Bilim felsefesi
Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Bilim felsefesi, epistemoloji, ontoloji, etik ve estetik gibi felsefenin temel alt bölümlerinden birisidir.
![]() | Bu maddede kaynak listesi bulunmasına karşın metin içi kaynakların yetersizliği nedeniyle bazı bilgilerin hangi kaynaktan alındığı belirsizdir. (Mayıs 2017) |
![]() | Bu maddenin içeriğinin Türkçeleştirilmesi veya Türkçe dilbilgisi ve kuralları doğrultusunda düzeltilmesi gerekmektedir. Bu maddedeki yazım ve noktalama yanlışları ya da anlatım bozuklukları giderilmelidir. (Yabancı sözcükler yerine Türkçe karşılıklarının kullanılması, karakter hatalarının düzeltilmesi, dilbilgisi hatalarının düzeltilmesi vs.) Düzenleme yapıldıktan sonra bu şablon kaldırılmalıdır. |
Tanım
Bilim felsefesi, bilimin ne olduğunu, bilimsel kuramın özgül yapısını, bilimsel bilginin epistemolojik statüsünü, bilimsel yöntemin (ya da yöntemlerin) anlamını, bilim alanı ve bilimsel bilginin nesnesini, bilimin gelişiminin anlamını, özet olarak bir bütün bilimin konumu, gelişimi ve iç-yapısını değerlendiren, bunu kuramsal düzlemde ortaya koymaya çalışan felsefe bölümüdür. Bilim tarihinden farklı olarak bilim felsefesi bu söz konusu tarihin kuramsal düzlemde açıklanmasını ve değerlendirilmesini üstlenir.
Bilim ve felsefe
Özetle
Bakış açısı
Bilim felsefecileri bir bakıma hem felsefe hem de bilim alanında yer alırlar, her iki alana birden hakim olmaya çalışırlar. Özellikle başlangıçta bilim insanları belirli bir felsefi etkinlik içinde de olmuşlardır. Başlangıçta bilimler felsefenin içinde yer almaktadır; filozoflar aynı zamanda çoğu noktada bilim insanlarıydılar, birçok bilimsel alanda bilgi sahibiydiler ve onların sentezleriyle felsefe yapmaktaydılar. Fizik'i ve Metafizik'i yazan Aristoteles bunun tipik bir örneğidir. Bilginin gelişimi, özerk dallara ayrılması ve her bölümün kendi içinde çok daha fazla uzmanlık gerektirmesiyle zaman içinde bilimler felsefeden ayrışmaya başladı. Önce doğa bilimleri, ardından sosyal bilimler ayrışmaya çalışmıştır. Ancak felsefenin bilimle ilişkisi ve bilime yönelik ilgisi süreklidir. Bu süreklilik felsefe ve bilim tarihinde gösterilebilir. Başlangıçta filozofların bilimle ilgilenen kişiler olması ve daha sonra giderek felsefenin bilim üzerine düşünmesi şeklinde bu ilişki süregelmiştir. Yalnızca filozofların bilimle ilişkili insanlar olması dolayısıyla değil, bilimin ne olduğu üzerine üretilen düşüncelerin felsefi niteliği dolayısıyla da böyledir.
Bilim felsefesine ait metinlerin çok uzun tarihsel bir geçmişi vardır. Aristoteles'ten itibaren bu iz sürülebilir. Ama bilim felsefesi, felsefenin bir alt bölümü olarak özellikle bilimlerin felsefeden ayrışmasının bir sonucu olarak belirginleştiği için modern zamanların ürünüdür. Francis Bacon'ın Novum Organum'u, René Descartes'ın Metot Üzerine Konuşma'sı, Isaac Newton'un "Felsefi Akıl Yürütmenin Kuralları", Henri Poincaré'nin Bilim ve Hipotez'i, bir anlamda bilim felsefesinin öncü klasik metinleri sayılabilir. 20. yüzyıldan itibaren ise bilim felsefesi tamamen özerk ve kapsamlı bir bölüm haline gelir.
Pozitivizm, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren önermeleriyle hem bilimsel bir pratiği temellendiriyor, hem de felsefenin sorularını yanıtlıyordu. Soyut bir sistem olarak felsefenin sonu gelmiş varsayılıyordu. Ancak öyle olmadığı düşüncesi giderek yaygınlık kazandı. Bizzat pozitivizm denilen bilim düşüncesinin aşırı derecede felsefe içerdiği ortaya konuldu. Bilimin ya da bilimsel yöntemin ilkeleri sayılan bir düzine kural durmadan değişime uğradı ve yerine yenileri önerildi. Nedensellik ilkesi, belirsizlik ilkesiyle savaşır durumda buldu kendisini. Kuantum fiziği gibi bilimsel gelişmelerin yol açtığı kuramsal sorunlarla bilim felsefesi özellikle 1960'lı yıllardan itibaren belirleyici bir güncellik kazanmıştır. Bilime duyulan güvenin sarsıldığı bir dönemde, bilim felsefesi öne çıkmaya başlar. Bunda Karl Popper, Thomas Kuhn, Imre Lakatos, Paul Feyerabend gibi ünlü ve çok etkili bilim felsefecilerinin özgün çalışmaları da belirleyici bir rol oynamıştır.
