Alman İmparatorluğu
1871'den 1918'e dek Almanya Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
1871'den 1918'e dek Almanya Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Alman İmparatorluğu ya da İkinci Reich (Almanca: resmen Deutsches Reich, Alman tarih yazımında Deutsches Kaiserreich), 18 Ocak 1871'de Prusya ve diğer Küçük Alman Devletlerinin özellikle Otto von Bismarck'ın katkılarıyla, birleşmesiyle oluşan birleşik Alman devletidir. İlk imparatoru I. Wilhelm'in taç giymesiyle imparatorluk resmen kuruldu. Yeni İmparatorluğu Habsburg Hanedanı yerine Hohenzollern Hanedanı yönetti, başkent Berlin yapıldı. Yeni İmparatorluk, Avusturya'yı toprakları dışında bıraktı. 1884'ten itibaren Almanya, Avrupa dışında sömürgeler kurmaya başladı (Alman Sömürge İmparatorluğu). Hızlı büyüyen ekonomisiyle, dünyanın en büyük ekonomilerinden biri oldu, ordusu ve donanmasıyla Büyük Britanya'ya kafa tutar hale geldi.
Birleşik Almanya, Şansölye Otto von Bismarck zamanında dış politikasını Almanya'nın güvenli bir pozisyonda durması, güçlü ülkelerle dostluk kurulması, Fransa ile dış politikada uzak durulmaması ve Fransa ile savaştan kaçınılması üzerine kurmuştu. İmparator II. Wilhelm zamanında ise sömürge konusunda diğer Avrupa ülkeleriyle çekişmeye girildi. Bu, Almanya'nın ittifaklarını yenileyememesine neden oldu. Bu esnada Fransa ise Büyük Britanya ve Rus İmparatorluğu ile ittifak kurdu (Rus-Fransız İttifakı ve İngiltere-Fransa Dostluk Antlaşması). Almanya ise sadece Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile ittifak kurabildi.
Almanya, sömürgecilik politikası gereği, Afrika'nın diğer Avrupa ülkeleri tarafından paylaşımına katılmak istedi. Berlin Konferansı ile Avrupa'nın önemli güçleri Afrika'yı paylaştılar. Almanya'nın payına Alman Doğu Afrikası, Alman Güneybatı Afrikası, Togoland ve Kamerun düştü. Afrika'yı paylaşma mücadelesi I. Dünya Savaşı'nı tetikledi.
Avusturya Arşidükü Ferdinand'ın 28 Haziran 1914'te suikasta uğraması ile I. Dünya Savaşı patlak verdi. Savaşta Almanya'nın içinde olduğu İttifak Devletleri savaşı kaybetti. Kasım 1918'de, Alman Devrimi patlak verdi; II. Wilhelm ve tüm prensler tahttaki haklarının tamamından vazgeçti. Almanya'nın savaş hali Haziran 1919'da imzalanan Versailles Antlaşması ile sona erdi. Bu, İttifak Devletleri'nin de mağlubiyeti anlamına geliyordu. İmzalanan antlaşmanın Almanya'yı aşağıladığı düşünülüyordu. Bu durum daha sonra Almanya'da nasyonal sosyalizmin güç kazanmasına sebep oldu.
Napoléon Savaşları'nın ardından düzenlenen Viyana Kongresi'nin (1814-15) sonuçlarından biri de, Alman Konfederasyonu'nun kurulmasıydı. 1815 Viyana Kongresi'nde ortaya çıkan Almanya büyüklü küçüklü 39 siyasal birimden oluşuyordu. İçlerindeki iki büyük devlet Avusturya ve Prusya'ydı. Bavyera, Württemberg, Saksonya ve Hannover'in küçük krallıkları, Baden, Nassau, Oldenburg ve Hessen-Darmstadt gibi daha küçük düklükler, Schaumburg-Lippe, Schwarzburg-Sondershausen ve Reuss-Schleiz-Gera gibi çok küçük prenslikler ve Hamburg, Bremen, Lübeck, Frankfurt gibi özgür kentler bunların ardından geliyordu.
Almanya, İtalya ile birlikte 19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Batı ve Orta Avrupa'da ulusal birliğini kuramamış ve merkezi bir hükûmet biçimine sahip olmayan iki ülkeden biriydi. Alman birliğinin kuruluşu, bir devletin (Prusya Krallığı) ve bir devlet adamının (Otto von Bismarck) eseri gibi görünürse de, birliğin kuruluşunu yalnız askeri ve diplomatik olaylar olarak görmek, bu başarının tarihi önemini gölgeler. Almanya ve İtalya'nın birliklerini kurması, aynı zamanda, Batı ve Orta Avrupa'da ekonomik ve toplumsal yaşamın değişen yapısının sonucudur.
Prusya, Alman ulusal birliğini kurmak için bir değil, üç devletle, Danimarka, Avusturya ve Fransa ile savaşmak zorundaydı. Asıl Avusturya'nın siyasal üstünlüğüne meydan okuması gerekiyordu. Bu meydan okumanın temelinde, Danimarka'ya bağlı iki Alman dükalığı olan Schleswig ile Holstein yatmaktaydı. 1864 yılında Avusturya ile Prusya, Alman Konfederasyonu adına Danimarka'ya savaş açtılar ve Avusturya özellikle Holstein'da ayrı bir politika izlemeye ve Prusya'yı haklarından yoksun bırakmaya kalkınca, Prusya Başbakanı Otto von Bismarck, akıllı bir diplomasi sonucu Fransa ve Rusya'nın yansızlığını sağlayıp Avusturya'ya savaş açtı. 1866'da Königgrätz Muharebesi'nde bu devleti büyük bir bozguna uğratarak, Almanya'dan attı ve 1867'de Prusya'nın denetiminde Kuzey Germen Konfederasyonu'nu kurdu.[1]
Bismarck, Königgrätz zaferinden sonra hiçbir direnci kalmamış Avusturya'nın başkenti Viyana'ya girebilir ve çok ağır bir barış antlaşmasını zorla kabul ettirebilirdi. Büyük bir ileri görüşlülük ve ılımlılık ile bunu yapmadı ve Avusturya'nın gururunu kırıp, kalıcı düşmanlığını üzerine çekmedi. Çünkü, Bismarck, Almanya'nın Avrupa'nın ortasında hınç duyguları arasında güçlü bir biçimde kurulamayacağını ve birliğini korumak için ileride müttefiklere ihtiyacı olacağını hesaplamıştı. Özellikle Fransa'ya karşı yanına alabileceği doğal müttefik, çoğunluğunu aynı ırktan insanların oluşturduğu ve aynı dilin konuşulduğu Avusturya idi.
