Loading AI tools
IV. Mehmed'in tek hasekisi iki oğlunun döneminde Valide Sultanlık yaptı. Haseki Sultan ünvanını kullanan son kadındır. Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Emetullah Râbia Gülnûş Sultan[1] (Osmanlıca: گلنوش سلطان d.1642 - ö. 6 Kasım 1715, İstanbul), Osmanlı İmparatorluğu'nun Valide Sultan'ı, İki ayrı padişahın annesi (II. Mustafa ve III. Ahmed) ve Sultan IV. Mehmed'in tek hasekisi. Osmanlı İmparatorluğunda Haseki Sultan unvanını kullanan son kadın sultan.
Emetullah Râbia Gülnûş Sultan گلنوش سلطان | |||||
---|---|---|---|---|---|
Haseki Sultan | |||||
Hüküm süresi | 1660 - 8 Kasım 1687 | ||||
Önce gelen | Telli Hümaşah Sultan | ||||
Valide Sultan | |||||
Hüküm süresi | 6 Şubat 1695 - 5 Kasım 1715 | ||||
Önce gelen | Saliha Dilaşub Sultan | ||||
Sonra gelen | Saliha Sultan | ||||
Doğum | 4 Mart 1642 Girit, Resmo | ||||
Ölüm | 5 Kasım 1715 İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu | ||||
Defin | Valide-i Cedid Türbesi Üsküdar, İstanbul | ||||
Eş(ler)i | IV. Mehmet | ||||
Çocuk(lar)ı | II. Mustafa III. Ahmet Hatice Sultan Fatma Sultan | ||||
| |||||
Hanedan | Osmanlı Hanedanı | ||||
Dini | Doğumunda Ortodoks daha sonra İslam |
Kökenine ilişkin çeşitli rivayetler vardır. Yerleşik anlatıya göre Gülnuş Sultan,1646'da Girit'teki Resmo'nun (Rethymno) Deli Hüseyin Paşa tarafından fethedilmesinden sonra buradan getirilen tutsaklardan biridir ve güzelliği nedeniyle saraya hediye edilmiştir[2] Anthony Dolphin Alderson'a göre Resmolu Rum Verzizzi ailesindendir.[3] Az sayıda da olsa, Venedikli bir İtalyan olduğunu iddia edenler de vardır.[4] Gülnuş Sultan'ın kökeni hakkında başka bir öneriyi, ikincil Osmanlı kaynaklarının dışında kalan Avrupa kaynaklarını, Gülnuş Sultan'ın betimlendiği dönem gravürlerini ve bir halk şarkısını ele alan Manusakas dile getirmektedir. 1682‐84 arası Venedik Balyosu olarak görev yapan Giovanini Batista Donado'nun Ağustos 1684'te Venedik Senatosuna sunduğu rapordan aktaran yazar, onun Girit'teki iki Verzizzi ailesinden daha asil olana mensup Ortodoks bir Rum olduğunu; farklı kaynak ve gravürlerde geçen asıl adının Evmenia olduğunu ve 1643'te doğmuş olması gerektiğini belirtir. İlk olarak Vasilios Psilakis'in 1892 tarihli bir makalesinde yer verdiği bir Girit halk şarkısını ele alan Manusakas'a göre,şarkıda anlatılan kişi Gülnuş Sultan olmalıdır. Şarkıya göre, bir pazar sabahı ve yortu günü kaçırılan papaz Vorya'nın kızı İstanbul'a götürülmüş, padişahın haremine sunulmuş ve sonunda padişah annesi olmuştur. Bu şarkının farklı versiyonlarını değerlendiren Manusakas, şarkının Gülnuş Sultan'ın valide sultan oluşandan sonra Girit'te söylenmeye başladığına, sözlerinde gerçeği yansıtmayan bölümler olsa da genel anlatının doğru olduğuna hükmeder.[5]
Esmer, düz siyah saçlı ve siyah gözlü, orta boylu, etine dolgun olarak tasvir edilmiştir. Ondan adını anmaksızın bahseden ilk yabancı Tavernier'dir. Tavernier, kendisinin ''çok güzel'' olduğunu bilhassa vurgular.[1] Aynı zamanda dönemin Venedik elçisi, elbiselerini gördüğü ve görünüşe göre uzun boylu bir kadınınkine benzediğini söylenmiştir. Onu gören bir başka isim olan Belçikalı Theodoor van Merlen, Gülnuş Sultan'ın at üstündeki halini betimlerken ''çok güzel bir kadın'' olduğunu söylemiştir.
Valide Hatice Turhan Sultan'ın Kösem Sultanı bertaraf ettiği 1651'den sonra, o sırada 10 yaşında olan oğlu IV. Mehmed'in, buluğa ereceği günleri düşünerek beğendiği kimi acemi cariyeleri kendi gözetimi altında geleceğe hazırladığı; bunlardan Harem âdetlerince gül gibi anlamına gelen Gülnüş adı verilen kız, haremde belli bir eğitim görmüş ve burada İslâmî ilimlerin dışında, okuma-yazma eğitimi de almıştır.[6]
1660'ta 17-18 yaşlarındayken ilk çocuğu olan kızı Hatice Sultan'ı doğurdu ardından 1664'te oğlu Şehzade Mustafa'yı doğurunca da kendisine 'haseki' sanının verildiği tahmin edilir.[1] Şehzade Mustafa son 21 sene içinde Osmanlı Hanedanı'na katılan ilk erkek çocuğu olduğu için doğumu hem İstanbul'da hem Edirne'de muazzam şenliklerle kutlandı. Rycaut'dan öğrendiğimize göre IV. Mehmed bu doğuma öyle çok sevinmişti ki Gülnuş'u servete boğdu. Rycaut'ya göre oğlunun annesine büyük özen gösteren IV. Mehmed; onun maaşını ve hizmetlilerinin sayısını artırmıştı. Edirne'nin zanaatkârlarına onun için değerli taşlarla süslü muhteşem bir taç yapmalarını emretti; hatta çok sabırsızlandığından eseri bitirebilmeleri için gece ve gündüz sarayda kalmalarına izin verdi. 1670'de kızı Ümmü Gülsüm Sultan'ı, 1673'te ise ikinci şehzadesi, Şehzade Ahmed'i doğurdu.
