Loading AI tools
Filozof, yazar ve doktor Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Augustinus ya da Aurelius Augustinus,[14][15] (Tagaste, Numidya, d. 13 Kasım 354 - Hippo, ö. 28 Ağustos 430) Aziz Augustinus ya da Hippo'lu Augustinus olarak da bilinen Hristiyan filozof ve tanrıbilimci.
Aurelius Augustinus | |
---|---|
Kilise Babası - Kilise Doktoru | |
Doğum | 13 Kasım 354 Thagaste, Numidya |
Ölüm | 28 Ağustos 430 Hippo |
Kutsayanlar | Katolik Kilisesi, Doğu Ortodoks Kilisesi, Lüteryan Kilisesi, Anglikan Komünyonu |
Türbe | Bazilika San Pietro in Ciel d'Oro - Pavia - Lombardia - İtalya |
Yortu | 28 Ağustos (Batı Kilisesi); 15 Haziran (Doğu Kilisesi) |
Çağı | Antik Çağ felsefesi |
---|---|
Bölgesi | Batı felsefesi |
Okulu | Augustinizm |
İlgi alanları | Metafizik Antropoloji Kitâb-ı Mukaddes'in eleştirisi Epistemoloji Etik Pedagoji Din felsefesi Teodise İlahiyat |
Önemli fikirleri | Filioque[1] Aslî günah[2] Özgür irade Hristiyanlık'ta Kader Adil savaş teorisi Absence of good[3] Şehvet[4] Gizem[5] Limbo[6] Solvitur ambulando[7] |
Etkiledikleri
|
Temel eserleri arasında De Civitate Dei ("Tanrı Devleti" veya "Tanrı'nın Şehri" diye çevrilebilir; yıl 430), Confessiones ("İtiraflar"diye çevrilebilir; yıllar 397-401), Soliloquia ("İç Dialog" diye çevrilebilir), De Libero Arbitrio ("Özgür İrade Üzerine" diye çevrilebilir; yıl 427), De Vera Religione ("Gerçek Din Üzerine" diye çevrilebilir; 390), De Trinitate ("Üçlü-birlik Üzerine" diye çevrilebilir; yıllar 401-416), De Duabus animabus contra Manichaeos ("Mani Dinine İnananlara Karşı İki Tin Üzerine" diye çevrilebilir), De Spiritu et littera ve Epistolae (Mektuplar), Vaazlar yer alır.
Augustinus, bir tanrıbilimci olmasının yanı sıra, Batı düşüncesi içinde ünlü ve etkili filozoflarındandır.[16] Onun yapıtları tanrıbilimsel olmakla birlikte, felsefi sorunları da içeren nitelikler göstermesi bakımından ayrıca önem taşımaktadır. Sonradan modern felsefe de tartışılacak olan pek çok tartışmayı Augustinus'un yürüttüğü görülür.
Augustinus 1295 yılında Papa Bonifacius VIII tarafından Kilise Doktoru ilan edilmiştir. Katolik Kilisesi'nce yortusu 28 Ağustosdur. Doğu Ortodoks kilisesi ise 15 Hazirandır.
354'te Roma İmparatorluğu’nun kuzey batı Afrika eyaleti Tagaste’de doğdu. Pagan bir baba olan Patricius ve Hristiyan bir anne olan Monica’nın çocuğudur. Yaşadığı zamanlar Roma'nın çöküşüne ve Hristiyanlığın kabulunün hemen ertesine denk gelir. Ataları muhtemelen Kartacalı Berberiler olan Augustinus, Roma kültürü içinde eğitilir ve Latince dışında hiçbir dil öğrenmez.[18]
17 yaşında Kartaca’ya gider. Bir yandan Roma Afrikası’nın başkentinde yaşayan öğrencilerin çalkantılı yaşamına katılırken bir yandan da Latin tarihçileri ve şairleri inceleyerek retorik konusunda kendini yetiştirir. Akıl dışı masallardan ibaret gördüğü Kitab-ı Mukaddes’in karşısına koyduğu felsefeyi, Hortensius’nda keşfeder. Aynı dönemde kendine 15 yıl bağlı kalacağı bir eş seçer.
