Loading AI tools
altay türklerin oluşturduğu mitlerden oluşan mitoloji Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Türk mitolojisi, tarihi Türk halklarının inanmış oldukları mitolojik bütüne verilen isimdir. Eski efsaneler, Türk halklarının eski ortak inancı Tengricilikten ögeler taşımaktan çok sosyal ve kültürel temalarla doludur. Bunların bazıları sonradan İslâmî ögeler ile değiştirilmiştir. Dünyanın en eski edebi belgelerinden biri olarak geçen Dede Korkut destanlarının orijinal yapıtları, Vatikan ve Dresden kütüphanelerinde bulunmaktadır. Ege ve Anadolu Uygarlığı mitolojisi ile benzerlikler bulundurmaktadır.
Türk mitolojisi, birçok araştırmacıya göre aynı Tengricilik'te de olduğu gibi tektanrıcı bir temelden, zamanla çoktanrıcı bir biçime doğru gelişmiştir. Ayrıca tarihi Türk halklarının temasa geçtikleri Zerdüştlük, Mani dini ve Budizm de Türkler'in mitolojisinden izler devralmıştır. Bu yüzden genel bir tanım olan Türk mitolojisine, inançtaki farklı ögeler göz önünde tutulursa "Türk Mitolojileri" demek daha doğru olabilir.
Alâ’ed-Dîn Cüveynî’nin anlatımına göre eski Türkler kendi dinî liderlerine “Tuyuk”,[1] dinlerine ise Arapçada kullanılan “Namus” ve “En-Nevâmis-i İlâhiye” kelimesinin ilk kökü olan “Nom” ismini vermişlerdi. Yunancaya “Numus – Havus” şeklinde geçen bu kelime sonsuz güç ve irade anlamında, Sanskrit dilinde ise “Tanrı”[2] kelimesinin karşılığı olarak kullanılıyordu. Türkler kendi ruhanilerine “Tüyun/Tuyon,” kâhin ve büyücülerine ise “Kam” adını veriyorlardı.[3] Ayrıca Türkler, dinî kitaplarına da “Nom”, Tüyunlara da “Nomiler” derlerdi. İslâmiyet’ten sonra ise Oğuzlar Kamlarına “Ozan” adını verdiler. “Şâmân” kelimesi ise bunun Avrupalılar aracılığıyla kullanılan biçimi idi. Şâmânlar, toplumda “doktorluk,” “büyücülük” ve “kâhinlik” olmak üzere üç ayrı mesleği birlikte yapmaktaydılar. Türk düşünürü Ziya Gökalp’e göre Avrupalılar aracılığıyla yanlış olarak “Şamanizm” olarak adlandırılan Türkler’in eski dinlerinin asıl doğru isminin “Tuyonizm” olması gerekir.[4] Yine Ziya Gökalp’in savunduğu fikirlere göre, Türkler’in dini başlangıçta her ne kadar “Natüralizm” olarak algılanmaktaysa da gerçekte bu bazı gizli anlamı olan sözlerden olan ve birtakım simgelere tapınılan “Sembolizm” anlamına gelir. Farklı koşullar altında yaşayan toplumlar arasına yayılmış olan bu inanç sisteminde din ile sihri birbirinden ayıracak olursak, bir tarafta bir çeşit Animizm’den türemiş “Şamanizm”, diğer tarafta da tanrılar ve evreni kontrol eden bir “Tuyonizm” görülür.[5]
Gökyüzünün en yüksek katında evreni yöneten en ulu tanrı “Kayra Han” ile yeraltını yöneten kötülük tanrısı “Erlik” adındaki iki büyük tanrıya inanılıyordu. Yeryüzü düzenini sağlayan ve bütün Türk oymaklarını yöneten “Yer – Su İlâhları” adı verilen daha birtakım tanrılara da inanılmaktaydı.