1675'ten sonra ise en küçük kızı Fatma Sultan'ı doğurdu, böylelikle Gülnuş Sultan ve Sultan IV. Mehmed'in iki şehzade üç sultan olmak üzere beş çocuğu oldu. İki şehzade annesi olmak, Gülnuş Sultan'ın itibarının artmasına neden oldu. Ve Valide Hatice Turhan Sultan'dan sonra saraydaki en nüfuzlu ikinci kadın durumuna geldi. Valide Turhan Sultan'ın Gülnüş Sultan'ın gücünü sınırladığına şüphe yoktur.[7]
IV. Mehmed'in av tutkusu ve hasekisine bağlı olduğu bilgisi yabancı kaynaklarda sıkça vurgulanır. Bazı kaynaklarda Gülnuş Sultan'ın IV. Mehmed'in gönlünde özel ve ayrıcalıklı bir yeri olduğu ve padişahın vaktini av ve aşkla geçirdiği yazar. 21 senelik aradan sonra hanedana bir erkek evlat vermesinin ve daha sonra ikinci oğlunu doğurmasının hasekinin bu ayrıcalıklı yerinde belirleyici olur.[7] Öyle ki IV. Mehmed onu hiç yanından ayırmaz, çıktığı seferlere ve meşhur av partilerine onu da beraberinde götürür, Balkanlar'da ve Doğu Avrupa'da birlikte yol alırlar. Ve artık Osmanlı İmparatorluğu'nun en etkili kadın sultanlarından biri olma yolunda emin adımlarla ilerlemektedir.
Gülnuş Sultan'la padişah IV. Mehmed arasında yakın bir ilişki olduğu, özellikle Şehzade Mustafa'nın doğumundan sonra IV. Mehmed'in Gülnuş'u yanından hiç ayırmadığı bilinmektedir. Dönemin tarihçisi Hüseyin Behçeti'ye göre IV. Mehmed ava ve hasekisine eğilimliydi, bu yüzden sefere giderken yolda avlanmayı ve hasekisini yanına almayı ihmal etmezdi. Bu durum aynı dönemde Avrupa'da basılan gravürlere bile yansımıştır.[5]
Şehzade Mustafa 1 yaşında iken, gümüşlerle işlenmiş özel arabasıyla İstanbul'dan Edirne'ye, oradan da Dimoteko'ya ilk gezisini yapmıştır. IV. Mehmed'in bu açılımı ise daha önce örneği görülmeyen türden bir açılımdır. Bu sayede Gülnuş Sultan, haremin kapalı dünyasının dışına çıkıp birçok yer görme şansına kavuşan belki de ilk ve tek haseki sultan olmuştu. Kocası sayesinde Filibe, Karinabat, Yanbolu, Bulgaristan, Teselya, Makedonya ve Romanya'yı görmüştü.[1]
“Hükümdarı av peşinde bir orman muhafızına, o da Diana ya da dağ perisi misali bir avcıya dönüştü.” şeklinde betimlenen Gülnuş Sultan ve IV. Mehmed, 1669 sonbaharında Kandiye'nin fethini avdayken öğrenmişler, bunun üzerine Selanik'te kışlayıp ata binip ava çıkarak bahara kadar Edirne'ye dönmemişlerdi.[5]
Silahdâr Tarihi'nde, Kamaniçe seferi boyunca padişahın, Kubbe Veziri Şeytan İbrahim Paşa'yı, başhasekisi Gülnüş Sultan'ın muhafızlığına atadığı; İbrahim Paşa'nın bu görevi nedeniyle Babadağı'nda kışladığı yazılır. Hatta yolculuk esnasında Haseki Gülnuş Sultan'ın gümüş arabası şiddetli yağmur nedeniyle çamura saplanmış ve sadrazamla adamları arabayı balçıktan kurtarmak için çok uğraşmışlardı.[5] Koçi denen özel kapalı arabalarda Balkanları aşan valide sultan, başhaseki Gülnüş Sultan, Şehzade Mustafa, padişahın kız kardeşleri Gevherhan ve Beyhan sultanlarla Harem kadroları için otağ-ı hümayuna yakın çevresi perdelenmiş harem çadırları kurulmuş ve burada konaklanmıştı. Kamaniçe'nin 28 Ağustos 1672'de fethedilmesi üzerine, kaledeki kiliseler devlet ileri gelenlerinin adına camiye çevrilirken bunlardan birine de Haseki Sultan'ın adı verilmişti. Böylece ilk defa bir haseki sultan adına yeni fethedilen şehirdeki bir kilise camiye çevrilmiş oldu.[5]
Kamaniçe’nin ve Podolya eyaletinin alınmasının ardından 18 Ekim 1672’de Bucaş Antlaşması imzalansa da sonraki yıl IV. Mehmed, Hotin seferi için yeniden Ukrayna’ya gidecekti. Gülnuş Sultan bu sefere de katıldı. Akpınar ve Hacıoğlupazarı'nda da sarayımsı ahşap konaklar yapılmış; bu arada Gülnüş Sultan'ın cariyeleri, hizmetlileri, özel eşyaları ve diğer gereksinimleri için, konforlu arabalar koşulmuştu.[1] Bir hamilelik dönemini yollarda ve İsakçı'da geçiren Gülnüş Sultan, doğumun yaklaşması üzerine IV. Mehmed’e ikinci şehzadesini vermek için bu sefer sırasında konaklanan Hacıoğlupazarı'na gönderildi ve şehzade orada dünyaya geldi: “Mübarek Ramazan ayının 22. Pazar gecesi (M. 31 Aralık 1673) kerametli padişah hazretlerinin (…) Sultan Ahmed adlı bir şehzadesi vücuda gelip gayb perdesinin arkasından bu şahadet âlemine ayak basmakla Babadağı kasabasında, Hacıoğlupazarı’nda ve bilâd‐ı selase diye bilinen İstanbul, Bursa ve Edirne’de üç gün üç gece şehir donanması ferman buyurulmuştur.” Böylece ilk defa bir şehzadenin sefer sırasında ve başkentten uzakta doğumuna tanıklık edilmiştir.[5]
Gülnüş Sultan aynı zamanda dönemin siyasi gelişmelerinden de haberdar oluyordu. Nitekim 1672 ve 1673'te gerçekleşen Lehistan Savaşına IV. Mehmed ve Hatice Turhan Sultan'la birlikte Haseki Sultan da iştirak etti. Benzer şekilde 1682'de, II. Viyana Kuşatması için Belgrad'a gidilirken haseki sultan da alaya dâhil oldu.[7]
