Loading AI tools
Bir milletin tüm kaynaklarını seferber ederek rakip milletin askeri gücünü yok etmek için yapılan savaştır Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Topyekûn savaş, bir milletin bütün kaynaklarını seferber ederek başka bir millete kesin olarak iradesini kabul ettirebilmek amacıyla, onun askerî gücünü yok etmek için yapılan savaştır. Topyekûn savaşı diğer savaş türlerinden ayıran özellik, bir ulusun tüm kaynaklarını bu savaş için seferber etmesi ve karşı tarafa kendi iradesini kayıtsız şartsız kabul ettirmeyi amaçlamasıdır. Bu kayıtsız şartsız kabul ettirmek, pratikte ancak, karşı tarafının askerî gücünü tümüyle imha etmekle mümkün olacaktır. Yüzyıllardır pratikte uygulanmakta olan topyekûn savaş, ilk olarak 19. yüzyılda bir savaş çeşidi olarak tanınmıştır. Topyekûn savaşta sivil-asker ayrımı yoktur, herkes asker olarak kullanılabilir.
Bu maddedeki bilgilerin doğrulanabilmesi için ek kaynaklar gerekli. (Ağustos 2016) |
Bazıları topyekûn savaş kavramını Çinli askerî dehâsı Sun Tzu ile birlikte ansa da, bu kavram genelde Carl von Clausewitz ile özdeşleşmiştir. Clausewitz aslında başka bir felsefi savaş kavramı olan mutlak savaşla (hiçbir politik kısıtlaması olmayan savaş) ilgilenmiştir. Mutlak savaş ve topyekûn savaş kavramları genelde karıştırılırlar. Christopher Bassford, National War College'da strateji profesörü, farkı şöyle açıklamıştır: "Clausewitz'in mutlak savaş kavramı daha sonraki bi kavram olan 'topyekûn savaş'tan farklıdır. Topyekûn savaş I. Dünya Savaşı'nda Alman kuvvetlerinin kontrolünü elinde bulunduran General Erich Ludendorff'un fikirlerinin en tipik örneğidir. Topyekûn savaş bu bakımdan politikanın, savaş sürecinde tamamen ikinci plana atılmasıyla karıştırılmıştır —Clausewitz'in reddettiği bir fikir— ve sadece iki seçenek vardır: Mutlak galibiyet, mutlak mağlubiyet."[1]
Gerçekte, Clausewitz'in tanımlamasını tersine çeviren ve I. Dünya Savaşı sırasında (ve 1935'teki kitabı Total War'da) ilk topyekûn savaş tanımlamasını yapan General Erich Ludendorff'tur - politik ve sosyal sistemler dahil olmak üzere, bir savaşı kazanmak için tüm kaynakların seferber edilmesi.
19. yüzyılda kavramın kabulünü değiştirmek için birçok sebep mevcuttur. Ancak ana sebep sanayi devrimidir. Ülkelerin doğal ve kapital kaynakları arttığı için, bazı savaş biçimlerinin diğerlerine göre daha fazla kaynak gerektirdiği açık hale geldi.
Ayrıca, 19. yüzyılda savaş daha da makineleşmeye başladı. Bir fabrikanın, savaş durumunda normalden daha çok yapılacak işi olur. Fabrika bir hedef haline gelecektir, çünkü savaş sürecine katkıda bulunur. Tabii ki fabrikanın işçileri de birer hedef olacaktır.
Topyekûn savaşın tek bir tanımı yok, ancak tarihçiler arasında I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı'nın buna örnek olduğu konusunda bir görüş birliği var. Tarihçilerin büyük çoğunluğu Amerikan İç Savaşı'nı bunu ilk örneği olarak kabul ederler,[2] ancak bazıları da Almanya'nın birleşmesini ilk kabul ederle. Kavram yavaş yavaş geliştiği için buna kesin bir cevap yoktur.
