Haşhâşîler (Arapça: حشیشیة Haşîşiyye ya da Arapça: حشاشون Haşşaşun), Sabbâhîler ya da Suikastçılar (İngilizce: Assassins), Şî'a mezhebinin İsmâîliyye koluna mensup din adamı Hasan bin Sabbah tarafından 1090 yılının Eylül ayında Alamut Kalesi'ni (Elemût) zapt ettiğinde kurulmuş olan dinî tarikat ve siyasi örgüt.
Bu madde, Vikipedi biçem el kitabına uygun değildir. (Ocak 2023) |
Haşhâşîler | |
---|---|
Kuruluş | Eylül 1090 - 1273 |
Kurucu(lar) | Hasan Sabbah |
Lider(ler) | Hasan Sabbah, Râşidüddîn Sinân el-İsmâîlî |
Amaç | Büyük Selçuklu Devleti'ni yıkmak. |
Etkin bölgeler | İran, Irak ve Suriye |
İdeoloji | İsmâîlîlik, Nizârîlik, Bâtınîlik |
Saldırılar | 100+ Devlet adamı, Subay ve Din görevlisi Haşhâşîlerin suikastına uğrayan kişilerin listesi |
Etimoloji
"Haşhaşi" kelimesinin kökeni ve anlamı 19. yüzyıla kadar Batı dünyasında tartışma konusu olmuştur. 19 Mayıs 1809 tarihinde Silvestre de Sacy'nin Institut de France'da yayımladığı bildiride kelimenin etimolojisine getirdiği açıklama kabul görmüştür. Sacy'e göre Batı dillerinde "suikastçı, kiralık katil" gibi anlamlara gelen ve en erken Haçlı Seferleri kayıtlarında rastlanan "assasini, assissini, heyssisini" gibi kelimelerin kökeni Arapçadaki "haşhaş" kelimesidir. Bu kelimenin çoğulu ise "haşhaşiyyun, haşhaşin" gibi kelimelerdir.
"Haşhaş" kelimesi Arapçada "kuru ot" ve "hayvan yemi" anlamına gelir. Sonraları kelimenin anlamı uyuşturucu etkisiyle bilinen hint keneviri ile özdeşleştirilmiştir. Silvestre de Sacy, Haşhaşiler'e bu adın haşhaş kullanma alışkanlıkları yüzünden verildiği kanısını benimsememekle beraber bu adın, şeyhin fedailerine vadettiği cenneti tattırabilmek için onlara gizlice haşhaş içirmesiyle ilgili olabileceğini düşünmüştür. Bunu da özellikle Marco Polo'nun seyahatnamelerinde geçen cennet bahçeleri hikâyesiyle temellendirmiştir. 1273 yılında İran'dan geçmiş olan Marco Polo'nun seyahatnamesindeki hikâye kısaca şöyledir:
“ | Kendi dillerinde şeyhlerine "dinin büyüğü" anlamına gelen Alaeddin diyorlardı. Şeyh iki dağ arasındaki vadiyi kapatmış ve burayı sütten, baldan ve şaraptan akan sular, güzel huriler ve çeşitli meyve bahçeleriyle donatmıştı. Dağın şeyhi müritlerinin, gerçekten cennette olduklarını zannetmeleri için burayı Muhammed'in cennet tasvirine benzetmişti. Bizim yaşlı adam dediğimiz bu efendi fedailerine iksirinden içirerek onları dörderli, altışarlı gruplar hâlinde bahçeye taşıtıyordu. Gerçekten cennete gittiklerini zanneden müritlerini bir göreve göndereceği zaman şeyh "Gidip şunu şunu öldüresin. Meleklerim seni cennete götürecektir." diyordu. Şeyh'in cennetine geri dönebilme arzusuyla fedailerin göze almayacağı hiçbir tehlike yoktu. | „ |
Alamut'tan günümüze ulaşan metinlere göre Hasan müritlerine dinin esaslarına bağlı kalanlar manasında, "esasiyim" demekten hoşlanırdı ve yabancı seyyahların yanlış anladıkları bu terim "haşhaş", afyon kuşkularının ortaya çıkmasına neden oldu.[1] Buna ek olarak "haşişin" Farsça da "huzur bozan" veya "huzur kaçıran" anlamına gelmektedir.