Gülnüş Sultan'ın hasekiliğinin en mesut günlerini, 1675 ilkbaharında, oğullarının sünneti ve öz kızlarının da evlenişi nedeniyle Edirne Sarayının Sırık meydanında düzenlenen sur-ı hümayunda yaşadı. Bu düğünün törensel safhalarında, Valide Turhan Sultan ve Başhaseki Gülnüş Sultan'ı, kethüdalarının vezirler safında temsil ettikleri, Zübde-i vekayiat'da yazılıdır. Yabancı bir gözlemci sıfatıyla gezgin Tavernier'in Gülnüş Sultan'ın bu düğüne verdiği önemi yorumlayışı şöyledir:''(IV. Mehmed'in) oğlu çok görkemli bir törenle sünnet edilmiştir. Bu şehzadenin çok güzel bir kadın olan annesi, bu törenin Türkler ve yabancılar için çok görkemli olmasını sağlamak amacıyla şehzadenin o gün giyeceği giysinin tümünün elmaslarla kaplanmasını istemiş. Bunun gerçekleşmesi için de hazineden çok değerli parçalar bozulmuş sonra da her şey yerine götürülmüştür.'' Tavernier'in anlattıklarına göre sünnet düğününü IV. Mehmed'in değil de Haseki Sultanın, iç ve dış siyasetler açısından bir fırsat sayarak devletin zenginliğini yansıtacak imajlar araması; görüşlerini padişaha da kabul ettirmesi onun akıllı, öngörülü bir saraylı olduğunu ortaya koymaktadır.[1]
Gülnuş Sultan'ın haremdeki en güçlü destekçileri ise 1675'ten beri haremi yöneten darüssade ağası Yusuf ağa, kethüdası Osman ağa ve oğlu Şehzade Mustafa'nın lalası Feyzullah Efendiydi. 1682 yılında bu ittifaka Köprülü Hüseyin Paşa da katıldı. Öyle ki bir sene sonra yaşanan II. Viyana kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından sadrazama olan yakınlığı sebebiyle tutuklandı. Gülnüş Sultanın araya girmesi ve padişahla konuşması sonucu 1684 yılında serbest bırakıldıktan sonra iki tuğlu vezir olarak Şehrizor eyaleti beylerbeyi göreviyle payitahttan uzaklaştırıldı. Öte yandan Feyzullah Efendinin 1686'da Üsküdar'da hazineye ait bulunan "Bayram Paşa Yalısı" çayırına at bağlaması yüzünden padişah IV. Mehmed'i öfkelendirdi. IV.Mehmed önce Feyzullah Efendi'yi idam ettirmek istedi ama teâmüller gereği ulemanın idam edilmesi mümkün olmadığı padişahın danışmanları tarafından açıklanınca Feyzullah Efendi'nin ismi ulema defterinden silindi. 5 gün sonra Gülnuş Sultanın duruma müdahale etmesiyle padişah tarafından affedildi. Fakat şehzadeler hocalığı görevine son verildi ve yerine padişah imamı İbrahim Efendi tayin edildi. Feyzullah Efendi'ye Eyüp Kadılığı arpalık olarak verildi.
Gülnüş Sultan'ı seçen ve IV. Mehmed'e sunan Valide Hatice Turhan Sultan, Gülnüş Sultan'ın itibar ve nüfuz kazanması üzerine gelinini kendine bir tehlike olarak görmeye başladı. Ve oğlu IV. Mehmed'e yeni cariyeler göndermeye başladı. Valide Sultan, oğlu IV. Mehmed'in Gülnuş Sultan'a olan sevgisini başka bir aşkla dengelemeye, böylece haseki sultanın etkisini azaltmaya çalıştığı belirtilir.[7] Fakat bu cariye ve gözdelerden hiçbirinin başarılı olamadığı çocuk doğurdularsa bile bazılarının bebekken bazılarının 3-4 yaşılarında öldüğü bilinir. IV. Mehmed, Gülbeyaz adlı bir hatunla yakından ilgilenmeye ve ondan hoşlanmaya başlayınca bunu öğrenen ve kocasını kıskanan Gülnüş Sultan, kethüdasına verdiği emirle Gülbeyaz'ı bir ilkbahar- yaz mevsiminde Kandilli Sarayında boğdurtmuştur. Buna benzer sayılabilecek bir diğer örnek ise Şehzade Süleyman ve Şehzade Ahmed'i öldürtmek istemesi ve IV. Mehmed'den sonra tahta kendi oğlu Şehzade Mustafa'nın geçmesi için kocasını da ikna etmesidir. IV. Mehmed de bu fikri desteklemiş ama Turhan Sultan buna karşı çıkmış, Şehzade Süleyman ve Şehzade Ahmed için kendi oğlunu karşısına alarak kendi dairesine bitişik yaptırdığı dairelere şehzadeleri yerleştirerek şehzadeleri korumuştur.
Osmanlı'nın 1670'lerde askeri ve siyasi alanda tutturduğu başarı grafiğini 1683'teki önemli bir dönüm noktası, II. Viyana Kuşatması değiştirecekti. Haseki Gülnuş Sultan, IV. Mehmed'i bu yolculukta da yalnız bırakmamıştı. IV. Mehmed, II. Viyana kuşatması için Belgrad'a kadar gelmiş, hatta şehrin fethedileceği beklentisiyle Gülnuş Sultan'ı da yanında getirmişti. Ancak kuşatma başarısız olmuş, askerlerinin bozgununu öğrenen padişah, hasekisiyle beraber, şiddetli yağmur altında zor bir yolculukla Edirne'ye dönmek zorunda kalmıştı. Belki Kamaniçe'de olduğu gibi Gülnuş Sultan adına Viyana'nın önemli kiliselerinden biri camiye çevrilecekti, ama sonuç bir hezimet olmuştu. Hatice Turhan Sultan'ın ölüm haberi ise Viyana kuşatması sürerken ve alınacak yenilgiden birkaç hafta önce gelmişti.[5] Valide Sultan'ın ölümüyle başsız kalan haremi, haremde en nüfuzlu kadın durumuna gelen Gülnüş Sultan Baş Haseki olarak haremi yönetmeye başlamıştır. haremi yönetmeye başlamasıyla saraydaki etkisi daha da artmıştır. Kocası IV. Mehmed'in 1687 yılında tahttan indirilişine kadar haremi Gülnüş Sultan yönetmiştir.[1]
I.Ahmed ve Kösem Sultan'ın kızı Fatma Sultan eşi Melek Ahmet Paşa öldükten sonra İstanbul'dan Edirne Sarayına gelmiştir. Annesi Kösem Sultan'ı öldürtmesi yüzünden Valide Hatice Turhan Sultan'ı sevmediği bilinir. Gülnuş Sultan o dönemde kızı Hatice Sultan'ı doğurmuş ve Haseki olmuştu. Fatma Sultan, yeğeninin hasekisiyle zaman içinde yakınlaşmaya başlamıştır. Fakat bu yakınlık fazla uzun sürmemiş, Fatma Sultan 1663 nisanında Kundakçızâde Mustafa Paşa'yla evlendirilmiştir. Fatma Sultan'ın vasiyeti üzerine 1667'den sonraki ölümünden sonra tüm mal varlığı Gülnüş Sultan'a kalmıştır.