“Altay Türkleri” gökyüzünün on yedi tabakadan oluştuğuna ve en üst katın bütün tanrıların babası sayılan “Kayra Han”ın yaşadığına inanırlardı. Bu tanrıdan üç farklı tanrı ortaya çıkmıştı. Bu tanrıların ilki göğün on altıncı tabakasında altın bir taht üzerinde oturan “Ülgen” idi. İkincisi dokuzuncu katta yaşayan “Kızagan” ve üçüncüsü de yedinci katı kendine yurt edinmiş olan “Mergen ” di. Ayrıca bu tabakada yeri ve göğü aydınlatan “Gün Ana” adındaki “Ay Ata” da yaşamaktaydı. Beşinci tabakada ise “Yaratanlar Yaratanı” olarak adlandırılan “Katay Han” yaşıyordu.
Türk mitolojisinde Gök Tanrı asıl yaratıcı güçtür, Kayra Han'ın babasıdır. Şeytan Erlik Han yeraltının hakimidir. Ülgen ise gökyüzünün 16. katında oturur, Kayra Han'ın oğludur.[6] "Barak Ata" Moğol ve Türk Mitolojilerinde Moğollar'ın türediği varsayılan köpek başlı yaratığa verilen addır, "Nokay Eçege" olarak da bilinir. "Umay" doğurganlığı ve bereketi simgeler. Üç boynuzu vardır, beyazlar içindedir ve doğacak çocukları o seçer. Ülgen, Umay ve Barak Ata daha sonraları tanrılaştırılmışlardır. Kuyaş Türk toplumlarında Güneş tanrısı düşüncesini simgeler. Maygıl ise suların tanrısıdır. Savaş tanrısı ise Elbis'tir
Kökleri Orta Asya Şamanlığına kadar dayanmaktadır. Şamanizm Grönland’dan Doğu Sibirya’ya kadar yayılan geniş bir alan üzerinde yaşayan birçok Türk-Moğol kavimleri, hattâ Laponlar ve Eskimolar arasında yaygın olan ortak bir “sihrî dîn” sistemidir.[7] İslâmiyet ve Hristiyanlığın tam olarak nüfuz etmeyi başaramadığı yörelerde halâ hâkim olan bu din, onların sonradan girdiği bölgelerde bile ikinci plânda yaşamaktadır. Sekizinci yüzyıldan beri Türkler arasında yayılmaya başlayan Budizm, Maniheizm, İslâm ve Hristiyanlık etkilerine rağmen Şamanizm, yabancı inançları bünyesine toplayabilmesi nedeniyle gücünden pek bir şey kaybetmemiştir. Bu nedenle de Şamanizm’e “Türk paganizmi” adı da verilebilir. Onda en belirgin surette görünen nitelik gök tabakaları, Âhiret ve tanrılar âlemi ile zenginleştirilen bir “Çok – Tanrıcılık” yanında, yine aynı zenginliğe hâiz olan bir Natürizm’in süregelmesidir.[8] Gerek sihir gerekse dîn şeklinde Türk mistisizminin izlerinine aşağıda yeniden gözden geçirilen Türk inançlarında da rastlamak mümkündür:
Şamanlar hayatlarını mağara ve gizli hücrelerde tek başına geçiren, büyü ve sağlık konusunda yeteneklere sahip olan ve toplumda "büyücülük – doktorluk" görevlerini üstlenen kişilerdir. Görünmez ruhlarla iletişim kurabildiklerini iddia eden şamanlar; titreme, bayılma, kendinden geçme şekillerinde kendini dışa vuran bu yetenekleri sayesinde gizli büyücülük güçlerini kazanmaktaydılar. Şamanlar bu yeteneklerini çok yorucu ve uzun süren dini ayinler sayesinde edinirler. Bu ayinler esnasında kendinden geçen, ihtilâç hâlinde köpürerek suratı kararan ve bitâp düşünceye kadar dönen, nihâyetinde de kendinden geçen şamanın eşya ve gerçek evren ile olan tüm ilişkisi kaybolmaktadır.[11] Samoyedler ve Hantılarda kalıtsal özel bir yeteneğe bağlı olan bu görev Tunguzlar, Yakutlar ve Altaylar’da yarı ırsî, yarı kazanılmış bir niteliktir. Tıpkı Eski Yunan ve Eski Roma’da olduğu gibi aşağı ve yukarı âlemler arasında elçilik görevi üstlenen “illuminé adamlar” yani “kâhinler” için kullanılan Şâmân tâbiri çeşitli yörelerde değişik adlar almaktadır. Görevleri hemen hemen birbirinin ayni olan bu Şâmânlara, Sibir Türkleri’nde Soyok, Eskimolar’da Angakok, Laponlar’da Noïde, Samoyetler’de Tadibca, diğer bazı Türk kâvimleri arasındaysa “Kam” ismi verilir. “Oğuzlar” ise İslâmiyet’in kabulünden sonra kendi Kam’larına Ozan adını vermişlerdir. Tabiî âlemle olan temasları sayesinde diğer insanlardan farklılaşan, yüksek bir ruh haline sahip olmaları nedeniyle de son derece kuvvetli ve diğer insanlar arasında hâkimiyet elde etmiş olan Şâmânlar, umumî ve adak kurban törenlerinde hazır bulunmakla yükümlüdürler.