372’de Mani felsefesini keşfeden Augustinus, dokuz yıl Mani felsefesine bağlı kalır. Bu felsefeye göre dünya “iyi ile kötü arasında paylaşılmıştır ve maddenin koyu karanlığı ruhun ışığını karartmaktadır.” Böylece bu felsefeye bağlılık onda ruhunu tenin esaretinden kurtarma umudunu doğurur. Manici Piskopos Faustus’la tanışmasının yarattığı düşkırıklığı, irade yetisini kabul etmeyen ve insanın sorumluluğunu ve özgürlüğünü inkar edici düşünceden kopuşunu hızlandırır. Augustinus 384’te Milano’da retorik hocalığına atanır. Bu arada arayışı sürmektedir. Yeni Platoncuların eserleri onda yeni bir değişikliğe sebep olur. Bu dönemde okuduğu başka bir kaynak da Pavlus’un mektuplarıdır. Bu eserle birlikte Augustinus Hristiyanlara yaklaşır. Belli bir süre bu kendi içinde çalkantılara sebep olduktan sonra 386 yılında Hristiyan olmaya karar verir. 386’da Akademisyenlere karşı, Mutlu yaşam, Düzen adlı üç eserini kaleme alır. 387 yılında Afrika'ya döner.
395’te Piskopos olan Augustinus, 396’da Hippo Regius’ta Valerius’un yerine geçer. Bu dönemde Afrika kilisesinde bölünmeler yaşanmaktadır. Berberi çiftçilerin Romalılara karşı yürüttükleri mücadeleye katılan piskopos Donatus Magnus'un mirasçıları bir arınmışlar kilisesini savunmaktadırlar. Augustinus, Donatusçuluğa ve şiddet yoluyla Katoliklerin denetimine karşı direnenlere karşı yürütülen mücadelede ve öğreti tartışmalarında çok önemli bir rol oynar. Donatusçuların, dini sapkınları cezalandıran bir yasaya tabi tutulmalarını öngören bir imparatorluk fermanının yayınlandığı 405’te, Afrika’daki Donatusçu Kilise’nin dağıtılmasına etkin olarak katkıda bulunur. 410’da Roma’nın Gotlar tarafından işgal edilmesi üzerine Tanrı Devleti eserini kaleme alır. Augustinus, Donatusçu kilise karşısında zaferden sonra Pelagius’la mücadeleye girişir. Pelagius, verdiği vaazlarla Afrika’dan Britanyaya kadar etkisi olan bir Piskopostur. İnsan iradesine büyük bir önem atfeden Pelagius, ilk günahı reddetmektedir. Augustinus Pelagius karşısında kendi “Tanrısal bağışlayıcılık” anlayışını geliştirir. Roma piskoposluk makamı ve Ravenna mahkemesi nezdindeki birçok girişimden sonra, hasımlarını aforoz ettirmeyi başarır (418). 429-430’da Vandallar Kuzey Afrika’yı istila eder ve Hippo Regius’u kuşatırlar. Telaşa kapılan Augustinus, son günlerini ibadet etmekle geçirir ve 28 Ağustos 430’da ölür.
Augustinus "İtiraflar" adlı kitabında, Tanrıyla konuşma ve günah çıkarma formlarında anlatmıştır. En çok önem verdiği konu, insanın kendini araştırmasıdır. Hakikatin insanın içinde olduğunu savunur. Hakikat ise, bizzat Tanrının kendidir. Yani Tanrı insandadır. Öte yandan insanın kendi de tanrıdadır. Bunu anlamaya çalışmak felsefedir. Felsefe insanın kendiyle uğraşmasıdır.
‘Anlayabilmek için, inanıyorum’ anlayışıyla felsefeyi dine tabi kılmış olan Augustinus, Hristiyan dininin temel öğretilerini temellendirebilmek için, Yeni Platoncu felsefeden ve Platoncu kavramlardan yararlanmıştır. İnancı temel alan Augustinus'a göre, aklın görevi, Tanrısal vahiy temeli üzerinde, inanç yoluyla bilinen şeylerin açıklanması ve aydınlığa kavuşturulmasıdır.
