Loading AI tools
29. Osmanlı sadrazamı Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Pargalı İbrahim Paşa, Makbul İbrahim Paşa, Frenk İbrahim Paşa, Damat İbrahim Paşa ya da öldürüldükten sonraki ünvanıyla Maktul İbrahim Paşa (y. 1495, Parga - 15 Mart 1536, Kostantîniyye[b]), I. Süleyman saltanatı döneminde 27 Haziran 1523 - 15 Mart 1536 tarihleri arasında sadrazamlık yapan, önemli siyasal ve askerî olaylarda rol oynayan Osmanlı devlet adamı. Sahip olduğu yetkiler sebebiyle Osmanlı İmparatorluğu dış siyasetinin beyni olarak kabul edilmektedir.
Pargalı İbrahim Paşa | |
---|---|
Pargalı İbrahim Paşa'yı gösteren bir gravür (1648) | |
Osmanlı Sadrazamı | |
Görev süresi 27 Haziran 1523 - 15 Mart 1536 | |
Hükümdar | I. Süleyman |
Yerine geldiği | Pîrî Mehmed Paşa |
Yerine gelen | Ayas Mehmed Paşa |
Mısır Beylerbeyi | |
Görev süresi 1525-1525 | |
Hükümdar | I. Süleyman |
Yerine geldiği | Güzelce Kasım Paşa |
Yerine gelen | Güzelce Kasım Paşa |
Kişisel bilgiler | |
Doğum | y. 1495 Parga, Osmanlı Yunanistanı |
Ölüm | 15 Mart 1536 İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu |
Evlilik(ler) | Hatice Sultan (?) |
Çocuk(lar) | Mehmed Şah[a] |
Kesin memleketi bilinmemekle birlikte, çeşitli kaynaklarda Rum, İtalyan ya da Hırvat asıllı olduğu söylenmektedir. Evliya Çelebi ise ailesinin Razgrad kökenli olduğunu ve bu nedenle orada görkemli İbrahim Paşa Cami'sini ve Kurşunlu Han'ı inşa ettirdiğini iddia etmiştir. Babasının Parga'da bir denizci veya balıkçı olduğu tahmin edilmektedir. Küçük yaşta devşirme yolu ile Manisa'ya getirilen İbrahim, burada Süleyman tarafından maiyetine alındı ve ölümüne kadar onun yanından ayrılmadı. Belgrad ve Rodos seferlerinde yer aldı. Süleyman'ın saltanatının başlamasıyla birlikte, hızla yükselerek önce has odabaşı oldu, daha sonra ise sadrazamlığa yükseldi. Bunların yanında Rumeli ile Anadolu Beylerbeyi ve Seraskerlik makamlarının da sahibi oldu.
Görkemli bir düğünle evlendikten kısa bir süre sonra, Hain Ahmed Paşa'nın isyanı sonrası iç karışıklıklarla uğraşan Mısır'a düzeni sağlaması için gönderildi. Mısır'a kara yolu üzerinden giderken, birçok noktada halkın şikâyetlerini dinleyerek çözüme kavuşturdu. Mısır'da birçok yenilik yaptı. Macaristan'da gerçekleşen Mohaç Muharebesi'nin kazanılmasında büyük rol oynadı. I. Viyana Kuşatması'na katıldı, 1533 yılında Avusturya ile imzalanan ve Avusturya arşidükünü Osmanlı sadrazamına eşit sayan, İstanbul Antlaşması'nın görüşmelerini yürüttü.
14-15 Mart gecesi iftar için saraya davet edilen İbrahim Paşa, padişahın emriyle gece saraydaki odasında dört dilsiz cellat tarafından boğularak idam edildi.
Farsça, Rumca, Sırpça ve İtalyanca dillerini bilen İbrahim Paşa, sanata oldukça meraklıydı. Müzik alanında çocukluğundan itibaren yoğun bir eğitim gördü. Bunun yanında 13 yıllık sadrazamlık görevi süresince birçok cami, medrese, hamam ve çeşme gibi eserler yaptırdı.
Pargalı[2], Frenk[3], Makbul[3][4] ve Maktul[3][5][4] gibi ünvanlarla anılan İbrahim Paşa'nın hayatının ilk yıllarına dair ayrıntılı bir bilgi yoktur.[2] Pargalı İbrahim Paşa'nın kökeni ile ilgili farklı bilgiler mevcuttur. Eski Osmanlı kaynakları Efrenci (Frenk) olduğundan bahsetmektedir.[3] Sonradan yazılan kaynaklarda ise babasının Parga'yı yurt edinen Cenevizli ya da Cenovalı bir İtalyan balıkçı olduğu belirtilmektedir.[3] Bunların dışında Pargalı İbrahim Paşa'nın Rum veya Hırvat olduğu iddia edilmektedir.[6][3] Bazı kaynaklar İbrahim'in bir Slav lehçesi konuştuğunu, 1533'te Habsburglar ile yapılan barış görüşmeleri sırasında I. Ferdinand'ın Hırvat elçisi Jerome ile ana dilinde sohbet ettiğinden bahsetmektedir.[7][c] Âlî tarihi ile Hadikatü'l-vüzera isimli eserlerde Frenk olduğu yazılıdır. Hadikatü'l-vüzera bunun yanında Rum asıllı olduğunu da söylemektedir.[6][3] Avrupa kaynakları ise Rum, İtalyan ve Arnavut olduğuyla ilgili farklı bilgiler vermektedir.[9]
Doğumunun kesin tarihi bilinmemekle birlikte, İbrahim'in kendisinin 1494'te Süleyman'la aynı hafta doğduğunu söylediğini belirten rivayetler mevcuttur.[3][d] Bunun dışında doğumuyla ilgili yapılan araştırmalarda genellikle 1493 tarihi verilmektedir.[11][12][13] Ayrıca Latîfî ve Yılmaz Öztuna 1495[14][15], Hester Donaldson Jenkins ise 1494 yılını zikretmektedir.[16] Rivayetlere göre günümüzde Yunanistan'da kalan Parga yakınlarındaki bir köyde doğdu.[3] Ayrıca Venedik diplomatlarının raporlarında da, İbrahim'in sık sık Parga'da doğduğunu söylediği beyan edildi.[e] Ailesi hakkında çok az bilgi olmasına karşın, babasının bir denizci veya balıkçı olduğu düşünülmektedir.[5][18][19][10][16][20][3] II. Bayezid devrinde korsanlarca ya da askerî bir baskında esir edildiği tahmin edilmektedir.[10][16][21][22][23][2][3] Daha sonra Osmanlı'nın veliaht şehzadelerinin görev yaptığı Manisa'ya (Saruhan Sancağı) götürülen İbrahim'in Manisa sarayına nasıl geldiğine dair farklı rivayetler vardır.
Bir rivayete göre II. Bayezid devrinde Bosna valisi İskender Paşa tarafından, bir akın esnasında ele geçirilen İbrahim, yetenekli olduğu düşünülerek Kefe Sancak Beyi Süleyman'a hediye edildi ve onunla birlikte saraya gitti.[6][24][18][2] Diğer bir rivayete göre ise, Manisa'da zengin ve dul bir kadına satıldı.[5][20][16][9][18][3] Bu kadın İbrahim'in, İslamiyet, yabancı dil, şiir ve özellikle keman çalma konusunda iyi bir müzik eğitimi almasını sağladı.[25][10][20] Daha sonra ise İbrahim Süleyman'ın hizmetine girdi.[6][19][18][26] Bu son rivayete göre Şehzade Süleyman bir gezinti esnasında ağaçların arasında İbrahim'in çaldığı kemanın sesini duydu ve onu yanına çağırttı. Giyimini ve yeteneğini beğendiği için onu maiyetine aldı.[3]
İbrahim Paşa, kökenini ve ailesini hiçbir zaman unutmadı.[27] 1527'de babası onu ziyaret etmek için Kostantîniyye'ye geldi ve daha sonra annesi ve iki erkek kardeşi sarayda kaldı.[27][28][29] Babası İslam'ı kabul ederek Yunus adını aldı[30][18][31] ve İbrahim ona bir sancak veya valilik verdi.[27][23][18] Bu sayede babası 2.000 altınlık bir yıllık gelir elde etti.[29] Devşirilmeden önce Hristiyan olan İbrahim, İslam'ı benimsedi. O dönemde bir Hristiyan'ın Osmanlı İmparatorluğu'nda bu şekilde bir kariyer yapması olanaksızdı.[27][28]
I. Süleyman'ın maiyetinden idamına kadar geçirdiği yıllar boyunca, Pargalı onun yakın arkadaşı ve danışmanı oldu.[9] Süleyman padişah olduktan sonra onunla birlikte İstanbul'a geldi ve Osmanlı Devleti'nde Sadrazamlık, Anadolu ve Rumeli Beylerbeylikleri ve Seraskerlik (1528/29-1536) dâhil olmak üzere en üst düzeylerdeki görevlerde bulundu.[32]
Boğdan Prensi Dimitri Kantemiroğlu, İbrahim'in sekizinci odaya bağlı sıradan bir yeniçeri olduğunu iddia etti. Ancak Hammer onun bu görüşünün doğru olmadığını ve İbrahim'in askerî değil, sivil bir eğitim aldığını belirtti.[33] İbrahim, Kostantîniyye'ye geldikten sonra ilk olarak Enderûn Mektebi'nde eğitim gördü.[33] Süleyman'ın şehzadelik yıllarında iç oğlan olarak görev yapan İbrahim,[33] Süleyman'ın padişah olması ile birlikte ilk olarak hademe-i hassa reisi ve doğancıbaşı makamlarına getirildi.[34][33] Daha sonra has odabaşılık ve iç şahincilerbaşı görevine atandı.[2][35][6][32][36] Bu makamlarda yaklaşık 2 yıl 8 ay görev yaptı.[3] Padişah, İbrahim'i daha büyük rütbelere getirmeden önce çeşitli muharebelere götürerek tecrübe kazanmasını sağladı.[26] 1521'de Belgrad'ın Fethi'nde kapı ağası rütbesiyle görev aldı.[2] Bu seferin öncesinde masrafları Süleyman tarafından karşılanan At Meydanı'ndaki İbrahim Paşa Sarayı'nın inşası başladı.[2][35][37][f] Padişahın bir saray inşa ettirmesi, İbrahim'in nüfuz ve gücünün artmasını sağladı.[35][37] 1522'deki Rodos seferine katıldı. Bilim, cesaret ve düşünce alanlarında kendini geliştirmeyi başaran İbrahim, padişahla düşünce alışverişinde bulunup seferlere katıldı ve devlet yönetiminde de söz sahibi olmaya başladı.[38] Aynı zamanda da, kişisel servetini de artırdı.[39] Alçak gönüllü kişiliği sayesinde, diğer vezirler İbrahim'e karşı kin beslemeyerek, onu padişahın bir eğlence arkadaşı olarak gördüler.[38]
