Loading AI tools
Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Hurûfî-Bektâşî inancı Hurûfîlik akımı İranlı bir Şiî mutasavvıf olan “Fadl’Allah Ester-Âbâdî” tarafından kuruldu.[2] Halep sınırlarından, Batı Anadolu’ya doğru hareket eden “Hurûfîler” Seyyid Nesîmî’nin H. 820 / M. 1417 yılında Halep’te idamından sonra Irak’tan Azerbaycan’a ve oradan da Doğu Anadolu’ya kadar olan bölgelerde Hurûfîliği yaydılar.[3] Nesîmî’nin Divânı ve hayat hikayesi birçok mutasavvıf için iyi bir kaynak ve sermaye oldu. Nesîmî, daha Fadl’Allah Yezdânî’nin “Hurûfîlik” mezhebinin ortaya çıkmasından beş asır önce yaşayan Hulûl ve ilhada yönelik söylemleri nedeniyle de aynı sonucu paylaşmış olan Hallâc-ı Mansûr’un yolunda olarak kabul edildi. Aslen İbâh’îyyûn olan “Hurûfîler”, aynı zamanda Mücessime’den olduklarından dolayı, Cenâb-ı Hakk’ın cisim olarak, Bâtınîliğin esas prensibi olan hulûle olan inançları nedeniyle de “Fadl’Allah Hurûfî” şeklinde belirdiğine inanırlar.[2][4]
Bektâşî geleneğine göre Hulûl ve ilhad içeren söylemlerinden dolayı, H. 309 / M. 922 yılında zındiklikten idam edilen Hallâc-ı Mansûr da “Seyyid Nesîmî” ile ortak bir inancın kurbanı olması sebebiyle, “Hurûfîler” tarafından yüceltilmektedirler. Bu olay, bütün mutasavvıflar tarafından gerek şiir ve edebiyatta bir ıztırap ve acı konusu olarak, gerekse onun “En-el Hak” sözünün işaret ettiği “Vahdet-i Vücud” düşüncesi ile alakalı olan örnekler arasında sıklıkla bahsedilmektedir. Diğer taraftan, Rıfâ’îyye Tarikâtı Pîri Ahmed er-Rıfai ise Hallâc’ın kötü yönlerini belirtmiş, ve Hallâc’ın sözlerini küfür olarak nitelendirerek onun evliyalığını bile şüpheyle karşılamıştı.[7] Ayrıca, H. 904 / M. 1499’da Sultan Hüseyin Baykara tarafından vezirliğe getirilen Emîr Kemal’ed-Dîn Hüseynî, hazırladığı Mecâlis’ûl-Uşşâk adlı eserin bir bölümünü Hallâc’a ayırmıştı. Mezarı, Bağdad’ın batısında, Ma’ruf Kerhi’nin şehitliğinin olduğunu yerin yanındadır.[8]
“Hurûfîler”, Kur'an-ı Kerîm üzerinde çok zaman harcamışlardır. İslâm’ın resmî sınırlarının dışına çıkmamış görünmek maksadıyla, mûhkemâtı(sağlamlaştırılmış) müteşâbihâtın(mecazi) yerine müteşâbihâtı da mûhkemâtın yerine koymak suretiyle pek çok hurûf (harflerin yerlerini değiştirme, anlam verme) ve hesaplamalar yaparak çeşitli manalaştırma şekilleri oluşturmuşlardır. Hurûf hakkındaki yorumlar Bâtın’îyye’ye göre:
İslâm’ın zâhir hükümleri Hurûfîler’in gözünde hiçbir değer ifade etmez. Irak Nebtî ve Kermâtîleri ile Suriye Nusayrîleri ve İran Şîʿa-i Bâtın’îyye’si ve bilumum Dürzîler bu hususta bir benzerlik göstermektedirler.[10]
