Loading AI tools
Arap ülkeleri ve İsrail Devleti arasındaki savaşlar Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Arap-İsrail savaşları, Arap Birliği ülkeleri (başlıca Mısır, Suriye, Ürdün ve Filistin) ve İsrail arasındaki politik gerilim ve askeri savaşlar dizisidir. Modern Arap-İsrail savaşlarının kökenleri, 19. yüzyıl sonlarına doğru ortaya çıkan Siyonizm ve Arap milliyetçiliğine dayanır. Yahudiler tarafından tarihi anavatan olarak adlandırılan toprakları, Pan-Arap hareketi, Filistinli Araplara ait olarak görür[1] ve Pan-İslamist bağlamda ise, bu toprakların, Müslümanlara ait olduğuna inanılır. Filistinli Yahudiler ve Araplar arasındaki savaş; 20. yüzyılın başlarındaki Nebi Musa ayaklanması (1920), Jaffa ayaklanması, 1929 yılında Filistin ayaklanması ve 1947 yılında büyük bir sivil savaşa dönüşen ve 1948 yılında İsrail Devleti'nin kurulmasıyla bütün Arap Ligi ülkelerine sıçrayan Arap başkaldırışıyla ortaya çıktı.
Arap-İsrail savaşları | |||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|
Soğuk Savaş (1991'e kadar) | |||||||
| |||||||
Taraflar | |||||||
İsrail |
Arap Birliği | ||||||
Komutanlar ve liderler | |||||||
Menahem Begin |
Yaser Arafat |
Savaş, Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesinden sonra ortaya sınırlarla ilgili hırslardan doğan politik ve milliyetçi çatışmalarla başladı ve yıllar içinde, geniş çaplı bölgesel Arap-İsrail savaşına döndü. 1973 yılındaki Yom Kippur Savaşı sonrasındaki ateşkesle, geniş çaplı çatışmalar sona erdi ve savaş, lokal İsrail-Filistin Savaşına döndü. 1979 yılında, İsrail ve Mısır arasında, 1994 yılında, Ürdün ve İsrail arasında ateşkes anlaşmaları imzalandı. Oslo Anlaşmaları, 1993 yılında, Filistin Ulusal Yönetimi’nin kurulmasına öncülük etti ama bütün sorunları çözecek barış anlaşmasına ulaşılamadı. Suriye ve İsrail arasında bir ateşkes imzalandı ve 2006 yılında İsrail ve Lübnan arasında bir ateşkes imzalandı. İsrail ve Hamas tarafından yönetilen Gazze arasındaki savaş, 2009 yılında ateşkesle sonuçlanmasına rağmen ve direkt olarak Arap Ligi’yle bağlantılı olmamasına rağmen, İsrail – Filistin savaşının bir parçası olarak görülür. Mısır ve Ürdün’le gerçekleşen ateşkeslere ve genel ateşkeslere rağmen, Arap dünyası ve İsrail’in arası sınırlarla ilgili genelde açıktır.
