Loading AI tools
Türk gazeteci, yazar ve komünist siyasetçi Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Mehmed Mustafa Subhi[2][3] (Osmanlıca: محمد مصطفی صبحی, romanize: Meḥmed Muṣṭafā Ṣubḥī), kısaca Mustafa Suphi veya bazı kaynaklarda kullanıldığı haliyle Osmanlıca yazıma göre Mustafa Subhi (4 Ağustos 1882[4] veya 4 Mayıs 1883[5] - 28 Ocak 1921), Türk komünist ve Türkiye Komünist Partisinin ilk Merkez Komitesi Başkanı.
Mehmed Mustafa Subhi محمد مصطفی صبحی | |
---|---|
Mustafa Subhi'nin gençlik dönemlerinden bir fotoğrafı. | |
Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi Başkanı | |
Görev süresi 16 Eylül 1920 - 28 Ocak 1921 | |
Yerine geldiği | Yok (Makam oluşturuldu) |
Yerine gelen | De jure: Yok (Makam kaldırıldı) De facto: Salih Hacıoğlu (Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası MK Genel Sekreteri olarak) |
Kişisel bilgiler | |
Doğum | Mehmed Mustafa Subhi 4 Ağustos 1882 veya 4 Mayıs 1883 Giresun, Trabzon vilayeti, Osmanlı İmparatorluğu |
Ölüm | 28 Ocak 1921 (37 yaşında) Karadeniz açıkları, Sürmene, Trabzon vilayeti, Osmanlı İmparatorluğu |
Ölüm nedeni | Siyasi suikast |
Vatandaşlığı | Osmanlı İmparatorluğu |
Milliyeti | Türk |
Partisi | Türkiye Komünist Partisi (1920-1921) |
Diğer siyasi bağlantıları |
Türkiye İştirakiyun Teşkilatı (1919-1920) Türkiye Sol Sosyalistleri Teşkilatı (1918-1919) Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi (Bolşevik) (1915-1918) Millî Meşrutiyet Fırkası (1912-1913) İttihat ve Terakki (1908-1912) |
Evlilik(ler) | Marya Subhi[1] (? - 1925?) |
İlişkiler | Mevlevizade Saadetli Ali Rıza (Özütürk) Efendi (babası) Memnune (Özütürk) Hanım (annesi) |
Bitirdiği okul | Mekteb-i Hukuk-ı Şahâne l'Ecole Libre des Sciences Politiques |
Mesleği | Öğretmen Yazar Gazeteci Siyasetçi |
Aslen Samsunlu bir aileden gelmektedir. 2 Şubat 1895 tarihli Sicill-i Ahvâl Defteri, No.: 57, sayfa 73'e göre babası, 26 Mart 1812 Giresun doğumlu Mevlevîzade Saadetlû Ali Rıza Efendi'dir.[4] Yine Sicill-i Ahvâl Defteri kaydına göre 28 Kasım 1880 tarihinde 20 yaşında Giresun Rüsum-ı Sitte idaresi'nde mülâzemete (staja) başlamış, 30 Temmuz 1881 tarihinde 200 kuruş maaşla mubassırlığa[not 1] alınmış, 5 Aralık 1883 tarihinde aynı maaşla ayriyeten katib-i saniliğe nakiledilip Reji idaresi bidayet-i teşekkülünden istiğnaya çıkarılarak 14 Nisan 1884 tarihinde 250 kuruş maaşla memuriyet-i sabıkaya ricat ve ahiren 400 kuruşla Tirebolu memurluğuna tahvil ettirilse de adem-i kabulünden naşi açığa çıkmış, 13 Ağustos 1885 tarihinde Giresun Duyun-ı Umumiye Müdiriyeti'ne maa-mubassır (mubassırlıkla birlikte) katib-i saniliğe 200 kuruşa 3. defa tayin olunmuş, 13 Ekim 1886 tarihinde olduğu yerden ayrılmış, 15 Cemaziye'l-Evvel 1306 (Hicrî)/5 Kanun-u Sani 1304 (Rumi)/17 Ocak 1889 (Miladi) tarihinde aynı maaşla yeniden memuriyete girmiş, 4 Mayıs 1890 250 kuruş aylıkla yerine Düyun-ı Umumiye memurluğuna naklolunmuştur.[4] Daha sonradan 1912 yılında Konya valiliği de yapan Ali Rıza Efendi, Cumhuriyet döneminde de bürokrat olarak hizmet vermiş, 1930'da Samsun valiliği yapmış[6][7] ve 28 Mart 1953'te ölmüştür.[8] Annesi, belediye başkanlığı döneminde Samsun'daki sıtma kaynağı görülen sazlığı kurutan Halil Hilmi Efendi'nin kızı Hikmet'tir.[9] Ailenin 9 çocuğundan en son hayatta kalanı, Fitnat Hanım'dı.[9][10]
Mustafa Suphi, Resmî Hâl Tercümesi'ne göre 4 Ağustos 1882 doğumludur. Buna karşılık Paris'te doldurduğu öğrenci formunda doğum tarihini, 4 Mayıs 1883 olarak yazmıştır.[5] Zamanın Trabzon Vilayeti'ne bağlı olan Giresun kazasında doğdu.
