Remove ads
Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Siyaset sosyolojisi, devlet ve sivil toplumdan aileye kadar uzanan politik fenomenlerin sosyolojik analizi, araştırması vatandaşlık, toplumsal hareketler ve sosyal güç kaynakları gibi konuları araştırmakla ilgilenen bir bilim disiplinidir. Siyaset sosyolojisinin konusu toplumsal bağlamı içinde iktidardır. 19. yüzyıl ile beraber genel olarak toplumsal ve özel olarak siyasal düşüncenin bilimselleşmeye başladığı görülmüştür. Teknoloji, sanayileşme gibi unsurlar kalabalıklaşmayı beraberinde getirmiş, kalabalıklaşma ise siyasal düşünceye yönelim sağlamıştır.
Bu disiplinin fikir kaynakları, Montesquieu, Adam Smith ve Adam Ferguson gibi düşünürlerden, sosyoloji biliminin kurucu babaları Karl Marx, Émile Durkheim ve Max Weber'den ve Ernest Gellner, Anthony Giddens, Jürgen Habermas ve Michael Mann gibi çağdaş teorisyenlere kadar izlenebilir. Siyaset sosyolojisinde tipik araştırma soruları, "Neden bu kadar az ABD veya Avrupa vatandaşı oy kullanmayı seçiyor?"[1] veya "Kadınların seçilmesi ne farklılık yaratır?",[2] gibi örneklendirilebilir. Siyasal sosyologlar daha sonra "Beden nasıl bir güç alanıdır?",[3] "Duyguların küresel yoksullukla ilişkisi nasıldır?"[4] ve "Bilgi demokraside ne farklılık yaratır?"[5] gibi sorular da geliştirmeye başladılar.
Siyaset sosyolojisinin geleneksel olarak dört ana araştırma alanı vardır.
Başka bir deyişle, siyaset sosyolojisi geleneksel olarak sosyal eğilimlerin, dinamiklerin ve tahakküm yapılarının resmî siyasi süreçleri nasıl etkilediği ve çeşitli sosyal güçlerin siyasi politikaları değiştirmek için birlikte nasıl çalıştıklarını araştırmakla ilgilidir.[8] Bu açıdan üç ana teorik çerçeve tanımlanabilir: Siyasi çoğulculuk, elit teori veya yönetsel teori ve Marksist analiz ile örtüşen sınıf analizi.[9] Çoğulculuk, siyaseti öncelikle rakip çıkar grupları arasında bir yarışma olarak görür. Elit teori veya yönetsel teori bazı durumlarda devlet merkezli bir yaklaşım olarak adlandırılır. Devletin, güç merkezli bir organizasyon olarak ne anlama geldiğini, örgütsel yapısına, yarı özerk devlet yöneticilerine ve devletin dışında yer alan çıkar odaklarına bakarak açıklamaya çalışır. Bu alanın önde gelen Amerikalı bir sosyolog ve siyaset bilimci olan Theda Skocpol'dur. Toplumsal sınıf teorisi analizi, kapitalist seçkinlerin politik gücünü vurgular.[10] İki ayrı bölümde ele alınabilir: Biri "güç yapısı" veya "araçsal" yaklaşım, diğeri yapısal işlevselci yaklaşımdır. Güç yapısı yaklaşımı, en tanınmış temsilcisi G. William Domhoff tarafından açıklandığı üzere, kimin yönettiği sorusuna odaklanmaktadır. Yapısalcı yaklaşım ise, kapitalist bir ekonominin işleyişine önem verir; devletin sadece işleyiş için gereklerin yapılmasına izin vermek ve cesaretlendirmekle görevli olup, diğer işlerden çekilmesi gerektiğini savunur. (Nikos Pulancas, Bob Jessop vb.)
Karl Marx'ın devlet hakkındaki fikirleri üç konu alanına ayrılabilir: Kapitalizm öncesi devletler, kapitalist (yani şimdiki) dönemdeki devletler ve kapitalizm sonrası toplumdaki devlet ya da devletsizlik. Bunun üstesinden gelmek, devletle ilgili kendi düşüncelerinin zamanla değiştiği, erken komünizm öncesi döneme göre, Avrupa'daki başarısız 1848 Devrimlerinden hemen önceki olgun Marx döneminde daha farklı çalışmalar ortaya koymuştur.
