Loading AI tools
Antik Yunan şehir devletlerinde uygulanmış olan demokrasi çeşidi Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Atina demokrasisi veya Klasik demokrasi, Antik Yunan şehir devletlerinde uygulanmış olan demokrasi çeşididir. Atina devlet yönetimi, antik çağın bilinen ilk demokrasisi ve belki de en önemlisidir. Diğer Yunan şehirleri de demokrasi yönetimi kurmalarına rağmen ya Atina modelini seçmemişler ya da istikrarı sağlayamamışlardır. Bilinen ilk doğrudan demokrasi denemesidir. Doğrudan demokrasi, Atina'da yaşayan herkesin devlet yönetimine katılma hakkı olduğu anlamına gelmez. Fakat, karar alıcı sistemin içinde yer alanlar için ekonomik düzey gibi herhangi bir ölçüt de yoktur. Atinalı vatandaşlar temsilci seçmezler, onun yerine yasaları ve vergi icralarını oylayarak karar verirlerdi.
Demokrasi, Yunanca bir sözcüktür. Sözcüğün son kısmı "kratos"; iktidar, yönetme, güç anlamına gelmektedir. "Demos" sözcüğü ise; halk, yurttaş topluluğu, sıradan halk gibi pek çok anlamı olan bir sözcüktür.
Demokrasiyi de siyaseti de yani kamusal tartışma sonucu karar alma ve uyma sanatını keşfedenler de Yunanlardı. Sözde kabile demokrasileri ya da erken dönem Mezopotamya'sında bulunduğu düşünülen demokrasileri de reddedemeyiz ancak bunlar tarihe ve de kendilerinden sonraki toplumlar üzerine önemli etki bırakmamışlardır. Yunanlar siyaset hakkında sistematik olarak düşünmede, gözlemlemede, yorumlamada ve siyaset teorileri oluşturmada bir ilkti.
MÖ 5. ve 4. yüzyıl Atina'sı iyi ve yeterli sebepler yüzünden aynı zamanda düşünsel olarak da yeni ufuklar açan bir örnekti.
Solon (MÖ 594), Kleisthenes (MÖ 508) ve Atinalı Efialtes (MÖ 462) Atina demokrasisinin gelişmesinde büyük katkı sağlamışlardır. Tarihçiler hangisinin daha demokratik hareketler ve reformlar yaptığı konusunda farklı yorumlarda bulunur. Atina demokrasisinin genel olarak Klistenis'in reformlarıyla kurulduğu kabul edilir. Diğer taraftan, 7. yüzyılda Pisistratus'un yönetimi ele geçirmesiyle tiranlık rejimi ortaya çıkmış, Solon'un reform çalışmalarına rağmen Atina'da da tiranlık dönemi yaşanmıştır. Bu dönemin sonunda ise Efialtis, diğerlerine nazaran daha barışçıl şekilde, Klistenis reformlarını yenilemeye çalışmıştır.[1]
En büyük demokratik lider olarak gösterilen Perikles'in ölümünden sonra ve Peloponez Savaşı'nın sonuna doğru Atina demokrasisi iki defa kesintiye uğrayarak oligarşik yapıya bürünmüştür. Eukleides döneminde yenilenerek kuruldu. 4. yüzyıldaki bu yenilenme Perikles sisteminden daha fazla detay içeriyordu. Atina demokrasisi MÖ 322 yılında yok edildi. Bu demokrasi şekli daha sonraları da kuruldu fakat hangisinin gerçek demokrasi olduğu tartışılabilir bir konudur.
Atina'nın nüfusu ve bu nüfusun ne kadarının demokrasiye katıldığı hakkındaki bilgiler sadece yakın tahminlerden oluşur. Atina nüfusu içindeki köle ve Atina dışından gelen nüfus sürekli olarak değişmiştir. MÖ 4. yüzyılda Atina nüfusunun 250.000-300.000 arasında olduğu tahmin edilir. Bu nüfusun 100.000'i Atina vatandaşı ve Atina vatandaşları arasında da sadece 40.000'i [kaynak belirtilmeli]oy verme hakkına sahip yetişkin erkek nüfusu bulunduğu tahmin edilir. MÖ 5. yüzyılın ortalarında oy verme hakkına sahip erkek vatandaşların sayısı 60.000'i geçmişse de Pelopennes Savaşları yüzünden hızlı bir düşüş göstermiştir. Modern bakış açısına göre demokrasiye katılım oldukça küçük olarak gözükse de antik çağlar için oldukça büyük bir katılım olduğu söylenebilir. Diğer şehir devletlerinde en fazla 1.000-1.500 kişilik katılımlar olmuş, o zamanın en büyük şehirlerinden biri olan Korint'te bile en fazla 15.000 kişilik erkek nüfusu demokrasiye katılımı sağlanabilmiştir.