Felsefenin konusu olarak bilim
Özetle
Bakış açısı
Bilimin felsefenin konusu olması ve hatta bu konunun belirli bir zaman içinde felsefenin bir alt disiplini olması söz konusudur. Tarihsel bir açıklama olarak bilimin felsefenin içinden doğup geliştiği genel bir şekilde belirtilir. Daha sonra bilimin bir bilinç formu olarak ayrılmasından sonra da bilim felsefe ilişkisi süregelmiştir. Bilim felsefesi özellikle bu ayrımın sonrasında felsefenin bilim üzerine düşünmesinin bir sonucu olarak disipliner bir duruma gelmiştir. Bu iki alan her zaman kuramsal olarak birbirine karışma ve karşılıklı etkileşim içinde birbirini etkileme halindedir. Genel bir ayrım varsayılmakta birlikte kuramsal ayrım çizgilerini belirlemek kolay görünmemektedir. Bilim felsefesi, bilimin kendi niteliği ve anlamı üzerine, felsefenin kuramsal çalışmasını dile getirir.
Bilim kendi başına kendi anlamını bilemez, böyle bir bilme çabasına yöneldiği anda felsefe alanına girmiş olur. Bu anlamda bilim felsefesi, bilimin yerini anlamını ve kuramsal konumunu belirlemek üzere yürütülen felsefe-içi çalışmaların bütünlüğüdür. Bilimin felsefeden ayrışmasından sonra felsefenin bilim üzerine düşünmesi bilim felsefesinin içeriğini oluşturmaktadır. Özetle, bilim felsefesi, bilimsel düşünce ve yöntemlerin mantıksal ya da kuramsal bir çözümlemesini vermeye çalışır.
Bilim nedir?
Özetle
Bakış açısı
Klasik görüş
Klasik görüş ya da ürün olarak bilime göre bilim, evreni anlamak için tek geçerli yoldur ve birikimsel bir şekilde[1] ilerler. Auguste Comte ve Ernst Mach'ın pozitivizminden etkilenen klasik görüşçüler, Viyana Çevresi'ni kurarak mantıksal pozitivizmi geliştirmişlerdir. Rudolf Carnap'ın ortaya koyduğu ve Hans Reichenbach'ın da katkıda bulunduğu[2] klasik görüşün temel varsayımları aşağıdaki gibidir:
Bilim, olgular ve mantık arasındaki ilişkiye dayanmaktadır. Deney ve gözlem sayesinde elde edilen veriler, bilimsel yöntemin temelini oluşturmaktadır. Bu veriler kullanılarak teoriler geliştirilmekte, ardından teoriler doğada kendilerini destekleyen örnekler kullanılarak doğrulanmaktadır.
Bilim, tümevarım ve nedensellik üzerinden tarih boyunca düzenli bir şekilde ilerlemiştir. Evren hakkında sorguladığımız her şeyi açıklayabilme potansiyeline sahip olan bilim, mükemmel hale gelecektir. Doğa bilimleri ve sosyal bilimler zaman içerisinde birbirlerine yakınlaşacak, sonuç olarak sosyal fizik adı altında birleşecektir.
Doğa bilimleri, tarihsel gelişimini sosyal bilimlere göre daha hızlı sürdürmüştür. Bu nedenle, ortak bir bilimsel yöntemin oluşturulmasında doğa bilimlerinden yararlanılmalıdır.
Bilim, elimizdeki en iyi bilgi kaynağını oluşturan ve kesinlikle doğru kabul edilmesi gereken sonuçlara ulaşmaktadır.
Matematiksel modellemeler ve sembolik mantığın kullanılması, felsefe için önemlidir.
Karl Popper, klasik görüşün çoğu varsayımına yakınlık göstermekle birlikte tümevarım ve doğrulanabilirliği[3] eleştirmiştir:
Doğa bilimlerinde, tümevarım ve doğrulanabilirliğin bir arada sağlanması mümkün değildir. Deney ve gözlem yoluyla doğanın ancak bir bölümü incelenebilir, geliştirilen teoriler de bu bölümün özelliklerini yansıtır. Bundan dolayı, her koşulda doğru kabul edilemezler.
Bilim, tümdengelim ve yanlışlanabilirlik üzerinden ilerlemelidir. Evrensel niceleme statüsündeki teorilerin, doğada kendileriyle çelişen herhangi bir örnek bulunması durumunda gözden geçirilmeleri ve terk edilmeleri gerekir.
Auguste Comte'un doğa bilimleriyle uyumlu olan bazı düşünceleri ve Karl Popper'ın yanlışlanabilirliği, bilim çevreleri içerisinde genel kabul görmektedir. Viyana Çevresi'nin mantıksal pozitivizmi, 1930'lu yıllarda kayda değer bir desteğe sahip olmakla birlikte, sonradan eleştirilmiştir.
