Remove ads
Fars tasavvuf yazarı (858–922) Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Hallâc-ı Mansûr veya Mansûr el-Hallâc (Farsça: منصور حلاج Mansūr-e Ḥallāj; tam ismi Ebū el-Muġīṭ Huseyn Manṣūr el-Ḥallāğ) (d. Ağustos 858, Tûr – ö. 26 Mart 922, Bağdat), zındıklıkla suçlanması ve uzun süren bir soruşturma neticesinde Abbâsî Halifesi Muktedir Bi’llâh'ın emriyle[1] idam edilmesiyle meşhur olan Fars kökenli spiritüalist yazar ve mistik şâir.[2]
Ebû’l Moğıt Huseyn bin Mansûr bin Mehemmed Beyzâvvî el-Hallâc | |
---|---|
Doğum | Ağustos 858 Tûr köyü, Meyghan Kırsalı, Nehbendan şehristanı, Güney Horasan Eyaleti, Tahirîler İranı |
Ölüm | 26 Mart 922 Bağdad, Abbâsîler Halifeliği |
Asıl adı "Ebû’l Moğıt Huseyn bin Mansûr bin Mehemmed Beyzâvvî" idi.[3] Babasının mesleğinden dolayı “Hallâc” lakabını aldı.
Tahirîler devri İran'ının günümüz Güney Horasan Eyaleti'ne bağlı Nehbendan şehristanının Meyghan Kırsalı'ndaki "Tûr" köyünde dünyaya geldi. Hallâc-ı Mansûr'un dedesi Mahamma Mecûsî, Beyazid Bistâmî'ninki gibi bir Zerdüşt[3] idi. Babası ailesiyle Dicle yakınlarına, Araplar tarafından kurulmuş bir yerleşim bölgesi olan Vasıt'a taşındı. Mansûr, on iki yaşında burada hafız oldu.
Önceleri kısa bir süreliğine sûfî azizlerinden Beyazid Bistâmî'nin de mürşidî olan Zünnûn-ı Mısrî'nin öğrencisi Sehl el-Tustarî'nin müridi oldu.[4] Yirmi yaşında Basra'ya geldi. Buradan Bağdat'a giderek tanınmış sufilerin sohbetlerine katıldı. Daha sonra ise Emr el-Mekkî ile Cûneyd-î Bağdâdî'nin talebesi oldu. 896 yılında ilk haccını yapmak üzere Hicaz'a gitti. Burada vaktini ibadetle geçiren Hallâc, daha sonra bir grup sufî ile birlikte Bağdat'a dönerek Cüneyd'in sohbetlerine devam etti. Fakat, hocalarıyla fikir ayrılığına düştüğü için onlardan ayrılarak Tüster'e döndü. Hallâc beş yıl sürecek bir yolculuğa çıkmak üzere Tüster'den ayrıldı. Horasan, Mâverâünnehir, Sicistan ve Kirman bölgelerini dolaştı. Fars'ta halka vaazlar verdi, onlar için eserler yazdı. Ardından Ahvaz'a geçti ve ailesini de buraya getirtti. Ahvaz'da meclis kurup vaazlar vermeye başlayan Hallâc, halkın ve aydınların büyük teveccühüne mazhar oldu ve burada Hallâc-ı Esrâr diye tanındı. Daha sonra ailesini Ahvaz'da bırakarak 400 müridiyle birlikte ikinci defa hac yapmak üzere Basra üzerinden Mekke'ye gitti. Hac dönüşü Basra'da bir ay kaldıktan sonra Ahvaz'a gelen Hallâc, ailesini ve buranın ileri gelenlerinden bir grubu yanına alarak Bağdat'a geçti. Burada bir sene kaldı; ardından küfür ve şirk beldelerini Allah'ın dinine davet etmek için manevi bir işaret aldığını söyleyerek ailesini müritlerinden birine emanet edip deniz yoluyla Hindistan'a gitti. Horasan, Tâlekān, Mâverâünnehir, Türkistan, Maçin, Turfan ve Keşmir'i dolaştı. Gezdiği yerlerdeki halk için eserler yazarak İslam'a girmelerinde etkili oldu. Onun tesiriyle Müslüman olanlara Mansûrî deniliyordu. Bu durum kendisini büyük bir üne kavuşturdu.[5]
