Loading AI tools
Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
İnka İmparatorluğu, Kolomb öncesi Amerika'nın en büyük imparatorluğudur.[1] İnka terimi, yarı efsanevi kurucu Manco Capac'tan 1532'de İspanyollara yenik düşmüş Atahualpa'ya dek toplam 13 imparatordan oluşan bir hanedanın hükmettiği Kolomb öncesi Güney Amerika halklarının tarihi ve uygarlığına ilişkin her türlü olayı kapsayan bir ifadedir.
Tahuantinsuyu İnka İmparatorluğu | |||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
1438-1533 | |||||||||
Başkent | Cuzco | ||||||||
Yaygın dil(ler) | Keçuvaca | ||||||||
Hükûmet | Monarşi | ||||||||
| |||||||||
Tarihçe | |||||||||
| |||||||||
Yüzölçümü | |||||||||
• Toplam | 800000 km2 |
Bu uygarlıkta başta bulunan ulu öndere İnka'nın tek efendisi anlamına gelen[2][Not 1] "Sapa İnka" unvanı verilirdi. İnka İmparatorluğu Kolomb öncesi Amerika’nın üç büyük imparatorluğundan biridir. Bir yüzyıldan az bir zamanda kurulan İnka İmparatorluğu (Quechua dilinde “dört eyalet”'i ifade etmek üzere dört çeyrek anlamına gelen Tawantinsuyu ya da Tahuantinsuyu)[Not 2] And Dağları boyunca geniş bir bölgeye yayıldı. En parlak döneminde bir yandan bugünkü Kolombiya’dan Arjantin ve Şili’ye, diğer yandan Ekvador, Peru ve Bolivya’ya uzanıyordu; yani And Dağları ve Büyük Okyanus kıyıları boyunca Güney Amerika’nın batı kısmında uzanıyordu. Bu yaklaşık 4000 km uzunluğunda ve 3 milyon km2'den fazla bir bölge demekti. Başkenti bugünkü Peru’nun Cuzco kentiydi.
Bu imparatorluğun benzerine az rastlanır bir özelliği, özgün bir devletçi örgütlenmeyle, kendisini oluşturan halkların sosyokültürel çeşitliliğini tek bir çatı altında birleştirebilmiş olmasıydı. İnka İmparatorluğu böylece toprakları üzerinde sayıları 700’ü aşan farklı dillerde konuşan birçok farklı halkı ya da etnik topluluğu bir araya getirebilmişti. Bununla birlikte İnkalar resmî dil olarak Quechua dilini benimsetmişlerdi.
İmparatorluğun idari, siyasi ve askerî merkezi, yarı efsanevi bir kişilik olan Manco Capac liderliğinde kurdukları, günümüzde Peru'da bulunan Cuzco (Quechua dilinde "Qosqo", Türkçede "Kusko" okunur) kentidir. İlk kez Peru'nun dağlık arazilerinde bir oymak olarak ortaya çıkan İnkalar zamanla önce krallık, daha sonra (14.-15. yüzyılda) imparatorluk haline geldiler. Politeizm, animizm ve şamanizmin bir karışımı olarak ifade edilebilecek İnka dininde İnka hanedanınca desteklenen ve ibadet edilen tanrı, İnti'dir (Güneş Tanrısı). İnkalar bu tanrının bedenlenmiş temsilcisi olarak gördükleri imparatorlarını "Güneşin Oğlu" diye tanımlardı.
Manco Capac, Peru'daki İnka Hanedanlığı'nın efsanevi kurucusudur.İnkalar’ın kökenine ilişkin sözlü gelenek yoluyla aktarılan, sonradan İspanyollarca kaleme alınan çok çeşitli efsaneler ve versiyonları bulunmaktadır. Manco Capac için bir efsanede, Viracocha´nın oğlu olduğu söylenir. Bir diğerinde ise Titicaca Gölü´nde Güneş Tanrısı İnti tarafından büyütüldüğü söylenir.
Manco Capac ve Mama Ocllo efsanelerine göre, İnkalar Manco Capac’ın soyundan gelmektedir. Kırıp geçiren büyük tufandan sonra insanlara uygarlığı öğretmek üzere, Tanrı Viracocha tarafından gönderilen Manco Capac, kızkardeşi ve aynı zamanda eşi olan Mama Ocllo ile Titicaca Gölü’nden çıkagelmiştir. Efsaneye göre, her ikisi Manco Capac’ın altından yapılma, yerleşilecek yeri göstermek üzere tümüyle toprağa gömülü olan büyülü asasının bulunduğu yere kadar gelirler. Asanın bulunduğu toprak onlara gerekenleri tedarik edebilecek yeterince zengin bir topraktı. İşte sonradan Cuzco (Quechua dilinde “göbek” anlamına gelir[Not 3]) olan ilk İnka kentini orada kurdular. Böylece Manco Capac insanlara tarımı ve zanaatı öğretti ve Mama Ocllo da kadınlara dokuma sanatını öğretti.
Juan de Betanzos tarafından aktarılan “Ayar Kardeşler” efsanesine göreyse, Viracocha'nın yaratılışı düzenlemesinden sonra dört çift (dört erkek kardeş ve eşleri olan dört kadın) Pacaritambo mağarasından (güneşin doğduğu-şafak evi ya da üretim evi) çıkmışlardı.[Not 4]) Bu çiftlerin en önemlisi adını sonradan Manco Capac olarak değiştirecek Ayar Manco ve Mama Ocllo çiftiydi.
Manco Capac´nın iktidara gelişi hakkında da birçok efsane vardır. Bir efsaneye göre, Manco Capac ve kardeşi Pachacamac, Inti´nin oğullarıdır. Babası tarafından ateş ve güneş tanrısı olarak kutsanmış olan Manco Capac, Cuzco'ya ulaşmak icin yer altı tünelleri kazmış ve bir tapınak yapmıştır. Yolculukları sırasında Manco'nun kardeşlerinden birisi taşa dönüşmüştür (Huaca). Bir diğer efsanede ise Cuzco´ya yer altından gitmek yerine Titicaca Gölü'nün içinden gitmişlerdir.
Tici Virachocha versiyonuna göre, Manco Capac, Cuzco´nun 25 km güneyindeki Pacari-Tampu, bugünkü adıyla Pacaritambo´lu Tici Viracocha´nın oğludur. O ve erkek kardeşleri (Ayar Anca,Ayar Cachi ve Ayar Uchu); ve kız kardeşleri (Mama Ocllo, Mama Huaco, Mama Raua ve Mama Cura) Cuzco´ya yakın bir yerde yaşadılar. Çeşitlilik arzetmesine rağmen genel inanış, Manco'nun kardeşlerini öldürerek Cuzco´nun tek hakimi haline geldiğidir.
