Loading AI tools
Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Osmanlı döneminde Arnavutluk, Arnavutluk tarihinde, 15. yüzyılın sonlarındaki Osmanlı fethinden başlayıp Arnavutluk Bağımsızlık Bildirgesi ile 1912'de Osmanlı İmparatorluğu'ndan resmi olarak ayrılmasına kadar geçen bir dönemi ifade eder. Osmanlılar Arnavutluk'a ilk kez 1385 yılında Arnavut soylu Karl Thopia'nın Savra Muharebesi sırasında soylu II. Balša'nın güçlerini bastırmak üzere daveti üzerine girmişlerdir. 1385'teki Savra Muharebesi'nden sonra Arnavutluk'un bazı bölgelerinde bir miktar nüfuzları vardı, ancak doğrudan kontrolleri yoktu. Osmanlılar 1420'lerde güney Arnavutluk'a garnizonlar yerleştirdiler ve 1431'de orta Arnavutluk'ta resmi yargı yetkisi kurdular. Osmanlılar tüm Arnavut topraklarının yönetimini talep etse de, Arnavut etnik bölgelerinin çoğu hâlâ Osmanlı yönetiminden bağımsız Orta Çağ Arnavut soyluları tarafından yönetiliyordu. çoğunlukla orta Arnavutluk'u kontrol eden Arvanid Sancağı, 1420 veya 1430'da kurulmuştur; ülkenin (bugünkü Kosova, Karadağ ve Makedonya bölgeleri dahil) çoğunlukla özgür olduğu 1443-1481 döneminden ve İşkodra ve Leş Birliği'nin düşmesinden sonra 1481'de Osmanlı yönetimi daha da sağlamlaşmıştır. Arnavutlar 1481'de yeniden ayaklanmışlar ama Osmanlılar nihayet 1488'de Arnavutluk'u kontrol altına almışlardır.
Osmanlı kaynaklarında ülke için kullanılan terim Arnavudluk (Osmanlı Türkçesi : آرناوودلق), günümüz Arnavutluk, Kosova, batı Kuzey Makedonya, güney Sırbistan, güney Karadağ ve kuzey Yunanistan'ın bazı bölgelerini kapsar.[1][2]
1431'de Gjergj Arianiti, Zenevisi ailesi, Andrea Thopia ve Yuvan Kastrioti'nin de aralarında bulunduğu birçok Arnavut prensi Osmanlı İmparatorluğu'na karşı bir savaş başlatmışlar ve bu savaş Yuvan Kastrioti'nin yenilgisiyle sonuçlanmış, ancak Gjergj Arianiti için 4 savaşta ve Andrea Thopia için 1 zaferle sonuçlanmıştır. Bu Arnavut zaferleri İskender Bey'in 1443'te Akçahisar'a gelmesinin yolunu açmıştır. Arnavutluk bölgelerinin çoğunun bağımsızlığı 1443-1479 yılları arasında sürdürülmüş; İskender Bey'in önderliğindeki ayaklanma, Gjergj Arianiti, Andrea Thopia ve Leka Dukagin gibi diğer Arnavut soylularıyla birlikte Osmanlı İmparatorluğu'na karşı 30'dan fazla zaferle kayda değer bir sonuç elde etmiştir.[3]
Arnavutların Osmanlılara karşı direnişi ve savaşı 48 yıl sürmüştür. Arnavutluk'un asla tamamen işgal edilemeyen kuzey kısmı Mirdita hariç, Osmanlılar tarafından ele geçirilen son şehirler 1480'de İşkodra, 1501'de Dıraç ve 1509'da Himara idi. Burayı işgal etmenin imkânsızlığını gören Osmanlılar, bölgenin kendi veliaht prensleriyle özerklik hakkını sağlamak zorunda kalmışlardır.[4] Balkanlar'da Osmanlı döneminin tamamı boyunca yaklaşık 400 yıl boyunca Gjomarka ailesi tarafından yönetilen Mirdita Prensliği her zaman özgür kalmıştır.[5]
Arnavutlar, 14. yüzyılın sonları ve 15. yüzyılın başlarında itibaren ama özellikle 16. ve 17. yüzyıllarda artan bir İslamlaşma dönemine girmişlerdir. Arnavutlar, İslam'ı kabul ederek, Osmanlı İmparatorluğu'nun geniş toprakları ve devasa nüfusu göz önüne alındığında, Osmanlı güç yapılarına, küçük nüfuslarına orantısız bir şekilde hakim olmuşlardır. 15. ve 16. yüzyıllarda önemli, özellikle 17., 18. ve 19. yüzyıllarda çarpıcı bir rol oynayarak İmparatorluğun en önemli ve saygın milletlerinden biri haline gelmişlerdir.
