Loading AI tools
Çoğu insanın iyi tolere ettiği bir maddeye karşı bağışıklık sistemi tepkisi Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Alerjik hastalıklar, bağışıklık sisteminin çevrede genellikle zararsız olan maddelere karşı geliştirdiği aşırı duyarlılık sonucu ortaya çıkan çeşitli patolojik durumlar olarak tanımlanır.[11] Bu hastalıklar arasında alerjik rinit (saman nezlesi), gıda alerjileri, atopik dermatit, alerjik astım ve anafilaksi gibi durumlar yer almaktadır.[1] Klinik belirtiler arasında konjonktivit (kırmızı gözler), kaşıntılı bir döküntü, hapşırma, öksürük, burun akıntısı, nefes darlığı ve anjiyoödem (şişlik) gibi bulgular bulunabilir.[12] Gıda intoleransı ve gıda zehirlenmesi gibi patolojik durumların farklı klinik varlıklar olduğunu unutmamak gerekir.[3][4]
Alerji | |
---|---|
Kurdeşen yaygın bir alerjik belirtidir. | |
Uzmanlık | İMmünoloji |
Belirtiler | Kırmızı gözler, kaşıntılı döküntü, kusma, burun akıntısı, nefes darlığı, şişlik, hapşırma ve öksürük |
Tipler | Saman nezlesi, besin alerjisi, atopik dermatit, alerjik astım, anafilaksi[1] |
Nedenleri | Genetik ve çevresel faktörler[2] |
Tanı | Belirtilere dayalı, deri prik testi, kan testi[3] |
Ayırıcı tanı | Gıda intoleransı, gıda zehirlenmesi[4] |
Korunma | Potansiyel alerjenlere erken maruz kalma[5] |
Tedavi | Bilinen alerjenlerden kaçınma, ilaçlar, alerjen immünoterapisi[6] |
İlaç | Steroidler, antihistaminikler, epinefrin, mast hücre stabilizatörü, antilökotrienler[6][7][8][9] |
Sıklık | Yaygın[10] |
Yaygın alerjenler arasında polen ve bazı gıdalar yer almaktadır.[11] Metaller ve diğer kimyasal maddeler de benzer alerjik reaksiyonlara neden olabilir.[11] Şiddetli alerjik reaksiyonların başlıca sebepleri arasında gıdalar, böcek sokması ve ilaçlar bulunmaktadır.[2] Bu durumların oluşumu (patogenezi) hem genetik yatkınlık hem de çevresel etmenlere bağlıdır.[2] Altta yatan bağışıklık mekanizması, immunoglobulin E antikorlarının (IgE) alerjenle bağlanarak mast hücresi veya bazofil üzerindeki FCER1 reseptörü ile etkileşime girmesi ve bunun, vücudun bağışıklık sistemi tarafından salınan ve iltihaplanmaya yol açan maddeleri, örneğin histamin gibi, salınmasını tetiklemesidir.[13] Tanı genellikle hastanın tıbbi geçmişine dayandırılır.[3] Bazı durumlarda, deri prik testi veya kan testleri gibi ek tanı yöntemleri faydalı olabilir.[3] Ancak, pozitif sonuçlar her zaman o maddeye karşı klinik olarak anlamlı bir alerji varlığını göstermeyebilir.[14]
Çocukların potansiyel alerjenlere erken yaşta maruz kalması, alerji gelişimine karşı koruyucu bir etki gösterebilir.[5] Alerjilerin tedavisinde bilinen alerjenlerden kaçınma ve steroidler ile antihistaminikler gibi ilaçların kullanımı yer almaktadır.[6] Ciddi alerjik reaksiyonlarda enjekte edilebilir adrenalin (epinefrin) tedavisi önerilmektedir.[7] Alerjen immünoterapisi, bireyleri giderek artan miktarlarda alerjenlere maruz bırakarak tolerans geliştirmeyi amaçlayan bir tedavi yöntemidir ve özellikle saman nezlesi ve böcek ısırmalarına bağlı alerjilerde etkilidir.[6] Ancak, gıda alerjilerindeki etkinliği hala belirsizdir.[6]
Alerjiler oldukça yaygındır.[10] Gelişmiş ülkelerde, bireylerin yaklaşık %20'si alerjik rinitten etkilenmektedir,[15] insanların yaklaşık %6'sında en az bir gıda alerjisi bulunmakta olup,[3][5] insanların yaklaşık %20'si ise yaşamlarının bir noktasında atopik dermatit (yoğun kaşıntı, iltihaplanma ve kseroz ile kendini gösteren bir cilt rahatsızlığı) geçirmiştir.[16] Ülkeye göre değişmekle birlikte, bireylerin %1 ila %18'inde astım görülmektedir.[17][18] Anafilaksi (enjekte edilen bir antijene aşırı duyarlılık sonucu sistemik damar genişlemesinin neden olduğu şok), %0.05 ila %2 oranında görülmektedir.[19] Birçok alerjik hastalığın yaygınlık oranının arttığı gözlemlenmektedir.[7][20][21] "Alerji" terimi ilk kez Clemens von Pirquet tarafından 1906 yılında kullanılmıştır.[2]
Etkilenen organ | Yaygın bulgu ve belirtiler |
---|---|
Burun | Burun mukoza şişmesi (alerjik rinit), burun akıntısı, hapşırma |
Sinüsler | Alerjik sinüzit |
Gözler | Konjonktivada (göz kapaklarının iç yüzeyi ile skleranın bir kısmını örten ince zar; gözün sümüksel zarı) kızarıklık ve kaşıntı (alerjik konjonktivit, sulanma) |
Hava yolları | Hapşırma, öksürük, bronş daralması, hırıltı ve nefes darlığı, bazen doğrudan astım atakları, ciddi vakalarda hava yolu laringeal ödem olarak bilinen şişme nedeniyle daralır |
Kulaklar | Dolgunluk hissi, muhtemelen ağrı ve östaki borusu drenajı yetersizliğine bağlı işitme kaybı |
Cilt | Döküntüler, egzama ve kurdeşen (ürtiker) |
Mide-bağırsak kanalı | Karın ağrısı, şişkinlik, kusma, ishal |
Birçok alerjen, toz veya polen gibi havada taşınan parçacıklardan oluşur. Bu tür durumlarda, belirtiler hava ile temas eden organlarda, örneğin gözlerde, burunda ve akciğerlerde ortaya çıkar. Örneğin, saman nezlesi olarak da bilinen alerjik rinit, burun mukozasında tahriş, hapşırma, kaşıntı ve gözlerde kızarıklık ile kendini gösterir.[22] Solunan alerjenler ayrıca akciğerlerde mukus üretiminin artmasına, nefes darlığı, öksürük ve hırıltıya neden olabilir.[23]
Bu çevresel alerjenlerin dışında, alerjik reaksiyonlar gıdalar, böcek sokmaları ve aspirin ile antibiyotikler gibi ilaçlara, özellikle penisiline karşı gelişebilir. Gıda alerjisi belirtileri arasında karın ağrısı, şişkinlik, kusma, ishal, kaşıntı ve anjiyoödem bulunur. Gıda alerjileri nadiren solunum yolu (astmatik) reaksiyonlara veya rinite neden olur.[24] Böcek sokmaları, gıdalar, antibiyotikler ve bazı ilaçlar, anafilaksi olarak bilinen sistemik bir alerjik yanıt üretebilir; bu durumda sindirim sistemi, solunum sistemi ve dolaşım sistemi gibi birden fazla organ sistemi etkilenebilir.[25][26][27] Anafilaksinin ciddiyetine bağlı olarak, deri reaksiyonları, bronş daralması, ödem, hipotansiyon, koma ve ölüm görülebilir. Bu tür bir reaksiyon aniden başlayabilir veya gecikebilir. Anafilaksinin doğası gereği, başlangıçta azalmış gibi görünen reaksiyon, belirli bir süre boyunca tekrar edebilir.[27]