Bismarck, Fransa'nın Katolik Alman devletleri üzerindeki denetimini kırmak için 1870 yılında Fransa'ya savaş açtı. Yine akıllı diplomasisiyle bu kez Avusturya ve Rusya'nın yansızlığını sağlamıştı. Ünlü Sedan Muharebesi'nda İmparator III. Napoléon'u ağır bir yenilgiye uğrattı. 1871 tarihli Frankfurt Barışı ile Alsace-Lorraine endüstri bölgesini ilhak etti. Bundan sonra Main akarsuyunun güneyindeki Katolik Alman devletleri Prusya'ya katıldılar ve böylece Alman ulusal birliği kurulmuş oldu. Prusya Kralı I. Wilhelm, veraset yoluyla Alman İmparatoru oldu. Bismarck ise Alman Şansölyesi unvanını aldı. Fransa'da ise, III. Napoléon'un imparatorluğu yıkılarak yerine cumhuriyet kuruldu.
Alman ulusal birliğinin kurulmasında, Alman milliyetçiliğinin temel özellikleri, ekonomik ve toplumsal nedenlerinin yanında, Bismarck'ın usta diplomasisinin de payı olduğunu söylemek gerekir. Avrupa'daki güç dengelerini çok iyi anlayan Bismarck, bazı küçük ödünler verip güçlü devletlerin yansızlığını sağlayarak, en uygun zamanda kiminle savaşacağını çok iyi kestirmiştir. İktidardan düştüğü 1890 yılına kadar, kendini tüm Avrupa diplomasisinin kilit adamı, Almanya'yı da en önemli ve güçlü devleti hâline getirmiştir.[1]
18 Ocak 1871'de kurulan Alman İmparatorluğu kitlelerden gelen milliyetçi duyguların değil, askeri zaferleri izleyen geleneksel diplomatik girişimlerin ürünüydü. Kuzey Alman Konfederasyonu'na üye devletlerin liderleriyle Bavyera, Baden, Hessen ve Württemberg'in hükümdarları arasında bir anlaşmaya varılmıştı. O tarihte Alman topraklarının ve nüfusunun yaklaşık beşte üçünü kapsayan Prusya, imparatorluğun I. Dünya Savaşı'nın ardından çöküşüne değin birliğin egemen gücü olarak kaldı. Reichsland statüsünü alan Alsace-Lorraine (Elsass-Lothringen) 25 Alman devletinin ortak mülküydü.
İmparatorluk oluştuğunda 540.857 km²'lik bir alanı kaplayan Almanya'nın nüfusu 1871-1914 arasında 41 milyondan 67 milyona çıktı.[2] Nüfusun %63'ü Protestan, %36'sı Katolik, %1'i Yahudiydi. Polonyalı, Danimarkalı ve Fransızlardan oluşan küçük azınlık gruplarının dışında nüfus tümüyle Cermen kökenliydi. Kırsal nüfus %67 kadardı; gerisi kasaba ve kentlerde yaşıyordu. 1820'lerde ve 1830'larda çıkarılan zorunlu eğitim yasaları nedeniyle nüfusun neredeyse tümü okuryazardı.
Alman İmparatorluğu anayasası, Kuzey Alman Konfederasyonu'ndan devralınmıştı. Bismarck'ın 1867'de hazırladığı bu anayasa Almanya'nın kırsal ağırlıklı yapısını ve Junker kökenli Bismarck'ın otoriter eğilimlerini yansıtıyordu. Alman İmparatorluğu federal bir imparatorluktu, yani 25 devlet, kendi hanedanlarını ve meclislerini koruyorlardı. Ama askeri örgütlenme, posta örgütü ve para tüm devletlerde ortaktı.
Biri halkı, öbür 25 eyaleti temsil eden iki meclis vardı. Erkek yurttaşların tek dereceli gizli oyuyla seçilen İmparatorluk Meclisi (Reichstag) 397 üyeliydi. Parlamentonun eyalet temsilcilerinden oluşan üst kanadı ise Bundesrat (Federal Konsey) adını taşıyor ve bu mecliste de Prusya ağır basıyordu. 1871 martında seçilen ilk Reichstag, daha 16 Nisanda, imparatorluğun ilk anayasasını kabul etti.
1867 ve 1871'de belirlenen seçim bölgeleri hiçbir zaman nüfustaki değişiklikleri yansıtacak biçimde değiştirilmedi. Dolayısıyla da kentleşme ilerledikçe kırsal kesimin meclisteki ağırlığı ülkedeki oranının çok üstüne çıktı. Kuramsal olarak alt meclis her yasayı geri çevirilebilirdi; ama gerçekte yetkileri sınırlanmıştı. Ayrıca bakanlar da meclis değil, imparator tarafından seçiliyor ve ona karşı sorumlu tutuluyorlardı. İmparatorluk bütün varlık süresince imparatorluğun siyasal sistemi ile Prusya'nın siyasal sistemi arasındaki uyuşmazlığın etkisinde kaldı. Prusya'da alt meclis üç sınıflı bir seçim sistemiyle belirleniyor, erkek nüfusun yüzde 15'ini oluşturan mülk sahipleri temsilcilerin yaklaşık yüzde 85'ini seçiyordu. Dolayısıyla tutucular Prusya'da her zaman çoğunluğu sağlayabiliyor, oysa imparatorluk sistemi merkez ve sol partilere büyüyen çoğunluk olanağı veriyordu. İmparator aynı zamanda Prusya kralıydı. İki kısa dönem dışında Prusya başbakanı da hep imparatorluk şansölyesi oldu. Bu durumda yürütme, iki ayrı mecliste çoğunluk sağlama gibi bir sorunla karşı karşıyaydı. Genellikle bürokrasi ya da asker kökenli olan bakanların da çoğu kez parlamento ve dış politika deneyimleri yoktur.
Bismarck kırsal nüfusun liberal eğilimli ilerici partiye değil, muhafazakâr partilere oy vereceğini düşünerek erkekler için genel oy hakkını kabul etmiş, kurulacak yeni partileri hesaba katmamıştı. Ama 1870'lerin başında Prusya'da seçimlere katılmaya başlayan, Katolik inanç temelinde örgütlenmiş Merkez Partisi ve Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) önemli oranda oy aldı. 1871'de Bismarck Liberaller'le birleşerek Merkez Partisi'ni yok etmeye yönelik Kulturkampf'ı (kültür savaşı) başlattı. Katolik Kilisesi'ni hedef alan bir dizi yasa çıkarıldı; medeni nikâh kabul edildi; papazların yer değiştirmesi yasaklandı; tarikatlar dağıtıldı. Ama Kulturkampf amacına ulaşamadı. Tersine Katolik azınlığın bir siyasal partiye gereksinimleri olduğunu anlamalarına yaradı.
