Loading AI tools
Türkî etnik grup Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Türkler, çoğunlukla Türkiye ve Osmanlı İmparatorluğu'nun eski topraklarında yaşayan bir Türk halkıdır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasından önceki dönemlerde elinde bulundurduğu coğrafi alanlar (başlıca Kosova, Kuzey Makedonya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Kıbrıs, Gürcistan, Irak, Suriye) üzerinde yaşayan ve Osmanlı yıkıldıktan sonra bu bölgelerde kalan Türk azınlıklar da Türkler sınıfına girer. Bununla birlikte Avrupa'ya Türkiye'den göç ederek yerleşmiş olan Türk göçmen toplulukları (özellikle Almanya, Fransa, İngiltere, Hollanda, Avusturya, Belçika ve Danimarka'da bulunanlar) ile Kuzey Amerika ve Avustralya'daki Türk göçmenler de Türkler grubuna girmektedirler.
Türk adının bilim çevrelerince kabul edilen ilk kullanımı 1. yüzyılda Pomponius Mela ve Plinius adlı Romalı tarihçilerce kaydedilmiştir. Azak'ın doğusunda yaşayan insanlar Turcae/Tyrcae adı ile kayda geçmiştir.[54][55][56][57][58][59] "Türk" (veya Türük, Török, Törk) adı Türkçe belgelerde ilk defa Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarında 𐱅𐰇𐰼𐰜 (Türk)[60][61] veya 𐰜𐰇𐰚:𐱅𐰇𐰼𐰜 (Kök Türük)[62][63] şeklinde geçer.
Türk adı, ilk dönemlerde belirli bir toplumun kavmî ismi olmak yerine siyasi mensubiyeti belirleyen bir isim olarak ortaya çıkar. Bu kelimenin "türe-" eyleminden, "töre" isminden türetildiği ve “türeyen, töreli, tüzüklü (kanunlu)” anlamına geldiği düşünülmektedir.[64] Kelime zamanla “güçlü, kuvvetli ve güzel” anlamlarına da gelmiştir.[65][66] Türkî-i Çeşm (Güzel Göz), Türkî-i çin (güzel güneş) terkiplerinde de gördüğümüz Türk kelimesi özellikle Fars ve Arap şiirlerinde ortaya çıkar. Bir görüşe göre de Türk kelimesi Aşinaoğulları soyunun unvanıdır ve bu soya mensubiyet Türklükle anılır. Türk kelimesi ilk olarak Göktürk Devleti vasıtasıyla bir devletin adı olur ve bu devlete mensubiyeti bildirir.[67]
Altay Dağları'nın eteklerinde demircilik, maden işlemeciliği ve hayvan yetiştiriciliği yapan bir Türk boyuna Çinliler tarafından T'uküe denmiştir. Bu kelime içinde çoğul haliyle Türük kelimesini barındırmasıyla önemlidir. Nihayetinde bu kabile adı şimdiki kullanımı olan Türk ya da Türük şekliyle, 8. yüzyıla ait başlıca yazılı eserlerde geçer. Türk kelimesi "güçlü" ya da "güçlüler" anlamına gelmektedir. Müslüman halklar çok kez karşılaştıkları Tu-kiulerden başka boyların da aynı dili konuştuğunu fark edince hepsini “Türk” olarak adlandırmışlardır.[68]
Divanu Lugâti't-Türk'te Kaşgarlı Mahmud Türk kelimesini açıklarken, Nuh'un oğullarından birine Allah tarafından verilmiş bir isim olduğunu ifade eder ve Türk'ün halkının da bu isimle anıldığını eklemiştir. Allah'ın ordusuna “Türk” dediğini ve memnun olmadığı halklara cezalandırıcı olarak gönderdiğini eserinde yazmıştır.[69] Ünlü Türkolog Arminius Vambery ve Jean Deny tarafından 1879'da “Türk” "türemek" yani "aniden beliren", "türeyenler" anlamında ifade edilmiştir. Türkolog Gerhard Doerfer Orhun Yazıtları'nda kullanıldığı anlamda “Türk” kelimesine "devletine bağlı" anlamını vermiştir.
Göktürkler, sadece devletlerini değil kendilerini de “Türk” diye tanımlayan ilk topluluktur. Orhun Yazıtları'nda Türk; “güçlü, savaşçı, Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesi, sadık” gibi ifadelerle anılır.
Dünya üzerinde yaşayan insan topluluklarının milletleşme süreci onların avcı-toplayıcılıktan çiftçi-çobanlığa geçmesi ile başlar.[70] Türkleri oluşturacak insan topluluklarının MÖ 6000'lerde koyun yetiştiriciliğine başladığı düşünülmektedir.[71] Bu tarih atlı göçebe Türk kültürünün başlangıcı olarak kabul edilebilir. Bu değişiklikler ile Anav kültürü ortaya çıkmıştır.
Türklerin atalarının MÖ 2500 ile MÖ 1700 yılları arasındaki Afanasiyevo kültürü ile başlayan ve MÖ 1700 ile MÖ 1200 yılları arasındaki Andronovo kültürü ile devam eden dolikosefal mongolitlerle ortak yönleri bulunmayan Brakisefal ırka dayandığını savunurlar. Bu ırkın savaşçı ve göçebe kültüre sahip olduğu, MÖ 1700 yılları sonrasında kitleler hâlinde Altay Dağları ile Tanrı Dağları arasındaki bölgeye yayıldığı bilinmektedir.
Botai kültürünü Türklerle ilişkilendiren kaynaklara göre, süvari tekniğini bulan, yani modern anlamda at binen ilk kavim Türklerdir.[72][73] Çinliler de ata binmeyi MÖ 3. yüzyılda Hunlardan öğrenmişlerdir.[74]
Göktürk Kağanlığı, Gök Türkler veya Kök Türkler,[75] Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarında (Türük) veya (Türk)[60][61] veya (Kök Türük)[62][63] veya bazı yabancı kaynaklarda Türk) şeklinde geçer (Çince: 突厥 Pinyin: Tūjué; Wade-Giles: T'u-chüeh, Guangyun: dʰuət-kĭwɐt), 552-744 yılları arasında Orta Asya ve Çin'de hükümdarlık sürdüren kağanlık.
“Türk” adı ilk ortaya çıktığında günümüzdeki gibi bir ırk kavramını karşılamıyordu. “Türk” adı, “t’ou-kiue” biçiminde çevrilerek ilk olarak 6. yüzyıl Çin kaynaklarında görülür. Bunun aslının Moğolca çoğul biçiminde "Türk-üt" olduğu kabul edilir. Türkçedeki karşılığı ana kök güçtür. Dîvânu Lugâti't-Türk'te, “olgunluk zamanı, olgunluk, gençlik çağının ortasındaki genç, sert ve cesur” anlamlarına gelen “türküt” kelimesidir.[76]
6. yüzyıldaki ilk yazılı belge Bugut Yazıtı'dır. Eserin dili Soğdca olup yazıtın yüzeyinde dişi kurttan süt emen kolları kesilmiş bir çocuk canlandırılır. Anıt, 6. yüzyılın olaylarını anlatır ve Ergenekon destanını canlandırır. Anıttaki anlatılar, ayrıca bir Türk büyüğünün Çinli Han kayıtçısına anlatısına göre Çin belgelerinde de yer alır.[76]
“Türk” adı bugün kullandığımız şekli ile ilk kez 8. yüzyılda Göktürkler dönemine ait Orhun Yazıtları'nda geçmektedir. "Türk" adıyla kurulmuş ilk ve Türk adını resmî devlet ismi şekliyle kullanan ilk Türk devletidir.[77][78] Devletin kurucusu ve ilk önderi Bumin Kağan'dır. Bumin Kağan'ın kardeşi İstemi Kağan ülkenin batı kanadını yönetirdi. Göktürkler komşuları olan Çin, Sasani (İran) ve Bizans İmparatorluğu ile askerî, siyasi ve ekonomik ilişkiler kurdular.
Batı dünyasında ise 6. yüzyılda Yunan çevirisi ile Menandros Protekorda "tourkus" olarak geçmiştir.[76]
Oğuzlar, Oğuz Kağan Destanı'na göre 24 boydan ve Kaşgarlı Mahmud'un Divânu Lügati't-Türk eserine göre 22 boydan oluşan en kalabalık Türk boyu.
Oğuz Kağan Destanı'na göre Oğuz boyları; 24 Oğuz boyunu önce iki kola (Bozoklar ve Üçoklar), daha sonra Oğuz Han'ın 6 oğluna ve son olarak da onların 4 oğluna ayırmaktadır. Listelerin kaynakları, Kaşgarlı Mahmud ve 14. yüzyılda yaşayan Reşidüddin'e dayanmaktadır. Reşidüddin 24, Kaşgarlı Mahmud ise 22 boy saymaktadır.
Türk boylarının Avrupa kıtasında, Balkanlardaki tarihleri MS 3. yüzyıla kadar kanıtlanmıştır. Hunlar, Gotlardan, Alanlardan ve Germen Taifallardan oluşturdukları yardımcı kuvvetlerle takviyeli olarak ilk defa 378 baharında Tuna'yı geçmişlerdir. Romalılardan karşılık görmeksizin Trakya'ya kadar ilerlemişlerdir. Roma imparatoru I. Theodosius'un ölüm yılı olan 395’te Hunlar yeniden Balkanlar’da hareketlenmişlerdir.[79] Hunlar, MS 380 yılından itibaren Balkanlar’a egemenlik kurmuşlardır. Bölgenin büyük bir kısmında hâkim olan Hunlar, Slavlardan daha önemlidir.[80]
Balkanlar’da yerleşen Hun idari yapılanması, idarede ve devlet içindeki Türk kavimlerinin yanında, birçok Ural kavmi, Germen kavimleri (Gotlar, Gepidler vb.), Slavlar, Sarmatlar gibi birçok kavmin beraber yaşadığı bir yapı olmuştur.
MS 453 yılında Attila'nın ölümü ile beraber Balkanlar’da Hun gücü zayıflamış ve sonrasında da Hunların idaresi ortadan kalkmıştır.