Lateks gibi deri ile temas eden maddeler, temas egzaması (tahriş edici madde veya alerjene doğrudan temas sonucu ciltte yangı) veya egzama olarak adlandırılan alerjik reaksiyonların yaygın nedenlerindendir.[28] Cildiye alerjileri genellikle ciltte döküntü, şişlik ve iltihaplanmaya neden olur; bu durum, kurdeşen ve anjiyoödemin karakteristik bir bulgusu olan "kabarma ve alevlenme" (İng. "weal and flare") reaksiyonu olarak bilinir.[29]
Böcek sokmalarında, yerel olarak 10 cm'den daha büyük bir eritem (cilt kızarıklığı) meydana gelebilir ve bu reaksiyon bir ila iki gün sürebilir.[30] Bu tür bir reaksiyon, immünoterapi sonrası da görülebilir.[31]
Alerjik hastalıklar için risk etmenleri genel olarak iki ana kategoriye ayrılabilir: konakçı ve çevresel etmenler.[32] Konakçı etmenler arasında kalıtım, cinsiyet, ırk ve yaş yer alır; kalıtım bu etmenler arasında en belirleyici olanıdır. Bununla birlikte, son yıllarda yalnızca genetik etmenlerle açıklanamayan alerjik hastalıkların görülme sıklığında bir artış yaşanmıştır. Dört ana çevresel etmen olarak, erken çocukluk döneminde enfeksiyon hastalıklarına maruz kalma, çevre kirliliği, alerjen seviyeleri ve beslenme alışkanlıklarındaki değişiklikler öne çıkmaktadır.[33]
Ev tozu akarı alerjisi, diğer adıyla ev tozu alerjisi, duyarlılık gelişimi ve ev tozu akarların dışkılarına karşı oluşan alerjik bir reaksiyon olarak tanımlanır. Bu alerji oldukça yaygındır[34][35] ve astım, egzama veya kaşıntı gibi alerjik reaksiyonları tetikleyebilir. Akarların bağırsaklarında bulunan ve dışkılarında kalıcı olan güçlü sindirim enzimleri (özellikle peptidaz 1), hırıltı gibi alerjik reaksiyonların ana etkenlerinden biridir. Akarların dış iskeleti de alerjik reaksiyonların gelişimine katkıda bulunabilir. Uyuz akarları veya cilt folikül akarlarının aksine, ev tozu akarları cilt altına nüfuz etmez ve parazit değildir.[36]
Geniş bir yelpazede gıdalar alerjik reaksiyonlara neden olabilir, ancak gıda kaynaklı alerjik tepkilerin %90'ı inek sütü, soya, yumurta, buğday, yer fıstığı, kuru yemiş, balık ve kabuklu deniz ürünlerinden kaynaklanmaktadır.[37] Nüfusun 10.000'de 1'inden daha azını etkileyen diğer gıda alerjileri ise "nadir" olarak sınıflandırılabilir.[38] ABD'de en yaygın görülen gıda alerjisi, kabuklu deniz ürünlerine karşı duyarlılıktır.[38] Yer fıstığı alerjisi şiddeti ile tanınsa da, hem yetişkinler hem de çocuklar arasında en yaygın gıda alerjisi değildir. Şiddetli veya hayatı tehdit edici reaksiyonlar, diğer alerjenler tarafından tetiklenebilir ve bu tür reaksiyonlar astım ile birlikte daha yaygındır.[37]
Gıda alerjilerinin yaygınlık oranı, yetişkinler ve çocuklar arasında farklılık göstermektedir. Çocuklar bazen yer fıstığı alerjisini aşabilirler. Yumurta alerjisi, çocukların %1-2'sini etkiler, ancak bu çocukların yaklaşık üçte ikisi 5 yaşına kadar bu alerjiyi aşar.[39] Bu duyarlılık genellikle yumurta sarısından ziyade yumurta akındaki proteinlere karşı gelişir.[40]
Süt proteinine karşı alerjiler, laktoz intoleransından farklı olarak, özellikle çocuklarda yaygın olarak görülmektedir.[41] Süt proteinine karşı gelişen alerjik reaksiyonların yaklaşık %60'ı immünoglobulin E aracılığıyla meydana gelirken, geri kalan kısmı genellikle kolon iltihabına atfedilmektedir.[42] Bazı bireyler keçi veya koyun sütünü, inek sütü gibi tolere edemezken, birçok kişi peynir gibi süt ürünlerini de tolere edemez. Süt alerjisi olan çocukların yaklaşık %10'u sığır etine karşı da alerjik reaksiyon gösterebilir.[43] Laktoz intoleransı, süt ürünlerine karşı yaygın bir reaksiyon olup, aslında bir alerji değildir; bu durum, sindirim sisteminde enzim eksikliğinden kaynaklanır.[44]
Kuru yemiş alerjisi olan bireyler, pekan cevizi, antep fıstığı, çam fıstığı ve ceviz gibi bir veya birden fazla kuru yemişe karşı alerjik olabilir.[40] Ayrıca, susam ve haşhaş gibi tohumlar, içerdiği proteinler nedeniyle alerjik reaksiyonlara neden olabilir.[40]
Alerjenler, genetik mühendislik aracılığıyla bir gıdadan diğerine transfer edilebilir; ancak genetik modifikasyon, alerjenlerin elenmesini de sağlayabilir. Genetik olarak değiştirilmemiş ürünlerde doğal olarak bulunan alerjen konsantrasyonlarının değişkenliği konusunda sınırlı sayıda araştırma yapılmıştır.[45][46]
Lateks, IgE aracılı bir deri üzerinden, solunum ve sistemik reaksiyonları tetikleyebilen bir alerjendir. Genel popülasyonda lateks alerjisinin yaygınlık oranının yüzde birin altında olduğu düşünülmektedir. Bir hastane çalışmasında, 800 cerrahi hastadan 1'i (%0,125) latekse duyarlılık bildirmiştir, ancak sağlık çalışanları arasında bu duyarlılık oranı yüzde yedi ile on arasında değişmektedir. Araştırmacılar, bu yüksek yaygınlık oranını, sağlık çalışanlarının ameliyathaneler, yoğun bakım üniteleri ve diş tedavi odaları gibi havada yüksek düzeyde lateks alerjeni bulunan ortamlara maruz kalmalarına bağlamaktadır. Bu tür lateks açısından zengin ortamlar, bu alerjenik proteinleri düzenli olarak soluyan sağlık çalışanlarının duyarlılık geliştirmesine neden olabilir.[47]
Latekse karşı en yaygın reaksiyon, gecikmiş bir aşırı duyarlılık reaksiyonu olarak kuru, kabuklu lezyonlar şeklinde ortaya çıkan alerjik kontakt dermatittir. Bu reaksiyon genellikle 48 ila 96 saat sürer. Eldiven kullanımında terleme veya bölgenin sürtünmesi, lezyonları kötüleştirerek ülserleşmeye neden olabilir.[47] Anafilaktik reaksiyonlar genellikle cerrahi işlemler sırasında cerrahın lateks eldivenlerine maruz kalan hassas hastalarda meydana gelir, ancak diş tedavileri gibi diğer mukozal maruziyetler de sistemik reaksiyonlara yol açabilir.[47]