Yahudi, Müslüman ve Hristiyanlar, uzlaşmaya kapalı duruşları için dini argümanlara başvururlar.[2] Günümüzdeki Arap-İsrail savaşlarının tarihi; Hristiyan, Yahudi ve Müslümanların inançlarından, “söz verilmiş topraklar”, “seçilmiş insanlar” ve seçilmiş şehir Kudüs ile ilgili anlayışlarından etkilenmiştir. Her dinin mensubu insanlar, seçilmiş insanların kendileri olduklarına ve seçilmiş topraklarla seçilmiş şehir Kudüs'ün kendilerine ait olduğuna inanmaktadır.[3]
Tevrat’a göre, Kenan bölgesi ya da Eretz İsrail (İsrail toprakları) tanrı tarafından İsrail oğullarına söz verilmiştir. 1896 yılındaki “Yahudi Devleti” adlı manifestosunda, Theodor Herzl, tekrar tekrar kutsal kitaptaki söz verilmiş topraklar kavramından bahseder.[4] Likud, İsrail topraklarıyla ilgili kutsal kitaptaki iddiaları parti politikasına ekleyen en seçkin partilerden biridir.[5]
Müslümanlar da, Kur’an'a göre, İsrail'in bulunduğu toprakların kendilerine ait olduğuna inanır.[6] Toprakların tanrı tarafından İbrahim'in en küçük oğlu İshak'a söz verilmiş olduğuna inanan Yahudilerin aksine, Müslümanlar; Kenan topraklarının, İbrahim'in büyük oğlu İsmail (Arapların soyunun kökeni olduğuna inanılır)de dâhil olmak üzere, bütün torunlarına söz verildiğine inanır.[6] Müslümanlar, İbrahim Tapınağı ve Tapınak Tepesi gibi birçok kutsal Yahudi alanlarına saygı gösterir. Geçen 1400 yılda, Müslümanlar, bu antik İsrail oğulları toprakları üzerinde birçok İslami abide inşa etti. Bunların arasında, Kubbetü's-Sahre ve Ağlama Duvarı'na oldukça yakın olan Mescid-i Aksa vardır. Bu yakınlık, Müslümanlar ve Yahudileri Kudüs'le ilgili savaşa getirdi. Müslümanlara göre, Muhammed, cennete ilk çıktığında Kudüs'ten geçti. Hamas'a göre, İsrail'in bulunduğu topraklar, Müslüman Araplara aittir ve Müslümanlar tarafından yönetilmelidir.[7]
Hristiyan Siyonistler, Yahudilerin bu topraklar üzerindeki haklarını desteklemekteler çünkü Hristiyan Siyonistlere göre, Yahudilerin İsrail topraklarına dönmesi, İsa'nın ikinci gelişi için bir ön koşuldur.[8][9]
I. Dünya Savaşı'ndan önce, 400 yıl boyunca, Güney Suriye'de dâhil olmak üzere Orta Doğu, Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetimi altındaydı. İmparatorluğun sonlarına doğru, Osmanlılar Türk etnik kimliklerini benimseyip, İmparatorluk içerisinde Türklerin önceliklerini öne sürdüler ve Araplara karşı ayrımcılığa yöneldiler.[10] Osmanlı İmparatorluğu'ndan kurtulma arzusu, birçok Yahudi ve Arabın, Birinci Dünya Savaşı esnasında İtilaf Devletleri'nin yanında olmasına neden oldu. Bu aynı zamanda geniş çaplı bir Arap milliyetçiliğinin önünü açtı. Hem Arap milliyetçiliği hem de Siyonizm ilk olarak Avrupa'da başladı. Siyonist Kongresi, 1897 yılında Basel'de ve Arap Kulübü 1906 yılında Paris'te kuruldu.
19. Yüzyılın sonlarında Avrupa ve Orta Doğu'daki Yahudi toplulukları artarak Güney Suriye'ye göç etmeye ve yerel Osmanlı toprak sahiplerinden toprak almaya başladılar. 19. Yüzyılın sonlarına doğru Güney Suriye'nin nüfusu 600.000'e ulaştı. Bunların çoğu Sünni Müslüman Araplardı ama kayda değer sayılarda Yahudi, Hristiyan, Dürzi, Samiri ve Bahailer de vardı. Bu dönemde Kudüs, duvarlarla çevrili alanı geçmiyordu ve nüfusu 30.000 civarındaydı. Kibbutz adı verilen kolektif çiftlikler kuruldu ve aynı zamanda ilk defa, tamamıyla Yahudiler tarafından yerleşim alanı olarak kullanılan, Tel Aviv şehri kuruldu.