VII. yüzyılda Türk asıllı Ön Bulgar kabileleri, hükümdarları Asparuh'un kumandasında Tuna'yı geçerek Batı Karadeniz ile Tuna Nehri arasındaki bölgeye yerleşen Slavları hâkimiyetleri altına almışlardır.[80]
Balkanlar’ın doğusuna yerleşen Ön Bulgar boyları, devletleri içinde yaşayan büyük Slav nüfusuyla beraber yaşarken, bir süre sonra bu Slav boylarının kültürlerine doğru yönelip Slavlaşmışlardır.[80]
Doğudan, Asya içinden, Kuzey Karadeniz step bölgesi yoluyla birbiri ardından gelen atlı göçebe Türk kavimleri, ya burada Dac, Trak ve Slav aslından yerli halkla karışmış, ortadan kaybolmuş (11. yüzyılda Oğuz aslından Peçenekler ve Uzlar gibi), yahut askerî egemen sınıf olarak Kuzeydoğu Balkanlar’da güçlü devletler kurmuşlardır. Bu sonuncular arasında, bir Türk boyu olan Kutrigurların 7. yüzyılda kurmuş oldukları Bulgar Hanlığı özellikle anımsanmalıdır. Ön Bulgarların Dobruca'da bıraktıkları kitabelerde, hükümdar, “Han” unvanı ile anılır ve On iki Hayvanlı Türk Takvimi kullanılır. Bulgar Hanları 9-11. yüzyıllarda (1018'e kadar) Balkanlar'da Bizans İmparatorluğu'nun yerini almıştır. 13. ve 14. yüzyıllarda, yine Bulgaristan'da Kıpçak/Kuman aslından Slavlaşmış Terteri ve Şişman Hanedanları hâkim oldu.[81]
Ön Bulgarların Balkanlara gelişinden daha sonra 11. ve 12. yüzyıllarda Peçenek, Kuman (Kıpçak) ve Uz Türkleri, Balkanlara göç etmişler ve bunların bir kısmı 15. yüzyıla kadar toplu olarak varlıklarını korumuşlardır. O dönemde Kumanlarla ticaret yapan Avrupalılar için 2500 kadar kelimeyi içine alan bir Kumanca sözlüğün (Codex Cumanicus) hazırlanmış olduğu bilinmektedir.[82]
9. yüzyılın ilk yarısında, Hazar-Oğuz ittifakı baskısına dayanamayarak, kalabalık kitleler hâlinde İdil’i geçip yurtlarından çıkardıkları Macarların yerine, Don-Kuban havalisine gelmişlerdi (860-880 sıraları). Bu, büyük göçün ilk hareketi olmuştur. Macarları önlerinden süren Peçeneklerin gerisinde Oğuzlar, onların da gerisinde Kumanlar, Karadeniz'in kuzeyinden batıya yönelmişlerdir. İmparator K. Porphyrogennetos tarafından yazılan De Administrando Imperio’da (948-952’lerde) kaydedildiğine göre, Peçenekler 8 boy hâlinde idiler.[83] 10. yüzyıl ortalarında, Karadeniz’e dökülen nehirlerin kıyılarında olmak üzere, şöyle sıralanmışlardı: Çoban (Don), Tolmaç (Don’un denize döküldüğü bölgede), Külbey (Donets), Çor (Özi Nehri doğusu), Karabay (Özi-Bug arası), Ertim (Dinyester), Yula (Prut), Kapan (aşağı Tuna). İlk üçü Uzlar, Hazarlar, Alanlar ve Kırım bölgesi ile temas hâlinde; Yula boyu Macaristan, Kapan da Tuna Ön Bulgarları ile sınırdaş bulunuyordu.[83][84]
Osmanlı Türkleri Balkanlara girmeden önce, 12-14. yüzyıllarda Kıpçak/Kumanların bölgede üstün tarihî rolü yeterince vurgulanmamıştır. Özellikle, Dobruca'dan Akkerman'a kadar step bölgesinde yerleşmiş ve Hristiyan dinine geçmiş olan Kıpçak/Kumanlar çeşitli hanedanlar kurmuşlardır. Bunlardan bir grup, 14. yüzyıl ikinci yarısında Dobruca-Varna bölgesinde bir beylik kurmuştur (Merkezi Kalliakra); Dobrotiç ve bir Kuman adı taşıyan kardeşi Çolpan'ın Dobruca Beyliği, 1388'de I. Murad'ı metbu tanımış, 1393'te I. Bayezid bu beyliği Osmanlı ülkesine katmıştır. Özetle, Deliorman ve Varna'dan Tuna'ya kadar giden bölge daha Osmanlılardan önce gerçek bir Türk yerleşim alanı olmuştur.[81]
Balkanların güneyinden, Anadolu'dan Türklerin Balkanlara gelip yerleşmesi, 1260'lara kadar iner. Kuzey Karadeniz bölgesinden gelen Türk orakları, zamanla Hristiyanlığı kabul edip yerli Slavlarla karıştıkları hâlde, Anadolu'dan gelen Müslüman Türkler, kendi din ve kültürlerini saklamayı başarmışlardır. İlk yerleşme, 1261'de Moğollardan kaçıp Bizans'a sığınan Selçuk Sultanı İzzeddin Keykavus'la gerçekleşmiştir. Moğol idaresinden kaçan otuz-kırk Türkmen obası, kutsal kişi Sarı Saltuk Baba ile İzzeddin Keykavus'un yanına gelmiş ve Bizans imparatoru tarafından Kuzey Dobruca’ya yerleştirilmiştir (1263). Başlangıçta, Müslüman Altın Ordu emiri güçlü Nogay'ın himayesi altına giren bu Anadolu Türkmen grubu, burada Baba-Saltuk kasabası ile başka kasabalar kurmuşlardır. 1332'de buradan geçen İbn Battuta, Baba kasabasını "Türklerin oturduğu bir şehir" olarak anar.[81]
10. yüzyılda Orta Asya'dan, çoklukla İran üzerinden Anadolu topraklarına yerleşen Oğuz-Türkmen başta olmak üzere pek çok boy Türk adı altında toplanmıştır. Türk adı Orta Asya'da Türk ırkına mensup ve Türkçe konuşan toplulukların Göktürkler döneminden beri ortak adıdır. Anadolu'da gittikçe azalan yerli nüfus yerini Türklere bırakmaya başlamış ve 10. yüzyılda kurulan Türkmen beylikleri sayesinde tüm Anadolu'da Türkçe konuşan topluluklar egemen toplum olmuştur.
Anadolu'ya ilk olarak Hun, Sabir, Hazar gibi Türk kavimleri akın yapmış olsa da bu akınlar genelde askerî amaçlı olmuştur. Ancak 9. ve 10. yüzyılda Karadeniz'in kuzeyinden Balkanlar'a gelen Kıpçak, Peçenek, Uz adlı Türk kavimleri Anadolu'ya Bizans eliyle geçirilmiş ve yerleştirilmiştir. Asıl Anadolu'nun Türk yurdu hâline dönüşmesi, doğudan gelen Oğuz-Türkmen göçleriyle olmuştur.
Göçmen Türklerde bozkırdaki ırmakları geçiş büyük önem arz ediyordu. Oğuzname'de salı keşfeden kişi boyun önemli bir atası sayılmaktadır. Hanedanın atası olan Selçuk Bey tarafından temeli atılan bu devlet Bağdat'ı kendine başkent yaparak Abbasi halifesinin koruyucusu konumuna erişti. 1092 yılında Selçuklu hükümdarı Melikşah'ın ölümünden sonra bölünmeye uğradı. Selçuklular tarafından kurulan diğer devletler Kirman Selçuklu Devleti, Irak Selçuklu Devleti, Suriye Selçuklu Devleti ve Anadolu Selçuklu Devleti'dir. 1040-1157 yılları arasında hüküm süren Büyük Selçuklular, en güçlü oldukları dönemde Harezm, Horasan, İran, Irak, Suriye, Arap Yarımadası ve Doğu Anadolu Bölgesi'ne egemen olmuş bir Türk devletidir. Kapladıkları alan doğuda Balkaş ve Issık Gölleri, Tarım Havzası; batıda Ege ve Akdeniz sahilleri, kuzeyde Aral Gölü, Hazar Denizi, Kafkasya, Karadeniz; güneyde Arabistan dâhil Umman Denizi'ne kadar ulaşıyordu (10.000.000 km2).
Haçlı savaşları ve Moğol istilası, Anadolu'da Oğuz-Türkmen yerleşmelerini yoğunlaştırmıştır. Selçuklu döneminde Çağrı Bey döneminde yapılan ilk keşif ve akınlarda yurt arayan binlerce Türkmen aşireti Doğu Anadolu'ya girip Batı Anadolu'ya doğru yerleşmeye başlamıştır.
1071 Malazgirt Savaşı ve 1099 Bizans’ın Türk bölgelerine baskınlarında Bizans emrinde olan binlerce Türk unsuru zamanla Anadolu Selçuklu saflarına geçmiştir. Anadolu Selçuklu döneminde Orta Asya ve Azerbaycan üzerinden Anadolu'ya gelen Türkmen aşiretleri Batı Anadolu'ya yerleşmeye başlamıştır.
Beylikler döneminde doğudan gelen çok sayıda Türkmen aşireti, Anadolu'da Türk nüfusunun devam etmesine neden olmuştur. Germiyanoğulları, Osmanoğulları, Karesioğulları ve Hamitoğulları gibi batıdaki Türkmen beylikleri, Türkmen göçlerinden beslenmişlerdir.
1200'lü yılların başında Orta Asya'da yaşayan Harzemşah Türkmenleri Moğol baskınından kaçarak Anadolu beyliklerine sığınmıştır. Orta Asya'da Hotan, Semerkant, Kaşgar, Cent gibi şehirlerde yerleşik olarak yaşayan Türk boylarının pek çoğu Moğol istilasından kaçarak Anadolu'ya yerleşmişlerdir.
1243 yılında Anadolu'nun Moğol istilasına uğramasıyla ve Azerbaycan'da kurulan İlhanlılar devleti aracılığıyla pek çok Türk ve Moğol unsuru Anadolu'ya yerleşmiştir.
Alp Arslan'ın 1071 Malazgirt Zaferi'nden sonra İran üzerinden gelen Türk boyları Anadolu'ya yerleşmeye başlamışlardır. Selçuklu devlet teşkilatının ikta sistemine göre bir Türk komutanı hâkim olduğu toprağı yönetme hakkına sahip bulunmaktaydı. Buna göre Mardin civarını fetheden Artuk Bey 1102 yılında burada Artuklu Beyliği'ni kurdu. Sivas, Tokat, Malatya civarlarında hâkim olan Danişment Gazi 1080 yılında Niksar merkezli olarak Danişmentliler devletini kurdu. Erzincan ve çevresinde Mengücekliler, Erzurum ve çevresinde Saltuklular, İzmir dolaylarında da Çaka Beyliği hüküm sürdü.
Bu beyliklerden Çaka Beyliği denizcilik faaliyetlerinde bulunmuş ve böylece Türk tarihinde ilk kez bir beylik denizcilikle meşgul olmuştur. Çaka Bey'in kurduğu donanma Türk tarihine ait ilk deniz kuvvetleridir.
Anadolu'da kurulan ilk Türk beylikleri zamanla Anadolu Selçuklu Devleti ile mücadelede zayıf düşecek ve bu devletin hâkimiyeti altına gireceklerdir. Ancak bu beylikler Bizans Devleti'ne ve özellikle doğudaki Ermeni ve Gürcü nüfusuna karşı Anadolu'nun Türkleşmesinde etkili olacaklardır.
Anadolu Selçuklu Devleti, Selçuklu Hanedanı'nın Anadolu'da kurduğu devlettir.
Türklerin Anadolu'ya yerleşmesi 1071'deki Malazgirt Savaşı'ndan sonra hızlandı. Özellikle Malazgirt Savaşı'ndan itibaren Müslüman Türkler Anadolu'ya akın etmiştir; ancak İslam'dan önce de Anadolu ve Balkanlarda Türkler vardır.[85] Selçuklu komutanı Kutalmışoğlu Süleyman Şah Anadolu’daki fetihleri batıya yayarak 1075'te İznik’i Bizans’tan aldı ve burayı başkent yaparak bağımsızlığını ilan etti.[86] Böylece kurulan Anadolu Selçuklu Devleti, İlhanlıların son Anadolu Selçuklu sultanını tahttan indirdikleri 1308'e kadar varlığını sürdürdü.