İlk öğrenimini Kudüs ve Şam'da, idadi (lise) öğrenimini Erzurum'da gördü. 1905 yılında İstanbul Hukuk Mektebi'nden mezun olduktan sonra Paris'te Siyasal Bilgiler Okulu'nu kazandı.
Doldurduğu bir ankete göre Suphi'nin siyasi faaliyetlere girişimi, 1906 yılından itibaren başlamıştır.[11] Mustafa Suphi, 1908 sıralarında Paris'te görülmektedir.[12] Fransa'da bulunduğu dönem, Mustafa Suphi'nin Celestin Bougle gibi isimler başta olmak üzere burjuva sosyolog olarak nitelendirilebilecek düşünürlerin etkisinde kaldığı yıllardır. Bu yıllarda Suphi'nin İttihatçılar ile yakın ilişki içerisinde olduğu bilinmektedir. Dönemin hükûmet gazetesi olan Tanin gazetesinin muhabirliğini yapmıştır. Aynı zamanda Suphi, Osmanlı Talebe Birliği'nin başkanlığını da bu dönemde yürütmüştür ki bu birliğin kimi üyeleri muhalifleri gözetlemek şeklinde faaliyet yürütmektedir. Bu konu, Paris Emniyet Müdürü'nün hazırladığı 29 Haziran 1910 tarihli bir istihbarat raporuna şöyle yansımıştır:[13]
“ | Şerif Paşa bana siyasî düşmanlarının hayatına kastettiklerini sandığından bahsettiği bir mektup gönderdi. […] Bu mektup üzerine tahkikata girişerek hayatı tehlikede olmasa bile, Paşa’nın çevresinde muhtelif entrikaların çevrildiği haberini aldım. Paris’te ajanları öğrenci kılığına girmiş olan ve şubelerinden biri de 51, Monsieur le Prince sokağındaki Osmanlı Talebe Birliği merkezinde olan bir gizli polis merkezinin faaliyette olduğunu öğrendim. Bu tahkikatta ismini tespit edebildiklerimden biri olan aslen Arnavut Daniş adında biri arkadaşları ile birlikte Osmanlı hükûmetinin isteği üzerine Institute National Agronomique’e dinleyici-öğrenci olarak kabul edilmiştir. Osmanlı Talebe Birliği’ni 43 Ecoles sokağında oturan ve Tanin adlı hükûmetçi gazetenin muhabirliğini yapan Mustafa Suphi adında bir kişi yönetmektedir. Birlik, Osmanlı büyükelçiliğinin tavsiyesi üzerine kendilerine 1000 Frank’a kiralanan bir dairede toplanmaktadır. | „ |
Bu dönem Suphi, 1910 yılında "L'organisation du crédit agricole en Turquie" ("Türkiye'de tarım kredilerinin örgütlenmesi") isimli bir tez yazar ve bu tezi özet olarak "Bulletin du bureau des institutions economiques et sociales" ("Ekonomi ve Sosyal Enstitüleri Bürosu Bülteni") dergisinde yayınlanır.[14][15] Üniversiteden mezun olduğunda Mustafa Suphi'nin akademik unvanı, Legum Doctor (LL.D.) idi.[14]
Eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul'a döner. Burada Tanin, Servet-i Fünûn ve Hak gazetelerine yazılar yazar; Ticaret Mekteb-i Alisi'nde, Darülmuallimin-i Aliye ve Mekteb-i Sultani'de hukuk ve iktisat dersleri verir.
İttihat ve Terakki Fırkası'nın 1911 yılındaki genel kongresine Anadolu delegesi olarak katılır. İttihatçılıktan kopuşu bu kongreden sonra başlar ve 1912 Ağustos'unda partiden tamamen ayrılır ve fırkaya muhalefet etmeye başlar. 1912 yılında Ahmet Ferit'in başkanlığında kurulan ve kurucuları arasında Yusuf Akçura'nın da bulunduğu Millî Meşrutiyet Fırkası'nın kurucuları arasında yer alır.