Aşkın, yalnız bireyin değil, fakat bireylerden meydana gelen bir toplumun da itici gücü olduğunu öne süren filozof, yine aşk öğretisinden hareketle ünlü yeryüzü ya da dünya devleti ve gökyüzü ya da Tanrı devleti ayrımına ulaşmıştır. Buna göre, nasıl ki biri iyi ve uygun aşk, diğeri de kötü ve düzensiz aşk olmak üzere, iki tür aşk varsa, bu ayrımın iki ucuna karşılık gelecek şekilde, biri yeryüzü devleti, diğeri de Tanrı devleti olmak üzere, iki devlet anlayışı vardır. Augustinus, işte bu çerçeve içinde, Tanrı'ya yönelmek yerine maddeye yönelen, Tanrı'dan çok yeryüzünü ve kendini sevenlerin, ruhları tensel yönlerinin, duyusal isteklerinin hizmetine girmiş olanların bir araya gelerek yeryüzü devletini, buna karşın iyi ve gerçek aşk içinde olup, ruhsal yönlerini temele alarak yaşayan ve Tanrı'yı sevenlerin de gökyüzü devletinde birleştiklerini söylemiştir.
Augustinus bu bakış açısını siyaset felsefesinden başka, insanlık tarihine de uygulamıştır. İnsanlık tarihini gökyüzü devletiyle yeryüzü devletinin, başka bir deyişle, insanın bedensel ya da duyusal yanıyla ruhsal ya da tinsel yanının çatışmasının bir tarihi olarak gören Augustinus'a göre, yeryüzü devleti, iblisin ayaklanmasıyla başlayıp, Asur ve Roma imparatorluklarıyla gelişen. şeytanın krallığıdır. Buna karşın, gökyüzü devleti, Yahudi halkında ortaya çıkan, kendini Hristiyanlık inancı ve kilisenin dogmalarıyla sürdüren İsa'nın krallığıdır. Yeryüzü devletlerinin örneklerini oluşturan Asur ve Roma imparatorluklarının yıkılıp gittiğini, zira bu devletlerin geçici olduğunu, gökyüzü devletinin son çözümlemede zafer kazanacağını söyler. Onun gözünde, Hristiyanlık ve kilise, gökyüzü devletinin etkisini duyurmaya başladığını gösteren yapı taşlarıdır.
İtiraflar adlı Kitabında, 10. bölümünün ilk parağrafında, 8'den 27. kısma kadar, Augustinus hafıza (bellek) üzerine bir çalışma yürütmüştür. Kendi kanaati hakkında duyduğu ilginin nedeni ise; hafızanın incelenmesinin bizzat Tanrı'yı bulmaya olanak sağlamasından kaynaklanmaktaydı.
Bellek; zihin ya da ruhu oluşturan üç temel kısımdan biridir. Zihin; hafıza, zeka ve iradeden oluşmaktadır. Bellek üzerine yapılan konuşmalar ise bizzat zihnin nasıl çalıştığı üzerine yapılmış konuşmalar olarak kabul edilmelidir. Bellek söz konusu olduğunda Augustinus'un cevap bulmak istediği ilk soru: Platon'un da diyebileceği gibi, Tanrı'nın bir anımsama eylemi aracılığıyla görülebileceği ya da keşfedilebileceğinin mümkün olup olmamasıyla alakalıydı. Bu oldukça platonvari anımsama kavramının arkasında ise esasen bellek aracılığıyla ruhun fiziki dünya üzerindeki varoluşundan önceki varoluşunun izlerinin elde edebileceği varsayımı bulunmaktaydı. Augustinus ise ruhun öncül varoluşuna dair bir inancı ima edecek bu tarz bir ize ulaşılabileceği fikrine katılmamıştır. Buna rağmen her insanın hafızasının derin bir köşesinde Tanrı'nın ve cennetin hatırasının izlerinin bulunabileceği fikrine inanma isteğine de sahip olmuştur. Bundan dolayı belki de belleğin ufak bir çabası esasen Tanrı'yı bulabilmek için yeterli olmalıydı. Daha sonraları ise Augustinus Tanrı hakkında bu tarz öncül bir bilginin ya da hafızadaki izlerin olmadığını tekrar onaylayacaktı. Bunun yerine zeka ve iradenin Tanrı'nın varlığı ve eylemlerini keşfetmek için gereken çabayı göstereceğini belirtmiştir. Hafıza ise keşfedilen ve Tanrı'nın varlığına dair olan hatırayı saklamakla mükellef olacaktı. Bundan dolayı sadece kendi Tanrı'nın izlerini saklayabileceği için bellek, Tanrı ile tanışma hususunda oldukça önemli bir yer tutmaktaydı. Tüm bunlardan dolayıdır ki Augustinus kendi zihnine/kanaatine yönelik bir ilgi edinmiştir. Öyle ki, kişinin kendi hafızasına yönelik yapacağı ziyaret kısmen Tanrı'ya yönelik yapılan bir ziyaret niteliği taşımaktaydı.