Lateks ve muz alerjisi arasında çapraz reaksiyon olabilir. Ayrıca, lateks alerjisi olan bireylerde avokado, kivi ve kestane gibi gıdalara karşı da duyarlılık gelişebilir.[48] Bu kişilerde genellikle perioral kaşıntı ve lokal ürtiker görülür. Bu gıdaların indüklediği alerjiler nadiren sistemik yanıtlar oluşturmuştur. Araştırmacılar, lateks ile muz, avokado, kivi ve kestane arasındaki çapraz reaktivitenin, lateks proteinlerinin diğer bazı bitki proteinleri ile yapısal olarak homolog olmasından kaynaklandığını düşünmektedir.[47]
Nüfusun yaklaşık %10'u penisiline alerjik olduklarını belirtmektedir; ancak bu bireylerin %90'ında aslında alerjik reaksiyon bulunmamaktadır.[49] Ciddi alerjik reaksiyonlar ise yalnızca %0,03 oranında ortaya çıkmaktadır.[49]
İnsan alerjilerinin en önemli kaynaklarından biri böceklerdir. Böcek alerjileri, böcek ısırıkları, sokmaları, yutulması veya solunması ile tetiklenebilir.[50]
Besin dışı protein reaksiyonlarından biri olan urusiol kaynaklı kontakt dermatit, zehirli sarmaşık, doğu zehirli meşesi, batı zehirli meşesi veya zehirli sumak ile temas sonucu meydana gelir. Urusiol, bir protein olmamakla birlikte, bir hapten (tek başına antikor yapımını uyarma niteliği taşımayan, ancak bir proteine bağlandığında bu özelliği göstererek kendisine karşı oluşan antikorla birleşebilen molekül) olarak davranır ve maruz kalan deri hücrelerindeki integral zar proteinileri ile kimyasal reaksiyona girerek bu proteinlere bağlanır ve onların konformasyonlarını değiştirir. Bağışıklık sistemi, değişime uğramış bu hücreleri vücudun doğal bir parçası olarak algılamaz ve bu durum T hücresi aracılı bir bağışıklık yanıtına yol açar.[51] Bu zehirli bitkiler arasında en yüksek virülansa sahip olanı sumağıdır.[52][53] Urusiol ve membran proteinleri arasındaki etkileşim sonucunda ortaya çıkan dermatolojik reaksiyon, kızarıklık, şişlik, papüller, kistler, kabarcıklar ve çizgilenme gibi klinik belirtilerle kendini gösterir.[54]
Urusiola karşı bağışıklık sistemi yanıtı geliştirecek nüfus kesimi üzerine tahminler farklılık göstermektedir. Nüfusun yaklaşık %25'i urusiola karşı güçlü bir alerjik yanıt verecektir. Genel olarak, saflaştırılmış urusiola maruz kalan yetişkinlerin %80-90'ı, 0,0050 mg gibi düşük bir dozda bile döküntü geliştirecektir. Bununla birlikte, bazı bireyler o kadar duyarlıdır ki ciltte sadece moleküler düzeyde bir iz bile alerjik reaksiyonu başlatmak için yeterlidir.[55]
Alerjik hastalıklar, belirgin bir şekilde ailevi eğilim göstermektedir: Tek yumurta ikizleri %70 oranında aynı alerjik hastalıklara sahip olma olasılığı taşırken, bu oran çift yumurta ikizlerinde %40 civarındadır.[56] Alerjik ebeveynlerin alerjik çocuklara sahip olma olasılığı daha yüksektir ve bu çocukların alerjileri, alerjik olmayan ebeveynlerin çocuklarına göre daha şiddetli olma eğilimindedir.[57] Ancak, bazı alerjiler genetik olarak tutarlılık göstermeyebilir; örneğin, yer fıstığına alerjisi olan ebeveynler, kanaryaotuna alerjisi olan çocuklara sahip olabilir. Alerji geliştirme eğilimi kalıtsal olup, bağışıklık sistemindeki düzensizliklerle ilişkilidir, ancak spesifik alerjenle ilgili değildir.[57]
Alerjik duyarlılık geliştirme riski ve alerji yaygınlığı yaşla birlikte değişkenlik göstermektedir; bu risk özellikle genç çocuklar için en yüksektir.[58] Birçok çalışma, IgE düzeylerinin çocukluk döneminde en yüksek seviyelerde olduğunu ve 10 ila 30 yaşları arasında hızla azaldığını ortaya koymuştur.[58] Saman nezlesi yaygınlığı en çok çocuklar ve genç erişkinlerde zirve yaparken, astım vakaları ise 10 yaşın altındaki çocuklarda en yüksektir.[59]
Bazı alerjik hastalıklarda etnisitenin etkili olabileceği düşünülmektedir; ancak ırksal faktörleri çevresel etkilerden ve göç sonucu oluşan değişimlerden bağımsız olarak değerlendirmek zordur.[57] Astım gibi alerjik hastalıkların, özellikle Avrupa, Hispanik, Asya ve Afrika kökenli popülasyonlarda, farklı genetik lokusların sorumlu olduğu öne sürülmektedir.[60]
Alerjik hastalıklar, zararsız antijenlere karşı TH2 aracılı bağışıklık yanıtıyla yönlendirilen uygunsuz bağışıklık tepkileri sonucu ortaya çıkar. Birçok bakteri ve virüs, TH1 aracılı bağışıklık yanıtlarını tetikleyerek TH2 yanıtlarını baskılar. Hijyen hipotezinin öne sürülen ilk etki mekanizması, bağışıklık sisteminin TH1 kolunun yetersiz uyarılmasının TH2 kolunun aşırı aktivasyonuna yol açtığı ve bunun sonucunda alerjik hastalıkların geliştiği yönündedir.[61] Başka bir ifadeyle, aşırı derecede steril bir ortamda yaşayan bireyler, bağışıklık sistemlerini meşgul edecek yeterli patojene maruz kalmazlar. Vücudumuz belirli bir düzeyde patojenlerle başa çıkacak şekilde evrimleşmiştir; bu düzeye maruz kalmadığında bağışıklık sistemi zararsız antijenlere karşı aşırı duyarlılık geliştirebilir ve bu nedenle polen gibi normalde zararsız olan mikrobiyal ajanlar bir bağışıklık yanıtını tetikleyebilir.[62]
Hijyen hipotezi, saman nezlesi ve egzama gibi alerjik hastalıkların, daha fazla çocuğa sahip ailelerdeki çocuklarda daha az yaygın olduğunun gözlemlenmesi üzerine geliştirilmiştir. Bu hipotez, büyük ailelerdeki çocukların, kardeşleri aracılığıyla daha fazla infeksiyöz ajanla temas ettikleri varsayımına dayanılarak öne sürülmüştür.[63] Bu hipotez, sanayileşme sonrası dönemde gözlemlenen alerjik hastalıklardaki artışı ve gelişmiş ülkelerdeki daha yüksek alerji yaygınlığını açıklamak amacıyla kullanılmaktadır.[64] Hijyen hipotezi, enfeksiyöz ajanlara ek olarak, bağışıklık sistemi gelişimini modüle eden önemli etkenler olarak simbiyotik bakterilere ve parazitlere maruz kalmayı da içerecek şekilde genişletilmiştir.[65]
