Remove ads
13 Nisan 1909'da yönetime karşı yapılmış büyük bir ayaklanma ve darbe teşebbüsü Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
31 Mart Vakası (Kalkışması, İsyanı, Ayaklanması, Olayı yahut Hadisesi), II. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'da yönetime karşı yapılmış büyük bir ayaklanma ve darbe teşebbüsüdür. Rumi takvime göre 31 Mart 1325'te (13 Nisan 1909) başladığı için bu adla anılmıştır.
31 Mart Vakası | |||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
Hareket Ordusu'nu İstanbul'a girerken gösteren Osmanlı posta kartı | |||||||||
| |||||||||
Taraflar | |||||||||
|
İstanbul'da subaylarına karşı isyan eden Avcı Taburları, Askerin isyanına katılan mutlakiyet yanlısı halk, İttihat ve Terakki karşıtları | ||||||||
Komutanlar ve liderler | |||||||||
Mahmut Şevket Paşa Resneli Niyazi Bey İsmail Enver Hüseyin Hüsnü Paşa Mustafa Kemal | II. Abdülhamid (iddia) |
On üç gün süren ayaklanma, II. Meşrutiyet döneminin en önemli olaylarından biri olarak kabul edilir.[2] Askerî bir isyan olarak ortaya çıkmasına rağmen isyana dâhil olan softaların propagandaları sonucu sonradan dinî bir hâl almıştır.[3] Sebepleri tam olarak belirlenemeyen bu olayın planlı ve bilinçli bir hareket olup olmadığı kesinlik kazanmamıştır.[2][4] İsyanın ilk günü hükûmet istifa etmiş, isyancı askerler yedi gün süre ile İstanbul'a hâkim olmuştur.
Bir milletvekili, bir nazır ve tespit edilemeyen sayıda asker ve sivilin hayatını kaybettiği isyan, Selânik'te bulunan Üçüncü ve Edirne'de bulunan İkinci Ordulara mensup askerlerin oluşturdukları, Rumeli halkının gönüllü katıldığı “Hareket Ordusu”nun İstanbul'a gelmesi ile bastırıldı. Üç gün süren çarpışmaların ardından sıkıyönetim ilan edildi, Padişah II. Abdülhamit tahttan indirilip yerine V. Mehmed Reşad tahta çıktı. İsyana katılanlar ve destekleyenler yargılanarak 70 kişi idam edildi, 420 kişi ise çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı.
Olay kimi arşiv belgelerinde “hareket-i irtica”, “hadise-i irtica”, kimi belgelerde de “hadise-i ihtilaliye”, “hareket-i ihtilaliye”, “harekât-ı iğtişaşiye” ve “vakıa-i ihtilaliye” tabirleri ile ifade edilmektedir.[4] Türk siyasi tarihine irtica kavramının, bu olay ile birlikte girdiği kabul edilir.[4] Ancak kimi araştırmacılar olayı bir irtica ayaklanmasından ziyade amacına ulaşamayan bir askerî darbe girişimi olarak değerlendirilir.[1]
31 Mart Vakası'nda ölenlerin anısına İstanbul'da Abide-i Hürriyet adıyla bir ulusal anıt inşa edilmiştir.[5]
1908 yılında II. Meşrutiyet'in ilanı ile birlikte Osmanlı Devleti’nde yeni bir siyasal yapılanma ve yeni bir zihniyet yapısının yanı sıra, bu yeni zihniyetten rahatsızlık duyan bir kesim ortaya çıkmış,[4] gerek sivil toplumda gerekse ordu içinde artan kutuplaşma ve gerginlikler isyan ortamı doğurmuştur.