Anadolu Beylikleri, Türklerin 1071’deki Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’da kurdukları devletlerdir. Savaşın hemen ardından, özellikle Doğu Anadolu Bölgesi ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde kurulan devletlere Birinci Dönem Anadolu Türk Beylikleri, aynı dönemde; önce Anadolu'nun batı ucunda İznik'i başkent edinen, sonradan da Haçlı Seferleri nedeniyle başkentini Konya'ya taşıyarak Orta Anadolu merkezli olarak devam eden Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflaması ve yıkılmasından sonra kurulan devletler ise İkinci Dönem Anadolu Türk Beylikleri olarak ifade edilebilir.
Anadolu Selçukluları, Anadolu'daki Türkmen beylerini aşiretleriyle birlikte Bizans ve Kilikya sınırlarına yerleştirmişlerdi. Böylece Anadolu Selçukluları hem devletin sınırlarını güvence altına alıyor, hem de Türkmen beylerini denetim altında tutuyorlardı. Ama 1243'teki Kösedağ Savaşı'nda Moğollara yenilen Anadolu Selçuklu Devleti’nin Türkmenler üzerindeki denetimi zayıfladı. Bu savaşın ardından, Moğolların bir kolu olan İlhanlılar Anadolu’da denetimi ele geçirdiler. Bu süreçte uç beylikleri, önce İlhanlılara bağlı, sonra bağımsız devletlere dönüştüler. Bu beyliklerden biri olan Osmanlı Beyliği, zamanla bütün öbür beyliklerin topraklarını ele geçirdi ve bir imparatorluğa dönüştü.
Osmanlı İmparatorluğu veya Osmanlı Devleti’nin[87] kurucusu ve Osmanlı Hanedanı’nın atası olan Osman Gazi, Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyundandır.[88] Devlet, Bilecik’e yakın Söğüt’te kurulmuştur. Osmanlı Devleti'nin bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesine çıkması 1299 yılında olmuştur. Buna karşın Prof. Dr. Halil İnalcık, Osmanlı Devleti'nin 1299'da Söğüt'te değil 1302'de Yalova'da Bizans'a karşı yaptığı Bafeus Savaşı sonrasında devlet niteliğini kazandığını iddia etmiştir.[89] Osmanlı İmparatorluğu'nun Yalova'da kurulduğu iddiasına Yalova Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Niyazi Eruslu da destek vermiştir.[90] Bu devlet, İstanbul ile sınırlı bir şehir devletine dönüşmüş olan Doğu Roma İmparatorluğu'nu yıkmış, bazı tarihçilere göre bu Yeni Çağ'ı başlatan olay olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu gücünün doruğunda olduğu 16. ve 17. yüzyıllarda üç kıtaya yayılmış ve Balkanlar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'nın büyük bölümünü egemenliği altında tutmuştur. Ülkenin sınırları batıda Cebelitarık Boğazı (ve 1553'te Fas kıyılarına), doğuda Hazar Denizi ve Basra Körfezi'ne, kuzeyde Avusturya, Macaristan ve Ukrayna'nın bir bölümüne ve güneyde Sudan, Eritre, Somali ve Yemen'e uzanmaktaydı.[91] Osmanlı İmparatorluğu 29 eyaletten ve vergiye bağlanmış Boğdan, Erdel ve Eflak prensliklerinden oluşmaktaydı. Devlet zaman zaman denizaşırı topraklarda da söz sahibi olmuştur. Atlantik Okyanusu'ndaki kısa süreli toprak kazanımları Lanzarote[92] (1585), Madeira (1617), Vestmannaeyjar[93] (1627) ve Lundy[94] (1655) bu duruma örnek olarak gösterilebilir.
Devlet altı yüzyıl boyunca Doğu dünyası ile Batı dünyası arasında bir köprü işlevi görmüştür. Hâkimiyeti altında bulunan topraklarda yaşayan halklar zaman zaman, toplu ya da yerel ayaklanmalar ile Osmanlı iktidarına karşı çıkmışlardır. Genel olarak din, dil ve ırk ayrımından uzak durduğu için yüzyıllarca birçok devleti ve milleti hâkimiyeti altında tutmayı başarmıştır.[95] Osmanlı İmparatorluğu, eski Türk örf ve âdetlerinin ve İslam kültürünün yükümlülüklerinin doğrultusunda bir yönetim şekli belirlemiştir.[96]
Osmanlı Devleti'nin kurulmasıyla Orta Asya'dan gelen göçler kesilmemiştir. Akkoyunlu, Karakoyunlu Türkmenleri devletlerinin yıkılmasıyla Türkmen boyları Anadolu'ya yayılmışlardır. Orta Asya ve diğer bölgelerden göç Azeri Safevi Devleti’nin kurulmasına kadar sürmüştür. 1517 Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinden sonra binlerce çadırlık Suriye, Irak, Dulkadirli Türkmenlerinin bir kısmı Batı Anadolu'ya gönderilmiştir.[kaynak belirtilmeli]
Osmanlı döneminde Anadolu'da yaşayan Türkmen boylarının bir kısmı Balkanlara geçirilerek oralara iskân ettirilmiştir ve bunlar Balkanlardaki bugünkü Türk grupları oluşturmuşlardır.
1856 ve 1877 Rus-Osmanlı savaşı sonucuyla Anadolu'daki Türk ve Müslüman sayısı gittikçe artmaya; Rum ve Ermeni sayısı azalmaya başladı.[kaynak belirtilmeli] Osmanlı kayıtlarına göre, bu dönemde Balkanlardan Anadolu’ya geri göç eden Türk nüfusu 3 milyon kadardır (Muhacir).[kaynak belirtilmeli] Bu nüfusa Boşnak ve Arnavut kökenliler dâhil değildir.[kaynak belirtilmeli]
1856-1877 Osmanlı-Rus savaşları ve I. Dünya Savaşı sonucuyla Kafkasya bölgesinden Türk kökenli halklardan Nogaylar, Azeriler, Terekemeler, Ahıska Türkleri, Balkar, Karaçay gibi Türk topluluklarının göçü yaşanmıştır.
1792, 1860-63, 1874-75, 1891-1902 yıllarında Karadeniz'in kuzeyinde Rusların baskısının artması sonucu 2 milyona yakın Türk dili konuşan Kırım Tatarı ve Kazan Tatarları Anadolu'ya yerleşmiştir.[kaynak belirtilmeli]
1914 resmî istatistiğine göre (Kars, Ardahan ve Artvin hariç; Arap ve Kürtler dâhil) çoğunluğu Türk olan 13.4 milyon Müslüman vardır.[97]
|
Naim Süleymanoğlu, 1988 Yaz Olimpiyatları’nda, Seul'de, halter müsabakasında toplamda 342,5 kg kaldırarak kırılması çok güç bir dünya rekoruna imza atmıştır. Bu rekor sonrası tüm dünya Süleymanoğlu'nu konuşmuş ve Süleymanoğlu The New York Times'a kapak olmuştur. Bu rekoru kırdıktan sonra 13 Aralık 1988'de Birleşmiş Milletler'de konuşmuş ve tüm dünyaya Bulgaristan Halk Cumhuriyeti hükûmetinin, Türkleri asimile ettiğini ve Türkleri öldürdüğünü duyurmuştur. Bu konuşma yüzünden Bulgaristan Halk Cumhuriyeti hükûmeti baskılara dayanamamıştır ve Türklerin, Türkiye'ye dönmesine izin vermiştir.[98] Bu göç sonrası Bulgaristan'dan gayriresmî verilere göre 321.000 Türk anavatana göç etmiş, daha sonraları da 150.000 Türk tekrar Bulgaristan'a dönmüştür.
Yunanistan bölgesinden Türk göçleri birkaç şekilde gelişmiş, bu göçler sonucunda bölgede bir zamanlar hatırı sayılır nüfus oranına sahip Türkler, günümüzde sadece Batı Trakya’da kalmıştır.
Batı Trakya’nın 1923 yılındaki nüfusu 191.699’dur. Batı Trakya nüfusunun 129.120’sini Türk (%67), 33.910’unu Yunan (%18), 28.669’unu Bulgar, geri kalan nüfusunu ise Ermeni ve Yahudi topluluğu oluşturmaktaydı.[99]
Osmanlı Devleti’nin yıkılma süreciyle birlikte yaşanan büyük savaşlarla gelen Türk ve Müslüman göçler Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte devam etmiş Türk-Yunan nüfus mübadelesi, Bulgaristan’dan Türklerin sürgün hareketleri, Kıbrıs’ta yaşanan olaylar ve sonucunda yaşanan savaş sonucuyla Kıbrıs'ta oluşan Türk göçü ve Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerinden savaşlar ve ekonomik sebeplerle Türk toplumlarının önemli göç hareketleri olmuştur.
Türkiye, resmî adıyla Türkiye Cumhuriyeti, başkenti Ankara olan ve Eski Dünya karaları denilen Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının birbirine en çok yaklaştığı noktada bulunan ülkedir. Ülke topraklarının bir bölümü Anadolu Yarımadası'nda, bir bölümü ise Balkan Yarımadası'nın uzantısı olan Trakya'da bulunur.
Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu'nun I. Dünya Savaşı sonunda yenilmesinden sonra, Osmanlı İmparatorluğu'nun yerine kurulan ardıl devletler içinde tek bağımsız devlet olarak[101][102] devletin Türk nüfus çoğunluğuna sahip toprakları üzerinde Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki halkın büyük mücadelesi ile kurulmuştur. Arnold Joseph Toynbee gibi bazı tarihçiler ise Türkiye'nin (başlıca ardıl olmak bir yana) tek ardıl devlet sayılması gerektiğini savunurlar.[103] 29 Ekim 1923 tarihinde cumhuriyeti ilan eden Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu iradesinin sahibidir.
Türkçe, varlığı tam olarak ispatlanamamış ortak Altay dil ailesine bağlı Türk dillerinin Oğuz öbeğine üye bir dildir.[104] 19. yüzyıl sonlarına doğru yoğunluk kazanan araştırmalarla Altay dilleri olarak adlandırılan Türk, Moğol, Mançu-Tunguz, Japon ve Kore dilleri ile Fin-Ugor dilleri olarak anılan Fin, Macar ve Samoyed dillerinin Ural-Altay adında bir dil ailesi oluşturduğu düşüncesi, dünyada genel kabul görmüş bir kuramdı. Ancak, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yürütülen dil bilimi araştırmalarıyla Ural ve Altay dillerinin bir dil ailesi oluşturamayacağı düşüncesi yaygınlaşmaya başladı. Fin, Macar ve Samoyed dilleri ile Türk, Moğol, Mançu-Tunguz, Japon ve Kore dilleri arasında benzerlikler bulunuyordu ama bu benzerlikler bir dil ailesi oluşturmaya yetecek ölçüde bir kaynak dilden miras kalan ortak dil öğesi içermiyordu.[105]
Dîvânu Lugâti't-Türk adlı eser, Kaşgarlı Mahmud tarafından Bağdat'ta 1072-1074 yılları arasında yazılan Türkçe-Arapça bir sözlüktür. Türkçenin bilinen en eski sözlüğü olup, o dönemde yaşamış Türk boylarının dil özellikleri, Türk dilinin yaygınlığı hakkında güzel bilgiler veren kapsamlı ve önemli bir eserdir.