Epidemiyolojik veriler, hijyen hipotezini destekler niteliktedir. Çeşitli immünolojik ve otoimmün hastalıkların, gelişmekte olan ülkelerde sanayileşmiş ülkelere göre çok daha nadir görüldüğü, ayrıca gelişmekte olan ülkelerden sanayileşmiş ülkelere göç eden bireylerin, sanayileşmiş ülkede kaldıkları süre uzadıkça immünolojik bozukluklar geliştirdikleri gözlemlenmiştir.[66] Üçüncü dünya ülkelerinde yapılan boylamsal çalışmalar, bir ülkenin refah seviyesi yükseldikçe ve muhtemelen daha temiz hale geldikçe immünolojik bozuklukların arttığını ortaya koymaktadır.[67] İlk yaşta antibiyotik kullanımının, astım ve diğer alerjik hastalıkların gelişimi ile ilişkili olduğu bulunmuştur.[68] Ayrıca, antibakteriyel temizlik ürünlerinin kullanımı ve sezaryen doğumun, astım vakalarında artışla bağlantılı olduğu gösterilmiştir.[69][70]
Kronik stres, alerjik durumların şiddetini artırabilir. Bu durum, hem otonom sinir sistemi hem de hipotalamus-hipofiz-adrenal aks tarafından interlökin 12 (bağışıklık sistemi cevabını artıran bir madde) baskılanmasıyla yönlendirilen TH2 baskın yanıtına bağlanmaktadır. Yüksek duyarlılığa sahip bireylerde stres yönetimi, belirtilerin iyileşmesine katkı sağlayabilir.[71]
Alerjik hastalıkların yaygınlığı, sanayileşmiş ülkelerde daha geleneksel veya tarımsal toplumlara göre daha yaygındır ve alerjik hastalıkların vaka oranı, kırsal alanlara kıyasla kentsel nüfuslarda daha yüksektir; ancak bu farklılıklar zamanla daha az belirgin hale gelmektedir.[72] Geçmişte, kentsel alanlara dikilen ağaçların, tohum ve meyve dökülmesini önlemek amacıyla ağırlıklı olarak erkek ağaçlardan seçildiği; ancak bu durumun yüksek polen konsantrasyonlarına yol açtığı ve bu olgunun bahçıvanlık uzmanı Tom Ogren tarafından botanik cinsiyetçilik (botanical sexism) olarak tanımlandığı belirtilmiştir.[73]
Mikroorganizmalara maruziyetteki değişiklikler, günümüzde atopik alerjilerin (bir unsura karşı hassas olan kimsede teması takiben dakikalar içinde ortaya çıkan alerjik reaksiyon) artışını açıklamak için geçerli bir hipotez olarak görülmektedir.[33] Endotoksin maruziyeti, dolaşımdaki beyaz kan hücrelerinden (lökositler) TNF-α, IFNγ, interlökin-10 ve interlökin-12 gibi yangılı sitokinlerin salınımını baskılar.[74] Vücut hücrelerinin yüzeyinde yer alan ve Toll-benzeri reseptörler olarak adlandırılan bazı mikrop algılayıcı proteinlerin de bu süreçlerde yer aldığı düşünülmektedir.[75]
Solucanlar ve benzer parazitler, gelişmekte olan ülkelerde arıtılmamış içme sularında bulunmaktadır ve gelişmiş ülkelerde içme suyu kaynaklarının rutin klorlanması ve arıtılmasından önce bu parazitler su kaynaklarında mevcuttu.[76] Son dönemde yapılan araştırmalar, bağırsak solucanları (örneğin, kancalı kurtlar) gibi yaygın parazitlerin, bağırsak duvarına (ve dolayısıyla kan dolaşımına) kimyasal maddeler salgılayarak bağışıklık sistemini baskıladığını ve vücudun parazite karşı saldırmasını engellediğini göstermektedir.[77] Bu durum, hijyen hipotezine yeni bir bakış açısı kazandırmaktadır—insanlar ve parazitler arasındaki eş-evrim, bağışıklık sisteminin yalnızca parazitlerin varlığında doğru çalışacak şekilde gelişmesine yol açmıştır. Parazitlerin yokluğunda, bağışıklık sistemi dengesizleşir ve aşırı duyarlılık gösterir.[78] Özellikle, araştırmalar, alerjilerin, bebeklerde bağırsak florasının geç yerleşimi ile ilişkilendirilebileceğini öne sürmektedir.[79] Ancak, bu hipotezi destekleyen araştırmalar çelişkilidir; Çin ve Etiyopya'da yapılan bazı çalışmalarda, bağırsak solucanları ile enfekte olan bireylerde alerji vakalarında artış gözlemlenmiştir.[72] Bazı alerjik hastalıkların tedavisinde belirli solucanların etkinliğini değerlendirmek üzere klinik denemeler başlatılmıştır.[80] 'Parazit' teriminin uygunsuz olabileceği ve aslında şu ana kadar fark edilmeyen bir simbiyozun söz konusu olabileceği öne sürülmektedir.[80]
Alerjinin ilk evrelerinde, daha önce karşılaşılmamış bir alerjene karşı gelişen tip I aşırı duyarlılık reaksiyonu, profesyonel bir antijen sunan hücre tarafından sunulduğunda, bir tür bağışıklık hücresi olan TH2 lenfositinde, yani T hücresinin bir alt kümesinde bir yanıt oluşturur. Bu hücreler, interlökin-4 (IL-4) adı verilen bir sitokin üretirler. TH2 hücreleri, antikor üretiminden sorumlu lenfositler olan B hücresi ile etkileşime girer. IL-4'ün sağladığı sinyallerle birlikte bu etkileşim, B hücresini büyük miktarda IgE olarak bilinen belirli bir antikor türü üretmeye teşvik eder. Salgılanan IgE, kanda dolaşır ve akut yangılı yanıtla ilişkili diğer bağışıklık hücrelerinin, özellikle mast hücresi ve bazofillerin yüzeyindeki IgE'ye özgü bir reseptöre (Fc reseptörlerinden biri olan FcεRI) bağlanır. Bu aşamada, IgE ile kaplanmış hücreler alerjene duyarlı hale gelir.[33]
Daha sonra aynı alerjene tekrar maruz kalınması durumunda, alerjen mast hücreleri veya bazofillerin yüzeyinde tutulan IgE moleküllerine bağlanabilir. Birden fazla IgE-reseptör kompleksi aynı alerjen molekülüyle etkileşime girdiğinde ve duyarlı hücreyi aktive ettiğinde IgE ve Fc reseptörlerinin çapraz bağlantısı gerçekleşir. Aktive edilmiş mast hücreleri ve bazofiller, degranülasyon adı verilen bir süreçten geçer; bu süreçte, çevredeki dokuya histamin ve diğer inflamatuar kimyasal mediyatörleri (sitokinler, interlökinler, lökotrienler ve prostaglandinler) granüllerinden salarak, vazodilatasyon, mukus salgısı, sinir uyarımı ve düz kas kasılması gibi çeşitli sistemik etkiler oluştururlar. Bu da rinit, kaşıntı, nefes darlığı ve anafilaksi gibi belirtilerle sonuçlanır. Kişiye, alerjene ve maruz kalma şekline bağlı olarak, belirtiler tüm vücuda yayılabilir (klasik anafilaksi) veya belirli vücut sistemleriyle sınırlı kalabilir. Astım solunum sistemiyle, egzama ise dermis ile sınırlıdır.[33]