Andlar'da uygarlık muhtemelen günümüzden 11.500 yıl önce (MÖ 9500) başlamıştı. İnkalar'ın Peru'nun dağlık bölgesindeki, günümüzde Puna'lar olarak bilinen arazilerde yaşamış ataları muhtemelen göçebe olarak ortaya çıkmışlardı. İnkalar’ın kökenine ilişkin farklı veriler elde edilmiştir. Günümüzde ilk İnkalar’ın coğrafik başlangıcı tartışmalı bir konudur, varsayımların hatırır sayılır bir kısmı Peru ve Bolivya sınırındaki Titicaca Gölü kıyılarından geldiklerini varsayar. Bu yaklaşımlar pek iyi bilinmeyen Tiahuanaco (Bolivya) uygarlığıyla bir ilgileri olabileceğini akla getirmektedir. İrtifası 3812 m olan Titicaca Gölü 8.000 km2'lik yüzölçümüyle gerçek bir içdeniz durumundadır. Başlarında Manco Capac bulunan bir topluluğun kuzeye göç edip Quechua topluluklarıyla ittifak kurarak Cuzco Vadisi’nde oturanları yerinden etmiş olması gerekir. Bölgeye yerleşen bu topluluğun soyundan gelenler ve müttefikleri ilk İnkalar olarak ele alınmaktadır.
Diğer kaynaklar Amazon bölgesi kaynaklı bir göç yaklaşımına yer vermektedir. İnkalar'ın Amazon bölgesindeki varlığı 1979’da Nicole ve Herbert Cartagena adlı iki kaşifin Mameria adlı İnka tarım yerleşimini keşfiyle doğrulanmaktadır. Fransız kâşif ve arkeolog Thierry Jamin de 2006’da dağ yamacına işlenmiş iri suratlardan oluşan üç antropomorf jeoglifi (yere kazınmış şekil) keşfiyle bunu resmîleştirmiştir. Bu jeogliflerden biri 1921’de Vicente de Cenitagoya tarafından keşfedilen Pusharo petrogliflerindeki (taşa kazınmış şekil) bir suratın kopyasıdır. Bunun üzerine Pusharo petrogliflerinde yeni keşiflerde bulunan genç arkeolog Thierry Jamin Amazon Ormanı’nda zorlu keşif gezileri gerçekleştirilebildiği takdirde yeni İnka kentlerinin ve özellikle kayıp kent Païtiti’nin bulunacağından emin olduğunu belirtmektedir.[3]
İnkalar başlangıçta (12. yüzyılda) Manco Capac liderliğinde Cuzco’da küçük bir beylik oluşturmuşlardı. Cuzco bölgesi İnkalar’ın gelmesinden önce başka halklarca meskundu ve İnkalar da geldiklerinde önceleri yalnızca bölgedeki bu halklardan biri konumudaydılar. Bu küçük güçler aralarında küçük çapta yerel savaşlar yapmaktaydılar. Zamanla bazı oymaklar İnkalar’ın da katıldığı bir konfederasyon oluşturmakta yarar gördüler. İnkalar’ın baskın rolde olmadığı bu konfederasyonda benimsenen Quechua dili zamanla And platosunun lingua franca'sı denecek şekilde, farklı dilleri konuşanlar arasında ortak bir dil olarak kullanılmaya başlandı ve bölgede giderek yaygınlık kazandı.
Konfederasyona katılanların yarısı yukarı bölgedekilerden (Hanan), İnkalar’ın katıldığı Hurin denilen diğer yarısı da aşağı bölgedekilerden oluşuyordu. Siyasi ve dini güçlerin Hanan’ın elinde olmasına karşılık askerî güçler Hurin’in elindeydi. Güçlerin bu şekilde dağılımı İnka oymağının askerî güç yoluyla iktidara gelişini kısmen açıklamaktadır. İnka oymağı konfederasyonda yavaş yavaş önem kazanmaya başladı. Yaklaşık üç yüz yıl boyunca komşuları onlara vergi ödemek zorunda kaldılar. Fakat İnkalar gerçek anlamda bir devleti ancak 14. yüzyılın ortalarında kurabilmişlerdir.
İnkalar Sinchi Roca, Lloqui Yupanqui, Mayta Capac ve Capac Yupanqui’nin hükümdarlıkları süresince Cuzco havzasında konumlarını giderek güçlendirdiler. Böylece çevredeki kentlerin yağmalanabilmesi ve düşman saldırılarının geri püskürtülebilmesi için konfederasyonda kendilerine giderek baskın bir rol verildi. Nihayet Capac Yupanqui öldüğünde Inca Roca konfederasyonun denetimini tümüyle eline geçirdi ve İnkalar yasalarını tüm diğer oymaklara benimsettiler.
Halefi Yahuar Huacac selefi kadar başarılı bir yönetim sergileyemedi ve bir komplo hükümdarlığına son verdi. Bununla birlikte 1400 yıllarına doğru Viracocha Inca başa geçince İnkalar tekrar güç kazanmaya ve genişlemeye başladılar. Bütün bunlara rağmen, Viracocha Inca’nın başa geçtiği dönemde toprakları ancak Cuzco’nun çevresinde yarıçapı 40 km olan bir daireden ibaretti.
İnkalar ya da imparatorluk Viracocha Inca’yla bölgedeki hakimiyetini pekiştirdi ve topraklarını genişletti. Artık, 1438’de tehdit oluşturan Chancas etnik grubu haricinde, civarda İnkalar’ın gücüne karşı koyabilecek hiçbir güç kalmamıştı. Chancas savaşçıları da Viracocha Inca’nın oğlu Pachacutec hükümdarlığında bozguna uğratıldılar ve İnkalar’a boyun eğmek zorunda kaldılar. Bu zaferden sonra imparatorluk iç çekişmelere rağmen fetihlere ve genişlemeye komşularının ötesindeki topraklarda devam etti.
Pachacutec Cuzco Krallığını yeniden organize ederek bir imparatorluğa çevirdi. Bir ordu kurup bu ordunun başına, Cajamarca'yı Cusco'dan ayıran topraklarda İnka egemenliğini kabul ettirmesi için oğlu Tupac Yupanqui’yi geçirdi. Pachacutec, imparatorluğunu savaşmak zorunda kalmadan siyaset yoluyla da genişletme taktiklerine başvuruyordu. Örneğin imparatorluğuna katmak istediği bölgelere casuslar göndererek önce onların siyasi stratejilerini, askeri ve maddi güçlerini öğreniyor, daha sonra bu bölgelerin liderlerine övgüyle lüks mallar hediye ederek, imparatorluğuna katılmalarının kendilerine yarar sağlayacağını söylüyordu. Bunu birçok hükümdara barışçıl yollarla, bir emrivakiyle kabul ettirdi. Pachacutec 1445’ten 1450’ye kadar topraklarını Titicaca Gölü’ne kadar genişletmiş bulunuyordu. Pachacutec’ten sonra oğlu Túpac Inca Yupanqui 1463’ten itibaren kuzeydeki toprakları fethetti; en önemli fethi Chimor Krallığı oldu. Túpac Inca’nın oğlu Huayna Cápac ise imparatorluğa, günümüzde kısmen Ekvador’da kısmen Peru’da kalan bir bölgeyi daha ilave etmeyi başardı.