İbrahim 27 Haziran 1523'te,[g] Osmanlı Devleti'nin kanun ve geleneklerinde görülmeyen bir şekilde, has odabaşılık görevinden Pîrî Mehmed Paşa'nın yerine sadrazam olarak atandı.[42][21][6][2][43] Aynı zamanda Rumeli Beylerbeyi makamının da yeni sahibi oldu.[42][2][43] Bu makamda hiç tecrübesinin olmaması nedeniyle, divan kurallarını öğretmesi amacıyla Celâlzâde Mustafa Çelebi İbrahim Paşa'nın danışmanı olarak görevlendirildi.[6] Bu karar, önceki vezirlerin baskısından ve rekabetlerinden yılmış olan halk tarafından sevinçle karşılandı.[38] İbrahim, sadrazamlığa yükseldikten sonra, bu görevi Rumeli Beylerbeyliği ile birlikte yürüttü.[19] 17. yüzyılda Koçi Bey, IV. Murad'a sunduğu eleştirel tarzdaki Koçi Bey Risalesi'nde, İbrahim'in kanun ve teamüllere aykırı bir şekilde sadrazam yapılmasını şu sözler ile tenkit etti: Harem-i hâss huddâmmdan silâhdârı olan İbrahim Paşa'yı def'aten Vezir-i a'zam idüp evvelki kaideyi gözetmedi. (...) iltifât-ı Pâdişâhîye mağrûr olmağla vukuufu olanlara dakhî suâl itmeğe tenezzül eylemeyüp gafletleri kemâlde olmağın âlemin intizâmı bozuldu.[43]
Pîrî Mehmed Paşa'nın sadrazamlığı döneminde, ikinci vezir makamında bulunan Hain Ahmed Paşa, Has Odabaşı İbrahim'in sadrazam olmasından sonra büyük bir hayal kırıklığına uğradı.[44] Pîrî Mehmed Paşa'nın gözden düşmesinde etkisi olan Ahmed Paşa,[19][45][46] Celâlzâde Mustafa Çelebi tarafından; hemen hemen herkese isyan eden asi bir ruhu vardı. Yükselmeğe pek hırslı olan kalbi bir fesat ocağı idi sözleriyle tanımlanmıştır. [47] Ahmed Paşa ve onu destekleyenler tarafından, Pîrî Mehmed Paşa'nın rüşvet aldığı dedikodusu yayıldı. Padişah, Kazasker Fenarîzade Muhyiddin Çelebi'yi bu iddiaların doğruluğunu araştırması için görevlendirdi. Pîrî Mehmed Paşa'ya kin güden Muhyiddin Çelebi, araştırmanın neticesini Pîrî Mehmed Paşa'nın aleyhine olacak şekilde padişaha bildirdi ve Pîrî Mehmed Paşa suçlu bulunarak sadrazamlıktan azledildi.[48] Sadrazam olan İbrahim'in emrine girmek istemeyen Ahmed Paşa, padişahtan Mısır Beylerbeyliği'ni istemeye başladı.[49][45] Padişah da, Ahmet Paşa'nın akıbetini merak ettiği için onu Mısır Beylerbeyi olarak atayarak her istediğini verdi.[44][46]
Ancak Ahmed Paşa, Kahire Sarayı'na ulaşınca, saltanat ve bağımsızlık hevesine kapıldı.[50] Mısır hazinesindeki değerli paraları ve altınları kullanarak, Mısır askerlerinin ele başlarını iradesi altına aldı. Mısır'daki Osmanlı kanun ve düzenini, kendi istek ve arzularına göre değiştirdi.[50] Ahmed Paşa'nın bu yaptıklarını öğrenen Padişah ise, Ahmed Paşa'yı görevden azlederek idam edilmesini emretti. Ancak bu kararı öğrenen Ahmed Paşa ise isyan etti ve "el-Melikü'l-mansur Sultan Ahmed Han" ünvanıyla saltanatını ilan ederek, kendi adına hutbe okutup sikke bastırdı.[50][51][52] Ancak daha sonra yakalanarak idam edildi.[53][54]
İbrahim Paşa'nın eşinin kimliği devam eden tartışmaların konusudur.[55] Tarihçiler genellikle paşanın Süleyman'ın kız kardeşlerinden biriyle evli olduğunu öne sürme eğiliminde olsalar da, bunu kanıtlayacak hiçbir kayıt bulunamadı.[56][24][55] Yazılı kaynaklarda İbrahim Paşa'nın düğünü hakkında ayrıntılı bilgi olmasına karşın, evlendiği kişi ile ilgili hiçbir bilgi yer almamaktadır.[h] İbrahim Paşa, Mayıs 1524'te At Meydanı'nda iki hafta boyunca devam eden bir düğünde evlendi.[58] Düğüne, başta padişah olmak üzere ordunun ve hükûmetin ileri gelenleri davet edildi.[59][60][61]
Hammer, Çağatay Uluçay ve M. Tayyib Gökbilgin gibi bazı tarihçiler, padişahın İbrahim Paşa'nın düğününe katılımından ve ihtişamından etkilenerek, İbrahim Paşa'nın eşinin ancak Süleyman'ın kız kardeşlerinden biri olabileceğini sıklıkla varsaydılar.[58][62] Türk tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın Osmanlı İmparatorluğu isimli kitabında, İbrahim Paşa'nın Hatice Sultan ile evlenip saygınlığını artırdığını belirtmesiyle birlikte bu iddia yirminci yüzyılın ortalarında daha fazla taraftar kazandı.[58] Nitekim 1965 yılında Uzunçarşılı, daha önceki iddiasında yanıldığını ve İbrahim Paşa'nın eşinin Osmanlı prensesi olmadığını kabul eden bir makale yayınladı.[63] Bir yıl sonra, 1966'da Nigar Anafarta, Uzunçarşılı'nın bu argümanını destekleyen kanıtlar elde etti ve eşi tarafından paşaya yazılan "Muhsine" imzalı bir mektup yayınladı.[64] Topkapı Sarayı'nda İbrahim Paşa tarafından gönderilen toplam 11 adet mektup bulunmaktadır. İbrahim Paşa'nın eşi gönderdiği bir mektupta, Valide Sultan Ayşe Hafsa Sultan'ın ölümü dolayısı ile izin almadan saraya baş sağlığı ziyaretine gittiğini belirterek,[62] İbrahim Paşa ise cevaben bunun uygun olduğunu, ancak hastalık ve ölüm dışındaki durumlar haricinde saraya gitmemesini tembihledi.[65] Uzunçarşılı ise İbrahim Paşa'nın verdiği bu tavsiyelere bakarak eşinin Hatice Sultan olamayacağını iddia etti[66][i] ve eşinin İstanbul'un Kumkapı semtinde İbrahim Paşa Zevcesi Muhsine Hatun Camii olarak da bilinen[j] küçük bir cami yaptıran ve daha sonra bir mahalleye de adı verilen, hanedan damadı olan İskender Çelebi'nin torunu Muhsine Hatun olduğunu ileri sürdü.[66][64] Yine de, aksine kanıtlara rağmen, İbrahim Paşa'nın Süleyman'ın kız kardeşi Hatice Sultan ile evli olduğu görüşü tarihçiler arasında yaygın olarak savunulmaya devam edildi.[64]
Pietro Zen'in 1523 tarihli raporu İbrahim'in kökeniyle ilgili bilgiler verirken, aynı zamanda paşanın eşinin İskender Çelebi'nin büyük kızı olduğunu belirtmektedir.[67] İbrahim Paşa'nın İskender Çelebi'nin kızıyla yaptığı iddia edilen evliliği, 16. yüzyılın sonlarına ait bir Osmanlı tarihi kitabı Ibtihacüt-tevarih'te de yer almaktadır.[67] Jorga'da İbrahim'in İskender Çelebi'nin kızlarından biriyle evlendiği iddiasını savundu.[57] İkinci elden kaynaklar olan Âlî, Peçevî, Solakzade, Mir'at-ı Kainat, Ravzat-ül ebrar, Enderûn-ı Ata ile Hadikatü'l-vüzera'da da damat olup olmadığı ile ilgili bir bilgi bulunmamaktadır.[68]
Lütuf ve ihsânını itmâm edicek böyle gerek
Her hususa şeref ve kadri kemâlinde iken
Rağbetin illere ‘ilâm edicek böyle gerek
Kimse ‘aybeylemedi lütfuna mahmûl oldu
Padişahın İbrahim Paşa'yı Kızılcaada'ya
giderek ziyaret etmesi sonrasında kaleme alınan bir dize.[69]
İbrahim Paşa, düğününden dört ya da dört buçuk ay sonra padişah tarafından Ahmed Paşa'nın çıkardığı isyan sonrasında, karışık bir durumda olan ve toparlanamayan Mısır'a yeniden düzeni sağlaması için gönderildi.[21][70][71][72][54][73] İbrahim Paşa, Kostantîniyye'den maiyetiyle birlikte deniz yoluyla hareket etti.[k] Sonbahar mevsimi olması nedeniyle, Silivri civarında şiddetli rüzgâra yakalanan paşa ve maiyeti, zorlukla Kızılcaada'ya vardı.[71][76] Bu durumu öğrenen padişah ise kayıkla Kızılcaada'ya gitti. Burada İbrahim Paşa ile birlikte ava çıkıp, vakit geçirdi ve daha sonra tekrar geri döndü.[l][76] İbrahim Paşa ise, hava şartlarının düzelmesiyle birlikte Gelibolu'ya hareket etti.[71] Burada bir divan kurarak padişahın emirlerini okudu. Daha sonra sırasıyla, Sakız ve Rodos Adası'na uğradı. Ancak daha sonra birkaç deneme yaparak, deniz üzerinden Mısır'a ulaşmaya çalışmasına rağmen, keşişleme esen rüzgâr gemileri geriye doğru sürükledi. Yaklaşık 60 günü denizde geçiren İbrahim Paşa,[78] bunun üzerine deniz ulaşımının elverişsizliği sebebi ile kara yolunu kullanarak, Suriye üzerinden Kahire'ye hareket etti.[79][54][80]
Kara ulaşımıyla Haleb'e gidene kadar birçok noktada denetim yapan İbrahim Paşa, zulüm, rüşvet gibi çeşitli konularda halkın şikayetlerini çözüme kavuşturdu. Halkın içinde bulunduğu kötü durumdan dolayı Haleb kadısını idam ettirdi.[79] Daha sonra Mısır'a ulaştı ve üç ay süre ile burada kalarak birçok problemi çözüme kavuşturdu.[81] Uzun süredir karışıklıklarla uğraşan Mısır'da, Beni Havare ve Beni Bakar adındaki iki aşiretin reisi, hainlik yaptıkları gerekçesiyle idam edildi.[81][82] Mısır'daki diğer aşiret reislerini ise devlete sadakatle bağlı kalacaklarına dair yemin ettirildi.[81][83] Şehrin her yerine tellallar ile şikayeti olanlara çağrı yapılarak talepleri yerine getirildi.[81][83] Borçları nedeniyle hapis yatan yaklaşık 300 kişinin borçları, Mısır hazinesinden karşılanarak özgürlüklerine kavuşmaları sağlandı.[82][84] Mısır'da evsiz, hasta ve kimsesiz çocuklar kayıt altına alındı ve onlara gündelik ücret bağlandı.[84] Kahire'de zarar gören bina ve anıtlar onarılarak şehrin imarına başlandı.[83] Halktan alınan vergiler Kölemenler zamanındaki defterlerde yer alan eski oranlara göre düzenlendi.[83] Mısır hazinesinin muhafaza edilmesi amacıyla iki büyük kule inşa edildi.[80] İmparatorluk defterdarı veya hazinedarı olan İskender Çelebi, Mısır'ın yönetim maliyetini düşürdükten sonra Kostantîniyye'ye yıllık 80.000 duka altın ödenebileceğini hesapladı.[85] İbrahim Paşa, Mısır'ın idari yapısını ve teşkilatını yeniden düzenledi ve başarılı olan bu yapı diğer eyaletlerde de uygulandı.[86] Bunların dışında yeni bir kanunname hazırlayarak yürürlüğe koydu.[87] Ayrıca Portekizlilerin Kızıldeniz'i tehdit eden Umman ve Hint Denizi'ndeki faaliyetleri nedeniyle, Süveyş'te elli kadırgadan oluşan Süveyş Kaptanlığı'nı kurdu ve Selman Reis'i de kaptan olarak atadı.[83][88][89] İbrahim Paşa yaptığı birçok düzenleme ile Mısır'ı yeniden Osmanlı iradesi altına aldı.[90][72]