Tanımlar bu şekilde çeşitlenir, ama en tutulanı Roger Chickering'in Total War: The German and American Experiences, 1871-1914'da yaptığı tanımdır: "Topyekûn savaş benzersiz zorluğu ve büyüklüğüyle bilinir. Operasyonların yeri dünyanın her karışındadır; savaşın sınırı yoktur. Ahlâkın bir önemi yoktur, savaşanlar modern ideolojilerin nefretlerinden ilham alırlar. Topyekûn savaş sadece silahlı birliklere değil, bütün popülasyona ihtiyaç duyar. Topyekûn savaşın en önemli noktası sivilleri geniş alanda, ayrım gözetmeden ve temkinli bir şekilde askerî hedefler olarak savaşa dahil etmektir."
Topyekûn savaşta siviller de propaganda ile savaşa katılır. Propaganda ile moral ve üretim hızı arttırılır. Ayrıca sivil yerlerde tüketime sınırlandırma getirilerek savaş için daha çok malzeme sağlanır.
İlk belgelenen topyekûn savaş, MÖ 431 ve 404 yılları arasında Atina ve Sparta arasında yapılan ve Tukididis tarafından anlatılan Mora Savaşı'dır. Önceleri, Yunan savaşları kısa ve dini bakımdan törenleştirilmiş bir şekildeydi. Hoplit birlikleri savaş alanında karşılaşırlar ve savaş bir gün içinde sonuçlanırdı. Ancak Mora Savaşı yıllarca sürdü ve diğer şehirlerin de katılmasıyla hemen hemen tüm kaynaklar savaş için harcandı. Milos Adası'nda daha önce görülmemiş genişlikteki alanda halka zulmedildi, insanlar ya katledildi ya da köleleştirildi. Savaş Yunan dünyasını yeniden şekillendirdi, birçok bölge fakirleşti, büyük Atina gücünü kaybetti ve asla tekrar kalkınamadı.
Otuz Yıl Savaşları da topyekûn savaşa örnek gösterilebilir.[3] Bu savaş MS 1618 ve 1648 yılları arasında modern Almanya'nın sınırları içinde yapılmıştır. Hemen hemen tüm büyük Avrupa ülkeleri savaşa katıldı ve tüm ekonomilerini savaş için kullandılar. Sivil halk harap edildi. Sivil zayiatı (açlık ve salgın hastalıklardan ölenler de dahil olmak üzere) yaklaşık olarak 25-30% civarında tahmin edilmekte.[4][5] Savaş boyunca ordular büyüdükçe büyüdü ve askerleri savaş alanında tutmak için ücret olarak ganimetler verildi.
Fransız İhtilali topyekûn savaşla ilgili bazı kavramları ortaya çıkarmıştır. Genç cumhuriyet kendini Avrupalı devletlerin tehdidi altında buldu. Çözüm, Jakoben hükûmetine göre, milletin bütün kaynaklarını savaş gücüne dönüştürmekti - bu levée en masse'nin gelişidir. Milli Meclisin 23 Ağustos 1793'teki emri Fransız savaş gücünün büyüklüğünü açıkça gözler önüne sermektedir:
Şu andan itibaren, düşmanları Cumhuriyetin topraklarından atılana dek bütün Fransızlar ordunun emri altındadır. Gençler savaşacak; evli erkekler silah yapıp ordulara taşıyacak; kadınlar çadır, giyecek dikecek ve hastanelerde çalışacak; çocuklar ketenden sargı bezi dokuyacak; yaşlı erkekler meydanlara gidip savaşçıları cesaretlendirecek ve Cumhuriyetin öfkesini duyuracak.