Klasik görüşün eleştirisi
Klasik görüşün eleştirisi ya da etkinlik olarak bilime göre bilim, evreni anlamak için geçerli yollardan biridir ve devrimsel bir şekilde ilerler. 1960'lı yıllarda Thomas Kuhn'un paradigma değişimleri ve eş ölçülmezlik düşüncelerini geliştirmesi, klasik görüşün sorgulanmasını sağlamıştır. "Bilimsel Devrimlerin Yapısı" kitabını yazarak, bilim felsefesine tarihselci bir yaklaşım[4] getirmiştir. Stephen Toulmin'in biyoloji tarihi üzerine yaptığı araştırmalar da, paradigma değişimlerinin açıklanmasında etkili olmuştur. Klasik görüşün eleştirisinin temel varsayımları aşağıdaki gibidir:
Bilim, paradigma değişimleri üzerinden ilerleyen ve belirli tarihsel dönemlerde sıçramalar yaşayan bir süreçtir. Bilim tarihi ve bilim felsefesi arasındaki ilişki güçlendirilmelidir.
Bilim, teorilerin geliştirilmesi sürecinde mantık ve dil yapısının sağladığı imkanlardan yararlanmaktadır. Bu alanların tarih boyunca değişim göstermesi nedeniyle, eş ölçülmezlik geçerlidir ve teoriler kendi aralarında kıyaslanamazlar.
Evren hakkında sorguladığımız şeylerin ancak bir bölümü bilim sayesinde açıklanabilir. Doğa bilimleri ve sosyal bilimler, zaman içerisinde yeni araştırma alanlarının ortaya çıkmasıyla detaylanacaktır.
Bilim insanlarının geliştirdikleri teorilerde psikolojik durumlarının, içerisinde bulundukları sosyolojik yapıların, yaşadıkları tarihsel dönemlerin ve felsefi görüşlerinin etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle, ulaşılan sonuçlar öznel etkiler içermektedir ve belirli koşullarda, uzlaşmaya dayalı olarak kabul edilmelidir.
Imre Lakatos, Karl Popper'ın yanlışlanabilirlik ve Thomas Kuhn'un paradigma değişimleri alanında ortaya koyduğu görüşleri[5] sentezlemeye çalışmıştır. Bilimsel yöntem hakkındaki düşüncelerinde klasik görüşten etkilenmiş, teoriler arasındaki değişimi açıklamak için ise klasik görüşün eleştirisinden yararlanmıştır.
Paul Feyerabend, klasik görüşün eleştirisinin varsayımlarını daha da ileriye götürmüştür. Yönteme Karşı ve Özgür Bir Toplumda Bilim'i yazarak epistemolojik anarşizmi[6] geliştirmiştir:
Bilim, kendi içerisindeki tarihsel dönemlerde olduğu gibi, diğer bilgi kaynaklarıyla arasında da eş ölçülmezdir. Din, felsefe ve sanat gibi alanlarla yaklaşık aynı öneme sahiptir.
Bilim, düzensiz olarak ilerleyen bir yapıdadır ve öznel etkiler içermesi nedeniyle görecelidir. Bilimsel yöntem yoktur ve belirlenmeye çalışılması, yalnızca kısıtlamalar geliştirilmesine neden olur.
Thomas Kuhn'un paradigma değişimleri, bilim çevreleri içerisinde genel kabul görmektedir.
Paradigma değişimleri
Bilim insanları, belirli bir bilimsel yönteme sahip olmadıkları dönemde geçerli olduğunu düşündükleri teorileri bir arada kullanırlar. Bu teorilerin arasından birinin, gerçekliği açıklama konusunda diğerlerine göre ön plana çıkmasıyla, paradigma belirlenir ve olağan bilim dönemine girilir.
Olağan bilim dönemi: Bilim insanları, geliştirdikleri paradigma içerisinde çalışmalar yapar ve araştırmalar[7] ortaya koyarlar.
Bunalımlar dönemi: Bilim insanları, doğru kabul ettikleri paradigmayla açıklayamadıkları bir örnekle karşılaşırlar. Olağanüstü araştırma kabul edilen bu örnek, aralarındaki ilk görüş ayrılıklarını başlatır ve örnek sayısının artmasıyla, çalışmalarının bazı durumlarda yetersiz kaldığını görürler.
Bilimsel devrim dönemi: Bilim insanlarının bir bölümü, yeni bir paradigma geliştirmek üzere ayrılır ve zaman içerisinde gördükleri destek artar. Bilimsel devrimin gerçekleşmesiyle, eski paradigma geçersiz hale gelir.
Yeni paradigma dönemi: Bilimsel devrim sonucunda, yeni paradigmayla olağan bilim dönemine geri dönülür.
Ayrıca bakınız

Wikimedia Commons'ta Bilim felsefesi ile ilgili ortam dosyaları mevcuttur.
Kaynakça
Konuyla ilgili yayınlar
Wikiwand - on
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.