İbrahim Paşa'nın Mısır'da bulunduğu süre içerisinde, Süleyman 1525 yılının kış ayını geçirmek üzere Edirne'ye hareket etti.[91][78] Haftada iki gün Divân'a başkanlık ettikten sonra, vaktinin büyük bir kısmını avda geçirdi.[81] Kostantîniyye'deki Yeniçeriler ise bu hareketsiz geçen süreden dolayı memnuniyetsiz bir haldeydiler.[92][78] Rodos Seferi'nden Kostantîniyye'ye dönülmesinin üzerinden 2 yıldan uzun bir zaman geçti.[93] Savaşsız geçen üçüncü seneye girilirken, Yeniçerilerin bir savaş olmadan ganimet elde etmeleri mümkün değildi.[83] Süleyman'ın Edirne'den Kostantîniyye'ye dönüşünde, saraya gitmek yerine Kâğıthane kasrında kalması, yeniçerilerin bu memnuniyetsizliklerinin açıkça bir isyana dönüşmesine sebep oldu.[94][95][77] Yeniçeriler "Veziriazamsız divan olmaz, olduğu takdirde asker zapt olunmaz" gerekçesiyle, sadrazamlığın İbrahim Paşa yerine başkasına verilmesini istediler.[96] 25 Mart 1525 tarihinde padişahın dönüşünden üç gün sonra, İbrahim Paşa ve Ayas Mehmed Paşa ile birlikte defterdarın köşklerine saldırdılar.[97][77][98][99] Gümrüğü ve Yahudi mahallesini yağmaladılar.[94][77] Süleyman isyanı bastırmak üzere tekrar saraya döndükten sonra, isyanı düzenleyenlerden bazıları asker adına hediye isteyince bunlardan üçünü kendi elleriyle idam etti.[94] Daha sonra ise yeniçerilere bin duka altın dağıtılarak isyan bastırıldı. Fakat yeniçeri ağası Mustafa[100], Reis-ül küttâb Haydar Çelebi, sipahi ağası, birçok subay ve isyanı teşvik edenler ile göz yumduğundan şüphelenilen birçok kişi idam edildi ve görevlerinden alındı.[94]
İsyanın ardından padişah tarafından acil bir şekilde Kostantîniyye'ye dönüş emrini alan İbrahim Paşa,[101] 14 Haziran 1525'te, Mısır'ın yönetimini Suriye Beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa'ya bırakarak oradan ayrıldı.[81][85][83] Dönüş yolunda Şam'a uğrayarak, Venediklilerin sahip olduğu imtiyazları yeniledi. Kayseri'deyken Dulkadir Türkmen beylerine, alınan timarlarını geri iade etti.[81] Kostantîniyye'ye dönüşünde, padişahın muhafız askerleri ve vezirler, onu dört günlük yoldan karşıladı.[102] Süleyman, İbrahim Paşa'ya iki yüz bin duka değerinde bir Arap atı hediye etti. İbrahim Paşa da padişaha, aldığı hediyeyle neredeyse aynı değere sahip bir serpuş hediye etti.[81][77] İbrahim Paşa'nın Mısır Seferi yaklaşık 11 ay 6 gün sürdü.[102]
Habsburglularla yakınlaşan Macaristan'ı bir tehdit olarak gören ve anlaşma girişimlerinden bir sonuç alamayan Osmanlı İmparatorluğu, Macaristan üzerine bir sefer düzenleme kararı aldı. Mısır'daki icraatleri ile padişahın üzerinde nüfuzu artan İbrahim Paşa, bu seferin komutanlığına atandı.[103][104] Miladî 23 Nisan 1526 tarihinde yüz bin kişilik ordu ve üç yüz topla Kostantîniyye'den hareket edildi.[105][103] İbrahim Paşa, 3 Haziran'da Rumeli askerleriyle birlikte Sofya'da ordudan ayrıldı.[106] Daha sonra Morava kenarında ordu ile yeniden birleşip, Petervaradin istikametine doğru Rumeli askerlerini alarak, ordunun bir konak ilerisinden öncü olarak hareket etti.[107][106] Belgrad'a ulaştıktan sonra, Sava ile Tuna Nehri'nin birleştiği yerin güneyine, Macar topraklarını gören hakim bir tepeye padişahın otağını kurdurdu.[108] Ordunun nehirden karşıya geçebilmesi için, dayanıklı uzun zincirleri, nehrin karşılıklı her iki sahiline çaktırdığı büyük kazıklara bağlattı. Daha sonra gemileri de bu zincirlere bağlayarak, gemilerin üzerine kalın ve geniş tahtalar döşetti. Bu sayede geniş bir köprü yaptırdı.[108][109][110] Padişah daha sonra, İbrahim Paşa'ya askerleriyle birlikte Tuna kenarında yer alan Petervaradin Kalesi'ni almasını emretti.[111][112][109]
İbrahim Paşa, kaleyi almak için bir takım hazırlıklar yaptı. Kaleye çıkmak için iskeleler kuruldu. 14 Temmuz'da kalenin çevresine birlikler yerleştirilmeye başlansa da, kuşatma ordunun gelmesiyle birlikte başladı.[113] 15 Temmuz'da yapılan toplu hücum ile kale dışındaki şehir şehir ele geçirildi.[107][113] Daha sonra kale kuşatmaya alındı. On üç gün boyunca kuşatılan kalenin duvarlarının altında kazılan iki lağımın patlatılması sonucunda geniş bir gedik açıldı. Bu gedikten içeri girildikten sonra, kaleyi savunan beş yüz muhafız öldürüldü, üç yüz tanesi de esir olarak ele geçirildi.[107][114][115] Bu kalenin alınmasından sonra, İlok (Újlak), İrig (Ireg), Gurguriçe (Gregurevac), Cudyek, Araca ve Dimitrofça ve bunun gibi birçok kalede ele geçirildi.[116] Daha sonra İbrahim Paşa padişahı karşıladı. Burada bir divan kuran Süleyman, kalenin ele geçirilmesinde katkısı olan beyleri ödüllendirdi.[117]
Osmanlı Ordusu 28 Temmuz'da Mohaç Ovası'na ulaştı.[118] 2-3 saat süren bir muharebeden sonra, Avrupa'nın çeşitli devletlerinden askerlerinde olduğu Macar ordusunu yenilgiye uğrattı.[119][104][120] Macaristan Kralı II. Lajos'ta[m], bataklıkta boğularak öldü.[104][121][122][123] Celâlzâde Mustafa'nın yazdığına göre, Osmanlı ordusundaki asker zayiatı yalnızca 150 kadardı.[n][119][125] Muharebenin ertesi günü, padişahın otağının önüne konulan altın bir kürsü önünde bütün vezir ve ümerâ zaferi kutlamak için padişahın huzuruna çıktı.[o][126] Süleyman, burada Sadrazam İbrahim Paşa'nın başına kendi eliyle pırlantalarla süslenen bir sorguç[p] taktı ve iltifatlarda bulundu.[126][127] Süleyman seferin amacının Budin'i almak olduğunu ilân etti.[117][120]
Mohaç Muharebesi'nin kazanılması, birçok otorite tarafından İbrahim Paşa'ya mâl edildi. Şeyhülislam Kemalpaşazâde ise muharebeye dair şiirsel tarzdaki hikâyesinde, gökyüzünün hiçbir zaman İbrahim Paşa'nın dövüşüne denk başka bir dövüş görmediğini ve bir daha da asla göremeyeceğini söyledi.[128] Süleyman'ın eyaletlere gönderdiği zafer mektuplarında, Sadrazam'ı övdüğü görülmektedir.[128] Süleyman, Varadin ve İllok'un alınmasından dolayı İbrahim Paşa'yı överken, Mohaç Muharebesiyle ilgili ise şu sözleri kullanarak İbrahim Paşa'nın başarısını vurguladı: "Cehennem askerlerinin eşlik ettiği lanetlenmiş Kral (II. Lajos), Rumeli Beylerbeyi olan Vezir-i Azam'ım İbrahim Paşa (Allah onu ebediyen muzaffer kılsın!) yönetimindeki Rumeli ordusu önünde düştü. Yiğit, içindeki cesareti o zaman gösterdi."[129]
Ordu, Mohaç zaferinden üç gün sonra, 3 Eylül 1526'da Budin'e hareket etti.[122] Osmanlı ordusu Budin'e vardığında, bir heyet kalenin anahtarlarını padişaha teslim etti. Böylece Osmanlı ordusu hiç savaşmadan kaleyi de ele geçirdi.[130][131][132] Padişah, halkın canına ve malına zarar verilmesini en ağır cezalarla birlikte yasakladı ve İbrahim Paşa ile birlikte iki gün boyunca şehri gezdi.[130] Buradaki Macar Krallığı hazinesi, iki büyük bronz şamdan, Herkül, Apollon ve Diana adındaki bronzdan[q] yapılan mitolojik heykeller, av sarayındaki bütün toplar ve Matyas Corvinus'un kütüphanesindeki kitaplar gemilerle Kostantîniyye'ye nakledildi.[133][130] İki şamdan Ayasofya mihrabının iki tarafına, mitolojik heykeller ise İbrahim Paşa Sarayı'nın önündeki mermer kaideler üzerine kondu.[133] 25 Eylül 1526 tarihinde padişah Budin'den geri dönüş emrini verdi.[130] Dönüş yolunda Szeged, Baç ve Beçne ele geçirildi.[134]
Macaristan seferi esnasında, Anadolu'da birçok isyan başladı. İlk olarak, padişah seferden dönerken İçel Türkmenleri'nin isyan ettikleri ve bu isyanın hızla yayıldığı haberi ulaştı.[135] Bu isyan girişimi bir süre sonra bastırıldı. Ancak ertesi yıl, Karaman'da Kalenderoğlu[r][137] Kalenderoğlu'na karşı Rumeli, Anadolu ve Diyarbekir beylerbeyleri bir biri ardına karşı koymaya çalıştılarsa da başarılı olamadılar.[138] Sadrazam İbrahim Paşa, bu yenilgi haberini Dulkadir Eyaleti'ndeyken aldı ve maiyetindeki üç bin yeniçeri ve iki bin sipahi askerle birlikte Elbistan'a kadar ilerledi.[138][139][140] Türkmenlere yenilen diğer eyalet askerlerinin, bu yenilgiye dair yayacakları haberlerle kendi ordusunun moralini bozacağını düşünen İbrahim Paşa, yenilen kuvvetlerden takviye asker almadan ilerlemeye devam etti.[138][139][141] Kalenderoğlu'nun tarafını tutan aşiretler ile görüşen İbrahim Paşa, onlara alınan dirliklerinin geri iade edileceğini söyleyip ikna ederek kendi tarafına çekti.[139][138][141] Bu hamlesinden sonra isyan eden Kalenderoğlu sadece birkaç yüz kişiden ibaret kaldı.[138] Daha sonra İbrahim Paşa'nın gönderdiği küçük bir birlik bu isyancıları mağlup etti ve Kalenderoğlu yakalanarak idam edildi.[139][142] Bu sefer yaklaşık 3 ay 11 gün sürdü.[143] İbrahim Paşa isyanın bastırılmasının ardından 11 Ağustos 1527'de Kostantîniyye'ye döndü.[144][143] İsyancıların sancakları zafer göstergesi olarak Kostantîniyye'ye getirildi.[143] Padişah İbrahim Paşa'yı büyük bir iltifat göstererek kabul etti.[144] Bu başarısının ardından, o tarihe kadar senede 1.000.000 akçe olan hassı[s] 2.000.000 akçeye çıkartıldı.[139][141][143] Ayrıca değerli mücevherlerle süslenen kılıç, hançer ve buna benzer hediyeler verildi.[143]
Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırlarının genişlemesiyle birlikte, askeri işlerin kontrolünü sağlaması amacıyla, 1527 yılının Mart ayında Sadrazam İbrahim Paşa'ya bir divan toplantısında padişah tarafından serasker[t] rütbesi verildi.[145][146][147] Süleyman, divan toplantısında Nişancı Celâlzâde Mustafa Çelebi'ye şu sözler ile bu kararının bir berât[u] taslağı olarak hazırlanmasını emretti:
“ | Allah'ın yardımıyla memleketimiz her tarafa doğru genişledi. Bu memleketin bütün işlerini kendi başıma görmem münasip ve mümkün değildir. Devletin mühim olan askerî işlerinin başarılmasını İbrahim'e bırakıyorum ve kendisine serasker unvanını veriyorum. Bütün kullarımızın ona uyması ve itaat etmesi için bir berat müsveddesi yaz da bana getir.[147][146][148] | „ |
Süleyman yazılan berat taslağını onaylayarak tuğrasını bastı. 28 Mart 1529 tarihinde, padişah Yeniçeri Ağası'nı huzuruna çağırttı. Bütün yeniçeriler, saray meydanındaki tören alanında hazır bulundu. Meydanda dokuz adet at yer alırken, bunlardan bir tanesinin dizginleri altından yapılıydı. Tüm atların üzengileri üzerinde değerli taşlar bulunuyordu.[149] Bunların dışında padişahların giyebileceği dört adet hil'at, değerli dokuz bohça kumaş ve değerli taşlarla süslenen bir bilik,[v] İbrahim Paşa'ya hediye olarak verildi.[149][150] Daha sonra bütün vezirler ve padişahın önde gelen hizmetçileri, paşanın sarayına giderek tebriklerini iletti. İbrahim Paşa'nın seraskerlik beratı, bütün halkın huzurunda okundu.[149] Bu beratta detaylı bir şekilde, padişahtan sonra en yetkili kişinin İbrahim Paşa olduğu, onun emir ve yasaklarına koşulsuz uyulmasının zorunlu olduğu ve İbrahim Paşa'nın sahip olduğu yetkiler detaylı bir şekilde açıklandı.[151] Paşanın yıllık 2.000.000 akçelik hassına 1.000.000 akçe daha zam yapıldı.[149][145] Bunların haricinde İbrahim Paşa'ya altı tuğ ve yedi sancak verildi.[149][150] Osmanlı İmparatorluğu'nda düzenlenecek sefer öncesi bir serdar tayin etme geleneği eski bir adetti ve Süleyman'ın İbrahim Paşa'yı seraskerlik makamına getirmesiyle bütün seferlerin baş kumandanlığı daimi olarak bir kişiye verildi.[152] İbrahim Paşa Mohaç Seferi'ne Sadrazam ve Rumeli Beylerbeyi olarak katıldı, sonrasında ise Rumeli Beylerbeyliği Güzelce Kasım Paşa'ya verildi. Çoban Mustafa Paşa'nın ölümüyle birlikte Kasım Paşa vezirliğe yükselirken, Rumeli Beylerbeyliği 27 Nisan 1529'da tekrar İbrahim Paşa'ya verildi. Böylece İbrahim Paşa hem sadrazam, hem serasker ve hem Rumeli Beylerbeyi makamlarının sahibi oldu, böylelikle aynı anda idari ve askerî bütün yetkileri elinde toplamayı başardı.[152]
Osmanlı İmparatorluğu'nun Macaristan Kralı olarak belirlediği I. János'u istemeyen Macar beyleri, kral olarak Ferdinand'ı seçtiler. Ferdinand'ın tekrar Budin'e saldırmasıyla birlikte, János önce Erdel'e oradan da kayın pederi olan Lehistan Kralı'nın yanına çekildi.[153] Ferdinand ise Süleyman'a elçi yollayarak, vergi vermek şartı ile Macar Kralı olarak tanınmasını teklif etti. Gelen bu elçiler yaklaşık 9 ay esir tutuldu.[154] Daha sonra Ferdinand'ın yaptığı teklifin kabul edilmediğini, şehrin János'a iade edilmesini ve Osmanlı İmparatorluğunun sefer hazırlığında olduğunu bildirmeleri için tekrar bırakıldı.[154] János ise padişaha elçi yollayarak himaye talebinde bulundu. Süleyman elçiye, Macar Krallığı'nı János'a iade edip, onu himaye edeceğini bildirerek, 2 Mayıs 1529'da ordusuyla Budin'e sefere çıktı.[155][156]
Ordu 20 Mayıs'ta Edirne'ye ulaştı ve burada 10 gün süren sefer hazırlığının ardından 30 Mayıs'ta hareket etti.[154] Sadrazam ve Serasker İbrahim Paşa, aynı zamanda Rumeli Beylerbeyi ünvanına da sahip olduğu için, 20 Haziran'da Sofya'ya ulaşan ordudan ayrılarak, Rumeli askerleriyle birlikte öncü birlik olarak hareket etti ve Viyana yakınlarına kadar zaman zaman orduyla birleşmek suretiyle öncü birlik olarak ilerlemeye devam etti.[157]
Yaklaşık 2 senedir Ferdinand'ın elinde olan Budin şehrinin savunması için Alman ve Macar askerleri görevlendirildi.[158] Osmanlı ordusu şehri kuşattıktan sonra bu askerlere teslim olmaları uyarısını yaptı ancak olumlu yanıt alamayınca savaş harekâtına göre konuşlandı.[158] Burada esir olarak ele geçirilen bir Alman asker ise Osmanlı ordusunun düzenini ve gücünü düşman askerlere anlatıp maneviyatlarını zayıflatması amacıyla İbrahim Paşa tarafından "Var gördüğün anlat!" denilerek serbest bırakıldı.[159] 7 Eylül tarihinde Budin Kalesi'nin kapılarından birisi Osmanlı ordusu tarafından ele geçirildi.[159] 8 Eylül'de ise yarım gün süren bir direnişin ardından Budin geri alındı ve yıllık belirli bir vergi karşılığında tekrar János'a iade edildi.[155] Budin alındıktan sonra, ordu yol üzerindeki Estergon'u kuşatarak, Ferdinand'ın bulunduğu Viyana'ya doğru ilerledi.[155] Osmanlı ordusunun bir konak önünde Rumeli askerleriyle hareket eden İbrahim Paşa 26 Eylül tarihinde Viyana'ya ulaştı ve kuşatma düzenini sağlamak için hazırlıklara başladı.[160] 27 Eylül'de Osmanlı ordusunun da gelmesiyle şehir kuşatıldı.[160] Osmanlı ordusunun asker sayısı çeşitli kaynaklara göre 100.000, 120.000, 150.000, 200.000 ve 250.000 olarak değişiklik gösterdi.[161] Viyana'ya ulaşana kadar ele geçirilen çeşitli kaleler ve belirlenen noktalar için ayrılan askerlerle birlikte ordu mevcudu azaldı.[162] I. Viyana Kuşatması olarak bilinen bu kuşatma ile birlikte Viyana'yı kuşatan Osmanlı ordusu, kuşatma için gereken büyük topların olmayışı nedeniyle lağım yöntemini kullandı ve kale duvarlarında gedik açmasına rağmen karşı tarafın taarruz etmesi nedeniyle başarı sağlayamadı.[162] Osmanlı ordusu 14 Ekim günü sabahtan ikindiye kadar açılan büyük bir gedik üzerine üç dalga halinde yaptığı bir hücumda da başarısız oldu ve kuşatmanın 17. gününde yapılan bir divan toplantısıyla kuşatmanın kaldırılmasına karar verildi.[162]
17 gün süren kuşatmanın başarısızlıkla sonuçlanması çeşitli kaynaklarda birkaç farklı nedene bağlandı. Bunlardan ilki Yeniçerilerin Budin'in ele geçirilmesinin ardından şehrin yağmalanmasına izin verilmemesi nedeniyle, savaşmaya istekli olmamaları ve geri dönmek istemeleridir.[162] Bunun yanında eylülden itibaren başlayan soğuklar ve yağışla birlikte erzak mevcudiyedinin azalması da bu nedenlerden bir tanesidir.[162] Bunun yanında V. Karl tarafından Osmanlı ordusuna karşı yollanan Alman askerlerinin yola çıkması mevcut zorlukları artıran askerî bir tehlike olarak görüldü.[163] Bunlara ek olarak İsmail Hami Danişmend gibi bazı tarihçiler, kuşatmanın 17. günde aniden kaldırılmasının İbrahim Paşa'nın Ferdinand ve V Karl ile iş birliği yapmasına bağladı.[163] Hammer ise Venedik, Avusturya ve Osmanlı arşivlerinde bu iddiayı doğrulayacak herhangi bir belgeye rastlanmadığını belirtti.[164] Hester Donaldson Jenkins de, İbrahim Paşa'nın Avusturya elçilerine padişaha sadakatle bağlı olduğunu söylemesinin ihanet iddialarını çürütmek için yeterli olduğunu kaydetti.[165] Bunun yanında Danişmend, bu seferin rûznâmelerini kaynak göstererek, İbrahim Paşa'nın kuşatma kaldırılmadan 2 gün önce, Rumeli Beylerbeyi sıfatıyla yalnızca Rumeli Beyleri'nin olduğu bir harp meclisi topladığını ve oradakilere mevsimin ilerlediğini ve erzak kıtlığını sebep göstererek geri dönülmesinin uygun olacağını söyledi.[163] Ayrıca İbrahim Paşa'nın patlatılan iki lağım sonucunda kalede açılan gediklere hücum yaptırmadığı belirtildi.[163]
Rivayete göre Osmanlı ordusunun kuşatmayı kaldırmasıyla birlikte şehirde çanlar çalmaya başladı. İbrahim Paşa ise şehrin kurtuluşunu kutlamak için çan çalındığını öğrendikten sonra bir mektup yazdı. Mektupta, Viyana şehrini almaya değil, arşidükü yenmeye geldiklerini belirterek, onu bulamadıkları için zaman kaybettiklerini ve hadlerini bilmezlerse yeniden bildirmeye güçlerinin olduğunu bildirdi.[166]
