Loading AI tools
Türk şair, anı yazarı ve hekim (1870 - 1934) Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Cenap Şahabeddin (Osmanlıca: جناب شهاب الدين) (21 Mart 1870, Manastır - 12 Şubat 1934, İstanbul), Türk şâir ve yazar.
Cenap Şahabettin | |
---|---|
Doğum | 21 Mart 1870 Manastır, Osmanlı İmparatorluğu |
Ölüm | 12 Şubat 1934 (63 yaşında) İstanbul, Türkiye |
Defin yeri | Bakırköy Mezarlığı, İstanbul |
Eğitim | Askeri Tıbbiye |
Meslek | Şair ve Yazar, Doktor |
Servet-i Fünûn edebiyatının önde gelen temsilcilerindendir.
21 Mart 1870'te Manastır’da doğdu. Babası Osman Şahabettin Bey, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda öldü. Babasının ölümünden sonra yaklaşık altı yaşında iken ailesiyle birlikte İstanbul’a taşındı.
İlkokulu Tophane’de Mekteb-i Feyziyye’de okudu. Ardından Eyüp Askerî Rüşdiyesi’ne girdi. Bu okulun yıkılması üzerine Gülhane Askerî Rüşdiyesi’ne geçti ve 1880 yılında buradan mezun oldu. Daha sonra Tıbbiye İdâdîsi’ne girdi, iki yıl okuduktan sonra Askerî Tıbbiye’nin beşinci sınıfına kabul edildi. 1889’da doktor yüzbaşı olarak okulu bitirdi. İyi bir derece ile mezun olduğu için 1890 yılı başlarında cilt hastalıkları sahasında ihtisas yapmak üzere devlet tarafından Paris’e gönderildi. Burada dört yıl kadar kaldı.
Paris’te dört yıl cilt hastalıkları ihtisası yaptı. Döndükten sonra hekim yüzbaşı rütbesiyle bir müddet Haydarpaşa Hastahanesi’nde hekimlik yaptı. Takip edildiği korkusuyla İstanbul’dan uzak bir yerde görev alabilmek amacıyla kendi isteğiyle karantina dairesine geçti. Mersin ve Rodos'ta karantina hekimliği yaptı. 1896’da sıhhiye müfettişliği göreviyle Cidde’ye tâyin edildi. 1898’de Cidde’den merkez müfettişliği vazifesiyle İstanbul’a döndü. Daha sonra kısa bir süre Suriye vilâyeti sıhhiye reisliğine atandı. İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonra Meclis-i Kebîr-i Sıhhî üyeliği ve Dâire-i Umûr-ı Sıhhiyye müfettişliğiyle tekrar İstanbul’a döndü. 1914'te emekliye ayrıldı.
Emekliliğinde Darülfünûn’da "Garp edebiyatı", "Fransız Dili" ve "Osmanlı edebiyatı tarihi" dersleri müderrisliğine tâyin olundu.
1922 yılında, bir gün derste Yunanları övüp Millî Mücadele’yi küçümseyen sözler sarf ettiği ileri sürülerek Dârülfünun öğrencileri ve diğer bazı hocalar tarafından aleyhinde nümâyişler düzenlendi. Cenap Şahabettin Bey'in o sözleri söyleyip söylemediği hiçbir zaman tespit edilemediyse de, önceki bazı siyasî yazıları onu suçlu bulmaya yeterli görüldü. Ali Kemal, Rıza Tevfik, Hüseyin Dâniş ve Dikran Barsamyan Efendi ile beraber 1922 yılı eylül ayında Dârülfünun’daki görevinden istifa etmek zorunda bırakıldı. Bu olaylar üzerine bir çeşit inzivayı tercih eden Cenap Şahabettin, daha çok edebiyat ve sanat konularında yazı faaliyetine devam etti.
Son yıllarında yoğun bir şekilde üzerinde çalıştığı sözlüğünü tamamlayamadan 13 Şubat 1934’te beyin kanaması nedeniyle İstanbul’da yaşamını yitirdi.[1] 14 Şubat'ta sade bir törenle Bakırköy Mezarlığı'nda kızı Destine Hanım'ın yanına gömüldü.[2]
Cenap Şahabettin, 1895 yılından başlayarak ölümüne kadar devam eden yazı faaliyetlerinde, özellikle Cumhuriyet dönemine kadar başta şiir olmak üzere edebiyatın çeşitli alanlarında otorite kabul edilmiş başlıca şahsiyetlerden biridir.[4] Tanzimat’tan sonra Batı edebiyatı tesirinde gelişen Türk şiirinde Abdülhak Hâmid’in ardından en büyük yenilikleri yapanlar arasındadır.