Bazen soydan gelen ve bazen de sonradan edinilerek sürdürülen Şamanlık müessesesinin yürüttüğü âyinler açıklanması karmaşık olan bazı kurallar içermekteydi. “Şamanlar, sihirbaz ve kahin oldukları gibi aynı zamanda hastalıkları tedavi eden doktorlardı. Bunlardan başka Türkler arasında “Otacı” ve “Atasagon” adı verilen, maddî tedavi yöntemleriyle hastalıkları iyileştiren bir sınıf da mevcuttu. Şaman şiir ve mûsiki eşliğinde dans edip, kendi özel merasim elbisesini giymekte ve birtakım çıngırdaklar takınmaktaydı. Kadınların katılmadığı bu âyinler genellikle “Hoş Ağacı” ile dolu olan bir ormanlıkta kurulan yurtlarda yapılmaktaydı. “Üveysî” adı verilen tarikât şeyhlerine çok benzeyen ve aslen sinir hastalıklarına yakalanmış “nevrozlu adamlar” vehbî Şamanlık için en yetenekli insanlardı. Günümüzde hala “Uçak” olarak adlandırılan bazı ailelerin bütün aile üyelerinin tedavi etme yeteneklerine ait i’tikatlar ile vehbî Şâmânîlik arasında tam bir benzerlik vardır.[12] Âyinlerde istiğrak halinde yapılan duaları ise Kamlardan başka kimsenin anlaması mümkün değildir.[13] Şâmânlar için birer “Miraç” anlamına gelen vecd âyinleri esnasında tam bir “ulvî sarhoşluk” içine düşen Şamanların, bazen bu âyinler esnasında oluşan aşırı taşkınlıklar sonucu öldükleri bile olmuştur. Şâmânların vecd ve istiğrak halinde yukarı âlemlerle kurdukları iletişim Eski Yunan’daki Elefsis Gizemleriini anımsatmaktadır.[14] Akdeniz mistisizminin temeli olarak gösterilen bu Eski Yunan gizemleri gibi Şâmânların “Miraç Âyinleri” de “Orta Asya” Mistisizminin gelişimindeki temel yapı taşını oluşturmuştur. Âyin esnasında taşkınlığı arttıran en önemli araç davuldur. Davulların üzerine Şâmânları gökyüzüne çıkaran hayvanların ve sandalların resimleri ile mâbudların timsalleri yapılmıştır. Şamanların “Barak” adını verdiği hayvan ile İslamiyet’teki Miraç hayvanı olan “Burak” arasındaki benzerlik kayda değerdir.[15] İslamiyet’in kabulünden sonra da Türkler “Miraç” hâdisesi ile ilgili yaptıkları minyatürlerde benzer resimleri çizmeye devam ettiler.[16]
İslâm kaynaklarında Şamanizm Şemen’îyye (Semenniye) şeklinde geçmektedir. İbn-i Nedim El-Fihrist kitabında Maveraünnehir halkının çoğunluğunun Semeniyye dininde olduğunu kaydediyor.[17] Daha ayrıntılı bilgi ise El-Birunî’nin Kitâb-ı Malil’Hind adlı eserinde verilmektedir.[18] El-Bîrûnî’ye göre bu kitabında “Budasef” olarak bahsettiği Budizm, Hindistan’dan çıkma olup, ondan önceki din ise “Şemânîlik” idi. Horasanlılar’da kendi dinlerine “Şemenan” adını vermekteydiler. Budizm’in kabulünden önce ise Cengiz Han’ın resmî dini de Şamanizm idi. Orada Kamlar büyük bir nüfuz sahibiydiler.