1870'lerin sonunda Kulturkampf'tan vazgeçen Bismarck bu kez muhafazakâr partiler ve Ulusal Liberaller'in birçok üyesiyle birleşerek SPD'ye karşı bir kampanya başlattı. Hızla sanayileşen Almanya'da tehlikeli olabilecek bu partinin anayasa gereği seçimlere katılmasını önleyemediyse de, 1878-90 arasında yasadışı ilan edilmesine yol açan meclis çoğunluğunu sağladı; liberallerin de desteğini alarak, sol partilerin siyasi faaliyetlerini yasaklayan antisosyalist yasalar çıkarılmasını sağlamış ve sol siyaseti baskılayarak toplumdan tecrit etmeye çalıştı. Pek çok sosyalist İsviçre'ye kaçtı. 1880'lerde Bismarck işçileri sosyalizmden caydırmak ve giderek kitleselleşen sosyal demokrat hareketin argümanlarını ortadan kaldırmak için bazı sosyal güvenlik uygulamaları başlattı; ülke çapında sağlık hizmetleri sistemi kurdu. Böylece 19. yüzyılda Alman İmparatorluğu'nun endüstrileşmesine paralel olarak büyüyen ve toplumda önemli bir yer tutan Alman roletaryasının beklentilerinin bir kısmı Avrupa'da bugünkü sosyal devlet kavramının temelini atan kamusal bir sosyal güvenlik sistemiyle karşılanmıştı.[3]
Ama Katolikler karşısında olduğu gibi, sosyalistler karşısında da başarısızlığa uğradı. 1890 seçimlerinde Bismarck'ın deyimiyle "imparatorluk düşmanı" bu iki parti çok büyük kazançlar sağladı.
Bunlara rağmen, devlet işlerini, özellikle de diplomasiyi elinde tutan Şansölye Bismarck'ın, markı bir imparatorluk bankasına bastırması (1875), bir hukuk ve ceza muhakemeleri usulü yasasını yürürlüğe koyması (1872-1876), yedi yıllık askerlik sistemini getirmesi (1874), ulusal azınlıkların germenleştirilmesine çalışması ülkesinin birliğini güçlendirdi.
İmparatorluk 20 yıllık hızlı ekonomik büyüme döneminin sonuna doğru kurulmuş, Alman devletleri çelik üretiminde ve demiryolu yapımında Fransa'yı geride bırakmıştı. 1867'de Kuzey Alman Konfederasyonu'nun kurulması ekonomik büyümenin önündeki engelleri yok etti. Tefecilik yasaları ve iç göç sınırlamaları kaldırıldı. Bismarck ve müttefiki Ulusal Liberaller'in girişimiyle altına dayalı tek bir para kabul edildi. İmparatorluk bankası kuruldu. Çok ortaklıklı şirketlerin oluşmasını önleyen katı kuralları bir yana bırakıldı. Sonuçta 1870-73 arasında toplam 1,4 milyar taler sermayeyle 857 yeni şirket kuruldu, bu sayılar önceki 20 yılın toplamının üzerindeydi. 1865-75 arasında demiryolu ağı iki katına çıktı. On binlerce Alman ilk kez hisse senedi almaya başladı.
Bu çılgınca büyüme 1873'te bütün dünyayı saran ekonomik bunalımla sona erdi. Tarım ve sanayi fiyatları düştü; net millî hasılanın düşüşü altı yıl durdurulamadı. Yeni kurulan çok ortaklı şirketlerin yaklaşık yüzde 20'si iflas etti. Borç içindeki Junker'lar Alman pazarına dolan Amerikalı ve Rus tahıl fazlasının rekabetiyle karşılaştı. Kırsal Prusya nüfus kaybetti.; 1870'lerde 600 bini bulan Kuzey ve Güney Amerika'ya göç edenlerin sayısı 1880'lerde bunun iki katını aştı. Gene de 1870-90 arası sürekli bir bunalım dönemi olmadı. 1880'lerde tarımda değilse bile, sanayide önemli canlanmalar görüldü ve Britanya bu yeni rakibinin gücünü tanımaya başladı.
Bunalım koşulları Alman liderleri 20 yıllık serbest ticaret uygulamasından denetimli ekonomiye dönmeye yöneltti. Yeni döneme damgasını vuran yoğunlaşma oldu. Almanya büyük sanayi, büyük tarım, büyük bankacılık ve büyük yönetim ülkesi hâline geldi. Devlet korumasındaki kartel anlaşmalarıyla pazar bölüşüldü; mamul mallarda standartlaşmaya gidildi; sabit fiyat uygulamasına geçildi. Kartelleşme çelik, kömür, cam, çimento, potas ve kimya sanayilerinde hızla yayıldı. 1882-95 arasında toplam işyeri sayısı yüzde 4,6 ama 50'den fazla işçi çalıştıran işyeri sayısı yüzde 90 arttı. 1878-79'da muhafazakâr partilerle birleşip Ulusal Liberaller'e sırt çeviren Bismarck ayrıca sanayi ve tarımın gümrük duvarlarıyla korunmasını öngören bir ekonomi politikasını benimsedi. Tarım ürünlerinde gümrük iki kez yükseltildi ve toprak sahibi Junker'lere sübvansiyon sağlandı. Böylece toprak sahipleri, büyük sanayi, ordu ve sivil bürokrasinin üst kademeleri arasında sosyal demokrasiyi ve siyasal özgürleşmeyi önlemeye, ayrıca piyasadaki dalgalanmalardan korunmaya yönelik bir ittifak oluştu.
1890'daki istifasına değin Bismarck dış politikaya neredeyse istediği gibi yön verdi. Üç askeri zaferden sonra görevi barışı yerleştirerek zaman kazanmak, böylece Orta Avrupa'da güçlü bir Alman İmparatorluğu'nun doğal kabul edilmesini sağlamaktı. En büyük sorunları ise Balkanlar'da ve Fransa'da görüyordu. Osmanlı Devleti'nin çöküşü Balkanlar'da Avusturya ile Rusya arasında çatışmaya yol açabilir, gerek bu olay; gerekse Fransa'nın Almanya'dan öç almak istemesi Avrupa'yı yeniden savaşa sürükleyebilirdi.