Akut yanıtın kimyasal mediyatörleri azaldıktan sonra, sıklıkla geç yanıtlar gözlenebilir. Bu yanıtlar, nötrofil, lenfosit, eozinofil ve makrofaj gibi diğer lökositlerin ilk reaksiyon bölgesine göç etmesiyle oluşur. Geç yanıtlar, genellikle ilk reaksiyondan 2–24 saat sonra ortaya çıkar.[81] Mast hücrelerinden salınan sitokinler, uzun süreli etkilerin devam etmesinde önemli bir rol oynayabilir. Astımda gözlenen geç dönem yanıtlar, diğer alerjik yanıtlarla kıyaslandığında biraz farklılık gösterse de, yine de eozinofillerden salınan mediyatörlere bağlıdır ve TH2 hücrelerinin aktivitesine dayanır.[82]
Alerjik kontakt dermatit, genellikle "alerjik" bir reaksiyon olarak adlandırılsa da (tip I aşırı duyarlılıkla ilişkilendirilir), patofizyolojisi aslında daha çok tip IV aşırı duyarlılık reaksiyonuna karşılık gelir.[83] Tip IV aşırı duyarlılıkta, belirli T hücreleri (CD8+) aktive olarak hedef hücreleri doğrudan temasla yok ederken, aynı zamanda aktif makrofajlar hidrolik enzimler üretir.[84]
Alerjik hastalıkların etkin yönetimi, doğru tanı koyma yeteneğine bağlıdır.[85] Alerji testleri, alerjilerin doğrulanmasına veya dışlanmasına yardımcı olur.[86][87] Geçerli alerji testi sonuçlarına dayalı doğru tanı, danışmanlık ve kaçınma önerileri, belirtilerin sıklığını azaltır, ilaç ihtiyacını düşürür ve yaşam kalitesini artırır.[86] Alerjene özgü IgE antikorlarının varlığını değerlendirmek için iki yöntem kullanılabilir: deri prik testi veya alerji kan testi. Her iki yöntem de önerilmektedir ve benzer tanısal değere sahiptir.[87][88]
Deri prik testleri ve kan testleri maliyet açısından eşdeğer olup, sağlık ekonomisi verileri her iki testin de test yapılmamasına kıyasla maliyet etkin olduğunu göstermektedir.[86] Erken ve daha kesin tanılar, danışma sayısını, ikincil bakıma sevkleri, yanlış tanıları ve acil yatışları azaltarak maliyet tasarrufu sağlar.[89]
Alerji zamanla dinamik değişiklikler gösterir. İlgili alerjenlerin düzenli olarak test edilmesi, hasta yönetiminin nasıl değiştirilebileceği ve sağlık ile yaşam kalitesinin nasıl iyileştirilebileceği konusunda bilgi sağlar. Süt, yumurta, soya ve buğday alerjilerinin ortadan kalkıp kalkmadığını belirlemek için genellikle yıllık testler yapılır, yer fıstığı, kuruyemişler, balık ve kabuklu deniz ürünlerine karşı alerjilerde ise test aralığı 2-3 yıla kadar uzatılır.[87] Takip testlerinin sonuçları, alerjenik gıdaların diyete güvenli bir şekilde ne zaman ve nasıl eklenebileceği veya yeniden tanıtılabileceği konusunda karar vermeye rehberlik edebilir.[90]
Deri testi, hastanın cildine yapılan bir dizi küçük delik veya çizik nedeniyle "delme testi" ve "prik testi" olarak da bilinir. Şüpheli alerjenlerin ve/veya bunların özütleri (örneğin, polen, çimen, tozakarı proteinleri, yer fıstığı ekstraktı) ciltte işaretlenmiş bölgelere uygulanır. Negatif ve pozitif kontrol örnekleri de karşılaştırma amacıyla kullanılır (örneğin, negatif kontrol olarak salin veya gliserin; pozitif kontrol olarak histamin kullanılır). Küçük plastik veya metal bir cihaz kullanılarak cilt yüzeyi delinir veya çizilir. Bazı durumlarda alerjenler, hastanın cildine iğne ve şırınga ile "deri içi" olarak enjekte edilir. Testin yaygın olarak uygulandığı bölgeler arasında ön kolun iç yüzü ve sırt bölgesi bulunur.
Hasta, test edilen maddeye alerjikse, genellikle 30 dakika içinde gözle görülür bir yangılı reaksiyon oluşur. Bu reaksiyon, hafif bir kızarıklıktan, daha hassas hastalarda ürtiker benzeri büyük bir kabarıklık ve kızarıklık reaksiyonuna kadar değişebilir. Deri prik testinin sonuçları, genellikle alerji uzmanları tarafından bir şiddet ölçeğine göre değerlendirilir; +/− sınırda reaktiviteyi ifade ederken, 4+ büyük bir reaksiyonu gösterir. Alerji uzmanları, giderek artan bir şekilde reaksiyonunun çapını ölçmekte ve kaydetmektedir. Bu değerlendirme, iyi eğitimli alerji uzmanları tarafından yapılan yorumlarla, ilgili literatürün rehberliğinde gerçekleştirilir.[91] Genel olarak, bir antijenin neden olduğu kabarıklığın çapı, negatif kontrolün (örneğin, salin veya gliserin) kabarıklığından ≥3 mm büyükse, pozitif bir yanıt olarak kabul edilir.[92] Bazı hastalar, kendi alerjik duyarlılıklarını gözlem yoluyla belirlediklerini düşünebilirler, ancak deri testinin alerjiyi tespit etmede hasta gözlemine göre çok daha üstün olduğu kanıtlanmıştır.[93]
Eğer ciddi ve hayatı tehdit eden bir anafilaktik reaksiyon nedeniyle bir hasta değerlendirme için başvurmuşsa, bazı alerji uzmanları, deri prik testi yapmadan önce başlangıçta bir kan testi yapılmasını tercih edebilirler. Yaygın cilt hastalığı olan veya son birkaç gün içinde antihistaminikler kullanmış olan hastalar için deri testleri uygun bir seçenek olmayabilir.
Yama testi, belirli bir maddenin ciltte alerjik yangıya neden olup olmadığını belirlemek için kullanılan bir yöntemdir. Bu test, gecikmeli reaksiyonları saptamak için kullanılır. Cilt temas alerjisinin veya kontakt dermatitin nedenini belirlemeye yardımcı olur. Genellikle birkaç yaygın alerjen kimyasal veya cilt duyarlayıcısı ile işlenmiş yapışkan yamalar sırt bölgesine uygulanır. Uygulama sonrası cilt, olası yerel reaksiyonlar açısından en az iki kez incelenir; genellikle uygulamadan 48 saat sonra ve tekrar iki veya üç gün sonra değerlendirme yapılır.
Alerji kan testi hızlı ve basittir ve lisanslı bir sağlık hizmeti sağlayıcısı (örneğin, bir alerji uzmanı) veya pratisyen hekim tarafından istenebilir. Deri prik testinin aksine, kan testi yaş, cilt durumu, ilaç kullanımı, belirti, hastalık aktivitesi ve hamilelikten bağımsız olarak yapılabilir. Her yaştan yetişkin ve çocuk alerji kan testi yaptırabilir. Bebekler ve çok küçük çocuklar için, alerji kan testi için tek bir iğne batması, birden fazla deri priki işleminden genellikle daha nazik bir seçenektir.
Alerji kan testi, çoğu tıbbi laboratuvarda mevcuttur. Hastadan alınan kan örneği analiz için bir laboratuvara gönderilir ve sonuçlar birkaç gün sonra geri alınır. Tek bir kan örneği ile birden fazla alerjen tespit edilebilir. Alerji kan testleri oldukça güvenlidir çünkü test sırasında kişi herhangi bir alerjene maruz kalmaz.
