dağarcığını oluşturdu; fantastik -absürd içerikli oyunlarda artış görüldü.[11] Bu dönemde yeniden alternatif tiyatro mekanları açarak var olmaya çalışan, tiyatro sanatında yeni anlatım biçimleri arayan topluluklar ortaya çıktı. Çerçeve sahne yerine blackbox sahneleri tercih eden topluluklar uzun süre alternatif tiyatrolar olarak anıldı. 2014'te bir manifesto yayımlayan 41 topluluk, yaptıkları tiyatroyu ana akımdan ve ticari tiyatrolardan ayırdıklarını ifade etti.[10] Türk tiyatrosu içindeki alternatif tiyatro zaman içinde kendi yazarları ve yönetmenlerini yaratmış; seyirci ilgisi görmüş; uluslararası çalışmalarla dünyaya açılmıştır[12]
Türk tiyatrosunda batılı anlamdaki modern tiyatronun dışında kalan, Türk toplumunun geleneksel yapısı içinde ortaya çıkan tiyatro türleri, "geleneksel Türk tiyatrosu" olarak adlandırılmaktadır. Bu sanat dalı daha önce Türk temaşası olarak adlandırılırken araştırmacı Metin And'ın kullanımıyla birlikte "geleneksel Türk tiyatrosu" ifadesi yaygınlık kazanmıştır.[13] Batılı tarzdaki modern tiyatro ile orta oyununun kaynaşması sonucunda ortaya çıkan ve geleneksel ögeleri büyük ölçüde bünyesinde barındıran tulûat da geleneksel Türk tiyatrosu kapsamında düşünülür.[13]
Köy seyirlik oyunları ile kukla, geçmişi çok eski dinsel törenlere dayalı sanatlardır; diğer dramatik gösteriler ise Osmanlı toplum yapısı içinde şekillenmiş ve asıl etkinliklerini 16.-19. yüzyıllar arasında sürdürmüşlerdir.[13]
Seyirlik oyunlar, kırsal bölgelerde görülen, kökleri tarih öncesi dinî ritüellere uzanan bir tiyatro geleneğidir. Geçmişte Anadolu insanı tarafından kendi yaşantısı daha verimli olsun diye gerçekleştirilen ritüeller, zamanla oyuna dönüşerek yaşatılmıştır. Ekim ve hasat zamanı, hayvanların çiftleşme zamanı, kıtlık, kuraklık veya gün eşitliği, kış yarısı, yılbaşı, düğün, bayram gibi köylü için özel gün ve gecelerde oynanır. Günümüzde eğlence amacıyla oynanan bu oyunlar, Türklerin Orta Asya'dan getirdikleri inanç kalıntılarının ve Anadolu'da yaşamış milletlerin kültürlerinin etkilerini barındırır. Eğlendirmenin yanı sıra sosyal düzeni koruma, kuşaklararası kültür aktarımını sağlama gibi işlevleri vardır. Geleneksel konuların dışında karı-koca geçimsizliği, gelin-kaynana anlaşmazlığı, kız kaçırma, köyden kente göç gibi köylünün yaşadığı sıkıntılara, güncel sorunlara değinen oyunlar meydana gelmiştir.[14]
Kukla, tek bir sanatçının kişileri temsil eden bebekleri oynattığı konuşmalarını ve ses taklitlerini yaptığı bir oyundur. Anadolu’ya Orta Asya Türklerince getirilmiş, 19. yüzyılın sonundan başlayarak önemini yitirmiştir.[13] Geleneksel Türk kukla oyunlarında üç tür kukla yaygındır: İpli kukla, iskemle kuklası ve el kuklası.[15] "İbiş" ile "İhtiyar" geleneksel Türk kukla oyunlarındaki başlıca tiplerdir. Konularını halk hikâyeleri, aşk öyküleri, orta oyunu ve Karagöz oyunlarından alır.