Augustinus Zaman üzerine yapilan tartışmalarda sıklıkla anılan bir isimdir. İtiraflar adlı kitabının en çarpıcı bölümlerinden birisidir bu konu.Ona göre, kavradığımız ve bildiğimiz Zaman ile gerçek Zaman birbirinden ayrı şeylerdir.
İnsan kavrayışı Zamanın gerçekliğine ulaşamaz bir niteliktedir.İnsan yalnızca zamanın geçişini algılayabilir. Geçmiş zaman, gelecek zaman ve şimdiki zaman bölümlemeleri, gerçekliği olmayan, zihnimizin tasarımları olan zaman birimleridir.
Augustinus'un etkileyici bir akıl yürütmeyle Geçmiş zamanın artık var olmadığını, Gelecek zamanın ise henüz var olmadığını, elimizde kalan tek zaman olarak Şimdiki zamanında boyutlarını belirleyemediğimiz için bilemeyeceğimizi belirtir. Ölçüp birimlere ayırdığımız Zaman, geçişini algıladığımız Zaman'dır, oysa zamanın geçip geçmediğini ya da kendinde zamanın ne olduğunu bilmiyoruz. Zaman bizim için öncesiz ve sonrasız bir akıştır ve bu nedenle biz bu akışın niteliğini, yönelimini, yayılımını, boyutlarını bilmeyiz; gerçek zaman her zaman dışımızda kalır.
Böylece Zaman kavramı üzerinden gerçeklik ile bilgi temel olarak ayrılmış olmaktadır, ki modern felsefeye gelindiğinde bu ayrım Kant örneğinde olduğu gibi, temel bir felsefi eğilim olacaktır.
Augustinus'a göre tüm beşeri faaliyetler esasen mutluluk arayışından kaynaklanmaktadır (İtiraflar 10.20). Ona göre insanlara hakiki mutluluğu yalnızca Tanrı sağlayabilirdi. Varlık felsefesi açısından incelenecek olduğunda, insanların iyi olabilmesi yalnızca bizzat iyiliğin kendi olan Tanrı aracılığıyla mümkündü. Buna göre insanların dünyada mutluluğu bulabilmesinin bir yolu bulunuyordu: Tanrı'nın buyruklarına itaat etmek.
Augustinus'a göre yeryüzündeki haz veren şeylerin kabul edilebilirliği yalnızca Tanrı ile alakasının olup olmadığıyla ilgiliydi. Mutluluk, Tanrı ve onda var olanın her imanlı ile paydaş bir biçimde tadına varılması olarak tanımlanmalıydı. De Civitate Dei 19 (Tanrı'nın Şehri 19)
Augustinus'a göre sevgi, (unutulmamalıdır ki bu sevgi ya da aşk; hedef, arzu ya da planlara yönelik olan ‘eros’tan ziyade beklentisiz, ani ve plansız bir sevgiyi ima eden ‘agapé’ kavramıdır) iradeye fiiliyat kabiliyeti sağlayan insanın yüreğindeki dinamizm olarak algılanmalıdır. Sevginin hakiki ve sahih olduğunun kanıtı ise tüm iyi işleri aracılığı ile sevginin kendini göstermesi ile olacaktı. Buna bağlı olarak Augustinus’a göre bir davranışın motivasyon kaynağı yalnızca sevgi (dilectio: iyi niyet) olduğu sürece ahlaken uygunluğundan söz edilebilirdi. Bunun sonucunda erdem, sevgi ile uyum içinde gerçekleştirilmiş her şey olarak tanımlanmalıydı. Augustinus’a göre bir kişi sevginin tüm prensiplerini eksiksizce yerine getirdiği sürece o kişinin ahlaken kötü bir davranış sergilemesi mümkün değildi. Birinci Yuhanna Mektubu üzerine yapacağı tefsir çalışmasında da belirteceği üzere: İnsan sevdiği sürece dilediği her şeyi yapabilirdi.
