Loading AI tools
Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Türkiye'de antikomünizm, kapitalist görüşlere karşı olan ve aksinin gerçekleşebileceğini öneren komünizm düşüncesine karşı olarak komünist sistem ve görüşlerin Türkiye'de yayılımını engelleme çalışmalarıdır.
Türkiye'de komünist faaliyetler 1918 yılına, yani I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti'nin topraklarının işgaline dayanır. Bu süreç içinde ülke gerçekliğine ve evrensel Marksist hareketin dönemsel şartlarına göre farklılık gösteren pek çok komünist parti, hareket ve grup faaliyet göstermiştir. İlk legal parti olan Türkiye Komünist Partisi kurulduğu yıl Mustafa Suphi ve 14 arkadaşının öldürülmesinin ardından parti kadroları yasa dışı zemine çekilmiştir. Günümüze kadar programında Marksist öğeler içeren pek çok legal parti kapatma ile sonuçlanmıştır. Bununla birlikte bazı gruplar ise parti kurma fikrini dışlayıp örgüt yapısı altında devrimci faaliyetler yürütmüştür.[1]
Anadolu'da antikomünist faaliyetler 20. yüzyılın başlarından itibaren gelişmiş, 1920'li yıllarda kapsamlı bir hal almıştır. Bu kapsamda Komintern delegesi ve Türkiye Komünist Partisi kurucusu Mustafa Suphi, 28 Ocak 1921 tarihinde 14 yoldaşı ile birlikte öldürülmüştür.[2] Bu gelişmeyi izleyen yıllarda Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarılarak bütün partiler baskı altına alınmış[3] ve ardından 1927 Tevkifatı olarak bilinen tutuklama süreci başlatılarak Türkiye Komünist Partisi üyelerine karşı yaygın tutuklama politikası devreye konmuştur.[4][5] Hikmet Kıvılcımlı, Nâzım Hikmet, Şefik Hüsnü gibi isimler yargılanarak hapis cezalarına çarptırılmışlardır. Vedat Nedim Tör ve Şevket Süreyya Aydemir ise yargılandıktan sonra beraat etti.
1930'lu yıllarda Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında diplomatik yakınlaşma meydana gelmiştir. Bu bağlamda İsmet İnönü 25 Nisan - 10 Mayıs 1932 tarihleri arasındaki Sovyetler Birliği'ne gitmiş ve birtakım görüşmeler yapmıştır. İnönü Moskova'ya gitme amacını şu şekilde izah etmektedir:[6]
Rusya'dan komünist değil, fakat daha şuurlu olarak geliyorum. Türkiye'nin iktisat ve inşa planını yapmak, inkılap fırkasını komünist ve faşist, yani eski nizamdan yeni nizama geçen memleketlerin fırkalarından örnek alarak kurmak, bürokrasi yerine ihtilalci metodlar almak, hiç durmaksızın büyük yığının terbiyene geçmek.
— İsmet İnönü, 1932
Bununla birlikte Türkiye içerisinde gerek milliyetçi kesim, gerek muhafazakâr kesim (Komünizmle Mücadele Derneği gibi), gerekse zaman zaman ordu nezdinde antikomünist propagandalar yapılmıştır.[7]
1937 yılında Mustafa Kemal Atatürk başkanlığındaki heyet, Hikmet Kıvılcımlı'nın yazılarını zararlı ilan ederek sansürleme kararı almıştır.[8] Kararda "Hikmet Kıvılcımlı tarafından yazılarak İstanbul'da Gütenberg matbaasında basılan "Demokrasi, Türkiye, Ekonomi Politikası" adlı broşürün zararlı yazıları taşıdığı anlaşıldığından, Matbuat kanununun 51. Maddesi mucibince satışının yasak edilmesi; Dahiliye vekilliğinin 18.11.937 tarih ve 7478/33, 7969/3 sayılı tezkereleri ile yapılan teklifleri üzerine İcra Vekilleri Heyeti'nce 15.12.937 tarihinde onanmıştır" ifadeleri geçmektedir.[9]
II. Dünya Savaşı yıllarında, Nazi Almanyası lideri Adolf Hitler, dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye 1 Mart 1941 tarihinde mektup yazmıştır. Hitler mektubunda "Savaşın sona ermesinden sonra Avrupa'nın yaralarını sarma yolunda başlayacak ekonomik gelişme, Almanya’yı ve Türkiye’yi zaruri olarak, tekrar yakın münasebetler içine sokacaktır" ifadelerini kullanmış ve iki ülke arasındaki ilişkilerin iyi yönde artmasını talep etmiştir.[10]
Savaş devam ettiği dönemde Nazi Almanyası büyükelçisi Franz von Papen aracılığıyla diplomatik ilişkiler geliştiren Türkiye, Nazi Almanyası ile 18 Haziran 1941'de Türk-Alman Dostluk Paktı'nı imzaladı[11][12] ve Nazilere 90.000 ton krom madeninin satımı başladı. Bunun karşılığında ise Türkiye'nin silah ve araç ihtiyacı Naziler tarafından karşılanacaktı.[13] İmzalanan antlaşmadan dört gün sonra Barbarossa Harekâtı başladı. Bu harekâtın ardından Nazi Dışişleri Bakanı Joachim von Ribbentrop, büyükelçi aracılığıyla Nazi kuvvetlerinin Türkiye üzerinden Kafkaslar'a ve Irak'a sevkiyatı için Türkiye'ye baskı yapmaya başladı, bu isteğin yerine getirilmesi hâlinde Türkiye'ye Balkanlar'da bazı toprakların ve Ege'de bir adanın teslim edileceği taahhüt edildi.[14] Ancak Türkiye temkinli davranarak açıkça savaşa girmekten kaçındı.