Meşrutiyeti ilan etmiş olmasına rağmen iktidarı tam olarak ele geçirememiş olan ve hükûmet üzerinde dolaylı bir denetim kuran İttihat ve Terakki Cemiyetinin devlet kademelerinde kadrolaşması politik istikrarsızlığa yol açmıştı. Cemiyet ile ters düşen memurların görevlerinden uzaklaştırılmaları, cemiyete girdiğini ispat için yemin etmeyenlerin tutuklanması, farklı siyasi oluşumlara hayat tanınmaması huzursuzluk nedeniydi. İttihat Terakki ve hükûmeti eleştiren gazetelere hatta bu gazeteleri satan bayilere baskı uygulanması isyan ortamını doğuran uygulamalardandı.[4]
Bu ortamda Meşrutiyetin İlanı’ndan birkaç ay sonra İstanbul'da irtica yanlısı bir takım küçük ayaklanmalar meydana geldi, ancak kısa sürede bastırıldı. 7 Ekim 1908'de Fatih Camisi'nde Kör Ali ve İsmail Hakkı adlarında iki hocanın arkasına takılan halkın Yıldız Sarayı’na kadar gidip Meşrutiyet aleyhine gösteri yapmaları bu isyanlardandır.[2]
Henüz tam egemen olamadıkları Kâmil Paşa kabinesine karşı ellerini güçlendirmek isteyen İttihatçıların eylül ayı sonlarında Selânik’te 3. Ordu'dan getirilip Taşkışla’ya yerleştirdikleri üç Avcı Taburu, bir gerginlik konusu idi. Bu taburlara o günlerde cemiyetin destekçisi olarak bakılıyordu. Cemiyet, Bulgar tehdidini öne sürerek İstanbul’daki Avcı Taburlarının sayısını arttırmak isterken Kâmil Paşa hükûmeti kendisine karşı bir ihtilalde kullanılacakları endişesi ile taburların bir an önce gitmesini istiyordu.[3]
Ekim 1908’de ordu içinde “alaylı” ve “mektepli” subaylar meselesinden doğan hoşnutsuzluklar arttı. Eski sisteme göre yetişmiş alaylı subayların kısa süre içinde ordudan tasfiye edileceği söylentileri, alaylı subayların mekteplilerle ilişkilerini her geçen gün biraz daha bozdu.[2] Ordudaki disiplinsizliğin en önemli sebebini ibadet bahanesiyle talimden kaçmak olarak gören Cemiyetin ibadete karşı politikaları ise askeri, din propagandasına açık hâle getirdi.[6]
Bu dönemde Volkan ve Mizan gibi gazetelerin yayınlarında kullandıkları kışkırtıcı üslup, İttihat ve Terakki'nin uygulamalarından zarar görenler üzerinde etkili oldu. Özellikle Derviş Vahdeti’nin çıkardığı Volkan gazetesi 31 Mart Olayı'nda önemli rol üstlendi. İngilizler tarafından finanse ve himaye edilen ve yer yer Prens Sabahattin'in ademimerkeziyetçi görüşlerine de yer veren Volkan gazetesi, alaylı subaylar ve asker kesimi arasında taraftar kazanmış İttihad-ı Muhammedi Cemiyetinin yayın organı hâline gelmişti.[7]
Askerlerin hoşnutsuzlukları ordu içinde çeşitli isyan hareketlerine yol açtı. 31 Mart öncesindeki en önemli askeri isyan, Taşkışla Olayı idi. Askerlik sürelerini doldurarak terhis olmayı bekleyen 87 eratın, askerlik sürelerinin tekrar uzatılması üzerine Ekim 1908’de Taşkışla'da ayaklanması, kanlı bir şekilde bastırıldı. Aralık 1908’de bir tiyatro oyununda oyunun erlere yasak edilmesi ikinci bir ayaklanmaya sebep oldu. Erlerin "bize yasaksa subaylara da yasak olmalıdır" diyerek tiyatroyu basması sonucu şiddetli çarpışmalar gerçekleşti.[2] Askeri kesimdeki ayaklanmalar, 23 Ocak 1909’da Harp Okulu öğrencilerinin ayaklanması ile devam etti. Öğrenciler, Okul Nizamnamesi'nin aşırı sertliği ve yabancı dil öğrenmekte güçlük çekmekten şikayetçi idi; olay, 60 öğrencinin okuldan kovulması ile sonuçlandı.[2] Mart 1909’da ise Abdülhamit’in özel muhafız alayının bir bölümünü oluşturan Arnavut ve Arap asıllılardan oluşan Zuhaf Alayı'na, geleneklere aykırı şekilde, Türk askerlerinin katılmak istenmesi sırasında olaylar yaşandı. Bütün bu olaylarda hep Selânik'ten getirilmiş olan avcı taburlarının ayaklanan birliklere karşı kullanılmış olması Birinci Ordu içerisinde avcı taburlarına karşı genel bir düşmanlık duygusunun doğmasına yol açtı.[2]
Toplumdaki bir başka çatışma konusu, “asker-medreseliler” çatışması idi. Medreselilerin askerlik hizmetinden muaf tutulmasını haksızlık olarak değerlendiren Harbiyeliler, muaflığın devamı için medrese mensuplarının hiç olmazsa basit bir okuma yazma sınavına tabi tutulmalarını istiyordu. Şeyhülislamlık ile Harbiye Nezareti arasındaki pazarlık sonucu medreselilerin birkaç satır yazı yazmalarını, birkaç basit cümle okumalarını, namaz ve oruç bahislerinden sorular içeren bir sınava tabi tutulmaları kabul edildi. Bu karar, medreselilerde Harbiye Nazırı’na karşı büyük öfke doğurdu.