Suphi, muhaliflere karşı 1912 yılının sonlarında başlayan sürgün furyasından nasibini alır ve Sinop'a sürülür. Sinop'taki Rus konsolos yardımcısı V. Ciudiçi'nin (В. Джиудичи) 15 Haziran 1913'te (eski takvim) İstanbul'daki başkonsolosluğa ve 24 Haziran 1913'te (eski takvim) St. Petersburg'daki Dış İşleri Bakanlığı 1. Dairesine yazdığı raporlarında "Vezir Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesine dahiliyet dolayısıyla 600 şüphelinin Sinop'a sürüldüğü ve içlerinde bir yüksek öğrenim ["liseum"] profesörü M. Subhi'nin olduğu[...]", "hepsinin mahkemesiz sürüldüğünü[...]" ve "17'sinin –tanınmış yetkililer ve görevliler- şehirde denetim altında tutulduğu[...]" bilgisi geçmekteydi.[16]
1914 yılının başlarında kendisini komünist düşünceyle tanıştıracak olan süreç, bir grup arkadaşı ile birlikte bir tekne ile Rusya'ya kaçmalarıyla başlar. Kaçışı, merkezde gözetim altında yaşadığı için görece daha geniş imkanlara sahip olan sürgünler örgütler. 14 kişi, Rusya'dan dönen bir taka sahibiyle anlaşarak 24 Mayıs'ta (eski takvim) yola çıkıp, 29'unda Balıklava'ya, sonra da Sivastopol'a varırlar.[17] Sivastopol Jandarma Ofisi yönetiminin bir raporuna göre, Temmuz 1914 başlarında Bakü'ye gitmek üzere Sivastopol'dan ayrıldı.[18] Suphi bu dönemlerde Osmanlı'ya dönük çeşitli faaliyetlerde bulunur. Osmanlı'nın yaklaşan savaşa girmesine karşı çıkar.[19] Bir dönem Rusya'daki Türklerin hayat standartları ile ilgilendiğinden, Batum'a geçer.[20] Savaş başladıktan sonra Rus hükûmeti bütün Türk vatandaşlarını gözaltına aldı. 22 Ekim 1914 (eski takvim)'te 975 savaş esiri çeşitli işlerde çalıştırılacakları Kaluga'ya gönderildi, yine Kasım 1914 başlarında Kafkasya'dan başka bir tren daha geldi. Suphi, ayrı bir sivil gözaltı altında başta Starom Torg'da Orlov Podvorya'sına yerleşti, sonrasında Blagoveşçenskaya Caddesi'nde bir apartmana taşındı.[21] Bu dönemde Suphi, Kaluga Valisi'ne siyasi sığınmacı pasaportu ve geçim kaynağı başvurusunda bulunsa da bu talepleri kabul edilmedi ve Suphi Fransızca dersi vererek geçimini sağladı.[22] 9 Eylül 1915 (eski takvim) tarihli tüm Türklerin sürgünü emri üzerine Kaluga valisi, 1 hafta sonra içinde Suphi'nin de olduğu 741 kişiyi Urallar'a sürdü ve Suphi, iddiaya göre Urallar'da 1915 yılında Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi (Bolşevik) üyesi oldu.[23][24] 1936 tarihli not tipi bir belgede ise Abid Alimof'un Suphi'ye 1917'de Urallar'da rastladığını, Suphi'nin Bolşevik devrimi sonrası etrafında komünist propagandası yaptığı iddia edilmektedir.[25]
Şubat Devrimi ile serbest kalan Suphi, Ekim Devrimi'nden sonra Şubat-Mart 1918 civarı Moskova'ya gider. Burada, Narkomants'a katılıp komite altında faaliyet yürütür, Stalin'in de onayıyla Narkomants'a bağlı Müskom (Müslüman Komiserliği) altında bir Türk Şubesi teşkil eder ve bunun yayın organı olarak Yeni Dünya'yı çıkarır.[26] Bu dönemde daha çok Kırım ve Odessa'daki, Rusya kökenli ya da savaş esiri Türkler arasında çalışma yürütür. Kızılordu içinde örgütlenen Türk savaş esirlerinden bir birlik ile Rus İç Savaşına katılır.
17-23 Haziran 1918 tarihlerinde Kazan'da toplanan 1. Müslüman Komünistleri Konferansı sonucu kurulan Tüm-Rusya Müslüman Komünistleri (Bolşevik) Partisi'ne bağlı olacak bir Türkiye teşkilatının kurulması için konferansta alınan "Türkiye Sol-Sosyalistleri Konferansı toplanması" kararı sonucu 22-24 Temmuz 1918 tarihlerinde Moskova'da, Merkezi Muskom binasında Türkiye Sol-Sosyalistleri Konferansı toplanır; toplantıda Türk Sosyalist-Komünistleri Teşkilatı isimli bir yapı kurulur.[27] Siyasi programın belirleneceği ikinci bir kurultay 3 ay sonrası için düşünülse de, iç savaşın ortasında kalması sonucu planlanan kurultay gerçekleştirilemez.[28]
Temmuz 1918 Sol-SR ayaklanması sonrası, genelde sol-SR'lere de yakınlığı iddia edilen Suphi için zorlu bir süreç başladı.[29] Bu dönem, bilhassa Suphi'nin rakipleri, Suphi'nin sol-SR ilişkili olduğu şaibesi yaratmışlardır.
