Remove ads
1511 yılında yaşanan Osmanlı'da bir isyan Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Şahkulu İsyanı, 1511 yılı Nisan ayında, Şah İsmail'i kurtarıcı olarak kabul eden Şahkulu önderliğindeki Kızılbaşlar tarafından II. Bayezid yönetimindeki Osmanlı İmparatorluğu'na karşı gerçekleştirilmiş bir isyandır. Bu isyan, Antalya, Manisa, İzmir, Karaman, Mersin, Konya, Kırşehir, Tokat, Amasya, Yozgat ve Çorum'a yerleşen Aleviler tarafından başlatıldı. Şahkulu Baba isyanı, Anadolu'da Osmanlı'ya karşı yapılan ilk büyük dini isyanlardan biridir. Şahgulu Baba isyanının ortaya çıkışı her ne kadar öncelikle Safevi mezhebinin Osmanlı topraklarına yerleşen Şiiler üzerindeki etkisi ile ilişkilendirilse de, aynı zamanda derin toplumsal kökenlere de sahiptir.
Şahkulu İsyanı | |||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
| |||||||||
Taraflar | |||||||||
Osmanlı İmparatorluğu | Kızılbaşlar | ||||||||
Komutanlar ve liderler | |||||||||
Hadım Ali Paşa (ölü) Hasan Paşa Karagöz Ahmed Paşa |
Şahkulu (ölü) Halife Baba |
Dolayısıyla Şahkulu Baba isyanı, Şah İsmail'in kışkırtmasıyla başlatılan bir isyan değildir. Bu isyan, Şah İsmail sempatizanı grupların zorlu yaşam koşullarının ve Osmanlı Şiilerinin yaşadığı bölgelerdeki vergi politikasının halkın çıkarlarına uygun olmamasının bir sonucudur. 1509 depremi ve II. Bayezid'in ölüm haberi ayaklanmanın sebepleri arasındaydı.
Safevi Tarikatı'nın şeyhi olan Şeyh Haydar'ın müridlerinden olan ve onun eğitiminden geçen Hasan Halife'nin, oğlu olan Şah Kulu Halife, babasının ölümü üzerine yerine geçmişti.[1][2] Osmanlı'nın, kendilerini çok iyi gizleyen Safevi Tarikatı mensubu bu halifelerin başlangıçtaki faaliyetlerinden haberdar olmadıkları, hatta onlara para gönderdikleri biliniyor.[3][4]
Şahkulu Baba'nın kimliğiyle ilgili olarak, Osmanlı kaynaklarında ve Safevi kaynaklarında çeşitli bilgiler bulunmaktadır. Şahkulu Baba isyanının merkezi, Küçük Asya'nın güneybatısında, Akdeniz kıyılarında bulunan Teke eli idi. Bu isyanın organizatörü ve lideri olan Şahkulu Baba, bu bölgenin Gorgudeli kazasının Yanlı (Yalınlı) köyündendi ve Safevi tarikatına bağlı bir aileden geliyordu. Yalınlı köyü, Antalya ile Efes'i birbirine bağlayan eski Roma ticaret yolu üzerindeydi.[5] Bu yol, Döşemealtı civarındaki kışlaklarıyla Gorgudeli'nin kuzeydoğusundaki Bozmuşa dağındaki yaylalar arasında gidip gelirken göçebe Türkmenler tarafından da kullanılıyordu. Osmanlı kaynaklarında doğum yeri hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. Osmanlı tarihçisi Gelibolulu Mustafa Ali, Şahkulu'nun doğum yerini Tekeli sancağının Almalı köyü olduğunu belirtir. Anonim Osmanlı kaynağı ise onun Teke eline bağlı Kızılkaya bölgesinde doğduğunu kaydeder.[6]
Her iki kaynakta da Şahkulu'nun babasının Kızılbaş Hasan Halife adlı biri olduğu belirtilmiştir. Hasan Halife, Safevi tarikatının müridlerinden biriydi. Bir defa Şeyh Cüneyd'in ve iki defa da Şeyh Haydar'ın hizmetinde bulunmuştu. Rivayete göre, Şeyh Haydar onu kırk dervişle çilehane gönderir ve kırk günün sonunda diğer dervişlerin erzaklarını bitirmelerine rağmen, Hasan Halife erzaklarına dokunmadan şeyhe geri döner.[7] Bu nedenle Şeyh Heyder ona Tekke elini vermişti. Hasan Halife Tekke elinde büyük nüfuz kazanmış, etrafına birçok mürit toplamıştı.[8] Rumlu bu konuda şunları yazmaktadır:
“ | Mürşidi-kamil ona izin vererek Takka-eli vilayetine gönderdi. Ülkeye varır varmaz dairesine yerleşti. Sultan Haydar'ın sufilerinden Pire Sinan, toplantıda hazır bulunanlara şunları söyledi: "Hasan Halife'nin yanına geldi ama beraberinde Takka-eli vilayetine yanan bir ateş getirdi." O sırada Cenab-ı Hak Şahkulu Baba'yı Hasan Halife'ye verdi. Kışın Teke-Kahirlu cemaatinde, yazı ise Tiremişli cemaatinde geçirirdi. Ondan mucizeler gerçekleşti ve insanlar ona itaat etti. Belirtildiği gibi Rum'da isyan çıkardı.[9] | ” |
Hasan Halife Safevi tarikatının propagandasını göçebeler arasında yayıyordu. Oktay Efendiyev bu konuda yazıyor: “Sultan Haydar'ın Kızılbaş ruhani lideri olarak aktif olduğu dönemde, Anadolu'dan Hasan Halife adında bir kişi iki kez İran'a gitmiş, Sultan Haydar'dan ‘desturul-emel’ (hareket izni) almış ve Teke eline geri dönmüştür. Döndükten sonra Sultan Haydar'ın müritlerinden Pire Senan'ın şunları öngördüğü söylenir:[10] “Hasan Halife geldi, ama Tekke'ye yakıcı bir ateş getirdi. Gerçekten de Hasan Halife'nin Tekke'ye getirdiği ateş ve kan bu sözlerin doğruluğunu teyit etmiştir.”