Nazi Almanyası'nın Haziran 1941'de Barbarossa Harekâtı kapsamında Sovyetler Birliği'ne saldırmasından sonra, Türkiye bu savaşa dair tarafsızlığını ilan etmiştir. Sovyet kaynakları bu tarafsızlığın daha çok Hitler Almanyası'na yaradığını belirtmiş ve bu zaman zarfında dönemin Türkiye gazetelerinin, Nazilerin kısa zamanda zaferi kazanacağını yazdığını ifade etmiştir. Bununla birlikte Naziler'in saldırısından 5 gün sonra Sovyetler, Adolf Hitler'in "SSCB'nin İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerindeki talepleri ve SSCB'nin Bulgaristan'ı işgal etme niyeti" konulu deklarasyonuna manşetlerine taşıyan Türkiye gazetelerinin iddialarını da yalanlayıcı açıklama yapmıştır. Ardından 10 Ağustos 1941 tarihli notasıyla Sovyet Dışişleri Halk Komiserliği, SSCB'nin Türkiye'ye karşı hiçbir toprak talebi olmadığını ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin hükümlerini sıkı sıkıya izlemeye hazır olduğunu belirtmiştir.[15]
Dönemin Türkiye Berlin Büyükelçisi Numan Menemencioğlu'nun Berlin'de yaptığı konuşmada "Türkiye gerek önceden, gerekse şimdi Bolşevik Rusya'nın mümkün olduğu kadar tam bir yenilgiye uğratılmasından kesinlikle kazançlı çıkacaktır." ifadelerini kullandığı belirtilmiştir.[15] Dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu da "Bir Türk olarak 'Rusya'nın ortadan kaldırılmasını hararetle istediğini" ifade etmiştir.[15]
Türkiye hükûmeti 1941 yılında Anti-Komintern Paktı'na gözlemci olarak katılmış ve Türk-Alman Dostluk Paktı kapsamında Nazi Almanyası ile dostluk ilişkilerini geliştirmiştir.[16]
1942 yılında Sovyet-Alman Cephesindeki durum özellikle Kızıl Ordu için elverişsizken Türkiye Hükûmeti SSCB sınırına 25'ten fazla tümen yığmıştır. Bu nedenle Sovyet Komutanlığı Büyük Vatanseverlik Savaşı'nın en çetin döneminde çok sayıdaki silahlı kuvvetini SSCB-Türkiye sınırında, Kafkasya'da tutmak zorunda kalmıştır.[15]
Sovyet kaynaklarına göre; Friedrich Paulus komutasındaki 33 Alman tümeninin Stalingrad Muharebesi kapsamında Volga'da bozguna uğratılması, Türkiye'de de yankı bulmuş, dönemin yöneticileri kendi prestijlerini kurtarmak için yaşlı Mareşal Fevzi Çakmak'ı suçlamışlardır.[15] Daha sonra 1946 Temmuzunda Paris gazetesi L'Ordre bu konuda şunları yazmıştır:[15]
“ | "1942 yılında Müttefikler Rusların Stalingrad'ta tutunamamaları hâlinde Türkiye'nin Ruslara saldırmak niyetinde olduğunu biliyorlardı. Ama Paulus silahını bıraktığı zaman İsmet İnönü, bir 'günah keçisi' buldu. Fevzi Çakmak bu girişimi hükûmete danışmadan yapmakla suçlandı. 70 yaşını doldurduğu için emekliye sevk edildi." | „ |
Adolf Hitler tarafından savaş gözlemcisi olarak davet edilen Cemil Cahit Toydemir liderliğindeki Türkiye askeri heyeti- 26 Haziran 1943 ve 7 Temmuz 1943 tarihleri arasında Hitler'in Doğu Prusya'daki karargahı Wolfsschanze'yi ziyaret etmiştir. Ziyarete Walter Schellenberg de eşlik etmiştir.