Türkçe dünya genelinde çok yaygın kullanılan önemli bir dildir. Avrupa Birliği kurumları tarafından yapılan araştırmaya göre dünyada 77 milyonun ana dili, ikinci dil olarak konuşanlarla birlikte 83 milyon insanın konuştuğu bir dildir.[kaynak belirtilmeli]
Türkçede Arapça, Farsça, Fransızca vs. dillerden geçmiş kelimeler bulunurken, Türkçeden; Arapçaya, Farsçaya, Boşnakçaya, Yunancaya, Sırpçaya, Ermeniceye, İbraniceye, Bulgarcaya, İngilizce, Fransızca gibi dillere de geçen birçok kelime olmuştur.[106]
Osmanlı döneminden beri geleneksel bir hâl alan Türkçe yazı dili, İstanbul ağzından temel almıştır. Bu ağzın özellikleri, yazı dili olarak klasikleşmiştir.
Türkçenin Anadolu'da kullanılmasında öncülük eden beylerden Karamanoğlu Mehmet Bey'in fermanı önemlidir. Beyliğinde fermanı şöyledir:
Bugünden sonra divanda, dergâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.[107]
Türkçe, Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin resmî; Romanya, Makedonya, Kosova ve Irak'ın ise tanınmış resmî bölgesel dilidir.
Bugün Türk dilinin birçok lehçesi vardır. Türkçe temelde iki ağız bölgesine ayrılır: Anadolu ağızları ve Rumeli ağızları. Anadolu ağızları, Anadolu toprakları ve civarındaki Türkçe ağızlarını kapsar; Rumeli ağızları Balkanlar’daki Türkçe ağızlarını kapsar.
Tarihte Türkler; Orhun, Uygur, Arap, Mani, Brahmi, Süryani, Grek, İbrani, Kiril, Latin alfabelerini kullandılar. Türkiye'de 1928'den beri Latin alfabesi kaynaklı Türk alfabesi kullanılmaktadır.
Türkiye'de Türk Dil Kurumu, Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1932 yılında Türk Dili Tetkik Cemiyeti adıyla bağımsız bir kurum olarak kurulmuştur. Türk Dil Kurumu dilin yalınlaşması, Türkçe ile ilgili bilimsel araştırmaların yapılması, yabancı kökenli sözcüklerin değiştirilmesi ile ilgili çalışmalar yapmıştır. Ancak 1983'te çıkarılan bir yasayla Türk Dil Kurumu, Atatürk'ün vasiyetine karşın kapatılarak aynı ad altında Başbakanlığa bağlı bir devlet dairesi kurulmuştur.[108]
Türkiye kuruluşlu Optimar Araştırma Merkezi tarafından yapılan bir araştırmaya göre Türkiye'nin nüfusunun %89'unu Müslümanlar oluşturmaktadır.[109] Yine, Türkiye'deki Müslüman nüfusunun %75'inin Hanefi, %10'unun Alevi ve %5'inin Şafii mezheplerine bağlı olduğu tahmin edilmektedir.[110] Türklerin büyük çoğunluğu Müslüman'dır.[111]
Türkiye Türklerinin haricinde Türk boyları içinde bugün İslam dışında, Ortodoksluk, Şamanizm, Budizm, Yahudilik gibi inançlar da görülür.
Tengricilik ya da Tengrizm tüm Türk ve Moğol halklarının, şimdiki inanç sistemlerine katılmadan önceki inancıydı. Tengri'ye ibadet etmenin yanında Animizm, Şamanizm, Totemizm ve atalara ibadet etmek bu inancın diğer ana hatlarını oluşturuyordu. “Tengri”, bugünkü Türkçedeki “Tanrı” kelimesinin eski şeklidir.
Bu inanca göre Gök'ün yüce ruhu Tengri'ydi. İnsanlar kendilerini gök baba Tengri, toprak ana Ötüken ve insanları koruyan atalarının ruhları arasında güven içinde hissedip, onlara ve diğer doğa ruhlarına dua ederlerdi. Büyük dağların, ağaçların ve bazı göllerin güçlü ruhları barındırdıklarına inanarak dualarını bu cisimlere doğru yöneltirlerdi. Göğün ve yeraltının 7 katı olduğuna, her katta çeşitli tanrıların, tanrıçaların ve ruhların varolduğuna inanılırdı. İnsanlar doğaya, tanrılara, ruhlara ve diğer insanlara saygılı davranıp, belli kurallara uyarak dünyalarını dengede tuttuklarına inanırlardı. Eğer bu denge kötü ruhların saldırısıyla ya da bir felaketten dolayı bozulursa bir şamanın yardımıyla tekrar düzene sokulması gerektiğine inanılırdı.
Bu inancın kalıntılarını bugün Moğollarda (Lamaizme entegre edilmiş şekilde) ve bazı hâlâ doğaya bağlı göçebe yaşam tarzı sürdüren Türk halklarında bulmak mümkündür. Bunların bazıları Altay-Türkleri ve Yakutlar. Ama Tengriciliği çoktan bırakmış halklarda da bu inancın birçok parçaları, mesela İslam'ın, Hristiyanlığın, Budizm’in, Museviliğin veya Taoizm'in yanında hâlâ batıl inanç olarak ya da geleneksel kültür olarak sürdürülmektedir. Ufak bir örnek: "Utançtan yedi kat yerin dibine girdim.."
Türklerin dinî hayatını kısaca İslam öncesi ve sonrası olmak üzere iki ana kısma ayırabiliriz. İslam'ı kabul etmeden önce Tengricilik dinine tabi olan bu Asya topluluğu, önce yönetici kesiminin, daha sonra da halk tabakasının Müslümanlığı kabul etmesiyle İslam'ı inanç dünyalarının merkezine yerleştirmişlerdir. Örneğin: Muhammed'in, Türkler hakkında "'أتركوا الترك ما تركوكم'" (Uturkû al-Turka ma tarakûkum) yani "Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayın," dediği rivayet edilir.[112][113] Böylece Türklerin İslam'ın koruyucusu olan bir millet haline geleceği yönündeki inanç bu hadise dayanarak öne sürülür. Bu hadis bazı kaynaklarda "Habeşliler sizinle uğraşmadıkça siz de onlarla uğraşmayınız. Ve Türkler size dokunmadıkça siz de Türklere dokunmayınız!” (دَعُوا الْحَبَشَةَ مَا وَدَعُوكُمْ ، وَاتْرُكُوا التُّرْكَ مَا تَرَكُوكُمْ) şeklinde yer alır.[114][115][116]
Ancak buna karşın değişik kaynaklarda gerçek (sahih) olmadığı veya gerçekliği (sahihliği) kanıtlanamadığı halde Muhammed'in söylediği iddia edilen, hadis olduğu öne sürülen pek çok söz bulunur. Örneğin Kaşgarlı Mahmud "Divânu Lügati't-Türk"te Türkleri öven pek çok hadise yer vermiştir. Ancak bunların neredeyse hiçbirisi hadis kaynaklarında yer almaz. Bunlardan bir tanesi şöyledir: "Türk dilini öğreniniz, çünkü onlar için uzun sürecek egemenlik vardır."[117] Bu cümleden önce şöyle bir açıklama bulunur: "And içerek söylüyorum, ben Buhara'nın, sözüne güvenilir imamlarından birinden ve başkaca Nişabur'lu bir imamdan işittim."[118][119] Ancak bu hadis güvenilir (hatta yeterince güvenilir bile olmayanlar dahil) hiçbir hadis kaynağında yer almaz, dolayısıyla sahih kabul edilemez.[120]
İslam dini, Türkler arasında Müslümanların Maveraünnehir'i fethi sonrası din alimleri, sufiler ve tüccarlar tarafından yayılmaya başladı. Ancak yeni dinin tanıtımı Araplar tarafından başlatılmış olmasına rağmen Türklerin İslam'a geçişi Fars ve Orta Asya kültürleri aracılığıyla olmuştur. Emeviler döneminde Arap istilaları sırasında İslam dünyasına esir olarak giren Türklerin çoğunluğu hizmetçilik yapmaktaydı.[121] Abbasiler döneminde ise Türkler askerî gücü oluşturmaya başladılar.[121] Dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde, Türk komutanlar halifelik ordusunun Türk birliklerini savaşlarda yönetiyordu. Abbasi Halifeliği zayıfladıkça Türk subayları, kendi Türk birlikleri ile bölgesel hanedanlıkları ele geçirerek veya kurarak daha fazla askeri ve siyasi güç elde ettiler.[121]
Daha sonra, 9. yüzyıldan başlayarak, kökleri Zerdüşt teokratik soylularından gelen Samaniler devleti Sünni İslam'ı ve İslamo-Fars kültürünü Orta Asya'nın derinliklerine yaydı. Özellikle günümüz Kazakistan'ında bulunan Taraz bölgesi başta olmak üzere Orta Asya bölgesindeki önemli bir nüfus İslam'ı kabul etmeye başladı. Kuran'ın Farsçaya ilk tam çevirisi 9. yüzyılda Samaniler döneminde gerçekleşti. Samani toprakları içindeki birçok topluluk İslâmiyete girmeye başladı. Tarihçilere göre Sâmânîlerin gayretleri ile o dönemde yaklaşık 200.000 Türk İslâmiyete girdi.[122] Türkler'in İslâm'a girişi gelecekte bölgeyi egemenlikleri altına alacak olan Gaznelilerin hızla güçlenmesine ortam hazırladı. Daha sonra Gazneliler döneminde 55.000'den fazla Türk Müslüman oldu. Saffariler ve Samaniler’den sonra Gazneliler, Mâverâünnehir'i yeniden fethettiler ve 11. yüzyılda Hint alt kıtasını kontrol altına aldılar.
Tarihte Türk boylarının Hristiyanlık ile temasları oldukça eskilere götürülebilmekteyse de, ciddi anlamda bu inanca bağlılıklarının Hristiyan dünyasının kristolojik tartışmalarının yaşandığı 5. yüzyıla dayandığı söylenebilir. Bu dönem içerisinde İstanbul’un dışında mevcut Nasturi kilisesinin misyonerlik faaliyetleri sonucu Nasturî Hristiyanlık Orta Asya ve Çin’den başlayarak İlhanlı ve Altın Ordu devletlerinin hüküm sürdüğü geniş bir saha içerisinde çeşitli Türk ve Moğol toplulukları arasında yayılma imkânı bulmuştur. 7. yüzyıldan itibaren Orta Asya'daki göçer Türkler Nasturi Hristiyanlığı benimsemeye başladılar. 781–2'de ve daha sonra 1007 yılında 200.000 Türk ve Moğol'un kitlesel olarak Hristiyan olduğu kaydedilmektedir.[123] Diğer taraftan, benzer bir faaliyet Bizans Ortodoks Kilisesi tarafından 6-13. yüzyıllar arasında yürütülen misyon faaliyetleri sonucunda Karadeniz’in kuzey kıyıları ile Balkanlara gelerek yerleşen Bulgar, Hazar, Peçenek, Uz, Kuman-Kıpçak Türklerinden Ortodoks Hristiyanlığı kabul edenler olmuştur. Yine Karadeniz’in kuzeyinde ve Romanya topraklarında özellikle XIII. yüzyılda Roma Katolik Kilisesi misyonu sonucu Katolikliğin de Kumanlar üzerinde etken olduğu bilinmektedir. Çuvaşlar, Yakutlar, Batı Kumanlar, Peçenekler, Karamanlılar, Gagavuzlar Hristiyanlığı benimseyen Türk kavimleri olarak tarihteki yerlerini almışlardır. Bunların çoğu Ortodoks, bir kısmı da Katolik ve Protestan olmuşlardır.