İttihat ve Terakki ile çatışan Kâmil Paşa Hükûmetinin 4 Şubat 1909’da Meclis'in vermiş olduğu “âdem-i itimad” oyları ile düşürülmesinden sonra sadarete Hüseyin Hilmi Paşa’nın getirilmesi ile İttihat ve Terakki Cemiyeti, hükûmeti resmen ele geçirmiş oldu.
Toplumda artan kutuplaşmalar ve tahammülsüzlüklerin sonucu olarak çeşitli siyasi cinayetler işlendi. 7 Nisan 1908 Çarşamba günü Serbesti gazetesi başmuharriri Hasan Fehmi bir köprü üzerinde arkadaşı Ertuğrul Şakir’le yürürken öldürülmesi bu cinayetlerdendi. Hasan Fehmi’nin öldürülmesinde İttihat ve Terakki’nin parmağının olduğu iddia edilmiş, bu cinayetten sonra Cemiyete karşı oluşan olumsuz hava, kimi İttihatçıların partiden istifasına yol açmıştır. Oldukça hareketli fikir ve eylem ortamı Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi’nin öldürülmesi ile şiddete dönüştü.[4]
Rumeli'den İstanbul'a getirilip Taşkışla’ya yerleştirilmiş olan 4. Avcı Taburu, 12-13 Nisan 1909 gece yarısı (Rumi takvimle 30 Mart'ı 31'e bağlayan gece) başlarında çavuşları olmak üzere ayaklanmış ve kışladaki komutayı ellerine geçirerek bazı subayları hapsetmiştir. Sabaha doğru askerle kışladan çıkıp Ayasofya Meydanı'na ilerlerken isyan diğer kışlalara da yayıldı. Sayıları 5-6 bini bulan askerler, "Şeriat isteriz! Padişahım, çok yaşa!" sözleriyle meydanda toplandılar. Onlara katılan yüzlerce hoca ve medrese öğrencisi de gelerek mektepli subayların orduyu Frenkleştirmeye çalıştıkları, bütün bunların İttihat ve Terakki Cemiyetinin başı altından çıktığı, din hükümlerinin ayaklar altına alındığını ifade eden konuşmalar yaptılar.
Ayaklanmacılar, kalabalığın artmasından sonra meydana yakın bir mesafedeki Meclis binasını kuşattılar. Hükûmetten Harbiye Nazırının ve Mahmut Muhtar Paşa’nın görevlerinden alınmasını, eski Harbiye Nazırı Nâzım Paşa’nın yeniden göreve getirilmesini istediler. Şeyhülislam Ziyaettin Efendi'yi aracı kıldılar. Kısa bir süre içinde İstanbul'un tüm semtleri isyancı erler tarafından kontrol altına alındı. İsyancıların isteklerinin kabul edildiği kararını alan Osmanlı kabinesi bunu isyancılara ulaştırmaya çalışırken isyancılar kuşattıkları Meclis binasını işgal ettiler. Adliye Nazırı Nâzım Paşa, Ahmed Rıza Bey'e benzediği için; Lâzkiye Milletvekili Emir Arslan Bey de Hüseyin Cahit Bey sanılarak öldürülürken Bahriye Nazırı Rıza Paşa ağır yaralandı. Milletvekillerinin öldürülmesi, Şura-yı Ümmet ve Tanin basımevlerinin yağma edilmesi üzerine Padişah'ın isteği ile kabine istifa etti. İsyancıların görüşleri doğrultusunda 14 Nisan 1909'da Tevfik Paşa Kabinesi kuruldu ve göreve başladı.
