Mine Söğüt (1968, İstanbul), Türk gazeteci, yazar.
Evet, dünya hep bu kadar fena bir yer. İnsan hep bu kadar fena bir şey.[1]
Gerçek, her konuda ama en çok inanç konusunda huzur kaçırıcıdır.[2]
Kendi görüşlerinin toplum nezdinde “kabul görmeyeceğini” bilen ama yine de kaybedecek bir şeyleri olmadığına inanarak “sarmaldan” çıkan, her zaman azınlıkta kalacağının farkında olarak görüşlerinden taviz vermeyen kişilere toplumda yer yok.[1]
Dünyayı yönetmeye talip olmayan ve inatla “gerçeği” arayan şüpheci akıl, dünyayı yönetmeye hevesli ve gücünü “gerçeği sonuna kadar yadsımaktan” alan dogmatik akıl karşısında zayıf kalıyor. Çünkü masallar gerçeklerden daha etkileyicidir ve kalabalıklar masallara kolay kanarlar.[2]
Laiklik, sadece din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak değildir; din ve ahlak işlerini de birbirinden ayırmaktır.[3]
Rolleri ahlak dağıtır; senaryoyu toplum yazar; ve kime sorsanız finali “kader” yapar.[4]
Politikacı, halkın gözünü boyar. Aydın, halkın gözünü açar.[5]
Tanrı bir hayaldir. İnsanın kurduğu en güzel ve en korkunç hayal. O yüzden hayallerinize dikkat edin.[6]
Savaşın suçlusu mu olurmuş? Savaşın kendisi suçtur. Dost da, düşman da savaşta topyekun kurban. Kendinize gelin hakimler! Kimi yargılıyorsunuz? Vicdanı mı? Vicdan hiç yargılanır mı? Öldürmenin haklı nedenleri ya da haksız nedenleri olabilir mi ki öldürenleri ikiye ayırıyorsunuz? İyi niyetli meşru katiller ve kötü niyetli katli vacip katiller diye. Tüm katiller kurbandır. Kurbandır. Kurbandır. Hakimler savaş suçlusu savaşan değil, savaşı çıkarandır! Gücünüz yetiyorsa onları yargılayın burada![7]
Sanat, özellikle de edebiyat zamanının meselelerinden doğrudan beslenir. Yeni ekonomik düzenle birlikte sınıfsal tanımlarda oluşan değişiklik ve bu yeni sınıf tanımlarının meseleleri haliyle edebiyatın da ana meselelerinden biri olur. Şu anda sadece bu ülkede değil tüm dünyada sanat bireye böyle bir yerden mercek tutmaya çalışıyor. Halkların, ülkelerin, devrimlerin ya da siyasi rüzgarların değil, evine içine kapanmış ve sert bir çaresizlikle hayatını yeniden anlamlandırma uğraşına girmenin bunalımına kapılmış bireyin cebelleştiği maddi ve ruhsal bir yoksulluğa başka başka yerlerden bakmaya çalışıyor
Sana inanç aşılayanların karşısına dikil ve inançlarını feda etmelerini iste onlardan. Tanrılara kurbanlar sunmayı artık bıraksınlar. Tanrılar adına öldürmekten vazgeçsinler. Cinayetleri bizzat kendi adlarına işledikleri gerçeğiyle yüzleşsinler.
Gerçekler rüyalara saklanmayı sever.
Zaman, her türlü hakikatin evetlenme yeridir.
Cumhuriyet tarihinin en kötü günlerini yaşıyoruz.
İktidarlarını kirli pazarlıklarla koruyanlara itiraz edin.
İnsanoğlu bazen masalla gerçek arasında yolunu yitirir.
Bu şehir yüzyıllardır erkektir ve kadınları sevmeyi bilmez.
Politikacı, halkın gözünü boyar. Aydın, halkın gözünü açar.
Babalar kızlarına kötü şeyler söylemezler. Söylememeliler...
Yaşamak hayat labirentinde kaybolma yarışı. Çıkışı bulan ölecek.
Eğitimi bir mal gibi satmayı olağanlaştıran devletlere itiraz edin.
Hiçbir ev kadını, kendini mutfakta asmaz. Yemeklere yas sıçratmaz.
İnsanoğlunun en büyük gafleti, nereden gelip nereye gittiğini bilmemesidir.
Rolleri ahlak dağıtır; senaryoyu toplum yazar; ve kime sorsanız finali “kader” yapar.
Sağlığınızla birlikte cebinizdeki tüm paraya da göz diken ilaç endüstrisine itiraz edin.
Kader, insanın kendi hayatına hiçbir zaman gerçekten sahip olamayacağının açık tehdididir.
Tanrı bir hayaldir. İnsanın kurduğu en güzel ve en korkunç hayal. O yüzden hayallerinize dikkat edin.
Dünyanın bütün parasını elinde tutan ve yoksulları bir lokmada yutan çokuluslu şirketlere itiraz edin.
Dünya savaşlarının hepsinin altında tek tek imzası olan adaletsiz, iki yüzlü ve hırsız küresel ekonomiye itiraz edin.