Babasının Erdebil'e yaptığı seyahatlerle bağlantılı olarak Şahkulu da uzun süre Safevi müritleri arasında bulunmuş ve tarikat ruhuyla yetişmişti. Hasan Baba ve Şahkulu Baba arasında Safevi tarikatı ile manevi bağ çok güçlüydü. Sonuç olarak, her ikisi de bir mağaraya sığındılar ve dünya hayatlarını terk ederek zamanlarını orada ibadetle geçirdiler. Dindarlıkları ve maddi dünyadan kopuşları, yerel halktan saygı ve hürmet görmelerini sağlamıştır. Osmanlı tarihçisi Aşıkpaşazadə, onların derin dindarlığının Sultan II. Bayezid'i bile etkilediğini ve Sultan'ın her yıl Hasan Baba ve oğluna altı ila yedi bin akçe göndermeye başladığını yazar. Ancak bu bilgiye başka kaynaklarda rastlanmamaktadır.[11] Bir başka Türk tarihçi Feridun Emecen, Safevi devleti Osmanlı İmparatorluğu içinde dini bir tehdit haline gelmeden önce, II. Bayezid'in tüm tarikatlara mali destek sağladığını belirterek bu gerçeği açıklamaktadır.[12]
Babasının ölümünden sonra Şahkulu Baba onun yerini ve konumunu aldı. Asıl adı Karabığ Baba olan Şahkulu Baba, daha sonra Şah İsmail'e bağlılığının bir işareti olarak bu adı benimsedi. Şahkulu Baba “Şah'ın Kölesi” anlamına geliyordu ve Karabığ Baba bununla Şah İsmail'in ideallerine bağlılığını göstermeyi amaçlıyordu. Şahkulu ve Hasan Halife'nin Safevi Tarikatı'na olan bağlılıkları nedeniyle Osmanlı kaynakları genellikle onlara karşı olumsuz ve sert bir tutum sergilemiştir. Örneğin Osmanlı kaynaklarında ve arşiv belgelerinde Şahkulu “Sofu, Şeytankulu, Karabığoğlu, Mülhid” olarak geçmektedir. Hoca Sadeddin, Celalzade Mustafa gibi Osmanlı tarihçileri ondan “Şeytankulu”, Gelibolulu Mustafa Ali “Karabığoğlu”, Münecimbaşı ise “Mülhim” olarak bahseder. İsyanın ve katılımcılarının boyutu düşünüldüğünde, özellikle göçebe Türkmen gruplarının gözünde “Şeyh, Sufi, Baba, Halife” gibi manevi unvanlara sahip olmaları karizmalarını artırmaktadır. Safevi dönemi tarihçisi Hasan Bey Rumlu, “Ahsan al-Tavarikh” adlı eserinde ondan Şahkulu Baba olarak bahseder. Rumlu'nun Şahkulu için “baba” terimini kullanması, onun akranları arasında bir patrik olarak güçlü etkisine işaret eder.[13]'
Şahkulu Baba, atalarına öykünerek bir süre daha mağara hayatını sürdürmüş, bu da onun dünya malından uzak durduğunu göstermiştir. Mağara hayatının devamı, günün büyük bir bölümünün dua ve ibadetle geçirilmesi, tarikat ve inanç topluluğunun hayatında özel bir yer tutuyordu. Şahkulu Baba bu yolu izlemiş, inançları, yaşam tarzı ve bilgisiyle birçok müridi kendine çekmiştir. Sadık halifelerini Batı Anadolu ve Rumeli (Avrupa'daki topraklar) dahil olmak üzere çevre bölgelere gönderdi ve tarikatın yayılmasını onlar aracılığıyla genişletti. Bazı tarihi kaynaklarda Şahkulu Baba'nın halifelerinin Osmanlı Devleti'nin Avrupa topraklarına ve Batı Anadolu'ya gönderilmesinin Şah İsmail'in isteği üzerine gerçekleştiği söylenmektedir.[14]
Şahkulu Baba isyanının ortaya çıkışı her ne kadar öncelikle Safevi mezhebinin Osmanlı topraklarına yerleşen Şiiler üzerindeki etkisi ile ilişkilendirilse de derin toplumsal kökenlere sahiptir.