Tàipíng Tiānguó'nun (太平天國, Wade-Giles T'ai-p'ing t'ien-kuo) (Kusursuz Barışın Cennet Krallığı) Çing Hanedanı'ndan çekilmesiyle çıkan Taiping Ayaklanması'yla (1850-1864) modern Çin'deki ilk topyekûn savaş örneği görülmüş oldu. Tàipíng Tiānguó'nun hemen hemen tüm vatandaşları imparatorluğun güçleriyle savaşması için askerî eğitimden geçirildi ve orduya katıldı.
Savaş sırasında iki taraf da diğerini kaynaklarından yoksun bırakmak istedi ve tarım alanlarını yok etmek standart taktik haline geldi. Karşı tarafın direncini kırmak için ele geçirilen düşman şehirlerinden yüksek vergiler alındı ve katliamlar yapıldı. Bu savaşa siviller de katıldığı için ve iki taraf da sivillere de saldırdığı için topyekûn savaştır. Savaşta 20 ilâ 50 milyon kişi öldü. Bunun anlamı bu savaş I. Dünya Savaşı'ndan, hatta rakamlar doğruysa II. Dünya Savaşı'ndan bile kanlı bir savaştı.
Avrupa'nın hemen hemen tamamı I. Dünya Savaşı için seferber olmuştur. Genç erkekler imalat işlerinden çıkartılıp yerlerine kadınlar çalıştırıldı. Sivil yerlerde tüketime sınırlama getirildi.
Büyük Britanya'daki topyekûn savaşın özelliklerinden biri de sivil halkın dikkatini savaşa çekmek için propaganda posterlerinin kullanılmasıdır. Posterler halkın ne yemeleri ve ne işle uğraşmaları konusundaki kararlarını etkilemek (kadınlar hemşire olarak veya mühimmat fabrikalarında işçi olarak kullanıldılar) ve savaşta ülkelerini desteklemelerini sağlamak için kullanıldı.
Neuve Chapelle Savaşı'ndaki başarısızlıktan sonra, İngiliz başkomutanı Mareşal Sir John French bu başarısızlığın nedeninin yeteri kadar top mermisinin bulunmaması olduğunu açıkladı. Bu 1915 Mermi Krizi'ne yol açtı ve Liberal Parti hükûmeti düştü. Sonradan yine liberallerin baskın olduğu bir koalisyon oluşturuldu ve Lloyd George Cephane Bakanı olarak atandı. Bu İttifak kuvvetleri batı kanadında kalmayı başardığı sürece tüm ekonominin savaşa yönlendirileceği anlamına geliyordu.
Genç erkekler savaş için tarlalarını bırakınca, İngiltere ve Almanya'da yiyecek üretimi düştü. İngilizler bu yüzden, Almanya'nın sınırsız denizaltı gücüyle denizleri hakimiyeti altına almasına rağmen, daha çok yiyecek ithal ettiler ve tüketimine sınır koydular. İngiliz donanması Alman limanlarını bloklayarak yiyecek ithal etmelerini önledi. Almanya'daki yiyecek krizinin kötüye gitmesi Almanya'nın 1918'da teslim olmasını hızlandırmıştır.
I. Dünya Savaşı'ndan yenik ülkeler arasında çıkan Osmanlı Devleti'nin topraklarının hemen hemen tamamı Sevr Antlaşması ile İtilaf Devletlerince paylaşılması durumdaydı. 1919-1922 yılları arasında gerçekleşen ve 11 Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile fiilen, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması ile resmen sona eren Kurtuluş Savaşı'nda, Türk halkı vatanını kurtarmak için savaşmıştır. Türk Komutanlarının stratejileri sayesinde Türk askerlerinin cephe gerisinde de savaşması bu taktiğe bağlı gelişmiş ve Türk askeri çok daha az kayıp vererek savaşı sürdürmüştür. Tekâlif-i Milliye Emirleri bunu açıkça ortaya koymaktadır:
- Her ilçede bir tane Tekalif-i Milliye Komisyonu kurulacak.
- Halk, elindeki silah ve cephaneyi 3 gün içinde orduya teslim edecek.