[19] Kazvinî'ye göre “Cem” âyininin kaynağı ilkel “Şamanlık” ve “Kam” merasimidir.[20] Şamanlıkta görülen ilkel mistisizm ile Anadolu tarikât ve mezheplerindeki ilkel mistisizm arasında bazı benzerlikler mevcuttur. Örneğin, Kızılbaşlar’daki “Sahip ve Musâhip Âyini” ilkel topluluklardaki “Dühûl” merasiminin devamıdır.[21] İmâm Câ’fer Menâkıbi’ne göre: “Eğer tâlip günahını saklarsa, Tarikât-ı Âliyye’de kezzâptır. Yol haini ve imân uğrusu olur. Aman kardeş gühahını saklamayıp derdini söyle. Karanlık kabre koma, burada söyle.”[22] Alevîlerin kendilerinde bulunduğunu kabul ettikleri üç çeşit ruh, Yakutlar’ın “İşşi,” “Çor” ve “Kut” adını verdikleri ruhları çağrıştırmaktadır.[23] Alevîler’e göre yatırların bulunduğu dağ, tepe ve ormanlar kutsaldır. Eski Başkırtlar’da rüzgâr, ağaç, dağ, nehir gibi şeyler birer tanrı olarak addedilirdi. Başkırtlar’ın bir kısmı balıklara, turna kuşlarına, bir kısmı da odun parçalarına taparlardı.[24] Günümüzde Sibirya Şamanizminde ayı kutsal bir hayvan olarak kabul edilmektedir. Aynı şekilde, Anadolu Alevîliği’nde de ağaç ve ayı kutsal addedilmektedir. Anadolu Alevîliği; eski Anadolu toplumu, İslâm ve Antik İran kaynaklı çeşitli etkiler altında kalmıştır. “Pir Divânı”, “Cem Âyini” ve “Erenler Meydânı” bu mistik tesirlerin sonucu olup, doğrudan doğruya “Şamanizm” ile mukayese edilmesi mümkün değildir. Bütün bu karşılaştırmalar, eski Türk dininde mevcut olan ilkel mistisizmin İslâm sonrasında da gizli tarikat ve mezhepler halinde yaşamakta olduğunu göstermektedir. Bedr’ed-Dîn Mahmud Aynî, “Kamlar” ile “Aybek Baba,” “Burak Baba” ve “Geyikli Baba” gibi bazı Alevî babaları hakkında karşılaştırmalar yapılmasına yardımcı olacak ayrıntılı bilgi vermektedir.[25][26]
Türk mitolojisinin en eski kalıntıları ancak diğer halkların yazılı belgeleriyle kanıtlanabilir. En önemli kanıtlar eski Çin yazılarında bulunur. Örneğin MÖ 330 yılından kalan bir yazıda Türk mitolojisinin en önemli efsanelerinden olan Asena destanı ile karşılaşılır.
Bilinen en eski Türk efsanelerinden biridir. Tüm Türk halklarında çeşitli şekilde yaygındır. Efsaneye göre Türkler düşmanları tarafından tamamen yok edilirler. Sadece iki çocuk sağ kalır. Tengri'nin gönderdiği kutsal bir dişi kurt çocukları besler büyütür ve korur. Kurt, bir çocuktan gebe kalır ve on yavru doğurur. Bu on çocuk gelecek Türk toplulukların hükümdarlarıdır.