İspanyol yazarların elyazmalarından İnkalar'ın düzenli bir orduya sahip olduğu anlaşılmaktadır. Francisco López De Jerez 1534’te İnka savaşçılarını şöyle betimler: “... Hepsi de, Türkler kadar düzenli bir şekilde, sancaklarıyla, komutanlarıyla mangalar, takımlar halinde geliyordu.”[4] Nihayet 1523’te, İnkalar’a karşı duran son oymak Kara’lar da İnkalar’a boyun eğmek zorunda kaldı. Böylece imparatorluğun genişlemesini durduracak bir güç kalmamıştı ve genişlemenin sınırları bugünkü Kolombiya’ya kadar dayandı. İnka İmparatorluğu’nun parlak döneminde imparatorluk toprakları, Peru, Bolivya, Ekvador gibi ülkeleri içermesinin yanı sıra, Kolombiya, Arjantin ve Şili’nin bir kısmını da içermekteydi.
Fakat imparatorluğun uzun sürmeden bir felakete göğüs germesi gerekiyordu: 1527’de bazı hastalıkları da beraberinde getiren İspanyollar’ın gelişi imparatorluğu zayıflattı. İmparator Huayna Capac halefini seçemeden öldü. İki oğlu taht kavgasına girişti ve imparatorluk ikiye bölündü; imparatorluğun kuzeyinde Atahualpa, güneyinde Huascar hakimiyeti ele geçirdi. İç savaş sonucunda Atahualpa Huascar’ı yendi. Temmuz 1529’da İspanya kraliçesi Francisco Pizarro’nun İnka ülkesini fethetmesine izin vermiş ve onu tüm Peru fetihlerine komutan olarak atamıştı.[5] Francisco Pizarro ve adamları 1532’de Peru’ya geldiklerinde bir tehdit olarak algılanmadılar, aksine kendisinin tanrı Viracocha ya da elçisi olabileceği düşüncesiyle iyi karşılandılar. Çünkü efsaneden kaynaklanan İnka inanışına göre, tanrı Viracocha deniz aşırı bir yerden barış ve huzuru sağlamak üzere bir gün tekrar dönecekti. Bu yüzden Pizarro İnkalar’ca kaygısızca ağırlandı.
Pizarro ve imparatorun bir görüşmesi sırasında imparator İspanyollarca esir alındı. İnkalar imparatorlarının hayatını tehlikeye atmamak için İspanyollar’a saldırmayı göze alamadılar. İmparator Atahualpa İspanyollar’ın tutsağı olduğu sıralarda, orduları imparatorluktaki bölünmeyi gidermiş ve tüm imparatorluk üzerinde kontrolü yeniden sağlamış durumdaydı. “Böl yönet” politikasını bilen Pizarro iç çekişmeleri yeniden alevlendirmeye çalıştı ve İnkalar’ın hakimiyetindeki halkları isyana kışkırttı. Ayrılıkçı toplulukların bu oyuna gelmesi sonucunda imparatorluk parçalandı. İnkalar halen imparatorlarına yeniden kavuşacaklarını umuyorlardı. Bunun üzerine Pizarro İnkalar’dan bir fidye koparmayı planladı ve imparatorlarının serbest kalmasını isteyen İnkalar’a Atahualpa’nın tutsak olduğu odanın altınla doldurulması şartıyla onu serbest bırakacağını söyledi. İnkalar bu isteğini yerine getirdilerse de Pizarro sözünü tutmadı. İmparator 26 Temmuz 1533’te idam edildi.
Teokratik bir yapıya sahip İnka İmparatorluğunda imparator, Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olan bir "yarı tanrı" ya da "yaşayan tanrı" olarak kabul edildiğinden, imparatorlarının idamı İnkalar'da büyük bir karışıklığa yol açmıştı, işte o zaman İspanyollar ayrılıkçı güçlerle işbirliği yaparak tüm bölgeyi işgale başladılar. Cuzco’ya varınca kenti yağmaladılar ve Huascar’ın üvey kardeşi Manco Inca’yı “kukla imparator” olarak tahta geçirdiler. İspanyollar’ın sözünden çıkamayacak olan Manco Inca’nın İnka İmparatorluğu’nun dağılması karşısında elinden bir şey gelemezdi.
1548’den itibaren İspanyol egemenliğinin tam olarak yerleştiği söylenebilir. İnkalar’ın direnişi bir süre Tisoc, Manco Inca, Sayry Túpac, Tito Cusi ve Túpac Amaru gibi liderlerin önderliğinde devam etmişse de, bu direnişler İspanyolların bölgeye gelişlerinden 40 yıl sonra etkisiz hale getirilmiştir. 1572’de Túpac Amaru’nun öldürülmesine dek süren bu direniş sırasında başkaldıran İnkalar Vilcabamba bölgesine sığınarak orada küçük bir krallık kurmuşlardır. Túpac Amaru’nun öldürülmesinden sonra direnişler ancak 17. yüzyılda ve 18. yüzyılda yeniden başgösterebilmiştir. Bunlardan en önemlisi, Tahuantisuyu İmparatorluğu’nu yeniden kurmak amacıyla 1780’de başgösteren Túpac Amaru (1572’de öldürülen son İnka hükümdarı Túpac Amaru’nun soyundan gelen ve aynı adı taşıyan lider) direnişidir.
İspanyol işgali aynı zamanda, geniş ölçüde yağmalamayı, halkı kırıp geçiren hastalıkları, kıtlığı (-bolluk içinde yaşayan ve kötü hava şartlarının olacağı verimsiz yıllara karşı ambarlarını hep dolu halde tutan İnkalar daha önce kıtlığı hiç yaşamamışlardı), yerlilerin köleleştirilmesini ve halkın Hristiyanlaştırılmasını getirmiş bir işgaldir. Hristiyanlaştırma esas olarak Quechua dilinde yapılmış ve o zamana kadar İnka hakimiyetinde yaşamış olmasına rağmen Quechua dilini bilmeyen halklar da bu dili öğrenmek zorunda kalmışlardır. Günümüzde bu dil Güney Amerika’da 7-10 milyon kişi tarafından konuşulmaktadır.
Sömürgeleştirilme boyunca yerli demografisi rakamları şöyledir:
1575’ten itibaren kaydedilen nüfustaki büyük düşüş, sömürgeleştirilen yerlilere uygulanan “pasivize etme”[6] politikalarına, encomiendas (yerlilere uygulanan maden ocaklarında ve tarlalarda zorunlu çalışma sistemi)[7] uygulamalarına bağlanır. Bu yüzden yaklaşık 25 yılda beş milyon yerli yaşamını kaybetmiştir. Potosi denilen maden ocaklarına Afrika’dan köle getirilmesinin bir nedeni de bu ocaklarda çalıştırılan yerlilerin nüfusundaki bu büyük düşüştür.