1750'lerde Bağımsız Arnavut Paşaları dönemiyle birlikte Balkanlar'daki yerel Arnavut hükümdarlar için yarı bağımsızlık dönemi başlamıştır. 1754 yılında Buşatlı ailesinin özerk Arnavut Paşalığı, merkezi İşkodra Paşalığı adı verilen İşkodra şehri olacak şekilde kurulmuştur. Daha sonra benzer özerklikte Berat Paşalığı kurulmuştur ve bu durum 1787'de Tepedelenli Ali Paşa'nın Arnavut Paşalığı ile doruğa ulaşmıştır. Arnavut paşalıkları 1831'de sona ermiş ve sonuncusu Buşatlı Paşalığı olmuştur. Bu fiilen bağımsız Arnavut Paşalıkları, Bosna'dan günümüzün güney Yunanistan'ındaki Morea'nın (Peloponnese) güneyine kadar uzanmıştır.
Bu arada Osmanlı Arnavut komutanlarından Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Arnavut paralı askerleri aracılığıyla 1805 yılında Mısır'da iktidarı ele geçirmiş 1954 yılına kadar sürecek bir hanedan kurmuştur. 1824'te Sudan'ı ve Suudi Arabistan'ın birçok bölgesini ele geçirecek, daha sonra 1831'de Levant'ı, hatta 1833'te Osmanlıları yenerek ele geçirmiştir. 1839-1841 Osmanlı-Mısır Savaşı olarak bilinen olayda çatışma yeniden artacak ve yalnızca Avrupalı Güçler, Mehmet Ali ve oğlu İbrahim Paşa'nın İstanbul'u ele geçirmesini ve 1840 Doğu Krizini çözerek Osmanlı hanedanını Arnavut hanedanıyla değiştirmesini engellemişlerdir. Arnavut toplulukları bugüne kadar Mısır'da ve Suriye ve Filistin gibi Levant'ın diğer bölgelerinde varlığını sürdürmektedirler.
Bugün Arnavutluk Cumhuriyeti'ne ait olan bölge, 1912'de Balkan Savaşları sırasında bağımsızlığını ilan edene kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olarak kalmıştır.
Osmanlılar 14. yüzyılın ortalarında hakimiyetini Anadolu'dan Balkanlar'a kadar genişletmişlerdir. 1352'de Avrupa topraklarına girmişler ve 1389'da I. Kosova Muharebesi'nde aralarında bazı Arnavut ve Boşnakların da bulunduğu Sırpların önderlik ettiği bir Balkan koalisyon ordusunu mağlup etmişlerdir. 1402'de Moğol lideri Timur'un Anadolu'ya doğudan saldırıp padişahı öldürmesi ve iç savaşı başlatmasıyla Osmanlı baskısı azalmıştır.[7] Düzen sağlandığında Osmanlılar batıya doğru ilerlemelerini yenilediler. 1453 yılında Sultan II. Mehmed'in kuvvetleri İstanbul'u fethettiler.[8]
Arnavut nüfusun yaşadığı toprakların bağımsız feodal beyler ve aşiret reisleri tarafından yönetilen küçük, birbiriyle çatışan derebeyliklere bölünmesi, onları Osmanlı orduları için kolay bir av haline getirmiştir. 1385 yılında Dıraç'ın Arnavut hükümdarı Karl Thopia, rakipleri Balşa ailesine karşı destek için padişaha başvurmuştur. Bir Osmanlı kuvveti Egnatia Yolu üzerinden hızla Arnavutluk'a yürümüş ve Savra Muharebesi'nde II. Balša'yı bozguna uğratmıştır. Arnavut Beyliklerinden bazıları 1420'den sonra çok geçmeden Osmanlı İmparatorluğu'nun tebaası olmaya başlamışlardır. Ergiri, 1420'de Arvanid Sancağı'nın ilçe merkezi olmuştur.[9] 1431-1435 yılları arasında Gjergj Arianiti'nin Osmanlıları mağlup etmesinden sonra Akçahisar, Arnavutluk Sancağı'nın merkezi olarak kurulmuştur.