Osmanlı kaynakları, Şahkulu isyanı sırasında mevcut siyasi ortamı incelerken, bu isyanın ortaya çıkmasına neden olan faktörlerden birinin Osmanlı İmparatorluğu'ndaki iktidar boşluğu olduğunu belirtmektedir. Müneccimbaşı “Sahaifu'l- Ahbâr fi Vekayii'l-Asar” adlı eserinde bu konuda şehzadeler arasında taht mücadeleleri olduğunu ve Sultan II. Bayezid'in sağlık durumunun kötü olması nedeniyle devlet işlerinin vezirlerin elinde olduğunu belirtmektedir. Yönetimi elinde tutan vezirler ve devlet görevlileri tebaaya karşı adaletsiz davranıyorlardı. Halka karşı muameleleri, rüşvet almaları ve rüşvet yoluyla dağıtılması merkezi otoriteyi zayıflattı ve Şahkulu ayaklanmasına yol açtı. Bir başka Osmanlı tarihçisi, Gülibolu Mustafa Ali, eserinde bu fikri, şehzadelerin sancaklarını terk etmelerinin ve taht kavgalarının Osmanlı İmparatorluğu'nda bir güç boşluğuna yol açtığını ve Şehzade Korkut'un sancağını terk etmesiyle sonuçlandığını belirterek açıklar.[15]
Sultanın devlet işlerinden uzaklaşması sonucunda rüşvet ve adaletsizlik zamanla artmış, tebaa hayal kırıklığına uğramıştır. Bu dönemde halk arasında sosyal yaşamda sürekli bir gerileme gözlendi. Tımarların rüşvete bağlanması nedeniyle birçok tımar sahibi topraksız kalmış ve geçimlerini sağlamak için başka yollara başvurmuşlardır. Tımarsız kalan tımarlı sipahiler mağduriyetlerini devlete anlatamadıkları gibi Şahkulu ayaklanmasına katılarak isyanın geniş topraklara yayılmasına ve kaotik bir ortamın oluşmasına neden oldular.[15]
Tekke, İstanos ve Almalı gibi bölgelerden oluşan Tekke Sancağı, 16. yüzyılda toplam nüfusun yaklaşık %40-50'sini oluşturan yarı göçebe Türkmen aşiretlerinden oluşan bir nüfusa sahipti. Daha 15. yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Türkmen boyları arasında başlayan merkezileşme süreciyle birlikte, paralel sosyo-ekonomik sorunlar ortaya çıkmıştır. Türk yazarlar bu konuda, merkezi hükûmetin bu grupları iskân etme ve daha fazla vergi toplama girişimlerinin ve bu amaçla atanan kısmen dönme kökenli yerel yöneticilerin düşmanca davranışlarının, onlarla devlet arasında bir uçurum yaratmaya yettiğini belirtmektedir. Bu yöneticilerin çoğu, çıkarlarını sağladıkları bu grupların yaşam tarzlarını, geleneklerini ve inançlarını farklı görüyordu. II. Bayezid dönemindeki sorunların temellerini vurgulayan Ali bin Abdülkerim'in Halife Yavuz Sultan Selim'e sunduğu bir rapora atıfla, yöneticilerin yoksulların haklarını gasp etmeye başladığı, ölen bir kişinin servetinin yöneticiler, vekiller ve vergi tahsildarları arasında yağmalandığı yazılmaktadır. Toplum altüst olmuş, bir yanda yoksulluk çeken bir kitle, diğer yanda ise çok varlıklı bir sınıf ortaya çıkmıştır. Ali ibn Abdülkerim raporunda sınıfların bu durumunu şöyle açıklar; “...biri bolluktan, diğeri kıtlıktan ölür...”. Ayrıca, II. Bayezid'in sadece İstanbul ve Edirne'deki âlim ve aydınlara değer verdiğini yazar. Anadolu ile ilgilenmediği için orada ortaya çıkan sosyo-ekonomik sorunlardan habersiz kalmıştır. Ayrıca raporunda, İkinci Bayezid'in sadece İstanbul ve Edirne'nin sultanıymış gibi davrandığını öne sürerek onu eleştirir.[16]
Dönemin kaynaklarından görüldüğü üzere sadece Kızılbaş Türkmenler değil, Sünni köylüler ve toprak sahibi sipahiler de sosyo-ekonomik sorunlar nedeniyle merkezi yönetimin uyguladığı baskılara direnmişlerdir. Kızılbaş ve Sünnileri bu isyanda bir araya getiren ortak nedenin sosyo-ekonomik faktörler olduğu söylenebilir. Arşiv belgeleri, halkın Kızılbaşlardan değil, topraksız sipahilerden muzdarip olduğunu belirtmektedir. Şahkuli isyanının hızla yayılması ve Anadolu'yu tehdit etmesi, tımarları ellerinden alınan mülksüz sipahiler tarafından büyük ölçüde desteklenmiştir. Mülksüz sipahilerin Şahkulu'nun yanında yer alması Osmanlı arşiv belgelerine şu şekilde yansımıştır:[17]