Yine bu dönemlerde, Eylül 1918'de Narkomnats, komiseri Stalin'e Mustafa Suphi'nin ve çıkarttığı Yeni Dünya'nın Bolşevik olmadığı, Bakü Komünü hakkında yanlış değerlendirmeler yaptığı, sosyal-patriyotizmi, Prusya gericiliğini vb.'ni savunan bir yayın olduğu temalı bir rapor yazıldı. Raporda şöyle deniyordu:[30]
“ | Yeni Dünya (Novıy Mir), tamamen küçük burjuva intelijensiyasının fikirlerini ve ruh halini yansıtmaktadır. Gazete, Müslüman realitesini milliyetçi bir bakış açısıyla ele almaktadır. Yeni Dünya yazarlarından hiçbiri Türk realitesini sınıfsal ve proleter bir bakış açısıyla aydınlatmaya çalışmamakta ve bunu arzu etmemektedir. Sözü geçen gazetenin yazarları açısından bütün Müslüman çevresinin hepsi birdir. Gazete işçi sınıfına çok az değinmektedir.(...) Makale yazarının iddiası gerçekle örtüşmemektedir. Zira Ermeniler, yazarın iddiasının aksine Bakü Sovyeti’nin sadece yüzde 30’unu oluşturuyorlar. Bu yüzde 30’un içinde yüzde 6 oranında Bolşevikler, yüzde 6 oranında Sosyal-Devrimciler ve geri kalanında Daşnaklar yer almaktadır. Sovyet’teki diğer yüzde 70 ise Ruslar, Türkler ve Lezginlerden oluşmaktadır. Yukarıda zikredilen yazar, bu verileri mutlaka biliyor olmalıydı. Çünkü bu veriler, Bakü proleter basınında tekrar tekrar yayımlanmıştı. Ancak Yeni Dünya gazetesi, provokatörlerin verdiği bilgileri kullanmayı tercih etti.(...) Mustafa Suphi, Rus devrimini mutlakiyetçiliğin nesnel bir sonucu olarak görmektedir. Devrim ve proletarya arasında herhangi bir bağ görmemektedir. Her şeyden önemlisi yazar, Prusya'yı övmektedir. Ona göre devrim Rusya'da, Fransa'da ve İngiltere'de mümkün ancak Almanya'da değil. Yazara göre Prusya'da kanlı despotizm yok, zira imparator ‘emekçi tabakaların’ kaderiyle ilgilenmektedir. Yeni Dünya gazetesinin saf sosyologu, hükûmetin Prusya'da sınıf çıkarlarının uzlaşmasına yönelik faaliyetleri kendi başına yürüttüğünü, Almanya'da Sibirya gibi bir yerin olmadığını, siyasi cezaevlerinin olmadığını, buradaki cezaevlerinde daha çok adli tutukluların bulunduğunu, toplumsal düşünceye mensup her türlü kanat ve akımın özgürce hareket ettiğini ve Almanya'daki emperyalizmin gücünün burada yattığını ileri sürmektedir. Yazar sanki özel olarak Prusya emperyalizmi tarafından teşkil edilen kürek sisteminden hiç bahsetmemektedir. Alman proletaryasına mensup en iyi insanların cezaevinde azap çektiğini hiç dile getirmemekte ve susmaktadır.(...) Mustafa Suphi, Alman emperyalistlerine methiyeler düzerek Türkiye'yi korkunç bir devrimden kurtaracak şeyleri zikretmeye heveslenmektedir. Bu nedenle Türkiye'de devrimin gerekli olduğuna, devrimin Türkiye'deki bütün emekçiler ve halklar için tek kurtuluş yolu olduğuna hiç değinmemektedir. Yazar, Türkiye'de büyük bir nüfusa sahip Türklerin çıkarlarını sadece öne almaktadır. Bu bakımdan Suphi'nin Türkçü (milliyetçi) dünya görüşü, devrimin karakteri ve yapısı ile ilgili aydınlatıcı bilgiler vermesine olanak tanımamaktadır.(...) |
„ |
4-10 Kasım 1918 tarihlerinde toplanan Müslüman Komünistleri Syezdi'nde Türkiye Sosyalist-Komünistleri Teşkilatı'nın (isminden yola çıkılarak) "sol-SR olduğu", "sosyal-şoven olduğu", "içinde ajanlar olduğu", "gerçek bir komünist teşkilatı olmadığı" vb. gerekçelerle syezd'den çıkarılması istenir.[31][32] Suphi örgüt içinde çeşitli Osmanlı ajanları olduğunu kabul eder ve bunlar ihraç edilir ama sol-SR'lik, sosyal-şovenizm vb. suçlamalarını reddeder.[31] TSKT syezdden atılmaz ama Suphi bu dönemde zorlanır.[31]
Suphi'nin şahsına dönük tüm bu saldırılara karşın, Suphi'nin korunduğu ve bu saldırıları atlattığı anlaşılmaktadır, zira Suphi'nin konumu bozulmaksızın kendisi, Komintern'in kuruluşuna giden yolda bir durak olan 19 Aralık 1918 tarihli Enternasyonalist Toplantı'ya Türkiye'yi temsil eden konuşmacı olarak katılıp burada Türkiye ve Rus devriminin önemi üzerine bir konuşma yapmıştır.[33]
Mustafa Suphi, B. Ömerov ve R. Şakirbeyov'un aktardığına göre, 17 Ocak 1920 tarihinde toplanan[34] Türkistan Müslüman Komünist Örgütleri Merkezi Bürosu (Müsburo) 3. Bölgesel Konferansı'na ve 12-18 Ocak 1920 tarihleri arasında toplanan[35] Türkistan Komünist Partisi 5. Genel Bölgesel Konferansı'na katıldı ve konferansları Türk komünistleri adına selamladı.[36]
Mustafa Suphi, 27 Mayıs 1920 tarihinde Bakü'ye gelmiştir.