9. yüzyılda, Selçuklular ile Bizans arasındaki çekişmelerden önce, Bizanslılarla müttefik olan Peçenekler Ruslara ve Macarlara karşı savaşmışlardır. 12. yüzyılda ise “Kanglılar” adındaki Türk boyu, Peçenek kabile siyasetinde egemen güç haline gelmiştir. Liderleri Kurya Kaan çok önemli bir karara imza atmıştır. Kanglılar, Katolik olan Macar düşmanlarının aksine, Bizans’ın Ortodoks Hristiyanlığını benimsemişlerdir. Böylelikle Bizans’tan Yunan keşişler gönderilmiş ve Peçenek kilisesi kurulmuştur.
Kumanların hikâyesi de oldukça ilginçtir. MS. 13. yüzyıllarda Batı Kumanlar Macaristan yakınlarına yerleşmiş ve bu topraklar “Kumanya” olarak adlandırılmıştır. 1227 yılında Kuman savaş ağası Bortz, Katolik Dominikan misyonerler tarafından ziyaret edilir ve bu süreçle birlikte Hristiyanlığı kabul eder. Papa 9. Gregor bu toplu iman olayını işitince 1 Temmuz 1227’de Estergon Başpiskoposu Robert’i oraya gönderir ve Batı Kumanlar Moldovya yakınlarında topluca vaftiz olur. Kumanya’da yeni bir Episkoposluk bölgesi (diyosez) oluşturulur ve Teodoric adındaki papaz Episkopos olarak atanır. Sonrasında Bortz Kaan Macaristan Kralı II. Andrew ile bir sadakat antlaşması imzalar ve Moğollara karşı müttefik olurlar.
Kumanların imanını pekiştirmeye yönelik Katolik misyonerler, “Codex Cumanicus” isminde Türk dilinde bir rehber ve ilmihal geliştirirler. Şu anda Venedik San Marco kütüphanesinde yer alan bu belge (Cod. Mart Lat. DXLIX), aynı zamanda en eski yazılı Türkçe metinlerden bir tanesidir.[124]
Altay dil grubuna mensup bir dil konuşan Türklerin kültürünün temeli, Orta Asya menşelidir.[kaynak belirtilmeli] Anadolu uygarlıkları ve İslam uygarlıklarından gelen kültürün de birleşmesiyle Anadolu’daki Türk kültürü gelişmiştir. Selçuklu ve Osmanlı dönemiyle beraber melez bir kültür ortaya çıkmıştır. 1923 yılından itibaren Türkler, Batı ile de yakınlaşmışlardır.[kaynak belirtilmeli]
Türk edebiyatı, Türk dilinde yazılmış sözlü ve yazılı metinlerdir. Türklerin İslam’ı kabullerine kadar birçok alfabede yazılan eserler söz konusudur. İslam’ın birçok Türk boyunda yayılması ve gelişmesiyle beraber Arap alfabesine bazı harflerin eklenmesiyle oluşturulan alfabe ile Orta Asya, Anadolu ve Balkanlarda birçok değerli eser meydana getirilmiştir. Arap asıllı alfabenin kullanılması Osmanlı döneminin öncesinde başlamıştır. Bu yeni dönemle beraber Arapça ve Farsça bilmek de Türkler arasında yayılmaya başlamış, bunun sonucunda bazı tabirler Türk diline taşınmıştır. Ancak, Türk dili geniş coğrafyasında yüzyıllarca hep kendi yapısıyla kullanılagelmiştir.
Orta Asya ve civarında Çağatay Türkçesi, Anadolu ve Balkanlarda Osmanlı Türkçesi merkezinde oldukça değerli eserler yazılmıştır.
Türk edebiyatının tarihi yaklaşık 1500 yıl öncesine dayanmaktadır. Bilinen en eski Türk yazıları 8. yüzyıldan kalma Orta Moğolistan'daki Orhun Irmağı vadisinde bulunan Orhun Yazıtları'dır.[125] Türklerin İslam'ı kabul ettikten sonraki edebiyat metinleri şiir, nesir, lügatler, fıkıh eserleri, peygamberler tarihi, şecere türü yapıtlardır. 15. yüzyılda Dede Korkut Kitabı ile devam eden destan türüne ek olarak, mektuplar, menakıplar, tarihler, tezkireler nesir türünün biçimleridir.
Türk halk edebiyatı, âşık ve tekke kollarıyla eski çağlardan beri süregelir. Halk edebiyatının bilmece, destan, masal, efsane, hikâye, atasözü, fıkra, menkıbe, deyim, oyun biçimleri vardır. Tekke edebiyatının nefes, ayin, ilahi, naat, mevlit, münacat kalıplarıyla gelen kolları günümüze ulaşmıştır. Halk edebiyatı yanında klasik edebiyat denilen divan edebiyatı gelişmiştir. Batı'da roman türünün yaygınlaşmasıyla Türk edebiyatı da telif ve tercümelerle 1800'lerden başlayarak bu yöne eğilmiştir.[126]
Türkiye'de Cumhuriyet döneminin ilk devrinde Millî edebiyat hâkimdir. Halk diliyle yazan ve Genç Kalemler dergisinde toplanan yazarlar eserlerinde Türklüğü, vatanı, kurtuluş mücadelesini anlatmışlar; kendilerinden önceki bireye dönük edebiyatıcedidecileri eleştirmişlerdir. Bu devrin en önemli yazarlarına örnek olarak Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Halide Edib Adıvar verilebilir. Millî edebiyatın milliyetçi görünümü sonraki devirde Anadoluculuk ve halkçılık olarak edebiyata yansımıştır.[127] Bu dönemde Beş Hececiler ve Yedi Meşaleciler grupları kurulmuştur.[128] Daha sonra II. Dünya Savaşı ve savaşın siyasi etkileriyle toplumculuk ve köycülük akımları güçlenmiştir.[129] Âşık ve tekke edebiyatı, modernleşmenin etkisiyle gücünü kaybetmiştir. Divan edebiyatından ise Dil Devrimi, Türkçenin ön plana çıkarılması ve değişen edebiyat akımlarıyla, Osmanlı'ya ait bir tür olarak vazgeçilmiştir.
Modern Türk edebiyatı öykü, roman, eleştiri, deneme, şiir ve tiyatro eserleri gibi hemen her türde örnekler içermektedir. Genellikle modernist bir çizgide seyretmekte olsa da postmodernizmin etkileri de yoğun olarak görülmektedir.
Mimaride dinî yapılar anıtsaldır. Yakın Çağ'a kadar temel üslup Koca Sinan'da belirginleşmiştir. Resimde ve heykelde dinin etkisiyle gelişme olmamıştır, ancak minyatür ve süsleme sanatlarında olmuştur. Türk sanatı çini, hat, ebru, seramik, tezhip ve halıcılıkta gelişmiştir. Müzik gerek sivil gerek askerî müzikte sanat müziğinden hafif müziğe çevrilir. Dinî müzik Türk müziğinin önemli unsurudur. Halk müziği, klasik ve arabesk niteliktedir. Türk sanat müziği çağdaş bir sesle, hafif müzik klasik ve pop müzikle gelişmektedir.
Türk edebiyatı şiir, hikâye, deneme, mizah, eleştiri dallarında eski ve yeni formatlarda dünya dillerine çevrilen eserler üretmektedir. Sözlü edebiyat geleneği, dinî edebiyat formunda yaygındır ve en meşhuru kandillerde okunan mevlittir. Halk edebiyatında dünyaya Nasreddin Hoca tanıtılmış, halk danslarıyla ve seyirlik sanatlarla tarihî kültür yapıları yaşatılmıştır.
Ebru sanatı, Türkiye'de Osmanlı İmparatorluğu'ndan beri icra edilen bir sanattır. Mineral ve bitkisel boyalar, benzersiz desenler oluşturmak için üzerine bir kâğıt tabakasının serildiği viskoz su üzerine püskürtülür. Bugün bu sanat formu Türkiye'de hala çok popüler. Ebru sanatı, 2014 yılında UNESCO'nun İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi'ne girmiştir.
Nakış sanatı, büyük olasılıkla Orta Asya'dan batıya hareket eden Türk göçerleri ile birlikte Anadolu'ya gelmiştir. Bu sanatı taşıyan Selçuklu ve Osmanlı askerlerinin askerî teçhizatı, çadırlar, köşkler, sancaklar, eyerler ve bol motiflerle işlenmiş kılıflar ve savaş sahneleri İstanbul Harbiye'deki Askeri Müze'de korunmaktadır. Nakış süslemeleri camilerde dinî perdeler, seccadeler ve Kur’an mahfazalarının gümüş ve altınla dengelenmiş narin renklerde zarif çiçek desenleriyle kaplanmasında kullanıldı. Havlular, yatak örtüleri, peçeler gibi günlük hayatın pek çok eşyası da benzer şekilde süslenmiştir. Osmanlı sarayı için ipek brokarlar ve kadifeler, törensel amaçlar için özenle hazırlanmıştı ve genellikle mor kadife üzerine altın veya gümüş iplikler kullanılıyordu. Nakış tasarımları, seramiklerde ve dokuma ipeklerde kullanılan geometrik desenler ya da çiçek desenlerine dayanıyordu ancak motifler ve stiller kasabadan kasabaya değişmekteydi. Ancak lale tasarımının insanların kalbinde her zaman özel bir yeri olmuştur. Nakış sanatı 16. yüzyılda altın dönemini yaşadı, aradan geçen uzun süre sonra yaklaşık 100 yıl önce kız teknik okullarının kurulmasıyla yeniden canlandırılmıştır ve günümüzde de hâlâ yaygın olarak öğretilmektedir. İstanbul'daki Topkapı Sarayı Müzesi'nde ve Sadberk Hanım Müzesi'nde pek çok mükemmel örnekleri görülebilir.
Türk çömlekçilik sanatı açısından en iyi örnekler İznik ve Kütahya'dandır. İznik çinileri 15. ve 17. yüzyıllar arasında bu kasabada üretilen cami ve saray süslemelerinde yaygın olarak kullanılan bezemeli seramiklerin en güzel örneklerini sunmaktadır. Bu istisnai parçalar, Osmanlı İmparatorluğu'nun kültürel ve sanatsal zirvesini temsil etmekteydi. Kütahya, İznik'ten sonra özellikle 17. ve 18. yüzyıllar arasında seramik üretiminin en önemli merkeziydi ancak en eski örnekleri 14. yüzyıla kadar uzanıyor. Günümüzde hem İznik hem de Kütahya seramiği üretimi devam edilmekte olup bu geleneksel çini sanatı günümüze kadar ulaşmıştır.