Müttefik Devletler'in savaştaki üstünlüğü Türk-Nazi ilişkilerini de etkiledi ve 20 Nisan 1944'te Naziler'e yapılan krom sevkiyatı durduruldu.[17] Nazilerin buna tepkisi büyükelçi aracılığıyla nota vermek oldu.[18] Ağustos 1944'te Bulgaristan Krallığı, savaştan çekildi ve ülkeye Kızıl Ordu birlikleri girdi. Bu gelişmelere paralel olarak Türkiye, Nazi Almanyası ve onun müttefiki Japon İmparatorluğu ile bütün ilişkilerini kestiğini duyurdu.[19]
II. Dünya Savaşı öncesi ve savaş sırasında Nazi Almanyası ile ilişkilere sahip olan[20][21] Türkiye'de, açık açık söylenmemesine rağmen komünizm ve Sovyetler Birliği karşıtlığı bulunmaktaydı. 4 Aralık 1945 günü, İstanbul'da, devlet yapısındaki genel antikomünist görüşlerin aksine Türkiye-Sovyetler Birliği ilişkilerinin düzelmesini savunan Tan gazetesi ve civardaki kitapçılar Turancı ve İslamcı gruplarca yağmalanmış, bu saldırılarda çok sayıda insan yaralanmıştır. "Allah Allah", "Komünistlere ölüm" ve "Ne faşistiz, ne komünistiz, demokrat vatanseverleriz", "Kahrolsun komünistler" nidalarıyla Beyoğlu'na çıkan göstericiler burada da, sosyalist eğilimli olarak bilinen "Görüşler" dergisiyle "Yeni Dünya" ve "La Turquie Kemaliste" gazetelerini tahrip ettiler.
Olayların ardından tahrip edilen gazete ve dergilerle birlikte Tan Gazetesi de yayın hayatına son vermek zorunda kalmıştır.[22][23][24]
1952 yılında Komünizm tehdidi ile mücadele amacıyla kurulan NATO'ya giren Türkiye'de, bu ittifak kapsamında birçok yasa çıkarılmış, çok sayıda para ve askeri malzeme alınmıştır. Bu gelen yardımlar kapsamında ABD'nin 6. Filo'su Türkiye'ye gelmiş, fakat bunu protesto etmek için Altıncı Filo'yu protesto olayları olarak anılan birçok gösteri düzenlenmiştir. 16 Şubat 1969 tarihinde 6. Filo eylemleri kapsamında düzenlenen Emperyalizme ve Sömürüye Karşı İşçi Yürüyüşü öncesinde, milliyetçi görüşleri ile bilinen bazı gazeteler "Kızılları Boğmanın Vakti Geldi", "Ya Tam Susturacağız Ya Kan Kusturacağız" manşetlerini atmıştır.[25]
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural 11 Haziran 1966 günü yaptığı konuşmasında komünizmin bir tehlike olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir;[26]
“ | "Komünizm, devletin müesses iktisadi, sosyal, siyasi veya hukuki temel nizamlarını bozmayı hedef tutmaktadır. Bu gibi davranışlar Türk milletini ilkel çağa götürür. Milletimizi bu gibi aşırı sol cereyanlara kaptırmamak için devamlı olarak çalışmak, gerçek aydınların başlıca görevidir." | „ |
1933 yılında Sovyet yönetmen Sergey Yutkeviç tarafından çekilen Türkiye'nin Kalbi Ankara adlı belgesel 1934 yılında gösterildikten sonra, 1969 yılına kadar devlet politikaları gereği gösterilmemiştir. 10 Kasım 1969 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 31’inci yılı münasebetiyle TRT Program Daire Başkanı Mahmut Tali Öngören tarafından arşivden çıkartılarak yayına verilmiş, fakat belgesel tam televizyonda gösterildiği sırada dönemin TRT Genel Müdürü Adnan Öztrak tarafından bir gece baskınıyla, "Bu film ancak Moskova'da seyrettirilebilir, komünizm propagandası yapılıyor" denilerek yayından kaldırılmıştır. Ayrıca Mahmut Tali Öngören de görevinden alınmıştır.[27] Belgesel bu tarihten sonra bütün olarak görülmediği gibi törenle ilgili Sovyetler Birliği ile ilgili kısımları kesilerek bazı parçaları televizyonlarda kopuk kopuk yer almıştır. Belgeselin başında geçen İsmet İnönü'nün Sovyetler Birliği ile dostluğu anlatan konuşması hala piyasadaki ve internetteki versiyonlarında mevcut değildir.