“...Tımar bölgesinin süvarilerinin çoğunluğu bile onlara katıldı ve geçmişte bir veya iki bin kötü niyetli bir yerde toplandı ve liderleri Şahkuli idi.”[17]
Şeyh Şemseddin isyanının patlak vermesinde şüphesiz Safevi öğretisinin yayılması önemli bir rol oynamıştır. Birincil görev, çeşitli bölgelerde konuşlanmış Safevi halifelerine karşı Safevi doktrininin değerlerini yaymaktı. Halifeler bu doktrinin değerlerini yayarak sufilerin saflarını artırmaya çalıştılar. Sufilerin sayısını artırmak sadece dini bir görev değil, aynı zamanda halifeler için müttefik saflarını genişletmek için de bir görevdi. Ayrıca, Şeyh Safi Han'ın elçileri de seyahatleri sırasında doktrinin yayılmasına ve saflarının artmasına katkıda bulunmuşlardır. Aslında doktrin içinde doktrinin değerlerinin yayılması ve öğrenilmesi için etkili bir sistem kurulmuştu ve bu nedenle Şah İsmail'in lideri olduğu Safevi doktrini ideallerinin yayılması, Safevi hareketinin yanı sıra Osmanlı Şiası ve Şii olmayanlarla yakın bağları olan Türk boyları arasında da geniş bir karaktere bürünmüştü. Ancak bu pozisyonun aynı zamanda iki ucu keskin bir kılıç olduğunu da belirtmek gerekir; zorlu sosyo-politik koşullar ve karmaşık toplumsal-siyasal durum Osmanlı Şiilerinin Şah İsmail'in hareketini bir çıkış yolu olarak görmelerine yol açmış ve Safevi doktrini etrafında daha sıkı toplanmalarını teşvik etmiştir.[18]
Tarihi literatürde, Halife Nur'un (Nureli) adı Osmanlı topraklarında Safevi doktrinini yayan aktivistlerden biri olarak anılır. Onun bu yöndeki faaliyetleri özellikle Sivas, Tokat, Amasya ve Çorum'da yaygındı. Bazı bilgilere göre, Osmanlı topraklarında Safevî doktrini taraftarlarının sayısı o kadar artmıştı ki, Osmanlı şehzadeleri bile iktidar mücadelesinde onların desteğini kazanmaya yönelmişlerdi. Bu nedenle Şehzade Gorgud, iktidar mücadelesi verirken Şeyh Şemseddin ile görüşmüş ve kendi mücadelesinde onun nüfuzundan yararlanmaya çalışmıştır. Safevi doktrini değerlerinin Osmanlı topraklarında yaygın olarak desteklenmesinin bir diğer nedeni de insanlara sunduğu daha fazla özgürlük vaadiydi. Bu özgürlük, insanların hayatlarını nasıl yaşadıklarında, askeri faaliyetlere gönüllü olarak nasıl katıldıklarında ve doktrinin değerlerine gönüllü olarak nasıl bağlı kaldıklarında kendini gösterecekti. Buna karşılık Osmanlı Sultanlığı, topraklarında yaşayan Türkmen aşiretlerini yerleşmeye zorluyor, daha fazla vergi toplamak için sayılarını kontrol altında tutmaya çalışıyor ve ekonomik faaliyetlerini belirli sınırlar içine hapsetmeye çalışarak etnik haklarını göz ardı ediyordu. Bu durum mevcut durumdan ve hükûmetten memnuniyetsizliği artırdı.[5]
Ancak Şahkulu ayaklanması tamamen dini bir ayaklanma değildir; daha ziyade Osmanlı İmparatorluğu'nun idari ve sosyo-ekonomik yapısındaki parçalanma ve çürümenin ve taşra yöneticilerinin baskıcı tutumunun bir sonucudur. Arşiv kaynakları ayrıca farklı inançlara sahip Sünni ve Kızılbaş grupları bir araya getiren ortak unsurların teolojik olmaktan çok sosyal-ekonomik sorunlar olduğuna işaret etmektedir. Kaynaklar ayrıca, ayaklanmanın teolojik doğası açısından, Şahkuli'nin mesihçi retoriğe ve karizmatik liderlik özelliklerine yaptığı vurgunun takipçileri arasında beklenen desteği sağladığını ortaya koymaktadır. Şahkuli ayaklanmasının teolojik boyutu açısından isyancılar arasında mesihçi ifadelerin öne çıktığını söylemek mümkündür. Ancak ayaklanmanın lideri Şahkuli'nin ve Türkmen Kızılbaşların Şah İsmail'e sadık oldukları gözden kaçırılmamalıdır. Bu önemli bir dini yönelimdir. Erdebil tekkesiyle bağlantısı olan Tekeli Türkmenlerinin Şahkulu ayaklanmasına katılmasında, Şahkulu'nun Erdebil tekkesine bağlı bir Kızılbaş sufi olmasının etkili olduğu ve bunun Tekeli bölgesindeki Türkmenlerin Şahkulu'yu takip etmesi için gerekli koşulları yarattığı söylenebilir.[19][20]