Vatandaş olmayan nüfus iki şekilde tanımlanır. Bunlar Atina dışından gelip yerleşmiş olanlar ve köleler. Muhtemelen köleler daha çoktu. Hatip Hiperides, MÖ 338 yılarında Atina'da 150.000'den fazla kölenin olduğunu söyler. Kölelerin sayısı Atina vatandaşlarının sayısından fazla olması Atinalıların üzerinde pek bir iş yükünün olmadığını gösterir.
Polis birçok araştırmacı ve bilim adamı tarafından ‘kent devleti’ olarak adlandırılır. Yunan yarım adasını, Anadolu'nun batı kıyılarını, Ege adalarını ve Güney İtalya ve Sicilya'yı kapsayan Eski Yunan dünyasının en parlak döneminin toplumsal ve siyasal örgütleniş biçimi olmuştur. Polis tarihte görülen diğer kent devletlerinden sosyoekonomik ve siyasal yapısı ve buna bağımlı olarak bağrında oluşan düşünce sistemleriyle de ayrılır.
Bir ya da birkaç kent ile bunların çevresindeki kırsal bölgeyi kapsayan, kent anlamında polis çeşitli tapınakları, devlet binaları, agorası, spor alanı (gymnasion), açık hava tiyatrosu vb. ile düzenli ve kompleks bir yapılanma görünümü veriyordu. Devletten daha kapsamlı bir kuruluştu; yalnızca toplumsal ve siyasal bir örgütleniş biçimi değil, aynı zamanda, dinsel, askerî ve ekonomik bir bütündü.
Aynı zamanda polis yüzyıllar sonra modern devletlerde görülecek olan demokrasiye de beşiklik yapmıştır.
Bu sınıflar arasında gerçekleşen çatışmalar, polislerdeki siyasal yaşamı etkileyip çeşitli rejim değişikliklerinin temel nedenlerini oluşturmaktan başka, demokratik gelişmelerle Yunan siyasal düşünüşünün gelişmesinde ve büyük düşünce okullarının ortaya çıkışında doğrudan etkili oldular. Çatışmalar sonucu siyasal ayrıcalıklar zamanla ortadan kaldırılıp bütün yurttaşların siyasal haklardan yararlanmaları sağlandı. Önceden siyasi kararlar siyasi liderlerce alınıyordu. Atina demos'u büyük bir köle nüfusunun dışlandığı azınlık bir elitti.
Meclis savaş ve barış, antlaşmalar, finans, yasama, kamu işleri, kısaca yönetsel aktivitelerin tüm derecelerinde son karar yetkisine sahipti. Oturumlara herhangi bir gün katılabilecek olan on sekiz yaşın üzerinde binlerce yurttaştan oluşan kitlesel bir açık hava toplantısıydı. Meclis en az kırk kez olmak üzere yıl boyu sıklıkla toplanıyordu. Normalde gün içinde tartışılan konuyla ilgili kararlar günün sonunda verilir ve bu tartışmalara o sırada orada bulunan herkes kürsüye çıkıp söz alarak katılabilirdi. İsegoria (mecliste herkesin sahip olduğu söz alma hakkı) Yunan yazarlarca kimi zaman 'demokrasi' ile eş anlamda kullanılmıştır. Meclis kararlarını oy çoğunluğu ile alırdı, konuşmaların dinlenmesinin ardından el kaldırılarak oylama yapılırdı.