Bismarck her ne kadar Realpolitik uygulamasının büyük ustası kabul edilirse de temelde monarşilerle ilişki kurmayı seçen, buna karşılık parlamenter hükûmetleri küçük gören bir politikacıydı. 1873'te Rusya ve Avusturya-Macaristan imparatorluklarıyla anlaşarak Üç İmparator Birliği'ni kurdu; Ama 1870'lerin ortalarında Osmanlıların Slav eyaletleri ayaklanınca birlik dağıldı. 1877'de Rusya Osmanlı Devleti'ne savaş açınca Britanya ve Avusturya-Macaristan Rus yayılmacılığından kaygılanmaya başladı. Bismarck ise Rusya'nın Ayastefanos Antlaşması'yla Osmanlılara kabul ettirdiği ağır koşulların 1878 Berlin Kongresi'nde yeniden görüşülmesini sağladı. 1879'da da Habsburglarla İkili İttifak'ı oluşturdu. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun dağılması durumunda Rusya'nın Polonya, Çekoslovakya ve öbür Slav topraklarına egemen olmasından korkuyordu; ayrıca bu durumda Almanya'ya göç edebilecek ve Merkez Partisi'ni güçlendirecek 7 milyon Germen kökenli Avusturyalı Katoliği de istemiyordu.
Bismarck sağlam bir müttefik bulduktan sonra 1881'de Üç İmparator Birliği'ni canlandırarak usta politikacılığını ortaya koydu. Artık Balkanlar'da bir çatışmayı önlemek için Viyana kadar Petersburg'da da etkili durumdaydı. 1882'de Fransa'dan korkan İtalya'nın da katılmasıyla İkili İttifak Üçlü İttifak'a dönüştü. Görünüşte Bismarck kazanmıştı. Fransa'nın müttefiki yoktu. Balkanlar'daki iki büyük karşıt güç de etkisi altındaydı. Ama çok geçmeden Bulgaristan nedeniyle Avusturya ve Rusya'nın arası açıldı ve birlik yeniden dağıldı. Bismarck'ın müdahalesiyle savaş önlenmekle birlikte Habsburglarla Romanovların ilişkileri artık düzelemeyecek kadar bozulmuştu. Bismarck 1887'de Rusya'yla ayrı bir antlaşma imzaladı, ama o daha başbakanlıktan ayrılmadan Fransa'yla Rusya yakınlaşmaya başladı.
Bismarck barışçı politikalarıyla Avrupalı liderlerin saygısını kazandı. Sorun Junker'lerin ve sanayi burjuvazisinin yönlendirdiği bu gelişen sanayileşmiş gücün öbür Batılı güçlerin kurduğu sömürge imparatorlukları karşısında aynı politikayı sürdürüp sürdüremeyeceğiydi.
Alman dış politikasının yönetimini tümüyle Bismarck'a bırakmış bulunan İmparator I. Frederic Wilhelm'in 1888 yılında ölümü üzerine, yerine geçen ve Bismarck'tan nefret eden oğlu III. Friedrich, 1887'de yakalandığı gırtlak kanseri nedeniyle ancak birkaç ay tahtta kalabildi (Mart-Haziran 1888). Yerine geçen oğlu, 30 yaşındaki genç İmparator II. Wilhelm ile 74 yaşındaki yaşlı Şansölye Bismarck özellikle dış politika konusunda anlaşmazlığa düştüler. II. Wilhelm, yüksek ülküleri, dirik ve ilerici nitelikte düşünceleri olan genç bir hükümdardı. Tutucu bir politikacı olan Bismarck ile anlaşmazlığa düşmesi, tarihsel açıdan rastlantı değildi. Almanya, tıpkı 1800'lerin Britanyası gibi, büyük endüstri devleti olma yolundaydı. Şimdi II. Wilhelm'in aramakta olduğu yeni ve sömürgeci bir dış politikaya sahip olmak durumundaydı. Yeni "dünya politikası" (weltpolitik) ile Bismarck'ın Avrupa içine sıkışık politikası çatışmaktaydı. İki adam arasında iç politika alanında da anlaşmazlık vardı. Bismarck, giderek endüstrileşen Almanya'nın güçlü işçi partisi Sosyal Demokrat Parti'yi (SPD) gerekirse orduyu kullanarak ezmek istiyordu. II. Wilhelm ise, yönetimine bir iç savaşta kan dökerek başlamak niyetinde değildi.
Düşünceler arasındaki bu temel farklılık dolayısıyla Bismarck yirmi yıldır sürdürdüğü dış politikada güçlüklerle karşılaşmaya başladı. Almanya'nın doğu ve batısından Rusya ve Fransa gibi iki güçlü devletle sarılmış olması ve bunun sonucu olarak "iki cepheli savaş" tehlikesi Bismarck'ın karabasanıydı. Wilhelm'in yeni Genelkurmay Başkanı Alfred von Waldersee, iki cepheli savaştan Bismarck kadar korkmuyordu. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun Galiçya'da Rusya'ya karşı açacağı cephe, bu devletin Almanya'ya karşı doğudan açacağı cephedeki yükü çok hafifletebilir ve böylece savaşın ilk aylarında Fransa ile tüm gücüyle savaşan Almanya, Fransa'yı yendikten sonra yine tüm gücüyle Rusya'ya yüklenebilirdi. Mantıki olarak bu stratejik düşüncenin siyaset alanındaki yansıması, Rus dostluğuna Bismarck kadar önem vermemekti. Üstelik, yeni imparator, 1889'da Bismarck'la çatışma pahasına Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit'i ziyaret ederek destek vadetmişti. Doğal olarak bu davranış, Bismarck'ın Rusya'ya Yakındoğu'da destek sözüyle çatışıyordu.[1]
Bu koşullar altında, monarkla çatışan her yöneticinin başına geldiği gibi, Bismarck da görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Alman ulusal birliğinin kurucusu, Avrupa diplomasisinin en güçlü diplomatı ve belki de "İkinci Metternich", Alman siyasetinden çekilince, II. Wilhelm dizginleri sıkıca eline aldı.