Osmanlı ordusu Viyana kuşatmasından döndükten sonra, Ferdinand Osmanlı'ya ikinci kez elçi göndererek Macaristan Krallığı'nın vergi vermek şartıyla kendisine verilmesini talep etti.[167][168] Ancak bu talebi reddedildi. János ise Macaristan'da tam anlamıyla hakimiyet kuramadı.[169] Macar beylerinin de desteğini alan Ferdinand Osmanlılara ait Estergon, Vişegrad ve Vaç kalelerini ele geçirdikten sonra, Budin'i kuşattı. Bunu haber alan Osmanlı ise 25 Nisan 1532'de Macaristan'a sefer kararı aldı.[170] Osmanlı ordusunun Niş şehrine yaklaştığı sırada, Ferdinand ve V. Karl'ın[w] elçileri geldi.[171][170] Elçiler tekrar Ferdinand'ın vergi vermek şartıyla kral olmasını teklif ettiler ancak olumlu cevap alamadılar.[170]
Ordunun Belgrad'a varmasının ardından I. François'in elçileri kabul edildi.[172] Bu esnada İbrahim Paşa ise gemi tedarikinin yanı sıra ağır eşya ve silahların yola çıkarılması işlerini yürütmekteydi.[173] İbrahim Paşa, Drava üzerine bir köprü yaptırarak Macaristan'a doğru ilerleyen ordunun karşıya geçmesini sağladı.[174] Daha sonra Kamentvar, Rum Eğrivar, Müşter, Hindvik ve Szombathely kaleleri ele geçirildi. İbrahim Paşa padişah tarafından Güns[x] Kalesi'nin kuşatılmasıyla görevlendirildi.[177] Bunun üzerine İbrahim Paşa kaleyi kuşattı ve lağım kazdırdı. Kuşatmanın onuncu gününde yapılan lağım saldırısı başarılı olmadı.[178] Osmanlı'nın iki gün sonraki bir lağım saldırısı girişimi de, kale komutanının lağımları boşa çıkartmasıyla başarısız oldu.[178] Bunun üzerine İbrahim Paşa kalenin odunlar ile yakılmasına karar verdi. Bu sebeple bütün askerler kalenin etrafını odunlar ile doldurdu.[178] Fakat 28 Ağustos'ta Paşa'nın karargâhına elçi yollayan kale komutanı Nikola Jurišić, Güns Kalesi'ni Osmanlı'ya teslim etti.[179] Bunun üzerine ona bir sancak verileceği sözü verildi.[178] Böylece üç hafta süren Güns Kuşatması ile Güns Kalesi ele geçirildi.[180][181] Her seferden sonra İbrahim Paşa'ya hediyeler veren Süleyman,[182] Güns Kalesi'nin alınmasından sonra ise paşaya incilerle süslü, her tarafına altın paralar yerleştirilen atlaslar ve altın, gümüş sırmalarla işlenen kemerler hediye etti.[183] Bunun yanında altınlarla süslenen bir hamâil verdi.[y][183]
Osmanlı ordusunun asıl hedefi, Süleyman tarafından meydan muharebesine davet edilen V. Karl idi.[180][184][179][185] Osmanlı ordusu Almanya içlerine kadar ilerlemesine rağmen, Linz şehrinde saklanan V. Karl'ı bulamadı.[186] Güns Kalesi'nin ele geçirilmesinin ardından tekrar gelen V. Karl'ın elçilerine, Süleyman'ın V. Karl'ı meydan muharebesine davet ettiği hakaretvari bir dille yazılan bir mektup verildi.[184][180][179] 200.000'den fazla mevcuda sahip olan ordu, sefer mevsiminin geçmesinden dolayı geri dönmek zorunda kaldı.[180]
Dönüş yolunda çeşitli baskınlar ve vuruşmalar yaşandı.[187] Pujağa kalesinin yöneticisi ve ileri gelenleri, İbrahim Paşa'nın eteğini öperek kalenin anahtarlarını teslim etti.[188] Aynı şekilde civarda yer alan Nemçe ve Podgaradç kalelerinin komutanları da direnmeden kalenin anahtarlarını İbrahim Paşa'ya teslim etti. Durumu öğrenen padişah ise bu kaleleri zeamet olarak İbrahim Paşa'ya verdi.[187][188][76] Daha sonra ise Süleyman çıkılan seferin zaferle sonuçlandığını bildirmek için çeşitli kişilere ve ülkelere ulaklar gönderdi.[189]
Ferdinand Osmanlı ile bir barış antlaşması yapmak için, 12 atlı maiyetiyle birlikte elçi Jerome de Zara'yı yolladı.[190] Daha sonra 1533 yılında İstanbul Antlaşması imzalandı ve bu müzakereleri bizzat İbrahim Paşa yürüttü. Bu antlaşma ile Avusturya arşidükü Osmanlı sadrazamına eşit sayıldı.[191][87][192]
Koyu Sünni bir hükümdar olan Süleyman, Rafizi olan Şii İranlılar ile mücadeleyi bir görev olarak kabul etmekteydi.[73] I. İsmail'in 1524 yılında ölmesiyle Safevi Devleti'nin başına büyük oğlu Tahmasb geçti.[193] Tahmasb'ı tebrik etmeyen Süleyman, ona yalnızca bir tehditname gönderdi.[73][194] O dönemde iki devlet arasında herhangi bir muharebe yoktu.[193] Ancak Osmanlılara tabi Bitlis hakimi Şeref Bey'in Safevilere ve Azerbaycan hakimi Ulama Paşa'nın ise Safeviler'den Osmanlı'ya iltica etmeleri, Mohaç Muharebesi'nden önce de doğuya sefer düzenleme niyetinde olan Süleyman'ın Safevîlere karşı sefer kararı almasına neden oldu.[195][196][197] Bunun yanında Bağdat Hanı Zülfikar Han, Osmanlı'ya bağlılığını göstermek amacıyla Süleyman'a bir mektup yazarak Bağdat'ın anahtarlarını gizlice göndermek istedi.[198][199][200] Ancak Safeviler bu girişimi engelleyerek Bağdat'ı kuşattı ve Zülfikar Han'ı öldürerek şehri ele geçirdi.[198][197] Bu esnada Osmanlı ordusu Avrupa seferinde olduğu için İran tarafına herhangi bir sefer düzenlemedi.[200][197]
Bitlis sancağı Ulama Paşa'ya verildikten sonra, Bitlis'i almak için orayı kuşatsa da, Şeref Bey'in İran kuvvetleriyle gelmesi üzerine çekildi.[201] Bu olayın ardından, İbrahim Paşa Eylül 1533'te bu sefer için Serdar olarak atandı.[200][202] Ulama Paşa ise Şeref Bey ile yaptığı muharebeyi kazandı ve öncü birlik olarak hareket eden ve Konya'ya yaklaşan İbrahim Paşa'ya Şeref Bey'in kesik başını gönderdi.[203][197][204][194][202] İbrahim Paşa kışlamak üzere ordusuyla Haleb'e yerleştikten sonra yaklaşık üç buçuk ay boyunca askeri hazırlıklar ve siyasi girişimlerle uğraştı.[205] İlk olarak I. Selim'in ölümünden sonra İran'a tabi olan Türk ve Kürt beylerini bir takım vaatler ve tehditlerle kontrolü altına aldı.[205][206] Böylece Adilceviz, Erçiş ve Ahlat kaleleri ele geçirildi.[206][202][205] Kış mevsiminin bitmesiyle Halep'ten Diyarbekir'e hareket eden İbrahim Paşa, burada ordusunu takviye edip hazırlıklarını tamamladıktan sonra Musul üzerinden Bağdat'a gitmek niyetindeydi.[205][207][206][202] Ancak bir takım sebeplerden dolayı İbrahim Paşa sefer güzergahını İran'ın başkenti Tebriz olarak belirledi.[208]
İbrahim Paşa ile Baş Defterdar İskender Çelebi arasında rekabet ve husumet mevcuttu.[208] Rivayete göre İskender Çelebi o dönemki devlet adamlarının en zengini ve ihtişamlısıydı. İbrahim Paşa'nın 400 kadar kölesi mevcutken, Baş Defterdar İskender Çelebi'nin 6.000'den fazla kölesinin olduğu iddia edildi. Ayrıca 1.200 atlıdan oluşan bir maiyyet alayına da sahip olduğu rivayetleri mevcuttur.[208][z] İkili arasındaki ilk uyuşmazlık Irakeyn Seferi'nin hazırlıkları esnasında, İbrahim Paşa'nın İskender Çelebi'nin maiyet alayından 110 kişi istemesi ve İskender Çelebi'nin ise 30 kişi vermesiyle başladı.[208][202] Ayrıca padişah çok güvendiği ve sevdiği İskender Çelebi'yi bu seferde Serasker Kethüdâlığı'na atadı ve rivayete göre İbrahim Paşa'yı İskender Çelebi'nin sözünü dinlemesi için uyardı.[208] Bunların yanında Şam Vilayeti'nin Defterdarı Nakkaş Ali de, İskender Çelebi'yi gözden düşürerek onun makamına yükselmek amacındaydı.[208][210][211][212] Hazine develerinin yola çıkarıldığı esnada, hazineden sorumlu askerlerin yağmalama girişiminde bulundukları iddia edildi ve İskender Çelebi'nin maiyetindeki 30 asker idam edildi.[208][213][214] Bu gelişmelerden sonra ise İskender Çelebi de İbrahim Paşa'yı zor duruma düşürmek için çalıştı. Bitlis Beylerbeyliği'ne atandıktan sonra çeşitli siyasi sebeplerden ötürü İbrahim Paşa tarafından başka bir göreve atanan Ulama Paşa'da İskender Çelebi'nin tarafını tuttu.[208] İskender Çelebi İranlılardan kaçıp gelen bir takım kişileri, İbrahim Paşa'ya göndererek Tebriz'e gitmeye ikna etmeleri için satın aldı.[211][214] İskender Çelebi sadrazamı Tebriz'e yönlendirerek, ordunun yaşayacağı zorluk ve askeri başarısızlıkla onun padişah üzerindeki nüfuzunu azaltmak amacındaydı.[211][214] İbrahim Paşa ise Tebriz'e gitmenin akıllıca olmayacağını ve Bağdat'ı almanın daha avantajlı olduğunu savunmasına rağmen, özellikle Ulama Paşa'nın çabalarıyla ikna edildi.[215][214][216] Tebriz istikametinde yer alan birçok kale Osmanlı ordusu tarafından ele geçirildi.[215]
İbrahim Paşa'yı öncü olarak yollayan Süleyman ise kış mevsimini Kostantîniyye'de geçirdikten sonra ilkbaharda sefer için hareket etmek niyetindeydi.[199] Ancak İbrahim Paşa'nın Defterdar İskender Çelebi ile arası açıldı ve ikilik baş gösterdi.[199] Ayrıca civardaki halk tarafından padişahın hâlen Kostantîniyye'de olduğu bilindiği için "İbrahim Paşa Şah ile nasıl savaşabilir. Şaha Şah gerektir" diye bir takım söylentiler çıktı.[199][217] Bu durum İbrahim Paşa'yı düşündürdü ve Kostantîniyye'ye peş peşe ulaklar yollayarak, ordunun başında padişahın bulunmamasından dolayı askerlerin hoşnut olmadığını haber verdi.[218] Durumu haber alan Süleyman ise Haziran 1534 tarihinde hareket etti.[199][219] İsmail Hami Danişmend ise padişahın bu söylentilerden çok daha önce yola çıktığını ve İbrahim Paşa'nın Azerbaycan'a girdikten sonra Horasan'dan büyük bir orduyla yola çıkan Tahmâsb'ın yaklaşmakta olduğu haberleri üzerine telaşlanarak padişaha haber verdiğini belirtti.[220]