Bir rivayete göre; bir gün İstanbul'da gezinmeye çıkan Gülnuş Sultan Unkapanı Köprüsü'nün karşı ucundaki Azapkapı'ya da uğradı. Meydandaki çeşme başında, küçük bir kızın oturup ağladığını fark etti. Yanına geldiğinde, kızın önünde kırılmış bir testi gördü. Küçük kıza ağlamaması gerektiğini söyledi ve testinin parasını verdi. Küçük kız ise testinin kırılmasına değil sabahtan beri bekleyerek doldurduğu testiyi hizmetçilik yaptığı eve götüremeyecek kadar beceriksiz olduğu için ağladığını söyledi. Küçük kızın verdiği bu cevap Gülnuş Sultan'ın hoşuna gitti ve çevredekilerden bu kızın kim olduğunu öğrendi. Saliha isminde bir öksüz olduğunu ve hayırsever bir ailenin yanında hizmetçilik yaptığını öğrenen Gülnuş Sultan gidip kızı aileden istedi. Karşılarında bir Haseki Sultan gören aile bu teklifi kabul etti. Gülnuş Sultan küçük salihayı saraya alarak terbiye görmesini sağladı ve ileride oğlu II.Mustafa ile evlendirdi.[8]
Osmanlı Devletinde, Kutsal Topraklar olarak nitelendirilen Mekke ve Medine'de yalnızca hür kadınlar ve Valide Sultanlar hayır işleri yaptırabilirdi. Gülnuş Sultan'ın hasekilik döneminde Mekke'de Hasekiye İmareti yaptırması Sultan IV.Mehmed tarafından azad edilmiş olduğunu ve hür bir kadın olduğunu gösterir. Aynı zamanda Rabia ve Emetullah gibi isimlerin, azat olduktan sonra cariyelere haremde kullanılan isimlerden daha itibarlı Arapça isimler verilmesinin azad edilmesinin bir kanıtı olabileceği şeklinde yorumlanmaktadır.[6]
Sultan Mehmed'in pek sevdiği hasekisini nikahlayıp, nikahlamadığıyla ilgili bir kanıt bulunmamaktadır.
Kimi tarihçilere göre Kadınlar Saltanatının son temsilcisi Hatice Turhan Sultan değil Rabia Gülnuş Sultandır. Muzaffer Özgüleş ise ondan Kadınlar Saltanatının unutulan yıldızı olarak bahseder ve devam eder: 17. yüzyılın ikinci yarısıyla 18. yüzyılın başlarının, Osmanlı İmparatorluğu'nda siyasi, askeri ve ekonomik alanda çok önemli dönüşümlerin yaşandığı çalkantılı yıllar olması nedeniyle Gülnuş Sultan bir kat daha önem kazanmaktadır. Ancak genel olarak 17. yüzyıl, askeri başarısızlıklar ve ayaklanmalar nedeniyle Osmanlı tarihinde önemi gözden kaçırılan bir dönem olduğu için Gülnuş Sultan da bundan nasibini almış, şimdiye kadar hayatı ve yapılarına gereken önem verilmemiş, siyasete etkisi yok sayılmış ya da göz ardı edilmiştir.[5]
''Kadınlar Saltanatı'' denilen dönem, Haseki Hürrem Sultan, Nurbanu, Safiye, Kösem ve Hatice Turhan sultanların Osmanlı devlet yönetiminde daha büyük bir güce sahip oldukları, 1550-1656 tarihleri arasındaki yılları kapsamaktadır. Köprülülerin 1656'dan itibaren başa gelmesiyle Kadınlar Saltanatının sona erdiği ve kadın sultanların siyasi güçlerini kaybettikleri düşünülür. Ancak 17. yüzyıl sonu ve 18. yüzyıl başı birincil kaynaklara bakıldığında bu algının gerçeği yansıtmadığı görülecektir.
17. yüzyılın ikinci yarısında ve 18. yüzyılda yaşayan valideler üzerindeki çalışmaların yetersiz olduğu ve Gülnûş Sultan'ın uzun bir valide sultanlık devri olmasına rağmen Kadınlar Saltanatı olarak adlandırılan dönemde yaşamış validelerin gölgesinde kaldığı aktarılmıştır. Dolayısıyla Rabia Gülnûş Sultan ile ilgili ikincil literatürün son derece sınırlı olduğu, yaşadığı döneme ait Osmanlı arşiv kaynakları ve kronikleriyle, çağdaş Avrupa kaynaklarının ışığında önemli ipuçlarına ulaşılabildiği belirtilmiştir.[6]
Gülnûş Sultan'ın 27 yıllık hasekilik dönemlerinde seferlere katılarak siyasî gelişmelerden haberdar olması, IV. Mehmed'in hasekisi ve Şehzade Mustafa ile Şehzade Ahmed'in annesi olarak Hatice Turhan Valide Sultan ile birlikte geçirdiği uzun hasekilik dönemi ve malî gücü onu adeta Valide Sultanlık müessesesine hazırlamıştır.[6]
Osmanlı hanedanına hizmet ettiği ölçüde değer kazanmış, padişahın gözdesi olması onun geleceğini etkilemiştir. Avlara, seferlere katılmak gibi erkeklere özgü etkinliklerde eşinin ona düşkünlüğü sayesinde yer alması, ona hanedanın erkek mensuplarına özgü avantajlar sağlamış; o da ölümüne dek bunlardan yararlanmış, yaptırdığı yapılarla ve siyasetteki rolüyle tarihte kendine yer edinmiştir. Başka bir deyişle, bir kadın köle olarak başlayan harem serüveni, hanedana hizmet etmeyi öne çıkarıp erkeklik rollerini benimsediği ölçüde onun lehine bir seyir izlemiştir.[5]
