Loading AI tools
Fransız doğa bilimci (1744 – 1829) Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Jean-Baptiste Lamarck (asıl adı Jean Baptiste Pierre Antoine de Monet, Chevalier de Lamarck) (1 Ağustos 1744 - 18 Aralık 1829), Fransız doğa bilimci, biyolog, akademisyen ve asker. Evrim konusunda yaptığı kapsamlı çalışmalarla bilinir.[1]
Jean-Baptiste Lamarck | |
---|---|
Doğum | 1 Ağustos 1744 Bazentin, Picardy, Fransa |
Ölüm | 18 Aralık 1829 (85 yaşında) Paris, Fransa |
Tanınma nedeni | Evrim; Kazanılmış özelliklerin kalıtımı; Philosophie zoologique |
Kariyeri | |
Çalıştığı kurum | Fransız Bilimler Akademisi; Muséum national d'Histoire naturelle; Jardin des Plantes |
Etkilendikleri | Comte de Buffon |
Etkiledikleri | Étienne Geoffroy Saint-Hilaire, William Healey Dall |
Yazar alıntısı (botanik) | Lam. |
Yazar alıntısı (zooloji) | Lamarck |
İmza | |
Lamarck, 1760 yılında babasının ölümünden sonra, Fransız ordusuna katıldı ve Yedi Yıl Savaşları'nda Prusya'ya karşı Fransız ordusunda yer aldı. Savaşa katıldığının ilk yıllarında, başlarındaki üst rütbeli olanların tamamının öldüğü ve bölüktekilerin güvenini kazanmış 17 yaşındaki bir asker olarak bölüğün kumandasını ele aldığı aktarılır. Bu başarısı ve cesareti onu, çatışma sonrasında bölük liderliğine yükseltmiştir.[2] 1766'da yaralanması sebebiyle ordudan emekli olarak tıp okumaya başlar.[3] Abisinin onu bu meslekten caydırması sebebiyle botaniğe olan ilgisine daha fazla zaman ayırır. Kısa sürede meşhur Fransız botanikçi Bernard de Jussieu'nun yanında çalışmaya başlar. 1778'de üç ciltlik, botanik araştırmalarını ihtiva eden ve Fransa'da yetişen bitkileri sınıflandırdığı "Flore françoise" eserini yayınlar ve bu sayede 1779'da Fransız Bilimler Akademisi'ne alınır.[4] 8 Ağustos 1778'de Marie Anne Rosalie Delaporte ile evlenir ve 1781'de 'Kraliyet Botanikçisi' unvanı alır ve ülkenin botanik bahçeleri ve müzelerini dolaşmaya başlar. 1790 yılında, Fransız Devrimi doruğunu yaşarken kraliyet ile bağını kesmek amacıyla adını değiştirir ve Doğal Tarih Müzesi'nin küratörü ve bir omurgasız canlılar profesörü olarak çalışmalarını sürdürür. 1798 yılında Ay'ın Dünya'nın iklimi üzerindeki etkileriyle ilgili bir makale yayınlar.[5] 1801 yılında omurgasızları evrimsel olarak sınıflandırdığı "Système des animaux sans vertèbres" çalışmasını yayınlar.[6] 1802'de yayınladığı Hidrojeoloji adındaki bir çalışmasında, "biyoloji" terimini ilk defa modern anlamda kullanır.[7][not 1]
Bitki ve hayvan örneklerinin bilgili uzmanlarının kontrolünde sınıflandırılmasını ileri süren modern müze kolleksiyonculuğu kavramını ilk ortaya atanlardandı. Omurgasızların sistematiği ile ilgilenerek temel organların fonksiyonlarını ve yapısını incelemiş, çeşitli solucanlar ve yumuşakçalar arasındaki yüzeysel benzerliklerin altındaki farkları göstermiştir.
Lamarckizm teorisinde çevrenin, bitkilerin değişmesindeki önemi anlatılır.
1778 yılında ilk eserinin yayınlanması ile ilmi hayatı başlayan Lamarck, 1783'ten îtibâren Botanik Ansiklopedisi adlı eserini yayınladı.