Marx'ın 1843 tarihli Hegel'in Hak Felsefesinin Eleştirisi eserinde, temel anlayışı devlet ve sivil toplumun ayrı olduğu yönündedir. Ancak, zaten bu model için bazı kısıtlamalar gördü ve tartışmalar ileri sürdü:
“ | Her bir devlet kendi onun dışında bulunan kitlelerin garantisine ihtiyaç duyar.[11] | ” |
“ | Henüz özel mülkiyetin kaldırılması hakkında hiçbir şey söylemiyordu, gelişmiş bir sınıf teorisini ifade etmiyor ve "devlet / sivil toplum ayrımı sorunu için ortaya koyduğu çözüm tamamen politik bir çözüm olan evrensel oy hakkı idi."[11] | ” |
1846 yılında Alman İdeolojisi eserini yazdığı zaman Marx, devleti burjuva ekonomik çıkarlarının bir üretimi olarak gördü. İki yıl sonra, bu fikir Komünist Manifesto'da[12] açıklandı:
“ | Modern devletin yürütme organı, tüm burjuva sınıfının ortak işlerini yöneten bir komiteden başka bir şey değildir.[13] | ” |
Bu, devlet teorisine tamamen uyacak biçimde, üretim güçlerinin halkların üretim ilişkilerini, üretim ilişkilerinin de (siyasal ilişkiler dahil olmak üzere) diğer tüm ilişkileri belirlediği tarihin ekonomik bir yorumu olan tarihsel materyalizmi açıklar.[14][15][16] "Belirlenirci" (deterministik) iddianın güçlü bir biçimi olmasına rağmen, Marx "koşulları" da kullanır. "belirlenircilik" (determinizm) bile nedensellik değildir ve bir miktar karşılıklı hareketlilik kabul edilmektedir. Burjuvazi ekonomiyi kontrol ederken, bu yolla devleti de kontrol eder. Bu teoride devlet, sınıf yönetiminin bir aracıdır.
Antonio Gramsci'nin hegemonya teorisi yine kendi kapitalist devlet anlayışına bağlıdır. Gramsci devleti dar anlamıyla hükûmetten ibaret görmez. Bunun yerine, onu siyasal toplum (polis, ordu, hukuk sistemi vb.) - siyasi kurumların, yasal ve anayasal kontrolün alanları - ve sivil toplum (aile, eğitim sistemi, sendikalar, vb.) - genel olarak devlet ve ekonomi arasında aracılık eden özel veya devlet dışı kesim olarak görülür- olarak ikiye ayırır. Bununla birlikte, bölünmenin tamamen kavramsal olduğunu ve ikisinin de gerçekte örtüştüğünü vurgular.[17][18] Gramsci, kapitalist devletin zorla ve kısmen rıza ile yönettiğini iddia eder: siyasal toplum güç dünyasıdır ve sivil toplum rıza dünyasıdır. Gramsci, modern kapitalizm sistemi altında burjuvazinin, sendikaların ve sivil toplum içindeki kitle siyasi partilerinin taleplerinin siyasi alan tarafından karşılanmasına izin vererek ekonomik kontrolünü sağlayabileceğini ileri sürer. Böylece burjuvazi, temel ekonomik çıkarlarının ötesine geçer ve egemenlik biçimlerinin değişmesine izin vererek pasif devrime geçer. Gramsci, sırasıyla reformizm ve faşizm gibi hareketlerin ve Frederick Taylor ile Henry Ford'un bilimsel yönetim (Taylorculuk) ve montaj hattı yöntemlerinin bunun örnekleri olduğunu öne sürüyor.
İngiliz Marksist sosyolog Ralph Miliband, arkadaşı olduğu Amerikalı sosyolog C. Wright Mills'ten etkilenerek kaleme aldığı, 1969 yılında yayınlanan Marksist bir siyasal sosyoloji çalışması olan Kapitalist Toplumda Devlet eserinde, çoğulculuğun siyasi gücü yaymakta olduğu fikrini reddeder ve Batılı demokrasilerde bu gücün baskın bir sınıfın elinde tutulduğunu savunur.[19] Nikos Pulancas'ın devlet teorisi, Marksizm içinde basit anlayışlar olarak gördüğü unsurlara tepki gösterdi. Ona göre Miliband'ın araçsalcı Marksist yöntemi, devletin sadece belirli bir sınıfın elinde bir araç olduğunu iddia ediyordu. Poulantzas buna katılmıyordu, çünkü kapitalist sınıf, sınıfının gücünü bir bütün olarak sürdürmek yerine, bireysel olarak kısa vadeli kârına fazlasıyla odaklanmış olarak görünüyordu ve bütün devlet iktidarını kendi çıkarları için kullanıyordu. Poulantzas, devletin, kapitalist sınıftan nispeten özerk olmasına rağmen, yine de kapitalist toplumun düzgün işleyişini sağlama işlevini üstlendiğini ve bu nedenle kapitalist sınıfın yararına olduğunu savunuyordu. Özellikle, kapitalizm gibi doğal olarak bölücü bir sistemin kendini yeniden üretmesi için gerekli olan toplumsal istikrarla nasıl bir arada bulunabileceği çelişkisine odaklandı. Özellikle milliyetçiliğe kapitalizm içindeki sınıfsal bölünmelerinin üstesinden gelmenin bir yolu olarak bakıyordu. Gramsci'nin kültürel hegemonya anlayışından hareketle Poulantzas, ezilenlerin hareketlerinin baskı devletin tek işlevi olmadığını ileri sürüyordu. Aksine, devlet iktidarı ezilenlerin rızasını almalıydı. Egemen grup, bunu, alt grubun onayını almasının bir aracı olarak, alt gruplarla sınıf ittifakları yaparak gerçekleştirmelidir.