Edebiyatla yakından ilgilenen bir ailede doğup büyüyen Cenap Şahabettin, on beş, on altı yaşlarında iken Muallim Naci ile Şeyh Vasfi Efendi'nin etkisinde kalarak onların gazellerini tanzir ve tahmis etmiştir.[3] İlk şiiri bir gazeldi ve 1885’te daha öğrenciyken Saadet gazetesinde yayınlandı. Daha sonrasında yazdığı on dokuz şiirinin de nazım biçimi gazel oldu.
Bu dönemden sonra Abdülhak Hâmid Tarhan ve Recâizâde Mahmud Ekrem gibi ustaların eserlerini okumaya başlayan Cenap Şahabettin'in yeni şiirleri, Saadet gazetesiyle beraber Gülşen, Sebat ve İmdâdü’l-midâd dergilerinde yayımlandı. Henüz tıbbiye öğrencisi iken 18 şiirini "Tâmât" adıyla küçük bir kitap hâlinde 1886'da yayımladı.[4]
Tıp ihtisası için Paris’te bulunduğu yıllarda, daha çok edebiyata ilgi gösteren Cenap, kendi ifadesiyle parnasyen ve sembolist şairleri okumuş, özellikle Paul Verlaine’den etkilenmiştir. Yurda döndükten sonra da şiiri yavaş yavaş bu tesirler etrafında değişmeye başlamıştır. 1895 yılı sonlarında Hazîne-i Fünûn dergisinde yayımlanan “Benim Kalbim” başlıklı şiiri Cenap Şahabeddin'in kelimelerle çizilen tablo karakterindeki şiirlerinin ilkidir.
Cenap Şahabettin bu yıllarda Mekteb, Hazîne-i Fünûn, Maarif, Ma‘lûmat gibi dergilerde şekil, muhteva ve ifade bakımından hem kendisinin ilk şiirlerinden, hem de çevresinde benimsenmiş şiir tarzından farklı denemelere girişmiştir. Özellikle Mekteb dergisinde 1896 senesinde yayımlanan 42 şiiri dönemin edebiyat çevrelerinde büyük yankı uyandırdı. Dönemim edebiyat çevresi, “yeni şiiri savunanlar” ve “eski şiiri savunanlar” olarak iki cepheye ayrıldı. Bu kutuplaşmanın sonucu olarak Cenap Şahabettin, yeni şiircilerin Tevfik Fikret yönetimindeki Servet-i Fünûn dergisinde kendisine yer buldu.
Servet-i Fünûn şairlerinin çok kullandıkları, bir Fransız şiir formu olan "sone" tarzını, Türk edebiyatı'nda ilk defa Cenap Şahabettin “Şi‘r-i Nâ-nüvişte” adıyla yayımladığı şiirinde uygulamıştır (1895).[5] Şâir, bu yıllarda Mekteb, Hazîne-i Fünûn, Maarif, Ma‘lûmat gibi dergilerde şekil, içerik ve anşatım bakımından farklı şiir denemelerine başladı. Bu dönemde meydana gelen edebî kutuplaşmada Servet-i Fünûn takımına katıldı. Tevfik Fikret ve Halit Ziya Uşaklıgil’le birlikte Servet-i Fünun edebiyatının üç önemli isminden biri ve gelenekçi şairlerin en çok saldırdığı yenilikçi şâir oldu.
Cenap’ın şiirleri hakkında dikkate değer tahliller yapmış olan Mehmet Kaplan, onun şiirlerinin tabiat ve ev içi tasvirleriyle, alegorik ve sembolik imajlarla yoğunlaştığını belirtmiştir;[6]
"Yalnız o da çağdaşları gibi hayatı ve insanları, aralarına girmeyerek uzaktan temaşa lezzetiyle yetinmiştir. Resim ve mûsiki kültürü olan Cenap Şahabettin, şiirini bu sanatlarla beraber yürütmüştür. Şiirine mûsiki sanatının girişinde Fransız sembolistlerinden faydalanmakla beraber bunu pek az şiirinde başarı ile uygulayabilmiştir. Elhân-ı Şitâ, Yakazât-ı Leyliyye, Temâşâ-yı Leyâl, Temâşâ-yı Hazân gibi şiirleri nesiller boyunca okunan Cenap Şahabettin, şiirde âhenge önem verdiği için hece yerine daima aruzu tercih etmiş, makalelerinde ve tartışmalarında hece veznini küçümsemiştir."