Batılı anlamda Türk resim sanatı ancak 19. yüzyılda kendi de başarılı bir ressam olan Osman Hamdi Bey'in Güzel Sanatlar Akademisi'ni kurmasıyla başlamıştır. Türk ressamlar Osmanlı Padişahları tarafından Fransa ve İtalya'ya gönderilmiş, Avrupa'dan çoğu İtalyan veya Fransız olmak üzere yabancı ressamlar saray ressamı olarak yaşamaları ve hünerlerini aktarmaları için getirilmiştir. Bu akademi günümüzde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olarak bilinmektedir. Erken dönem Osmanlı ressamlarının en bilinenleri arasında Osman Hamdi Bey'in yanı sıra Şeker Ahmet Paşa, Hoca Ali Rıza, Şevket Dağ, Ahmet Ziya ve Halil Paşa sayılabilir. Bu ressamlar öncelikle manzara portreleriyle ilgilenmiştirler. 1919'da Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ilk sergisini Galatasaray-İstanbul'da açtı. Savaştan sonra empresyonizm, Türk ressamları üzerinde büyük bir etkiye sahip oldu. En başarılı empresyonist ressam Halil Paşa'dır. Resim, tasarıma ve konuya artan vurgu ile otuzlu ve kırklı yıllar boyunca gelişmeye devam etti. Türkiye'de soyut ve kübist akımlar popülerdi, bu türde en çok tanınan ressamlar Sabri Berkel, Halil Dikmen, Cemal Bingöl ve Şemsettin Arel'dir. Günümüz Türk sanatçıları artık konu ve tasarım olarak geçmişlerine bağlı kalmayı sürdürmemektedir ve bugün iş başında olan birçok sanatçı tarafından çok çeşitli teknikler ve yaklaşımlar kullanılıyor. Düzenli olarak yeni resim sergileri ile bu genç yetenekleri tanıtan, sayısı giderek artan sanat galerileri düzenlenmektedir.
Halı; Türklerin üstünde oturdukları, çadırlarının içini sıcak tutmak için tabana serdikleri, duvarını süsledikleri eşyadır. Günlük olarak kullanılan halılar zaman içinde Türk kültüründe sanat hâlini almaya başlamıştır. Hâlâ günümüzde halı denildiğinde herkesin aklına ilk olarak Türkler ve Türk halıları gelmektedir. Türk sanat tarihinin önemli bir kısmında geleneksel Türk halı sanatı yer almaktadır. Halı kültürü ilk olarak Orta Asya’da karşımıza çıkmıştır. Bunun nedeni ise göçebe bir hayat tarzını benimseyen Türkler geçim kaynağı olarak hayvancılık yapıyorlardı. Halının yapımı ve dokumasında kullanılan temel malzeme ise koyun tüyüydü. Türk halı sanatının geleneksel tekniğinin çok eski bir geçmişe dayandığını göstermektedir. Zamanla Türkler tarafından geliştirilmiş bir sanat türü olmuştur.
Selçuklular, düğümlü halı tekniğini tüm Yakın Doğu’ya tanıtan bir devletti. Ancak Selçukluların İran’da egemen oldukları dönemden günümüze halı örnekleri kalmamıştır. Türk halıcılığının merkezi Anadolu ve Selçukluların başkenti olan Konya idi. Konya’nın yanı sıra Kayseri, Sivas, Aksaray gibi şehirlerde de dönemin en güzel halıları dokunmuştur. Osmanlı Devleti halıcılıkta da Selçuklu geleneğini devam ettirmiştir. 16 ve 17. yüzyıl Türk halı sanatının klasik dönemi olarak kabul edilmişti. 16. yüzyılda halılarda çeşitli bitki kompozisyonlarına yer verilerek halılar zengin gösterilmiştir. Böyle olması da Türk halı sanatını zenginleştirmiştir. Osmanlı Dönemi’ne ait halı örnekleri en çok Uşak bölgesinde yer almaktadır. Osmanlı Dönemi’nde halılar oldukça önemli bir yere sahipti. Halılar zenginlik göstergesiydi. Buna paralel olarak desen çeşidi ve motifler sürekli yenilenmekte ve artış göstermekteydi.
Osmanlı döneminde Avrupa’dan Uşak halılarının siparişleri alınmaktaydı. 1844’de Sultan Abdülmecit tarafından Hereke’de kumaş tezgâhı kuruldu. 1881’de II. Abdülhamit 100 halı tezgâhı koydurup, dünyaca ünlü olan Hereke halılarının yapılmasını başlatmıştı.
Türk halı sanatı denildiğinde akla ilk olarak düğüm sanatıyla yapılmış en eski ilk Türk halısı geliyor. Bu halı Rus Bilgin Rudenko’nun 1949’da Altay Dağları’ndaki İskit mezarlarında bulduğu Pazırık halısıdır. Halının tamamı Türk düğümüyle santimetrekaresinde otuz altı düğüm bulunan yünden dokunmuştur. Bu halı günümüzde hâlen St. Petersburg Ermitaj Müzesi’nde sergilenmektedir. Bilinenlere göre Türkler halıyı ilk Orta Asya tarafında bulup kullanmışlardır. Daha sonra Türkler halı motiflerini ve dokumalarını geliştirerek Anadolu’ya Selçuklu Türkleri getirmiştir. Böylelikle halı kültürü Batı’ya doğru ilerleyip gelişmeye başlamıştır. Türklerin geçmişten beri vazgeçemediği, hâlen kızların çeyizine alınan ilk eşya halıdır. Halı kültürümüzü geçmişten bu yana devam ettirmekteyiz.
Türk mutfağı Türklerin millî mutfağıdır. Osmanlı kültürünün mirasçısı olan Türk mutfağı hem Balkan ve Ortadoğu mutfaklarını etkilemiş hem de bu mutfaklardan etkilenmiştir. Ayrıca Türk mutfağı yörelere göre de farklılıklar gösterir. Karadeniz mutfağı, Güneydoğu mutfağı, Orta Anadolu mutfağı gibi birçok yöreler kendilerine ait zengin bir yemek haznesine sahiptirler.
Kısa bir ifadeyle Orta Asya ve Anadolu topraklarının sunduğu ürünlerdeki çeşitlilik, uzun bir tarihsel süreç boyunca birbirinden farklı birçok kültürle yaşanan etkileşim, Selçuklu ve Osmanlı gibi imparatorlukların saraylarında gelişen yeni tatlar, mutfak kültürümüzün yeni yapısını kazanmasında rol oynamıştır.
Genel olarak tahıl, çeşitli sebze ve bir miktar etle sulu olarak hazırlanan yemek türleri, çorbalar, zeytinyağlılar ve hamur işleri ve kendiliğinden yetişen otlarla hazırlanan yemeklerden oluşan Türk mutfağı; pekmez, yoğurt, bulgur vb. gibi kendine özgü sağlıklı yiyecek türlerini de ortaya çıkarmıştır.
Yöreden yöreye farklılaşan lezzetleri barındıran yeme-içme biçimleri; özel gün, kutlama ve törenlerde ayrı bir anlam hatta kutsallık taşır. Türk mutfağı, çeşit zenginliği ve damak tadına uygunluk yönünden olduğu kadar birçok yemek ve yiyecek türü ile sağlıklı ve dengeli beslenmeye ve vejetaryen mutfağına kaynaklık edebilecek örnekleri barındırmaktadır.
Osmanlı kültürünün mirasçısı olan Türk mutfağı kendi içerisinde yörelere göre birtakım farklılıklar barındıran çok zengin bir yemek yelpazesini içerir:
Türk müziği, Türklerin yüzlerce yıldan beri geliştirdikleri, bugünkü özellikleri Selçuklu ve Osmanlı döneminde belirginleşen müziktir. Musiki, Osmanlı döneminde halk ve üst kültür çevrelerinde birbiriyle ilişkili, fakat karakterleri farklı iki ana dal olarak gelişmiştir. Osmanlı'nın son dönemindeki modernleşme hareketleriyle Batı etkisi görülmeye başlanmış, bu etki Cumhuriyet döneminde daha da artmıştır.
Türklerin İslam'ı kabullerinden çok önce dinî törenleri yöneten şaman, kam ya da baksı, elinde belirli sesler çıkaran demir parçalarının bağlı bulunduğu bir değnekle topluluğu etkiliyordu. Bu törenlerde davulun da önemli bir yeri vardır.
Hun Türklerinde, Uygur Türklerinde, Selçuklu Hanedanında ve Osmanlılarda müziğe büyük yer ve önem veriliyordu. Ozanları ve kopuzcuları olmayan hiçbir Selçuklu ordusu yoktur.
Eski Türk hakanlarının saraylarında ve ordugâhlarında musiki takımları 9 kök denilen eserleri her gün çalardı.
Halk müziği ve klasik Türk müziği arasında çok önemli bir bağ vardır. Nitekim türkülerin pek çoğunda klasik musiki makamları kullanılmıştır. Aynı şekilde türkü, köçekçe, oyun havası, sirto, vb. halk musikisi formları klasik Türk musikisinde kullanılmıştır. İsmail Dede Efendi, Şakir Ağa, Şevki Bey gibi büyük klasik musiki bestekârlarının hemen hepsinin halk musikisi formlarını kullandıkları gözlemlenir.
Osmanlı İmparatorluğu yalnız musiki sanatına değil musiki ilmine de büyük önem vermiştir. Türk müziğinin Arap, Acem, eski Yunan ve Bizans asıllı olduğunu ileri sürenler vardır. Ancak Klasik Türk müziği genel nitelikleri bakımından Türk asıllıdır. Osmanlı uygarlığı her alanda büyük bir sentez geliştirdiği gibi, Türk müziği potasında yerel pek çok renk bu müziğin parçası haline gelmiş ve bunun karşılığında da Osmanlı musikisi devletin kapsadığı topraklar ve ötesine büyük etkilerde bulunmuştur.
Halk türkülerinin ölçülü olanına kırık hava, ölçüsüz olanına uzun hava denir. Uzun havalar Anadolu'nun değişik bölgelerinde “bozlak, türkmani, maya, hoyrat, divan, ağıt” gibi adlarla anılır. Bunlar genellikle Karacaoğlan, Emrah, Ruhsatî, Sümmânî ve daha birçok tanınmış halk ozanının deyişleri üzerine yakılmıştır.