Kutsal-İttifak savaşlarının başlaması ve Osmanlı Ordusu'nun üst üste bozgunlar yaşaması nedeniyle devlet sıkıntılı bir süreç içerisine girmiştir. Özellikle Budin'in (Budapeşte) düşmesi ve meydana gelen yenilgiler, kaybedilen topraklar karşısında önlem alınmaması padişaha karşı ulemalar başta olmak üzere yeniçeriler, vezirleri olumsuz etkilemiştir. Sultan IV. Mehmed'in bu durumda dahi av partilerine çıkması ve gerekli ilgiyi göstermemesi devlet adamlarının sabrını taşırmıştır. Kasım 1687‘de padişah Edirne'de iken İstanbul'da başlayan hareket neticesinde IV. Mehmed tahttan indirilmiştir. Yerine ise kardeşi ve Veliaht Şehzade Süleyman geçmiştir. IV. Mehmed tahttan indirildikten sonra şehzadeleri ile birlikte önce Topkapı Sarayı'nda kılıç odasında, ardından 1689'da Edirne'de hapsetti, Gülnüş Sultan ve Sultan Mehmed'in haremi ise eski saraya gönderilmiştir. Gülnüş Sultan, Kocası IV. Mehmed ile sadece belirli zamanlarda görüşebilmiş, 6 Ocak 1693'te kocasının vefatıyla dul kalmış. 2 yıl 1 ay daha eski saray yaşamı sürmüştür. Gülnuş Sultan'ın bu tecrit hali oğlu Şehzade Mustafa'nın 6 Şubat 1695'te Edirne'de tahta çıkmasıyla son buldu. Gülnuş Sultan, 'Mehd-i Ulya-yı Saltanat' olarak hasekilik dönemini geçirmiş olduğu Edirne Sarayı'na döndü. Cülus töreni Edirne Sarayı'nda yapılacağı için Gülnuş Sultan da merasimle Eski Saray'dan Edirne'ye nakledildi. Böylece hasekilikten valideliğe geçen Gülnuş Sultan hanedanın en yüksek statülü kadını oldu.[7]
II. Mustafa'nın cülusu haberinin 7 Şubat 1695'te, İstanbul'da Eski Saray'da bulunan Gülnuş Sultan'a müjdecilerce duyurulması, Gülnuş Sultan'ın hayatında yeni bir dönemin başlangıcını ifade ediyordu. Ardından Sultan Mustafa da padişah olduğunu bildiren bir hatt‐ı hümayunu bizzat yazarak annesine gönderdi ve onu Edirne'ye çağırdı. İstanbul'daki Eski Saray'dan başlayan valide alayı Yeni Saray'a varmış, oradan Edirne'ye hareket etmişti. II. Mustafa annesini yolda karşılamış, yolda ve Edirne'de görkemli törenler gerçekleşmiş, hediyeler dağıtılmıştı. II. Mustafa 1695, 1696 ve 1697'de üç defa ordunun başında seferlere katılmıştı. Gülnuş Sultan da Kırım Hanına yazdığı ve Avusturya seferi sırasında oğlu II. Mustafa'ya yardımını esirgememesini istediği mektubunda da görüldüğü gibi oğluna destek veriyor, devletin çıkarları için başka ülkelerin yöneticileriyle yazışmalar yapıyordu. II. Mustafa Avrupa'da kaybedilen bazı kaleleri yeniden fethediyor ve hemen annesine müjdeci gönderiyordu. Oğlunu sefere uğurlarken Edirne'ye kadar ona eşlik eden Gülnuş Sultan, dönüşte onu yine Edirne'de karşılıyor, ona armağanlar veriyordu. Gülnuş Sultan'ın, II. Mustafa'nın padişahlık yıllarında saltanatı temsil eden sancaklar için kendi adının da yazdığı alemler yaptırması, onun güçlü bir valide sultan olduğunun bir başka delilidir. Ön ve arka yüzlerinde ayetlerle H. 1110 (M. 1698/1699) tarihini veren bu alemlerin kenarlarındaysa “Emetullah Sultan Valide‐i Sultan Mustafa Han Gazi ibn merhum Sultan Mehmed Han” ibaresi yer alır. Anlaşılan, orduya sık sık eşlik eden Gülnuş Sultan'ın adı, yokluğunda bile sancakların üstündeki alemlerden askerlere manevi destek vermeye devam etmiştir. Valide Sultan, hanedanın erkek üyelerinin rollerine benzer bir rolü yine militarist bir bağlamda sergilemektedir. Gülnuş Sultan, valide sultanlığı sırasında hem bizzat siyasetin içindeydi hem de oğlunun kararlarında etkili oluyordu. Nusretnâme'deki “22 Zilhicce 1112 tarihinde sadrazam Amcazade Hüseyin Paşa’yı Av Kapısı’ndan Darüssaade’ye davet eden Valide Sultan, padişahla ilgili birçok konuda ona çeşitli salıklarda bulundu ve bir kürk giydirdi” ifadesi, Gülnuş Sultan'ın siyasette ne kadar etkin olduğunun birinci ağızdan kanıtıdır. 1703'teki Edirne Vakası öncesinde halkın Feyzullah Efendi'nin görevden alınması talebine karşı duran II. Mustafa'ya annesinin “Arslanım, bir âdem içün ümmet‐i Muhammed arasına kılıç düşürürsün, sonra ne sen kalursun ne biz kaluruz. Azl ve nefy edüp bir tarafa gitsün, gavga basılsun, görelim nice olur” şeklinde tavsiyede bulunduğu ve bunun üzerine padişahın müftü efendinin azledilip sürgüne gönderilmesi için bir hatt‐ı şerif verdiği aktarılmaktadır. Bu ifadeden Gülnuş Sultan'ın olayları iyi takip edip padişahın ve kendisinin iktidarının devamı için gerekli siyasi hamleleri yapması için oğlunu yönlendirdiği anlaşılmaktadır.[5]
Edirne Vakası'ndan sonra III. Ahmet'in tahta çıkmasıyla da gerginliklerin yatışmadığını aktaran anonim vakanüvis, isyancıların “Padişah ve vükelânın bize zararları dokunmamak üzere hatt‐ı hümâyun talebinde olup, valide sultan doğru Eski Saray’a varsun, Yeni Saray’a girmesün” talebinde bulundukları belirtilir. Ancak Sultan Ahmed çok geçmeden Validesini Edirne'den önce Eski Saraya sonra ise Topkapı Sarayına getirtti.