1970'li yıllarda 12 Mart 1971 askeri muhtırası öncesinde, Yeniden Millî Mücadele Hareketi dergisi etrafında örgütlenen ve aralarında Cemil Çiçek, Melih Gökçek, Taha Akyol, Hüseyin Gülerce gibi isimlerin de bulunduğu çeşitli gruplar antikomünizm propagandaları yapmışlardır. 16 Şubat 1971'de derginin kapağında, dönemin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç'ın fotoğrafı yer alarak "Komünistlere karşı ordu-millet el ele" başlığı atılmıştır.[28]
12 Mart 1971 askeri muhtırası sonrası cunta yönetimi sosyalist görüşlere sahip kurum ve kişilere karşı hem orduda hem de halk nezdinde temizlik başlatmış; birçok asker, sosyalist aydın, sendikacı ve öğrenci tutuklanmış ve işkence görmüştür. Türkiye İşçi Partisi (TİP) yöneticileri Behice Boran ve Sadun Aren tutuklanmış, Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli ve Doğan Avcıoğlu gibi isimler yurtdışına kaçmak zorunda kalmıştır. 1972 yılında Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan idam edilmiştir.[29][30][31]
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Şubat 1973'te Komünistler İşçilerimizi Nasıl Aldatıyorlar adlı kitapçık bastırmıştır. Bu Kitapçık "Genelkurmay Başkanlığı, 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı, Selimiye - İstanbul" üst başlıklı, 32 sayfalık bir broşür olup, içeriğinde şu ifadeler yer almaktadır;[32]
“ | "Komünizm, Allah'ı bulamayan, mülkiyet tanımayan ve tatbikatıyla insanları köle gibi kullanan ilkel bir rejimdir. Komünizmi bir rejim olarak sistemleştiren Karl Marks bile, ölümünden az önce: "Pireler ektim, ejderhalar biçtim. Ben marksist değilim. Ben marksist değilim." demek suretiyle bu vahşet örneğini suçlamak zorunda kalmıştır." | „ |
1974 yılında 37. Türkiye Hükûmetinde başbakan olarak göreve başlayan Bülent Ecevit, çeşitli yöntemlerle komünizm karşıtı politikaların hayata geçirilmesinin şart olduğunu ifade etmiştir. Ecevit, konu hakkındaki görüşlerini şu şekilde ifade etmiştir;[33]
“ | "...ve demokrasiye inananlar için, komünizmle özgürlükçü demokrasinin bir arada yürüyemeyeceğini, bizim gibi düşünenler için, bu komünizm tehlikesini önlemek gereklidir. Ama nasıl komünizm, beynelmilel komünizm tek değilse, komünizmi önlemenin yolları da tek değildir. Bunun bir yolunu Demirel idaresi 12 Mart'tan önce denedi, başarılı olamadı. Şimdi biz başka bir yol deneyeceğiz arkadaşlar." | „ |
Bununla birlikte Ecevit, "Türkiye 1965-75" isimli kitabında "Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye'nin en güçlü partisidir. Komünizmi, o önleyecektir, o güçlü oldukça, Türkiye'de komünizm olamayacaktır." ifadelerine yer vererek komünizm ile mücadele politikalarını sürdüreceklerini ifade etmiştir.[34]
12 Eylül Darbesi'nin mimarı Kenan Evren "Biz gelmesek komünistler gelecekti" diyerek durumu şu şekilde anlatmıştır;[35]
“ | "... Müdahaleye karar vermek çok zor bir olaydı... Düşününüz biz sonra ortaya atıldık, 'Ya herru ya merru' dedik. Başarılı olmasaydık biz gidecektik, yerimize onlar gelecekti. İktidarda komünistler olacaktı." | „ |
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.