Test, kanda spesifik IgE antikorlarının konsantrasyonunu ölçer. Nicel IgE test sonuçları, farklı maddelerin belirtileri nasıl etkileyebileceğinin belirlenmesine olanak tanır. Genel bir kural olarak, IgE antikor düzeyinin yüksek olması, belirtilerin ortaya çıkma olasılığını artırır. Günümüzde düşük seviyelerde bulunan ve belirtilere yol açmayan alerjenler, gelecekteki belirti gelişimini öngörmek için yeterli değildir. Nicel alerji kan testi sonuçları, hastanın hangi alerjenlere duyarlı olduğunu belirlemeye, hastalığın seyrini tahmin etmeye ve izlemeye, ciddi reaksiyon riskini değerlendirmeye ve çapraz reaktiviteyi açıklamaya yardımcı olabilir.[94][95]
Düşük toplam IgE seviyesi, yaygın olarak solunan alerjenlere karşı duyarlılığı elemek için yeterli değildir.[96] İstatistiksel yöntemler, ROC eğrisi gibi öngörü değeri hesaplamaları ve olasılık oranları, çeşitli test yöntemlerinin birbiriyle ilişkisini değerlendirmek için kullanılmıştır. Bu yöntemler, yüksek toplam IgE seviyesine sahip hastalarda alerjik duyarlılık olasılığının yüksek olduğunu göstermiştir, ancak dikkatle seçilmiş alerjenlere yönelik spesifik IgE antikorları için alerji testleri ile daha ileri bir inceleme yapılması sıklıkla gereklidir.
Belirli IgE antikorlarını ölçmek için kullanılan laboratuvar yöntemleri arasında enzim bağlı immünosorbent testi (ELISA veya EIA),[97] radyoallergosorbent testi (RAST),[97] floresan enzim immunoeseyi (FEIA)[98] ve kemilüminesans immünoesey (CLIA) yer almaktadır.[99][100]
Yükleme testi: Yükleme testi, şüpheli bir alerjenin küçük miktarlarının ağızdan, solunum yoluyla veya diğer yöntemlerle vücuda uygulanmasıdır. Gıda ve ilaç alerjilerinin test edilmesi dışında bu test nadiren yapılır. Yükleme testi uygulanacaksa, mutlaka bir alerji uzmanı tarafından yakından izlenmelidir.
Eleme/yükleme testleri: Bu test yöntemi genellikle gıdalar veya ilaçlar için tercih edilir. Alerjiden şüphelenilen bir hasta, belirli bir süre boyunca bu alerjenden tamamen kaçınması için diyetini değiştirir. Eğer bu süreçte hastanın belirtilerinde belirgin bir iyileşme gözlenirse, alerjeni yeniden tanıtarak "yükleme" yapılır ve belirtilerin yeniden ortaya çıkıp çıkmadığı değerlendirilir.
Güvenilmez testler: Diğer bazı alerji test yöntemleri güvenilir değildir; bunlar arasında uygulamalı kinezyoloji (kas gevşemesi ile alerji testi), sitotoksisite testi, idrar otoenjeksiyonu, cilt titrasyonu (Rinkel yöntemi) ve nötralizasyon (subkutan) testleri veya sublingual yükleme bulunur.[101]
Alerjik bir hastalık tanısı konulmadan önce, mevcut belirtilerin diğer olası nedenleri dikkate alınmalıdır.[102] Örneğin, vazomotor rinit, alerjik rinit ile benzer belirtiler gösteren birçok hastalıktan biridir ve bu durum, profesyonel bir ayırıcı tanının önemini ortaya koyar.[103] Astım, rinit, anafilaksi veya diğer alerjik hastalıkların tanısı konulduktan sonra, bu alerjinin etiyolojik ajanını belirlemek için çeşitli yöntemler kullanılabilir.
Yer fıstığı ürünlerinin erken verilmesi, alerji gelişme riskini azaltabilirken, yaşamın ilk birkaç ayında yalnızca emzirmenin dermatit riskini azaltabileceği öne sürülmektedir.[104][105] Annenin hamilelik veya emzirme dönemindeki diyetinin alerji riskini etkilediğine dair yeterli kanıt bulunmamaktadır,[104] ayrıca belirli gıdaların geciktirilmiş olarak tanıtılmasının faydalı olduğuna dair bir kanıt yoktur.[104] Potansiyel alerjenlere erken maruz kalmanın aslında koruyucu olabileceği öne sürülmektedir.[5]
Hamilelik sırasında balık yağı takviyesi almak, daha düşük bir alerji riski ile ilişkilendirilmiştir.[105] Hamilelik veya bebeklik döneminde alınan probiyotik takviyelerinin, atopik dermatiti önlemede etkili olabileceği düşünülmektedir.[106][107]
Alerji yönetimi, genellikle alerji tetikleyicisinden kaçınmayı ve belirtileri hafifletmek amacıyla ilaç kullanımını içerir.[6] Bazı alerji türlerinde alerjen immünoterapisi faydalı olabilir.[6]
Alerjik aracılara karşı etkinliği engellemek veya hücre aktivasyonu ve degranülasyon süreçlerini önlemek amacıyla çeşitli ilaçlar kullanılabilir. Bu ilaçlar arasında antihistaminikler, glukokortikoidler, epinefrin (adrenalin), mast hücresi stabilizatörleri ve antilökotrien ajanları gibi yaygın tedavi seçenekleri yer alır.[108] Ayrıca, antikolinerjikler, dekonjestanlar ve eozinofil kemotaksisini engelleyebilecek diğer bileşikler de yaygın olarak kullanılmaktadır. Anafilaksinin şiddeti nadir durumlarda epinefrin enjeksiyonunu gerektirebilir ve tıbbi bakımın mümkün olmadığı yerlerde epinefrin kiti birey tarafından kendi üzerinde kullanılabilir.[27]
Alerjen immünoterapisi, çevresel alerjiler, böcek ısırıkları alerjileri ve astım tedavisinde faydalı olabilir.[6][109] Gıda alerjileri için yararına ilişkin belirsizlikler nedeniyle bu durumda önerilmemektedir.[6] İmmünoterapi, bağışıklık sisteminin alerjene verdiği yanıtı değiştirmek amacıyla, kişiyi giderek artan miktarlarda alerjene maruz bırakmayı içerir.[6]
Meta-analizler, çocuklarda alerjik rinitin tedavisinde alerjenlerin deri altına enjeksiyonunun etkili olduğunu göstermiştir.[110][111] Aynı zamanda astım tedavisinde de etkili bulunmuştur.[109] Tedavi sonlandırıldıktan sonra bile olumlu etkiler yıllarca sürebilir.[112] Alerjik rinit, alerjik konjonktivit, alerjik astım türleri ve böcek sokmalarına karşı immünoterapi genellikle güvenli ve etkili bir tedavi seçeneği olarak kabul edilir.[113]
Kanıtlar, sublingual immünoterapinin rinit ve astım tedavisinde kullanımını belirli bir ölçüde desteklemektedir.[112] Bununla birlikte, mevsimsel alerjilerde bu yöntemin faydası sınırlıdır.[114] Bu yöntemde, alerjen dil altına uygulanır ve bu form, enjeksiyonlara kıyasla daha çok tercih edilir.[112] Ancak, immünoterapi astım için tek başına bir tedavi yöntemi olarak önerilmemektedir.[112]
Deneysel bir tedavi yöntemi olan enzim potansiyel desensitizasyonu (EPD; İng. enzyme potentiated desensitization) uzun yıllardır denenmiş, ancak genellikle etkili olduğu kabul edilmemiştir.[115] EPD, düzenleyici T hücresinin duyarlılığı azaltma veya aşağı düzenleme tepkisi vermesi için alerjenlerin ve bir enzim olan beta-glukuronidazın seyreltik formlarını kullanır. EPD, Otoimmün hastalıkların tedavisinde de denenmiştir, ancak bu alanda etkinliğini destekleyen yeterli kanıt bulunmamaktadır.[115]