Birinci Doğu Halkları Kurultayı'nın başkanlık divanında yer almıştır.
10 Eylül 1920'de 15 bölgeden gelen 75 delegenin katılımı ile 10-16 Eylül 1920 tarihleri arasında Türkiye İştirakiyun Teşkilatı 1. Kongresi toplanmış, bu kongrede Rusya'daki ve Türkiye'deki tüm teşkilatların birleştirilmesi kararı alınmış ve Türkiye Komünist Fırkası kurulmuştur.
Sovyet hükûmeti tarafından güvenilen ve Anadolu'daki komünist hareketin gelecekteki lideri olarak görülen Suphi, partinin aldığı karar doğrultusunda Anadolu'ya geçme ve Türkiye'deki komünist harekete yön verme kararını alır. Bu kapsamda işgale karşı Anadolu'da savaşmak üzere Sovyetler Birliği'nde bulunan Türk askerlerden bir Bolşevik Tabur oluşturulur ve Anadolu'daki Kuvâ-yi Milliye hareketi komutanlığının emrine verilir. Ancak bu birliğin beraber savaşması mümkün olmayacak ve askerler değişik birliklere dağıtılacaktır. 1921 yılının Ocak ayında BMM'nin çağrılısı olarak Ankara'ya doğru yola çıkan Suphi ve arkadaşlarının Türkiye'de siyasi kargaşa çıkartmak istediğinden şüphelenen TBMM ve Doğu Cephesi Komutanlığı kendilerine koruma vermeyerek, Kars ve Erzurum'da linç girişimlerine uğramalarına ilgisiz kalırlar.[kaynak belirtilmeli]
1921 yılının 28 Ocağı'nı 29'a bağlayan gecesi 14 yoldaşı ile birlikte Trabzon'dan Sovyetler'e geri gönderilmek için bindirildikleri teknede Kayıkçılar Kahyası Yahya Kahya tarafından öldürüldüler.[37][38] Daha sonra bindikleri tekne de batırılmış ve kimsenin cansız bedeni bulunamamıştır. Saldırıdan sadece Mustafa Suphi'nin karısı Meryem sağ olarak kurtulabilmiştir. O da Yahya tarafından önce seks kölesi yapılmış daha sonra ise bölgenin zenginlerinden Nemlizade Ragıp Bey'e satılmıştır.[39]
Cinayetin baş sorumlularından Yahya Kahya, bölgede yaptığı yolsuzluklar ve Enver Paşa'yı ülkeye sokma planları yüzünden daha sonradan Sivas'ta ağır ceza mahkemesinde yargılansa da, suçsuz bulunup salıverildi. Bunun üzerine Yahya Kahya'nın özellikle dost meclislerinde "Sanki bütün işlerde, ben tek başıma mı idim? Daha üstüme varırlarsa, her şeyi olduğu gibi ortaya dökerim." minvalli sözler söylemesi sonrası[40] Yahya Kahya, kimliği belirsiz kişiler tarafından öldürüldü. Ölümünü gündeme getiren Trabzon mebusu Ali Şükrü de kısa bir zaman sonra (iddiaya göre) Topal Osman tarafından öldürüldü. Topal Osman da, işlediği iddia edilen cinayet yüzünden İsmail Hakkı tarafından öldürüldü. Böylece, cinayetin icracılarının başı Yahya Kahya, bir seri ölümler zincirinin kurbanı oldu.