İnka imparatorları listesi Quechua dilinde "insan varlıkları arasında en güçlüleri" anlamındaki Capaccuna sözcüğüyle adlandırılır.
Viracocha Inca'dan önceki İnka imparatorları yarı efsanevidir ve hükümdarlık süreleri doğrulanabilmiş değildir.
1533 ile 1572 arasındaki dönemde Huayna Capac'ın oğullarından bazıları İspanyollar'a karşı ayaklandılar ve Vilcabamba bölgesine sığındılar. Dolayısıyla nüfuzları bu direniş merkezinin çevresindeki yerel bir nüfuzdan öteye geçememiş.
Dilbilimde ve genetik dalındaki araştırmalar Kolomb öncesi Amerika halkları ile Asya halklarının aynı kökenden geldiklerini ve MÖ 14.000-12.000 yıl önce aynı dili konuştuklarını ortaya koymaktadır.[8][9][10])Bu ortaklık doğal olarak çeşitli değişimlere maruz kalmış olmakla birlikte inanışlarda da az çok görülebilmektedir. İnka dininin bazı şamanik özellikleri içermesi bu yolla açıklanabilir.[11][12][13][14] Tarihsel süreç içerisinde çeşitli kültürel öğelerden etkilenerek değişimler geçirmiş olması gereken İnka dini imparatorluk döneminde çok tanrılı, animist ve şamanist bir sentez olarak ortaya çıkmaktadır. Bünyesinde şamanist kavramların yanı sıra, güneş kültü, Huaca'lar kültü ve kehanet ve kurban gibi öğeleri barındırır.
And Dağları’ndaki pek çok topluluk köken olarak kutsal bir yerden, bir yıldızdan ya da bir hayvandan geldiklerini belirtir. Bu bağlamda 15. yüzyıldan itibaren İnkalar da güneşin (Quechua dilinde İnti ya da Tahuantinsuyu) oğulları[15] olduklarını ifade etmişlerdir. İnka hükümdarlarının bu kökeni doğruladıkları görülmektedir. Dolayısıyla imparatorluğun resmî kültü olarak güneş kültü benimsenmişti.
İnkalar genellikle güneşe adanmış tapınaklar inşa etmişlerdir. İnkalar’ın egemenliğine girmiş halklar da kendi bölgelerinde, onlarla ittifak olduğunu göstermek üzere veya gerçekten tapınmak amacıyla çeşitli güneş kültü yapıları inşa etmişlerdir. Kültün coğrafi genişlemesine tanıklık eden bu yapılardan bazıları günümüzde halen görülebilir durumdadır. İmparatorluğun en önemli bayramı İnti Raymi idi; kış gündönümünde, yani güney yarımküresinde en kısa gün olan 21 Haziran’da kutlanırdı. Bu bayram sırasında hem önceki yılda bahşedilmiş tüm iyi şeyler için şükran ifade edilirdi, hem de tarımsal ürünlere ilişkin olarak Güneş’ten korunma dileğinde bulunulurdu.
İnka İmparatorluğu'nda güneş kültüyle ilgili olan tapınaklardan bazıları şunlardır:
İspanyol yazar Inca Garcilaso de la Vega’nın aktadığına göre, Güneş animist Andlar’da bir vitrin ilahı olup İnkalar’ın gerçek Tanrı'sı Viracocha idi. Muhtemelen önceleri Viracocha’ya ilişkin bir dinsel sistem varken, bunun yerini zamanla güneş kültü almıştır. Çünkü Viracocha inanışı İnka öncesi kültürlerde de mevcuttur, hatta kimilerine göre ilk zamanlarda tek tanrılı bir sistem vardı. Bu Viracocha inanışına MS 8. yüzyıla dayanan Huari kültüründe rastlamaktayız. Bu konuda elimizde fazla veri bulunmuyorsa da, kesin olan bir nokta, zaten farklı halklar mozayiğinden oluşan İnkalar’ın diğer kültürlerden, örneğin Tiahuanaco’nun efsane ve inanışlarından etkilenmiş olduklarıdır.
Bir başka örnek de Pachacamac inanışıdır. Peru’nun orta kıyısına ait bir tanrı olmakla birlikte, kökeni bilinmeyen Pachacamac da İnkalar’dan, hatta Viracocha inanışından daha eskidir. Bu tanrıya adanmış bilinen en eski tapınak yine tanrının adıyla anılan (Pachacamac) tapınak olup, gayet eskidir, Lima kültürü dönemine dayanır. Bu kült muhtemelen MS 300-600 yılları civarında ortaya çıkmış olmalıdır. Bununla birlikte Pachacamac kenti parlak çağını yerel İshmay kültürüyle (MS 1000-1450) yaşamıştır.
Kısaca İnka hakimiyetinin ilk yüzyıllarında tanrı İnti’ye tapınılmıyordu ve görünüşe göre, farklı halkların belirli bir din özgürlüğü vardı. Güneş kültünün ortaya çıkışı 15. yüzyılda Pachacutec’in hükümdarlığı döneminde olmuştur. Pachacutec diğer kültlerin aleyhine, hızla bu külte resmiyet kazandırmıştır. Bundan sonra İnka İmparatorluğu’nda Viracocha tapınakları yakıp yıkılmış, yerine güneş tapınakları yapılmıştır. Bütün bunlara rağmen Viracocha inanışı gönüllerden kaybolmamış, varlığını sürdürmeye devam etmiş ve hatta günümüzde de devam etmektedir.
İnkalar fethettikleri topraklarda güneş kültünü empoze ettikleri zaman, o topraklardaki inanışlarda var olan yerel tanrılara tapınmayı durdurmaya çalışmakla birlikte, animist inanışların uygulanmasını yasaklamıyorlardı. Zaten güneş kültü sisteminin kendisi de esasen bu tür animist uygulamalara dayanmaktaydı. İnkalar’ın tolerans gösterdikleri bu inanışlardan en önemlisi Huaca’lar kültüdür. Huaca’lar özel bir tanrıya bağlı, dağ, ağaç, nehir gibi coğrafi yerlerle ilişkilendirilen, kutsal ya da ilahî, görünmez, bedensiz varlıklardır. Tüm animist dinlerde bu tür bir inanışa rastlanır. Huaca’ların bulunduğuna ya da ilişkili olduğuna inanılan kutsal yerler İnka İmparatorluğu’nun halkı için özel bir önem taşıyordu. Bu varlıkları memnun etmek için belirli zamanlarda kurbanlar sunulurdu. Bu bedensiz varlıklarla ancak toplulukların şaman denilebilecek ruhani şefleri irtibat kurabilir ve onlardan tavsiye veya yardım alabilirlerdi.