Osmanlı İmparatorluğu ile Safevi Devleti arasında gerginleşen ve gerilimi daha da tırmandıran ilişkiler, Şah İsmail'in bu olaydaki rolüne ilişkin bilimsel ve tarihi literatürde ikili bir yoruma yol açmıştır. Bazı araştırmacılar ve akademisyenler Şah İsmail'in bu isyandan habersiz olduğunu ve isyanın hazırlanması ve ateşlenmesi için herhangi bir manevi ya da maddi destek sağlamadığını savunmaktadır. Örneğin Ahmed Yaşar Ocak “Erken Modern Anadolu'da İslam'ın İzleri - Osmanlı Dönemi Makaleler ve Araştırmalar” adlı eserinde uzun süre bu tür isyanların Safevilerle ilişkili olduğu ve hatta onlar tarafından desteklendiğinin düşünüldüğünü yazmaktadır. Ancak bugün eldeki bilgilerle bu tür hareketlerin, özellikle de Şahkulu isyanının doğrudan Safeviler tarafından başlatıldığını iddia etmek yeterli değildir. Şahkulu başlangıçta kendisini Şah İsmail adına ilan etmiş olsa da, sonraki olaylar böyle bir bağlantının olmadığını ve bağımsız hareket ettiğini göstermektedir. Şahkulu isyanının doğrudan Safeviler tarafından başlatılması ile olaylara katılanların Safevilere sempati duyması arasında ayrım yapmak iki ayrı konudur.[21][22]
Feridun Emecen “Şah Baba Tekelü İsyanına Yeni Yaklaşımlar” adlı makalesinde Şahkulu'nun hareketinde Safevilerin doğrudan bir rolü olmadığını yazmaktadır. Onlarla aynı ideolojiyi paylaşan Şahkulu, bağımsız devrimini Osmanlı başkentini ele geçirerek gerçekleştirmeyi öngörüyordu.[23]
Genel olarak, Şah İsmail'in Şahkulu ayaklanmasına bağlılığını doğrulayan net bir kanıt yoktur. Şahkulu isyancılarının Safevi sınırlarını geçerek Şah İsmail'e sığınma girişiminde bulunmalarının ardından Şah İsmail'in bu ayaklanmadan haberdar olma ihtimali olduğu öne sürülmektedir. Ancak Şah İsmail'in isyancıları hoş karşılamadığı bilinmektedir. Şah İsmail, Türkistan seferinden döndükten sonra isyancıların temsilcilerini ve liderlerini Rey'in Şehriyar bölgesinde kabul etti. İsyancıların faaliyetleri, özellikle de Tebriz'den gelen ticaret kervanının yağmalanması, Şah İsmail'in gazabına uğramasına neden oldu. Mevcut bazı bilgilere göre, Şah İsmail ayaklanmanın iki liderini diri diri haşlama cezasına çarptırdı. Birçok kişi öldürüldü ve isyancıların önemli bir kısmı Safevi ordusuna dahil edildi. Tarihi araştırmalarda isyancılara katılanların bir kısmının esir alındığı ve mallarının Safevi askerleri arasında dağıtıldığı tespit edilmiştir. İsyancıların gruplara ayrılarak her birinin bir komutanın kontrolüne verildiği ve böylece ortak hareket etme potansiyellerinin ortadan kaldırıldığı da belirtilmektedir.[24]
Osmanlı arşiv kaynakları çerçevesinde, Mehriban Artan'ın Şahkulu ayaklanmasının nedenlerine ilişkin makalesinde, TSMA, E6187 numaralı belgede Şahkulu'nun “Şah öldü, vasiyeti benimdir, ülke benimdir” sözleriyle doğrudan Osmanlı Sultanlığı'nı hedef aldığı belirtilmektedir.[25]