Şiirin tek gayesinin güzellik olduğunu savunan ve ona başka bir fonksiyon yüklemek istemeyen Cenap, tabiatı panteist bir duygu ile bir bütün olarak algılamıştır. Bu bakış açısıyla doğadaki her maddeyi birtakım ruh halleri ile betimlemiştir. Şair, fikir ağırlıklı şiirlerinde sosyal konuları ele almamış, insanın kaderi ve kâinat içindeki yeri üzerinde durmuştur. Gece, mehtap ve sonbahar gibi daha çok hissî tabiat manzaralarını da saf bir şekilde ele almış, şiirlerinde tabiat, kadın ve aşk temalarını işlemiştir. “Münâcât I-IV”, "Derviş" ve "Tevhid” gibi şiirlerinde panteist dinî duygulara, "Hilâl-i Giryân" başlıklı şiirinde ise millî duygulara yer vermiştir.
1908'den sonra düz yazı ağırlıklı yazmaya başladı. Tanin, Hürriyet, Kalem ve Hak gazetelerinde makaleler yazdı.[2] Şiirleri ölümünden sonra kitaplaştırılan yazarın gezi, makale ve tiyatro eserleri sağlığında basılmıştı.
Cenap Şahabettin, daha önce Türk edebiyatında kullanılmamış yeni ve Avrupa şiirine has formları Türk şiirinde ilk defa kullandı. Üslûba büyük önem verdi. Yeni kavramlar, semboller, isim ve sıfat tamlamaları kullanarak Türk edebiyatında daha önce başvurulmayan bir yöntem kullanmış, okuyucunun zihninde resimler canlandırabilmesine imkân verecek şekilde görsel anlatım tekniklerini şiire sokmuştur. Bu yeni anlatım ve üslûp, edebiyat çevrelerinde yadırgandı, sert eleştirilere uğradı, tenkit edildi ve hatta alaya varacak kadar yerildi. Dil ve üslûbun dejenere olduğunu iddia eden ve savunan bu zümreye Cenap Şahabettin, zamana ayak uydurulması gerektiği, zamanla birlikte sanat ve edebî anlayışın da değişebileceği, lisânın da yeni kelimeler, yeni tamlamalar ve yeni tanımlarla zamana ayak uydurması gerektiği yönündeki görüşleriyle karşılık verdi. İsmâil Safâ, Süleyman Nesib, Ahmed Hikmet, Hüseyin Cahid, Şemseddin Sâmi, Sâmih Rifat, Ali Ekrem ve Rıza Tevfik’in de katıldığı, karşılıklı atışmalara kadar varan münakaşa, lisân ve üslup çerçevesinde kalmamış, sanat, edebiyat, sembolizm gibi meselelere de uzanmıştır.[7]
Servet-i Fünûn şiirinin genel karakterinde olduğu gibi, Cenap Şahabettin’in şiirlerinde de tasvir ön plandadır. Varlığı betimleyen metni bir resim, bir fotoğraf gibi kabul ederek ve okuyucuyu da sanki bir resme bakıyormuş gibi düşünerek tabiat, canlılar, nesneler, durumlar, olaylar görsel bir dille betimlenmektedir. Bu anlayış, önce Avrupa’da ve ardından da Türk basınında kullanılmaya başlayan görsel malzemelerin getirdiği bir akımdır. Cenap Şahabettin ile başlayan bu akım, Tevfik Fikret, Ahmed Haşim, Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ı da etkilemiştir. Cenap Şahabettin’in şiirleri hakkında dikkate değer tahliller yapmış olan Mehmet Kaplan, onun şiirlerinin tabiat ve ev içi tasvirleriyle, alegorik ve sembolik imajlarla yoğunlaştığını belirtmiştir.[6] Cenap Şahabettin, resim ve mûsiki sanatlarıyla da ilgilenmiş, Fransız sembolistlerinden faydalanmakla Fransız sembolistlerinden etkilenerek şiire resim ve mûsiki ile süslemeyi denemiştir. Şâir, şiirde âhenge önem verdiği için hece ölçüsü yerine aruz ölçüsünü tercih etmiş, makalelerinde ve tartışmalarında da hece veznini küçümsemiştir.