Bob Jessop, Gramsci, Miliband ve Poulantzas'tan etkilenerek, devletin bir varlık olarak değil, farklı stratejik etkilerle sosyal bir ilişki olarak görülmesini önerdi. Bu, devletin farklı sosyal çıkarların tarafsız bir koordinatörü, kendi bürokratik hedefleri ve çıkarları olan özerk bir kurumsal aktör veya çoğulcular, seçkinler / devletçiler ve konvansiyonel Marksistlerin sıklıkla tarif ettiği gibi "burjuvazinin yürütme komitesi" gibi önemli, sabit bir değere sahip bir kurum olmadığı anlamına gelir. Aksine, devleti esas olarak belirleyen, içinde bulunduğu geniş toplumsal ilişkilerin doğası, özellikle de sosyal güçlerin dengesidir.
Siyaset sosyolojisinde, Weber'in en etkili olan katkılarından biri Meslek Olarak Politika (Politik als Beruf) makalesidir. Burada Weber, devletin tanımını, fiziksel gücün meşru kullanımı üzerinde bir tekele sahip olan bir varlık olarak ortaya koyar.[20][21][22] Weber, siyasetin devletin gücünün çeşitli gruplar arasında paylaşıldığını ve siyasi liderlerin bu gücü kullanan kişiler olduğunu yazmıştır. Weber üç ideal siyasi liderlik türünü (alternatif olarak üç tür tahakküm, meşruiyet veya otorite olarak adlandırılır) sıralamıştır:[20][23]
Ona göre, yöneticiler ve yönetilen arasındaki her tarihsel ilişki bu unsurları içeriyordu ve bu üçlü ayrım temelinde tümü analiz edilebilirdi.[25] Karizmatik otoritenin istikrarsızlığının onu daha yapılandırılmış bir otorite biçimine "rutinleştirmeye" zorladığını ileri sürer. Saf bir geleneksel yönetim türünde, bir yöneticiye karşı yeterli direnç bir "geleneksel devrime" yol açabilir. Sonunda bürokratik bir yapı kullanan rasyonel-yasal bir otorite yapısına doğru ilerleme kaçınılmazdır. Dolayısıyla bu teori bazen sosyal evrim teorisinin bir parçası olarak görülebilir. Bu yönde bir hareketin kaçınılmazlığını öne sürerek daha geniş rasyonelleşme kavramıyla bağlantı kurar.[26]
Bürokratik yönetim bilgi yoluyla köklü bir tahakküm anlamına gelir.
— Max Weber[27]
Weber, 1922 yılında yazdığı Ekonomi ve Toplum eserinde birçok ideal kamu yönetimi ve hükûmet türünü tanımlamıştır. Toplumun bürokratikleşmesi üzerine hazırladığı eleştirel eser, çalışmalarının en kalıcı olanlarından biri hâline geldi. Weber'in bu dönemde başladığı bürokrasi üzerine çalışmaları ile hem bu terim hem kendisi popülerleşti. Modern kamu yönetiminin birçok yönü ona referanslanır ve Kıta Avrupası tipi klasik, hiyerarşik olarak organize edilmiş bir kamu hizmetine "Weberian kamu hizmeti" denir. Weber için örgütlenmenin en verimli ve rasyonel yolu olan bürokratikleşme, rasyonel-yasal otoritenin kilit parçasıydı ve dahası, bunu Batı toplumunun devam eden rasyonalizasyonunda anahtar süreç olarak görüyordu. Weber'in ideal bürokrasisi, hiyerarşik örgütlenme, belirli bir faaliyet alanında tanımlanmış otorite çizgileriyle, yazılı kurallar temelinde alınan (ve kaydedilen) eylemler, uzman eğitimine ihtiyaç duyan bürokratik yetkililer tarafından tarafsız ve kariyer yoluyla uygulanan kurallarla karakterize edilir. Kariyer gelişimi, bireyler tarafından değil, kurumlar tarafından belirlenen teknik niteliklere bağlı olarak ilerler.