Sadabâd ovası yakınındaki Sehend Dağı'na ordugahı kuran İbrahim Paşa[221][214], buraya gelen Tebriz şehrinin temsilcilerinin itaatlerini bildirmesiyle birlikte orduyla birlikte 13 Temmuz 1534 tarihinde şehre girdi.[222][223] Şehre girdikten sonra ilk olarak bir kadı ve çeşitli memurlar tayin etti.[222] Padişah ise Eylül 1534'te Ucan civarında İbrahim Paşa tarafından karşılandı.[219][224][225] Birkaç gün sonra ise padişah bir divan ile İbrahim Paşa'nın da aralarında bulunduğu birkaç kişiye teşrif hilâti giydirdi.[225] İbrahim Paşa seferin başladığı 1533 yılı baharından padişahın geldiği tarihe kadar geçen yaklaşık 1 yıllık sefer süresince, askeri ve siyasi idareyi elinde tutarak ve bütün kararları kendisi aldı.[226]
Süleyman'ın geldiği tarihte sefer mevsiminin geçmesine rağmen Bağdat'a hareket edildi. Ancak mevsimin ilerlemesi sebebiyle birçok yük hayvanı telef oldu ve toplar yağmurlar nedeniyle büyük zarar gördü.[225] Ordunun ulaştırma işinden sorumlu olan İskender Çelebi yaşanan zorlukların sorumlusu kabul edilerek görevinden alındı.[227][219][225][228] Safeviler tarafından Bağdat'a yönetici olarak bırakılan Tekeli Mehmed Han, yaklaşmakta olan Süleyman'a bir mektupla kendisinin ve ona tabi olanların padişaha itaat edeceklerini bildirdi.[227][229] Ancak Tekeli Mehmed Han, bu mektup ile Türkleri aldatarak İran'a gideceği yolları açık tutmak istedi ve Osmanlı ordusu Bağdat'a girmeden kaçtı.[227][224][230][231][216][229] İbrahim Paşa Osmanlı ordusunun önünden giderek savunmasız kalan şehri ele geçirdi ve yağmalamayı önlemek için şehrin kapılarını kapattı.[230][232][233][234] İbrahim Paşa ertesi gün padişaha şehrin anahtarlarını gönderdi.[234] Osmanlı açısından Bağdat şehrinin stratejik öneminin yanında, en büyük Sünni mezhebi olan Hanefîliğin kurucusu Ebu Hanife'nin türbesinin burada olması sebebiyle de manevi bir öneme sahipti.[234] Padişah düzenlenen bir törenle şehre girdi ve burada çeşitli kumandanlara hilâtler giydirip ödüller verdi. İbrahim Paşa'ya ise yirmi bin altınla, değerli mücevherlerle süslenen bir kılıç armağan etti.[234] 13 Mart 1535 tarihinde İbrahim Paşa ile arasındaki anlaşmazlıktan dolayı İskender Çelebi idam edildi.[235][236][233][237] Daha sonra Osmanlı ordusu Tebriz'e doğru hareket etti. Sadabâd ovasında ordugah kuruldu ve İbrahim Paşa ile padişah Tebriz'i gezdi.[238]
Osmanlı İmparatorluğu tarihinin en uzun ve büyük askerî harekâtı olan[239] Irakeyn seferi 2 yıldan fazla sürdü[226] ve bu sefer İbrahim Paşa'nın askeri kariyerindeki son seferi oldu.[224]
İbrahim Paşa'nın dönemindeki gücünü ortaya koyacak en önemli veri; Süleyman tarafından seraskerlik makamına getirildiğinde imparatorluğun o güne dek dört tuğla simgelenen gücünün yedi tuğa çıkarılması ve İbrahim Paşa'nın da altı tuğ taşımaya yetkili kılınmasıdır. Padişahtan tek eksiği hilâfet tuğuydu.[149][150]
1522 yılından itibaren en yüksek idari, diplomatik ve askeri yetkileri eline almayı başaran İbrahim Paşa,[240] daha sonra Süleyman'ın gerek gördüğü haller dışında olağan divan toplantılarına katılmayıp, yerini vekili olarak sadrazama bırakmasıyla birlikte, hanedan üyeleri dışındaki kişilere açık olan en yüksek makama da ulaştı.[241] Daha önce eşi görülmemiş bir şekilde, bir divan toplantısını kendi sarayında yaptı.[242] Ayrıca İbrahim Paşa, İstanbul Antlaşması'yla birlikte Osmanlı sadrazamı olarak Avusturya arşidüküne denk konuma getirildi.[191][87] Venedikli balyosların, henüz has odabaşılık görevini yürütürken, İbrahim Paşa'ya Muhteşem Süleyman'a atıfla sık sık "Muhteşem İbrahim" dedikleri kayda geçti.[243] 1528 yılında, Macar elçi Laski İbrahim Paşa'ya: "Sultanı yöneten sensin" dedi, İbrahim Paşa ise "Ben efendimin kölesiyim" şeklinde cevap verdi.[23] İstediği hiçbir şey Süleyman tarafından geri çevrilmeyen İbrahim Paşa'nın sadrazam olduktan sonra elde ettiği güç, tarihçi Hammer tarafından "O tarihten sonra Süleyman ile mutlak gücü paylaşıyordu." sözleriyle belirtildi.[241]
İbrahim, padişahın can dostuydu.[17] Onun en yakın danışmanı ve devletin en yüksek görevlisiydi.[97] Her isteği padişah tarafından yerine getirilmekteydi.[17] Süleyman ona danışmadan bir karar almazdı.[244] Venedik elçisi Daniello De Ludovisi'nin 1534 yılında senatoya sunduğu raporda, Süleyman'ın ülkenin yönetimini İbrahim Paşa'ya bıraktığını belirterek: "Sultan, bütün paşalar ve saray erkânını topladığında da İbrahim Paşa yanında olmadan kesinlikle bir karar almıyor. İbrahim ise sultan olmadan da, tek başına her konuda karar alma yetkisine sahip. Yukarıda söylediğim sebeplerden dolayı sultanın etrafında kendisine iyi nasihatlarda bulan kişilerin sayısı gittikçe azalıyor ve ordusu da güç kaybediyor. ...ancak sultanın, aslında bütün bunların farkında olduğu, ama İbrahim'i çok sevdiği için bir şey yapmadığı düşünülürse, bu saygı duyulacak bir sevgi asla değildir. Hatta çok tehlikeli bir duygudur" ifadelerini kullandı.[245][246] De Ludovisi yine aynı raporda, İbrahim Paşa'nın "en önemli şahsiyetlerden biri olduğunu ve bütün ülkenin yönetimini elinde bulunduran kişi" olduğunu belirtti.[247] Ayrıca İbrahim Paşa'nın sadrazam olabilmek için birçok kurnazlık yaptığını, bu makamda kalabilmek içinde padişahın çevresindeki nitelikli insanları cezalandırdığını ya da idam ettirdiğini söyledi.[248] Venedikli diplomat raporunda İbrahim Paşa'nın padişaha tek başına yakın olmak amacında olduğunu belirterek ve şu olayı örnek gösterdi: "Sonradan sadrazam olan Rüstem, padişah ile olan samimiyeti ve görüşlerine önem verilmesi nedeniyle, o sıralar Halep'te olan İbrahim Paşa tarafından Anadolu'nun uzak bir yerinde görevlendirildi. Bu olay sonrasında, Rüstem'in padişaha bu göreve gitmek istemediğini söylemesi üzerine padişah ise: "İbrahim geldiğinde tekrar saraya dönmen için onunla konuşacağım" sözlerini kullandı.[249]
Tarihçi Hammer İbrahim Paşa'nın padişah ile dostluğunu şu sözlerle anlattı: "İbrahim Paşa'nın arkadaşlarına üstünlüğü, gençliği, mümtaz terbiyesi ve padişahın ondan esirgemediği dostluk her türlü rekabeti imkansız kılıyordu."[103] İbrahim Paşa'nın giydiği elbiseler padişahın elbiselerinden daha değerliydi.[242][250] İbrahim Paşa, çoğu zaman padişahın dairesinde kaldı ve yemeklerini genellikle onunla birlikte yedi.[251][244] Venedik elçisi Pietro Bragadino, sabahları birlikte olmadıklarında önemli konuları yazarak birbirlerine dilsiz ulaklar aracılığıyla gönderdiklerini söyledi.[251][244] Bir başka Venedik elçisi Pietro Zen ise, sık sık küçük bir teknede onları bir arada gördüğünü, haremde ve bahçelerde birlikte dolaştıklarını kaydetti.[251] Zen, Süleyman'ın İbrahim'i çok sevdiğini ve ikisinin çocukluktan itibaren hiç ayrılmadıklarını, Süleyman'ın padişah olduktan sonra da bu durumun devam ettiğini belirtti.[251] Hammer, Osmanlı tarihinde görev yapan vezirlerden hiç birisinin İbrahim Paşa'nın ulaştığı ikbale ulaşamadığını ancak hiçbirisinin de düşünün onunki kadar etki bırakmadığını belirtti.[252]
İbrahim Paşa 12 sene 8 ay sadrazamlık yaptı, bunun 6 sene 11 aylık süresini seraskerlik göreviyle birlikte yürüttü. Ayrıca bu iki görevin yanında Rumeli Beylerbeyliği'ni de idare etti.[253] İbrahim Paşa'nın, sadrazamlık görevi için 100.000 ve Rumeli Beylerbeyliği görevi içinse 50.000 altın olmak üzere toplamda 150.000 altın yıllık geliri vardı.[29][23]
Padişah üzerinde oldukça büyük bir etkiye sahip olan İbrahim, sadrazam olduktan sonra ise Osmanlı İmparatorluğu'nun o dönemde bilinen dünyayı şekillendiren dış politikasının kontrolünü tamamen eline geçirdi.[241] Süleyman tahta çıktıktan sonra devlet işleri ile bizzat ilgilense de, 1526'dan itibaren bütün sorumluluğu Sadrazam İbrahim Paşa'ya bıraktı.[254] Osmanlı İmparatorluğu'na gelen elçiler İbrahim Paşa'nın huzuruna çıktıktan sonra, gerek görülmesi durumunda diğer vezirlerle görüşmekteydiler.[254] Elçiler düzenlenen törenin ardından padişahın elini öptükten sonra, İbrahim Paşa ile görüşerek meseleyi sonuca bağlıyorlardı.[254] İbrahim Paşa başkaları hakkında bilgi toplamayı seven birisiydi ve yabancı elçilikleri bilgi almak için bir fırsat olarak görüyordu.[255] Huzuruna kabul ettiği elçileri gösterişli elbiselerle ayağa kalkmadan karşılamaktaydı.[256] Elçilerin getirdikleri hediyeleri kabul etmekteydi.[257] Hediye almaktan hoşlanan İbrahim Paşa, birçok kez kendisine teklif edilen rüşvet tekliflerini ise reddetti.[258]