Osmanlılar, Arnavut aşiret reislerinin konumlarını, yönetimlerini ve mülklerini korumalarına izin verdi, ancak haraç ödemek ve bazen oğullarını Osmanlı sarayına rehin olarak göndermek ve Osmanlı ordusuna yardımcı birlikler sağlamak zorunda kaldılar.[8] Ancak pek çok Arnavut boyu ve beyliği Osmanlı otoritesini tanımadı ve haraç ödemedi.
Arnavutların 14. yüzyılda ve özellikle 15. yüzyılda Osmanlılara karşı direnişi tüm Avrupa'da büyük beğeni toplamıştır. Akçahisarlı Yuvan Kastrioti, 1425'te Osmanlı hükümdarlığına teslim olan Arnavut soylularından ve klan liderlerinden birisiydi. Dört oğlunu askerlik eğitimi almak üzere Osmanlı başkentine göndermek zorunda kalmıştı. Arnavutların ulusal kahramanı olacak genç İskender Bey (1403-68), padişahın dikkatini çekti. Müslüman olduğunda İskender adını alan genç adam, Küçük Asya ve Avrupa'ya yapılan askeri seferlere katılarak Osmanlı'nın önde gelen generallerinden biri olmuştur. Bir Balkan bölgesini yönetmek üzere atandığında, İskender Bey olarak tanınmıştı. İskender Bey'in komutası altındaki Osmanlı kuvvetleri, 1443'te günümüz Sırbistan'ı olan Niş yakınlarında (kasıtlı olarak kendisi tarafından) yapılan bir savaşta yenilgiye uğradıktan sonra, İskender Bey Akçahisar'a gitti ve bir Türk paşasını Arnavut kalesini teslim etmesi için kandırdı. İskender Bey daha sonra Roma Katolikliğini benimsedi ve Osmanlı İmparatorluğu'na karşı kutsal bir savaş ilan etti.[8]
1 Mart 1444'te Arnavut reisleri, Karadağ prensi ve Venedik delegeleriyle birlikte Leş katedralinde toplandılar ve İskender Bey'i Arnavut direnişinin komutanı ilan ettiler. Arnavutluk'un tamamı onun Osmanlılara karşı liderliğini kabul etti, ancak yerel liderler kendi bölgelerinin kontrolünü elinde tuttular. İskender Bey'in hanedan amblemini taşıyan kırmızı bayrak altında, yaklaşık 10.000-15.000 kişilik bir Arnavut kuvveti, İskender Bey'in başkomutan olduğu yirmi dört yıl ve ölümünden sonra da 11 yıl boyunca topraklarına karşı Osmanlı seferlerini durdurmuşlardır.
Arnavutlar, üç kez Akçahisar kuşatmasını aşmışlardır. 1450'de Arnavutlar, Sultan II. Murad'ı bizzat bozguna uğratmışlardır. Daha sonra Sultan II. Mehmed'in 1466 ve 1467'deki saldırılarını püskürtmüşlerdir. 1461'de İskender Bey, Sicilya krallarına karşı güney İtalya'daki tüm rakiplerini neredeyse yenen Napoli Kralı I. Alfonso'nun yardımına gitmiştir. Arnavutlar ayrıca 1449'da Arnavut-Venedik Savaşı'nda 3 muharebede Venedik'i mağlup etmişlerdir.
Bazı zamanlar İskender Bey yönetimindeki hükûmet istikrarsızdı ve zaman zaman yerel Arnavut yöneticiler ona karşı Osmanlılar ile işbirliği yapmışlardır.[8]
Napoli Krallığı ve Vatikan'ın siyasi ve küçük maddi desteğiyle Osmanlı'ya karşı direniş, 36 yıl boyunca devam etmiştir.