Bu ifadeden, yeni padişah III. Ahmet'in ve vezirlerinin daha kolay yönlendirilebileceği, ancak deneyimli Valide sultanın isyancılara rahat vermeyeceği çıkarımını yapmak mümkündür. Gülnuş Sultan'ın etkinliği ikinci oğlunun saltanatı sırasında artarak sürmüştür.[5] 1704 yılında Gülnüş Sultan, başağası Uzun Süleyman Ağayı Darüssaade ağası yapmak istemesi üstüne sadrazam Damad Hasan Paşa padişaha çıkıp ''Bu zat, şimdi bulunduğu makamda saltanat işleriyle zaten ilgileniyor. Eğer kızlarağası olursa kendisiyle uzlaşmam ve söyleşmem mümkün olmaz, istiklal benden ona geçer! '' yollu uyarısına karşın Uzun Süleyman Darüssaade ağalığına getirilmiş; Hasan Paşa da 28 Eylül 1704'te sadaretten uzaklaştırılmış yerine Kalaylıkoz Hacı Ahmed Paşa getirilmiştir. Yaşanan bu olay Valide Gülnüş Sultan'ın oğlu üzerindeki etkisini kanıtlarken diğer taraftan da III. Ahmed'in annesine bağlılığını göstermektedir.[1]
Özellikle sadrazam atamalarında Gülnuş Sultan'ın etkili olduğu dönem tarihçilerinin açıklamalarından ve arşiv belgelerinden okunabilmektedir. Gülnuş Sultan'ın kaleminden çıktığı anlaşılan bazı tezkirelerde, yeni atanan bir sadrazama yapılan uyarılar dikkat çekicidir. Dış ülkelere karşı alınan yenilgilerin öfkesi yeniçerilerin isyanlarına karşı duyulan endişe, onların kontrol altında tutulması beklentisi ve herkesin haddine göre davranması tembihi Gülnuş Sultan'ın yakın zamanlı gelişmelerden edindiği deneyimleri göstermektedir. 1709'da İsveç Kralı Demirbaş Şarl Ruslardan kaçıp Osmanlı topraklarına sığındığında, Gülnuş Sultan bir kez daha siyaset sahnesinde görülür. Damat Silahtar Ali Paşa gibi Gülnuş Sultan da Ruslara karşı bir tavır almış ve oğlu III. Ahmed'i Demirbaş Şarl'a destek olması için Rusya'yla savaşa yönlendirmişti. Gülnuş oğlu III. Ahmed'e “Şu çarı parçalaması için arslanıma (Demirbaş Şarl’a) ne zaman yardım edeceksin?” şeklinde telkinlerde bulunmuştu. Sonunda Osmanlı ordusu, 1711'de Rusya'ya karşı sefere çıkma kararı aldı, bir zafer kazandı ve Rusya'yla bir barış antlaşması yapıldı.[5] Prut Savaşı ve antlaşma sonucunda, III. Ahmed'in kendisine kızgın olduğu duyumunu alan Baltacı Mehmed Paşa İstanbul'a dönüşünü erteleyerek bir süre Kartal sahrasında beklerken Valide Gülnüş Sultan'a uzun bir mektup yazarak devlete hizmetlerini sayıp dökmüş; padişahın öfkesine maruz kaldığını belirterek valide sultandan himaye istemişti. Gülnüş Sultan, Torunu Fatıma Sultan'ın eşi, Silahdar Ali Paşa'nın sarayındaki ''parti'' toplantılarına katılıyor; yabancı elçiler, aracılarla kendisine hediyeler, mektuplar, sunarlarken o da birçok konuda oğlunu etkileyebiliyordu.[1]
30 Kasım 1712'de, Rusya'nın barış antlaşmasının hükümlerine uymaması sebep gösterilerek, şeyhülislamdan alınan fetva ile Rusya'ya karşı bir kez daha savaş ilan edildi. Padişah III. Ahmed'le birlikte Gülnuş Sultan da bu seferde ordunun başında olmak için İstanbul'dan Edirne'ye kadar gitti. Ancak Rus delegeleriyle yapılan görüşmeler sonunda, yeni bir sefer hazırlığının verdiği gözdağının da etkisiyle, Rusya yeni bir barış antlaşması imzalamayı kabul etti.
Valide Sultan, İsveç kralına biri Nisan 1713 olarak tarihlenen iki mektup yazdı. Bu mektuplar valide sultanın siyasi etkinliği ve bu meseledeki rolünü göstermesi açısından Kırım hanına yazdığı mektuptan daha önemlidir. Validenin krala mektubu çok sıcak ve samimi bir ifadeyle "Benim güçlü ve yüce oğlum" hitabıyla başlar. Krala yazdığı mektubunda ona derin bir muhabbet beslediğini ve kendisini oğlu gibi gördüğünü belirten Valide Sultan kral için gece gündüz çalıştığını yazar. Mektuptaki ifadelerden Valide Sultan ile kral arasında gizli bir irtibatın bulunduğu hatta Valide sultanın krala yazdığı mektuplarda ‘Derviş Efendi’ müstear adını kullandığı ortaya çıkmıştır. Valide sultanın padişah ile kral arasında gayri resmi bağlantıyı sağlayan bir aracı konumunda olduğu ve kendisinin kral lehine padişahla görüştüğü anlaşılır. Hanedan mensubu olmak idare ve siyasetin tamamen dışında kalmaya imkân vermez. Nitekim Gülnuş Valide Sultan'ın Osmanlı siyasi kültürünün bir parçası olan merasim ve hediyeleşme içindeki yerinin tetkiki de bu gerçeği bir kez daha doğrulayacaktır.[9]
1699'daki Karlofça Antlaşması'ndan sonra elden çıkan Mora'nın geri alınması amacıyla 1714 sonlarında Venedik'e karşı savaş ilan edildi. III. Ahmed ve Gülnuş Sultan da Venedik Seferi'ne katılmak istemişlerdi, ancak padişah ve annesi orduyu Edirne'den uğurlamış ve Mora'ya giden birliklere sadrazamın liderlik etmesi uygun görülmüştü. Nitekim Gülnuş Sultan, Damadı Silahtar Ali Paşa Mora Seferi'ndeyken rahatsızlanmıştı. Bu süreçte, Gülnuş Sultan'a kethüdası Mehmet Efendi'nin yazdığı tarihsiz bir mektupta “bu kadar eyyamdan beri düşman eline giriftar olan kal’aların” alındığı ve padişahın ordusunun zafer kazandığı müjdelenmektedir.[5]
Damad Silahdar Ali Paşa'nın Mora seferine çıkması üzerine, kethüdası el- hac Mehmed Ağayı, vezirlikle sadaret kaymakamlığına tayin ettirerek İstanbul'daki gelişmeleri izlemeye alması; yine adamlarından Osman Ağayı da kethüdalığı göreviyle Edirne'ye getirmesi de yaşamının son günlerinde yapmıştır.[1]
1669 yılında oğlu Şehzade Mustafa'nın hocası Seyyid Mehmet Efendinin ölmesi üzerine kocası IV. Mehmed tarafından hocalığa Vani Efendinin damadı olması sebebiyle Feyzullah Efendi tayin edildi. Padişahın bir hatt-ı hümayunu ile dersten mülazım sayılarak Süleymaniye Darülhadis Medresesi'ne müderris yapıldı. Sonra ilmiye sınıfı içinde hızla yükselerek Haydarpaşa, Üsküdar Mihrimah Sultan, Sahn-i Semân ve Ayasofya medreselerinde müderrislik yaptı. Bu yeni görevleri nedeni ile aynı yıl Şehzade Ahmet'e de hoca olarak tayin edildi.[10] Aynı zamanda şehzadelerin annesi olan Gülnuş Haseki Sultan ile araları iyiydi. 1686'da Üsküdar'da hazineye ait olan "Bayram Paşa Yalısı" çayırına at bağlaması dolayısıyla şehzadelerin hocalığından azledildi yerine padişah imamı İbrahim Efendi geldi. IV. Mehmed'in tahttan indirilmesiyle yerine gelen II. Süleyman'ın tahta çıkışından sonra Debbağzade Mehmed Efendi'nin azli üzerine 14 Şubat 1688 yılında şeyhülislam oldu. 16 gün süren Şeyhülislamdığından 2 Mart 1688'de azledildi ve sürgün edildi.