20 Şubat 1921 tarihli RKP (B)'nin parti içi raporunda cinayetin ilk ulaşan haberleri üzerinden yapılan bir değerlendirmede, RKP (B)'nin TKP'nin ülkeye geçme çalışmasının eleştirisi olarak anlaşılabilecek kimi analizler yapılmış ve daha çok "sol sapmanın", "maceracılığın", "keyfiyetçiliğin" tehlikelerine dikkat çekilmiştir.[41]
28 Mayıs 1923 tarihinde evlendiği, bir dönem New York Başkonsolosluğu da yapan Mehmet Ali Tevfik Yükselen (ö. 21 Eylül 1941)'in eşi ve Mustafa Suphi'nin kız kardeşi Jale İsmet hanım (1900-6 Ocak 1951) da, daha sonradan girdiği bir bunalım sonucu[10] intihar etmiştir.[8]
Bazı kaynaklara göre Mustafa Suphi Enver Paşa'nın Moskova'daki siyasi faaliyetlerinden haberdardı ve Enver Paşa'nın Anadolu Hareketi'nin yenilgiye uğramasından sonra Bolşevikleri kullanarak Türkiye'deki otoriteyi ele geçirme planını biliyordu.[42] Suphi'nin bu gizli planını ifşa etmesinden endişe edildiği için onun taraftarları tarafından öldürüldüğü iddia edilir.[42] Ayrıca Murat Bardakçı; Yahya Kahya'nın Enver Paşa'ya bağlı olduğunu ve öldürme emrini ondan aldığını öne sürmektedir.[43][44] Buna karşılık bazı kaynaklara göre, Mustafa Suphi'yi Kemalistler öldürtmüştür; kimilerine göre ise (mesela Mete Tunçay) Mustafa Suphi, Kazım Karabekir ve dönemin Erzurum valisi Hamit Bey'in inisiyatifi sonucu öldürülmüştür. Daha az rağbet gören iddialar, Mustafa Suphi'nin bir "Türkiye-Rusya anlaşması sonucu Moskova'nın da rızasıyla tasfiye amaçlı öldürüldüğü" (Kemal Tahir),[45] veya yanındaki paralar için öldürüldüğü şeklindedir. Nitekim Akdes Nimet Kurat, Dr. Samih Çoruhlu sahte adıyla yazdığı "İstiklal Savaşında komünizm faaliyeti" başlıklı yazı dizisinde şöyle yazmıştır:[46]
“ | Yahya kâhyanın "yoldaşları" öldürmesinde "para"nın da dahil olduğu mümkündür. (...) yanlarında hem de "altın" olmak üzere bir miktar para vardı. Galiba 8.000 altın mevcuttu. Yahya kâhya ve adamları bunun kokusunu almış olmalıdırlar. Onlar için "ideolojik" problemlerin o kadar önemi yoktu. Bu "dinsiz-hainler" "gebertilince" üstelik hem "memleket kurtulacak" hem de çokça "altın" ele geçecekti. Bu suretle bir taşla iki kuş vurulmuş olacaktı. Tabiatiyle, Yahya kâhyanın adamları "yoldaşları" öldürdüklerini saklamışlardı; hava çok fırtınalı olduğundan "yoldaşları" götüren motorun "battığı" şaiasını yaymışlardı. Bir müddet çok kimse buna inanmıştı amma bu işe karışanlardan bazılarının dilleri durmamış, sağa sola anlatmışlardı. Hattâ "batar" motorun geri döndüğünü görenler olmuştu. | „ |
Suphi, genel Sovyet tarih yazımında büyük bir yer tutmasa da, bilhassa bulunduğu bölgeler olmak üzere lokal olarak SSCB'de kimi yerlerde onurlandırıldı. Çeşitli hatalar içerse de ve bu hatalar sonraki kimi araştırmacıları yanıltsa da, hakkında bir ansiklopedi maddesi Büyük Sovyet Ansiklopedisi 2. serisinde çıktı.[47] 1940 itibarıyla Kırım'da Mustafa Suphi'nin adını taşıyan sokak, Simferopol'de 1927 yılında inşa edilen ve Tatar sürgününe değin "Subhi Sinema Salonu" olarak bilinen Rodina sinema salonu,[48] Kerç'te kulüp, Yalta'da sanatoryum, Kuybışev rayonunda kolhoz ve kimi başka kuruluşlar vardı.[49] Azerbaycan'da 2013 yılına kadar Mustafa Suphi adına bir sokak mevcuttu, lakin Azerbaycan Kafkas Müslümanları İdaresi Başkanı Allahşükür Paşazade'nin Bakü Valiliği'ne Mustafa Suphi adına ne Türkiye'de ne de Rusya'da artık bir sokak veya cadde ismi kalmadığı gerekçesiyle sokağın isminin Nabat Aşurbeyova ile değiştirilmesini talep eden başvurusu sonucu, başvurusu kabul edilmiş ve sokağın adı değiştirilmiştir.[50][51]
Mustafa Suphi'nin Rusya'da en azından bilinen (ve büyük ihtimal tek olan) Marya (veya kaynaklarda geçen diğer bir şekliyle Meryem) isimli bir eşi vardı, lakin farklı kaynaklar hakkında farklı bilgiler vermektedir. Ahmed Cevad, kendisinden herhangi bir isimle bahsetmeyip, Yahudi olduğunu iddia etmiştir.[52] Kendisini Kırım döneminden tanıyan eski bir Bolşevik, Bakû'da Vanda isimli Polonyalı birisiyle evlendiğini iddia etmiştir.[53] İbrahim Topçuoğlu isimli eski bir TKP'li, isminin Marya değil Semiramis olduğunu ve kendilerinin kısaca Semra diye hitap ettiklerini, ayrıca kendisinin Türk olduğunu iddia etmiştir.[54]
Mustafa Suphi, Türkçenin yanı sıra Arapça, Fransızca ve Rusça bilmekteydi.