Türkler büyük bir yenilgiye uğradıktan sonra çadırlarını toplayıp göç ederler. Tengri'nin gönderdiği kutsal bir kurt Türklere kılavuzluk eder ve onları verimli toprakları olan, etrafı dağlarla çevrili büyük bir ovaya götürür. Birkaç kuşak sonra Türkler bu ovaya sığmaz olurlar. Bu kez bir kurt onlara etraflarını çeviren dağlardan birisinin madenden oluştuğunu gösterir ve demirciler bu dağı eritirler. Halk ovadan çıkar ve tekrar bozkırların egemenliğini ele geçirdiklerini tüm bozkır halklarına duyururlar.
Bu destan Türklerin atası olarak bilinen Oğuz Kağan'ın hayatını anlatır. Doğumundan ölümüne ve devleti oğullarına pay edişine kadar geçen destanda, Oğuz'un eşleriyle tanışması, oğullarının doğumu ve savaşlar da bulunmaktadır.
Dünya'nın en uzun destanı olan Manas destanı'nda, daha küçük yaştan kahraman olacağı bilinen Kırgız Manas'ın hikâyesi anlatılmaktadır. Manas'ın dostları tarafından ihanete uğratılıp öldürüldüğü söylenir. Mezarı başında ağlayan hayvanlar Manas'a ağıt yakarlar ve Göktanrı acıyarak Manas'ı diriltir. Manas da kendisine ihanet eden dostlarının peşine düşer.
Alp Er Tunga’nın hayatı savaşlarla geçmiştir. Uzun süre mücadele ettiği İranlı Medlerin hükümdarı Keyhusrev'in davetinde hile ile öldürülmüştür.
Türk mitolojisinin en mühim özelliklerinden birisi her kabilenin, ne kadar ufak da olsa şahsi bir türeyiş efsanesine sahip olmasıdır. Örneğin Oğuzname'de her sözü edilen kabilenin ilk önce türeyiş efsanesi anlatılır.
En önemli ve en tanınmış efsane Türklerin ortak türeyiş destanıdır. Bu efsane neredeyse her Türk topluluğunda tanınır ve en eski Türk hükümdarlarının, Tengri'nin gönderdiği bir kurt ile çiftleşmesinden türediğini anlatır. Bazı versiyonlarda bir dişi kurdun en son Türk olarak kalmış bir erkek çocuğu ile, diğer versiyonlarda ise Gök Tanrı'nın bir erkek kurt kılığında hükümdarın kızı ile çiftleştiği anlatılır.
Diğer iyi tanılan bir türeyiş efsanesi Kırgız halkının türeyiş efsanesidir. Bu efsaneye göre kutsal bir gölün suyundan gebe kalan kırk kız ilk Kırgızları oluşturur.
Avrupa'ya göç etmiş olan antik Türk halklarından dolayı, Avrupa'da da Türk mitolojisinin izlerini bulmak mümkündür. Özellikle Hunlar ve Ön Bulgarlar destanlara konu olmuşlardır. Alman mitolojisinin en tanınmış destanı Hunlara ve ejderhalara karşı savaşan Alman kahraman Siegfried'in destanıdır. Bu destanda Atilla'nın adı "Etzel"dir.
Ön Bulgarların Balkanlara getirmiş olduğu Han Asparuh (İşbara Han) destanını Bulgaristan'da henüz birinci sınıfta okuyan her Bulgar çocuğu ezbere bilir. Ayrıca yine Ön Bulgarlar'ın getirmiş oldukları ilkbahar bayramı "Mart enizi"nde (Mart annesi) ilkokul çocukları Han Asparuh destanının bazı bölümlerini canlandırırlar. Canlandırılan bölümde, Han Asparuh ilk Bulgar devletini kurmuş ve bunu kutlamak için Gök Tanrı Tangra'ya adak vermek ister. Adak vermeden önce bir demet dereotunu kutsal ateşte yakması gerekir ama hiçbir yerde dereotu bulamaz. Bu yüzden çok üzülür. Çok uzaklarda Volga kıyılarında kalmış olan kız kardeşi, Asparuh'un derdini hisseder ve bir şahinin ayağına bir demet dereotu bağlayıp gönderir.Macarlarda da çok uzun bir Atilla ve eski Türk destanları bulunmaktadır.