Vilfredo Pareto (1848–1923), Gaetano Mosca (1858–1941) ve Robert Michels (1876–1936), Batı geleneğinde sonraki seçkin teoriyi etkileyen İtalyan elitizm (seçkincilik) okulunun kurucularıydı.[28][29]
İtalyan elitizm okulu ilk bakışta iki temel fikre dayanmaktadır: İktidar, önemli ekonomik ve siyasi kurumlarda otorite konumundadır. Seçkinleri birbirinden ayıran psikolojik fark, istihbarat ve beceriler gibi kişisel kaynaklara sahip olmaları ve hükûmete ilgi duymalarıdır; geri kalanı beceriksizdir ve kendilerini yönetme kapasitesine sahip değillerdir, seçkinler beceriklidir ve hükûmet işlerini yapabilirler. Gerçekte ise elitler, devletteki başarısızlık durumdan kaybedecek en çok şeye sahip olan kesimi oluşturuyorlardı.
Vilfredo Pareto, seçkinlerin psikolojik ve entelektüel üstünlüklerini vurgulayarak, her alanda en yüksek başarıya ulaştıklarına inanıyordu. İki tür elitin varlığını tartıştı: Yönetici elitler ve yönetici olmayan elitler. Ayrıca, bir elitin yerini yeni bir elit ile değiştirebileceği ve kişinin elit olmaktan elit olmayana nasıl dönüşebileceği fikrini derinleştirdi.
Gaetano Mosca, seçkinlerin sosyolojik ve kişisel özelliklerini vurguladı. Seçkinlerin örgütlü bir azınlık olduğunu ve kitlelerin örgütlenmemiş çoğunluk olduğunu belirtti. Yönetici sınıf, yönetici elit ve alt elitlerden oluşur. Mosca dünyayı iki gruba ayırır: Politik sınıf ve politik olmayan sınıf. Mosca, seçkinlerin entelektüel, ahlaki ve maddi üstünlüğe sahip olduklarını ileri sürmüştür.
Sosyolog Robert Michels, sosyal ve politik organizasyonların birkaç kişi tarafından yönetildiğini, sosyal organizasyon ve iş bölümünün kilit öneme sahip olduğunu iddia ettiği Oligarşinin Demir Kanunu'nu geliştirdi. Tüm örgütlerin elitist olduklarına ve seçkinlerin, siyasi örgütün bürokratik yapısına yardımcı olan üç temel ilkeye sahip olduklarına inanıyordu:
Çağdaş siyaset sosyolojisi bu soruları ciddiye almaktadır, ancak bu sorgulamalar, devlet ve toplum arasındaki ilişkilerini içerir, ancak bunlarla sınırlı olmayıp, toplumlar arasındaki güç ve siyaset oyunuyla da ilgilidir. Kısmen sosyal ilişkilerin artan karmaşıklığının, sosyal hareket örgütlenmesinin etkisinin ve küreselleşmenin bir sonucu olarak devletin göreli olarak zayıflamasının bir ürünüdür. Bununla birlikte, önemli bir kısmı, sosyal teorinin radikal olarak yeniden ele alınmasından kaynaklanmaktadır. Artık mikro sorulara (sosyal etkileşim yoluyla kimlik oluşumu, bilgi politikası ve anlam tartışmasının yapılar üzerindeki etkileri gibi) olduğu kadar, makro sorulara (devlet gücünün nasıl ele geçirileceği ve nasıl kullanılacağı gibi) da odaklanılmaktadır. Buradaki başlıca etkiler arasında kültürel çalışmalar (Stuart Hall), postyapısalcılık (Michel Foucault, Judith Butler), pragmatizm Luc Boltanski), yapılandırma teorisi (Anthony Giddens) ve kültürel sosyoloji (Jeffrey C. Alexander) bulunmaktadır.
Siyaset sosyolojisi, demokratik anayasal liberal devlet temelindeki Batı kapitalist sisteminin ortaya çıkmasıyla ortaya çıkan iki kurumsal sistem ile kapitalist ekonomi arasındaki dinamikleri araştırmaya çalışır. Demokrasi, bütün vatandaşlar önünde tarafsızlık ve yasal eşitlik vadederken, kapitalist sistem ekonomik güç eşitsizliğine ve dolayısıyla siyasal eşitsizlik olasılığına yol açar.