Mustafa Suphi, döneminde Türkiye'de milli mesele üzerine çok detaylı eserler vermediyse de, Osmanlı İmparatorluğu altındaki çeşitli milliyetlerin gördüğü baskılar ve onların mücadelelerini çeşitli yerlerde işlemiştir. Mustafa Suphi, her ne kadar o dönemler anti-komünist olan Daşnaksütyun aleyhinde olsa da, çeşitli yazılarında Ermeni bağımsızlık hareketlerinin kimi taleplerini olumlamıştır. Sosyalizm için cidal başlıklı yazısında "Türkiye'nin zulüm ve kahır içinde yaşayan diğer halklarına el uzat." diyerek çeşitli milliyetlerin varlığını ve baskı gördüğünü, bunlarla birleşilmesi gerektiğine işaret ediyordu.[55] Yine daha açık bir biçimde Türk milliyetçiliğinin hem başka milliyetleri, hem de Türkleri ezdiğini savunuyordu:[56]
“ | Jön Türk hareketinin yandaşları, ilerici ulusal hareketin ve İslam'ın dinsel kuralları alanında reformların sınırları içerisinde kalmadılar. Ulusalcı akımlar onları Türkiye'deki tüm ulusal toplulukları tutsaklaştırmaya, baskı altında tutmaya itiyordu. En aşırı bir ulusalcılık düşüntüsünden esinlenen İttihat ve Terakki Partisi yöneticileri, bu ulusalcılık adına, Anadolulu bahtsız Türk köylülerinin kanını akıtmaktan çekinmediler. | „ |
Çeşitli milletlerin özerklik ve bağımsızlık dahil taleplerini de kabul eden bir çeşit uluslar federasyonu benimseyen görüşleri, "Tarihi Vazife" isimli yazısında daha açık bir şekilde şöyle geçiyordu:[57]
“ | (...) Bundan hemen on sene evvel bizler: hükûmetçi veya köylü sosyalistler, minimalist milletçiler, federalistler, hulasa Türk gençliğinin mutasallıt şoven İttihad ve Terakki siyasetine karşı ayaklanan kısmı, bir taraftan memleketi ve rençper halkı faleketten felaketlere sürükleyecek muharebelere nihayet vermeğe çalışırken, diğer taraftan Anadolu'ya hayat verecek medeni, inkılabî inkişaflara zemin ve yol arıyorduk. Bu inkişaf, bizim fikrimizce, dahilde Makedonyalılar'ın, Arnavutlar'ın, Araplar'ın, Kürtler'in, Ermeniler'in ilah...medeniyet, muhtariyet ve hatta istiklallerine istidatları [yetenekleri] derecesinde yol vererek hür milletlerin hür ittihadı halinde "milli tesanür"ler vücut bulacaksa, hariçten de Alman ve İngiliz emperyalizminden ziyade beynelmilel amele hareketine istinad ile kuvvet alabilecekti. (...) |
„ |
Nihayetinde Suphi'nin bilhassa Ermeni meselesi olmak üzere milli meselenin çözümünde görüşü, milliyetçi partilerin değil, enternasyonalist komünist partilerin ancak başarılı olabileceğiydi:[58]
“ | Türk ve Kürtlerin Ermenileri, Ermenilerin Kürtleri ve Türkleri takibe, mahva, yok etmeye koşmaları; bu fetihlik davasında medeniyetleri vahşiyetle yoğrulmuş Avrupalı emperyalistlerin insan ruhuna ektikleri, akıttıkları zehir; bu, masum milletler arasında kast ile sokulan, din ve millet hırslarıyla yakılan bir düşmanlık; Ermenilere Anadolu'nun yarısını vadedip sonra Türk ve Ermeni milletleri arasında katliamlar ve yağma ateşleri yakıp, daha sonra da tutuşturdukları bu yangını söndürmek için Küçük Asya'nın işlerine karışmak... Anadolu'yu ne Türklere, ne Kürtlere, ne de Ermenilere değil, ancak kendilerine almak... İşte onların maksatları... Bu hakikati Türk ve Ermeni işçi ve köylüsünden bilmedik, anlamadık hiç kimse kalmamış olmalı; Bu hakikati halka anlatmak ve o feci cinayetlerin önünü almak, Türk ve Ermeni iknılâpçıların ve bu inkılâpçılardan özellikle komünist enternasyonalistlerin vazifesidir. Türk emperyalistleriyle Ermeni burjuvaziyasının bu iki halkın mahvına yürüyen hareketlerini takip ve bu hususta bütün dünyayı aydınlatma Türk komünistlerine düştü; bizler üstümüze düşen bu işi bütün imkânsızlıklarına bakmadan elden geldiği kadar işlemeye çalıştık; bundan sonra da çalışacağız, fakat bu husustaki uğraşın bir kısmı da Ermeni yoldaşlara kalıyor. Enver Paşa'dan fukara halka bir fayda gelirse, Taşnaksütyûnlardan iyilik beklenebilir, fakat Ermeni enternasyonalist dostlarımız bizim en büyük ümitlerimizi temsil etmektedirler... |