1809'da neşrettiği Filozofî Zoolojik ismindeki kitabında “canlıların bir asıldan türeyebileceğini” yazdı.
Lamarck'ın sisteminde ‘Evrim Teorisi’, ‘Tanrı’nın hikmeti’ ile özdeşleştirilmişti. Burada, türlerin yok olmasının Tanrı'nın hikmetine aykırı görülmesinin sebeplerinin ne olduğu sorulabilir. Birinci sebebin, canlıların varlığının sadece insanlara hizmet olduğu şeklindeki inanış olduğu söylenebilir; yok olan türlerin insanlara bir yararı olamayacağına göre, bu türlerin varlığı Tanrı'nın hikmetine aykırı bulunuyordu. Her şeyin insan için yaratılmış olduğuna dair inanç, Tanrısal hikmet adına yanlış anlayışların oluşmasına yol açmıştır. Astronomideki Aristoteles-Batlamyus sistemi ile biyolojideki Linnaeus'un sistemleri, bu yanlış önkabulden dolayı yanlış sonuçlara varan sistemlerin en önemlileridirler. Evrensel oluşumları sırf ‘insana hizmet gayesi’ ile sınırlamak Tanrısal hikmeti sınırlamak değil midir? Ikinci sebep, Aristoteles'ten beri gelen ‘varlık skalası’ fikri idi. Eğer bazı türler yok olmuşsa ‘varlık merdivenleri’nde eksiklikler olacağı ve bunun Tanrı’nın mükemmel yaratışı ile uyuşmayacağı düşünülüyordu. Hatırlanacağı gibi, ‘varlık skalası’ anlayışında, her tür başka iki türün arasında yer alır, türler arası uçurumlar yoktur ve türler hiyerarşik bir sıralanmayla ‘varlık merdivenleri’nde belirli bir yere sahiptirler. Bu anlayışta eğer bu zincirin tek bir halkası olan bir tür bile çıkarılırsa sistem bozulacaktır. Bu yüzden hiçbir tür yok olamaz. Böylesi zihinsel bir kurgu, Tanrısal hikmetle özdeşleştirilmiş ve doğadaki varlıksal (ontolojik) yapı ile karıştırılmıştır. Bazı türlerin yok olduğunun anlaşılmasıyla, bu sanal kurgunun sadece filozofların zihinlerinden çıkan bir hayal olduğu ortaya çıkmıştır. Sonradan birçoklarının fark edeceği gibi Tanrısal hikmet ile türlerin yok olması arasında bir zıtlık bulmak suni bir sorundur. Tanrı’nın yaratışındaki hikmetleri, insana hizmet veya insanın gözlemiyle sınırlamaktan doğan hatalar yanlış yargılara yol açmıştır. Lamarck bu suni soruna çare bulduğunu düşünüyordu.
Georges Cuvier, anatomi ve fosilbiliminde kendi döneminin en yetkin isimlerinden biriydi ve Lamarck’ı, ‘varlık merdivenleri’nde ilerleme (evrim) olduğunu söyleyen fikirlerinden dolayı eleştirdi. Canlılar dünyasında ‘hiyerarşik bir skala’ olmadığını, canlılar dünyasının en aşağıdan en yukarıya dizilmeye uygun olmayacak kadar çok çeşitli olduğunu söyledi. Cuvier'nin çağdaşları, onun, Lamarck'ın Evrim Teorisi'ni geçersiz kıldığını düşündüler. Lamarck'ın, yeryüzünün, ufak ve yavaş değişimleri adım adım geçirdiğini düşünmesine karşılık; Cuvier, yeryüzünün, büyük değişimler (katastrofik) geçirdiğini savundu ve türlerin yok olması ile yeni yaratılışları bu değişimlere (Nuh Tufanı gibi) bağladı. Mısır’daki mumyalanmış hayvanlarla günümüz hayvanlarının aynı olmasını, türlerin sabitliğine ve evrimleşmenin, türlerin yok olmasını önleyecek bir mekanizma olamayacağına karşı delil olarak kullandı.