- Her aile bir askeri giydirecek.
- Yiyecek ve giyecek maddelerinin %40'ına el konacak ve bunların karşılığı daha sonra geri ödenecek.
- Ticaret adamlarının elindeki her türlü giyim eşyasının %40'ına el konacak ve bunların karşılığı daha sonra geri ödenecek.
- Her türlü makineli aracın %40'ına el konacak.
- Halkın elindeki binek hayvanlarının ve taşıt araçlarının %20'sine el konacak.
- Sahipsiz bütün mallara el konacak.
- Tüm demirci, dökümcü, nalbant, terzi ve marangoz gibi iş sahipleri ordunun emrinde çalışacak.
- Halkın elindeki araçlar aylık 100 km askerî ulaşım yapacaklar.
Winston Churchill radyoda, 18 Haziran 1940 ve Avam Kamarası'nda, 20 Ağustos 1940[6]
II. Dünya Savaşı'nın başlamasından önce, Birleşik Krallık I. Dünya Savaşı'ndaki tecrübelerine dayanarak her an yeni düşmanlarla savaşmak zorunda kalabileceğini biliyordu. Bu yüzden ülke ekonomisinin savaşa seferber edilmesine izin verecek bir yasa çıkarmaya koyuldu.
Sadece tüketiciler için değil imalatçılar için de yiyeceklere ve diğer ürünlere tüketim sınırlaması konuldu. Böylece savaşa katkısız üretim yapan fabrikalarda savaş için gerekli olan şeylerin üretimi sağlandı.
Erkekler asker olarak yetiştirilirken kadınlar sivillere yardım etmek için, diğer gençler de kömür madenlerinde çalışmaları için eğitildiler.
Bombalamalarda büyük zayiatlar bekleniyordu, bu yüzden Londra ve diğer şehirlerde yaşayan çocuklar zorunlu olarak kırsal kesimlere dağıtıldılar. Uzun vadede, bu İngiltere'deki savaşın en büyük sosyal sonucudur. Çünkü bu sayede farklı sınıflardan yetişkinler ve çocuklar bir araya gelmiştir. Bu sadece orta ve yukarı sınıflarla gecekondularda ve sürekli çalışmak zorunda olan işçi ailelerin çocuklarını karıştırmakla kalmamış; aynı zamanda bu çocukların hayvanları ve kırsal yaşamı tanımasını sağlamıştır. Çocukların çoğu bu sayede ilk defa kırsal yaşamı görme fırsatı buldu.
Askerî taktikleri belirlemek için istatistiksel analizlerin kullanımıyla (sonradan yöneylem araştırması adını almıştır) önceden denenen her şey terk edildi. Bu çok güçlü bir yöntemdi fakat alışılagelmişe zıt taktikler belirtmeye başladığı zaman savaşı kısmen insanların dışına çıkardı. Ünlü fizikçi Patrick Blackett'in konvoyların en uygun boyutu ve hızı konusundaki çalışmaları ve İngiliz hava kuvvetlerinin Kammhuber Hattı'ndaki Alman hava savunmasını alt etmek için geliştirdiği bombalama taktikleri, istatistiklerin doğrudan etkilediği çalışmalara örnek olarak gösterilebilir.
Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels, 18 Şubat 1943, Sportpalast konuşması[7]
Nazi Almanyası savaşa Blitzkrieg (Yıldırım Savaşı) konsepti altında başlamıştı. Joseph Goebbels'in 18 Şubat 1943'teki Sportpalast konuşmasına kadar da böyle devam etti. Örneğin, kadınlar silah altına alınmıyor veya fabrikalarda çalıştırılmıyordu. Nazi partisine göre kadınların yerleri evleriydi ve muhalifler üretimde kadınlara önemli yerler verseler bile bu görüşlerini değiştirmediler.