„ |
Mustafa Suphi'nin dini inancı konusunda çelişkili veriler vardır. Suphi, 1920'de doldurduğu ankette dini kısmına "İslam" yazsa da,[11] din karşıtı olduğu yönünde kimi anlatımlar da mevcuttur. Bunlardan birisi olan İ. Nuriyev'in tanıklığı, şu şekildedir:[59]
“ | Subhi yoldaş sıkça yürüyüşlerde ve toplantılarda konuştu. Subhi yoldaş tarafından verilen dünyada durum, din-karşıtlığı teması vb. üzerine açık ve derin bilgilendirici dersler ve raporlar, Simferopol şehrinin geniş emekçi kitlelerini her daim ilgisini çekti. Subhi yoldaş tarafından Mayıs 1919'da yapılan bir konuşmayı hatırlıyorum. Simferopol "rüştiye" okulu (şimdi 12. Tatar Okulu) bahçesi yürüyüş için toplanan kitleyle dolmuştu. Kürsüde M. Subhi yoldaş din karşıtı bir rapor okudu. Bilimsel verilerle silahlanarak dinin zararlarını kanıtladı ve ruhbanları teşhir etti. Bütün dinleyicilerin dikkati Subhi yoldaşın raporuna kitlenmişti. Yürüyüşte Simferopol'un en seçkin mollaları da vardı ama tek biri bile bir tek söz söylemeye cesaret edemedi. O sırada komünist Dost-Mambet Hacı elini kaldırdı ve haykırdı: "Kahrolsun dindarlık!" Bu sözleri işiten mollalardan birisi yekinip sandalyesinden fırladı ve kalabalığa dönerek konuştu: "Cemaat! Bunların hepsi ateisttir, imansızdır. Uçurumun en dibine gelmişlerdir. Sizleri doğru yoldan çekip çıkararak imansız Bolşevikler yapmak istiyorlar. Bunların sopayla defedilmesi gerekmektedir." Subhi yoldaş histerik yakarmaları dinene kadar bekledi ve tekrar yerini alarak bir dinin temsilcisi olmasına rağmen inancının doğruluğunu kanıtlayabilecek bilimsel, ikna edici tek bir gerçeği bile dile getiremeyen ve getiremeyecek olan bağırıp çağıran mollayı işaret etti ve karakteristik coşkunluğuyla devam etti: "Yoldaşlar, dini inanç perdesi ardına bürünüp halkı arsızca kandıran bu gibi karşı-devrimci düzenbazlara karşı devrimin nihai sözü, kafaya tek bir kurşun olacaktır!" Son sözler molla bilincini kaybedip yere düştüğü anın neredeyse ramağında söylenmişti. Bir iki kişi onu kalabalığın arasından çekip çıkardı. |
„ |
Mustafa Suphi'nin sosyalist olduğu dönemlerden bugüne ulaşan kitap biçiminde bir eseri yoktur, buna karşılık ekseriyeti Yeni Dünya'da çıkan daha çok ajitatasyon içerikli yazılarından, çoğunluğu Yeni Dünya'dan seçmeler olmak üzere bazı yazıları 1923 yılında Sovyetler Birliği'ndeki Türkiye komünistleri tarafından basılan 28-29 Kanunusaniyi Unutma anı kitabında derlenmiştir. Bunun dışında Suphi'nin Jizn Natsiyonalnostey (Milliyetlerin Yaşamı) gibi süreli yayınlar başta olmak üzere çeşitli yayınlarda yazıları yayınlanmıştır.
Bu dönemde bir kısmı bizzat Mustafa Suphi'nin kendisince, bir kısmı ise kendi denetimi altındaki çeviri departmanınca çeşitli Marksist klasikler, Sovyet hükûmetinin ve Rusya Komünist Partisi (Bolşevikler)'nin güncel belgeleri çevrilmiştir. Bunlardan en meşhur olanı, Mustafa Suphi'nin bizzat kendisinin çevirisine giriştiği Komünist Parti Manifestosu'dur. Uzunca bir dönem tamamlanmış ama kayıp olduğu düşünülen bu çeviri, 1980 yılında ilk defa Sovyetler Birliği'ndeki eski bir komünistten edinilerek Mete Tunçay tarafından kamuoyuna sunulmuş, 1982 yılında yayınlanan Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler kitabında ise çevrim yazısı yayınlanmıştır.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.