Çoğulcular için,[30] siyasal gücün dağılımı ekonomik çıkarlar tarafından değil, çoklu toplumsal bölünmeler ve siyasi gündemler tarafından belirlenir. Farklı grupların çeşitli siyasal çıkarları ve inançları kolektif örgütler aracılığıyla birlikte çalışarak kararları veren siyasi partileri etkileyen esnek ve adil bir temsil oluşturur. Gücün dağıtımı daha sonra karşıt çıkar gruplarının etkileşimi ile sağlanır. Bu modeldeki hükûmet, tıpkı arabuluculuk komisyoncusu olarak işlev görür ve herhangi bir ekonomik gücün kontrolünden muaftır. Ancak bu çoğulcu demokrasi, vatandaşlara kendini bireysel ve toplumsal olarak ifade edebilme mekanizmalarının var olduğu bir çerçeve sunmuş olmasını gerektirmektedir. Bu da sendikalar, dernekler gibi endüstriyel ve sosyal örgütler aracılığıyla gerçekleşebilir. Sonuçta kararlar, çıkarları için baskı yapan çeşitli gruplar arasındaki karmaşık pazarlık ve uzlaşma süreciyle alınır. Çoğulcular, birçok faktörün etkisiyle, siyasal alanın ekonomik bir elit tarafından egemenlik altında tutulmasının sona erdirilebileceğini öngörmektedir. Örgütlü emeğin gücü ve giderek müdahaleci devlet, sermayenin devleti manipüle etme ve kontrol etme gücüne kısıtlamalar getirmiştir. Buna ek olarak, sermaye artık baskın bir sınıfa değil, genişleyen bir yönetim sektörüne ve çeşitlendirilmiş paydaşlara ait olmaya başlar ve bunların hiçbiri kendi iradesini başkasına uygulayamaz hale gelir.
Adil temsiliyetin çoğulcu vurgusu, sunulan seçimin kapsamına getirilen kısıtlamaları gölgede bırakmaktadır. Bachrauch ve Baratz 1963 yılında, belirli politikaların siyasi arenadan kasıtlı olarak geri çekilmesini incelemişlerdir. Örneğin, bir toplumda radikal bir değişim olarak neyin ortaya çıktığını ifade eden örgütlü hareketler çoğu zaman gayrımeşru olarak tanımlanabilirler.[31]
ABD'deki çoğulcu teoriye ana rakip sosyolog C. Wright Mills'in "güç eliti" teorisiydi. Mills'e göre, isimsiz "güç elitleri", baskın bir ülkenin baskın kurumlarında (askerî, ekonomik ve politik) baskın mevkileri işgal edenlerdir ve kararlarının (veya karar alınmamasının) etkisi sadece ABD nüfusu değil, tüm dünya nüfusu üzerindedir. Mills'in öne sürdüğü kurumlar, zayıf seleflerini alt etmeyi başaran grupların üçlüsüdür:
(1) Geleneksel tarım ve zanaat ekonomisinin yerini alan "iki veya üç yüz dev şirket",
(2) Güçlü bir federal siyasi düzen iktidarı "birkaç düzine devletin merkezi olmayan bir grubundan" miras aldı ve "şimdi toplumsal yapının her bir alanına giriyor" ve
(3) "Devlet federallerine askerî kurumlara duyulan güvensizlik", şimdi "genişleyen bürokratik alanın tüm korkunç ve beceriksiz verimsizliğine" duyulan tepkiye dönüşüyor.
Alternatif olarak, modern Amerikan komplo teorisinden farklı olarak Mills, seçkinlerin kendilerinin bir elit olarak statülerinin farkında olmayabileceğini, "genellikle rollerinin farkında olmadıklarını" ve "bilinçli bir çaba göstermeden, kendiliğinden statü sahibi olurlar." Bununla birlikte, onları kalıtsal bir sınıf olarak görür. Mills'e göre, güç elitinin üyeleri genellikle üniversite kurumlarında alınan eğitimlerle toplumsal öneme sahip pozisyonlara gelmektedirler. Mills'e göre, sonuçta üç baskın kurumu (askerî, ekonomik ve siyasal sistem) kontrol eden seçkinler genellikle altı türden biri olarak gruplandırılabilirler:
Mills, kitabının çok kısa bir özetini şöyle formüle etmiştir: "Her şeyin ötesinde Amerika'yı kim yönetiyor? Kimse onu tümüyle yönetemez, ancak diğer tüm gruplar bir yana, güç elitleri ayrıdır."[32]
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.