1915-16 yıllarında, Birinci Dünya Savaşı başlama aşamasındayken, Mısır'daki İngiliz Yüksek Komiseri, Henry McMahon, Mekke ve Medine'nin yönetiminden sorumlu, Haşimi Ailesi'nin lideri Hüseyin İbn Ali'yle gizlice yazıştı ve Hüseyin'i Osmanlı İmparatorluğu'na karşı bir Arap ayaklanmasına liderlik etmesi için ikna etti. McMahon Araplara, eğer savaşta İngilizlerin yanında olurlarsa, Haşimi'lerin yönettiği bağımsız bir Arap Devleti kurmalarına destek verecekleri sözünü verdi. Bu devlet Filistin'i de kapsayacak ve Osmanlı'nın Arap vilayetlerini içine alacaktı. Arap Ayaklanması T.E. Lawrence (Arabistanlı Lawrence) ve Hüseyin'in oğlu Faysal tarafından yönetildi ve Osmanlılara karşı zaferle sonuçlandı. İngilizler Osmanlı'ya ait birçok alanın kontrolünü ele geçirdi.
1917 yılında, Güney Suriye, İngiliz güçleri tarafından işgal edildi. İngiliz hükûmeti Balfour Deklarasyonu'nu yayınladı. Bu deklarasyon, hükûmetin, Filistin'de Yahudiler için millî bir vatan kurulmasına sıcak baktığını belirtiyordu ve aynı zamanda bu kuruluş esnasında Filistin'de bulunan gayri-Yahudilerin bütün haklarına (dini ve sivil hakları) sahip çıkılacağını da belirtiyordu. Deklarasyon, başta başbakan David Llyod George olmak üzere birçok İngiliz hükûmetindeki kilit ismin, savaşı kazanmak için Yahudi desteğine ihtiyaç duydukları düşüncesinden ortaya çıktı. Arap dünyasında ise, deklarasyon büyük bir endişeyle karşılandı.[11] Savaştan sonra, bölge, 1923 yılında, Filistin İngiliz Mandası olarak İngilizlerin yönetimine geçti ve günümüzdeki İsrail Devleti sınırlarını, Filistin bölgesini ve Gazze şeridini içerdi.
1920 yılında Suriye Arap Krallığı'nın kurulmaya çalışılması başarısızlıkla sonuçlanınca Arap milliyetçileri arasında büyük bir kriz oluştu. Fransız-Suriye savaşının kötü sonuçlarıyla, başkenti Şam olan Haşimi Krallığı yenildi ve Haşimi hükümdar, manda yönetimindeki Irak'a kaçtı. Krizin ilk çarpışması, 1920'de Tel Hai mücadelesiyle Arap ve Yahudiler arasında oldu. Krizin önemli sonuçlarından biri de Hajj Amin el-Hüseyni'nin Şam'dan Kudüs'e dönmesiyle ve Pan-Arabist Haşimi Krallığı'nın çökmesiyle, Arap milliyetçiliğinin, Filistin'de yerel versiyonu oluştu.
Bu dönemde, manda yönetimindeki Filistin'e Yahudi göçü devam etti. Filistinli Araplar, bu Yahudi göç akımını anavatanlarına ve kimliklerine tehdit olarak gördüler. Ayrıca Yahudilerin toprak alım politikaları ve Yahudilere ait işlerde ve çiftliklerde Araplara iş vermemeleri Arapları öfkelendirdi.[12] 1920 yılının başlarında İngiliz yönetiminin Yahudi göçmenlere yaklaşımlarının Araplar için adil olmayan sonuçlar doğurduğu gerekçesiyle gösteriler yapıldı. Aynı yıl bu kızgınlık, El-Hüseyni'nin Kudüs'te ayaklanmaları kışkırtmasıyla, şiddetin meydana çıkmasına neden oldu. 1922 tarihli Beyaz Kâğıtta Winston Churchill, Araplara, Belfour Deklarasyonu'nun amacının bir Yahudi Devleti kurmak olmadığını belirtti.
Vladimir Jabotinsky'nin Betar adlı politik grubunun 1929 yılında Ağlama Duvarı'nda gerçekleştirdiği gösterilerden sonra, Kudüs'te bir ayaklanma başladı ve Filistin'in her yanına yayıldı. Araplar 67 Yahudi'yi Hebron şehrinde öldürdü. Daha sonra bu Hebron Katliamı olarak adlandırıldı.