Bismarck'ın kurduğu siyasal yapı pek az değişiklikle 1918'e değin korundu. Ama ardılı Leo von Caprivi iç politikada farklı bir yol tuttu. İlk kez siyaset sahnesine çıkan Caprivi askerdi. Şaşırtıcı bir kararla merkez ve sol partilerle çalışmayı seçti; onların desteğiyle tahıldan alınan gümrük vergilerini indirdi; Rusya, Avusturya-Macaristan ve Romanya'yla uzun vadeli ticaret anlaşmaları yaptı. Bunların sonucunda gıda maddeleri fiyatları düştü ve sanayi gelişti. Ulusal zenginlikle birlikte sanayi işçilerinin yaşam düzeyi de yükseldi. Caprivi, çıkarları zedelenen Junker aristokrasisi tarafından istifaya zorlandı ve onun düşüşü, izleyen başbakanlara toprak sahiplerine muhalefetin tehlikelerini öğretti. 1900-09 arasında başbakan olan Bernhard von Bülow, Caprivi'nin ticaret politikasını terk etti ve büyük sanayiyle büyük tarım arasındaki ittifakı yeniden kurdu.
20. yüzyıla girerken imparatorluk büyük bir bunalımın eşiğinde görünüyordu. Avrupa'nın en canlı ekonomisine sahip ülkenin otoriter siyasal sistemi felce uğramıştı. Kentsel seçmen kitlesinin büyümesiyle her seçimde oylarını artıran SPD 1890'da çoğunluk sağlayamamakla birlikte birinci parti durumuna geldi; 1891 Erfurt Kongresi'nde devrimci Marksist bir program benimsedi; 1912'ye gelindiğinde seçmen desteği izleyen iki büyük partinin toplam seçmen desteğini aşmıştı. SPD gibi Merkez Partisi'nin de kitle tabanı vardı. Muhafazakârlar, Ulusal Liberaller ve İlericiler ise geleneksel seçkinlerin önderlik ettiği, sürekli gerileyen partilerdi. Liberaller ve Muhafazakârlar Reichstag'daki ağırlığını yitirirken toplumda ilk kez parlamento dışı çıkar grupları belirdi. Pan-Germen Birliği, Donanma Birliği, Çiftçiler Birliği ve Sömürgeler Birliği gibi bu gruplar otoriter bir siyaseti ve yayılmacı bir dış politikayı savunuyordu. Çiftçiler Birliği dışında hepsi eğitimli orta sınıfa dayanıyor, önderleri arasında profesörler bulunuyordu. Bu gruplar karar alma sürecini etkilemekte olağanüstü başarı gösterdi.
İmparatorluk döneminin son seçimlerinde (1912) SPD oyların yüzde 34,8'ini ve meclis üyeliklerinin 110'u alarak büyük bir zafer kazandı. Güneyde Württemberg tam bir parlamenter yönetime yöneliyordu; Alsace-Lorraine'e de şaşılacak kadar geniş bir özerklik tanınmıştı. Dolayısıyla imparatorlukta temsili demokrasiye doğru bir evrimin belirtileri vardı. Buna karşılık Saksonya ve Hamburg Prusya'dan da kısıtlayıcı bir seçim yasası benimsemişti. Hepsinden önemlisi Junker'lere, askeri ve sivil bürokrasiye dayanan, çoğu profesör tarafından da desteklenen Prusya daha fazla demokrasiye kesinlikle karşı çıkıyordu.
Alman sanayisi 1890 sonrasında soluk kesici bir hızla olgunluğa erişti. 1895-1907 arasında makine sanayisinde işçi sayısı iki katına çıktı. Amerika'ya göç 1880'lerde yılda 130 binden 1890'ların ortalarında yılda 20 bine düştü. Prusya'nın doğusundaki nüfus fazlası Ruhr Havzasındaki fabrikalara yöneldi. Alman malları Fransa dışında kıtadaki bütün büyük pazarları ele geçirdi.
Yüzyılın sonuna gelindiğinde hem ulusal gelirin, hem de nüfusun ağırlığı kentsel sanayi sektörüne kaydı. 1910'da nüfusun yüzde 60'ı kentlerde yaşıyordu. 1914'te 50'ye yakın kentin nüfusu 100.000'i aşmaktaydı.
Kentleşmenin gelişmesi, sanayileşmenin gelişmesine bağlıydı; 1913'te gayri safi millî hasılanın yüzde 60'ı sanayiden kaynaklanıyordu. Taşkömürü üretimi 26 Mt'dan 190 Mt'a, çelik üretimi 1 Mt'dan 18 Mt'a yükseldi; Alman kimya sanayisi, tartışılmaz bir üstünlüğe ulaştı. Ustaca düzenlenmiş su yolları yoğun ve pek merkezileşmemiş demiryollarının (1914'te 65.000 km) yanı sıra, limanlar da hızla gelişmekteydi (Hamburg limanının tonajı, 6 milyondan 15 milyona yükseldi). 1914'te, Alman ticaret filosu dünya kapasitesinin % 12'sini oluşturuyordu. Bunların tümü, karteller ve konzemler hâlinde sağlam biçimde gruplaşmış bir iktisadın başlıca kozlarını oluşturuyordu. Almanya'da üretilen ürünler, bu dönemde dünyanın her yanına satıldı.
1912'de toplam sendikalı işçi sayısı 3,7 milyon, sosyalist sendika üyeleri 2,5 milyondu. 1911'de 13,2 milyon işçi sosyal güvenlik kapsamındaydı. İşverenlerin bütün otoriterliğine karşın işçiler önemli kazanımlar elde etti; 1867-1913 arasında günlük çalışma saatleri yüzde 14 kısaldı. Kişi başına ulusal gelir 1871'de 352 marktan 1914'te 728 marka çıktı. Ama siyasal hakların birçoğundan yoksun olduklarından sanayi işçileri, çoğu kez Katolik bile olsalar, devrimci sosyalist partiye oy verdiler.
Sanayileşme hızlı olmakla birlikte yalnızca belli sektörlerde gerçekleşti, ekonominin öbür alanlarını çok etkilemedi. Almanya bir sanayi devine dönüşürken iki milyon Alman geleneksel zanaat dallarında çalışmayı sürdürdü. Büyük Junker mülklerinin ve kartellerinin yanında cüce çiftlikler ve küçük atölyeler de var oldu. Çiftçilerin yüzde 60'ının iki hektardan az toprağı vardı. Alman fabrikaları Britanya ve Fransızlarınkinden daha büyük, daha moderndi, ama kapitalizm öncesi sektörler bu ülkelerdekinden geriydi. Bunalım dönemlerinde geleneksel meslek sahipleri hem yurtsever, hem antikapitalist bir ideoloji olarak çoğu kez Yahudi düşmanlığına yöneldiler.