Kısa süre sonra zor yaşam koşullarından kurtulma umudu ve Şahkulu Baba'ya olan inanç, birçok insanın onun etrafında toplanmasına neden oldu. Kaynaklara göre, 1511'de ayaklanma başlamadan önce yaklaşık 10.000 silahlı adam onun etrafında toplanmıştı. Bu sayı bazı kaynaklarda farklılık göstermekte, 15.000 hatta 30.000 olarak görünmektedir.[26] Ayaklanmayı başlatmak için uygun zamanın seçilmesi, Şahkulu'nun bu hareket için zaten hazırlıklı olduğunu göstermektedir, çünkü bu kadar büyük bir grubu kısa sürede örgütlemek ve silahlandırmak imkansız olurdu. Dahası, Şahkulu'nun eylemin başında aldığı bir önlemle bu hareket için ek mali düzenlemeler yapmıştı.[5]'
Kışı Antalya'nın kuzeyindeki Döşemealtı ovasında geçirirdi. Döşemealtı adını, Antalya'yı Batı ve Orta Anadolu'ya bağlamak için inşa edilen taş döşemeli Roma yolundan almaktadır. Roma yolunun Döşeme bölgesinden ayrıldığı yerde bulunan Döşeme Derbendi, bölgenin en önemli kalabalık merkezini birbirine bağlamaktadır. Şahkulu Ağa, henüz kışlaktayken göçebe topluluğunu tek bir yerde toplar ve 1511 baharında Döşeme Derbendi'deki Nevruz kutlamaları sırasında bir dizi gizli toplantı düzenleyerek halkın Osmanlı yönetimine karşı ayaklanmasına neden olur. O sırada Şehzade Korkut II. Bayezid'le yaşadığı sorunlar nedeniyle Mısır'a kaçmıştı. Şehzade babasıyla barışıp Antalya sancağını yönetmek üzere geri döndüğünde, Şahkulu ayaklanmasından haberdar oldu. Adamı Hasan Bey'i Şahkulu'nun yanına gönderdiyse de Şahkulu bu gelişmeyi öğrenince hemen yerinden ayrıldı.[27]
Şahkulu isyan ettiğinde, şehzadeler arasındaki iktidar mücadelesinin en gergin dönemiydi. Sultan Bayezid'in sağlığı bozulmuştu. Şehzadeler Sultan Ahmed ve Sultan Selim arasındaki rekabet şiddetlenmişti. Sultan Korkut da saltanat için daha kararlı bir mücadeleye girişmeye karar verdi ve bu amaçla İstanbul'a daha yakın olmak için Manisa ve Saruhan'a doğru hareket etmeye başladı. İsyancılar onun bu ani gidişini Sultan Bayezid'in öldüğüne dair bir işaret olarak yorumladılar. Kendisi de maiyetiyle birlikte umutsuz bir yolculuğa çıktı ve geride kalan başka bir grubu hazinesini ve eşyalarını getirmekle görevlendirdi. Şahkulu Baba bu sırada Qapalı'ya yerleşmiş ve onu beklemeye başlamıştı. Şehzade Korkut'un hazinesini ele geçirmeye karar vermişti. Mart 1511'de gönderdiği bir grup Sultan Korkut'un hazinesini taşıyan konvoya saldırdı ve şehzadenin hazinesini başarıyla ele geçirdi. Bu olay isyanın yayılmasına ivme kazandırdı.[28]
Daha sonra Şahkulu kuvvetlerini Antalya'ya yöneltmiş, burayı ele geçirmiş ve hatta Antalya hükümdarını öldürmüştür. İster Farsça ister Türkçe kaynaklarda ve tarih literatüründe Şahkulu'nun isyanına büyük bir yağma ve talanın eşlik ettiği bildirilmektedir. Kızılcakaya, İstanos, Almalı, Burdur ve Keçibolu bölgeleri art arda Şahkulu Baba isyancılarının kontrolü altına girdi. Burdur'da ordusu Osmanlı birlikleri tarafından karşılandı. Çıkan çatışmada Osmanlı ordusu yenildi. Bu isyan Saltanat için büyük bir tehdit oluşturmaya başladı ve Sultan'ın sarayı tarafından bu isyanı bastırmak için önlemler alındı. Bazı bilgilere göre, Sultan Korkut başlangıçta isyancılara destek gönderdi. Bir başka rivayete göre ise Şahkulu, Karaman'ı ele geçirmeye çalışırken Anadolu Beylerbeyi Karagöz Ahmed Paşa ordusuyla onun karşısına çıkmıştır. Ancak Karagöz Ahmed Paşa dikkatsizliği nedeniyle yenilgiye uğradı ve geri çekildi. İsyancıların Sultan Korkut ile karşılaşmasına gelince, Osmanlı şehzadesinin Isparta yakınlarında yenildiği ve savaş alanından kaçtığı bildirilmektedir. Bunun üzerine Konya eyalet kuvvetleri Şahkulu'nun üzerine gönderildi. İsyancılar bu kuvvetlere de üstün geldi. İsyancılar önce Buşehir'i sonra da Karaman'ı ele geçirdiler. Bundan sonra Bursa'yı ele geçirmeye karar verdiler. Bursa'ya gitmeden önce Kütahya'nın kontrol altına alınması gerekiyordu. Sonuç olarak Şahkulu Baba'nın kuvvetleri Anadolu Beylerbeyliği'nin merkezi olan Kütahya şehrine ulaştı.