1929 yılındaki ayaklanmaların haftasında 116 Arap ve 133 Yahudi öldü[13] ve 339 kişi yaralandı.[14]
1931 yılına gelindiğinde Filistin'deki nüfusun %17'si Yahudi'ydi ve bu sayı 1922 yılından itibaren %6 artmıştı.[15] Yahudi göçü Nazi'ler Almanya'da yönetime geldiğinde uç noktaya ulaştı ve İngiliz yönetimindeki Filistin'de bulunan Yahudi sayısını ikiye katladı.[16] 1930'ların ortasında İzzettin El Kasım Suriye'den Filistin'e giderek, Kara El adlı anti-Siyonist ve anti-İngiliz milis güçlerini kurdu. Çiftçileri toplayarak askeri eğitim verdi ve 1935 yılına gelindiğinde 800 kadar adamı vardı. Hapishanelerde bombalar ve silahlar vardı ve buralarda Yahudi yerleşimcileri öldürürlerdi. 1936'ya doğru tansiyonun yüksekliği 1936-1939 Filistin Arap Ayaklanmasına götürdü.[17]
Arap tarafından gelen baskılarla birlikte,[18] İngiliz Manda otoritesi Filistin'e göçen Yahudi sayısını oldukça azalttı. Getirilen kısıtlamalar, mandanın sona ermesiyle sona erdi. Bu Nazi Holokost'u ve Avrupa'daki Yahudi göçmenlerin Filistin'e akmasıyla aynı döneme denk geldi. Birçok Filistin'e giriş yasadışı olarak kabul edildi ve bölgede daha fazla probleme sebep oldu. Problemi diplomatik şekilde çözmeye çalışma girişimleri sonuç vermedi ve İngiltere, yeni kurulan Birleşmiş Milletler'den yardım istedi. 15 Mayıs 1947 tarihinde, BM Genel Kurulu UNSCOP adlı komiteyi görevlendirdi. Komitede 11 devletten temsilciler vardı.[19] Filistin'de gerçekleştirilen beş haftalık çalışmadan sonra, 3 Eylül 1947 tarihinde Genel Kurul'a rapor sunuldu.[20] Raporda çoğunluk ve bir azınlık raporu vardı. Çoğunluk raporu Ekonomik olarak bağlı bir Ayrılma Planı sundu. Azınlık raporu ise bağımsız Filistin Devleti'ni önerdi. Birkaç değişiklikle, Ekonomik Birlikle Ayrım Planı, 29 Kasım 1947 tarihinde 181 numaralı çözüm önergesiyle sunuldu. Çözüm önergesi 33 evet 13 hayır ve 10 çekimser oyla kabul edildi. Arap Ligi önergeye karşı oy kullandı. Filistin'de ise Araplar ve Yahudi Filistinliler stratejik noktaları kontrol etmek için açıkça savaşıyorlardı. Her iki tarafta büyük zulümlerle karşı karşıya kaldılar.[21]
Mandanın sona ermesine birkaç hafta kala, Haganah, BM tarafından Yahudi Devleti'ne verilen bütün sınırlarda kontrolü sağlamak için saldırılarda bulundu. Çok sayıda mülteci yarattı bu saldırılar ve Tabariye, Hayfa, Safad, Beisan ve Jaffa şehirlerini ele geçirmelerini sağladı. 1948 başlarında, İngiltere, 14 Mayıs'ta manda yönetimi sona erdirmek istediğini çok açık bir şekilde belirtti.[22] Buna cevap olarak, ABD başkanı Harry S. Truman, 25 Mart'ta bölünme yerine BM vekilliğini önerdi. Önerisi esnasında, bölünmenin barışçıl yollarla olmayacağını, acil adımlar atılmazsa, Filistin'de kanun ve düzeni koruyacak hiçbir otoritenin kalmayacağını belirtti. Şiddet ve kan, kutsal topraklara dökülecekti. Ülkedeki insanların geniş çapta bir savaşa gitmesi engellenemeyecekti.[23]
Bu savaşlardan başlıcaları şunlardır:
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.