Kısa savaş doktrinine bağlılık Almanlar için sürekli bir dezavantajdı; ne planlar ne de düşünce yapısı uzun süreli bir savaşa uymuyordu ve çok geç olana kadar da böyle kaldı. 1942'nin başında göreve gelen Alman silahlanma bakanı Albert Speer savaşa yönelik tüm üretimi millileştirdi. Onun zamanında silah üretiminde üç kez artış oldu ama 1944'ün sonuna kadar zirveye ulaşmadı. Sürekli büyüyen düşman bombalama güçlerinin verdiği zarara rağmen bunu başarmak, o yıllarda endüstrileşmenin seviyesini gösteriyordu. Çünkü Alman ekonomisi savaşın büyük bir bölümünde seferberlik altındaydı ve hava saldırıları karşısında sağlam kaldı. Savaşın ilk yıllarında sivil tüketim ve endüstride envanterler yüksekti. Bu, ekonominin bombalamalar karşısında rahatlamasını sağladı. Fabrika ve makineler çok fazlaydı ve tamamı kullanılmıyordu, bu sayede yıkılan fabrikaların yerlerini doldurmak zor olmadı. Antikomintern Paktı'na katılan komşu ülkelerden gelen yabancı işçiler, Wehrmacht'a (silahlı kuvvetler) katılan Alman işçilerin yerini doldurmak ve işçi sayısını artırmak için kullanıldı.
Sovyetler Birliği'nin (SSCB) ekonomi sisteminin, ekonomiyi ve toplumu savaşa yönlendirebilecek bir yapısı vardı. Almanlar 1941'de SSCB'ye girince, fabrikaların ve işçilerin Urallar'ın doğusuna taşınmasına karar verildi. Sadece savaşa katkıda bulanabilecek fabrikalar doğuya taşındı.
II. Dünya Savaşı'nın Avrupa sahnesinin Doğu Cephesinde 22 Haziran 1942'den 9 Mayıs 1945'e kadar sürekli savaş vardı. Bu cephe asker, ekipman ve zayiat miktarı olarak tarihteki en büyük savaşlardan biri olarak kabul edilir.[kaynak belirtilmeli] Kilometrelerce uzunluktaki cephelerde milyonlarca Wehrmacht ve Kızıl Ordu mensubu asker savaştı. Doğu Cephesi'nde insan hakları her iki tarafca ihlal edilmiş ve çeşitli savaş suçları işlenmiştir.[8][9][10][11] Savaşın son yıllarında Kızıl Ordu mensubu askerlerin ele geçirdikleri kadınlara tecavüz ettiği ve ateşkesleri ihlal ederek saldırılar düzenlediği belirtilmiştir.[12] Nazilerin Esir kamplarında ölen 8.7 milyon askerle birlikte, toplam 27 milyon Sovyet vatandaşının savaşta öldüğü ifade edilmektedir. Nazilerin Sovyet savaş esirlerine karşı işledikleri suçlar kapsamında milyonlarca kişi kasıtlı olarak öldürüldü. Milyonlarca sivil açlıktan, katliamlardan veya başka sebeplerden hayatını kaybetti.[13]
Leningrad Kuşatması'nda, yeni üretilen T-34 tankları fabrikadan çıktığı gibi, boyanmadan cepheye sürüldü. Bu SSCB'nin Büyük Vatanseverlik Savaşı'na bağlılığını ve hükûmetin topyekûn savaş politikasını nasıl uyguladığını göstermektedir.
Rus halkının daha iyi çalışmasını sağlamak için, komünist hükûmeti insanların anavatanlarına olan sevgisini artırmaya çalıştı hatta Rus Ortodoks Kilisesi'nin yeniden açılmasına izin verdi.