Araştırmacı yazar Faik Bulut'a göre ise Marco Polo'nun hatıralarında anlattığı bu ifadeler iki nedenden ötürü gerçekleri yansıtmamaktadır:[2][3]
- Marco Polo orayı gidip görmemiştir. Diğer bilim adamlarının görüşleri de bu hususta kendisini desteklemektedir. Marco Polo gidip orayı gördüğünde ise o kale zaten Moğollar tarafından yıkılmıştı. Marco Polo oraya gittiğinde zaten Elemût Kalesi'nin Moğollar tarafından tarumar edilmesinin üzerinden tam On Yedi sene geçmişti.[2]
- Elemût Kalesi'nde arkeolojik kazılar yapan Alman arkeologlar orada üzerlerinden ne bal akan, ne süt akan, öyle cariyelerin ve hurilerin dolaştığı, ne de şarap akan ırmakların izine dahi rastlayamadıklarını ve kalenin zaten bütün bunları içerisine alabilecek büyüklükte olmadığını dile getirmektedir.[3]
Faik Bulut, Marco Polo'nun yazdıklarının İtalya'da hapishanedeyken gemicilerden işittiği efsanelerden ibaret olduğunu vurgulamaktadır.[4]
Bu görüşü destekler şekilde Orta Çağ İslam Tarihi konusunda dünyanın önemli üniversitelerinde görev yapan uzman tarihçiler erken dönemlerde ortaya çıkan, geniş bir alana yayılmış olan ve bazı tarihî roman yazarlarının eserlerini süsleyen bu sıra dışı cennet bahçeleri hikâyesinin neredeyse tamamen gerçek dışı olduğunu belirtmektedir. Çünkü tarikatın faaliyet gösterdiği dönemde yaşamış olan hem İsmaili hem de Sünni tarihçilerin (Alâeddin Atâ Melik Cüveynî, Reşidüddin gibi) eserlerinde böyle bir söyleme rastlanmamaktadır. Ayrıca Haşhaşi ismi tarihî belgelerde sadece Suriye İsmailileri'ni nitelemek amacıyla kullanılan yerel bir addır. İran İsmailileri için hiçbir belgede bu isim kullanılmamaktadır. Tarihçilere göre bu isim tarikat üyelerinin eylemlerine bir açıklama getirme çabası yerine alaycı bir yaklaşımla onların garip inanışlarını ve abartılı tavırlarını küçümsemeye yönelik bir ifadedir. Bunun yanında "dağın şeyhi" tabiri de Suriye'ye özgüdür. İran İsmailileri'nin lideri için tarihî belgelerde böyle bir isimlendirmeye rastlanmamaktadır.[5]
İnanç ve ideolojik yapı
İslam'daki ilk kırılma Muhammed'in ölümünden sonra gerçekleşmiştir. Muhammed'den sonra dinî ve siyasi liderin kim olacağı hakkındaki tartışmalar ve gerilimler Şiilik ve Sünni mezheplerini ortaya çıkarmıştır. Başlarda Sünnilik, Arap aristokrasisi temelli iktidarın, Şiilik ise Arap olmayan muhalif Müslüman kesimin temsilcisi olmuştur. Şiilik, Arap olmayan milletlerin eski dinlerinden daha çok etkilenmiştir. Şii mezhebi 765 yılında altıncı imam Cafer es-Sadık'ın ölümü sonrası yeni imamın belirlenmesinde iki kola ayrılmıştır. Ana akım Şii gruplar Cafer'in küçük oğlu Musa Kazım'ı yedinci imam olarak tanımışlardır. Bu grup günümüzün On İki İmamcılık koludur. Uç gruplar ise Câʿfer-i Sâdık'in büyük oğlu İsmâil bin Câ'fer el-Mûbarek'i yedinci imam olarak tanımış ve İsmâililer olarak adlandırılmışlardır. İsmaililik, Yeni Platonculuk felsefeden etkilenen, ezoterik bir mezheptir. Öğreti açısından İslam'daki en zengin, sistematik ve felsefî mezhep olarak görülür.