Fadl’ûl-Lâh Yezdânî’nin vefatından sonra müridi “Ubeyd’ûl-Lâh Mahmud” aynen Bâtın’îyye gibi İbâh’îyyûn olan “Nokta” mezhebini ortaya çıkardı. Ubeyd’ûl-Lâh’a göre birçok noktanın birleşmesiyle meydana gelen harfler, anlamsız birer gölge olup esas olan noktadır. İmâm Zeyn el-Âb-ı Dîn’nin “En-Noktat’ûl-İlm’ûn” sözünün işaret ettiği varsayılan harflerin vücutları mutlaka nokta ile var olur. Hatta, “Vücûd-û Mutllâk” derecesine işaret etmek amacıyla İbranîler’in Kabalâ’sının ikinci kitabı olan Zohar da, Tevrat’ta nakledilmek üzere İbrânî alfabesinin en küçük harfi olan “Yu-Jode” yani “Lâfz” ile tabir edilmektedir.[11][12][13]
Yahudi Cabbalisme’i Mukaddes Kitap’ın biri zahirî ve öteki bâtınî iki ayrı mânasının bulunduğu esâsından yola çıkar. Bâtınî mânası kelimeler ve harflerin derin mânasıdır ki, bunun herkes tarafından anlaşılması mümkün değildir. Hurûfîlik’te kullanılan “Kelâm-ı Mâhfûz” (logos endiathetos) ve “Kelâm-ı Melfûz” (logos prophorikos) ayrımı bu yöntemden gelmektedir. Kabalizm etkileri tasavvufa ilk defa “Hâkim Tırmızî” aracılığıyla girdi. “Sabiî Akımları ve Harraf Mektebi” aracılığıyla Fârâbî’nin de haberdar olduğu bu “Kabalizm akımı” “İhvân’ûs-Safa Risaleleri” üzerinde bir hayli etkili olmuştur. Fakat “Bâtınîler”, “Hurûfîler”, “Nôktâvîler” ve bu vesileyle de “Bektâşîler” üzerindeki tesirleri çok daha fazla olmuştur.
Hurûfîlik mesleği, Yahudilerin Kabal ve “Neveflâtunî” inançlarıyla, yorumlama ve üstü kapalı şekilde belirtme temeli üzerine inşa edilmiş bir karışım demekti. Yahudilerin “Kabalâ Mezhebi” ile ortaklık arzeden Hurûfî talimatının en önemli ana kaynağı İbrahim peygambere ait bir konuşmada aşağıda ana hatları verildiği şekliyle şöyle açıklanmaktadır:
Dolayısıyla yaratılışın sırrını anlayabilmek için bu yirmi iki harf ile on kadar adedin Esrar ve Havass’ına dikkat etmek gereklidir. Bu harflerin içerdiği önem ise aşağıdaki şu sözlere dikkat etmek suretiyle anlaşılabilir:
Çoğu sufîlerin, harflerin çeşitli şekillerine ilişkilendirilen sırlarla ilgili tefsirleri “Hurûfîlik” gibi karıncalı inançların ortaya çıkmasına yönelik teşvikçi yollar açmıştır. Hurûfî Mezhebi ile ilgili olan bazı herkesin anlayamayacağı sözlerin, kendisini mutasavvıf olarak tanıtan şairlerin, hemen hemen büyük bir kısmı tarafından kabul gördüğünden yazmış oldukları eserler, hurûfâta dair pek çok işaretle doludur. Sufî Edebiyatının meşhur şâirlerinden olan ve Hurûfîliğe bağlanmayanların bile harflerin ve kelimelerin işaretlerinin anlamlarına değinen birçok şiirleri mevcuttur. Hatta Muhy’id-Dîn İbn Arabî’nin Şecere-i Numânîyye’si, Şerâf’ed-Dîn Ahmed Bunî’nin Esrâr-ı Hurûf’u ve bu konuda daha birçok âlimlerin sınıflandırmalarından anlaşıldığına göre, inanç yönünden kendilerinden asla şüphe edilmesi mümkün bile olmayan bazı meşhur mutasavvıfların bile eserlerinde harflerle ilgili gizemli ifadeler kullanmaktan kendilerini alamadıkları görülmektedir.