Akçahisar, İskender Bey'in ölümünden on yıl sonra, ancak 1478'de Osmanlıların eline geçmiştir; İşkodra, 1474'teki başarısız kuşatmanın ve 1478'de Venedik'in İşkodra'yı Osmanlılara bırakmasıyla sonuçlanan daha güçlü bir kuşatmanın ardından 1479'da yenik düştü. Venedikliler daha sonra 1501'de Durrës'i tahliye ettiler. Fetihler, Arnavut soylularının Venedik ve İtalya'ya, özellikle Napoli krallığına, ayrıca Sicilya, Romanya ve Mısır'a büyük bir göçünü tetiklemiştir. Arnavut mültecilerin çoğu Ortodoks Kilisesi'ne mensuptular. İtalya'daki Arnavutlar, gelecek yüzyıllarda Arnavut ulusal hareketini önemli ölçüde etkilemişler ve çoğu İtalya'ya gelen bu göçmenlerin soyundan Arnavut Fransiskan rahipleri, Arnavutluk'un kuzey bölgelerinde Katolikliğin korunmasında önemli bir rol oynamışlardır.[8]
İskender Bey'in Arnavutluk'u özgür tutmak için verdiği uzun mücadele, onların dayanışmasını güçlendirdiği, onları ulusal kimlikleri konusunda daha bilinçli hale getirdiği ve daha sonra ulusal birlik, özgürlük ve ulusal mücadele için büyük bir ilham kaynağı olarak hizmet ettiği için Arnavut halkı için son derece önemli hale gelmiştir.[10] Ailesinin, kırmızı zemin üzerinde iki başlı siyah kartal taşıyan bayrağı, yüzyıllar sonra Arnavut ulusal hareketinin altında toplandığı bayrak haline gelmiştir. İskender Bey'in ölümü ve Akçahisar'nin düşüşünden 11 yıl sonra Osmanlı İmparatorluğu etnik Arnavut topraklarının kontrolünü ele geçirmiş ve birçok siyasi değişiklik yapmıştır.
Arnavut nüfusu, Osmanlı ticaret ağlarında, bürokrasisinde ve ordusunda önemli maddi avantajlar sunan Bektaşiliğin öğretileri aracılığıyla yavaş yavaş İslam'a geçmeye başlamışlardır. Pek çok Arnavut başlangıçta Yeniçeri ve Devşirme'ye (birçok durumda Arnavut soylularının oğulları) alındı ve daha sonra Müslüman olarak çok başarılı askeri ve siyasi kariyerlerin yolunu açması diğer Arnavutların da bunu yapması neden oldu.
Arnavutlar daha sonra 15. ve özellikle 16. ve 17. yüzyıllarda İslamlaşma dönemine girmişlerdir. Arnavutlar, İslam'ı kabul ederek, Osmanlı İmparatorluğu'nun geniş toprakları ve büyük nüfusu göz önüne alındığında, sonunda Osmanlı iktidar yapılarına küçük nüfuslarına orantısız bir şekilde hakim olacaklardı. 15. yüzyıldan bu yana, özellikle de 17., 18. ve 19. yüzyıllarda İmparatorluğun en önemli ve prestijli uluslarından biri haline gelmişlerdir.
Örneğin Osmanlı devletini yaklaşık 190 yıl yöneten 48 Sadrazam, Arnavut kökenlidir. Osmanlı yönetimi sırasında en önde gelen Arnavutlardan bazıları şunlardır: İskender Bey, Balaban Paşa, Koca Davud Paşa, Hamza Kastrioti, İmrahor İlyas Bey, Pargalı İbrahim Paşa, Mimar Sinan, Nezim Frakulla, Köprülü Mehmed Paşa, Tepedelenli Ali Paşa, Ethem Paşa, Ömer Viryoni, Patrona Halil, Haxhi Şehreti, Gusinyeli Ali Paşa, Beratlı İbrahim Paşa, Köprülü Fazıl Ahmed Paşa, Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Kara Mahmud Paşa, Kara Murad Paşa, Kurt Ahmed Paşa Paşa, Buşatlı Mustafa Paşa Buşatlı İbrahim Paşa, Sedefkâr Mehmed Ağa.
Arnavutlar ayrıca bağımsızlığını kazanmadan önce 1499-1503 Osmanlı-Venedik Savaşı, Macaristan-Osmanlı savaşları ve Osmanlı-Habsburg savaşlarında da önemli bir rol oynamışlardır.
Osmanlı İmparatorluğu, 1600'lerin başından 1800'lerin ortalarına ve Tanzimat reformlarına kadar olan savaşlarında büyük ölçüde Arnavut Paralı Askerlerine bağımlı olmuşlardır.