Tarikat, İsmaililik mezhebini temel alan Fatımi Devleti'nde dinsel bir hizipleşme sonucu ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan iki koldan biri olan Nizariliğin temsilcisi olan Haşhaşiler önce İran sonra da Suriye'ye yayılmıştır. Kuşatılması ve ele geçirilmesi güç kaleler temelinde örgütlenmiş olan Haşhaşiler önemli kişilere yönelik suikastlere dayanan etkili bir askerî strateji geliştirerek Orta Çağ İslam dünyasında çok önemli ve farklı bir güç olarak ortaya çıkmıştır. Haşhaşiler ideolojik açıdan dönemin Sünni siyasi ve dinî çevrelerini, özellikle de Abbasi Devleti ve onun koruyucusu olan Büyük Selçuklu Devleti'ni düşman kabul etmiştir. Bununla birlikte Haşhaşiler'in Haçlı devletlerini ve Moğol İmparatorluğu'nu hedef alan bazı saldırıları da olmuştur.[6]
İsmaililer ilk büyük başarılarını Fatımiler adlı Kuzey Afrika, Sicilya, Hicaz, Mısır'ı kontrol altında tutan bir devlet kurarak kazanmışlardır. Burada Kahire adlı yeni bir şehir kuran İsmaililer El-Ezher Medresesi'ni kurup burayı dinî öğretilerinin ve misyonerlik faaliyetlerinin merkezi hâline getirmişlerdir. Fatımiler'in Sekizinci halifesi Mûstensir'in ölümünden sonra Fâtımîler Hâlifeliği'nin veziri ve Mûstensir'in küçük oğlu Ahmed el-Mustâ‘lî'nin eniştesi olan El-Efdâl Şehinşâh, doğal olarak halife olması gereken Mûstensir'in büyük oğlu Nizâr el-Mustafâ'nın yerine küçük oğul Mustâ‘lî'yi "Dokuzuncu Fâtımî Hâlifesi" olarak ilan edince İsmâililer iki ayrı kola ayrılmış oldular. Fatımileri yöneten askerî diktatörlük halifenin küçük oğlu Mustali'yi, Doğu İsmailileri ve Fatımiler'deki dinî hiyerarşi ise halifenin büyük oğlu Nizar'ı halife olarak tanımışlardır.
Onuncu Fâtımî Hâlifesi El-Âmir bi'Ahkâmi’l-Lâh'ın "Haşhaşiler" tarafından katledilmesinden sonra Mustalilik kolu İkinci bir bölünme hadisesi daha yaşamıştır. El-Âmir'in yerine halife olan kuzeni Onbirinci Fâtımî Hâlifesi El-Hâfız li-Dîn-Allâh'ın halifeliği tanımayarak El-Âmir bi'Ahkâmi’l-Lâh'ın yeni doğmuş oğlu Et-Tâyyîb Ebû’l-Kâsım'ın hâlife olması gerektiğini savunanlar ise Tâyyîb’îyye kolunu oluşturarak Davudî İsmailîlik'ten türeyen ve Bohralar adı verilen tasavvufî-yollar hâlinde günümüze kadar gelebilmişlerdir. Fâtımîler Hâlifeliği'nin resmî mezhebi ise önce Hâfızîliğe dönüşmüş, daha sonra da Fâtımî Devleti'nin Selahaddin Eyyubi tarafından yıkılması neticesinde ortadan kalkmıştır.
Nizarilik kolu ise Haşhaşiler'in koruması altında bugün IV. Ağa Han tarafından temsil edilmekte olan hanedanlarını günümüze kadar devam ettirmeyi başarmışlardır.[7][8]
Tarihçe
Haşhaşiler'in tarihi Elemût Kalesi'nin alınmasıyla başlar. Hasan Sabbah uzun süren misyonerlik ve insan kazanma faaliyetleri sırasında Selçuklularla mücadele etmek için rahat edebileceği ulaşılmaz bir yer aramış, Deylem'de yaptığı faaliyetler sırasında Alamut Kalesi'nde karar kılmıştır. Büyük ve yüksek bir kayalık tepe üzerine inşa edilmiş olan bu kaleye sadece dar bir patikadan ulaşılmaktaydı.