Augustinus’un evlilik anlayışı oldukça geniş kapsamlıdır. Ona göre evlilik iki amaca hizmet etmektedir:
- Neslin devam etmesi
- Eşlerin kutsanması
Ancak daha da önemlisi, Augustinus’a göre, Mesih’in, kilisesi ile olan birliğinin bir yansımasını temsil etmesinden dolayı evliliğin mistik bir boyutu da bulunmaktaydı.
Augustinus’a göre bilgiden söz edebilmek için kişinin, her şeyden önce Tanrı’nın varlığını kabul etmesi gerekirdi. Buna bağlı olarak, yalnızca ilahi aydınlanma aracılığıyla Tanrı ile iletişime geçebilen insanın hakikate erişimi olabilirdi.
Augustinus’un Üçlü Birlik hakkındaki doktrinine dair çoğu bilgi Latince yazdığı De Trinitate isimli tezinde bulunmaktadır. Tezinin en başında açıkça ifade ettiğine göre: Üçlü Birlik, Katolik imanının bir parçasıdır (De Trinitate 1:4). Buna ek olarak Augustinus üç kişi arasındaki aynı ilahi doğaya (Comsubstantial/Homoousion) sahip olmaktan kaynaklanan eşitliğe (birbirleri arasında hiçbir hiyerarşik yapı bulunmaması) de dikkat çekmiştir. Mükemmel denecek düzeyde eşit ve aynı ilahi özden olmasına rağmen Augustinus için, “kutsallığın kaynağı’’ Baba’dır. (De Trinitate 4:20) Buna göre Oğul Baba aracılığıyla var olurken Kutsal Ruh’un varlığı ise hem Baba hem de Oğul’a dayanmaktadır.
Kutsal Üçlü Birlik’in (Teslis) her bir üyesi birbirinden farklı olmakla birlikte üç üye de tüm eylemlerini bir bütün olarak birlikte gerçekleştirmektedir. Bundan dolayı üçlü birlik esasen yalnızca özde birlik olarak değil aynı zamanda eylemde de birlik olarak anlaşılmalıdır. Üç kişi de spesifik rollerine göre aynı görevi yani insanlığın kurtuluşunu sağlamak için birbirleriyle mükemmel bir koordinasyon içerisinde çalışmaktadır.
Augustinus için Mesih’in (İsa) ikili bir doğası bulunmaktadır. Buna rağmen, İsa’da biri ilahi diğeri ise beşeri olmak üzere iki tür öz bulunması onun tek bir kişi olduğu gerçeğini değiştirmemektedir (Vaaz 130:30). Mesih’in insani ve ilahi özü ise hiçbir zaman birbirine karışmamaktadır. Onun durumunda, Tanrı’nın özüne hiçbir etki söz konusu olmamakla ve Tanrı olduğu gibi Tanrı olarak kalmakla birlikte insan da Tanrı’yla bir olmuştur ancak Tanrı’nın kendi olmamıştır. Nasıl ki insan olabilmek için beden ve ruh arasında bir birlik gereklidir, İsa da Mesih olabilmek için, Tanrı ve insan arasındaki kusursuz birliğin bizzat kendi olmalıydı. Buna göre o Tanrı aracılığıyla Tanrı’yı yaratan bir insan değildir. Mesih bizzat Tanrı-insan’dır.