Şamanlar tüm tapınaklarda ve önemli dinî merkezlerde yaşıyorlardı. Kadın şamanlar kehanete, tıbba ve doğaüstü yeteneklere ilişkin uygulamalar yapıyorlardı. Şamanlar iradeleriyle öte-âleme manevi yolculuklar yaparak halka hastalık ve felaket nedenlerini doğrudan söyleyebildiklerinden fal ve tıpla uğraşan diğer din adamlarından daha yüksek bir mertebede bulunurlardı[16] Cuzco’daki ruhani liderin ya da "baş şaman"ın adı Villac umu idi. Evliydi ve otoritesi neredeyse imparatorunkine denkti. Nüfuzu tüm tapınakları ve dinî binaları kapsıyordu. Dinî görevlileri atama yetkisine de sahipti.
Aclla adı verilen, İspanyol yazarların “Güneş’in bakireleri” olarak da belirttikleri “seçilmiş kadınlar” ise Güneş-Tanrı’nın hizmetlileri (Intip-aclla) ya da imparatorun hizmetlileri(Incap-aclla) olarak çalışıyorlardı. Genç yaşta özel bir eğitimden geçirilen kızlar içinden ancak en kalitelileri bu makam için seçilirdi. Bunlar Aclla-huasi’ de (« aclla’ların evi ») yaşarlardı, zamanlarının çoğunu imparatora ya da kadın şamanlara giysiler dokumakla geçirirlerdi. Hanedanın kanını taşıyan prenseslerden (Nusta’lar) biri imparatorun baş eşi (Coya) olurdu.[17]
İnka inanışına göre ölüm bir son değildi. Ölenlerin ruhları öte âleme geçerdi. Birçok kaynağa göre, İnkalar’da ruh göçü (reenkarnasyon) kavramı mevcuttu.[18][19][20][21][22] Öte âlem yaşamında iyi bir yer edinmek için dünyadayken ama sua, ama llulla, ama chella ("çalmamak, tembel olmamak ve yalan söylememek") denilen üç ilkeye uymaları gerekiyordu.[23]
Diğer şamanist kültürlerdeki klasik yaşam ağacı ve üç âlem kavramlarına İnkalar’da da rastlanmaktadır. Üç âlem inanışı İnkalar’da "İnka haçı" denilen Chakana sembolüyle simgelenirdi. Üç âlem, semboldeki üç ayrı seviyeyi gösteren üç basamakla simgelenirdi. Bunlar Hana Pacha (tanrıların bulunduğu semavi âlem), Kay Pacha, (yaşadığımız orta âlem) ve Ucu ya da Urin Pacha (yeraltı tanrılarının hükmettiği, ölenlerin ruhlarının uğradığı yeraltı âlemi ya da cehennem).[24][25] Haçın ortasındaki delik şamanın üç âlem arasındaki yolculuğunu gerçekleştirdiği Yer'in eksenidir.[26] Şamanın bu ruhsal yolculukları yapabilmesi için transa geçmesi gerekirdi. Bu üç âlem, hayvan sembolleri (yılan, puma, kondor) kullanılarak da temsil edilirdi.
İnkalar yaşamın görünmez güçlerce denetlendiğine inanırlardı. Falın İnka uygarlığında önemli bir yeri vardı. Her önemli karar uygulamaya koyulmadan önce fala başvurulur, gözlemlenen işaretler ve alametler yorumlanarak hareket edilirdi. Hastalıkları tedavi etmede, savaşın nasıl geçeceğini önceden bilebilmede, egzorsist uygulamalarda ve bir cinayeti cezalandırmada da bu tür yöntemlere başvurulurdu. Fal aynı zamanda hangi tanrılara hangi kurbanların verileceğini bilmede de işe yarardı.
Örümceklerin hareketlerinin gözlemlenmesi, düz bir tabağa bırakılan koka ağacı yapraklarının aldığı biçimlerin incelenmesi, adanmış bir beyaz lamanın akciğerlerinin incelenmesi İnkalar’daki fal yöntemlerine örnek olarak gösterilebilir. Bunların yanı sıra İnka şamanları, danışmak amacıyla doğaüstü varlıklarla iletişim kurabilmek üzere, transa geçebilmek için halüsinojen etkileri olan, ayahuasca[27] içkisini de içerlerdi.
Tanrılara ya da huaca’lara kurban ve sunuların takdim edilmesi yalnızca bayramlara özgü değildi, günlük işler haline gelmişti, yani günlük yaşamın bir parçası olmuş gibiydi. Bunlar özellikle Pacha mama’ya (“toprak ana”) sunulurdu. Güneş kültünde her fırsatta sunulan kurbanlar genellikle lama olurdu.
İnsan kurban etme uygulaması yalnızca karışıklık dönemlerinde, örneğin imparator hastalandığı ya da öldüğü zamanlarda veya büyük doğal afetlere maruz kalındığı zamanlarda tanrıları yatıştırmak amacıyla uygulanmıştır. Kurbanlar, saflığı temsil ettiklerinden çocuklar arasından seçilebildiği gibi, savaşta esir düşenler arasından da, Cuzco’daki soylular arasından da seçilebilirdi; yani belirli bir sisteme bağlı değildi. İnanışa göre, adanan çocuk, tanrı haline gelirdi. Kurban edilmeden önce çocuğa pek acı hissetmemesi için duyumlarını azaltıcı chicha (alkollü bir içki)[28] içirilirdi. Kurban ayinlerini din adamları yönetirdi. 1995 yılında yapılan kazılar 500 yıl önce Arequipa’daki (Juanita) bir volkanik patlama sırasında Ampato volkanının tepesinde gerçekleştirilecek kurban ayini için Cuzco’dan yola çıkan tören kortejini kurban adayı olan kız çocuğuyla birlikte, donmuş halde gün ışığına çıkarmıştır. Tüm giysi ve takılarla orijinal haldeki bu buluntu günümüzde Arequipa’daki Santuarios Andinos Müzesi’nde sergilenmektedir. Bununla birlikte İnkalar’ın kurbanları sayı bakımından Aztekler’in toplu kurbanlarıyla kıyaslanamaz.
İnka İmparatorluğu’nda hiyerarşi And topluluklarının geleneksel örgütlenmesini esas alır. İmparator hem tüm imparatorluğun hükümdarı, hem de oymağının başıdır. İmparatorluğun temelindeki örgütlenme paylaşmayı, ortaklaşa yaşamayı esas alan bir örgütlenmeydi. Yeni bir fetihte bulunan imparator, çoğu zaman, fethedilen topraklardaki halkların asimilasyonunda o halkın geleneksel örgütlenmesini altüst etmemeye özen gösterir, geleneksel otoritelere müsaade eder ve onlara kendilerini birçok konuda bilgilendirmekle görevli “İnka öğretmenleri”ni emanet ederdi. "İnka öğretmenleri" denilen bu topluluklar, fethedilen topraklardaki halkların İnka İmparatorluğu’na uyum sağlamaları için onları imparatorluğun yasaları hakkında bilgilendirir ve onlara resmî dini öğretirlerdi. Bu yerel otoriteler, tamamı İnka oymağının bireyleri olan hiyerarşik üstlerine bağlıydılar ve onlara hesap verirlerdi.