Hasan Sabbah buraya vardığında kale onu Selçuklu sultanından almış olan Zeydî-Alevîler Hanedanlığı soyundan gelen Alevi Mehdi adındaki bir hükümdarın elindeydi.[9]:23 Önce bölgeye dâîlerini yollayan Hasan, bölge halkını ve Alamut'ta yaşayanları kendi tarafına çekmiştir. Hasan Sabbah bu olayları şöyle anlatmaktadır:
“ | Ve sonra Kazvin'den Alamut Kalesi'ne bir dâî gönderdim. Alamut insanlarından bazıları dâînin telkinlerine uyup mezhep değiştirdiler ve Alevileri de buna teşvik ettiler. Dâî yenilgiye uğramış gibi göründü ancak bir yolunu bulup dönmelerin tümünü kale dışına çıkardı ve bütün kapıları kapatarak kalenin sultanın malı olduğunu ilan etti. Uzun münakaşalardan sonra onları yeniden içeri aldı ve insanlar da daha kötüsüyle karşılaşmamak için onun himayesi altına girdiler.[5] | „ |
Bundan sonra 4 Eylül 1090 günü gizlice kaleye alınmış, kalenin önceki sahibi elinden bir şey gelmediği için kaleyi terk etmiştir. İranlı tarihçilere göre Hasan Sabbah, Mehdi'ye üç bin altın dinar değerinde bir senet vermiştir. Böylece Hasan Sabbah ve Haşhaşiler örgütlerini resmen kurmuş ve faaliyetlerine başlamışlardır.[5]
Haşhaşiler, Orta Çağ İslam dünyasında çok önemli rol oynamışlardır. Büyük Selçuklu Devleti'nin en parlak döneminde düşüşe geçmesine ve Sencer, Berkyaruk ile Muhammed Tapar arasındaki taht kavgalarına önemli etkide bulunmuşlardır. Bu süreçte bazı Selçuklu sultanlarıyla müttefik olan Haşhaşiler çoğuyla da mücadele içinde olmuşlardır. Selçukluların dağılmasından sonra da etkisini sürdüren İran Haşhaşileri Moğolların İran'ı ve Bağdat'ı ele geçirmesine kadar ayakta kalmış, sonrasında ise Moğol-Nizari Savaşı sonucu son liderleri Rükneddin Hür Şah'ın Hülagü'nün isteklerine uymasıyla 1256 yılında Alamut Kalesi, teslim olmuş 1258 yılında Lemeser Kalesi ele geçirilmiştir. Ancak Girduh kalesi 1270 yılına kadar direnmiştir. Moğollar başta Alamut Kalesi olmak üzere tüm kaleleri yakıp yıkmışlardır. Bölgedeki 100.000'i aşkın İsmailiyi Möngke Hanın emriyle katletmişlerdir. Suriye Haşhaşileri Haçlı Seferleri sırasında siyasal olaylarda önemli bir rol oynamışlardır. Raşidüddin Sinan el-İsmaili döneminde siyasal ve öğretisel olarak en parlak dönemlerini yaşamışlardır. 1273 yılında ise kalelerini Baybars'a teslim etmişlerdir.[5]
Sinan ve Suriye İsmailileri
İsmaililerin Suriye hikâyesi İran'a göre farklı. Burada fedailer aranırken İran'daki gibi Dai'ler halkla konuşup ikna etmiyordu. Dai'ler valilerle iletişimde kalıp valilerin getirdiği insanları fedai yapıyorlardı.[6] Burada bulunan Sünni halk bu duruma sinirlenmiş ve durumun ciddiyetini anlayan Sinan elindeki İsmaililer ile önce Bahra Dağları'na sonrasında ise Masyaf Kalesi El-Kehf Kalesine çekilmişlerdir. İlk dönemlerinde Sünni olan Selahaddin ile savaşmışlardır ve Sinan verdiği stratejiler ile fedailerinin Selahaddin'in kişisel kampına kadar girip korkuttuğu ve bu düşmanlığın orada bitirildiğine inanılır. Sonrasında Selahaddin, Sinan ile anlaşma yapar ve beraber Haçlılara karşı savaşırlar. Bu sırada Sinan başarılarından dolayı ve Masyaf Kalesini sahibi olmasından "Dağın Efendisi" lakabını alır.[6] Aynı zamanda Sinan'ın Avrupalı liderlerle anlaşmalar yapıp, suikastlar için Avrupalı liderler bir grup fedai vermiştir. En iyi örneği ise Montferratlı Conrad'ı öldüren fedaiyi Aslan Yürekli Richard'ın yönlendirdiği söylenir. 1164'te Kıyam-ı Kıyamet fermanına kulak asmayıp önceden davrandıkları gibi davranmaya devam etmişlerdir.