Bismarck'ın ardılları onun dış politika ilkelerinden hemen vazgeçtiler. 1897-1912 arasında II. Wilhelm, kurnaz bir politikacı olan donanma danışmanı Alfred von Tirpitz'le birlikte Weltpolitik (dünya politikası) adıyla bilinen yayılmacı politikayı uygulamaya koydu. Almanya'nın önemsiz deniz gücü 10 yıldan biraz fazla zaman içinde Britanya'dan sonra ikinci sıraya yükselmiş, okyanuslarda öteki ülkelere meydan okuyabilecek yeni savaş gemileri yapılmıştı. Tirpitz usta bir propagandacıydı; güçlü imparatorluk düşünü tüccar ve sanayici orta sınıfa aşıladı. Donanma onların ticaret gemilerini de koruyacak, ayrıca tahta bağlılığı artırarak sol partilerin büyümesini önleyecekti.
Emperyalist dünyaya geç gelen Almanya en değerli sömürgeleri rakiplerine kaptırmıştı. Bu nedenle Afrika ve Pasifik bölgesindeki sahipsiz topraklar için diğer Avrupa güçleriyle rekabete girildi. Almanya'yı, rakibi Fransa'ya karşı bir balans ağırlığı olarak gören Britanya'nın desteği veya en azından kabullenmesiyle Almanlar Alman Güneybatı Afrikası (bugün Namibya), Kamerun, Togoland, Alman Doğu Afrikası (bugünkü Tanzanya anakarasının büyük kısmı) sömürgeler kazandılar. Pasifik'te antlaşma ve satın alma yoluyla adalar kazanılırken, Kuzeydoğu Çin'deki Jiaozhou Körfezi bölgesi için kiralama yoluna gidildi. Ancak Bu topraklardan yalnızca Togoland ve Alman Samoası kendi kendine yeter ve karlı durumundaydı. Diğerleri altyapı ve diğer yapılar için Berlin'in finansmanına muhtaçtı. Ayrıca ele geçirilen yerler donanmaya akıtılan paranın karşılığı olarak görülemezdi.
Şansölye Bismarck, Avrupa dengesinin Alman çıkarlarına göre ayarlanması ve Alman nüfuzunun etkisi altında devam etmesini istediği için Osmanlı İmparatorluğu ile pek ilgilenmedi. Bismarck, Avusturya ve Rusya'yı yanına alarak Fransa'yı Avrupa'da yalnız bırakma yoluna gitmişti. Alman şansölyesi her ne kadar "Şark Meselesi bir Alman erinin kemiklerine bile değmez", "Tekmil Türkiye, medeni Avrupa milletlerinin bu uğurda büyük harplerle birbirlerini mahvetmeye değecek kıymete haiz değildir" açıklamaları ile Doğu'ya olan ilgisizliğini belirtmeye çalışmışsa da, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında toplanmasına öncülük ettiği Berlin Kongresi'ndeki tutumu, bu görüşleri ile tam bir çelişki oluşturmuştur.[4]
Osmanlı-Alman ilişkileri 1888'de tahta çıkan II. Wilhelm döneminde önemli bir gelişme göstermiştir. İmparator Wilhelm, sanayileşmiş devletler gibi, Osmanlı topraklarını iyi bir hammadde deposu ve mallarını satacağı geniş bir pazar olarak görmüştür. Ayrıca Almanya'nın günün birinde Britanya ile savaşa girmek zorunda kalırsa onu kendi adalarında vuramayacağına göre, sömürgelerine giden yollarda vurmalıydı. Osmanlı toprakları da bunun için en ideal konumdaydı. Ayrıca, Almanya'nın bir sömürge imparatorluğu kurmasında ve Doğu'ya yayılmasında Müslümanların da yardım ve sempatisini kazanması gerekiyordu. Bu yüzden 1898'deki ziyareti sırasında "300 milyon Müslümanın Halifesi olan Sultan Abdülhamit, kendisinin dostu olduğumdan hiçbir zaman kuşku duymamalıdır" diyecekti.[1]
İstanbul'daki diplomatik boşluğu anlayan Wilhelm, Osmanlı Devleti'yle Britanya ve Fransa arasındaki ilişkilerin bozulmasından faydalanarak 1889 ve 1898'de iki kez İstanbul'u ziyaret etti. İkinci ziyaretin en önemli amacı, gerçekte, bir "demiryolu politikası" olan Almanya'nın Yakındoğu politikası doğrultusunda, Haydarpaşa-Bağdat demiryolunun yapımın için Alman Anadolu Demiryolları Şirketi'ne verilecek ayrıcalıklardı. Almanların bu planlarının yanı sıra Padişah II. Abdülhamid de, giderek zayıflayan halifelik sıfatını tekrar güçlendirmek için İstanbul'dan Mekke ve Medine'ye uzanacak bir demiryolunun, birçok İslam memleketini birbirine bağlamasıyla İslam dünyasının sevgisini kazanmayı düşünüyordu.
1888'de Anadolu demiryolları üzerinde yabancılara tanınmış olan tüm ayrıcalıklar, Alman şirketine devredildi ve 1902 yılında İstanbul'dan Bağdat'a kadar demiryolu yapım projesi Alman şirketine verildi. İnşaat Deutsche Bank'ın finansal desteğiyle başladı. I. Dünya Savaşı öncesinde İngilizlerin Almanların demiryolunu Bağdat'tan sonra Basra'ya, yani Basra Körfezi'ne kadar uzatarak, büyük deniz imparatorluğu Britanya'nın Basra Körfezi ve Hint Okyanusu'ndaki üstünlüğü için tehdit olabileceklerini görmesi savaşın nedenlerinden biri oldu. 1914'te, I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde duran demiryolu inşaatı Bağdat'ın 480 km uzağındaydı.
İktidarının ilk yirmi yılında II. Wilhelm'ın Yakındoğu politikası başarılı olmuş sayılabilir. Ancak, bu başarı, Wilhelm'ın Abdülhamit ile dostluğuna, dolayısıyla ikincisinin tahtının sağlamlığına dayanıyordu. 1909 yılında Abdülhamit düşürülünce, Alman politikası da sınırlandırılmış oldu. Ancak, bu sınırlama çok kısa sürdü. Balkan bunalımları, Osmanlı yöneticilerini yeniden Almanya'ya yaklaştırdı.
II. Wilhelm döneminde,Bismarck döneminde, Rusya'yla 1887'de imzalanmış olan antlaşma kaldırıldı. 1894'te Rusya Fransa'nın müttefiki oldu (Rus-Fransız İttifakı). Fransa yalnızlıktan kurtulurken, Almanya'nın Balkanlar'daki etkisi azaldı; Britanya'yla yakınlaşma çabaları ise çok önemsiz kaldı.