Osmanlı merkezi otoritesinin ve tımar sisteminin zayıflaması Arnavut nüfusun yaşadığı topraklarda anarşiye yol açmıştır. 18. yüzyılda Buşati ailesi yönetimindeki İşkodra; ve Tepedelenli Ali Paşa yönetiminde Yanya olmak üzere Arnavutluk'ta iki iktidar merkezi ortaya çıkmıştır. Amaçları uygun olduğunda her iki makam da Bâbıâli ile işbirliği yapıyorlar, merkezi hükûmete meydan okumak uygun olduğunda ise her biri bağımsız hareket ediyordu.[11]
Bushati ailesi başlangıçta çeşitli dağlık kabilelerle oluşturduğu ittifaklar ağı aracılığıyla İşkodra bölgesine hakim olmuş ve daha sonra bugünkü Karadağ, Kuzey Arnavutluk, Kosova, Makedonya ve güney Sırbistan'da geniş alanlara yayılmıştır. Kara Mahmud Buşati, Babıali'ye karşı Avusturya ve Rusya'yı kullanarak de juro bağımsız bir prenslik kurmaya ve kontrolü altındaki toprakları genişletmeye çalışmıştır. 1785'te Kara Mahmud'un güçleri Karadağ topraklarına saldırmış ve Avusturya, Babıali'ye karşı Viyana ile ittifak kurması halinde onu tüm Arnavutluk'un hükümdarı olarak tanımayı teklif etmiştir. Fırsatı değerlendiren Kara Mahmud, 1788'de padişaha Avusturya heyetinin kellelerini gönderdi ve Osmanlılar onu İşkodra'ya vali olarak atadılar. Ancak 1796'da Karadağ'dan toprak koparmaya çalıştığında, Karadağ'ın kuzeyinde bir pusuya düşürülerek yenildi ve öldürüldü. Kara Mahmud'un kardeşi Buşatlı İbrahim Paşa, 1810'daki ölümüne kadar Babıali ile işbirliği yapmış, ancak halefi Buşatlı Mustafa Paşa, Osmanlı'nın Yunan ihtilalcilerine ve isyancı paşalara karşı askeri seferlerine katılmasına rağmen inatçı olduğunu kanıtlamıştır. Dağlı kabilelerle işbirliği yaparak Kara Mahmud Buşati gibi Balkanlarda geniş bir alanı kontrolü altına almıştır.[11] 1814'te Arnavutluk'u ve Ali Paşa'yı ziyaret eden Charles Robert Cockerell, Ali Paşa'nın yönetimine hayran kalmış ve şunları söylemiştir: "Hukuk var -çünkü herkes onun Türkiye'nin diğer yerlerindeki yöneticilerle karşılaştırıldığında tarafsızlığını kabul ediyor- ve ticaret var. O [Ali Paşa] yollar yaptı, sınırları güçlendirdi, eşkıyalığı bastırdı ve Arnavutluk'u Avrupa'da önemli bir güç haline getirdi."[12]
Shkumbini Nehri'nin güneyinde, çoğunluğu köylü olan Tosklar, seçilmiş yöneticilerin yönetiminde küçük köylerde yaşıyorlardı. Dağların yüksek kesimlerinde yaşayan bazı Tosklar bağımsızlıklarını korumuşlar ve çoğu zaman vergi ödemekten kaçmışlardır. Ancak ovalardaki Tosk'ları kontrol etmek Osmanlı otoriteleri için daha kolay olmuştur. Arnavut kabile sistemi burada ortadan kalkmış ve Osmanlılar, padişahın askerlik hizmeti karşılığında askerlere ve süvarilere geçici topraklar veya tımarlar verdiği bir askeri tımar sistemi dayatmışlardır. 18. yüzyıla gelindiğinde, birçok askeri tımar, zor durumdaki Hristiyan ve Müslüman kiracı çiftçilerinden servet sızdıran ekonomik ve politik açıdan güçlü ailelerin fiilen kalıtsal mülkleri haline gelmişlerdir. Beyler, kuzey dağlarındaki aşiret reisleri gibi, kendi eyaletlerinde neredeyse bağımsız hükümdarlar haline gelmişler, kendi askerî birliklerine sahip olmuşlar ve topraklarını ve güçlerini artırmak için sıklıkla birbirlerine savaş açmışlardır. Bâb-ı Âli, yerel beylerin birleşmesini ve Osmanlı yönetimine tehdit oluşturmasını önlemek için böl ve yönet politikasını uygulamaya çalışmış, ancak pek başarılı olamamıştır.[13]
Osmanlı-Arnavut ilişkileri 1826 yılında II. Mahmud döneminde kötüleşmiş, meşhur Vaka-i Hayriye ve ardından gelen karışıklıklar Yeniçeri Ocağı'nın, Devşirme'nin ve Rumeli'deki tüm Balkan Müslüman liderliğinin şiddetli bir şekilde dağılmasına neden olmuş ve giderek zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu'nda isyan ve istikrarsız dalgasına neden olmuştur.