Haşhaşilerin Yaşadığı Kalelerin Özellikleri ve Tarihleri
Herkesin bildiği gibi kaleler yüksek, ulaşması zor ve kimi zaman Alamut Kalesi'nde oluğu gibi tepeye sadece tek yol bulunan yerlere yapılmıştır. Kalelerin en alt kısımlarda kuru gıdaların bulunduğu depolar vardır, onların üstünde kalede bulunan fedailerin odaları, onların üstü ise insanların beraber oturup konuştukları oturma odaları, sanatçılar ve bilim insanlarının bilimle uğraştıkları odalar olarak yapılmıştı. Bütün bu odalar tepenin içi oyularak yapılmıştır ve tepenin tam ortasına denk gelmektedir. Bu odaların kenarlarında ise kaleye saldıranları yavaşlatmak için kurulan tuzaklar, toplar ve askerlerin içinden çıkıp veya mevzilenip ok atması için büyük kapılar vardı.. Avlunun içinde ise küçük pazar alanları vardı ve burada satılan meyveler, bitkiler, sebzeler, tahıllar ve kalenin içinde bulunması gereken tüm eşyalar kalenin bulunduğu tepenin eteklerinde bulunan yaşayıp tarımı orada yapan İsmaililerden geliyordu. Kalelerde en üst odalar kalenin sahibi olan "İmam"lara ve bölgede faaliyet gösteren "Dai"lere verilmişti.
En farklı özelliğe sahip kale halkın zekası sayesinde Peter Willey'e göre şu an büyük mühendislerin bile yapamayacağı özellikler bulunduran İran'ın Kuzey Doğusunda bulunan Girduh Kalesi'dir. Bu kalede su kanallarından su aşağıdan yukarıya doğru akmaktadır ve dağın eğik arazisinde çok verimli tarım alanları yapılmıştır. Bunların olma sebeplrinden biri de kalenin ilk imamı Muzaffer'in insanların temel ihtiyaçlarını gidermenin önemli olduğunu bilmesidir. Aynı şekilde kale, bulunduğu dağın şeklinden dolayı etrafı hep tuzaklarla dolu olmuştur. Bu düşünceler o kadar etkili olmuştur ki Girduh Kalesi 17 yıl Moğol istilasına dayanmıştır.
Ayrıca Suriye'de bulunan kaleler için genel bir durum vardır. Bu kaleler İsmaililerden Moğollara, onlardan Memlüklülere, onlardan Osmanlılara kalmıştır. Moğollar kaleleri zapt ettiklerinde çoğu zaman kale yakınındaki insanları öldürmüşlerdir. Memlükler'de ise bu kaleler boş bırakılmış, Osmanlı döneminde ise İsmaili amirleri kaleleri padişahlarında yönetme isteğinde bulunmuş ve padişahtan gelen onaylarla yönetmişlerdir. Ancak Osmanlı hiçbir zaman o kalelere gereken önemi vermemiştir. Sadece El-Kehf kalesi bir amaç için kullanılmıştır ve o amaçta hapis görevi görmek olmuştur.
İran'da kuşatmalardan kurtulan kalelerin çoğunun sanat depoları boştur çünkü kalelerin etrafında yaşayan İsmaili mezhepine bağlı bireyler oradaki eşyaları kültürlerini Dünya'ya göstermek için çıkarmışlardır ve küçük binaları müze yapıp oralarda göstermiştirler.
Haşhaşiler'in örgütlenmesi ve askerî taktikleri
Hasan Sabbah'ın kurduğu tarikat sıkı bir hiyerarşi ve katı kurallara dayanmaktadır. Tarikat kendi örgütlenmesini "davet" olarak adlandırmıştır. Tarikatın temsilcileri "davetçiler" anlamındaki dâîlerdir. Dâîlerin en alt kademesinde "davete cevap veren" anlamına gelen "müstecip"ler, en üst kademede ise "delil" manasına gelen "hücce" yani baş dâî yer almaktadır. "Cezire", dâînin faaliyet gösterdiği bölgedir. İsmaililer de diğer mezhepler gibi dinî liderlerine şeyh, pir, ata gibi unvanlarla hitap eder. Tarikat mensuplarının birbirleri için kullandıkları terim ise "yoldaş" anlamına gelen "refik"tir. Sıklıkla fedai olarak bilinen suikastçılar ise tarikat tarafından esasiyun olarak adlandırılmıştır.