Bir derlemede, homeopatik tedavilerin etkinliğinin olmadığı ve plasebo ile karşılaştırıldığında herhangi bir fark yaratmadığı bulunmuştur. Araştırmacılar, çocukluk ve ergenlik dönemindeki rahatsızlıklar için tüm homeopati türleri üzerinde yapılan titiz klinik denemelere dayanarak, homeopatik tedavilerin kullanımını destekleyen ikna edici bir kanıt olmadığını belirtmişlerdir.[116]
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki National Center for Complementary and Integrative Health'e göre, tuzlu su ile burun yıkama ve öksürük otunun diğer alternatif tıp yöntemlerine kıyasla nispeten güçlü kanıtlara sahip olduğu belirtilmiştir. Ancak bal, akupunktur, omega 3 yağ asitleri, probiyotikler, geven (kuzey yarımküredeki ılıman bölgelerde yetişen çok yıllık bir bitki cinsi), kapsaisin (kırmızı biberden elde edilen, ağrı kesicilerde ve biber gazı spreylerinde kullanılan tahriş edici madde), üzüm çekirdeği ekstresi, Piknogenol, kuversetin, spirulina, ısırgan otu, tinospora veya guduchi gibi diğer alternatif tedaviler için bilimsel kanıtlar zayıf, olumsuz veya mevcut değildir.[117][118]
Son 2-3 on yıl içinde Batı dünyasında alerjik hastalıklar, özellikle saman nezlesi ve astım, artış göstermiştir.[119] Sanayileşmiş ülkelerde alerjik astım ve diğer atopik bozukluklardaki artışın, 1960'lar ve 1970'lerde başladığı, 1980'ler ve 1990'larda ise bu artışın hızlandığı tahmin edilmektedir,[120] ancak bazı araştırmacılar duyarlılıktaki sürekli yükselişin 1920'lerden beri sürdüğünü belirtmektedir.[121] Gelişmekte olan ülkelerde atopik hastalıkların yıllık vaka sayısı ise genel olarak çok daha düşük seviyelerde kalmıştır.[120]
Alerji türü | Birleşik Devletler | Birleşik Krallık[122] |
---|---|---|
Alerjik rinit | 35.9 milyon[123] (Nüfusun yaklaşık %11'i[124]) | 3.3 milyon (Nüfusun yaklaşık %5.5'i[125]) |
Astım | Yaklaşık 10 milyon birey alerjik astım tanısı almıştır, bu da nüfusun yaklaşık %3'ünü oluşturmaktadır. 1980-1994 yılları arasında astım yaygınlık oranında %75'lik bir artış gözlemlenmiştir. Astım yaygınlığı, Afrikalı Amerikalılarda Avrupalılara kıyasla %39 oranında daha yüksektir.[126] | Yaklaşık 5,7 milyon birey (%9,4) astım tanısı almıştır. Altı ve yedi yaş grubundaki çocuklarda astım yaygınlığı beş yıllık bir süre zarfında %18,4'ten %20,9'a yükselirken, aynı dönemde 13-14 yaş grubunda bu oran %31'den %24,7'ye düşüş göstermiştir. |
Atopik egzema | Nüfusun yaklaşık %9'u astım tanısı almıştır. 1960 ile 1990 yılları arasında çocuklarda astım prevalansı %3'ten %10'a yükselmiştir.[127] | 5.8 milyon (yaklaşık %1 şiddetli). |
Anafilaksi | Böcek zehirlenmesine bağlı olarak her yıl en az 40 ölüm meydana gelmektedir. Penisilin anafilaksisi nedeniyle yıllık ortalama 400 ölüm rapor edilmiştir. Lateks alerjisi nedeniyle her yıl yaklaşık 220 anafilaksi vakası ve 3 ölüm gerçekleşmektedir.[128] Gıda alerjisine bağlı anafilaksi sonucu her yıl tahmini 150 kişi yaşamını yitirmektedir.[129] | 1999 ile 2006 yılları arasında, yaşları beş aydan 85 yıla kadar değişen bireylerde 48 ölüm vakası rapor edilmiştir. |
Böcek sokması | Yetişkinlerin yaklaşık %15'i hafif ve lokalize alerjik reaksiyonlar yaşamaktadır. Sistemik reaksiyonlar ise yetişkinlerin %3'ünde ve çocukların %1'inden azında görülmektedir.[130] | Bilinmiyor |
İlaç alerjisi | Penisiline bağlı anafilaktik reaksiyonlar, yılda 400 ölümle sonuçlanmaktadır. | Bilinmiyor |
Gıda alerjisi | Çocukların %7,6'sı ve yetişkinlerin %10,8'i.[131] Yer fıstığı ve/veya kuruyemiş (örneğin, ceviz) alerjisi, yaklaşık üç milyon Amerikalıyı, yani nüfusun %1,1'ini etkilemektedir.[129] | Bebeklerin %5-7'si ve yetişkinlerin %1-2'si bu alerjiden etkilenmektedir. 2001 ile 2005 yılları arasında yer fıstığı alerjisi vakalarında %117,3 oranında bir artış gözlemlenmiş olup, İngiltere'de tahmini 25.700 kişinin bu durumdan etkilendiği rapor edilmiştir. |
Çoklu alerjiler (Astım, egzema ve alerjik rinit birlikte) | Bilinmiyor | Yaklaşık 2,3 milyon kişi (%3,7) bu durumdan etkilenmiştir ve yaygınlık 2001 ile 2005 yılları arasında %48,9 oranında artış göstermiştir.[132] |
Genetik etmenler atopik hastalıklara yatkınlığı belirlese de, popülasyondaki genetik değişikliklerle açıklanamayacak kadar kısa bir sürede atopi sıklığında artışlar meydana gelmiştir, bu da çevresel veya yaşam tarzı değişikliklerine işaret etmektedir.[120] Bu artış oranını açıklamak için birkaç hipotez öne sürülmüştür. Pereniyal (sürekli) alerjenlere maruz kalma artışı, konut değişiklikleri ve iç mekanlarda geçirilen zamanın artmasıyla ilişkili olabilir ve yaygın bir bağışıklık kontrol mekanizmasının azalması, temizlik veya hijyen değişikliklerinden kaynaklanabilir ve diyet değişiklikleri, obezite ve fiziksel aktivitedeki azalma ile şiddetlenebilir.[119] Hijyen hipotezine göre,[133] yüksek yaşam standartları ve hijyenik koşullar, çocukların daha az enfeksiyona maruz kalmasına neden olur. Erken dönemde bakteriyel ve viral enfeksiyonların azalmasının, olgunlaşmakta olan bağışıklık sistemini TH1 tipi tepkilerden uzaklaştırarak, kontrolsüz TH2 tepkilerinin artmasına ve alerji sıklığının yükselmesine yol açtığı düşünülmektedir.[78][134]
Ancak, enfeksiyon oranlarındaki ve türlerindeki değişiklikler tek başına gözlemlenen alerjik hastalık artışını açıklayamamış ve son kanıtlar, gastrointestinal mikrobiyal ortamın önemine dikkat çekmiştir. Kanıtlar, hepatit A, toxoplasma gondii ve helicobacter pylori gibi gıda ve fekal-oral patojenlere maruz kalmanın (ki bunlar gelişmekte olan ülkelerde daha yaygındır), atopi riskini %60'tan fazla azaltabildiğini göstermiştir.[135] Ayrıca, parazitik enfeksiyonların artışının astım yaygınlığında azalma ile ilişkili olduğu tespit edilmiştir.[136] Bu enfeksiyonların etkilerini, TH1/TH2 düzenlemesini kritik bir şekilde değiştirerek gösterdiği düşünülmektedir.[137] Yeni hijyen hipotezlerinin önemli unsurları arasında endotoksinlere maruz kalma, evcil hayvanlarla temas ve çiftlikte büyüme gibi faktörler de yer almaktadır.[137]