[28] Anadolu yolunda Anadolu Beylerbeyi Karagöz Ahmed Paşa tarafından ordusuyla birlikte karşılandılar. Karagöz Ahmed Paşa'nın çabalarına rağmen isyancıların üstesinden gelemedi ve hatta savaş sırasında esir düştü. Osmanlı ordusu geri çekilmek zorunda kaldı ve bu ordunun malları isyancıların eline geçti. Bu savaştan sonra Şahkulu ve kuvvetleri Kütahya'ya girmeye çalıştı. Ancak yerel halk şehri teslim etmeyi reddetti. Bu koşullar altında Şahkulu önce Karagöz Ahmed Paşa'yı öldürdü ve ardından Teki Baba adlı müridinin önderliğindeki kuvvetlerinden bir müfrezeyi Kütahya'yı kuşatmaya gönderdi.[29]
Osmanlı sarayı gelişen olaylardan endişe duymaya başladı ve harekete geçme zorunluluğu hissetti. O sırada Sultan II. Beyazid hastaydı. Yine de Şahkulu Baba'ya karşı bir askerî güç gönderilmesine karar verildi. Gönderilen askerî güç Şahkulu Baba'nın kuvvetlerini bozguna uğrattı. Dağıldılar ve Bursa çevresindeki ormanlarda saklandılar. Diğer taraftan Osmanlı vezirlerinden Haydar Paşa Kütahya civarına gönderildi. Onun askerî gücü Kütahya'yı kuşatan asi kuvvetleri yenerek kaçmaya zorladı.[30]'
Kütahya'daki olayları öğrenen Şahkulu Baba, Haydar Paşa'nın üzerine yeni bir askerî güç gönderdi. Orduları Kütahya Boğazı denilen yerde karşılaştı. Savaş isyancıların zaferi ile sonuçlandı. Haydar Paşa öldürüldü. Haydar Paşa'nın ölüm haberi Osmanlı sarayına ulaştığında, daha ciddi önlemler almaya karar verdiler. Bu kez Sadrazam Kâtip Ali Paşa önderliğinde 50.000 kişilik bir ordu isyancıların üzerine gönderildi. Kaynaklara göre o sırada Şahkulu Baba Ankara'ya doğru yola çıkmıştı. Kâtip Ali Paşa önderliğindeki Osmanlı ordusu Çubuk obası denilen yerde önlerini kesti. Şahkulu Baba bu karşılaşma için önceden hazırlık yapmıştı. 1000 kişilik Etiyopya birliğini isyancıların ön saflarına yerleştirdi. Ardından kuvvetlerini sağ ve sol kanatlara ayırdı ve deneyimli müritlerini lider olarak atadı. Osmanlı kuvvetleri savaş alanına girdiklerinde isyancıların merkezini hedef aldılar ve kısa süre içinde 500'ünü öldürdüler. Durumu gören Şahkulu Baba, kanatlardan merkeze takviye kuvvetler gönderdi. Halid Berin'in yazarına göre, Şahkulu Baba kuvvetlerinin ana darbesini Osmanlı ordusunun merkezine doğru yönlendirdi ve bu da sonuçta Osmanlı ordusunun geri çekilmesine yol açtı. Savaş alanını terk edip kaçtılar. Kâtip Ali Paşa da bu savaşta öldürüldü. Kaynaklara göre Şahkulu Baba da savaş sırasında öldürülmüştür. Çubuk obasında yaşanan çatışma Hasan Bey Rumlu'nun “Âhsenü't-Tevârîh” adlı eserinde şu şekilde anlatılmaktadır:[13]
"Bu yenilgi haberi Sultan Bayezid'e ulaştığında, sadrazam Hadım Ali Paşa onu elli bin süvariyle Baba'ya karşı savaşmaya gönderdi. Adı geçen Paşa, karanlık bir gecede bir mızrağın ucuyla ayın yüzündeki lekeyi silebilecek askerlerden oluşan bir birlikle hareket ederek Sufilere doğru ilerledi. Düşmanın yaklaştığından haberdar olan Şahkulu Baba, birliklerini düzenleyip bin Habeşli kölesini ordunun önüne yerleştirdi. Diğer yandan Ali Paşa da ordusunun sağ ve sol kanatlarını düzenleyerek savaş alanına geldi. Tüm Rum ordusu aniden Gazilerin askerlerinin önündeki piyadelere saldırdı ve yaklaşık beş yüz kişiyi öldürdü. Kılıçtan kurtulanlar merkeze çekildi. Baba, merkezdeki iki kanadı birleştirip Ali Paşa'ya karşı saldırıya geçti.
“Saldırdılar, o demir çubuklu kahramanlar,
Hepsi birden ordunun merkezine.”
İlahi yardım inmeye başladı ve düşmanların kalpleri titremeye başladı. Ali Paşa yenildi ve geri çekildi.
“O kargaşada Yunan süvarileri,
Kaçış yoluna doğru döndüler.”