İnsanlar yalnız seçme ve seçilme değil, aynı zamanda kamu düzeni hakkındaki bütün konularda karar verme ve kamusal ve özel, sivil ve tüm önemli durumlarda mahkeme üyeleri olarak yargılama hakkına sahiptiler. Otoritenin Meclis de toplanması, idari görevlerin dağılımı ve devri, kurayla seçilme, ücretli bir bürokrasinin yokluğu, halk jürisinden oluşan mahkemeler, bir parti mekanizmasının ve dolayısıyla da kamusallaşmış bir siyasi grubun oluşmasını engellemeye yarıyordu. Kurayla seçim ve memuriyet için ödeme, sistemin anahtar unsurlarındandır. Atina'nın erkek yurttaşlarının büyük bir bölümü yönetimde deneyim sahibiydi. Meclis başkanlığı tek günlük bir görevdi ve kura çekilerek yapılıyordu. Liderlik doğrudan ve kişiseldi; Perde arkasındaki 'asıl' liderlerin yönettiği vasat kuklalara yer yoktu. Üyelik kamusal alanda gösterilen performansla elde ediliyordu. Atina demokrasisi iki anlamda temsili değil doğrudandı;egemen meclise katılım her yurttaşa açıktı ve birkaç kâtip ile kaçınılmaz olarak kimi kayıtları antlaşma ve yasaların kopyalarını, borcunu zamanında ödemeyenlerin, mükelleflerin listeleri, vs. tutan devletin köleleri dışında, memuriyet ya da bürokrasi yoktu. Bu nedenle yönetim tam anlamıyla halk tarafındandı. Giriş en başta meclise açıktı ve sürekli üyelik sürekli performansı gerektiriyordu. Meclisteki araçlardan biri olan graphe paranomonla bir kişi mecliste yasadışı bir öneride bulunmakla suçlanıp yargılanabiliyordu. Bu yargılama yöntemini herhangi bildik bir anayasal kategoriye sokmak mümkün değildir. Meclisin egemenliği sınırsızdı. Graphe paranomonun isegoriayı disiplinle yumuşatmak ve halka, yani demos'a kendi aldıkları kararı yeniden gözden geçirme fırsatı vermek şeklinde bir işlevi vardır. Bu graphe paranomon daki başarılı bir davanın, kurayla seçilmiş geniş bir halk jürisinin kararı aracılığıyla bozma etkisi vardı. Atina paradoksu temsilcilerinin dokunulmazlıklarını reddederek hem bir bütün olarak meclisin hem de ayrı ayrı üyelerinin özgürlüklerini korumaktaydı. Yurttaş kitlesinin yeterli bir kısmı kendi aralarındaki davranışları sınırlar halinde tutacak kadar kendine hakim olmasaydı, ne sınırsız katılım hakkıyla egemen meclis, ne halk jürisinden oluşan mahkemelerine devlet memurlarının kurayla seçilmesi, ne de sürgün etme bir yandan kaosu diğer yandan tiranlığı önleyebilirdi. Kendine hakim olma, hissizlik ve aldırışsızlık gibi hakiki bir cemaatin izin vermeyeceği niteliklerle aynı anlamda kullanılan kayıtsızlıktan çok farklıdır. Öyle bir gelenek vardı ki Solon'un MÖ 6. yüzyılın başlarında yürürlükte olan yasaları arasında, özellikle kayıtsızlığa karşı şu yasa yer almaktaydı: 'kentte bir iç savaş çıktığında iki taraftan birinde yer alıp silahlanmayanlar sivil ve yönetsel haklarından mahrum bırakılacaktır.'
Meclis toplantıları arasında geçen sürede hükûmetin devamlılığı sağlanabilsin diye yönetimin idari kısmı çok sayıda yıllık makam ve on generalden oluşan bir kurul ile sadece yabancı devletlerdeki elçiler olarak görev yapan bazı küçük komiteler hariç kurayla seçilmiş beş yüz kişilik bir Kurula (bule) bölünmüştü. MÖ 5. yüzyıl ortalarında devlet memurları, Kurul ve jüri üyelerine günlük yevmiye olarak bir marangozdan duvarcıdan daha az ödeniyordu. 4. yüzyıl boyunca meclis oturumlarına katılım aynı temel de ücretlendiriliyordu, ancak ücretin düzenlediği ya da tamam olup olmadığı konusunda şüpheler vardır. Bule'ye on kabilenin her biri gönüllüler belirler ve bunların arasından ellişerden toplam beş yüz kişi kurayla seçilirdi. Hizmet süresi 1 yıldı ve arka arkaya olmamak üzere her üye en fazla iki kez seçilebiliyordu. Bule'nin görevi özellikle meclisin işlerini düzenlenmesi ve meclis kararlarının uygulanmasını sağlamasıyla devletin işleyişine nezaret etmekti. Önce bule'de tartışılan konular meclise getirilmezdi.
Atina'nın yüzleştiği siyasi konuları, seçenekleri, argümanları ve siyaset yapıcılığa ve liderliğe aday olanları değerlendirmeyi öğreniyordu.