Mezhep yönünden Hurûfî olan mutasavvıfanın divanları titizlikle incelenirse bunların içeriklerinde hurûfa sırlar gösteren birçok şiirleri de kapsadıkları anlaşılır. Gerek İran’da ve gerekse Anadolu’da yaşayan Hurûfîler arasında “Üsküdarlı Hâşım Baba” gibi şairler ortaya koydukları eserler aracılığıyla bu mezhebin etrafa yayılması ve yüceltilmesi için bir hayli hizmet etmişlerdir. Hatta Noktacılığın etkisi altında kaldığı anlaşılan meşhur sûfîlerden “Seyyid Ali’ûl-Hemedanî” bile, Vücûd-û Mutllâk’ı “nokta” deyimiyle anılmaktadır.[15]
Anadolu’da 13. Asıra damgasını vuran Babâîlik hareketinin devamı niteliğinde olan ve İran Râfizîliği’nin yayılmasına hizmet eden en büyük tarikat, 14. Asrın sonlarında ortaya çıkan Şiîliğin Hurûfîlik mezhebinin şiddetli etkileri altında faaliyetlerini sürdüren Bektâşî Tarikâtı olmuştu.[16][17]
H. 796 / M. 1394 yılında Hurûfîlik akımının kurucusu “Fadl’Allah Yezdânî” idam edilince[2] başta damadı[19] “Ali’ûl-A’lâ” olmak üzere Hurûfîler’in çoğu Kırşehir’deki Hacı Bektâş Dergâhı’na sığındılar. Böylece Hurûfîliği Kırşehir’de Hacı Bektâş Tekkesi’nin yoldaşları arasında Hünkâr’ın talimatı diyerek yaymaya başladılar. H. 822 / M. 1419 yılında vefat eden ve kendisini Hacı Bektâş’ın halifesi olarak tanıtan “Ali’ûl-A’lâ”[19] adındaki bu Hurûfî-Babasının bütün talimatı günümüzdeki Bektâşî inanışlarıyle tam bir birleşme göstermektedir.[19] Aynı zamanda bu tarikata, “Âşık” adı verilen, ellerinde saz ve koltuklarında şarap tulumbaları taşıyan kişileri getirenler de Hurûfîler’dir.[11][12]
Bütün “Şîʿa-i Bâtın’îyye” kollarında olduğu gibi Bektâşîler de kendi içlerinde mürid, baba, dede baba gibi ayrı ayrı rütbelere hâiz bazı basamak ve makamlara bölünmüşlerdir. Çeşitli din ve inanışların serpilmiş tohumlarından pek çok örnekler içerdiği gibi, bir ucu Hint felsefesine dayanan tenasüh ve hulûle inanmak ve tüm canlı mahlûkâta karşı aşırı saygı duyguları beslemek Bektâşîliğin ana ilkeleri arasında yer alır. Bektâşî İlâhiyâtı Vahdet-i Vücudun neff-i vücuda kadar vardığı gibi Hristiyanlık ile de ortak tarafları mevcuttur. İslâmiyet’in ruhbaniyet ve keşişliğe şiddetle karşı çıkmasına karşın Bektâşîler de tam aksine evlenmenin aleyhine tavır alır ve alâmeti tecrit olarak da Balım Sultan türbesinin eşiğinde, kulakları doldurarak küpe takmak en yüksek Tevellâ ve Teberra’yı ifade eder.[20][21]
Osmanlı İmparatorluğu devrinde Yanya’ya, daha sonradan Manastır Vilâyeti’ne bağlı olan Avlonya kasabası Anadolu’daki Hacı Bektâş Ocağı’nın Dedebabalarının çoğunu yetiştirmekteydi. Bütün din ve mezheplere kendi kapısını açmış olan Bektâşîlik, İslâmîyet’in resmî inancını tanımayan çeşitli din ve inanç mensuplarını da kendi sınırları içerisine almakta hiçbir sakınca görmemiştir. Geçmişte “Türkiye Bektâşîleri” arasında Katolik ve Ortadoksluk gibi Hristiyan dininin mezheplerinden olan Rum ve Ermenilere mensup Canlar, Babalar, Dedebabalar ve hatta zâviye yöneten Hristiyan Bektaşiler’e sıkça rastlanmaktaydı. Anadolu’nun vaktiyle İslâm dinine girmemiş olan “Türk Hristiyanları” arasında da pek çok Bektaşi vardı. Avrupa’daki Bektâşîliğin en çok geliştiği bu çevrelerde İslâmiyet duyguları pek zayıf ve gevşek olduğu gibi, yaşamış oldukları Hristiyan bölgelerinde de mevcut olan İslam dışı batıl inançların çoğunu paylaşmaktadırlar. Toska Arnavutları’nın önemli bir kesimi mezheben Câferiyye Şiîliği’nden olup tarikâten ise Bektaşi’dirler.[22]