Tekeliller onları takip etti ve kesici kılıçlar ve ölümcül mızrak darbeleriyle Ali Paşa'yı bir dizi Rumi ile birlikte öldürdüler. Baba da şehitlik şerbetini içti"[13]
Bir başka Osmanlı kaynağı, Şahkulu Baba'nın savaşı kazandıktan sonra kuvvetlerini Sivas'taki Hafik kalesine yönlendirdiğini yazıyor. Burada Hacı Mustafa adında bir zat, etrafına bazı insanları toplayarak onu takip etti. Taraflar arasında çatışma yeniden başladı ve bu savaşta Şahkulu Baba öldürüldü.[31]
Şahkulu Baba'nın öldürülmesinin ardından taraftarları Halife Baba adında bir kişiyi kendilerine lider seçerek Erzincan'a, oradan da Tebriz'e gittiler. Kaynaklara göre Şah İsmail'e sığınanların sayısı 15 bin kişiye kadar çıktı.[31] Bunların arasında Şahkulu'nun seçtiği vezirler, beylerbeyler ve padişahlar da vardı. Tebriz yolunda isyancılar büyük bir kervanla karşılaştılar ve onu yağmaladılar ve 1000 kadar tüccarı öldürdüler. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Şah İsmail'in isyancıların liderlerini bu nedenle idam ettiğini yazıyor.[32]
İsyanla ilgili tartışmalara yol açan konulardan biri de ayaklanma sırasında verilen kayıpların sayısıdır. İsyan sırasında hem Osmanlı birliklerinden hem de Şahkulu tarafından çok sayıda kişi hayatını kaybetmiş olsa da 50.000 rakamı pek olası görünmemektedir. İdris-i Bitlis tarafından verilen bu rakamın başka tarihçiler tarafından desteklenmemesi, başka bir kaynaktan teyit edilmesini imkânsız kılmaktadır. Öte yandan, Safevi dönemi tarihçilerinin verdiği bilgilerde 50.000 gibi yüksek bir rakamın bulunmaması da gerçeğin doğruluğu konusunda şüphe uyandırmaktadır. Safevi tarihçisi Hasan Bey Rumlu bile bu konuda herhangi bir rakam vermemiştir. Türk tarihçi Ümid Erkan, “16. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nda Kızılbaş İsyanları” adlı eserinde Osmanlı arşiv belgelerine dayanarak bu rakamın 5-6.000 civarında olduğunun tahmin edildiğini belirtmektedir. Yazar, dönemin nüfus ve vergi kayıtlarına dayanarak 50.000 rakamının abartılı olduğunu yazmaktadır. İsyanın başladığı ve her iki taraftan da çok sayıda insanın hayatını kaybettiği Teke elinin nüfusuna bakıldığında, 16. yüzyılın ilk yarısında 3.600 olan bölge nüfusunun ikinci yarısında 5.000'e yükseldiği tahrirlerden anlaşılmaktadır. Tahrir defterlerine dayanan bu demografik bilgiler, Antalya'nın 16. yüzyılda Anadolu'da orta büyüklükte bir şehir olduğunu göstermektedir. Ayrıca 19. yüzyılda kenti ziyaret eden ünlü seyyahlardan Francis Beaufort, yüzyılın başlarında kentin nüfusunu 8.000 olarak kaydetmiştir. Yüzyılın ortalarında bölgeye gelen bir diğer seyyah Charles Tehier ise nüfusu 15-18.000 olarak belirtmiştir.[33]
Öte yandan, söz konusu döneme ait vergi belgeleri, 1530 yılında derlenen listeye kıyasla 1455 yılında toplanan vergi miktarında önemli bir fark göstermemektedir. İsyanın yayılması sırasında Hamedan bölgesinde çok sayıda insan hayatını kaybetmiştir. Ancak bölgenin nüfus ve vergi seviyelerine baktığımızda bir azalma değil artış gözlemliyoruz. Yaklaşık 50.000 kişinin hayatını kaybettiği düşünüldüğünde, tablolarda kaydedilen nüfus ve vergi seviyelerinde önemli bir düşüş olma ihtimali bulunmaktadır. Dolayısıyla listelerden elde edilen nüfus ve vergi düzeyleri İdris-i Bitlis'in bahsettiği elli bine yakın bir rakamı göstermektedir.[34]
Bu isyanın ardından Sultan II. Bayezid, Kızılbaş topluluğunu Hemedan vilayetinden ve Tekeli bölgesinden sürgün etmiştir. Anadolu'da binlerce insanın ölümüne neden olan bu isyan ve Safevi Devleti'ne yapılan göçler ve zorunlu sürgünler Tekke Sancağı'nın nüfusunun azalmasına neden olmuştur. Özellikle Tekke bölgesinden 15.000 kişinin gönüllü olarak Safevi İmparatorluğu'na göç etmesi bazı kasabaların küçülmesine, bazılarının ise ıssızlaşmasına neden olmuştur.[35][36]
Bu isyan sonucunda Şahkulu, Antalya'dan Sivas'a kadar başarı elde etmiş ve o dönemde çeşitli nedenlerle zayıf olan Osmanlı yönetimini neredeyse yok etmişti. İsyan, kırsal tarım ve ekonomik hayatta daha fazla aksamaya yol açtı. Şehzade Ahmed'in isyanı bastırmadaki başarısızlığı ve kendisini desteklemeyen yeniçerilere sert davranması, halkın ve ordunun gözünden düşmesine neden oldu. Şehzade Ahmed, en büyük destekçisi Vezir Hadım Ali Paşa'yı da kaybedince tamamen yalnız kaldı. Şehzade Selim kendisine Avrupa'da bir vilayet verildiğini duyunca öfkesi daha da arttı. Şehzade Ahmed, Anadolu'daki isyancıları temizlemek yerine Afyon'da oturup durumu izledi. Onun bu kayıtsız tutumu halk ve asker arasında Şehzade Selim'e olan ilgi ve sevgiyi artırdı. Dolayısıyla bu isyanın Şehzade Selim'in taht mücadelesindeki başarısızlığının sebeplerinden biri olduğu söylenebilir.[37]
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.