Vergi sisteminde bir denge vardı. Doğrudan vergiler göz önünde tutuluyordu. Yunan devletleri savaştaki olağanüstü durumlar dışında, en azından Atina da, mülkiyeti hoplit statüsünün altında olanların muaf tutulduğu ara sıra toplanan zorunlu vergilere başvurulduğunda bundan da kaçınılıyordu. Devlet geliri devlet mülklerinden, çiftliklerden, madenlerden ve kiraya verilmiş evlerden, dava ücretleri ve cezalarından ve de liman borçları gibi dolaylı vergilerden sağlanıyordu. Bunlar esas olarak Yunanların liturya dediği vergi olarak değil de, belirli kamusal yükümlülüklerin doğrudan ifa edilmesiyle yapılan mecburi ödemelerle tamamlanıyordu. Toplam miktarı hesaplayamasak da Atina'da lituryanın ağır bir mali yük oluşturduğunu biliyoruz. Nüfusun yoksul kısmı lituryadan muaftı. Sonuçta zenginlerin, halk mezheplerinin ciddi miktardaki masraflarının da dahil olduğu devlet masraflarını yüklenmeleri ve savaşta da işin çoğunu yapmaları (sırf Atina da değil) Yunanistan'da kuraldı. İmparatorluğun kurulması ve devamı, yoksul sınıfın çıkarınaydı. Binlercesi için filoda kürek çekmek, mütevazı ama ortalama bir zanaatkar ya da esnafın kazancından az olmayan ve muhtemelen genç köy delikanlıları gibi donanma maaşlarıyla aile gelirine katkıda bulunacaklar için değerli bir geçim kaynağıydı. Denizlerin kontrolü, yeterli miktarda mısır stokunu ve temel besin maddelerini makul fiyatlarla sağlamayı garantilemeye yardımcı oluyordu ve bu yerel üretimi gerekenin ancak bir kısmını karşılayabilen bir toplum için kritik bir meseleydi. Şaşırtıcı bir şekilde bu sistem içinde yer alan daha varlıklı yurttaşların sistemden daha az faydalandığı görülmektedir.
Ticaretin büyük kısmı ise siyasi kararların yegane alıcıları olan yurttaşların değil yurttaş olmayanların elindeydi ve bu bağlamda hiçbir antik dönem yazarı ticari konuları ele almıyordu. Atina'nın ölçülmez kazançlarından biri yurttaşlarına rağmen yani varlıklı yurttaşların üstlendiği esaslı lüturyalar yüküne daha fazlasını eklemeden, büyük Akropolis inşaatı planı gibi geniş ölçekli, kamu giderlerini üstlenme yeteneğiydi. Diğer bir kazanç ise psikolojik olarak gerçek ve mali olmaktan ziyade manevi olan iktidarın çekiciliğiydi.
Atina'nın yaklaşık iki yüzyıl boyunca iç çekişmelerden uzak olması Peleponnesos savaşı sırasında gerçekleşen iki olay sayesindedir; borçların iptali ve toprağın yeniden bölüşümü için talepler.
Herhangi başka bir Yunan kentinde devlet memurluğu için ödenen ücretin açıkça gösterilmemesi dikkate değer bir gerçekti. Bunun açıklaması yine diğer hiçbir şehir devletinin emrinde geniş emperyalist kaynaklar olmamasıydı. Bu yüzden demokrasiyi açıkça Atina modelini örnek alarak yeniden biçimlendiren şehirler bile yoksulları sahip oldukları aktif katılım hakkı sayesinde ücretlendirecek kadar ileri gidememişlerdi. Sonuç olarak gerçek katılım miktarı Atina'dakinden çok düşüktü. Bu önermenin doğal sonucu başka yerlerdeki demokrasinin klasik teoride vurgulanan eğitimsel yönünün olmamasıydı.