Lamarck, canlılara içkin olan ve onları kompleksliğe götüren bir eğilim olduğunu ve bunun, Yaratıcı’nın canlılara bahşettiği bir unsur olduğunu söyledi. Görüldüğü gibi, sistematik bir şekilde Evrim Teorisi’ni ilk ortaya koyan kişi olarak gösterilen Lamarck, Tanrı’nın varlığını da kabul eden bir evrim görüşü savunmuştur. Bu da Evrim Teorisi’nin mutlak olarak ateist bir görüş olduğu iddiasının yanlışlığını gösteren önemli bir durumdur. Lamarck’a göre, en basit canlılar ‘kendiliğinden oluş’ yoluyla oluşuyordu ve daha sonra en kompleks canlılar baştaki bu ‘kendiliğinden türeyen’ canlılardan evrimleşiyordu. Insan en yüksek mükemmelliği temsil ettiği için, canlılar insana yaklaştıkları ölçüde mükemmeldi. İnsan evrimin en son ürünüydü ve maymunumsu canlılardan evrimleşmişti. Böylelikle Lamarck, Charles Darwin’den önce maymunumsu canlılardan insanın evrimleştiğini açıkça söyledi. Descartes ve Buffon gibi Fransız düşüncesinde etkin olan ve insanla hayvanlar arasına geniş bir uçurum koyan düşünürlere karşı Lamarck, insanla hayvanları evrimsel bir şemada birleştirdi.
Lamarck’ın Evrim Teorisi’nin günümüzde algılanan şekliyle Evrim Teorisi’nden önemli farklarından biri, onun bütün türler için ‘ortak bir ata’yı savunmamış olmasıdır. Buffon ‘kökensel türler’in, diğer türler için ‘ortak bir ata’ olduğunu savunmuş, fakat evrim fikrini reddettiği için tüm türler için ‘ortak bir ata’yı reddetmiştir. Lamarck ise kendiliğinden türeyen birçok basit canlı formundan kompleks canlıların ‘farklı evrimsel çizgiler’de oluşumunu öngördüğü için ‘ortak bir ata’ fikrine tamamen yabancıydı.
Lamarck, çevredeki yavaş değişikliklerin canlılarda yeni ihtiyaçlar doğurduğunu, bu ihtiyaçlar sonucunda canlıların hareketlerinin bedenlerinde değişiklikler oluşturduğunu ve bu değişikliklerin sonraki nesillere aktarıldığını söyledi: Kullanılan organlar sinirsel sıvıdan daha çok faydalanıp gelişiyor, buna karşın kullanılmayan organlar köreliyordu. Bilinen en ünlü örneğe göre zürafaların boyunları yüksek dallardaki yaprakları yiyebilmek için uğraşmaları sonucunda uzamıştır ve bu özellik sonraki nesillere aktarılıp türün özelliği olmuştur. Lamarck'ın bu yaklaşımı türlerin oluşumunu doğal seleksiyon temelinde açıklayan Darwin'inkinden farklıdır. Örneğin Darwinci tarzda uzun boyunlu zürafaları açıklamaya kalkan biri; önce kısa boyunlu zürafaların olduğunu, bazı uzun boyunlu varyasyonlar (çeşitliliğin içinde bir tip) oluşuverdiğini ve bu uzun boyunlu zürafaların daha iyi beslenebilmelerinden dolayı, yani daha avantajlı olmalarından dolayı yaşadıkları, kısa boyunlu olanların ise doğal seleksiyon sonucunda yok olduklarını söyler. Lamarck'ın anlatımında çevresel değişiklikler öncedir, bunlar canlıdaki değişime sebep olur. Darwin'de ise rastgele varyasyonlar önce vardır, doğanın düzenleyici etkisi olan doğal seleksiyon sonra devreye girer.