Cenap Şahabettin’in gazetelerde siyasî yazılar yazması, II. Meşrutiyet’ten sonra İstanbul’a gelişiyle başlar. İlk önce Hürriyet’in başyazarı oldu. Hürriyet'ten sonra onun yerine çıkan Siper-i Sâika-i Hürriyet’te, daha sonra da Şebab, Hak ve İctihad gazetelerinde siyasî içerikte yazılar yazdı. Mizah dergisi Kalem'de "Dahhâk-i Mazlûm" takma adını kullanarak yine siyasi içerikli mizah yazıları kaleme aldı.
Balkan Savaşları’ndan sonra Tasvîr-i Efkâr gazetesi, şâiri birkaç defa Avrupa’ya gönderdi. Gezi izlenimleri, gazetede “Avrupa Mektupları” başlığı ile 1916'da yayımlandı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında, dördüncü ordu kumandanı Cemal Paşa’nın davetiyle Suriye’ye gitti. Bu gezileri de 1918'de “Suriye Mektupları” adıyla yayımlandı. Kurtuluş Savaşı döneminde, millî mücadele aleyhinde yayın yapan Ali Kemal’in Peyâm ve Sabah gazetelerinde çıkan bazı yazılarında, ordunun Birinci Dünya Savaşı’nda basiretsiz komutanlar yüzünden yenilgiye uğradığını iddia etti. Bu yazılar, askerin moralini bozduğu gerekçesiyle çok sert karşılandı ve Cenap Şahabeddin'in Anadolu hükûmeti ile arasının bozulmasına yol açtı.
Milli Mücadele döneminde İstanbul' da yapılan Darülfünun (üniversite) konferansının ardından çıkan ayaklanmalardan hemen sonra üniversite öğrencilerinin yaptığı eylemden protesto edilen üniversite hocalarından biri olan olan Cenap Şahabettin' in ders sırasında söylediği; ''Üzülmeyin efendiler, tersine mutlu olun. Çünkü Yunanlar bizim lehimize çalışıyor. Memleketi milliyetçi denilen haydutlardan, serserilerden temizliyorlar.'' sözüyle milli mücadele sırasında çok fazla tepkiye maruz kaldı.[8]
Bu dönemin ardında şâirin yıldızı bir daha cumhuriyet idâresi ile barışmadı. Dilde muhafazakârlığı savunması, Türkçüler’le giriştiği tartışmalar, İttihatçılar’ı ve Enver Paşa’yı tutması, sonra yermesi, Cemal Paşa ile olan yakınlıklarının menfaate dayandığı, kadın hakları aleyhindeki yazıları, yeni kurulan cumhuriyetin ileri gelenleri tarafından affedilmedi. Kurtuluş Savaşı'ndan ve cumhuriyetin ilânından sonra da hakkındaki olumsuz yargı değişmedi. Falih Rıfkı Atay ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi dönemin önde gelen münevverleri şâire karşı tavır aldılar. Cenap Şahabeddin, ölümüne yakın yıllara kadar zaman zaman Cumhuriyet inkılâplarını benimseyen yazılar kaleme aldıysa da daima önceki yazıları hatırlatılarak suçlamalara devam edilmiştir.
Cenap Şahabeddin, sosyal içerikli yazılarında dinî konulara da değinmiştir. Ne var ki, İslâmî meseleler hakkındaki görüşleri, dönemin dinî otoritelerince çoğunlukla eleştirilmiştir. Şâirin yazılarından, bazı şiirlerinden ve özellikle Paris’ten gönderdiği 1912 tarihli mektuplarından anlaşıldığı kadarıyla, mistik ve panteist bir din algısına sahip olduğu anlaşılmaktadır.[9]
Adı başta İstanbul olmak üzere çok sayıda sokak, cadde ve okulda yaşatılmaktadır.[10][11] Şairin hayata veda ettiği ev ise harap durumdadır ve bahçesi otopark olarak kullanılmaktadır.[12] "Elhan-ı Şita" başlıklı şiiri Barış Aktaş tarafından bestelenmiş ve 2021 yılında yayınlanmıştır.[13]
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Every time you click a link to Wikipedia, Wiktionary or Wikiquote in your browser's search results, it will show the modern Wikiwand interface.
Wikiwand extension is a five stars, simple, with minimum permission required to keep your browsing private, safe and transparent.