Yunan dünyasının önemli bir polisi olan Atina'da krallık 8.yüzyılın sonlarında yıkıldı. Son Kral (basileus) Kodros devrilip aristokratik bir yönetim kuruldu. Böylece bir zamanlar kralın danışmanlık görevini yürüten areopagus adındaki soylular kurulu, hem yasama hem de yargı yetkilerini kendine topladı. Yürütme işleri ise soylular arasından bir yıllığına seçilen üç arkhon'a (yani devlet görevlisine) verildi. Arkhonların sayısı daha sonra 9'a yükseltildi. Birçok poliste küçük bir sayı (oligoi) yönetimi ele geçirip iktidarı sürdürecek kurumlar oluşturdu. Bu nedenle Yunanlar bu tür rejimleri aristokrasi olarak değil oligarşi (küçük sayının yönetimi-oligarkhia) olarak adlandırırlar. Ekonomik gelişmelerle oligarşiler plutokrasi'lere (zenginliğin ya da zenginlerin yönetimine) dönüşme eğilimi gösterdiler. Siyasal iktidarı ellerinde bulunduran soylular zenginleştikçe servet ayrımları derinleşerek toplumsal-siyasal çatışmalar daha keskin biçimler aldı. 632'de yoksul halkın desteğiyle iktidarı ele geçirmeye çalışan Kylon'un girişimi soylular tarafından güçlükle önlenebildi. Bunun sonucunda da eupatridler yasal önlemlere başvurdular. Yunanlar için yasa, özgürlüğü vurgulamaktaydı. Ayrıca çeşitli düzeydeki insan ilişkileri yasalar tarafından belirleniyordu. İlk zamanlarda yasalar sözlü idi. Değişen koşullarla sözlü yasaların karmaşık bir biçim alması ve bu yasaların yalnızca soylular tarafından yorumlanıp uygulanması halkın hoşnutsuzluğuna yol açtı. Bunun üzerine yargı kararlarında tutarlılık sağlamak amacıyla yaslar thesmothetlerce düzenlenip yazılı hale getirildi. Yasaların herkesçe bilinebilir olması keyfi yorumlamalara son verdi. Fakat bu önlem yoksul kitlelerin düzene karşı olan tepkilerini yatıştırmadı. Böylece 624'te Atina da soylularının isteği üzerine Drakon çok ağır bir ceza yasası hazırladı. İnsan yapısı yazılı yasalar yargıya ilişkin kararların yayımlanması ilkesi getirildi ve kuralların herkes için geçerli olduğu açıkça belirtilerek toplumdaki özgür kişiler arasında hukuksal anlamda bir eşitliğe doğru ilk adım atıldı.Bu şekilde birey hukuksal bir kişilik kazandı.
Solon Drakon'la başlayan bu gelişime yeni boyutlar kazandırdığı gibi siyasal yapıyı da yeniden düzenledi. Soyluların isteğiyle yeni yasalar hazırladı. Çeşitli alanları düzenleyen yasaların bir insan eli tarafından hazırlanması yasanın kutsal, mutlak, değişmez, sonsuz olma niteliğini ortadan kaldırdı. Yasa temelinde bir toplumsal uzlaşma, sözleşme ürünüydü ve bu nedenle gerekli görülen her durumda değişime açık bir özelliğe sahip bulunuyordu. Ardından toplumsal sorunların ve ekonomik çıkar çatışmalarının kâğıt üzerinde anayasal düzenlemelerle çözüme kavuşturulamayacağı gerçeği Solon'un reformlarıyla açıkça ortaya çıktı. Toplumsal huzur sağlanamadı ve sınıf çatışmaları gittikçe daha büyük boyutlar almaya başladı. Çatışma içinde olan ve adlarını polisin farklı coğrafi bölgelerinden alan üç siyasal partinin (Pediaklar-ovadakiler, Paroli’ler-kıyıdakiler, Diakri’ler-dağdakiler) bir uzlaşmaya yanaşamayıp kendi görüşlerini toplumda egemen kılmaya çalışmaları sonucunda Atina tiranlık rejimiyle tanıştı.
Yetenekli bir komutan olan Peisistratos halkın desteğini alıp 560'ta bir darbe ile Atina'da iktidarı ele geçirdi. Düzene karşı daha büyük bir tepki göstermesi sınıf çatışmalarının keskin boyutlara ulaştığı böyle bir ortamda zenginlere ve soylulara karşı halkın savunucusu rolünü üstlenen ihtiraslı kimselerin kişisel iktidarlarını kurmaları kolaylaşıyordu.
Aristokrasiden demokrasiye geçişi kolaylaştıran halk tarafından benimsenip halkçı bir politika güden Peisistratos gibi yöneticiler tarihe tiran olarak geçmişlerdir. Pesisitratos Solon anayasasına dokunmayıp yönetimi hukuksal bir çerçeve içine oturttu. Dışarıda barışı kollayan, içeride ekonomik gelişmeyi hızlandıran ve alt sınıfların yaşam düzeylerini yükselen bir siyaset izledi. Pesistratos öldüğü zaman onun ardından dynasteia (iktidar ailesi) oluşturmaya çalışan oğulları geniş bir muhalefetle karşılaştılar Hipparkhos öldürüldü. Hippias ise Atina'dan kovuldu.