18. ve 19. yüzyıllarda imparatorluk bünyesinde yaşanan Batılılaşma hareketleri müzik kültürünü de etkilemiş, Avrupai tarzda bandolar kurulmuş ve Batı müziği Osmanlı coğrafyasında yoğun bir biçimde ilgi görmeye başlamıştır. II. Mahmut, 1826 yılında dönemin şartlarına artık uymadığı gerekçesiyle mehter bölüğünü kaldırmış ve yerine Muzika-i Hümâyun adıyla Batılı tarzda bir askeri bando kurmuş, bandonun başına da daha öncesinde Napolyon Bonapart’ın yanında çalışmış olan İtalyan müzisyen Donizetti Paşa’yı geçirtmiştir. Böylece Batı müziğinin kurumsallaşması için önemli adımlar atılmış ve bu yeni müzik tarzı başta aydın aileler olmak üzere halk tarafından yavaş yavaş benimsenmeye başlamıştır. Osmanlı Sarayı’nda Batı müziği eğitimi verilmiş ve bazı padişahlar Batı müziği çalgılarının eğitimini almışlardır. Bununla birlikte padişahların aileleri de Batı müziği eğitimi almış ve Osmanlı Sarayı’nda klasik müzik dinletileri yapılmaya başlanmıştır. Bu süreçte Batı müziği orkestraları kurulmuş ve bununla birlikte keman ailesi enstrümanları olan keman, viyola, viyolonsel ve kontrbas kullanılmaya başlanmıştır. Padişahların bazıları Batı müziği besteleri de yapmışlardır. Saraya icracılık anlamıyla ilk defa piyanonun girişi, sultanların çocuklarının, eşlerinin ve cariyelerinin piyano ve bale eğitimine başlaması, tamamı haremdeki cariyelerden oluşan bir bandonun kurulması, 19. yüzyılda Sultan Abdülmecit zamanında gerçekleşmiştir. Tamamı kadınlardan oluşan bale heyeti tarafından haremde gerçekleştirilecek temsillere erkek enstrümanistlerin girmemesi amacı ile Harem-i Hümayun’da yine bayan icracılardan oluşan 80 kişilik büyük bir bando kurulmuştur. Tamamı kadın olan bu saray bandosunu “Tambur majör” denilen bir kadın müzisyen idare ederdi. Bu da Osmanlı sarayındaki Batılı anlamda ilk kadın orkestra şefi olma niteliğini taşımaktadır. Bandonun ön kısmında klarnet, flüt ve birinci trompet grubu, ikinci ve üçüncü sırada ikinci trompet grubu, ziller ve davullar olmak üzere sarayın kabul salonunda düzenli olarak padişaha konser verirlerdi. Bando, repertuarında opera eserlerine de yer vermekteydi. Bu eserlerin bazılarında bale grubu da onlara eşlik etmekteydi. Bu gösterilerde İskoçya, İspanyol dansları, başka Avrupa dansları, türlü oyunlar ve pandomimler yapılırdı. Leyla Saz Hanım, saray hayatını anlattığı bir demecinde bando takımından La Traviata operasının bazı bölümlerini dinlediğini anımsadığını yazmıştır.[130] Sultan Abdülaziz’in ilk Batı müziği bestesi yapan padişah olduğu bilinmektedir. Padişahlardan V. Murad ise üç ciltlik piyano beste arşivine sahiptir ve ilk kez bir halk ezgisinin Batı müziği formunda düzenlemesini yapmıştır. Sultan II. Abdülhamit Batı müziğine en fazla ilgi duyan padişahların arasındadır ve ailesine de Batı müziğini aşılama çabasında olmuştur. Avrupa’dan ve İstanbul’dan öncelikle piyano ve diğer enstrümanlardan getirtmiş, çocuklarına da Fransız ve İtalyan hocalardan enstrüman eğitimi aldırtmıştır. II. Abdülhamit’in kendisinin de piyano ve keman çaldığı bilinmektedir. Sarayında İtalyanlardan oluşan opera ve operet topluluğu oluşturmuş ve yurt dışından sanatçılar getirtip Yıldız Sarayı’nda konserler verdirmiştir. O dönemde İstanbul’un çeşitli mekanlarında senfoni orkestraları konserler vermekteydiler. Giuseppe Donizetti’den sonra Muzika-i Hümâyun’un başına Guatelli geçmiştir ve bazı Türk şarkılarını Batı müziği formunda armonize etmiştir, D’Aranda Paşa ise nota arşivi oluşturarak büyük bir katkı sağlamıştır. 1908’de Meşrutiyet’in ilanının ardından, Saffet Atabinen, kurumun başına geçmiştir ve topluluğun başındaki ilk Türk olmuştur.
Cumhuriyetin ilanıyla beraber Muzika-i Hümâyun Atatürk tarafından 1924 yılında Ankara’ya çağırtılmış ve “Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti” adıyla konserler vermeye devam etmiştir. Kurum ileriki süreçte Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası” ve ardından da “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası” adıyla müzik yapmaya devam etmiştir.
Türk spor tarihi Yaşar Doğu, Tanju Çolak, Cemal Kamacı, Naim Süleymanoğlu, Hidayet Türkoğlu, Hamza Yerlikaya, Halil Mutlu, Nevin Yanıt, Nurcan Taylan, Sinan Şamil Sam, Süreyya Ayhan gibi millî sporcuların başarılarına rağmen toplumda (özellikle Türkiye’de) spor yapma yaygınlığı ve spora ayrılan bütçe kısıtlıdır. En kabul gören spor futboldur. Geleneksel yağlı güreşi, cirit ve at yarışları ata sporu olarak sürerken avcılık, binicilik, kılıç, okçuluk, boks, atletizm, halterde dünya ve olimpiyat dallarında uluslararası başarılar gösterilmektedir.
2007 yılında Milliyet gazetesinin Konda Araştırma Şirketine yaptırdığı ve şirketin denekler ile tüm Türkiye çapında 47958 kişiyle evlerinde yüz yüze yaptığı bir anket neticesinde Türkiye'nin etnik yapısı deneklerin kendilerini tanımlamalarına göre şu şekilde ortaya çıkmıştır:[131]
Araştırmada kullanılan kimlik grupları | Toplamda % | Deneklerin Söyledikleri Kimlik kategorileri | Toplamda % |
Türk | 81,33 | Türk | 81,33 |
Yerel kimlik | 1,54 | Manav | 0,59 |
Laz | 0,28 | ||
Türkmen | 0,24 | ||
Yurt içi bölge adı | 0,22 | ||
Yörük | 0,18 | ||
Anadolu Türk boyları | 0,03 | ||
Asya Türkleri | 0,08 | Tatar | 0,04 |
Azeri | 0,03 | ||
Orta Asya Türk boyları | 0,01 | ||
Kafkas kökenliler | 0,27 | Çerkes | 0,19 |
Gürcü | 0,08 | ||
Çeçen | 0,004 | ||
Balkan kökenliler | 0,22 | Balkan ülkelerinden | 0,12 |
Bosnalı | 0,06 | ||
Bulgaristan Türkü | 0,04 | ||
Göçmenler | 0,4 | Muhacir | 0,22 |
Balkan göçmeni | 0,16 | ||
Yurt dışı bölge adı | 0,02 | ||
Müslüman Türk | 1,02 | Müslüman | 0,58 |
Müslüman Türk | 0,44 | ||
Alevi | 0,35 | Alevi | 0,35 |
Genel tanımlayanlar | 0,36 | Türkiyeli | 0,23 |
Dünyalı | 0,12 | ||
Osmanlı | 0,01 | ||
Kürt | 8,61 | Kürt | 8,61 |
Arap | 0,75 | Arap | 0,75 |
Zaza | 0,41 | Zaza | 0,41 |
Müslüman olmayanlar | 0,1 | Ermeni | 0,08 |
Rum ve Hristiyan | 0,01 | ||
Yahudi | 0,004 | ||
Süryani | 0,004 | ||
Roman | 0,03 | Roman | 0,03 |
Diğer ülkelerden | 0,05 | Avrupalı | 0,02 |
Diğer Asya ülkelerinden | 0,01 | ||
Rus | 0,01 | ||
İranlı | 0,004 | ||
Amerika-Afrika | 0,004 | ||
TC vatandaşı | 4,45 | TC Vatandaşı | 4,45 |
Toplam | 100 | 100 |
“Türk” tabiri bugün temelde iki düzeyi belirtir. İlk kısımda veya dar anlamıyla eski Osmanlı İmparatorluğu topraklarında ve yeni göçlerle çeşitli kıtalarda yaşayan Türkler (Türkiye Türkleri, Osmanlı Türkleri) belirtilir. İkinci kısımda veya geniş anlamıyla ise dünyadaki bütün Türk gruplarını belirtir. Bu ikinci kısım asli olarak Doğu Avrupa, Balkanlar, Türkiye, Orta Doğu, Kafkaslar, İran, Orta Asya, Sibirya, Doğu Türkistan, Moğolistan bölgesinde yaşar.
Burada, “Türkler” tabiri dar anlamıyla ele alınmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun eski topraklarında yaşayan ve Oğuz Türkleri merkezinde ortaklaşan Türk grubu bugün Balkanlar, Ege Adaları, Türkiye, Kıbrıs Adası ve Orta Doğu'da yerleşik bir halk ve asli unsur olarak yaşarlar.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra, 20. yüzyılda çeşitli sebeplerle başta Avrupa (Batı Avrupa) olmak üzere, Amerika, Avustralya ve Asya kıtalarındaki çeşitli ülkelere göç eden Türkler vardır.
Avrupa'ya Türkiye'den göç ederek yerleşmiş olan Türk göçmen toplulukları genellikle Batı Avrupa kısmında, özellikle Almanya, Fransa, Birleşik Krallık, Hollanda, Avusturya, Belçika ve Lihtenştayn'da bulunanlar. Bölgeye ilk göçlerinden günümüze birkaç kuşak geçmiştir. Amerika ve Avustralya'daki Türk göçmenler de yine 20. yüzyıldan itibaren bu kıtalara göç etmişlerdir.
20. yüzyılda başlayan göçlerle birçok kıtaya göç eden Türkler, Türkiye merkezli bir Türk grubudurlar ve Türkçenin Anadolu kolunun içinde yer alan çeşitli ağızlar konuşurlar.
Bu hesaplamalara Türkiye'de ya da daha önceden Osmanlı bölgesi olan Irak, Suriye, Bulgaristan, Kıbrıs, Yunanistan, Makedonya ve Kosova'da yaşayan insanlar dâhil edilmemiştir.