Prof. Sven Laagarbring “Bizim atalarımız Oden’in yoldaşları Türklerdir. Bu konuda elimizde yeterli belge var. Onları Traklar ya da Getler olarak göstermek isteyenler var. Eleştirme gereği duymuyorum. Benim vardığım sonuçlar değişmiyor. Çünkü bunlar da aslında Türklerle bir serüveni olan halklardır. Liderlerimiz rahatlıkla, atalarımızı Türkler ve Göçerler olarak gösteriyorlar.”[27] İsveççenin Türkçeyle Benzerlikleri Hakkında Müsteşar ve Şövalye Bay Johan Ihre’ye Mektup kitabını, tarih kitabını yazmadan 5 yıl önce yazmış ve Oden ve yanındakilerin Türk olduklarını Snorre Sturlesson’un yazılarına, Kuzey söylencelerine, masallarına ve destanlarına dayanarak kanıtlamak istemiştir. Daha da ileri giderek İsveççe ile Türkçe arasındaki benzerlikleri incelemiştir.
9. yüzyılda Uygur Türkleri'nin Budizm dinini kabul etmiş ve bu dinin temeli üstünde ilk büyük yerleşik Türk kültürünü geliştirmişlerdir. Uygur rahiplerin bu dönemde binlerce Budist yazıyı, Sanskritçe ve Çinceden Türkçeye çevirmiş oldukları bilinmektedir. Bunların arasında birçok yabancı efsane de Türkçeye çevrilmiş, ama eski Türk destanları ve tarihi de yazıya alınmıştır. Hotan kentinde zamanının en büyük kütüphanesini oluşturmuşlar, ama Kırgızların bir saldırısında bu kütüphane tamamen yanmıştır. Günümüze sadece ufak tefek sayfa parçaları kalmıştır, ama bu sayfa parçalarının bazılarının üzerinde görünen sayfa sayıları (sayfa 500- sayfa 600) bu kitapların ne kadar geniş kapsamlı ve ayrıntılı olduklarını kanıtlamaktadır.
Bu az sayıdaki kalıntının arasında manastırlara yeni rahipler kazandırmak için tasarlanmış efsaneler de bulunmaktadır. Örneğin birisinde maddi hayatın kötü ve iğrenç olduğunu vurgulamak için korkunç bir hikâye anlatılmaktadır (Eski Türkçe):
Yukarıda bir alıntısı gösterilen hikâyede, karısını kaybeden çaresiz bir adam, üzüntüsünden çok feci sarhoş olana kadar içki içer, ölmüş karısının mezarına gider, mezarı açar ve karısının cesedi ile cinsel ilişkiye girişir. Ceset ile öyle şiddetli sevişir ki çürümüş beden kollarının arasında çatlamaya başlar. Adam baştan aşağı çürük kana ve cerahata bulanır. Nihayet gün ağarır, adam başını kaldırır ve görür ki mezarın içinde karısının cesedinin yanında yatıyor, cesetten kan dökülüyor. Kendini görür; üstü başı kan ve cerahata bulanmıştır. Aniden yaptığı canavarlığı anlar, kendinden tiksinir, kıyafetlerini yırtmaya başlar, içini bir korku sarar ve paniğe kapılır. Adam mezardan çıkar ve koşmaya başlar. Bir yandan bağırarak ağlar, bir yandan kusar. Bu tip Budist hikâyelerde hep olduğu gibi adam sonunda bir manastıra gider ve tüm maddi dünyadan uzak bir şekilde hayatını Buda'ya adar.