Tiranlık rejiminin yıkılmasıyla birlikte Atina'da iktidar çatışması yeniden alevlendi. Kleisthenes 507'de halkın desteğiyle iktidarı ele geçirdi ve demokratik reformları yürürlüğe koydu. Kleistehenes'in getirdiği en önemli yenilik polisin toplumsal yaşamda soylularla etkili bir yer sağlayan eski kabile örgütlenmesinin ortadan kaldırılmasıydı. Klesisthenes yurttaşları soy üzerine kurulu 4 kabile yerine coğrafi nitelikte örgütler olan 10 kabileye ayırdı. Demokrasi rejimi yavaş yavaş işlerlik kazanmaya başladığı ilk yıllarında dışarıdan gelen büyük bir tehlikeyle karşılaştı. İonya polislerinin ayaklanmasını bastıran Pers imparatorluğu 490'da Yunan yarımadasına saldırdı. Askerî bir dayanışma içine giren Yunan polisleri bu ilk saldırıyı bastırdı. Ancak 10 yıl sonra Kserkses komutasındaki Pers ordusu ikinci kez Yunan yarımadasına ayak bastı. Persler ilk seferde üstün gelse de Yunanlar daha sonra toparlanıp Persleri bozguna uğrattılar. Pers savaşları Atina demokrasisini etkiledi; bu savaşlar bir yanda küçük azınlığın yönetimde erkli olmasına öte yanda da aşağı sınıfların siyasal yaşama daha etkin olarak katılmalarına yol açtı. İlk Pers saldırısından üç yıl sonra anayasada bir değişiklik yapılarak arkhon'ların eklesia tarafından seçilmesi yerine demelerce seçilen 500 kişi arasında kura ile saptanması yoluna gidildi. Bu düzenleme ile hippeis sınıfına da açılan arkhon'luk büyük ölçüde önemini yitirip yürütme kurulu olmaktan çıktı.
Arkhon polemarkhosun askerlik işleriyle ilgilenen sıradan bir memur statüsüne indirgenmesi üzerine kabilelerce seçilen 10 strategosa büyük yetkiler verilmesi ve ordunun tek elden yönetilmesi gereği strategos'lar dan birinin başkomutan olarak görev yapması sonucunu doğurdu. Zamanla eklesia tarafından başkomutan (strategos autokrator) yurttaşlar arasından seçilmeye başlandı.
Ephialtes'in öldürülmesin den sonra iktidar genç yaşta politikada başarılı olarak demokratik partinin önderi durumuna gelen Perikles'in eline geçti.
Tam demokratik sistem Atina imparatorluğu olmasaydı MÖ 5. yüzyılın ikinci yarısında ilan edilemezdi; Zenginlerin üstlendikleri mali ve askerî yük göz önüne alındığında bir çeşit oligarşik anayasa yoluyla tek başlarına yönetme hakkını talep etmeleri çok da şaşırtıcı bir durum değildir. Bununla birlikte MÖ altıncı yüzyılın ortalarından itibaren Yunan topluluklarında birbiri ardına demokrasiler görülmeye başlamış, uzlaşmacı sistemler yoksullara, özellikle devlet görevlilerini seçmek gibi belli oranda katılım hakkı tanırken, karar alma sürecinde ağırlığı zenginlere tanınmıştır. Atina'da neticede bu ağırlığı kaydırmıştı ve de Atina'daki biricik değişken imparatorluk idi. Bu imparatorluk için donanma vazgeçilmezdi ve donanmaya insan gücünü alt sınıfların sağladığı anlamına geliyordu. İmparatorluğu Atina tipi demokrasi için gerekli bir şart olarak görmemizin sebebi de budur.
Sonrasında imparatorluk MÖ 5. yüzyılın sonunda zorla dağıtıldığında sistem öylesine derin bir şekilde yerleşmişti ki kimse değiştirmeye kalkışmaya cesaret edemedi ki 4. yüzyılda da bunun için gerekli mali temelin sağlanması zordu.
Tüm büyük iktidar mücadelelerinde olduğu gibi Ege bölgesi çevresindeki daha küçük devletler aktif ya da pasif olarak taraf tutmaya zorlanmış ki bu da kendi iç yapıları ve siyasi gerilimleri üzerinde yankısını bulmuştur. Çoğunlukla küçük olan bu toplulukların her zaman kendi yerel oligarşilerini yıkacak kadar güçlü olmayan alt sınıflarının, Atina imparatorluğunun tabi bir üyesi olma yoluyla Atina'nın siyasi bağımsızlığa verdiği demokrasi desteği ve bunun sonucu olarak da demokrasinin kurulmayışını tercih edebileceklerini öğrenmişlerdi. Durum buyken Atina'ya bağlılığın yükünü zengin yurttaşlar üstlenmişlerdi ve de tabi olmanın 'bedeli' maddi açıdan demos için oldukça düşüktü. Hemen hemen Peloponez Savaşı'nın sonuna kadar tabi devletlerin çoğundan, askerî yardım da dahil olmak üzere destek sağlanabilmiş olduğuna göre bu genelde başarılı bir Atina politikasıydı.