Bu seyahatten dönünce aleyhindeki faaliyetler de tekrar başladı. 903 senesinde üçüncü defa hacca gitti ve burada iki yıl kaldı. Bazen ibadet ediyor, bazen de halk arasına karışıp hacda kesilen kurbanlar gibi Allah yolunda kendini feda etmeye hazır olduğunu haykırıyordu. Bir ara Arafat'ta kendisine hakaret ve işkence edilmesini istedi. Bağdat'a dönen ve bir ev satın alan Hallâc'da bir değişikliğin meydana geldiği fark edilmişti. Hakkında anlatılan bir hikâyeye göre Bağdat'ta açıkça Hak yolunda canını feda etmek istediğini, kanının dökülmesinin halk için helal olduğunu ilan etti. Karmatiler’in Abbasi Devleti’ni tehdit ettiği, 870 yılında başlayıp 883 yılına kadar devam eden Zenc isyanının izlerinin henüz silinmediği, istikrarsızlığın devam ettiği bir dönemde Hallâc'ın sözleri ve davranışları halk ve ulema arasında yeni bir huzursuzluk meydana getirdi. Davûd ez-Zahiri öncülüğünde bir grup alim Hallâc'ın aleyhinde bir faaliyet başlattı; bazıları onun sihirbaz, şarlatan veya deli olduğunu ileri sürerken bazıları da keramet sahibi bir veli olduğunu söylüyordu. Aleyhindeki faaliyetler artıp bir kısım müritleri tutuklanınca kendisini de aynı akıbetin beklediğini anladı ve Ahvaz'a kaçtı. Sûs'ta bir dostunun yardımıyla Dânyâl peygamberin türbesi civarında bir yıl saklandı. 913'de yakalanarak Bağdat'a getirildi ve idam talebiyle mahkeme önüne çıkarıldı. Vezir Ali b. Îsâ el-Kunnâî onu üç defa siyaset meydanında teşhir ettikten sonra hapsedilmesini yeterli gördü. Sekiz yıl süren hapis hayatı, genellikle dostu Nasr el-Kuşûrî'nin evindeki bir odada göz hapsi şeklinde geçti. Bütün ihtiyaçları karşılandı; ziyaretçi kabul etmesine izin verildi. Hapiste bulunan Hallâc'ın Bağdat ve çevresindeki etkisi giderek arttı. Burada iken Kitâbü't-Tavâsîn'in “Tâsînü's-sirâc” ve “Tâsînü'l-ezel” bölümlerini yazdı.[5]
Hallâc'ın Allah'ta eriyip yok olmak anlamında söylediği "En-el Hak", yani "Ben Hakk'ım" (انا الحقّ , En el-Hakk) sözlerinden ötürü 912 yılında tutuklandı.
Hallâc'ın savunduğu Tâsîn tevhîd akîdesinin özü olan "Fî" ve "An" kavramı Vahdet-i Vücud’daki "Her şey Allah’tır" akîdesinden farklı olup, "Her şey Allah’tadır ve her şey Allah’tandır" anlamına gelmektedir.[7]
Kendisinden sonra gelen ve "Yetmiş iki millete bir gözle bakmak" gibi sözlerle tüm farklı inanç ve kanaatleri ötekileştirmeyen Yunus Emre gibi sûfilerde görülen kucaklayıcı, anlamaya dönük yaklaşımın kökleri Hallac-ı Mansur'a kadar uzanmaktadır. Ünlü Alman tasavvuf araştırmacısı Annemarie Schimmel'in Hallac'dan aktardığı aşağıdaki satırlar onun farklı inançtan insanlara nasıl baktığını apaçık bir şekilde göstermektedir:
Öğrencilerinden biri bir Yahudi'ye hakaret eder ve Hallac'ın kızgınlığını üzerine çeker, bir süre sonra sakinleşen Hallac ona: "Sevgili oğlum. Bütün dinler, ulu Tanrı'nın dinleridir. Tanrı, her bir dini ile ayrı bir insan topluluğunu meşgul etmektedir. İnsanlar inandıkları dinleri kendileri seçmediler; bilakis Rahman ve Rahim olan Tanrı, insanları inandıkları dinler için seçmiştir. Eğer bir kimse başka bir kimseyi inandığı dinin doğru olmadığı iddiasıyla kınarsa, bu hareketiyle o insanın kendi iradesiyle bir tercih yapmış olduğu yolunda bir hüküm vermiş olur. Bu da aslında, Kadercilerin tarzıdır ve Zerdüştler böyle bir dini topluluktur (yani bunlar düalisttir). Bilesin ki Yahudilik, Hıristiyanlık ve diğer dinler, sadece çeşitli sanlar ve farklı isimlerdir; fakat hepsinde maksat aynıdır, farklı değildir. Ben dinlerin ne olduğu konusunda çok düşündüm. Neticede gördüm ki, dinler, bir kökün çeşitli dallarıdır. Bir insandan, onu alışkanlıklarından alıkoyan ve bağlarından koparan bir din seçmesini talep etme. O zaten varlığın sebebini ve yüce gayelerin manasını kendisinin en iyi anladığı şekilde arayacaktır"[8] der.