Bektâşîliğin bütün silsilesi Bedr’îyye, Kalender’îyye, ve diğer “Şîʿa-i Bâtın’îyye” mezhepleriyle ortak bir cephe arz etmektedir. Fadl’Allah Hurûfî’nin Bektâşî öğretisi içine yerleştirmeyi başardığı kuralların hâkim olduğu yörelerde, zamanında Şeyh Halife ve Hasan Cevrî’nin müridleriyle diğer Şiî-Babalar tarafından serpiştirilmiş birçok itikatler mevcuttu. “Bektaşilik Tarikatı” Hurûfî etkilerine maruz kaldıktan sonra, Hurûfîliğin inanış ve kuramları hakkındaki esasları içeren Fadl’Allah Yezdânî’nin Câvidannâme’si,[23][24][25] Şeyh Sâfî’nin Hakikâtnâme’si, Ali’ûl-A’lâ’nın Mâhşernâme’si,[26] Emîr Gıyâs’ed-Dîn’in İstivânâme’si,[27] Frişte Oğlu’nun Ahiretnâme’si ve yine bu konuda yazılmış olan Aşıknâme, Hidâyetnâme, Mukaddeme’t-ûl-Hâkayık, Muharremnâme-i Seyyid İshâk, Nihâyetnâme, Tûrabnâme, Miftâh’ûl-Gayb, Tuhfet’ûl-Uşşak, Risâle-i Nokta, Risâle-i Hurûf, Risâle-i Fazl’ûl-Lah, ve Viran Abdal risalesi[28][29] gibi eserler Bektâşî canlarının üstatları tarafından saygı ile eller üstünde tutulmaktadır.
Hicrî 559 yılının Ramazan Ayı’nın On Yedinci günü 8 Ağustos 1164 tarihinde “Kıyâm-ı Kıyâmet” adıyla anılan günde “Alâ Zikrihi’s-Selâm Hasan Sâni ” Elemût Kalesi’nde yapılan büyük toplantıda bütün dini tekliflerin tamamiyle ortadan kaldırdığını ilan etti. Verdiği demeçte: “Ben İmâm-ı Zamân’ım, emir ve neyh’e ait ne kadar tekâlif mevcutsa hepsini lağvettim. Halk Bâtınen hüdâya merbut kalmalı, Zâhirde ise tamamen hürdür.”[30] Kur'an-ı Kerîm’de anlaşılan mâna zâhirî değil bâtınîdir. Böylece, “Bâtınîler” bütün dini yol gösterimleri ve hatta toplumsal yükümlülükleri bile istinasız kaldırıp atmışlardır.[31] Bu konudaki “Melâhide-i Bâtın’îyye” inancı, bütün “Hurûfi–Bektaşiler” tarafından da aynen paylaşılmaktadır. Hurûfîlik’te ise sadece haftada iki rek’at Cuma Namazı farzı kabul edildikten sonra, geri kalan diğer ibadet hükümlerinin tamamı ve bütün İslâmî mevzuatlar geçersiz kılınmıştır.[32]
Hurûfîler, 9.Hicrî / 15. Miladi yüzyılda çok sıkı bir kovuşturmaya maruz kaldılar. Osmanlı sınırları içerisine İran’dan, Hindistan’dan ve Türkistan’dan bazı tuhaf dinsel inanç taşıyan dervişlerin girmesi üzerine, hükümet bu garip kılıklı yabancılar aleyhinde soruşturma başlatmak zorunda kalmıştı. Çelebi Mehmed ve Sultân Koca Murad Sâni devirlerinde süregelen bâtınî aşılamanın tortuları, bu yüzyılda tekrar hareketlenmeye başlamışlardı. “Şekayık” yazarı İbn-i Hallikân’nın aktardığına göre “Fahr’ed-Dîn-i Acemî” küfür ve Kur'an'ın koyduğu kurallara karşı gelme suçlamasıyla Edirne’de canlı canlı yakılarak ölüme mahkûm olan Hurûfîler’in ateşlerini tutuşturmaya çalışırken bu arada kendi sakalını da dağlamıştı.[33]
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.