Haşhaşiler tarihte kendilerinden önce pek görülmemiş olan bir askerî taktik geliştirdiler. Özel olarak tek bir önemli kişiyi öldürmeyi temel askerî taktik olarak kullanan Haşhaşiler, suikastı da kendilerince dinî ve psikolojik bir şekilde uygulamışlardır. Haşhaşilerce yapılan suikastların hiçbirinde ok, zehir gibi silahlar kullanılmamıştır. Neredeyse tüm suikastlarda hançer kullanılmıştır. Diğer önemli husus ise suikastı gerçekleştiren Haşhaşi'nin kaçmaya çalışmaması ve öldürülen kişinin korumaları veya halk tarafından linç edilmesidir. Uzmanlar bunu Haşhaşiler'in eylemlerine ayinsel bir hava katmak ve insanları korkutma, etkileme amacıyla bu şekilde yaptığını düşünmektedir. Haşhaşiler'in bu eylem biçimi Batılılar tarafından günümüzün Müslüman intihar eylemcileri ile ilişkilendirilmiştir. Ancak Orta Çağ İslam tarihi uzmanı Bernard Lewis'e göre Haşhaşiler'in kendilerini öldürmeyip korumalar tarafından öldürülmeyi beklemesinin günümüzün intihar bombacılarının kendilerini öldürmesinden kesin biçimde ayrıldığını, İslam dinine göre ikincisinin günah sayıldığını belirtmektedir.[5] Hurûfilik, Batınilik ve Ezoterizm üzerinde uzmanlaşmış Aytunç Altındal'a göre ise Tapınak Şövalyeleri ile Haşhaşiler arasında kendilerine has ezoterik ve batıni itikatların paylaşımında pek çok ortak husus mevcuttu.[10]
Haşhaşilerin liderleri
- Hasan Sabbah (1090–1124)
- Dihdar Ebu Ali Ardestani Kazvin Dai'si
- Hüseyin Ka'ini Kuhistan'dan sorumlu dai ve komutan
- Abdülmelik ibn Attaş Şahdiz kalesi komutanı
- Kiya Muzaffar Kuhistan muhtashamı
- Ebu el-Hakim el-Muneccim Suriye baş dai
- Ebu Tahir el-Saiğ, Suriye de Da'i
- Behram Suriye baş dai
- Mu'ayyed el-Din Muzaffer b. Ahmed Mustavfi, eski Selçuklu Re'isi Girduk kalesi komutanı
- Ebu Hamza, Arjan da Dai
- Kiya Buzurg-Ummid Lambsar Kalesi komutanı
- Kiya Ebu Cafer komutan
- Kiya Ebu Ali, komutan
- Kiya Garshab komutan
- Hasan Adem Kasrani
- Keykubad Deylemi, Tikrit Kalesi komutanı
- Kiya Buzurg-Ummid (1124–1138)
- İktidar konseyi üyesi Dihdar Ebu Ali Ardistani
- Yönetim kurulu üyesi Hasan Adem Kasrani
- İktidar konseyi üyesi Kiya Ebu Cafer
- İsmail el-Acemi Suriye Baş Da'i
- Kiya Nuşhad (?), Komutan
- Kiya Muhammad Nasihi Şehristani
- Kiya Muhammed ibn Buzurg-Ummid (1138-1162)
- Kiya Muhammad ibn Ali Hüsrev Firuz, komutan
- Kiya Ali ibn Buzurg-Ummid, komutan