Bâb-ı Âli, Buşatileri ve Ali Paşa'yı ezdikten sonra, huysuz paşaları dizginleyerek imparatorluğu güçlendirmeyi amaçlayan, tanzimat olarak bilinen bir dizi reformu uygulamaya koymuştur. Tımarlar, özellikle ovalarda resmi olarak büyük bireysel arazilere dönüşmüştür. 1835'te Babıali, Arnavut nüfusun yaşadığı toprakları Yanya ve Rumeli vilayetlerine bölmüş ve bunları yönetmek için İstanbul'dan memurlar göndermiştir. Bu, 1843-1844'te bir dizi isyana yol açmış, ancak bunlar Osmanlı ordusu tarafından bastırılmıştır.
1865'ten sonra Babıali, Arnavut topraklarını İşkodra, Yanya ve Manastır vilayetleri arasında yeniden bölüştürmüştür. Reformlar, ayrıcalıklarının görünürde hiçbir tazminat olmaksızın azaltıldığını gören dağlık Arnavut reislerini kızdırmış ve yetkililer sonunda onları kontrol etme çabalarından vazgeçmiştir. Ancak Osmanlı birlikleri ovalardaki yerel isyanları bastırmış ve oradaki koşullar kötü kalmıştır. Kuzey Arnavut kabileleri arasındaki dinsel bölünme onları karşı karşıya getirmiştir. Müslüman kuzey Arnavut kabileleri, 1876'da Mirditë Katoliklerinin yaşadığı bölgeyi harap ettiklerinde olduğu gibi, Hristiyan Arnavut kabilelerine karşı Osmanlı seferlerine katılmışlardır.[14] Çok sayıda Tosk, Romanya, Mısır, Bulgaristan, İstanbul, güney İtalya ve daha sonra Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan büyük Arnavut göçmen topluluklarına katılmak için göç etmiştir.[11]
1906'da Osmanlı İmparatorluğu'nda muhalif gruplar ortaya çıktı; bunlardan biri, daha çok Jön Türkler olarak bilinen İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne dönüştü ve gerekirse devrimle İstanbul'da anayasal yönetimi yeniden kurmayı önerdi. Temmuz 1908'de, Makedonya'daki Jön Türk isyanının, Kosova ve Vardar Makedonya'sındaki Arnavut ayaklanması tarafından desteklenen, imparatorluk ordusu içinde yaygın ayaklanma ve isyana dönüşmesinden bir ay sonra, Sultan II. Abdülhamid, Jön Türklerin anayasal yönetimi yeniden tesis etme taleplerini kabul etmiştir. Pek çok Arnavut, imparatorluk içinde halklarına özerklik kazandıracağını umarak Jön Türk ayaklanmasına katılmıştır. Jön Türkler, Arnavutça eğitim veren okullar ve Arnavut dilinin yazılması üzerindeki Osmanlı yasağını kaldırmıştır. Sonuç olarak, 1908'de Manastır'da bir araya gelen Arnavut aydınları, standart yazı olarak Latin alfabesini seçtiler. Ancak Jön Türkler imparatorluğu sürdürmeye kararlıydılar ve sınırları içindeki sayısız milliyetçi gruba taviz vermek istemiyorlardı. Nisan 1909'da II. Abdülhamid'in tahttan çekilmesini sağladıktan sonra, yeni yetkililer vergileri artırdı, gerilla gruplarını ve milliyetçi toplulukları yasa dışı ilan edip ve İstanbul'un kuzeydeki Arnavut dağlılar üzerindeki kontrolünü genişletmeye çalıştılar. Buna ek olarak, Jön Türkler kabahatler için bile falaka yapmayı, yani sopayla dövmeyi yasallaştırıp, tüfek taşımayı yasakladılar ve Arnavut uyrukluğunun varlığını reddettiler. Yeni hükûmet ayrıca Arnavutların birliğini kırmak için İslami dayanışma çağrısında bulundular ve Müslüman din adamlarını Arap alfabesini empoze etmek için kullanıp ve Arnavut ulusal bayrağını da yasakladılar.