Mendel’in ve Weismann’ın çalışmaları, Lamarck’ın Evrim Teorisi’nin kalbi olan ‘sonradan kazanılan özelliklerin aktarılması’ fikrinin yanlışlığını gösterdi. Weismann ünlü deneyinde, farelerin kuyruklarını kesti ve birçok nesilde devam ettirdiği bu uygulamanın farelerde hiçbir değişikliğe sebep olmadığını gösterdi. Lamarckçılar'ın sonradan kazanılan özelliklerin aktarılabildiğini göstermek için yaptıkları tüm deneyler sonuç vermedi. Genetik biliminin ve embriyolojinin bilinen tüm çalışmaları çevresel faktörlerin, üreme hücrelerindeki genetik koda etki etmeyeceğini ve embriyonun (yeni canlının), bu genetik koda göre gelişeceğini göstermiştir. Binlerce yıldır sünnet olan Yahudilerin çocuklarının sünnetsiz doğması ve eskiden beri ayaklarını özel ayakkabılarla sıkan Çinli kadınların çocuklarının dört burunlu hermotopoglitler olması kalıtım modelini yanlışlamaktadır. Darwin'de sonradan kazanılan özelliklerin aktarılabileceğini düşünüyordu; ama bu mekanizma, onun teorisinde, Lamarck'ta olduğu kadar önemli değildi. Yeni-Darwinizm’in ise -günümüzde Evrim Teorisi ve Darwinizm ile anlaşılan odur- en önemli özelliği, sonradan kazanılan özelliklerin aktarılmadığı bir evrim modelini savunmasıdır.
Darwin, Lamarck’tan 50 yıl sonra ‘Türlerin Kökeni’ adlı eserini (1859) yazdıktan sonra Lamarckçılık, yepyeni formatlarla savunulmaya devam etti. Ancak 20. yüzyılın ilk yarısında genetikteki ilerlemeler Yeni-Lamarckçılığın ilerlemesini durdurdu. Darwin’in doğal seleksiyon fikrini rastgele, kör bir mekanizmaymış gibi savunanlara karşı Lamarckçılık, canlının çevresel faktörlere tepki verdiğini ve kendine içkin özelliklerle evrildiğini savunuyordu ki bu daha ümitvar bir yaklaşımdı: Hayat, doğanın içinde cevap veren aktif bir unsurdu, çevresel faktörlere karşı pasif bir konumda değildi.
Bazı Marksistler, Evrim Teorisi’ni birçok yönden destekleseler de ‘doğal seleksiyon’ fikrini kapitalizme yakın buldular ve ‘güçlünün hayatta kaldığı’nı söyleyen bu fikre karşı Lamarck’ı desteklediler. Bu da ilerleyen sayfalarda görülecek olan, bilimsel yaklaşımın ideolojiden ve sosyolojik ortamdan bağımsız değerlendirilemeyeceğinin, sosyolojik unsurların bilimsel çalışmanın yapıldığı ortamı (paradigmayı) etkilediğinin sayısız örneklerinden biridir.
Lamarckçı kalıtımın delilden yoksunluğuna rağmen uzun süre savunulmasının en önemli nedenlerinden biri ‘doğal seleksiyon’ mekanizmasının karşılaştığı güçlüklerden kaçınarak Evrim Teorisi’ni savunmak içindir. Bergson ve Spencer gibi ünlü felsefeciler; George Bernard Shaw gibi ünlü bir edebiyatçı; Carl von Nageli, Baldwin, Agassiz, Morgan, Eimer, Cope gibi ünlü bilim insanları ve düşünürlerle daha birçok etkili isim Lamarckçılıktan derinden etkilenmiştir. Spencer, sonradan kazanılan özellikler eğer Lamarck’ın dediği gibi aktarılamıyorsa evrimin doğru olamayacağını söyledi. Birçok düşünür, genel Darwinci yorumlara kıyasla Lamarckçılığı yaratılış ve tasarım fikirlerine daha uygun bulmuşlardır; bu da bazı düşünürlerin Lamarckçılıktan daha fazla etkilenmesinin önemli nedenlerinden biridir.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.