II. Mustafa'nın tahta çıkmasıyla Feyzullah Efendi tekrar Şeyhülislam oldu. Zamanla ve Valide Sultanın hasekilik döneminden beri tanıyıp himaye etmesi sayesinde dönemin en güçlü devlet adamı oldu. Feyzullah Efendi'nin devlet işlerine karışarak terfi, tayin ve azil işlerinde aldırttığı kararlar nedeniyle saray çevresi, asker ve ulemada rahatsızlık oluşturmaya başlamış. Bunun yanı sıra II. Mustafa'nın Edirne'de devlet işleriyle ilgilenmeyip avcılık ile uğraşarak devlet idaresinden uzak kalması, uzun süredir yaşanan ekonomik kriz nedenleriyle devletin başşehrinin Edirne'ye taşınacağı iddiaları da İstanbul halkının isyana katılma nedenlerini oluşturmuştur. Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşlarının kaybedilmesi ve Karlofça Antlaşması'yla Osmanlı Devleti büyük miktarda toprak kaybetti. Bundan 8 yıl süren şeyhülislamlığı sırasında Feyzullah Efendi'ye karşı büyük bir muhalefet oluşturanlar, devletin yönetimindeki başarısızlıktan onu sorumlu tuttu. 17 Temmuz 1703'te,Şeyhülislam Feyzullah Efendi'nin etkinliğinden rahatsız olan bazı devlet erkanının yönlendirmesiyle gecikmiş ulufeleri bahane eden cebeciler ayaklanma başlattı. Kısa süre sonra yeniçerilerin, medrese talebelerinin ve İstanbul halkının katılımıyla büyük bir isyana dönüştü. İstanbul'da denetimi ele geçiren isyancılar, sadrazamlığa Kavanoz Ahmed Paşa'yı, şeyhülislamlığa da İmam Mehmed Efendi'yi getirdiler. Bir süre sonra isyancılar isteklerini bildirmek üzere Edirne'ye bir heyet gönderdiler. Ancak bu heyet Feyzullah Efendi'nin emriyle Havsa civarında tutuklandı. Bu olaydan sonradan haberi olan padişah validesinin ısrarlarıyla isyancıları yumuşatmak amacıyla 27 Temmuz 1703'te Feyzullah Efendi'yi şeyhülislamlık görevinden aldı.
Ancak yapılanlardan tatmin olmayan isyancılar, asker ve halktan oluşan yaklaşık 60.000 kişilik bir kuvvetle ağustos ayı başlarında Edirne üzerine harekete geçti. Bu ihtilal ordusu Silivri'ye geldiklerinde II. Mustafa'nın tahttan indirilip öz kardeşi Ahmed'in tahta geçirilmesi için bir karar ve fetva aldılar. Önce Feyzullah Efendi'nin azledilmesi ile başlayan Padişah II. Mustafa'nın ve danışmanlarının bu isyancıları ve ihtilal ordusunu engellemek için aldıkları bütün tedbirler boşa gitti ve 20 Ağustos'ta bu ihtilal kuvveti Edirne'ye ulaştı.[11] 22 Ağustos'ta II. Mustafa tahttan çekilerek yerini öz kardeşi III. Ahmet'e bıraktı.
II. Mustafa'nın yerine III. Ahmed'in padişah yapıldığına dair, Şeyhülislam ve beraberindekiler tarafından mühürlenip kendisine sunulan arizayı Gülnuş Sultan “Hepiniz fikir ve oybirliği ile haşmetli oğlum Sultan Ahmed’in padişahlık tahtına oturmasını ve diğer oğlum Sultan Mustafa’nın da tahttan indirilmesini istiyorsunuz. Danışılarak yapılan işte hayır vardır, dileğinize rıza gösterilmiştir” diyerek oğluna zarar verilmemesi koşuluyla onaylar. Gülnuş Sultan'ın da tıpkı Kösem Sultan gibi oğullarından birinin tahttan indirilip diğerinin tahta çıkmasına olur vermesi dikkat çekicidir.[5]
III. Ahmed'in tahta çıkışını takiben, valide sultan hemen vazifelerine başladı. Cülus bahşişi için kendi kesesinden para verdi. Gülnuş Sultan isyan, hal ve cülus gibi hanedanı yakından ilgilendiren gelişmelerin dışında, bu dönemde devlet adamlarının meslek yaşamlarında da etkili olduğuna dair örnekler mevcuttur.[7]
Bir oğlunun tahttan indirilmesi ve yerine diğer oğlunun geçmesi tarihçilere göre Gülnuş Valide açısından''bir gözünü ağlatan, ötekini güldüren'' yazgı oyunudur.[1]
1665'te yanan Topkapı Sarayı Harem dairesinin yeniden yaptırılması Gülnüş Sultan'ın hasekiliği dönemindedir. 1673'te Lehistan'da fethedilen Kamaniçe'de onun adına camiye çevrilen kilise, daha sonra tekrar kiliseye dönüştürülmüştür. Mekke'deki Hasekiye İmaretini ve darüşşifa kurduğu, hac yolu üzerinde çeşme ve kuyular yaptırdığı, Mekke'de tavan (sakf-ı şerif) ile Hatice bint Hüveylid'in evini tamir ettirmesi IV. Mehmed padişahlığında yaptırmıştır.