Alerjik hastalıklara atfedilebilecek bazı belirtiler antik kaynaklarda belirtilmiştir.[138] Özellikle Roma Julio-Claudian hanedanı üyelerinden üçü (Augustus, Claudius ve Britannicus) atopiye ailevi yatkınlık göstermiş olabilir.[138][139] "Alerji" kavramı ilk olarak 1906 yılında Viyanalı pediatrist Clemens von Pirquet tarafından ortaya atılmıştır. Pirquet, at serumu veya çiçek aşısı enjeksiyonu yapılan hastaların, ikinci enjeksiyonlara karşı daha hızlı ve şiddetli reaksiyonlar gösterdiklerini fark etmiştir.[140] Pirquet, bu olguyu Eski Yunanca kelimeler olan ἄλλος allos ("diğer") ve ἔργον ergon ("iş") sözcüklerinden türeyen "alerji" terimi ile adlandırmıştır.[141]
Tüm aşırı duyarlılık türleri önceden alerji olarak sınıflandırılır ve tümünün bağışıklık sisteminin uygunsuz bir şekilde aktivasyonundan kaynaklandığı düşünülürdü. Daha sonra, farklı hastalık mekanizmalarının işin içinde olduğu ve bunların ortak noktasının bozulmuş bağışıklık sistemi aktivasyonu olduğu anlaşıldı. 1963 yılında, Philip Gell ve Robin Coombs tarafından, Tip I'den Tip IV'e kadar dört tür hipersensitivite reaksiyonu tanımlayan yeni bir sınıflandırma şeması geliştirildi.[142] Bu yeni sınıflandırma ile "alerji" terimi, bazen "gerçek alerji" olarak da belirtilen, IgE antikorlarının rol oynadığı, hızla gelişen reaksiyonlar ile karakterize edilen Tip I hipersensitivitelere (diğer adıyla ani aşırı duyarlılık) sınırlanmıştır.[143]
Alerjinin mekanizmalarının anlaşılmasında önemli bir dönüm noktası, immünoglobulin E (IgE) olarak adlandırılan antikor sınıfının keşfi olmuştur. IgE, 1966-67 yılları arasında iki bağımsız araştırma grubu tarafından eşzamanlı olarak keşfedilmiştir:[144] Bunlardan biri ABD'de Denver'daki Çocuk Astım Araştırma Enstitüsü ve Hastanesi'nde Ishizaka'nın ekibi,[145] diğeri ise İsveç'in Uppsala kentinde Gunnar Johansson ve Hans Bennich tarafından yürütülen çalışmadır.[146] Bu iki grubun ortak makalesi Nisan 1969'da yayımlanmıştır.[147]
Radyometrik testler arasında, kanda IgE antikor seviyelerini ölçmek için radyoaktif izotoplarla işaretlenmiş IgE-bağlayıcı (anti-IgE) antikorları kullanan radyoallergosorbent testi (RAST testi) yöntemi bulunmaktadır.[148]
RAST metodolojisi, 1974 yılında İsveç'in Uppsala kentinde Pharmacia Diagnostics AB tarafından icat edilip piyasaya sürülmüştür ve RAST aslında bir marka adıdır. 1989 yılında, Pharmacia Diagnostics AB, daha yeni bir floresan işaretli teknoloji kullanan ImmunoCAP Spesifik IgE kan testi adlı daha üstün bir test ile RAST'ı değiştirmiştir.[149]
Amerikan Alerji, Astım ve İmmünoloji Koleji (ACAAI) ve Amerikan Alerji, Astım ve İmmünoloji Akademisi (AAAAI), 2008 yılında "Alerji Tanı Testlerinin İncelikleri ve Tuzakları" başlıklı Ortak Görev Gücü Raporunu yayımlamış ve RAST teriminin artık geçersiz olduğunu açıkça belirtmiştir:
RAST terimi, tüm çeşit (in vitro alerji) testleri için halk arasında yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu talihsiz bir durumdur, çünkü iyi performans gösteren testler olduğu gibi, o kadar iyi performans göstermeyen testler de bulunmaktadır, ancak hepsi RAST olarak adlandırıldığından, hangisinin hangisi olduğunu ayırt etmek zorlaşmaktadır. Bu nedenlerden dolayı, bu testlerin genel tanımlayıcısı olarak RAST kullanımının terk edilmesi önerilmektedir.[14]
Güncellenmiş versiyon olan ImmunoCAP Spesifik IgE kan testi, 0.1 kU/L tespit limitine kadar nicel olarak raporlamak için Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) onayı alan tek IgE testidir.[149]
İsimleri | Hekim |
---|---|
Meslek türü | Uzman |
Etkin sektörler | Tıp |
Gerekli eğitimler |
|
Çalışma alanları | Hastaneler, Klinikler |
Alerji uzmanı, alerjiler, astım ve diğer alerjik hastalıkların yönetimi ve tedavisi konusunda özel eğitim almış bir hekimdir. Amerika Birleşik Devletleri'nde, Amerikan Alerji ve İmmünoloji Kurulu (ABAI) tarafından sertifikalandırılmış hekimler, akredite bir eğitim programı ve değerlendirme sürecini başarıyla tamamlamış, bilgi, beceri ve hasta bakımındaki deneyimlerini göstermek için gözetmen eşliğinde bir sınavı geçmiştir.[150] Alerji uzmanı/immünolog olmak, en az dokuz yıllık bir eğitim sürecini gerektirir. Tıp fakültesini tamamlayıp tıp diploması aldıktan sonra, bir hekim, iç hastalıkları (dahiliye uzmanı olmak için) veya pediatri (çocuk doktoru olmak için) alanında üç yıllık bir eğitim alır. Bu uzmanlık alanlarından birinde eğitimlerini tamamladıktan sonra, hekimler ABD için Amerikan Pediatri Kurulu (ABP), Amerikan Osteopatik Pediatri Kurulu (AOBP), Amerikan İç Hastalıkları Kurulu (ABIM) veya Amerikan Osteopatik İç Hastalıkları Kurulu (AOBIM) sınavını geçmek zorundadır. Alerji-immünoloji alt uzmanlığına odaklanmak isteyen dahiliye uzmanları veya pediatristler, bir alerji/immünoloji eğitim programında en az iki yıl süren ek bir eğitim, yani uzmanlık eğitimi (fellowship) alırlar. ABAI sertifikalı alerji uzmanları/immünologlar, uzmanlık eğitimlerinden sonra ABAI'nin sertifikasyon sınavını başarıyla geçmiştir.[151]
Birleşik Krallık'ta, alerji genel tıp veya pediatrinin bir yan dalıdır. Royal College of Physicians (MRCP) veya Royal College of Paediatrics and Child Health (MRCPCH) gibi yüksek lisans sınavlarını geçtikten sonra, bir doktor uzmanlık eğitimi alarak birkaç yıl çalışır ve ardından Genel Tıp Konseyi (General Medical Council) uzmanlık kaydına hak kazanır. Alerji hizmetleri ayrıca immünologlar tarafından da sunulabilir. 2003 yılında Royal College of Physicians tarafından yayımlanan bir rapor, Birleşik Krallık'taki yetersiz alerji hizmetlerinin iyileştirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur.[152] 2006 yılında Lordlar Kamarası bir alt komite kurmuş ve 2007 yılında alerji hizmetlerinin, Lordlar'ın "alerji salgını" ve bunun sosyal maliyeti olarak nitelendirdiği durumu ele almak için yetersiz olduğunu tespit etmiş, bu konuda çeşitli önerilerde bulunmuştur.[153]
Düşük alerjen içeren gıdalar geliştirilmekte olup, deri prik testi tahminlerinde iyileştirmeler sağlanmaktadır; atopik yama testi, yaban arısı sokması sonuçlarının tahmini, hızlı çözünen epinefrin tableti ve eozinofilik hastalıklar için anti-IL-5 gibi konular değerlendirilmektedir.[154]
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.