Arnavutlar, Jön Türklerin kendilerini zorla "Osmanlılaştırma" kampanyasına boyun eğmeyi reddettiler. Nisan 1910'un başlarında Kosova'da ve kuzey dağlarında yeni Arnavut ayaklanmaları başladı. Osmanlı güçleri üç ay sonra bu isyanları bastırdı, Arnavut örgütlerini yasa dışı ilan edip, tüm bölgeleri silahsızlandırıp, okulları ve yayınları kapattılar. Arnavut nüfusun yaşadığı toprakları ele geçirmeye hazırlanan Karadağ, dağ kabilelerinin Jön Türk rejimine karşı 1911'de yaygın bir isyana dönüşen ayaklanmasını destekledi. Arnavutları zorla kontrol edemeyen Osmanlı hükûmeti, okullar, askere alma ve vergilendirme konularında tavizler verdi ve Arnavut dili için Latin alfabesinin kullanılmasına onay verdi. Ancak hükûmet, Arnavutların yaşadığı dört vilayeti tek bir Vilâyet-i Arnavud altında birleştirmeyi reddetti.
İdari olarak Osmanlılar, Arnavutların yaşadığı toprakları birkaç ilçe veya vilayet arasında paylaştırdı. Osmanlı yetkilileri İslam'a geçmeyi zorlamamıştır; bu dönüşüm ilk olarak 14. yüzyılın sonu ve 15. yüzyılın başında Arnavut soyluları tarafından yapılmış ve giderek kitleler tarafından kabul görmüştür.[13]
1479'a gelindiğinde Dıraç, Ülgün ve Bar hariç tüm ülke Osmanlı hükümdarlığı altındaydı. Tanınmış vezirler ve paşalar Arnavutluk'tan geliyordu ve Arnavutların çoğunluğunun İslam'ı kabul etmesinden çok önce görev almaya başlamışlardı.
Osmanlı padişahı, kendisini Tanrı'nın yeryüzündeki temsilcisi, amacı İslam'ı savunmak ve yaymak olan dini bir devletin -ulusal değil- lideri olarak görüyordu. Gayrimüslimler fazladan vergi ödüyorlardı ve daha düşük bir statüye sahiplerdi, ancak eski dinlerini ve büyük ölçüde yerel özerkliklerini koruyabiliyorlardı. Fethedilenler arasındaki bireyler İslam'ı kabul ederek kendilerini toplumun ayrıcalıklı katmanına yükseltebilirlerdi. İmparatorluğun ilk yıllarında tüm Osmanlı yüksek memurları, padişahın kullarıydı; Hristiyan tebaasının çocukluk döneminde kendilerine söz olarak seçilmiş, Müslüman olmuş ve hizmet etmek üzere eğitilmiş çocuklarıydı. Bazıları savaş esirlerinden seçilir, bazıları hediye olarak gönderilir, bazıları ise Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkan topraklarında çocuklardan alınan haraç olan devşirme yoluyla elde edilirdi. Sultanın seçkin muhafızları arasındaki en iyi savaşçıları yeniçerilerin çoğu, Hristiyan Arnavut ailelerin genç erkek çocukları olarak askere alınmıştı ve yüksek rütbeli Osmanlı yetkililerinin çoğu zaman Arnavut korumaları vardı.[13]
Shkumbini Nehri'nin kuzeyindeki dağlarda Geg çobanları, klanlara dayalı kendi kendini yöneten toplum tabanını sürdürdüler. Klanların oluşturduğu birliğe bayrak adı veriliyordu.
Engebeli araziler ve dağlık Arnavutların şiddeti nedeniyle kuzeydeki kabilelerden vergi toplamak Osmanlılar için imkansız olmasa da zordu. Bazı dağ kabileleri, yüzyıllarca süren Osmanlı yönetimi boyunca bağımsızlıklarını savunmayı başardılar ve kendilerine boyun eğdirmeyi hiçbir zaman değerli görmeyen Osmanlılarla aralıklı gerilla savaşlarına giriştiler.