Bazı hikâyelerde Buda'nın başka bedenlerde tekrar doğmuş varlığı konu olarak ele alınır. Hikâyelerin birisinde dengesiz bir Hint hükümdar yüzlerce adamı ile birlikte ava çıkar ve binlerce ceylanı öldürür. Ceylanların başı olan altın renginde bir ceylan, Buda'nın reenkarnasyonudur. Altın ceylan hükümdarı uyarır ve can almayı bırakmasını buyurur, ama hükümdar onu dinlemez. Altın ceylan sonunda hepsini feci şekilde cezalandırır.
Sibirya'nın Türk halkları, Türk mitolojisini günümüze kadar en canlı, en renkli tutmuş ve muhafaza etmiş olanlarıdır. Günümüze kadar Tengricilik'in kutsal varlıklarına hala ibadet edip eski Türklerin destan anlatma geleneğini ayakta tutmaya devam etmektedirler.
Örneğin, sayıları çok azalmış olan Dolganlar'da çok eski bir mitoloji bulunmaktadır. Sibirya'nın çok kuzeyinde bulunan Tundra ikliminde yaşayan Dolganlar, göçebeliklerinde ara sıra buzları 10.000 yıldır çözülmemiş, yarısı topraktan dışarı dikilen Mamut cesetlerine rastlarlar. Dolganlar, yeraltı aleminin efendisi Erlik Han'ın, mamutları yeraltı alemine aldığını ve onları kendine hizmet ettirdiğine inanırlar. İnançlarına göre, mamutlar yeraltı aleminde tutsaktır. Eğer yeryüzüne çıkmaya çalışırlarsa ceza olarak derhal buz tutarlar. Radlof'a göre Dolganlar canlı olarak hiç görmedikleri bu dev hayvanların, yarı yere gömük, yarı dışarı çıkmış hali ve donmuş olmalarını bu şekilde açıklamışlardır.
Altaylılar, Yakutlar ve diğer Sibirya Türklerinde de dünyalarında olup biten çoğu şeyin sorumlusu, iyi ve kötü ruhlar ve kutsal varlıklardır. Dua edip kurbanlar vererek, bereketin kesilmemesi için onları hoş tutmaya çalışırlar.
Türkler, 10. yüzyıldan itibaren Anadolu'ya akın etmeleri sırasında Orta Asya'dan birçok destan ve hikâyeyi de beraberlerinde getirmişlerdir. 11. yüzyılda Akkoyunlu devletinde, Orta Asya'dan yeni gelmiş Türk boylarının anlattıkları hikâyeler tanınmayan bir yazar tarafından "Dede Korkut masalları" olarak kaleme alınmıştır. Ancak Türklerin Anadolu'ya gelmelerinden önce de Anadolu'da bulunan birçok mit var olmuştur. Bu mitler Anadolu Türkleri'nin mitolojisinde iz bırakmıştır.
Örneğin Pamukkale hakkındaki eski bir Yunan efsanesi günümüzde hala anlatılmaktadır. Bu efsaneye göre çirkin bir kız dışlanmaktan usanıp hayatına son vermek ister. Kendini Pamukkale'nin tepelerinden aşağıya atar ve kaynak suyu dolu bir terasın içine düşer. Ava çıkmış bir prens bu olayı görür ve hemen oraya koşar. Bir bakar ki kollarında kendine gelen kız adeta bir dünyalar güzeli. Meğer Pamukkale'nin şifalı kaynak suyu kızı güzelleştirmiştir. Sonra ikisi evlenir ve mutlu olurlar.
Dresden yazması kısa bir giriş ve 12 öyküden oluşur. Öyküler sırasıyla:
Vatikan yazmasında kısa bir giriş ve altı öykü vardır:
Osmanlılar'ın en bilindik efsanesi, imparatorluğun kurulmasından önce Osman Bey'in bir rüya görmesi ve bu rüyanın Şeyh Edebali tarafından açıklanmasıdır. Şeyh Edebali, Osman Bey'in gördüğü rüyanın, Osman Bey'in bir cihan devleti kuracağının alameti olduğunu açıklar.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.