- Dihkhuda Ebu Yusuf, komutan
- Kiya Hüseyn ibn Abdel -Cabbar
- Amir Belkasım Şemsiran, Lambsar'da komutan
- Amir Melikşah komutan
- Kiya İsmail, komutan
- Ali ibn Vefa, Suriye komutanı
- Şeyh Ebu Muhammed, Suriye Baş Da'i
- Hasan Alâ Zikrihi’s-Selâm (1162-1166)
- Raşid el-Din Sinan Suriye Nizarileri'nin lideri
- Nur ed-Din Muhammed (1166–1210)
- Celal ed- Din Hasan (1210-1221)
- Alaad'din Muhammed (1221-1255)
- Rükneddin Hür Şah (1255-1257)
Haşhaşi kaleleri
İran
- Alamut Kalesi (1090)
- Lambasar Kalesi, Rudbar (1096 veya 1102)
- Rudhan Kalesi, Deylem-Gilan
- Meymun Diz, Alamut
- Samiran Kalesi, Rudbar
- Nevizar Şah Kalesi, Alamut
- Girduh Kalesi, Damğan (1096)
- Saru Kalesi, Simnan
- Mumin Abad Kalesi, Kuhistan Bölgesi, Dermiyan
- Kain Kalesi, Gain
- Furk Kalesi, Dermiyan
- Halancan Kalesi, Nehbendan
- Arcan Kalesi, Behbahan-Huzistan
- Şah Diz (İsfahan, Selçuklu başkenti)
Suriye
- Masyaf Kalesi, Hama
- Ebu Kubeys, Hama
- Mûdik Kalesi, Hama
- El-Uleyka Kalesi, El Nuseyriye Dağları-Tartus
- El-Kadmus Kalesi, El Nuseyriye Dağları-Tartus
- El-Kehf Kalesi, El Nuseyriye Dağları-Tartus
- El-Havabi Kalesi, El Nuseyriye Dağları-Tartus
- El-Rusafe Kalesi, El Nuseyriye Dağları-Hama
- El-Kuley'ah Kalesi, El Nuseyriye Dağları-Tartus
- Sermin Kalesi, El Nuseyriye Dağları-İdlip
- El-Manika Kalesi, El Nuseyriye Dağları-Lazkiye[11]
- El-Efamiye, Hama
- Banyas, Golan Tepeleri
Haşhaşiler'in önemli suikastları
Haşhaşiler 100 üzeri suikast gerçekleştirmiş sayısız devlet adamı, Sultan, din adamı ve Subayı öldürmüşlerdir. Detaylı liste için bknz(Haşhaşilerin suikastına uğrayan kişilerin listesi)
- Büyük Selçuklu Devleti Veziri Nizamülmülk (16 Ekim 1092). Çadırına gelen Haşhasi kılığında ki sufi ona dilekçe uzattı. Nizamülmülk dilekçeyi okurken Haşhaşi onu hançerleyerek öldürdü.
- Büyük Selçuklu Devleti Komutanı ve Bağdat Şahne (Emniyet) sorumlusu Porsuk (Bursuk) Ağustos 1097
- İsfahan kadısı Ubeydullah el-Hatib (1108-1109). Cuma namazı sırasında kendisi ile arasına giren bir haşhaşi tarafından öldürüldü.
- Nizamülmülk'ün oğlu aynı zamanda Selçuklu veziri Fahrülmülk (11 Eylül 1106)
- Musul Valisi Mevdud bin Altuntegin (10 Ekim 1113)
- Musul Valisi Aksungur el-Porsuki (26 Kasım 1126)
- Şii din adamı Ebu Haşim (1131)
- Ahmed bin Nizamülmülk'e suikast girişimi. Suikastten yaralı kurtuldu.