Yunan siyasi toplumunun çıkar gruplarına dayalı yapısı nispeten basitti. Aralarında etnik ya da dini ayrışımlar yoktu; Kurumsal olarak kazanılmış haklara sahip siyasi partiler yoktu. Kentsel ve kırsal bölgesel çıkarlar vardı ve hepsinden önemlisi, zengin ile yoksul arasındaki ayrılıktı. Bu çoğunluğun üç-dört dönüm büyüklüğünde geçimlik bir toprağa sahip köylülerle önemli miktarda nakit gelir sahibi olanlar ve büyük miktarda araziye sahip olanlar arasında değişen toprak sahiplerinden oluşan bir toplumdu. Bu toplumda ticaret ve imalatın çoğu yine geçinecek kadar, ailevi düzeyde idare ediyordu; Köle emeği kullanan daha büyük kuruluşlar ya da ticari teşebbüsler azınlıktaydı. Ve yine bu toplumda sermaye, yatırım politikası ve kredi gibi modern kavramlar yoktu.
Atina'da iki kesimde (zengin-yoksul) imparatorluğu farklı ve hatta çatışan çıkarlar yoluyla da olsa destekliyorlardı. Antik Atina döneminden beri önemli ahlaki ilerlemeler kaydedildi; Kölelik kurumu kaldırıldı; Demokrasinin halk yönetimi prensibine nadiren karşı çıkanlar olmakta; Hiçbir demokratik lider Perikles'in dilinden kamusal alanda imparatorluk hakkında konuşmaz; Maddi ilerleme; Tabi devletler pahasına maddi ve siyasi çıkarı korumayı hipotetik olarak gereksiz kılmıştır. Ancak ilkin belirlenmesi ikinci olarak da pratikte gerçekleştirilmesi şeklindeki ulusal çıkara dair ikili zorluk, etkili biçimde çözüme kavuşmuş gibi görünmemektedir. Bu çekişme bir şekilde, siyasi liderlerin düzenli olarak kendi politikalarının ulusal çıkara uygun, alternatiflerinde buna karşıt olduğunu ileri sürdükleri gerçeğiyle yok olmamıştır.
Antik çağdaki bir Atinalı için sıradan halk yani 'biz' ve yönetici elit yani 'onlar' arasındaki kesin ayrımı yapmak kolay olmamalıydı. Yaklaşımdaki bu farklılık yalnızca doğrudan katılımcı bir demokrasi ve temsil ile katılımcı bir demokrasi arasındaki temel farklılıktan değil, aynı zamanda da iki dünyanın çıkar grubu yapılarındaki ve çeşitli çıkar gruplarının karar alma otoritelerine müdahale etme fırsatını yakalama şanslarındaki farklılıklardan da kaynaklanmaktadır.
Atinalı yöneticilerin herhangi bir çıkar grubunun amaçlarını demokratik olarak gerçekleştirmeyeceğine inandıklarından demokratik prosedürleri terk edebilme ihtimalleri vardı. Ve onların inancı da sağlam biçimde temellendirilmişti; Atina yönetim süreci göz önüne alındığında, mecliste terör, cinayet ya da hile yardımı olmadan üstün gelebilmeleri mümkün değildi.
Yunan dini, aile ve devletle tam anlamıyla iç içe geçmişti. Yönetimin yaptığı işlerin ve masrafların büyük kısmı, tapınakların inşasından, büyük ya da küçük tüm festivallerin düzenlenmesinde dini takvim geleneklerinin yerine getirilmesi ve kurban törenlerinin hazırlanmasına ve askerî ya da sivil nitelikli tüm kamusal eylemlere eşlik eden diğer ayinlere kadar dine ayrılmıştı. Din çok Tanrılıydı ve MÖ 5. yüzyıl itibarıyla de oldukça karmaşıktı; Kimileri başka kültürlerden ithal edilmiş, çaprazlama kesişen birçok rol ve işlevleri olan çok sayıda tanrı ve kahraman vardı. Din, dogma olarak nitelendirebileceğimiz pek az şeye sahipti ama çoğunlukla da ritüeller ve mitlerden oluşuyordu. Sonuç olarak eğer din çok Tanrılılığın genel bir özelliği olan hoşgörüye, yani bireye dini tercihlerinde serbestçe hareket edebilme imkânı tanıyan bir uyum sağlama yeteneğine sahip idiyse bile, aynı zamanda da örneğin kutsal değerlere yapılan saygısızlığa ciddi biçimde kamu suçu, Tanrıların sorumlu tutabilecekleri halka karşı işlenmiş bir suç gözüyle bakıyordu. Bu nedenle ceza Tanrılara bırakılmıyor, devlet eliyle gerçekleştiriliyordu.