Hava Mareşali Arthur Harris, 29 Mart 1945[14]
Birleşik Devletler II. Dünya Savaşı'na girdikten sonra, Franklin D. Roosevelt Casablanca Konferansı'nda Müttefik Devletler'in hedefinin Mihver Devletleri Almanya, İtalya ve Japonya'nın kayıtsız şartsız teslim olmasını sağlamak olduğunu belirtti. Mihver Devletleri bu açıklamadan önce savaşı kaybettiklerini kabul etselerdi, şartlı bir ateşkesi görüşebilirlerdi.
Mihver Devletleri teslim olduktan sonra, 1929'daki Cenevre Konvensiyonu'nun 63. ve 64. makalelerinde belirtildiği gibi, Nürnberg Uluslararası Askerî Ceza Mahkemesi'nde yargılandılar. Bu tip davalar genellikle yenilen devletlerin ülkelerinde, onların yasal sistemlerine göre yapılırdı. Bundan kaçınmak için, Müttefikler savaşın baş suçlularının savaştan sonra ele geçirildiğini, yani onların savaş tutsağı olmadığını, bu yüzden Cenevre Konvensiyonu'nun onları kapsamadığını öne sürdüler. Daha sonra Mihver rejimlerinin yıkılması, 1907'deki Hague Konvensiyonu'nun askerî işlerle ilgili hükümlerinin uygulanmasını engelledi.[15]
II. Dünya Savaşı'ndan sonra daha güçlü ve yıkıcı silahlara sahip olmalarına rağmen hiçbir devlet bu derece büyük bir savaşa girmedi. Nükleer silahların kullanımı, II. Dünya Savaşı'nda olduğu gibi ülkelerin tamamen seferber edilmesi ve tüm kaynakların savaş için kullanılması yerine, savaşı birkaç saatte bitirebilir. Bu tip silahlar barış zamanlarında nispeten daha makul savunma bütçeleriyle üretildikleri için her yönden büyük devletlerin işine gelir.
1950'lerin sonunda, batı dünyasıyla Sovyetler Birliği arasındaki ideolojik karşıtlık binlerce nükleer silah üretmelerine neden oldu. Buna sonradan Dehşet Dengesi dendi. Yani iki taraf da nükleer silahlara sahip olduğuna göre, eğer bir taraf saldırırsa diğer taraf da karşılık verecekti. Bu, dünyada yüz milyonlarca insanın ölümüne neden olabilir, ölmeyenler de sakat kalabilirdi.
Soğuk savaş döneminde, Süper güçler birbirleri arasında çıkacak en ufak bir sıcak çatışmanın bile bir nükleer savaşı tetikleyeceğinin farkındaydılar. Bu yüzden birbirleriyle vekil savaş yoluyla savaştılar; yani küçük devletleri destekleyip birbirlerine karşı kışkırttılar. Kore Savaşı, Vietnam Savaşı ve Sovyet-Afgan Savaşı vekil savaşlara örnektir.
Soğuk savaş sonrasındaki güvenli ortamda, sanayileşmiş devletler ordularını küçülttüler. Zorunlu askerliğin yerine gönüllülerden oluşan birlikler kuruldu ve büyük ordularla başa çıkabilmeleri için daha ağır bir eğitim altında iyice profesyonelleştirildiler. Ordusunun hacmine çok güvenen Rusya bile şu anda bu sisteme yönelmektedir.
Günümüzde kalkınmış ülkeler topyekûn savaş ihtimalinden uzaklar. Tüm ülkelerin ekonomileri birbirleri ile bağlantılı olduğu için, savaşmak ekonomileri de riske atmak anlamına gelir. Bu yüzden küresel ticaretin büyümesi, küresel istikrarın sağlanmasında önemli bir faktördür. Hatta rakip devletler bile birbirleriyle ticaret yaparlar ve savaşarak kazanacaklarından fazlasını riske ederler. Örneğin, Çin ve ABD Pasifik Asya'daki rakip güçlerdir. Ancak ikisinin de ekonomisi diğerine bağlıdır ve birbirlerinin ekonomik başarılarının devamlılığından çıkar sağlarlar.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.