Buna göre Maniciler gibi Mesih’in yalnızca Tanrı ya da Fotinusçular gibi yalnızca insan doğasına sahip olduğu savunulmamakla birlikte Apollinarisciler gibi insan olmasına rağmen biyolojik anne baba aracılığıyla doğmamış olması nedeniyle; ya ruhen ya da bedenen insan doğasına ait bir şeylerden mahrum olduğu da savunulmamaktadır. Savunulan durum ise: Mesih’in gerçek Tanrı olduğu ve Baba olan Tanrı’dan doğmuş olduğudur. Aynı zamanda aynı Mesih biyolojik bir süreç ile bir kadından doğmuş olması dolayısıyla da gerçek bir insandır. Bu durum ise onun insan doğasını tarif etmektedir. Öyle ki bu doğa; hem Baba ile eşit, hem de Baba’dan bir şekilde daha eksik ve onun ilahiliğinden hiçbir şey alıp da koparmayan bir insani doğadır. Bu ontolojik anlatıda: İkili bir doğa (öz) ancak tek bir Mesih’e işaret edilmektedir. (De praed s. 24:67)
Tanrı-insan olarak Mesih’in insanlık için bir arabuluculuk görevi üstlendiği söylenebilir. Arabulucu olması ile kasıt ölümlü insan ile ölümsüz Tanrı’nın arasında, tamamen kendine has bir konumda olmasıyla açıklanabilir. Mesih, insana kurtuluşunu yani; özgürlük, yaşam ve Tanrı ile birlikteliği sağlayabilecek olan kişidir (De Trinitate 4). Mesih’in insan olmasının tek nedeni tüm insanların özgürleştirilmeleri, üzerlerindeki ölü toprağının atılarak yeniden hayata döndürülmeleri ve günahlarının bağışlanması içindir.
İnsanın kusursuz olmaya ve ruhunun kurtuluşuna salt insani çaba aracılığıyla erişebileceğini öngören Pelajyan tez ile tamamen zıt bir biçimde Augustinus insanın kusurlu doğasını ve insanın, Tanrı tarafından sağlanan Kutsal Ruh’unun yardımına daimi bir şekilde duyduğu ihtiyacı hatırlatmıştır. Augustinus’a göre, Kutsal Ruh ve Lütuf birbiri ile özdeştir. İkisi de insan ruhunun ebedi ölümden kurtuluşu için Tanrı tarafından bahşedilmiş mucizevi hediyelerdir.
Augustinus ayrıca, kötülüğün varlığı problemine ve bu çelişkiden kurtuluşun nasıl mümkün olduğuna dair çok fazla kafa yormuştur. Sonuç olarak bu soruna yönelik oldukça rafine bir çalışma olan lütuf ve kader teolojisini geliştirdi. Eski bir Mâni dini mensubu olmasının da etkisi ile dünya ve insanlık hakkında oldukça kötümser fikirlere sahip olan Augustinus’a göre insanlık adeta bir günah yığını olarak görünmekteydi. İnsanın günümüz yaşantısı ise Âdem ile Havva’nın günaha düşüşünün bir ürünüydü. Buna bağlı olarak, yalnızca Tanrı’nın lütfu insanı günahkâr doğasından kurtarabilirdi ve bu kurtuluş Tanrı’nın seçtiği kişilere sağlanacaktı.
Augustinus’a göre günahtan kaçınmak ve Tanrı’ya dönerek kurtuluşa kavuşabilmek için lütuf kesinlikle elzemdi. Lütuf ona göre, iradenin iyiliği sırtlanarak kötülükten kaçınmasında ortaya çıkan engelleri def etme görevine sahip ilahi bir yardımdı. Bu engeller temel olarak cehalet ve zayıflıktır (De pecc. Mer. Et rem. 2:17:26). Lütfun edinimi ise dua aracılığıyla olmakla birlikte, bu lütuf ilahi emirlerin yerine getirilmesini mümkün kılmaktaydı.