Yunan 'özgürlük' kavramı toplumun kendi sınırlarının ötesine geçmemiştir; Kendi üyeleri için olan özgürlük ne toplum içinde yaşayan herkes için yasal (sivil) hakları ne de kendi egemenlikleri altındaki diğer toplumların üyeleri için siyasi özgürlükleri içerir. Atinalılar kendilerine tabi olan diğer devletlerde demokratik rejimleri tercih etmişler, hatta zorla dayatmışlardır.
İfade özgürlüğüne gelince Atinalılar ona çok değer verdikleri ve uyguladıkları kadar meclisin hiçbir müdahale hakkı olmamasına da izin vermemişlerdi. Devletin gücüne karşı konabilecek herhangi bir teorik sınır yoktu; Kararın Meclis tarafından geçerli sayılan herhangi bir sebeple düzgün bir içimde alınması şartıyla, devletin yasal olarak müdahale edemeyeceği herhangi bir eylem, herhangi bir davranış biçimi mevcut değildi. Özgürlük, hukuk devleti ve karar alma sürecine katılım anlamına geliyordu, geri alınmaz haklara sahip olmak değil. Atina devleti zaman zaman ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasalar çıkarıyordu. Atinalılar özgür ifadenin sınırlarını basitçe sözcüklerin yasadışı eylemlere yol açacağı noktanın önemli ölçüde ötesine geçirmişlerdir.
Yönetimi bağımsız bir konu olarak değil de insanların yasamaya ilişkin faaliyetlerinden farklı olarak, alışıldık ana hatalı bir biçimde 'jüriler' diyebileceğimiz daha değişik ama kıyaslanabilir organlar yoluyla hareket etmeleri tasarlanan Atina yargı sistemi de göz önünde bulundurulmalıdır. Yargı usulleri esasen profesyonel değildi; Yani, sabit yasaların yanı sıra prosedür kurallarının da olmasına rağmen, başkanlık eden resmî görevli yıllık kent görevlileri arasından kurayla belirlenen biriydi. Davalarına hazırlanırken tecrübeli avukatlardan yardım alabilmelerine rağmen tarafların kendi sunumlarını yapmaları bekleniyordu, belgeler okundukları sırada kanıt olarak gösterilseler de sunumun her zaman sözlü olarak yapılması gerekiyordu. Bundan sonra jüri genellikle tek oturumda herkesin görebileceği bir biçimde yapılan gizli oylamada çoğunluk oyuyla, herhangi bir tartışma olmadan bir karara varıyordu. Temelde kamu davalarında ve özel davalarda prosedür aynıydı. Bazı büyük kamu davalarında meclisin kendisi mahkeme görevi yapıyordu, ama normalde altı bin gönüllüden oluşan sürekli bir jüri listesinden kurayla seçilen büyük jüriler çağırılıyordu. Atina'da bağımsız yargıçlar yoktu ve hukukun uygulanmasında vatabdal (yurttaş, vatandaş) sınıfı hem yargıç hem de jüri olarak sorumluluk üstlenirdi. Kararlar yasalar aracılığıyla oy birliğiyle veriliyordu.
Atinalıların birçoğu yarı eğitilmiş durumdaydı. Atina bu yönetim sistemi altında yaklaşık iki yüz yıl boyunca tüm Yunan dünyası içindeki en varlıklı en güçlü en sağlam, içişlerinde en barışçıl ve kültürel olarak en zengin şehir devletleri olarak kalmayı başardı. Bu herhangi bir yönetim biçimi için iyi bir yargı olmayı sürdürdüğü sürece sistem yürüdü. Atina da genç bir adam meclis oturumlarına devam ederek eğitim alıyordu.
Ardından kabaca MÖ 5. yüzyılın ortalarında merkezinde Atina olmak üzere Yunan eğitim sisteminde bir devrim yaşandı. Sofistler adı verilen profesyonel öğretmenler ortaya çıktı. Öğrenmek için boş zamanı ve hatırı sayılır ücretlerini ödeyebilecek serveti olan genç adamlara retorik, felsefe ve siyaset öğretmeyi teklif ediyorlardı -bu sofistlerin hepsi demokrasi karşıtı değildi- onlara göre, tüm inanç ve kurumlar rasyonel bir biçimde incelenmeli ve gerektiğinde değiştirilmeli ya da reddedilmeliydiler. Kutsallık tek başına yetersizdi ahlaki değerle,gelenekler, inançlar ve mitler artık kuşaktan kuşağa otomatik olarak değişmeden aktarılmayacaktı, kendilerini aklın potasında ispat etmek zorundaydılar.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.