Genel olarak üç sınıf vardı:
Sosyal sınıflar | Temsilcileri |
---|---|
Inca |
|
Kraliyet yetkilileri |
|
Soylular |
|
Ayllu |
|
Sonuç olarak toplumda bir tür kast sistemi vardı ve sınıf değiştirmek çok zor ve çok nadiren mümkün olabiliyordu. Emekçi sınıfından birinin yöneticiler sınıfına geçebilmesi ancak askerî bir kahramanlık göstermesiyle ya da bu duruma gelmesine layık görüleceği olağanüstü derecede yararlı bir şey yapmış olmasıyla mümkündü. Yenik düşmüş halkların başına getirilen işbirlikçi yerel yöneticilere de siyasi amaçlarla önemli yetkiler verildiği olurdu.
Yaş gruplarına bağlı olan sosyal örgütlenme ise özetle şöyleydi:
İnka İmparatorluğu idari örgütlenmede, şamanizmdeki "dört yön-dört renk" kavramı model alınarak, Cuzco’nun dört mahallesi gibi, dört bölgeye ya da dört federatif eyalete ayrılmış olarak yönetiliyordu:
Her eyaletin hanedan soyundan gelme bir yöneticisi bulunurdu. Her eyaletin 49 kareli bir sancağı(achank'ara) vardı. Bu eyaletler de kendi içinde illere, iller de kendi içinde sonu birkaç aileden oluşan küçük yapılara varana dek bir yapılanma gösteriyordu. İnka otoritesinin temsilcileri idari yapılanmanın her kademesinde mevcuttu.
İmparatorluğun tahkim edilmesi ilkesi gözönünde tutulduğundan, fethedilen bölgedeki halk kısmen imparatorluğun tanımadıkları ve böylece yakın ilişki kuramayacakları halkların yaşadığı başka bir bölgesine gönderilir ve yerlerine örnekleri Osmanlı İmparatorluğu'nda da görülen bir yöntem uygulanarak, İnka toplulukları (Mitimaq ya da Mitimaeler) yerleştirilirdi. Bu göçe zorlamalar siyasi amaçlarla olduğu kadar ekonomik amaçlarla da yapılmaktaydı.
Bu geniş imparatorluğu denetleyebilmek üzere imparatorluğun tüm kentlerini birbirlerine bağlayan yollar inşa edilmişti. Bu sayede imparatorun denetim gücü ülkenin sınır uçlarına kadar ulaşabiliyordu. İletişimi hızlandırmak için yollar esas olarak imparatorluk habercilerine ve resmî yolculara tahsis edilmişti. Mayalar'da olduğu gibi tekerleğin kullanılmadığı,[30] yayaların yanı sıra lama kervanlarınca katedilen bu kraliyet yolları en az 25.000 km uzunluğunda olup, yer yer 7 m'ye varan genişlikteydi. Bu yolların çoğunun zemini döşenmiş durumdaydı ve yol boyunca gereksinimlerin karşılanacağı, her an yolcuları ağırlamaya hazır bir tür han ya da kervansaraylar bulunmaktaydı. «Röle koşucuları (chaski’ler) sistemi »[31] sayesinde mesajlar inanılmaz bir hızla, uzunluğu 5000 km'yi aşan imparatorluğun en ücra köşelerine kadar ulaşabiliyordu.
İnka İmparatorluğu’nun ekonomik temeli tarımdı. İnkalar’ın suyu ilgilendiren birçok alanda bir hayli ileri olduklarını söylemek yanlış olmaz. Son derece karmaşık su kanalları sistemleri geliştirmişlerdi ki, bunun mükemmel bir örneği günümüzde Ollantaytambo’da bulunmaktadır. Ayrıca bölgenin çöl görünümlü kıyı kesimlerindeki Nazca ve Moche gibi eski kültürlerden miras aldıkları çok iyi bir sulama sistemine sahiptiler. Topraklarının büyük bir kısmında ürün almaya ve tüm tarımsal etkinliklere yardımcı olan, su kemerleri, kilometrelerce uzunlukta farklı düzeylerde (kat kat) kanallar ve tarım terasları (andenes, anden'ler) inşa ettiler. Ekinlerinin büyük bir kısmı günümüzde bile mevcut olup, söz konusu bölgelerde tarımla uğraşanlar ve köylülerce sürdürülmektedir. Bunların en ünlüleri Arequipa yakınlarındaki Kutsal Vadi’de görülebilir.
Ayrıca İnkalar’ın gerçek bir tarım laboratuvarına sahip oldukları anlaşılmıştır. Moray laboratuvarı adıyla belirtilen bu yer, İnkalar’ın Kutsal Vadi’sindeki bir tür tarım araştırma merkezidir. Çeşitli yüksekliklerdeki teraslardan ve su kanallarından oluşan Moray Laboratuvarı bilim insanlarına göre, kültür deneylerinin yapıldığı bir tarımsal araştırma merkeziydi. Burada yapılan deneyler arasında, çeşitli tarım ürünlerinin değişik sıcaklık, yükseklik ve sulama şartlarında, yani farklı iklim koşullarında nasıl sonuçlar vereceğini gösteren testler, çaprazlamalar ve kaliteyi artırmak üzere bazı türlerin ıslah deneyleri sayılabilir.
Aslında İnka İmparatorluğu’nun temel yapısı ayllu sistemiyle oluşturulmuştu. Bu komunal sistemde kırsal kesimde yaşayan, kökenleri aynı atadan gelme bireylerden oluşan örgütlenmiş bir topluluk söz konusuydu. Kendilerine ait bir toprakları vardı. Ayllu’nun başındaki kişi (kuraku), bu toprağı köyde çalışabilecek durumda olan herkese bölüştürmekle görevliydi.
Her toprak parçasından elde edilen ürünün bir kısmı imparator ve hanedan için ayrılır, bir kısmı o toprak parçası üzerinde çalışmış olana ailesinin ihtiyaçlarını gidermek üzere verilir, bir kısmı da yoksullar için köyün ortak ambarına konurdu. Aileler arasında yardımlaşma ileri düzeydeydi. Ayrıca kıtlık halinde veya bir imparatorluk heyeti geldiğinde kullanılmak üzere, bir miktar ürün yedekte bulundurulurdu.
Bu topluluğunun her üyesinin bir başka vazifesi daha vardı; o da, sulama kanallarının bakımı gibi kolektif çalışmalara katılmaktı. Fakat bu sistemin de zayıf tarafları vardı. Kuraka’nın yetkisini kötüye kullanması halinde zenginleşmesi, yeni bir sınıf oluşturması ve ayrıcalıklarını kendi çocuklarına aktarması söz konusu olabilirdi.