Erken diplomatik işlerinde tecrübesi bulunmayan İbrahim Paşa, bu konuda bir Türk'ten yardım almak yerine Venedik Dükü Andrea Gritti'nin gayrimeşru çocuğu Alvise Gritti'den yardım aldı.[247][254] Gritti daha önce devlet idaresi konusunda herhangi bir tecrübesi olmasa da, Hristiyanlar konusunda tecrübeliydi. Bu nedenle İbrahim Paşa'ya diplomatik konularda yardımcı oldu.[259][254]
Martin Luther 1517 yılında Avrupa'da Protestanlık mezhebinin temellerini attı. Ancak ortaya çıkan bu reform hareketleri, Katolik bir devlet olan Habsburg İmparatorluğu'nun baskısıyla karşılaştı. Protestanlık hareketi, Avrupa'yı iki bölmesi nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu tarafından da desteklendi ve takip edildi.[260][261] İbrahim Paşa 1533 yılında Avusturya elçilerine şu sözleri söyledi: "Kayserin kendi ülkesinde bile gücü ve itibarı yok. Bir konsil bile toplamayı başardı mı? Ben, Hristiyan hükümdarları toplantı yapamaya pekala zorlarım. İstersem onu şimdi yaparım. (...) Bir tarafa Luther'i diğer tarafa papayı oturtarak, her ikisinin de bu konsili yapmasını sağlarım."[262][263]
Avusturya ile 1533 yılında imzalanan İstanbul Antlaşması'nın şartlarının belirlenmesi amacıyla, Avusturya elçileri ile haftalarca süren görüşmelerde bulundu.[264] Bu görüşmelerin tamamında Ferdinand'ın hükümdarlığını tanımadığı için ondan hiçbir ünvan kullanmadan bahsetti.[256] İbrahim Paşa Ferdinand'dan kardeşi ve Süleyman'ın oğlu olarak bahsetti ve onun Osmanlı sadrazamı ile denk konumda olduğunu vurgulayarak küçük düşürdü.[256] Venedik elçisi Daniello De Ludovisi 1534 yılındaki raporunda İbrahim Paşa'nın Osmanlı İmparatorluğu ile Venedik arasındaki barışın devam etmesi için çaba harcadığını belirtti.[247]
Yabancı elçiler İbrahim Paşa'nın nüfuzu dolayısı ile ilk olarak onunla görüştü. Venedik balyosları Osmanlı İmparatorluğu'ndaki tüm işlerini İbrahim Paşa ile yürüttü.[257] Venedikli diplomat Marco Minio'nun raporunda: "İstediği her şey yapılıyor, Sultan kendisini çok seviyor. Sanki asıl sultan o gibi" sözlerini kullandı.[aa]
İbrahim Paşa'nın son uluslararası faaliyeti 1535'te Fransa'ya verilecek kapitülasyonlar ile ilgiliydi. İdam edilmeden önce bu konu üzerinde çalışan İbrahim Paşa, Fransa ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ticari ilişkileri düzenlemek üzere Fransız elçisi Lafore ile müzakerelere başladı.[266] İki devlet arasında imzalanan bu ilk ittifak antlaşması, daha sonra iki ülke arasında yapılan her türlü antlaşmalar için esas kabul edildi.[266] Ancak İbrahim Paşa'nın ölümüyle birlikte Fransa'ya verilecek olan kapitülasyon antlaşması taslak halinde kaldı ve yürürlüğe girmedi.[267] Çağdaşları İbrahim Paşa'yı Osmanlı İmparatorluğu diplomasisinin beyni ve gücü olarak tanımladılar.[268] Sonraki dönem tarihçileri de bu fikri desteklediler. Jean Zeller ise İbrahim Paşa'nın rolüne gereğinden fazla önem verildiğini savundu.[268]
İbrahim Paşa, elde ettiği güç sayesinde daha da yükselme hırsına kapıldı ve padişaha ait olan ünvanları bile kullanmaktan çekinmedi.[252] Bu tavrını, elçilerle yaptığı konuşmalardaki sözleriyle açıkça ortaya koydu. İlk dönemlerde padişahın gücü ve zenginliği hakkında övünürken, daha sonrasında ise elçilere sıklıkla kendini övdü.[269] Avusturya'yla 1533 yılında yapılan barış görüşmeleri sırasında elçilere devletin kudretinden bahsettikten sonra kendi gücünü şöyle vurguladı:
Bu büyük devleti idare eden benim; her ne yaparsam, yapılmış olarak kalır, zira bütün kudret benim elimdedir; memuriyetleri ben veririm, eyaletleri ben tevzi ederim; verdiğim verilmiş, reddettiğim reddedilmiştir. Büyük padişah bir şey ihsan etmek istediği yahut ihsan ettiği zaman bile eğer ben onun kararını tasdik etmeyecek olursam, gayr-i vaki gibi kalır; çünkü her şey; harb, sulh, servet, kuvvet benim elimdedir.[270][6][271][272]
Yine aynı elçilere, Efendimiz padişah, kendileri ile benim aramda fark kalmamasını istediklerinden biri onda, biri de bende iki adet mühür bulunmasını buyurmuşlardır. Eğer kendileri için giysi ısmarlayacak olsalar, bir eşini de benim için yaptırırlar.[273][274] dedi. Aynı konuşmanın devamında: ...Ben kesin güce sahibim ve istediğim her şeyi padişah da istiyor demektir. sözlerini kullandı.[275]
Elçilerle yaptığı konuşmanın devamında: Hayvanların en korkuncu aslana kuvvet ve alışkanlığın etkisiyle hükmedilir. Bir başkası ona yiyecek vermek için yaklaşamaz. Aslan hükümdar, bakıcıları da danışmanları ve vezirleridir. Bakıcının uysallaştırmak için tuttuğu sopa, hükümdarları güdecek olan gerçek ve adalettir. Ben de efendim olan yüce sultanı, gerçeğin ve adaletin sopasıyla yönetiyorum. dedi.[276][277]
Elçilerin anlattıklarına göre İbrahim Paşa daha sonra kendi gücünü şu sözlerle anlattı: Yaptığım her şey yerine getirilir. İstersem bir at uşağını paşa yaparım. Hoşuma giden herhangi bir kişiye, padişahımın araştırmasına bile gerek kalmadan ülkeler ve krallıklar verebilirim. Benim kabul etmediğim bir şeyi isterse, buyruğu yerine getirilmez. Tersine padişahın kabul etmeyip, benim istediğim şey hemen uygulanır. Barış ve savaş hep benim bileceğim şeylerdir. İmparatorluk hazinesi benim kontrolümdedir. Hünkâr benden daha şatafatlı giyinemez. Bütün harcamalarımı padişah karşıladığı için, servetim olduğu gibi durmaktadır. Krallıkları, ülkeleri, hazineleri bana bıraktığı için her istediğimi yapabilirim...[278][277] Bu sözlerle İbrahim Paşa'nın iktidar hırsının hangi boyutlara ulaştığı anlaşılmaktadır.
Ebedî makbûl iken oldu maktûl
Kim ki gaddâr ü sitemkâr olur
Lâ-cerem katle sezâvâr olur
Böyledir tâ ezelî resm-i felek
İbrahim Paşa'nın idamından sonra yazılan bir dize.[279]
Kanuni Sultan Süleyman'ın şehzadelik yıllarından beri yanında bulunan ve onun padişah olmasından sonra, hanedan mensupları dışındaki kişilerin imparatorlukta ulaşabileceği en yüksek makama yükselen İbrahim Paşa'nın ölümü hakkında kesin bir sebep bulunmamaktadır. Ancak onun saltanat hırsına kapılarak gücünü ve zenginliğini bu yolda harcadığı, çocukluğundan beri yetişmesinde katkısı olan Şehzade Mustafa'yı desteklemesi sebebiyle, padişahın üzerinde oldukça büyük bir etkiye sahip Hürrem Sultan'ın onu padişahın gözünden düşürmesi, Irakeyn Seferi'nde kişilik olarak değiştiği ve sert bir tutum sergilediği, kimsenin sözünü dikkate almadığı ve maddi olarak savurganca harcamalar yaptığı gibi sebeplerin idamında etkisi olduğu düşünülmektedir.[280][281][282][283]
Celâlzâde'ye göre Paşa özellikle Irakeyn Seferi sırasında kötü huylu kişiler sayesinde ahlak ve tavır bakımından oldukça değişti.[284] Hiçbir sebep yokken bazı kişileri idam ettirdi ve cezalandırdı.[284][285] Bu seferdeki büyük ordu ile Şah Tahmasb'ı yok edebilecekken, dağınık yerdeki kaleleri ele geçirmekle uğraştı. Bu konudaki başarısızlığı ise kısmet ve takdire bağlayarak sorumluluk kabul etmedi.[284] Irakeyn Seferi esnasında Ulama Paşa'nın teşvikiyle[ab] Serasker ünvanına Sultan ünvanını ekledi.[286][287] Padişah adına yayınlanan ferman ve menşurların yanı sıra, ordugah içerisinde tellallar aracılığıyla duyurulan emirlerde de aynı ünvanı kullandı.[286][252] İbrahim Paşa bu ünvanı padişah sefere katıldıktan sonra da kullanmaya devam etti.[288]
Sefer esnasında kurulan divanlarda adet olduğu üzere istişare ile karar alınması gerekirken, İbrahim Paşa buna aldırış etmedi ve kendi başına kararlar aldı.[289] Ayrıca kendisine getirilen dini kitapları görünce öfkelenerek: "Pek çok kitap getirirsiniz, bende güzel kitapların sonu yoktur" diyerek reddetti.[290] Ayrıca Tebriz'de bir kale inşası için çok fazla masraf yaptı.[222] Irakeyn Seferi'nde kendisine taraftar toplamak adına birçok kişiye iyilikte bulundu ve devlet hazinesinden 80.000 altın harcadı.[285] Bu hususta Süleyman Ayas Mehmed Paşa'ya: "İbrahim'in bunca bin altını rezillere ve şahıslara in'amı, kasd-ı saltanata cür'et ve ikdâmına kat'i delil olduğu bize yakinen hasıl olmuştur ve tahkiken sübût bulmuştur" sözleriyle paşanın saltanatına kastettiğini beyan etti.[291][292][285] Yine Irakeyn Seferi'nde Kızılcadağ yaylasına on bin kişilik bir kuvvet gönderdi ve bu kuvvetin hemen tamamının yok olmasına sebep oldu.[222] Ayrıca Defterdar İskender Çelebi'nin idam edilmesine zemin hazırladı ve birçok kişinin öfkesini kazandı.[252] Solakzade'nin aktardığına göre, İskender Çelebi'nin idam edildiği gece Süleyman bir rüya gördü. Rüyasında İskender Çelebi "Bre zalim biçareyi, bir müfsidin sözüne uyup astın. Hayli zamandan beri geçmiş hizmetlerimi niçin asıverdin" diyerek elindeki kayışla Süleyman'ı boğmak istedi.[293][294][295] Rüyadan çığlıklar ile uyanan Süleyman ise elini açarak "İlâhi İbrahim, sen bana nice ki, o günahsızı astırdın ise, Allah'tan dilerim ki, sen dahi yılına varmayıp, katle sezavar olasın" diye beddua ettiği rivayet edildi.[293][295] Ancak Danişmend'in aktardığına göre bu rüyanın doğru olmadığı, İskender Çelebi'nin idamından on beş gün sonra kayın biraderi Hüseyin Çelebi'nin idam edilmesi ile anlaşılmaktadır.[295] İskender Çelebi idam edilmeden hemen önce ise İbrahim Paşa'nın da İranlılardan aldığı altın karşılığında Süleyman'ı öldürmek için bir komplo hazırlığında olduğunu beyan etti.[ac]