- Mareğa Valisi ve fıkıhçı Ahmedil el-kurdi (1114-1115 Bağdat ta öldürüldü)
- Fatımi orduları başkomutanı El-Efdâl Şehinşâh (1121)
- Büyük Selçuklu Devleti veziri Muineddin Kaşi (16 Mart 1127)
- Şam Atabeyi Tacülmülk Böri Mayıs 1131'de iki haşhaşinin suikastına uğradı. Yaralı olarak kurtuldu ancak yaraları nedeniyle 1 yıl sonra öldü. (Haziran 1132)
- Abbasi Halifesi Mustarşid (1134)
- Abbasi halifesi Râşid (6 Temmuz 1138)
- Irak Selçuklu Devleti hükümdarı Davud
- Humus hükümdarı Cenah-üd Devle (1 Mayıs 1103)
- Fatımi Halifesi Amir (1130)
- Trablus Kontu II. Raymond (1140)
- Mazendaran Hükümadarı Şah Gazi Rüstemin oğlu Girdbazu (1142)
- Rey Valisi Ebu Abbas (1147)
- Selahaddin Eyyubi'ye iki suikast girişimi (1174 ve 22 Mayıs 1176)
- Kudüs Krallığı hükümdarı Montferratlı Conrad (28 Nisan 1192)
- Halep hükümdarının veziri Şehabeddin ibn-ül Acemi (31 Ağustos 1177)
- Antakyalı IV. Boemondo'nun oğlu Raymond-Ruben (1213)[5]
İsmaililerde Haşhaş Kullanımı ve Cennet Bahçeleri
Haşhaş kullanımı olayı gerçekte bilinenin aksine çok farklıdır. 1162 yılına gelindiğinde Alamut Kalesi'nin yeni imamı II.Hasan olmuştu ve 1164 yılında Kıyâm-ı Kıyâmet fermanını yayınlamış ve kıyametin yaklaştığını söyleyip Kur'an'daki ayetleri yasaklamış ve kendi ibadetlerini oluşturmuştur. Bunlardan biri ise suikaste giden fedainin Cennet Bahçelerinde haşhaş çekip bahçelerde bakire genç kızlarla son bir eğlence yapma ibadetidir. Bakire kızlarla eğlence durumu kesinlik kazanmasa bile haşhaş kullanımında şunu biliyoruz ki 1164'ten sonra İran'da bulunan kalelerde suikastçı haşhaş kullanıp suikast bölgesine gidiyordu.
Bu kanunların çıkma sebebi II.Hasan'ın kıyametin geldiğini düşünmesi ve Kur'an'ın etkisini yitirdiğini düşünmesidir. İranlı fanatiklerde bu kurallara harfi harfine uymuştur. Bilinmesi gereken başka bir husus ise şudur ki bu ibadetler sadece İran'daki kalelerde yürürlülüğe girmiştir. O zamanlarda Suriye'nin baş imamı olan Raşidüddin Sinan el-İsmaili bu fermanın Suriye'de yürürlülüğe girmesini engellemiştir çünkü II.Hasan'ın bunu yapma sebebinin otorite sağlamak istediğini bilmesi ve böyle ibadetlerle fedailerin etkisini düşürmemek istemesiydi. Çünkü Suriye o zamanlar 3.Haçlı Seferi'ne ev sahipliğine ev yapmasaydı ve herkesin birbirine yan gözle bakmasıydı. Müslümanlar sefer yapan Hristiyanlar, Tapınakçılar ve Hospitalier Şovalyeleri ile uğraşırken Selahaddin Eyyubi ise Kutsal Toprakların tek sahibi olmak için Müslümanlar ile de savaşıyordu. Bundan dolayı Sinan, fedailerini formda tutmak istiyordu.
Cennet Bahçesi olarak tanımlanan bölge ise gerçekten var olan bir şeydi. Kaleler yapılırken büyük balkonlar yapıldı. Bu balkonlarda uzun kolonlar olur ve kolonlarda çeşit çeşit sarmaşıklar ve çiçekler bulunuyordu. Bu balkonlar yükseklerde olduklarından aşağısı gözükmüyordu ve orada bulunan insana havadaymış etkisi yaratıyordu. Bundan dolayı Cennet Bahçesi deniyordu.
Popüler kültürde Haşhaşiler
Haşhaşiler, Ubisoft'un Assassin's Creed video oyunu serisine konu olmuştur. Oyun Üçüncü Haçlı Seferi yıllarında Altaïr Ibn-La'Ahad isimli suikastçının ustası Raşidüddin Sinan el-İsmaili'den aldığı görevlerle gerçekleştirdiği suikastları konu alır. Oyun, Haçlı Seferleri yıllarındaki Kutsal Topraklar'ı betimlemesi yönünden de büyük ilgi çekmiştir.[12] Aynı zamanda Mike Newell'ın yönetmenliğindeki Pers Prensi: Zamanın Kumları filminde de Haşhaşiler'den yararlanılmıştır.
Ayrıca bakınız
Kaynakça
Wikiwand in your browser!
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.