Karagöz ve Hacivat, taklide ve karşılıklı konuşmaya dayanan, iki boyutlu tasvirlerle bir perdede oynatılan gölge oyunudur. Çin, Moğol, Hint ve antik Mısır kültürlerinde var olan ve Türkler tarafından da benimsenen gölge oyunu, kahvehanelerin popülerliğinin arttığı bir dönem olan 16. yüzyılın sonlarına doğru Türkiye’de Karagöz oyununa dönüşmüş ve sevilen sanat türlerinden biri olmuştur. Bir “tek kişi” oyunu olan Karagöz, deve veya manda derisinden yapılan insan, hayvan veya eşya tasvirlerinin çubuklar yardımıyla oynatılarak ve arkadan verilen ışıkla beyaz perde üzerine yansıtılarak canlandırılması esasına dayanır.[16] Temel tipleri câhil ve kaba, oldukça patavatsız biri olan Karagöz ile medrese tahsil etmiş, yüzeysel bilgisine rağmen her konuda bilgiçlik taslayan Hacivat'tır. Bu iki temel karakterin yanında oyunu zenginleştiren ikincil karakterler mevcuttur. Hangi konuyu, hangi tip çevresinde işlerse işlesin hep komik ögelerin ön plana çıktığı bir oyundur.[17] Ramazan aylarında her gece farklı bir gösterisi sahnelenen Karagöz ve Hacivat oyunları çok ilgi görmüş ve bu oyun Ramazan ayı ile özdeşlemiştir. Karagöz ve Hacivat oyunu 2009 yılında UNESCO tarafından “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi”'ne alınmıştır.[18]
Meddahlık, Orta Asya Türkleri'nin şaman törenlerinden, Arap hikâye anlatıcılarının ve Anadolu’daki hikâye anlatıcılarının geleneğinden etkilenerek özellikle kentlerde ortaya çıkmış tek kişinin hikâye anlatmasına dayanan bir tiyatro sanatıdır. Konularını büyük şehirlerin günlük hayatından olduğu kadar masal ve halk hikâyelerinden de alan meddahlar yeni ve farklı konularda da hikâyeler anlatabilir, anlatılan olaya ve kahramanlarına göre taklitler, jest ve mimikler yapar, ses tonunu değiştirir. Seyirci-dinleyici ile yakın bir iletişim kurduğundan, doğaçlamaya giderek her gösteride tepkilere göre yeni bir boyuta gider.[19] Sopa (baston) ve mendil (makrame) kullanılan çok sınırlı aksesuarlardan en yaygın olanlarıdır. Bu ikisi birçok eşya yerine geçer. Bursa, İstanbul meddahları ahşap iskemleyi de sıklıkla kullanırlar. Meddah gösterisinin en yaygın icra edildiği yerler kahvehane ve kıraathanelerdir. Mesire yeri, sokak, han avlusu gibi her türlü mekan gösteri alanı olarak kullanılabilir. İzleyici meddah ile yarım daire ya da daire şeklini bütünleyecek şekilde konumlanır.[20] Meddahlık, 2008 yılında UNESCO tarafından “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi”'ne alınmıştır.[18]
Orta oyunu, müzik, dans, taklit gibi unsurlardan da yararlanarak seyircinin ortasında oynanan doğaçlama oyunlardır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren "Orta Oyunu" adı kullanılsa da ilk örnekleri ile var oluşunun daha öncelere dayandığı düşünülür.[21] "Meydan-ı sühan" (söz oyunu) olarak da bilinen orta oyunu, kimi zaman açık havada, kimi zaman kapalı mekanda, "Palanga" adı verilen seyirciyle çevrili bir alanda oynanır. Oyun musiki ile açılır, dramatik temsilden önce köçekler veya curcunabazlar eşliğinde iki başkarakter Kavuklu ve Pişekar olmak üzere tüm oyuncuların katıldığı bir dans gösterisi, sonrasında asıl oyun başlar. Asıl oyun; Giriş, Muhavere (Söyleşme), Fasıl ve Bitiş bölümlerinden oluşur. Özel dekora, kusursuz ışıklandırmaya ve teferruatlı aksesuarlara ihtiyaç duyulmadan sahnelenir; seyircinin hayal gücü sahne plastiğinden beklenenleri tamamlar.[21] 19. yüzyılda Kavuklu Hamdi, Küçük Ismail, Abdürrezzak Abdi Efendi gibi ustalar eliyle geliştirilmiştir.[22] Batı Tiyatrosu etkisi ile Ortaoyunu sahnelere taşınmış ve tulûat tiyatrosuna dönüşmüştür.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.