Her şeyin zıddı ile bilindiği ve ayakta durduğu bu ikilikler evreninde küfür-iman diyalektiği de göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Öyleyse kimse kendisini, kabullerini diğer her şeyi dışlayacak bir mutlaklık dairesi içinde görmemelidir Hallac'a göre. Hallac'a göre Tanrı dahi kulunun sınırlılığını bilip buna göre ona muamele edecektir. Yine ondan aktarılan şu satırlar onun Tanrı ve insan arasındaki ilişkiye bakışındaki geniş perspektifi ortaya koymaktadır: "Yeryüzünde hiçbir imansızlık yoktur ki, altında iman saklı olmasın; itaat yoktur ki, altında kendinden büyük isyan saklı olmasın ve kendini tamamen ibadete adama hali yoktur ki, altında saygıdan feragat hali olmasın; sevmek iddiası yoktur ki, altında edepsizlik saklı olmasın. Fakat ulu Tanrı, kullarına istidatlarına göre muamele eder."[9]
Hallâc hapisteyken de aleyhindeki faaliyetler bütün şiddetiyle devam ediyordu. Cezalandırılması yönündeki taleplerin artması üzerine Vezir Hâmid b. Abbas tarafından idam isteğiyle tekrar hakimler heyetinin önüne çıkarıldı. Delillerin yetersiz olduğunu söyleyen hakimler idamı için hüküm vermekten kaçındıklarından mahkeme uzun sürdü. Fakat Vezir Hâmid'in ısrarlı takibi ve baskısı karşısında Mâlikî kadısı Ebû Ömer Muhammed b. Yûsuf el-Ezdî idamına hükmetti. Hanefi kadısı İbn Bühlûl'ün muhalefetine rağmen bu hüküm diğer kadılara ve şahitlere imzalatıldıktan sonra Halife Muktedir-Billâh tarafından tasdik edilince Hallâc, 26 Mart 922 tarihinde Bağdat'ın Bâbüttâk denilen semtinde önce kırbaçlandı; burnu, kolları ve ayakları kesildikten sonra idam edildi. Başı kesilerek Dicle üzerindeki köprüye dikildi; gövdesi yakılıp külleri nehrin sularına savruldu. Kesik başı iki gün köprüde dikili bırakıldıktan sonra Horasan'a gönderilerek bölgede dolaştırıldı.[5]
Hallâc'ın asıldığı yer zamanla önem kazanmaya, Hak şehidi bir velinin türbesi olarak ziyaret edilmeye başlanmıştır. Vezirliğe yeni tayin edilen Ali b. Mesleme'nin, görevine başlamadan önce Hallâc'ın kabri olarak bilinen yeri ziyaret ederek manevî huzurunda dua edip niyazda bulunması, Abbasî Devleti'nin ondan özür dilemesi ve itibarını iade etmesi anlamına gelmiştir. Hallâc adına burada türbe inşa edilmiştir.[5]
Hallâc-ı Mansûr'un öldürülme sebebi hakkında, Abbasiler'e karşı ayaklanmış olan Karmatiler'le gizlice mektuplaştığı, “Ene'l-Hakk” sözüyle ulûhiyyet (ilâhlık) iddiasında bulunduğu, haccın farz oluşunu inkar edip yeni bir hac anlayışı ortaya koyduğu şeklinde çeşitli iddialar ileri sürülmüştür.
Hallâc'ın idam fetvası dini olmaktan çok siyasi bir karar olup ancak siyasi baskılar ve entrikalar sonucunda çıkarılabilmiştir. Onun büyük bir üne sahip olması, çevresinde çok sayıda mürid toplaması, sarayda ve yüksek rütbeli devlet adamları ve kumandanlar arasında bile taraftar bulması, Zenci Kölelerin İsyanı'na sıcak bakması, "Mehdi olduğu ve Abbasiler'e karşı Karmatiler'le gizlice iş birliği yaptığı yolunda söylentiler çıkması devlet adamlarını endişelendirmiş, bu yüzden baskı altında çalıştığı ileri sürülen bir hakimler kurulundan fetva alıp idamı gerçekleştirmişlerdir.[5] Hallac'ın türbesi Bağdat'tadır. Birçok İslam ülkesinde türbeleri vardır. Bunların hepsi makamdır. Yedi adet olduğu söylenen bu türbelere Hallac-ı Mansur makamı denmektedir. Çanakkale'nin Gelibolu ilçesinde bulunan türbe de bu yedi makamdan biridir.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.