Yaşam denilen şey gerçeğin peşinde alınan yoldur. Kimi zaman bir arpa boyu da olsa, insan gerçeğe baktığında hep ilerler.
İyi ya da kötü.. Olaylar olur. Önemli olan ne olduğu; hatta senin başına ne geldiği değildir. Önemli olan senin ne yaptığındır.
Hiçbir şeyi sonsuza kadar saklayamazsınız. Saklamak ancak bir süre gerçeği hapsedebilir. Saklamanın da bir başı ve sonu vardır.
Şimdiye kadar hep itaat ettiniz. Ve bu noktaya geldiniz. Artık biraz da itiraz edin. Din tüccarlarına itiraz edin. Vicdan tüccarlarına itiraz edin.
Hayatta hiçbir şey şahsi değildir. İyi şeyler de, kötü şeyler de rüzgarla birlikte yön ve şekil değiştiren bulutlar gibi başıboş dolaşırlar evrende.
Cebinizden aldığı paralarla sizi bir kafanızdan bir kalbinizden vurup duran savaş ekonomilerine itiraz edin. Yoksulu sömürerek semirenlere itiraz edin.
Doğurduğum her çocuk o ateşte eriyor. Sevdiğim her erkek o ateşte ölüyor. Bir bardak su içsem… Söner mi? İsteklerimi nehre gömsem. Cinayetler biter mi?
Sevişmekten korkutularak büyütüldük; Başkaları sevişecek diye korkudan ölüyoruz. Küfürlerimizin cinsel tehditlerle; günlük hayatımızın tecavüzlerle dolu olması bu yüzden.
Sanır mısın ki, ölünü gömdüğün o mezar, emaneti sonsuza kadar saklar. Aç bak. Bütün mezarlar bomboş. Kara delik dedikleri, öyle sandıkları gibi, fezada değil toprağın içinde.
Yemeniz ve içmeniz için zehir üreten, süslü püslü paketlerle gözünüzü boyayan, sizi raflardaki gıdalara bağımlı yapan, sağlığınızı zaaflarınızdan vuran gıda şirketlerine itiraz edin.
En büyük ihanet de kötüye itaattir. Vatana da insanlığa da yapılabilecek en büyük iyilik kötüye itiraz; Dinlerin hoşgörüsüzlüğü yerin dibine batsın. İktidarların hırsları ellerinde patlasın.
Yemek yapmayı, evi toplamayı, sizi anlamayı öğrenemedim. Benden ne istediğinizi öğrenemedim. Beni sevip sevmediğinizi hiç bilemedim. Sadece kendime çiçeklerden çaylar demledim ve sizi seyrettim.
Geceleri ben ağır, çok ağır bir taşın altında uyurum. Gündüzleri hafif , çok hafif bir yaprağın ucunda yaşarım. Gece beni taş ezer. Gündüz rüzgar devirir. Kanadıkça kanarım. Hayallerimi o yüzden kanla yazarım.
Çocuklarınızı oturtun karşınıza, onlara gerçekleri bir bir anlatın. Ne hukuktan korkun, ne ahlaktan, ne toplum dışı kalmaktan. Anlatın her şeyi çocuklarınıza, nasıl bir dünyaya doğduklarını bilsinler. Neyi demokrasi sandıklarını görsünler.
Yaralı insanlar birbirine yaklaştıkları zaman, 'kader' telaşlanır! Sırları ortaya çıksın istemez kader; çünkü insanlar, kendi başlarına gelenlerin başkalarının da başına geldiğini öğrenirlerse yaralarına karşı dirençlenirler! Hiçbir şey, kişisel değildir!"
Tanrı bugüne kadar kimin sözünü dinledi ki senin sözünü dinlesin bre kafir! Her şey istediğimiz gibi olsaydı Tanrı'ya ne gerek kalırdı? Yalvarmalarla kendini var hisseden Tanrınız sizi yalvartmayacaksa, eteklerine kapattırmayacaksa neden yaratmış olsun? Tapının diye yarattı sizi, isteyin ve elde edemeyin ama yine de öfkelenmeden boyun eğin diye yarattı sizi!
”Kimim ben?” İşte yeryüzünün en tehlikeli sorularından biri. İnsan kim olduğunu düşünmeye başladığı anda başkalaşır. Herkesten bambaşka olur. Kendi gibi olanlarla olmayanlar arasında savaşlar çıkartır. Ve ait olmadığı ya da ait olduğu kimliklerden silahlar yapar. Dağları uçurur, ormanları yakar. Dünya bir gün aniden dönmeyi durdurursa, müsebbibi bu soru olacaktır..
Anlamak affetmektir. Siz anlayıp affedersiniz, onlar anlamadıkları için hep kinlenir. Affınız bile kinlendirir birilerini. Düşmanı çok bir derviş olursunuz. Dervişliğiniz diken olur düşmanı kanatır durur. Kanı gördükçe üzülürsünüz. Siz üzüldükçe dikeniniz sivrileşir. Yapayalnız kalırsınız. Anlayışlı ve üzgün ve yalnız, yapayalnız. Simsiyah bir yalnızlıkta boğulur gider hüznünüz.