Ayrıca Makbul İbrahim Paşa'nın Hürrem Sultan'ın oğlu olmayan Şehzade Mustafa'yı desteklemesinden dolayı ölümünde Hürrem Sultan'ın da etkisinin olduğu rivayet edildi.[297] Bu sebeple Hürrem Sultan sürekli olarak padişaha İbrahim Paşa'nın aleyhinde fikir aşıladı. Son olarak ise Irakeyn Seferi'nde kullandığı "Serasker Sultan" ünvanı nedeniyle Osmanlı tahtına göz diktiği fikrini padişaha kabul ettirdi.[297]
İbrahim Paşa'nın tartışılan faaliyetlerinden biri de Mohaç Muharebesi sonrasında Budin'den Kostantîniyye'ye getirerek, At Meydanı'ndaki sarayının önüne diktirdiği mitolojik heykellerdir.[298] Osmanlı devlet geleneğinde bir ülke ya da şehir ele geçirildiğinde, oradan elde edilen ganimetler payitahta getirilerek bir kısmı şehir meydanlarında teşhir edilmekteydi. Bu teşhir edilen ganimetler günlerce veya aylarca orada kalmaktaydı. Bu gelenek devletin elde ettiği başarıyı halka anlatmanın en etkili yollarından birisi olarak görüldü.[299] Üç güzeller olarak anılan Herkül, Apollon ve Dina'nın At Meydanı'na dikilmesinin, İbrahim Paşa tarafından Osmanlı İmparatorluğu'nun üstünlüğünü çöküşte olan Hristiyan Avrupası'nın kültürleriyle ilişkilendirmek amacını taşıdığı belirtildi.[300] Ancak bu eylem, Müslümanlıkta "yukarıda gökyüzünde, aşağıda toprakta ve toprağın altındaki suda her hangi bir şeyin görüntüsünün" tasvirini yasaklayan kuralla ters düşüyordu.[301] Kendisinden bir putperest olarak bahsedilmeye başlandı[301] ve heykellerin dikilmesiyle birlikte dönemin şairlerinden Figânî, muhtemelen Firdevsî'nin Mahmud Gaznevî[ad] için yazdığı şiiri uyarlayarak şu iki mısra ile İbrahim Paşa'yı put dikmekle suçladı:[298][302]
Dü İbrāhīm āmed be-deyr-i cihān, |
Cihan tapınağına iki İbrahim geldi, |
İbrahim Paşa bu duruma öfkelendi ve şairin cezalandırılmasını emretti.[298][303] Figânî 1532 yılının bahar ayında, önce kamçılandı, daha sonra şehir meydanında bir eşeğe bindirilerek teşhir edildi ve son olarak da asılarak idam edildi.[303] İbrahim Paşa'nın idam edilmesinin ardından, bu heykeller bir takım kişiler tarafından parçalandı.[304]
İbrahim Paşa, Fransızlara verilecek olan kapitülasyonlarla ilgili çalışmalarını yürütürken, 14-15 Mart gecesi iftar için saraya davet edildi. İftardan sonra, geceyi geçirdiği saraydaki odasında dört dilsiz cellat tarafından boğuldu.[280][292] Ertesi sabah cesedi üzerinde yer alan izler, şiddetli bir mücadeleden sonra boğulduğunu gösteriyordu.[280][252][305] Cesedi siyah bir at ile kendi sarayına taşındı.[306] Defnedildiği yeri belirten hiçbir işaret yoktur.[280] Ancak bazı kaynaklarda[ae] cesedinin Galata'da bulunan Canfeda Tekkesi'ne defnedildiği[292] ve mezarının başına bir erguvan ağacının dikildiği bilgisi yer almaktadır.[279][307] Bunun yanında Sicil-i Osmani'de ise idam edildikten sonra Okmeydanı'na gömüldüğü yazılıdır.[308] İbrahim Paşa Irakeyn Seferi'nden döndükten 67 gün sonra idam edildi.[309] Süleymanla yaşıt olduğu rivayetine göre öldüğü zaman yaklaşık 40-45 yaşındaydı.[310] Daha önce Makbul olarak anılırken, ölümünden sonra Maktul olarak anıldı.[97] Yerine Ayas Mehmed Paşa sadrazam oldu.[289][309]
Osmanlı tarihçilerine göre Pargalı'nın ölümünden sonra imparatorluk hem askerî hem de diplomatik olarak gerilemeye başladı. Ölümü, Fransızlarla diplomatik ilişkilerin zayıflamasında etkili oldu, çünkü yapılan kapitülasyon anlaşmasının şartları infazından önce henüz yürürlüğe girmedi.[312]
TDV İslâm Ansiklopedisi'nde Feridun Emecen İbrahim Paşa'nın ölümünden sonrası ile alakalı olarak şunları söylemektedir: "İbrâhim Paşa'nın çağdaşı olan şair ve tezkire sahibi Latîfî, onun hakkında iki ayrı risâle kaleme aldı. Evsâf-ı İbrâhim Paşa adlı kısa risâlede İbrâhim Paşa'nın cömertliğini, şair ve edipleri koruduğunu yazarak övücü ifadelere yer veren Latîfî ondan sonra gelenlerin şair, edip ve sanatçılara önem vermediklerini, hatta bunların hazineden almakta oldukları in'âm ve câizelerinin kesildiğini de söyler. Daha da ileri giderek halkın İbrâhim Paşa'nın kıymetini ancak ölümünden sonra anladığını yazar."[313]
İbrahim Paşa öldükten sonra Süleyman bütün işlerini bir tek kişiye emanet etmedi.[314] Padişahın damadı ve sadrazamı olan Rüstem Paşa ise hiçbir zaman padişaha İbrahim Paşa kadar yakın olamadı, kendi başına hareket edemedi ve padişahın izni olmadan saraya girip çıkamadı.[314] İbrahim Paşa'nın ölümünden 17 yıl sonra Venedik Senatosu'na bir rapor sunan Bernardo Navegora şunları belirtti: "Bunların arasında zamanında İbrahim Paşa en gözdelerden biri oldu. Rüstem ise şimdi sultanın en büyük gözdesidir. Sultan tarafından kimse onun kadar sevilmedi. İbrahim Paşa'nın çok önemli, büyük, her istediğini yapabilen bir kişilik olduğu söyleniyor. İstediği zaman yaptıklarını sultana da anlatıyor. Sultan da onu her zaman yaptıklarından dolayı övüyormuş. İstediği zaman saraya sultanın yanına gidiyor. Kulu olmaktan çok arkadaşı gibi. Rüstem ise kolaylıkla saraya giremiyormuş."[315]
Anadolu ve Rumeli kazaskerleri Fenarîzade Muhyiddin Çelebi ve Kadri Efendi, 1537 yılındaki Korfu Kuşatması'nın dönüş yolunda Süleyman'a İbrahim Paşa'nın idam edilmesinin sebebini sormaları üzerine görevlerinden alındı ve yerlerine İstanbul Kadısı Ebussuud Efendi ile Mısır Kadısı Çivizade Muhiddin Mehmed Efendi getirildi.[310]
İbrahim Paşa, Rumca, Farsça, Türkçe ve İtalyanca dillerini biliyordu.[35][103][251][9][316] Musikide maharetli olması ve okumayı çok sevmesi sebebiyle sohbetlerde aranan bir kişilikti.[103] Çocukluğundan itibaren müzik konusunda iyi bir eğitim alan İbrahim iyi bir kemancı idi.[22][19][9][af] Saraydaki İranlı bir müzisyenle besteler yapıyordu.[244] Sanata düşkün olan İbrahim Paşa aynı zamanda büyük bir edebiyat hamisiydi. Tarih, coğrafya, felsefe ve hukukla ilgileniyordu.[23] İbrahim Paşa, özellikle Roma'ya direnen Hannibal'ın ve Makedonya İmparatorluğu'nu yöneten Büyük İskender'in hikâyelerini okumaktan hoşlanır ve üzerinde inceleme yapardı.[103][251] Kendisine roman okunmasından hoşlanıyordu.[244] Avrupa'yı çok yakından takip eden İbrahim Paşa, bilgisini padişaha hissettirmekten de geri kalmazdı.[35] Birçok araştırmacı ve tarihçi İbrahim Paşa'nın büyük bir diplomat olduğu kanaatindedirler.[317]
Küçüklüğünden itibaren saray terbiyesi alan İbrahim Paşa, Celâlzâde'nin tarifine göre: "Güzel huylu, terbiyeli, aydın düşünceli, yüksek azim sahibi, cömert, insaflı ve liyâkatli" idi.[42] Sicil-i Osmani'de ise: "Akıllı, cömert, cesur ise de kötü hareketlerinden dolayı nefsini tehlikeye attı" sözleriyle tanımlandı.[318]
Venedik elçisi Pietro Bragadino'nun 1526 tarihli raporunda, İbrahim Paşa'nın zayıf ve ufak tefek yüzlü olduğunu, sultanın en yakın danışmanı konumunda bulunduğunu belirterek şunları kaydetti: Dünyadaki diğer büyük beylerin neler yaptığı, onların toprakları, ülkeleri konusunda oldukça meraklı; değerli ilginç eşyalar satın alıyor, bilgili biri, kitapları okuyor, ülkesinin kurallarını çok iyi biliyor. Bu paşadan önceleri herkes çok nefret ediyormuş ama şimdi sultanın onu çok sevdiğini gördüklerinden herkes onunla arkadaş olmaya çalışıyor, sultanın annesi, karısı, diğer iki paşa da dâhil. Hiçbiri, hiçbir konuda kendisine karşı gelmiyor. Bu yüzden istediği her şeyi yapabiliyor. Sultanına çok sadık. Halkın önünde hediye almak hoşuna gidiyor, gizli hiçbir hediyeyi kabul etmiyor.[317]
13 sene sadrazamlık yapan İbrahim Paşa Konstantiniyye, Mekke, Selanik, Hezergrad (Razgrad) ve Kavala'da camiler yaptırdı, birçok yerde mescit, mektep, medrese zaviye, hamam ve çeşme gibi eserler inşa ettirdi ve bunlara vakıflar tahsis ettirdi.[319] Ayrıca Mısır'da kaldığı süre boyunca bakımsız kalan birçok binayı, cami ve okulları tamir ettirdi ve masraflarını kendi cebinden karşıladığı yeni binalar inşa ettirdi.[320]
İstanbul'un Kumkapı semtinde yer alan "İbrahim Paşa Zevcesi Muhsine Hatun Camii", İbrahim Paşa tarafından eşinin isteği üzerine yaptırıldı.[31] Yine bu caminin yakınında bir tekke ile Galata'da Haliç kıyısında yer alan Eski Yağkapanı Mescidi de İbrahim Paşa'nın yaptırdığı diğer eserlerdir.[31]
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.