Üstelik Tirpitz'in yayılmacılık planı, Britanya'nın Almanya tehlikesine karşı önlem almasına yol açtı. Britanya 1902'de Japonya'yla ve 1904'te Fransa'yla birer anlaşma imzaladı. 1907'de ise Rusya'yla anlaşmazlıkları gidererek Fransa'nın da katılımıyla Üçlü İtilaf'ı oluşturdu. Böylece Almanya kendini üç büyük güçle çevrilmiş buldu.
Bismarck yönetiminde 20 yıl çatışmadan kaçınan Almanya izleyen dönemde hemen her yere karışmaya başladı. 1890'larda Çin'e müdahalesi Japonya'nın tepkisini çekti. Rusya'yı ilgilendiren Osmanlı Devleti üzerindeki etkisi, Fransa'nın unutamadığı ise 1870 yenilgisiydi. Almanya Britanya'nın da düşmanlığını kazanınca Bismarck'ın kabusu olan koalisyon gerçekleşti. Alman yönetimi 1905 Fas ve 1911 Agadir'de sorunlarından yararlanarak koalisyonu dağıtmayı denedi, ama bazı ödünler almakla birlikte Üçlü İtilaf'ı bozamadı. 1912'de Başbakan Theobald von Bethmann Hollweg ve bakanları Weltpolitik'in başarısızlığını kabul ettiler. 1894'ten beri genişletilmeyen orduya yeniden ağırlık verildi. İtalya güvenilir olmaktan çıktığı için artık tek sağlam müttefik Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'ydu ve onun istikrarının bozulması Almanya'yı tam bir yalnızlığa itecekti.
Avusturya veliahtı Arşidük Franz Ferdinand Haziran 1914'te bir Sırp teröristi tarafından öldürüldü. Böyle bir olayın üstüne kararlılıkla gitmeyen bir Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun geleceği parlak olamazdı. II. Wilhelm ve başbakanı Sırbistan'a karşı sert önlemler alınmasında direttiler ve savaş çıkacak olursa Avusturya'ya koşulsuz bağlılıklarını bildirdiler.
Almanya, tıpkı Fransa gibi, I. Dünya Savaşı'na bir "kutsal birlik" anlayışı içinde girdi; savaşın ilk günlerinde Almanya'da bütün sınıf, din ve siyasal görüş ayrılıkları unutuldu. Bütün partiler ve hatta SPD bile savaş harcamalarını onayladı. Oysa Almanya tehlike içindeydi. İtilaf Devletleri denizlerde güçlüydü; nüfusları Almanya'nınkinin üç katıydı; sömürge imparatorlukları ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) aracılığıyla ulaşabildikleri zengin doğal kaynakları vardı. Hemen abluka altına alınan Almanya ise yalnızca kendi kaynaklarından ve savaşa katılmayan Hollanda, Danimarka ve İsviçre gibi komşularından yararlanabilirdi. Buna karşılık iki cepheli bir savaşta büyük önem taşıyacak iç geçitlere ve birleşik komuta yapısına sahipti. İtilaf Devletleri birleşik komutadan yoksundu.
Alman genelkurmay başkanı Alfred von Schlieffen'in planı Belçika üzerinden Fransa'ya büyük bir orduyla saldırmak ve altı-sekiz hafta içinde Paris'e ulaşmaktı. Doğuda Rusya'ya karşı küçük bir ordu bırakılacak, Fransa yenildikten sonra asıl ordu doğuya dönüp Rusları Doğu Prusya'dan çıkaracaktı. Schlieffen savaş başlamadan öldü; yerini Helmut von Moltke aldı. Batıda Alman orduları Belçika'yı geçti, ama Marne Çarpışması'nda (Eylül 1914) durduruldu. Bu arada Osmanlı Devleti Almanya'nın yanında savaşa girdi. Yeniden görev verilen 67 yaşındaki Paul von Hindenburg, Tümgeneral Erich Ludendorff'la birlikte doğuya gönderildi ve Tannenberg'de Rus ordularını yendi (Ağustos 1914). Batı cephesi uzun ve yıpratıcı bir savaşa sahne oldu. Verdun, Somme ve Ypres'teki büyük çarpışmalara karşın iki taraf da İsviçre sınırından Manş Denizine kadar uzanan siperlerinden 50 km'den fazla uzaklaşamadı. Doğuda ise İttifak Devletleri Rusya'ya karşı bir dizi zafer kazandılarsa da 1917 Ekim Devrimi'nde değin Rusya'yı savaş dışı bırakamadılar.
Moltke'den sonra genelkurmay başkanlığına getirilmiş olan Erich von Falkenhayn 1916'da görevden alındı. Ludendorff'la birlikte onun yerine getirilen Hindenburg da tıpkı Falkenhayn gibi savaşın sonucunu batı cephesinin belirleyeceğine inanıyordu. Ama 1915'te İtalya'nın, 1916'da da Romanya'nın İtilaf Devletleri'ne katılmasıyla İttifak kuvvetlerinin yıpratma savaşında hiçbir şansı kalmamıştı. Hindenburg ve Ludendorff fiilen Almanya'nın hükümdarları durumuna geldiler ve bütün toplumu seferber ettiler. Nüfusun yüzde 18'i askere alındı; bu 11 milyon askerin yaklaşık 2 milyonu öldü. Ülkede açlık baş gösterdi. 1916'da bağımsız bir Polonya devletinin oluşturulması o sıralarda beliren Rusya'yla ayrı bir antlaşma yapma olanağını yok etti.
1917'de ABD'yi savaşa katacağı bilinmesine rağmen "sınırsız" denizaltı savaşı başlatıldı. Alman denizaltıları uluslararası sularda karşılaştıkları gemileri savaş, ticaret ve yolcu gemisi olmalarına bakmaksızın batırmış ve batan gemilerde birçok Amerikalı yaşamını yitirmişti. Üstelik, çeşitli casusluk ve karşı-casusluk faaliyetleri sonunda, Almanya'nın Meksika'yı ABD aleyhine savaşa girmeye teşvik ettiği de ortaya çıkarıldı. Bütün bu gelişmeler üzerine, Amerikan Kongresi 6 Nisan 1917'de Almanya'ya savaş ilan etti. ABD, büyük maddi gücüyle Almanya'nın karşısına dikilmiş ve böylece Üçlü İtilaf Devletleri açısından büyük avantaj olmuştu.[1]
Ancak, bu giriş siyasal açıdan önemli sorunlar da çıkarmamış değildir. Çünkü, ABD Hükûmeti ve özellikle Başkan Woodrow Wilson'ın savaş sonrası düzeni konusunda bağlaşıklarından çok farklı görüş ve düşünceleri vardı. Daha savaş sona ermeden, 1918 yılının ocak ayında Başkan Wilson savaş sonrası dünya ile ilgili görüşlerini ünlü On Dört Madde ile açıkladı. Nisan 1918'de Ludendorff Amerika Birleşik Devletleri başkanı Woodrow Wilson'ın önerdiği On Dört Madde'yi reddederek büyük bir saldırıya geçti. Askeri ve sivil liderler Reichstag'ın 1917'de kabul ettiği toprak ilhakına yer vermeyen barış kararını hiçe sayarak 1917-18'de Rusya ve Romanya'ya ağır barış koşullarını kabul ettirdiler.