İsyancılar tarafından “Aff-ı Şahâne" adı verilen genel af ilan edildi ancak umulduğu gibi isyancıların zorbalığı sona ermedi. Aralarında Şerif Sadık Paşa ve Katibi Esat Bey, Süvari Teğmeni Selâhattin Mümtaz ve Üsteğmen Yusuf Nurettin'in bulunduğu bazı subaylar öldürüldü. İsyancıların İstanbul içerisinde küçük gruplar hâlinde dolaşarak silah atmaya, Türk kadınlarının Beyoğlu'na çıkmasına engel olmaya, Frenk gömleği giyen kimseleri tartaklamaya başladıkları görüldü. Asâr-ı Tevfik Zırhlısı Kaptanı Deniz Binbaşılarından Ali Kabuli Bey'in, kendi gemisinin erleri tarafından sokaklarda sürüklenip Yıldız Sarayı'na kadar götürülerek Abdülhamit'in gözleri önünde öldürülmesi, isyancıların en vahşi eylemlerindendi.
31 Mart İsyanı sırasında Selânik'ten gelen Hareket Ordusu'nun (Selânik Ordusu) Yıldız Sarayı'nı yağmalamasına Yıldız Yağması denmiştir. Meşhur 31 Mart ayaklanmasını bastırmak üzere İstanbul'a yürüyen Hareket Ordusu'ndaki askerler Yıldız Sarayı'nı basıp giyecek ve yiyecek çalmışlar, sarayda tahribata yol açmışlardır.
Tahsin Demiray "Yıldız yağması" başlıklı yazısında şu bilgiyi vermektedir:
İttihatçılar, Abdülhamit'i Yıldız'dan ani olarak uzaklaştırmaz. Sarayın mücevher, zümrüt, yakut altın, inci vesaire kıymetli her nesi varsa oradan aldırmışlardır. Değeri milyonlar tutan ve aynı zamanda tarihî hazine teşkil eden küçük parça eşya büyük sandıklara doldurulup hemen Harbiye Nezaretine getirilip orada büyük dış kapının yanlarındaki -bugün biri rektörlük, diğeri Türkiyat Enstitüsü olan- binaların alt katlarına yerleştirilmişlerdir.
Bu nakil işine nezaret eden Şehremini Ebubekir H. N. Tepeyran hatıralarında: Bizzat mühürlediğim kapılar sonradan açılmıştır." diyor ve talanı anlatıyor.
Memduh Paşa da:. ... Yıldız Sarayı'nda hizmetle mevki tutmuş olanlar, halden bir gün evvel kuvve-i müsellaha (Silahlı güç, Ş.A) ile çıkarılıp hırpalanmış ve tevkif hücrelerine sokulmuşlardır. Kadınefendiler, şehzadelerle sultanlar ve cariyeler ayrıca çıkarıldıklarından sarayın hazinesinde mevcut cevahir ve nukut (Nakit paralar, Ş.A) memurini askeriye vasıtası ile ahz ve nakledilmiştir." demektedir.
Selânik, İstanbul'daki isyandan Jandarma Yüzbaşısı İsmail Canbulat Bey’in ilettiği “Meşrutiyet mahvoldu.” ibareli telgrafıyla haberdar oldu. Selânik’te isyana karşı büyük bir miting tertip edildi. Serez’de ve diğer Makedonya şehirlerinde de isyana büyük tepki doğdu. Padişah, Sadaret ve Meclis-i Mebusan’a protesto telgrafları çekildi.[4]
Selânik'teki İttihatçılar arasında İstanbul üzerine bir kuvvet yollamak konusunda bir fikir birliği meydana gelmişti.[3] 14 Nisan günü Selânik’te genel seferberlik ilan edilerek Selânik Redif Tümeni'nin bütün taburları silahaltına alındı. Bu birliklere Edirne'de bulunan İkinci Ordu Birlikleri ve Selânik çevresinde sivil gönüllüler de katıldı. "Özgürlük kahramanı" olarak tanınan Resneli Niyazi Bey de Resne'de bir araya getirdiği gönüllülerle birlikte bu hareketin içinde yer aldı.[2] Toplanan bütün kuvvetlerin başına Selânik IX. Redif Fırkası (tümeni) Kumandanı Hüsnü Paşa getirildi, Kurmay Başkanlığına da Kolağası Mustafa Kemal Bey atandı. Mustafa Kemal Bey, Selânik’ten İstanbul’a hareket eden orduya “Hareket Ordusu” adını verdi.[3]