Yakın zamanlara kadar Geg aşiret reisleri veya bayraktarlar ataerkil yetkileri kullanıyor, evlilikler ayarlıyor, kavgalara aracılık ediyor ve cezalar veriyordu. Kuzey Arnavutluk dağlarındaki kabileler, 14. yüzyılda bir Roma Katolik rahibi tarafından yazılan kabile yasalarının bir derlemesi olan Leka Dukagin Yasası (Kanuni i Lekë Dukagjinit) dışında hiçbir yasayı tanımıyorlardı. Kanun, kan intikamı da dahil olmak üzere çeşitli konuları düzenliyordu. Bugün bile birçok Arnavut dağlısı kanunu ülkenin en yüksek kanunu olarak görmektedirler.[13]
Dört yüzyıllık Osmanlı yönetimi Arnavut halkını dini, bölgeler ve kabile sınırlarına göre gruplandırdı. Bir yüzyıl içinde Müslüman Arnavut topluluğu ülkedeki en büyük dini topluluk haline geldi ve daha önceki tamamen Ortodoks ve Katolik dini kimliklerini kaybettiler. Bu dönemde Arnavutlar iki farklı kabile ve diyalektik gruba ayrılmışlardı: Gegce ve Toskça (bkz. Arnavut dili ). Engebeli kuzey dağlarında Geg çobanları, genellikle Osmanlı yönetiminden tamamen bağımsız bir kabile toplumunda yaşıyorlardı. Güneyde Müslüman ve Ortodoks Tosklar, padişahın otoritesine karşı sık sık isyan eden eyalet yöneticileri olan Müslüman beyler için toprakları işletiyordu.
15. ve özellikle 16. ve 17. yüzyıllarda, İslam'a geçen birçok Arnavut, Osmanlı İmparatorluğu'ndan kaçmak için başka yerlere göç etti. Bazıları Osmanlı idaresinde güçlü pozisyonlara ulaştı ve bu durum, İslam'a geçişin çok sayıda üst sınıf mensubiyetle birlikte gelmesinden bu yana Katolik cemaatini ciddi şekilde dezavantajlı hale getirmiştir. Yaklaşık 48 Arnavut, bizzat padişahın baş vekili olan sadrazamlık pozisyonuna yükselmiştir. 17. yüzyılın ikinci yarısında Arnavut Köprülü ailesi, yolsuzluğa karşı mücadele eden, merkezi hükûmetin açgözlü yerel beyler üzerindeki kontrolünü geçici olarak güçlendiren ve Osmanlı devletini Viyana ve orta Ukrayna kapılarına kadar genişletecek birçok askeri zafer kazanan 6 sadrazam yetiştirmiştir.
18. yüzyılın başlarında, mistik bir İslam mezhebi olan Bektaşi dervişleri, imparatorluğun Arnavut nüfuslu topraklarına yayıldılar. Muhtemelen 13. yüzyılın sonlarında Anadolu'da kurulan Bektaşilik, 16. yüzyılın sonlarında yeniçerilerin resmi inancı haline gelmiştir. Bektaşi mezhebi, normatif İslam'dan oldukça farklı özellikler barındırmakta ve insanı, İlahi Olan'ın bir yansıması olarak vurgulamaktadır. Bektaşi törenlerine örtülü kadınlar katılıyor ve şeriatın İslami yorumlarının çoğunda alkol yasağına rağmen kutlama yapanlar şarap kullanıyorlardı. Bektaşiler, padişahın 1826'da yeniçerileri dağıtmasının ardından Arnavutluk'un güneyindeki fanatik bir dini grup haline geldiler. Bektaşi liderleri 19. yüzyılın sonlarındaki Arnavut milliyetçi hareketinde kilit roller oynamışlardır.
19. yüzyılda Osmanlı padişahları, inatçı yerel yetkilileri dizginlemeyi ve sayısız halk arasındaki milliyetçilik ateşini söndürmeyi amaçlayan bir dizi reform uygulayarak, çökmekte olan imparatorluklarını desteklemek için boşuna çabaladılar. Çünkü milliyetçiliğin gücünün karşı çıkılamayacak kadar güçlü olduğu ortaya çıkmıştı.
Günümüzde Arnavutlar, dini ibadetleri yasaklayan yaklaşık 50 yıllık Komünist yönetimin (özellikle Enver Hoca rejimi altında) bir sonucu olarak, çeşitli dini kimliklere güçlü bir bağlılığa sahip değildirler.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.