Nisan 1918'deki Ludendorff saldırısı batıda büyük engeller aştı. Ama ilk başarıların sürdürülmesini sağlayacak yedek güçler yoktu. Ayrıca, ABD'nin savaşa girişi bu cephede ağırlığını göstermeye başlamıştı. Yaklaşık bir milyon ABD askeriyle birlikte karşı saldırıya geçen İtilaf Devletleri kısa sürede inisiyatifi ele aldılar. Alman kuvvetleri yavaş yavaş çekilmeye başladı ve 8 Ağustos'ta Kuzey Fransa'da ağır bir yenilgiye uğradı (Amiens Muharebesi).
Artık Almanya ve İttifak ülkeleri için yapacak çok bir şey kalmamıştı. 1918 yılının eylül ayında Bulgaristan ve ekim ayında Osmanlı Devleti teslim oldular. 3 Ekim 1918'de genelkurmayca sıkıştırılan II. Wilhelm, Prens Maximilian von Baden'in başkanlığında daha liberal bir hükûmeti işbaşına getirdi. Yeni hükûmet ateşkes istedi. Ama görüşmeler sonuçlanmadan donanmada devrimci ayaklanma başladı; devrim orduda ve kentsel işçi sınıfı arasında da yayılınca II. Wilhelm krallık ve imparatorluk tacını bırakarak Hollanda'ya kaçmak zorunda kaldı.
Yenilmiş Almanya'da iktidarı Sosyal Demokratlar üstlenirken, savaşın askeri ve sivil liderleri sorumluluktan kaçtı. 9 Kasım'da Alman Cumhuriyeti'nin kuruluşu açıklandı. 10 Kasım'da Baden Prensi başbakanlıktan ayrıldı ve sosyal demokrat Friedrich Ebert yönetiminde bir geçici hükûmet kuruldu. Almanya adına Merkez Partisi'nden bir sivilin, Matthias Erzberger'in imzaladığı ateşkes 11 Kasım 1918'de yürürlüğe girdi.
İmparatorluk 25 eyaletten (Bundesstaaten) ile 25 Alman devletinin ortak mülkü sayılan, Reichsland statüsündeki Alsace-Lorraine'den (Elsass-Lothringen) oluşuyordu.
Eyalet | Türü | Başkent | km² olarak alan (1910) | Nüfus (1871)[6] | Nüfus (1900)[2] | Nüfus (1910) |
---|---|---|---|---|---|---|
Prusya | Krallık | Berlin | 348.780 | 24.691.085 | 34.472.509 | 40.165.219 |
Bavyera | Krallık | Münih | 75.870 | 4.863.450 | 6.524.372 | 6.887.291 |
Württemberg | Krallık | Stuttgart | 19.507 | 1.818.539 | 2.169.480 | 2.437.574 |
Saksonya | Krallık | Dresden | 14.993 | 2.556.244 | 4.202.216 | 4.806.661 |
Baden | Büyük Dükalık | Karlsruhe | 15.070 | 1.461.562 | 1.867.944 | 2.142.833 |
Mecklenburg-Schwerin | Büyük Dükalık | Schwerin | 13.127 | 557.707 | 607.770 | 639.958 |
Hessen | Büyük Dükalık | Darmstadt | 7.688 | 852.894 | 1.119.893 | 1.282.051 |
Oldenburg | Büyük Dükalık | Oldenburg | 6.429 | 314.591 | 399.180 | 483.042 |
Saksonya-Weimar-Eisenach | Büyük Dükalık | Weimar | 3.610 | 286.183 | 362.873 | 417.149 |
Mecklenburg-Strelitz | Büyük Dükalık | Neustrelitz | 2.929 | 96.982 | 102.602 | 106.442 |
Braunschweig | Dükalık | Braunschweig | 3.672 | 312.170 | 464.333 | 494.339 |
Saksonya-Meiningen | Dükalık | Meiningen | 2.468 | 187.957 | 250.731 | 278.762 |
Anhalt | Dükalık | Dessau | 2.299 | 203.437 | 316.085 | 331.128 |
Saksonya-Coburg-Gotha | Dükalık | Coburg/Gotha | 1.977 | 174.339 | 229.550 | 257.177 |
Saksonya-Altenburg | Dükalık | Altenburg | 1.324 | 142.122 | 194.914 | 216.128 |
Lippe | Prenslik | Detmold | 1.215 | 111.135 | 138.952 | 150.937 |
Waldeck | Prenslik | Arolsen | 1.121 | 56.224 | 57.918 | 61.707 |
Schwarzburg-Rudolstadt | Prenslik | Rudolstadt | 941 | 75.523 | 93.059 | 100.702 |
Schwarzburg-Sondershausen | Prenslik | Sondershausen | 862 | 67.191 | 80.898 | 89.917 |
Reuss Genç Kolu | Prenslik | Gera | 827 | 89.032 | 139.210 | 152.752 |
Schaumburg-Lippe | Prenslik | Bückeburg | 340 | 32.059 | 43.132 | 46.652 |
Reuss Yaşlı Kolu | Prenslik | Greiz | 316 | 45.094 | 68.396 | 72.769 |
Hamburg | Özgür Kent | Hamburg | 414 | 338.974 | 768.349 | 1.014.664 |
Lübeck | Özgür Kent | Lübeck | 298 | 52.158 | 96.775 | 116.599 |
Bremen | Özgür Kent | Bremen | 256 | 122.402 | 224.882 | 299.526 |
Alsace-Lorraine | İmparatorluk eyaleti | Strazburg | 14.522 | 1.549.738 | 1.719.470 | 1.874.014 |
Alman İmparatorluğu | İmparatorluk | Berlin | 540.858 | 41.058.792 | 56.367.178 | 64.925.993 |
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.