Hareket Ordusu, 14 Nisan akşamı trenle İstanbul'a hareket etti. İstanbul önlerine geldikten sonra 19 Nisan'da İstanbul halkına ordunun amacını açıklayan bir beyanname yayımladı. Hüseyin Hüsnü Paşa'nın imzasıyla yayımlanan beyannameyi Mustafa Kemal kaleme almıştı. Beyanname, telgrafla Erkân-ı Harbiye-yi Umumîye'ye iletildi ve sokaklarda halka dağıtıldı.[3]
Hareket Ordusu, İstanbul'a girme hazırlığında iken komuta değişikliği yapıldı; ordunun komutanlığına Mahmut Şevket Paşa atandı. Hareket Ordusu Kurmay Başkanlığı Binbaşı Enver'e verildi. Mahmut Şevket Paşa 23 Nisan'ı 24 Nisan'a bağlayan gece orduya İstanbul içlerine ilerleme emri verdi. İsyancıların en yoğun direnme noktaları Taşkışla, Davutpaşa ve Taksim Kışlaları'nda olmuş ve kanlı çarpışmalar gün boyu sürmüştü.[2] Hareket Ordusu İstanbul'daki isyanı bastırdıktan sonra birliklerini Yıldız Sarayı'na yönlendirdi. İki günlük kuşatmadan sonra 27 Nisan'da Hareket Ordusu saraya girerek denetimi ele geçirdi.
Hareket Ordusu'nun İstanbul'da duruma tamamen hâkim olmasıyla birlikte Padişah II. Abdülhamit'in tahttan indirilmesi konusu gündeme gelmiştir. Ayaklanmanın tamamen bastırılmasıyla kendisini güvende hisseden Meclis-i Mebûsan, 25 Nisan'da Yeşilköy'den Ayasofya yakınındaki kendi binasına geri döndü ve 27 Nisan 1909'da bu konuyu görüşmek üzere toplandı. Sultan Abdülhamit'in hilafet ve tahttan indirilmesi oy birliği ile kabul edildi.[2] Abdülhamit'in yerine kardeşi Veliaht Mehmet Reşat Efendi'yi getiren Meclis, bu kararı Abdülhamit'e bildirmek üzere dört kişilik bir kurul oluşturdu. Abdülhamit, Selânik'te sürgüne gönderildi.[8] Osmanlıların birlikteliklerinin devam etmekte olduğunu göstermek maksadıyla dört kişilik kurulda Ermeni ve Yahudi milletvekillerine yer verilmişti ancak bu ileride İttihatçıların şiddetle eleştirilmelerine, siyonistlikle suçlandırılmalarına sebep olmuştur.[2]
Olayların sona ermesiyle İstanbul'da sıkıyönetim ilan edilmiş, isyana karışanların tespiti yapılmış ve geniş çapta tutuklamalar başlamıştır. Suçluların yargılanarak cezalandırılması amacıyla üç Divan-ı Harp; tutuklananların ilk sorgulamalarını yapmak üzere Tahkik Heyetleri, halkın bu olaylara karışan kimseler hakkında bildiklerini haber verebilmesi için Tedkikât Heyetleri oluşturuldu. Yargılamalar sonunda 70 kişi idama, 420 kişi müebbet ve 6 aydan başlayan çeşitli hapis, yüzlerce kişi de süresiz sürgün cezalarına çarptırıldı. İdama mahkûm olanların cezaları Beyazıt ve Ayasofya meydanlarında, Köprübaşı'nda, Kasımpaşa'da darağaçları kurularak infaz edildi. Ege'den yabancı bir ülkeye kaçmak için trenle İzmir'e gitmeye çalışırken yakalanan Derviş Vahdeti'nin yargılanması bir aydan fazla sürdü. Akıl sağlığının bozuk olduğu yönündeki savunmasına itibar edilmedi, 19 Temmuz 1909'da Ayasofya Meydanı'nda asılarak idam edildi.
31 Mart şehitleri için yaptırılan ve açılışı 23 Mayıs 1911 tarihinde gerçekleşen Abide-i Hürriyet'e 2 subay ve 42 askerin cenazesi yerleştirildi.[6]
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.