Tarım esas olarak bir “dağ tarımı”ydı. Peru’da patates (“icat edilen”) ve diğer bazı yumrular temel besin maddeleriydiler. Bu bitkiler çok hassas olduklarından tarımın bir garantisi yoktu. Verimin düşük olacağı zor yıllarda gereksinimlerin karşılanabilmesi için yiyecekleri bozulmadan saklama teknikleri geliştirilmişti. Ekimi kolay olduğundan Sirkengiller familyasından kinoa[32] ekilirdi. Bu bitki yüksek irtifalı arazilerde (4000 m yükseklikte bile) yetişebiliyordu.
Bir diğer yaygın tarım ürünü mısırdı. Çok iyi değerlendirilmesine karşın özel koşullar bu ürünün ekimini sınırlamaktaydı. Mısır genellikle tanrılara sunularda kullanılır ve bayram günleri için saklanırdı. Mısır ekimini geliştirmek üzere inşa ettikleri ünlü tarım teraslarından (anden'ler) bazıları günümüze kadar bozulmadan gelebilmişlerdir. Bölgede ekilen diğer tarım ürünleri arasında, domates, yer fıstığı, havuç, biber, ananas, kakao ve tüm törenlerde kullanıldığından İnkalar için önem taşıyan koka sayılabilir. Hayvancılıkta baş rolde etinden ve yününden yararlandıkları lama ve alpaga bulunur.
Ekonominin kolektif çalışma üzerine kurulu olduğu ve mal takasının pek görülmediği İnkalar’da bugünkü zenginlik kavram ve anlayışının da bulunmadığı görülmektedir. Zenginlik mal mülk sahibi olmakla ilgili bir şey değildi. Herkes topluluğun üretimi için emek harcamak durumundaydı ve ürün de paylaşılırdı.[33] Ancak akrabalık bağları çok az olan kişi fakir sayılabilirdi.
Hem etnik grupların kendi içinde işleyen yerel bir paylaşım, hem de imparatorluk düzeyinde işleyen genel bir paylaşım vardı. Ekonomik örgütlenmenin başında, paylaşımın en üst düzeyde kefili olan imparator bulunmaktaydı. Rezervlerden sorumlu olan oydu. Payların dağıtılmasında nakil işi mita’lar (nakliyatçı) aracılığıyla gerçekleştirilirdi. Mita’ların örgütlenmesi işiyle meşgul olan yine imparatorluk yönetimiydi. Etnik gruplara toprakların dağıtılmasının paylaşımla yakından ilgili olduğu görülmektedir. Çünkü bu, her yıl bir pazarlık ya da anlaşmaya konu olmaktaydı.
İnka İmparatorluğunun resmî dili olan Quechua'yı konuşanlar bu dili Runa simi (runa "insan" ve simi "sözcük", yani "insan sözcüğü") olarak adlandırırlar. Günümüzde halen 7-10 milyon kişi tarafından konuşulmakta olan bu dil And-Ekvator dil ailesine aittir ve yerli Amerika dilleri içinde en çok konuşanı olan dildir. Başta Peru (4,5 milyon kişi) olmak üzere, Ekvator’da (2 milyon kişi), Bolivya’da (1,5 milyon kişi) ve az sayıda kişi tarafından Arjantin’de, Kolombiya’da ve Şili’de konuşulmaktadır. Quechua İspanyolca ve Aymara'nın yanında Peru ve Bolivya'nın resmi devlet dilidir. İspanyolca konuşulan Güney Amerika'nın bazı büyük üniversitelerinde bu dil yabancı dil olarak öğretilir.
Quechua, dilbilimde yapısı bakımından eklemlemeli (agglutinant) dillerden, diğer adıyla "bitişken diller"den biridir. Yani sözcük sonuna morfem denilen değişmez temel öğelerin eklenmesiyle yeni sözcüklerin elde edildiği bir dildir. Bu özellik Ural-Altay dil ailesi gibi bazı dil ailelerinin ayırt edici baskın özelliğidir; Türkçe, Moğolca, Macarca, Fince, Tibetçe, Sümerce, Hatti dili, Etrüsk dili ve Kuzey ve Güney Amerika yerli dillerinin yer aldığı eklemlemeli dillerin en tipik örnekleri olarak Türkçe ve Quechua gösterilir.[34] Bu iki dil arasında gramer yapısı bakımından başka benzerlikler de bulunur.[35]
İnkalar’ın benimsettiği Quechua, Cuzco Krallığı’nda kullanılan Quechua’nın (Güney Quechua’sının erken bir biçimi) bir uyarlanmasıydı ki, bunu bazı tarihçiler “Proto- Quechua” ya da Cuzco lehçesi olarak adlandırmışlardır.[36] [37] Quechua lehçeleri bir dizi şive farklılıkları oluşturur. Bunlar iki büyük gruba ayrılır. Peru'lu dilbilimci Alfredo Torero bu grupları "Quechua I" ve "Quechua II" olarak tanımlar.
İnka İmparatorluğunun gayet iyi yapılanmasına ve bürokratik bir yapı göstermesine karşın, bilindiği kadarıyla, anladığımız anlamda bir yazı sistemleri yoktu.[38] Buna karşılık yazının yerini alan, quipu denilen bir sistemleri vardı. Quipu ya da khipu ("konuşma düğümleri") quechua dilinde « düğüm » ve « hesap » anlamına gelmekte olup, bir kayıt ve hesap sistemidir. Quipu, doğal sayıların çeşitli renklerdeki sicimler üzerine düğüm silsileleri oluşturma yoluyla temsil edildiği işaretler bütünü, yani bir tür kodlama sistemiydi. Yazıya sahip olmayan devlet yönetimi nüfus sayımını, istatistikleri, ambarlardaki stokların durumunu, hayvan sayısını, farklı halklarca ödenen vergileri, devlet depolarına malların giriş çıkışını bu yöntemle kaydetmekteydi. Fakat quipu’nun "anahtar"ı olan gizli bilgiyi (Quipucamayoc) yalnızca yöneticiler bilmekteydi.
Görünüşe göre quipu sistemi yalnızca nümerik kayıtlar için değil, tarihsel olayların ve bazı gizli dinsel aktarım ya da öykülerin kaydedilebilmesi için de tıpkı yazı sistemi gibi kullanılabilmekteydi.[39] Fakat günümüzde quipu’ların nümerik sistemi bilinmekteyse de yazıya ilişkin kullanımı henüz çözülememiştir. Quipu bir İnka icadı değildir, And Dağları bölgesinde İnkalar’dan önce de kullanılmaktaydı. Örneğin 4.500 yıl önce var olmuş Caral uygarlığının quipu sistemini kullandığı bilinmektedir.
İnkalar’ın, bilimlerde matematik ve astronomi gibi bazı alanlarda ileri bilgilere sahip oldukları anlaşılmaktadır. İnkalar’da matematik on tabanlı olmayıp, 4x10 (40 tabanlı) sistemi üzerine kurulmuştu. Gündönümü ve ekinoksları hesaplayabiliyorlardı, hem ay takvimlerinin, hem de güneş takvimlerinin olması tarım çevrimlerini saptayabilmelerine olanak sağlıyordu.