Lütuf Tanrı’dan gelen karşılıksız bir hediye olmakla beraber herhangi bir esasa göre bağışlanmaz. Tanrı’nın lütfunu edinenler kati suretle özgür kılınmış (ya da kurtarılmıştır). Bu katiyet, Tanrı’nın lütfundan nasiplenenler için saklı kılınmış olmakla birlikte Augustinus’un mukadderat ya da gelecek hakkındaki ön bilgi (kehanet) teorisinin temelini oluşturmaktadır. Lütuf Tanrı tarafından, karşılık olmaksızın Tanrı’nın seçtiği kişilere bahşedilmektedir. Kehanet söz konusu olduğunda Augustinus, mukadderat fikrinin bizzat kendini hiçe sayan Tanrı’nın tüm insanlara yönelik gösterdiği evrensel sevgisini açıklamada zorluk çekmiştir. Aynı şekilde; kendinin anladığı üzere, seçilmişlik söz konusu olduğunda, Tanrı tarafından lütuf aracılığıyla kurtarılacak bazılarının yanı sıra birçok insanın bu ebedi kurtuluştan mahrum kalacağı durumunu da açıklama konusunda zorlanmıştır. Bu gizemi bizzat kendi alçakgönüllülükle işaret ederken şunu da eklemeyi unutmamıştır: “Lütuf adaletsiz olamayacağı gibi adalet de canice olamaz’’ (De civ. Dei. 12:27).
Augustinus’a göre özgürlüğün 4 düzeyi bulunmaktadır:
- Günahtan özgürlük,
- Kötülüğe karşı eğilimden özgürlük,
- Ölümden özgürlük,
- Zamandan özgürlük.
Özgürlük yalnızca lütuf ve iradenin iyi kullanımı arasındaki ustaca kurulmuş işbirliği sayesinde erişilebilir. “Eğer insan kendi işbirliği olmaksızın yaratılmışsa yalnızca kendi işbirliği aracılığıyla kurtuluşa erişebilir.’’ Buna göre insan mademki kendi yaratılışı hususunda söz sahibi değildir, Kurtarılmak istemeden kurtarılamaz.
İnsanda özgür iradenin var olup olmadığı konusunda Augustinus’un ne düşündüğü üzerine araştırmacılar kendi aralarında bir anlaşmazlık içerisindedir. De liberto arbitrio isimli eserinde, Augustinus insanın iradesinin onu günah işlemekten alıkoyma konusunda yetersiz kaldığını açıkça ifade etmiştir. Augustinus'a göre yalnızca lütuf insanı günah işlemekten alıkoyabilirdi. Bu yüzden insan iradesinin iyi yönde güçlü kılınması için Tanrı'dan dualarında medet umabilirdi. Böyle bir durumda Tanrı'nın insana ihtiyaç duyduğu ve dilediği iradi gücü sağlayacağını belirtmiştir. Nihayetinde, insanda günah işlememek için bir irade olabilir. O zaman, Tanrı'nın gerçekten imanla iradelerinin iyi kılınmasını dileyenlere inayet gösterdiği düşünülürse, insanın iyiye yönelik bir iradeye sahip olabilmek için Tanrı'nın yardımını dilememesi esasen bir günahtır.
Augustinus'a göre, insanın iyi amel sahibi olabilmesi için iradesinin güçlü kılınması konusunda Tanrı'nın inayetini eylemesi gerekli ise insanda gerçek anlamda özgür ve bağımsız bir iradenin varlığından söz etmek mümkün değildir. Burada söz edilen durum ise özgür iradenin, kendi dışında herhangi bir etki ya da baskı olmaksızın eylemde bulunabilme yetisi olarak anlaşıldığı durumlar için belirtilmiştir. Buna rağmen Augustinus'a göre: Her insan her an Tanrı'nın hoşuna gitmeyecek seçimler yapabileceğinden dolayı irade insan tarafından Tanrı'nın müdahalesi olmaksızın yine de özgürce deneyimlenebilir. Bununla alakalı olarak ise, insanın özgürce yapması gereken ilk seçim: iradesini iyi eyleyecek olan Tanrı'nın inayetini reddetmek ya da kabul etmek aracılığıyla iman edip etmemek olmuştur.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.