Gülnûş Valide Sultan'ın Osmanlı'nın farklı bölgelerinde muhtelif türde hayır eserleri yaptırdığı ve valideliği döneminde de ilk olarak Sakız Adası'nda kendi adına bir cami (1695) ve bir kütüphane yaptırdığını; Galata'da Saint François adlı kiliseleri camiye çevirttiğini (1696) bu cami için bir de vakıf kurdurduğunu; Afrika Kıtasında da kiliseden dönüştürülmüş ‘Gülnûş Valide Sultan’ adını taşıyan bir cami ve Hasköy'de bir mescit inşa ettirdiğini ifade eden Argıt, Valide Sultan'ın asıl gücünü ve otoritesini gösteren en büyük eserin ise Üsküdar'da inşa edilen külliye olduğu bilinir.[6]
II. Mustafa'nın annesinin isteği üzerine Galata Kalesi içinde yanık kilise arsasına yaptırdığı, Şubat 1697'de ibadete açılan tek minareli ''cami şerif ve mabed-i lâtif'' için dönemin şairlerinden Zamiri, bir tarih kasidesi yazmıştır. Valide Gülnüş Sultan'ın bir başka hayratı sebil çeşme, Üsküdar Gülfem Hatun Mahallesinde çarşı karakolunun karşısındadır. III. Ahmed dönemindeki en önemli girişimi, Üsküdar'da Balaban İskelesi yakınında yaptırdığı büyük camidir. Adını taşıyan ve 1708-1710 yıllarında yapımı tamamlanan anıtsal Cedid Valide Külliyesi, iki minareli, orta kubbeli, hünkâr mahfilli selatin camiyle şadırvanı, çeşmeleri, imareti, sıbyan mektebini, mahyacı odasını, arasta ve meşrutalarını kapsar. Gülnüş Sultan'ın ölümünden sonra, caddeye bakan avlu cephesine, açık türbeyle iki yanındaki sebil çeşme ve muvakkıtnhane eklenmiştir. Toptaşı'ndaki Atik Valide (Nurbanu Sultan) Külliyesinden dolayı bu yeni külliyeye Üsküdarlılar ''Cedid Valide Camii,'' ''Küçük Valide Camii,'' ''Yeni Valide Camii'' demişlerdir.[1] Gezip gördüğü yerler dışında Üsküdar'daki camisinde yer alan ve okumaya ilgi duyduğunu düşündüren özel koleksiyonu, yazdığı mektuplarda görülen güçlü ifade yeteneği Gülnuş Sultan'ın aydın bir kişiliği olduğunu ileri sürmeyi mümkün kılar. Bu nedenle yapılarında gözlenen yenilikleri bizzat Gülnuş Sultan'ın talep ettiği düşünülebilir.[5]
Valide sultan için zekât ve fakirlere sadaka vermek mutat uygulamalardan olup, medreselere ve tekkelere para ve kurban gönderilirdi. Düzenli olarak Üsküdar'da bulunan miskinler fukarasına belirli oranlarda pirinç ve bal gibi yiyecek dağıtımında bulunulurdu. Bunun dışında hayırlarının çeşitliliği de dikkat çekerdi. Berat gecesi camiler ve mescitlere dağıtılmak üzere mumlar satın alınırdı. Harem-i Hümâyûn'un başı olarak saraydaki cariyelerin ihtiyaçlarıyla da ilgilenirdi. Cariyelerin defin masraflarını karşılayan Gülnuş Valide Sultan, rutin bir uygulama olan köle azadında da bulunur, borçlu mahkûmları zindandan çıkarttırırdı. Muhtelif şekillerde gerçekleştirilen hayırlar yoluyla halka hizmet ederek sevap kazanmak önemli amaçlardan olmakla birlikte, halkın takdirini kazanmak, hanedanın gücünü göstermek ve meşruiyetine katkı sağlamak gibi amaçları da vardı.[7]
4 Kasım 1715'te Mora'dan zaferle dönen Sadrazam Ali Paşa'yı III. Ahmed Edirne'nin biraz dışında karşıladı, bundan bir gün sonra da Edirne'ye vardılar. 5 Kasım 1715 Salı gecesi, bir süredir hasta yatan Gülnuş Sultan, rahatsızlıklarının artması sonucu Edirne Sarayı'nda öldü Tarih-i Râşid'de, ''İrtihal-i Hazreti valide sultan'' başlıklı uzun açıklamada özetle, valide sultanın sağlığının bozulduğu; birkaç ay boyunca uzman tabiplerin tedavi çabalarına karşın ecelin önlenemediği; ordunun Edirne'ye döndüğü günün ertesinde (Hicri 9 Zilkadde 1127/ 6 Kasım 1715) ölmüştür. Son ana kadar devletin yönetiminde fiilen yer alan, ileri yaşına rağmen, hasekilik döneminde olduğu gibi orduyla birlikte seferlere katılmak isteyen, hatta İstanbul'dan Edirne'ye kadar giderek sembolik olarak bunu gerçekleştiren Gülnuş Sultan'ın naaşı, büyük bir cenaze töreniyle Edirne'den getirilerek 8 Kasım 1715'te padişah III. Ahmed'in buyruğu üzerine bütün vezirlerin, ulemanın, devlet erkânının toplanmasıyla saray meydanında kılınan namazdan sonra, kapalı arabaya konulan cenazenin, ordu tarafından Solak çeşmesine değin teşyi edildiği; Rikâb-ı Hümayun Kaymakamı Mehmed Paşa'nın muhafızlığında ivedilikle İstanbul'a gönderildiği; 9 Kasım günü vasiyetnamesinde talep ettiği şekilde Üsküdar'daki camiinin cadde tarafındaki, madeni şebekeli pencereleri mermerden, üstü açık türbesine gömüldüğü anlatılmaktadır.[1][12] Geride bir 15 yıl daha padişahlık yapacak olan oğlu III. Ahmed'i ve çok sayıda hayır eserini bırakarak bu dünyadan ayrıldı.[5]
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.