İnkalar'ın tıp konusundaki bazı bilgilerinin günümüzdeki modern bilgilere oranla daha ileri olması şaşırtıcıdır. Hastalıkların tedavisinde kullandıkları bazı bitkilerin yanı sıra, bazı bitkileri de ağrı kesici olarak kullanıyorlardı. Sıtmaya karşı kinin kullanıyorlardı. Bitkiler ve yararları konusundaki bilgileri derindi. Ameliyatlarda, özellikle trepanasyon ameliyatlarında ileri oldukları görülmektedir. İnka mezarlıklarında birçok trepanasyon geçirmiş kafatasları bulunmuştur. Anestezi için koka yaprağı kullanıyorlardı.
İnkalar’ın mimarideki eserleri gelişmiş mimarlariye sahip olduklarını ortaya koymaktadır. Gösterişli ve dahiyane yapıları genellikle kullanışlı amaçlara yönelik olarak yapılmıştı. Yapıları sayıları bakımından da hayli fazladır. Tapınakların kapı ve pencerelerine verilmiş ikizkenar yamuk biçimi binanın bölgede sıkça meydana gelen, depremlere yol açan tektonik hareketlere dayanıklı olmasını sağlıyordu. Nitekim İspanyollar Cuzco’ya yerleşirken binalarını İnka tapınaklarının kalıntıları üzerinde yükseltmişlerdir. İspanyol yapılarını yıkmalarına karşın İnka yapılarını genellikle yıkamamış depremler, İnka yapılarının daha eski olmalarına karşın İspanyollar’ınkinden daha dayanıklı olduklarını ortaya koymuştur.
İnkalar çeşitli mimari üsluplar kullanmışlardır. Bu farklı mimari üsluplardan en tanınmışı önemli binaların çoğunda görülen, Cuzco’daki Güneş Tapınağı’nda kullanılan üsluptur. Bu üslubun İnkalar’ın kullandığı diğer üsluplardan en ayırt edici özelliği, temel maddenin taş olmasına karşın taşların birbirlerine tutturulmasında harcın kullanılmamış olmasıdır. Burada çokgen biçimli taşlar birbirlerine uyumlu biçimde tutturulmuştu ki, taşların aralarında en ufak bir boşluk kalmamıştı (taşlar aralarına jilet bile sokmanın mümkün olmadığı şekilde birbirine oturtulmuştu). Bu mimari sanatın örneklerinin halen görülebildiği yapılar içinde Sacsayhuamán kalıntılarındaki Cuzco Kalesi ve Ollantaytambo'nun muhteşem kalıntıları sayılabilir.
İnkalar Huari uygarlığından kalan yol ağını düzeltip öyle geliştirdiler ki arazinin engebeli olmasına karşın yol ağı imparatorluğun tümünü kapsamıştı. Bu yolların en ünlüsü « Qhapaq Ñan » denilen, 6000 km'yi aşan, imparatorluğun ekonomik ve siyasi etkinliğinin ekseni sayılabilecek yoldu. Yolun uğradığı kentler arasında Pasto (Kolombiya), Quito ve Cuenca (Ekvador), Cajamarca ve Cuzco (Peru), Aconcagua (Arjantin) ve Santiago (Şili) sayılabilir. Yol ağı imparatorluğun denetlenmesinde ve askerî manevralarda çok önemli bir unsurdu. Bazen genişliği 7 m'ye varan döşenmiş yollar üzerinde yolcuların gereksinimlerinin karşılanması için her 20-30 kilometrede bir kurulmuş kervansaray benzeri yapılar (tambo'lar), köprüler ve her 20-25 kilometrede bir kurulmuş nöbetçi kulubeleri bulunuyordu. Cuzco’dan yola çıkan bir haberci (chaski) Quito'ya (Ekvador’un bugünkü başkenti) yalnızca bir haftada varabiliyordu. Bu yol şebekesindeki ikinci bir ana damar Qhapaq ñan’ı Amazon havzasına bağlayan, uzunluğu 45.000 km'yi aşan yoldu. Diğer İnka yapıları arasında ipten yapılma asma köprüler, chaski’lerin değiştiği “istasyon”lar, su kemerleri, ambarlar, kaleler, tapınaklar, saraylar ve tarım terasları sayılabilir.
İnka sanatında belirli bir sertlik görülür. İnkalarda çanak çömlek yapımına önem verildiği görülmektedir. İnkalar’ın elimizdeki çokrenkli seramiklerinde çeşitli hayvan, özellikle kuş, kedigiller (bunlar Chavin kültüründe yaygındı), dalga motifleri ve Nazca stilindeki geometrik desenler göze çarpar. Yazıtları olmasa da, seramikler ve madeni eserlere işlenmiş, günlük yaşama, ilişkilere ve oymaklar arası savaşa ilişkin sahneler Güney Amerika’nın eski insanları ve İnkaların yaşamı hakkında bizlere son derece aydınlatıcı bilgiler sağlamaktadır. En ayırt edilir İnka seramik eserleri Cuzco’nun “aryballos” şişeleridir.[40] Bu eserlerin birçoğu günümüzde Lima’daki Larco Ulusal Arkeoloji, Antropoloji ve Tarih Müzesi’nde sergilenmektedir. İnkalar’ın bir özelliği de tahta işçiliğinin yaygın olmasıdır.
Kuyumculukta bir hayli ileriydiler; kuyumculukta kullanılan başlıca metaller altın, gümüş, platin, kalay ve bakırdır. Çeşitli alaşımlar da kullanmışlardır. Sanat eserlerinin çoğu kült objesi veya süs olarak tapınaklar için yapılmaktaydı. Bilezik, kolye, küpe (kulaklara takılan diskler) gibi takılar ise imparator ailesinin veya yüksek mevkidekilerin süslenmesi için üretiliyordu. İnka İmparatorluğu’nun hemen hemen tüm bilinen altın ve gümüş eşyaları İspanyollar tarafından alınıp eritilmiştir.
Dokuma tüm Kolomb öncesi büyük uygarlıklarda olduğu gibi, bir hayli ileri bir sanatsal düzeye ulaşmıştı. Dokumalarda anlam ifade eden sembol kullanımı yaygındı, bunlardan bazıları bir oymağın ya da bir tanrının amblemi olan sembollerdi.
Şiir müzik sanatına bağlı bir unsurdu. Her ikisi de bayramlarda olduğu kadar günlük yaşamda, hasat sırasında veya diğer kolektif çalışmalarda kullanılıyordu. Kullanılan müzik aletleri arasında antara[41] adlı ünlü panflüt, kena[42] adlı kertikli flüt, ocarina,[43] davul, tef, çıngırak ve borazan türleri sayılabilir.
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.