Ülke ya da bölge | Türk vatandaşları (2004)[132] |
Türk vatandaşları (2006)[133] |
Toplam Türk nüfusu | Ülke ya da bölge toplam Nüfusu (2009)[134] |
% Türk | Daha fazla bilgi |
---|---|---|---|---|---|---|
Almanya | 1,924,154 | 1,738,831 | 2,812,000[135] 4,000,000[136] | 82,329,758 | 3.4%-4.8% | Almanya Türkleri |
Fransa | 341,728 | 423,471 | 500,000[137] | 64,057,792 | 0.78% | Fransa Türkleri |
Birleşik Krallık | 90,000 | 52,893 | 500,000[138] | 61,113,205 | 0.81% | Birleşik Krallık Türkleri |
Amerika Birleşik Devletleri | 220,000 | 250,000 | 500,000[139] | 307,212,123 | 0.16% | ABD Türkleri |
Hollanda | 330,728 | 364,333 | 400,000[140] | 16,715,999 | 2.3% | Hollanda Türkleri |
Avusturya | 130,703 | 113,635 | 300,000[141] | 8,210,281 | 3%-3.65% | Avusturya Türkleri |
Belçika | 45,866 | 39,664 | 200,000[12][142] | 10,414,336 | 1.92% | Belçika Türkleri |
Suudi Arabistan | 100,000 | 120,000 | 200,000[143] | 28,686,633 | 0.69% | Suudi Arabistan Türkleri |
Avustralya | 56,261 | 64,500 | 150,000[144] | 21,262,641 | 0.70% | Avustralya Türkleri |
Kazakistan | 6,000 | 9,593 | 150,000[145] | 15,399,437 | 0.58%-0.71% | Kazakistan Türkleri |
Azerbaycan | 16,000 | 16,000 | 110,000[145] | 8,832,000 | 0.50%-1.21% | Azerbaycan Türkleri |
Rusya | 18,000 | 22,808 | 100,000[146][147] | 140,041,247 | 0.07% | Rusya Türkleri |
İsviçre | 79,470 | 73,861 | 100,000[148] | 7,604,467 | 1.31% | İsviçre Türkleri |
Libya | 3,200 | 1,350 | 80,000[149] | 6,173,579 | 1.26% | Libya Türkleri |
İsveç | 31,894 | 63,580 | 70,000[150] | 9,059,651 | 0.77% | İsveç Türkleri |
Danimarka | 31,978 | 54,859 | 70,000[150] | 5,500,510 | 1.1% | Danimarka Türkleri |
Brezilya | - | - | 58,973[151] | 198,739,269 | 0.03% | |
Kırgızistan | 3,200 | 3,380 | 55,000[145] | 5,431,747 | 1.01% | Kırgızistan Türkleri |
Kanada | 40,000 | 41,000 | 50,000[152] 140,000[153] | 33,487,208 | 0.15%-0.41% | Kanada Türkleri |
İsrail | 22,000 | 30,000 | 30,000 | 7,233,701 | 0.30% | İsrail Türkleri |
Venezuela | - | - | 28,000 | 26,814,843 | 0.10% | |
İtalya | 5,284 | 14,124 | 16,255[154] | 58,126,212 | 0.02% | İtalya Türkleri |
Norveç | 10,915 | 15,356 | 16,000[155] | 4,660,539 | 0.33% | Norveç Türkleri |
Japonya | 2,424 | 6,309 | 10,000[156] | 127,078,679 | 0.007% | Japonya Türkleri |
Özbekistan | 700 | - | 10,000-15,000[145] | 27,606,007 | 0.03%-0.05% | Özbekistan Türkleri |
Ukrayna | 550 | - | 8,844[157] 10,000[145] | 45,700,395 | 0.02% | Ukrayna Türkleri |
Finlandiya | 1,981 | 7,000 | 7,000 | 5,322,588 | 0.10% | Finlandiya Türkleri |
Katar | 1,348 | - | 7,000[158] | 833,285 | 0.8% | Katar Türkleri |
Türkmenistan | 5,000 | 7,000 | 7,000[159] | 4,884,887 | 0.10% | Türkmenistan Türkleri |
Birleşik Arap Emirliği | - | 5,484 | 5,500 | 4,798,491 | 0.11% | Birleşik Arap Emirliği Türkleri |
Afganistan | - | 4,500 | 4,500 | 28,396,000 | 0.01% | Afganistan Türkleri |
Kuveyt | 1,922 | 3,260 | 3,262[160] | 2,691,158 | 0.11% | Kuveyt Türkleri |
Meksika | - | - | 3,100[161] | 111,211,789 | 0.002% | |
Dubai | - | 3,000 | 3,000 | 2,262,000 | 0.13% | |
Ürdün | 1,600 | 2,500 | 2,500 | 6,342,948 | 0.025% | Ürdün Türkleri |
Polonya | - | 2,500 | 2,500[162] | 38,482,919 | 0.002% | Polonya Türkleri |
İspanya | 1,289 | - | 2,500[163] | 40,525,002 | 0.006% | İspanya Türkleri |
İrlanda | - | - | 2,000-3,000[164] | 4,203,200 | 0.05%-0.07% | İrlanda Türkleri |
Çekya | - | - | 1,700[165] | 10,211,904 | 0.006% | |
Macaristan | - | - | 1,700[166] | 9,905,596 | 0.004% | Macaristan Türkleri |
Arjantin | - | - | 1,364[167] | 40,913,584 | 0.003% | |
Güney Afrika | 1,100 | - | 1,100 | 49,052,489 | 0.002% | Güney Afrika Türkleri |
Şili | - | - | 1,000[168] | 16,601,707 | 0.005% | Şili Türkleri |
Lihtenştayn | 809 | - | 894 | 34,761 | 2.57% | Liechtenstein Türkleri |
Fas | - | - | 853 | 34,859,364 | 0.002% | |
Uruguay | - | - | 695[169] | |||
Yeni Zelanda | - | - | 600[170] | 4,213,418 | 0.01% | Yeni Zelanda Türkleri |
Moldova | 1,000 | - | 464[171] | 4,320,748 | 0.01% | Moldova Türkleri |
Lüksemburg | 287 | - | 450[172] | 480,222 | 0.06% | Lüksembourg Türkleri |
Tacikistan | 400 | - | 400 | 7,349,145 | 0.005% | |
Hırvatistan | - | - | 300[173] | 4,489,409 | 0.006% | Hırvatistan Türkleri |
Hong Kong | - | - | 260[174] | 7,055,071 | 0% | |
Slovenya | - | - | 259[175] | 2,023,358 | 0.01% | |
Portekiz | - | - | 250[176] | 10,707,924 | 0% | |
Endonezya | - | - | 250[177] | 240,271,522 | 0% | |
Kongo Cumhuriyeti | - | - | 228 | 4,012,809 | 0.005% | |
Beyaz Rusya | 154 | - | 154 | 9,648,533 | 0% | |
Slovakya | - | - | 150[178] | 5,463,046 | 0.002% | |
Moğolistan | - | - | 134 | 3,041,142 | 0.003% | |
Hindistan | - | - | 126[179] | 1,166,079,217 | Hindistan Türkleri | |
Tayvan | - | - | 100-499 | 22,974,347 | 0.002% | |
İzlanda | - | - | 68[180] | 306,694 | 0.02% | |
Malta | 53[181] | 405,165 | ||||
Porto Riko | - | - | 44[182] | 3,994,259 | 0.001% | |
Litvanya | - | - | 35[183] | 3,555,179 | 0% | |
Cezayir | - | - | 31 | 34,178,188 | 0% | |
Estonya | - | - | 24[184] | 1,299,371 | 0% | |
Letonya | - | - | 9 | 2,231,503 | ||
Grönland | - | - | 8[185] | 57,600 | 0.013% | |
Güney Kore | - | - | 8 (1991) | 48,508,972 | 0.001% | |
Bahamalar | - | - | 4 | 309,156 | 0.001% | |
Bolivya | - | - | 2 | 9,775,246 | 0.003% | |
Diğer | bilinmiyor | 35,375 | bilinmiyor | bilinmiyor | bilinmiyor | |
Toplam | 3,518,726 | 3,693,121 | ||||
Alt bağlı | ||||||
Üst bağlı |
Turkish DNA Project'in yaptığı Dodecad K12b projesine göre, Anadolu Türklerindeki Orta Asya genetik mirası %25 ile %45 arasında, Anadolu yerlisi genetik mirası ise %55 ile %75 arasında değişmektedir. Bireysel sonuçlarda ise Orta Asya miras oranı %15 ile %60 arasında değişmektedir. Aynı projeye göre Anadolu Türklerine en yakın halklar ise sırasıyla Azerbaycan Türkleri, Kumuklar, Karaçaylar, Balkarlar, Çerkesler ve İranlılardır. Sadece bilinen üç üst soyu Türk olan kişilerinin genetiğinin araştırmaya dâhil edildiği projede, 500'den fazla örnek kullanılmıştır. Bu sonuçlara göre Orta Asya genetik mirasına en fazla Muğla'da rastlanmıştır. Mersin, Antalya, Bolu ve Giresun da Orta Asya genetik mirasının görece fazla olduğu illerden bazılarıdır. 2020 itibarıyla Orta Asya genetik mirasının ihmal edilebilir seviyede olduğu iller ise sadece Rize, Trabzon’un bazı ilçeleri ve Gümüşhane’nin güneyidir. Gümüşhane'nin Kürtün ilçesi ve Trabzon'un batısındaki ilçeler şehir ortalamasından farklılık göstermektedir. Genetik alanda elde edilen sonuçlar günümüz Türk halkının "Türkleştiği" ya da asimile olduğu yönünde bir iddiayı destekleyecek nitelikte değildir.[230] Günümüz popülasyonlarını ve Güney Avrupa ve Batı Asya’daki 11.000 yıllık bir dönemi kapsayan 700'den fazla antik genomu inceleyen 2022 tarihli bir araştırma, Türk halkının, hem araştırmanın kapsamına giren Anadolu'da binlerce yıl yaşamış kadim halkların hem de Orta Asya'dan gelen popülasyonun genetik mirasını taşıdığını tespit etti.[231]
İsveçli Linnaeus (1735), “İri yapılı, beyaz tenli, güzel Osmanlı”yı, beyaz Kafkas ırkından -yani Avrupalı- saymıştı. Fizyonomist Lavrater (1854)’e göre Türkler, Küçük Asya kanı ile Tatar (Mongoloid, sarı) ırkın maddi özelliklerinin melezi idi. Blumenberg (1865), antropolojik sınıflamasına göre, Türkler beyaz ırktandı. Garn (1964), Orta Asya steplerinin yerleşik ya da göçebe hayvancılarının fizik özelliklerini, doğal seçilim sonucu ortaya çıkan değişmelerle açıklamaya çalışır. Hazar Denizi ile Pamir Yaylası arasını yurt edinmiş insanlar, ne tam beyaz ne de sarı idi, öteki ırklarla karışmış, zamanla değişikliğe uğramışlardı.[232]
Wallois’e göre Türk, Türk-Tatar veya Turan ırkının bazı fiziksel (görünür) beden özellikleri Moğol ırkına benzediği için, çoğu araştırmacılar, Turanlıları sarı ırktan saymışlardı. Oysa Turanlıları beyaz (Kafkas) ırkın Orta Asya’ya doğru uzanan dalı veya kolu saymak daha doğru olurdu. Turan (Orta Asya) düzlüklerinde göçebelik yapan Türklerin, Moğollarla karışmış bulunmaları olasıydı. Weiner (1971), Anadolu ırkının Küçük Asya'dan Pamir'e kadar uzanan vadilerde yaşadığını, Ermeni veya Kafkas ırkının alt grubu olan Dinarik ırkla benzerlikleri nedeniyle Avrupa kökenli sayıldıklarını söylemektedir.[232]
Afet İnan, yaptığı çalışmalarda; Anadolu (Türk) ırkının %75 oranında Brakisefal, düz ince burunlu, kahverengi saçlı, sonuç olarak "Dinarik" ile karışmış Alpli yani "Beyaz-Ari" olduğu sonucuna varmıştı.[233] Moğolların oranı %5'ten azdı. Gerçi fenotipik (görünür) özellikler böyleydi; ama kan grupları gibi genotipik (laboratuvarda saptanan, görünmez) bazı özellikler Türklerin, Sarı Asyalılarla, Beyaz Avrupalılar arasında bulunduğu görüşünü desteklemektedir.[233]
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.